Tumgik
#iki kel
gercekhikayem · 10 months
Text
Zorlu Teslimat
Sıcak bir Ağustos akşamüstü 48 yaşında bir kadın, yazlığında tek başına. İstediği biraz ilgi ve yazı seks yapmadan bitirmemek.
Zeynep bu sorunla daha önce ilgilenemediği için kendine kızdı. Çamaşır makinesi bir hafta önce arızalanmıştı, gelen tamirci kısa, kel, pis kokulu, işe yaramaz bir erkeklik örneğiydi. Lafta büyük ustaydı ama saatlerce uğraşıp pis su dolu bir mutfağın hayal kırıklığı ve bozuk bir çamaşır makinesi dışında hiçbir şey yapamadı. Artık mutfak masasında bir süreden beri alışkanlığı olan bir şişe şarap ve çalışmayan makineden çıkardığı içi her türlü çamaşır ile dolu büyük sepet  duruyordu. Daha fazla kirli de banyodaki sepetlerde. O da mutfağın pisliğine ve yalnız geçirdiği kötü yaz tatiline sinirle bir kadeh daha doldurdu.
Kocasının bitmez tükenmez iş seyahatlerinden birinde olması, Zeynep'in bu sorunla kendisinin ilgilenmesi gerektiği anlamına geliyordu. Kocasının iş gezilerini bahane ettiğini biliyordu buraya onun yanına gelmek istemiyordu. Kim bilir hangi ucuz orospunun peşine takılmıştır diye düşündü. Yazlığa hafta sonu gelecek yorgunum diye uyutacaktı bütün gün. İkisi de zorda kalmadıkça birbirleri ile olmak istemiyor gibiydi. Kocası gücünü başka kadınlara saklıyordu sanki. Zeynep de geçen yaz barda sarhoşken beraber olduğu adamdan sonra kocası ısrar etmezse, sevişme başlatan taraf olmuyordu. İki üç kere birlikte olduğu o adam da bu sene ortalıkta gözükmemişti. Son üç aydan beri olduğu gibi bir kadeh şarap sonrası kendini okşayarak veya bir film seyrederek uyumaya çalışacaktı bu gece de. Ancak işe yaramaz tamirciyle yaşadığı sinir bozucu an içindeki bu istediği de söndürmüştü. Sözde Ankara'da iş seyahatinde olduğunu söyleyen yirmi beş yıllık kocasını çamaşır makinesi al diye aradığında arkadan gelen müzik sesleri Yunanca idi ve adam telefonu hemen kapamak için tamam tamam en sağlamından bir tane sipariş ederim bugün, bir iki gün çamaşır yıkamasan olur demişti. 25 yıl birbirlerinden uzaklaşmak için yeterli bir süre. Kocası zengin bir adamdı ve çevresinde dolanan genç kadınlar için iyi bir avdı. Bu yazlığı karısı ister istemez almasının sebebi de büyük ihtimal buydu zaten. Karısı ondan ne kadar uzak olursa o kadar iyi.
Tamirci gelmeden bulduğu son temiz şeylerden olan dar şort kasıklarını sarmıştı, amının üstüne gelen kalın dikiş geriye yaslanınca klitorisine kabaca sanki bir parmakmış gibi sürtüyordu. Bir iki kere daha bu baskıdan sonuç almayı denedi. Sinirden ve ortamın dağınıklığından konsantre olamadı. Düşüncelere daldı, uzun sıcak yaz yüzünden bronzlaşmış vücudu ve bacakları ve her gün yüzmekten dolayı sıkılaşmış ve zayıflamıştı. Vücudu neredeyse son bir aydır her gün azgındı ve bazen büyük göğüslerinin uçlarının ne zaman ortaya çıktığını kendi bile anlayamıyordu. Çevredeki kaçamak bakışları irileşen göğüs uçlarında yakalıyordu. Aylardır ondan uzak duran kocasının sikinin yerini hayallerinde zaman zaman yan villada tatil yapan iki üniversitelinin siki alıyordu. Onların veya kendinin çekingenliğini kırmayı ve siklerinin üzerinde zıplayarak boşalmayı hayal ediyordu geceleri. Bir iki kere en cesur bikinisi ile balkona çıkıp gençlere göz banyosu sunmuş ama bir sonraki adımı atamamışlardı. Nasıl atsınlar yıllardır tanıdıkları Zeynep ablaları idi o. 
Şarap, kocasının yokluğu, aklından geçenler ve klitorisi üzerindeki baskı, Zeynep'in bir an önce banyoya gitmesi ve kendini ne olursa olsun boşaltması fikrini aklına soktu. Akşam altıya geliyor önce güzel bir boşalma, sonra akşam yemeği. Kapı zili çaldığında banyo kapısındaydı ve çamaşırı nemden şortuna yapışmıştı. Saçını başını aynada düzeltip kapıyı açtığında ise nefesi tekrar hızlandı. Uzun boylu genç, atletik esmer bir adam, elinde bir not panosuyla gülümseyerek  bir teslimat bekleyip beklemediğini soruyordu. Adamın beyaz parlayan dişlerine ve kalın kollarından gözlerini kaçırmaya çalışarak telaşla evet dedi. Adamın duraksamasını geç fark ederek de içeri mutfağa doğru geçmesini işaret etti. 
Adam içer adım atmadan önce döndü ve teslimat minibüsündeki bir meslektaşına başparmağını kaldırdı. İkinci bir genç, aşağıya atladı. Her ikisinin de üzerinde bir örnek bermuda şortlar ve kısa kollu gömlekler vardı. Kaslı yapıları ile kıyafetleri iki beden küçük gibiydi üzerlerinden. Erkeklerden uzun olanı düğmelerini nerede ise göbeğine kadar açmıştı ve kaslı gövdesini ortaya çıkarmıştı, hafifçe terlemiş ve gömlek sırtına yapışmıştı. Şişmiş göğüsleri gömlek altında belli idi.
Biri yeni cihazın yerini görmek isterken, arkadaşı da makineyi arabadan indirme işlemine başladı. Genç adamı mutfağa götürürken Zeynep adamın vücudundan gelen tatlı terin kokusunu alabiliyordu, boğa gibi görünen genç bir erkeğin yakınlığı ve yürüme hareketi dar şortun kalın dikişinin yarığına sert bir şekilde sürtünmesine ve nemli bölgesinin daha da büyümesine neden oluyordu. Eski makineyi de çıkarmamız gerektiğini söylememişlerdi sorun değil hallederiz dedi adam.  Yazlık bölge olduğundan insanların mayo ile veya şortlar ile onları karşılamalarına alışkınlardı ama bu kadının ince uzun bacaklarını daha da belli eden dar şortu, iri göğüsleri ve ıslak bakan mavi gözleri iki gencin de dikkatinden kaçmamıştı.
Genç adam elindeki panoyu tezgâhın üstüne koydu ve aşağı inip tesisatı kontrol etmek için dolapların arkasına doğru çömeldi. Tesisatı kıçı göreceğim diye gülümsedi Zeynep, adama dar gelen bermudanın kumaşından kıçının hatlarını görme fırsatı verdi. Gözleri biçimli kalçalara takılıyken adam döndü ve gülümsedi sanki gözleri bir an için dar şortun ezdiği ıslak bölgesine baktı. Ayağa kalkarken Zeynep'e gereğinden fazla yaklaşmış gibi geldi. Yok diye düşündü Zeynep tezgah üzerindeki not panosunu almak için eğilmek zorundaydı adam o nedendir. Eski makinenin üzerine eğilerek adamın alamadığı panoyu Zeynep uzattı. Bu sefer de o adamın gözlerini, üzerindeki askılı penyeden yarısı ortaya dökülen göğüslerine bakarken yakaladı. Kahretsin diye düşündü. Uçları yine sertleşmiş ve belli oluyordur. Belli olmayacak gibi değildi ve genç adam da bu yaştaki bir kadının göğüslerinin bu kadar dik durmasına hayret etmişti. Ne kadar bakmamaya çalışsa da kadının sarı saçlarına inat yanmış güzel cildi bakılmayacak gibi değildi. Formdaki bir iki yeri kocanızın imzalaması gerekiyor derken makinenin altındaki son parçayı sökmek için sırt üstü uzanmıştı. Nereyi diye sormak için adama bakarken dar tulumun önündeki kabartı ve yana doğru uzanmış sikinin hatları gözünün önündeydi. Adam bir hortumu sökmek için ileri geri hareket ederken bermudanın ağı yukarı geliyor ve taşaklarıyla sikinin kabartısı ortaya çıkıyordu. Bilerek mi yapıyor bu genç adam diye düşündü. Nasıl bu kadar iri gözükebilir siki. Çok esmer ikisi de, aşağıdaki köydeki Çingen mahallesinden mi? Çingenlerin siki büyük olur derler. Bunları aklından çıkarmak için formdaki küçük yazıları okumak amacıyla makinenin üstüne eğildi. Ayağa kalkmış ve  şimdi Zeynep'in biçimli kıçına ve ince uzun bacaklarına bakan adam kocanız sipariş etmiş o imzalasa daha doğru olur, evde mi diye sordu. Hayır dedi Zeynep bu evdeki her işi ben yapıyorum. Formu kadın da imzalayabilirdi ama sadece evde yalnız mı olduğunu teyit etmek için sormuştu adam. Yüzlerce teslimat yapmıştı arada ufak tefek maceraları olmuştu ama bu kadın farklı idi. Çarpıcı güzelliği değildi aklını alan, kadının eve girdikleri andan beri tutuk hareketleri vücudunu süzen gözleri idi. Ulaşılmaz, ukala zengin kaltaklardan biri diye düşündü, dikkatli olmak gerek. Karının şortunun ağındaki renk değişikliği ne peki, am suları mı sanmam, bana öyle geliyor olsa diye kafasını toplamaya çalıştı.
O anda kapı eşiğinden biri geliyorum diye bağırdı ve ikinci genç adam mutfak odasına girdi. Kardeş gibi birbirine benzeyen ama diğerinin daha kısa bir versiyonuydu bu. Daha kaslı bir yapıya sahipti, giydiği dar bermudaya benzeyen pantolonun kasık bölgesine niye baktığını kendi kendine sordu Zeynep. Az evvel gördüğünü diğer gençte de mi arıyordu? Her iki adam da eski çamaşır makinesine yönelip onu yerinde tutan boruları ve kablolardan kurtardı. Kasları esneyerek ve daha da şişerek kolayca makineyi havalandırdılar ve evin dışına çıkardılar.
Tüm bu koşuşturma sürerken bile Zeynep'in klitorisi yanıyordu. Adamlar eski makineyi arabaya yüklemek ile meşgulken hızlıca göğüs uçlarını ve  nemli bölgesini kontrol etti. Şortun üzerine kadar çıkmıştı ıslaklığı ve biraz daha artsa açıkça görülebilirdi. Elini içeri sokarak dar şortun amına baskı yapan yerini uzaklaştırmaya başladı ve klitorisinin baskısını biraz olsun hafifletmek için şortun belini hafifçe aşağı çekti. Yere konan makine sesine arkasını döndüğünde ise elini telaşla çekti ve masanın üzerindeki çamaşırlara çarparak yere saçtı. Teslimatçılardan uzun olanı içeri girmiş ve ayakta onu izliyordu. Kardeşinin hadi şovunu yap önerisini kabul ederek tek başına yeni makineyi taşıyabilmek için gömleğini çıkarmış ve kaslı gövdesini sergilemişti. Özür dilerim sizi korkuttum diyerek yaklaşmış ve çamaşırları almak için eğilmişti. Ona durmasını söyleyerek ısrar etti. Bir yandan da bir elinin amında diğerinin arkasında olduğunu adamın görmemesinin imkansız olduğunu düşünüyor ve iyice panikliyordu. Adama yaklaşarak yerden topladığı çamaşırları adamın elinden almaya çalıştı. Adamın tuttuğu yazlık sutyenlerinden ve bikini altlarından biri idi ve adam önce sutyene sonra da Zeynep'in göğüslerine dik dik baktı. İkisinin de birer ucundan tuttuğu sutyeni daha hızlı çeken adamın gücüne karşı koyamadı ve gövdesi adama yapıştı. O şaşkınlığını atmadan adam yapacağını yaptı ve bir elini atlet gibi penyesinin üstünden göğsüne yapıştırdı. Kalın parmak uçları ile göğsünü sıkarken diğer eli kalçasına pençe gibi geçmişti. Dur dedi önce ama el önce kabarmış göğüs ucunu sıktı. Göğsünü sıkan el belinden içeri girip ince sutyeni üzerinden göğsünü kavradığında ağzından sadece derin bir nefes çıktı Zeynep'in.
Kadının direnmemesinden hoşnutluk bulan adam şortunun bel düğmesini çözdü ve iki eli ile kumaşı bacaklarından ayak bileklerine kadar çekti. Kardeşi haklı çıkmıştı. Karının meme uçları dışarda ve yürürken kıvranıyor, bu karı biz gelmeden kesin kocası ile sikişmek üzereymiş demişti. Kocasının evde olmadığını öğrenmişlerdi. Zeynep adamın çıplak kalçalarını sıkan ellerine teslim olmuş çaresiz hissediyordu, bir elinde kendi kirli sutyeni vardı. Aşağıya baktığında önünde diz çöken adamın siyah saçlı kafasının bacak arasına yaklaştığını gördü. Dili uzun süredir ıslak duran amına ve klitorisine hafifçe vurunca masaya yaslandı ve amını adamın yüzüne doğru itti. Çok ıslakmışsın diye ilk defa konuştu adam. Koca dili amının derinliklerine girmişken cevap veremedi. Burada bu an ayakta boşalabilirdi. Anın tadını çıkarmak için gözlerini kapattı. Am yemeği biliyor bu adam, hele şişmiş bekleyen klitorisine büyük dudakları ile baskı yapınca ince bacakları titriyordu. Büyük elleri kalçalarını yoğururken suratını kadının amına iyice bastırıyordu. Dili nohut gibi şişmiş ve sertleşmiş klitorisine dayanılmaz bir baskı yapıyordu. Bir süre sonra bir elin sıkarak tuttuğu sutyeni elinden aldığını hissetti ve gözlerini açtığında yanında duran ikinci teslimatçının da belden yukarısı çıplak olduğunu gördü. Adam ona bakarak şortunu çıkardı ve uzanarak kadının üzerindeki penyeyi sutyeni ile birlikte çıkardı. Altındaki bokseri da çıkarttığında kadının gördüğü beklentilerini aşan bir sikti. Yarı sert sik yumruk büyüklüğündeki başı ile adamın cildinden daha kara idi ve hayallerindeki zenci sikleri gibi uzanıyordu. Üzerinde damarlardan oluşmuş çizgiler ile korkutucu idi. Bu daha kısa boylu olanıydı ve yaklaşıp göğüslerini aynı anda kavradı sağ memesini sertçe sıkıp sert meme ucunu emmek için eğildi. Demiştim sana meme uçları sikilmek için dikilmiş, penyeyi yırtacaktı. Her şey hayallerinden daha fazla idi. Dev gibi iki el göğüsleri ile ilgilenirken klitorisi ustalıkla yalanıyordu. Biri hiç konuşmazken diğeri onun nasıl sike aç olduğunu bilir gibi beynine giriyordu. Sikine bakıyordu değil mi orospu, kocasız kaldığı belli. Klitorisi adamın dudakları arasında kaldığında bacakları titremeye başladı. Göğüslerini emen adamın kafasını iyice kendine bastırdı. Off karının göğüsler gerçek lan taş gibi. Orgazm dalgaları arttıkça bacaklarından aşağı süzülen sular da artıyordu. Kadını yalayarak boşaltmanın verdiği güven ile ayağa kalkan adam da soyundu ve eşit derecede etkileyici oranlarda kalın sanki biraz daha uzun bir siki ortaya çıkardı. Yüzü Zeynep'in am suları ile parlıyordu. Karı biz gelmeden ıslakmış, amını okşuyordu içeri girdiğimde, yatır şunu masaya da sikelim.
Bir kuş gibi havalandırıp çırılçıplak vücudunu masaya yatırdılar. İkisinin de elleri kadının üzerinde gezindi. Kalın parmakları kırmızı ve ıslak amının üstünde buluştu, içini parmakları ile keşfettiler. Bir parmağım bile amına zor giriyor diye güldü kısa olan. Bu dar karının ilk sikişi senin abi dedi ben girersem dayanamaz. Demek kardeştiler. İki yanında sarkan iki kalın sike uzanarak tuttu. Parmaklarını her birinin kalın ve sert etrafına sarmaya çalıştı. Dimdik tavanı gösteren siklere hayranlık durarak okşamaya başladı. Kocamanlar ve elime sığmıyorlar, amımı parçalar bunlar. Bunları düşünmek, sıkılan göğüsleri ve amına giren parmaklar uzun uzun inlemesine neden oldu. Karı durmadan akıyor abi, tam bir amcıkmış.
Uzun boylu olan bacaklarını çekti ve ayak bileklerini omuzlarına koydu. Geniş gövdesi şimdi daha heybetli görünüyordu. Sikini am girişine yerleştirdi. Böyle bir yarak yedin mi daha önce? Hayır hayır diye inleyebildi. Seyret o zaman diyen kardeşi ensesini kaldırarak kadının dirseklerinin üzerinde durmasını ve amına girecek siki seyretmesini sağladı. Adamın yatay olması için aletini aşağı doğru bastırması gerekiyordu. Amıma girince bu sik yine dikleşecek ve beni çıldırtacak diye düşündü. Bağırmaktan çekinme diye güldü kardeşi. İlk defa yiyenlerden bayılan bile oldu. Dirseklerinin üzerinde dinlenirken, yanmış vücudu ile kontrast oluşturan beyaz kalmış mayo izi üzerinden amına sürtünen koyu renkli sike bakmaya devam etti. Kara yumruk gibi başı pembe am duvarlarını geri itti. Adam geri çekilip bunu tekrar yaptı. Sıcak siki ile onunla oynarmış gibi sırıtıyordu. Amının girişinden kat kat iri duran sike bakan Zeynep'e adam alay eder gibi seslendi. Alamayacaksın galiba ev orospusu. Kendinin bile beklemediği bir tepki ile sessizce mırıldandı sok hadi orospu çocuğu sok. Penisin giren kısmı amcık dudaklarını iyice açtı boynu geriye düştü kadının ve kısık, gırtlaktan bir inilti çıkardı.
İlerlemeye devam eden kara canavar am dudaklarını içe doğru itti, iç duvarlarını parçalar gibi geçip içine yerleşti. Alnından ve karnından boncuk boncuk terler akmaya başladı. Tekrar içine girene baktı. Sik amının dibini onu tamamen doldurarak bulmuştu. Dışardan kalan kısmı o korkunç kalınlıktaki kökü girişini iyice germişti. Siyahlığı beyaz güneş görmeyen yerlerinin tam zıddı idi. Adam aletini çıkarmaya başladığında, amındaki boşluğu sevmediğini düşündü ve adama doğru kendini kaydırdı. O sikten ayrılmak istemiyordu. Orospuya bak abi sik diye kıvranıyor. Adam zenci gibi sikini onun artık teslim olmuş amcığına hızlanarak sokarken topların kıçına çarptığını hissedebiliyordu. Adamın sikme hızına uyum sağlayan kadar çığlıkları mutfakta çınladı. Bir süredir sadece göğüslerini okşayan ve bunları da sikeceğim diyen kardeşin sikini tutmak için uzandı, yüzüne doğru çekti, kocaman başını yavaşça yaladı, adamın ohh orospu diye inlemesinden memnun kalarak dilini ucunda gezdirdi. Başını alabilmek için ağzını sonuna kadar açması gerekti.
Ağrıyan ağzından siki çıkardı ve ilk gördüğü andan beri aklında olan iki tenis topu büyüklüğündeki taşakları okşadı. Birazdan onların içindekiler amcığımı dolduracak düşüncesi içini titretti. Sik yakından ve en sertleşmiş hali ile bir canavara ait gibi duruyordu. Bacaklarının katlanması ve içindeki sikin çılgınca hızlanması ile tekrar orgazma ulaştı. Gözünden yaş göğüslerinden ter akıyordu ve karnı sancılanarak titriyordu. Amından akan sular utanç verici derecede fazlaydı ama utanmak yerine zorla açtığı gözleri ile kasıklarına baktı ve amının açgözlülükle siki dibine kadar yuttuğunu gördü, amcığı ıslaktı, çok ıslaktı ve amının suyu içine giren siyah kalın pistonu yağlıyordu. Yaşadığı bir orgazmın ötesi idi, kaybolmuştu aklı. Boğazının ağrıma sebebi çığlıkları idi. Aletini onun amına pompalayan genç adam da terliyordu, neredeyse iki katı yaşındaki bu güzel kadının mavi gözlerine ve sallanan sert büyük göğüslerine bakarak amını daha hızlı sikmeye çalışıyordu. O hızlandıkça kadından çıkan çığlıklar artıyor, çığlıklar arttıkça o hızlanıyordu. Kadın siktikçe güzelleşiyordu sanki. Siki kalındı, kadınlar ilk aldıklarında zorlanırdı, bunu biliyordu ama uzun süredir de bu kadar dar ve sulu bir amcık sikmemişti. Patlaması yakındı. Sikini kadının amına yerleştirip durdu. Nerene istersin kaltak? Zeynep cevap vermedi sadece bacaklarını sikicisinin beline doladı üzerine eğilen adamla dudakları ilk kez şehvetle buluştu. Adam homurdanarak aletini elinden geldiğince içeri itti. Orgazmının devam ettirdi bu darbe. Zeynep okşadığı diğer siki bir anlığına bırakarak adamın omuzlarına uzandı, onu kendine iyice yapıştırdı. Amından dokunulmamış yerleri keşfeden dev yumruğun ve sikin seğirdiğini sıcak yapışkan sıvıyı içine çektiğini hissettiğinde dili adamın ağzındaydı. Amına bu kadar uzun süre bu kadar yakıcı döl akmamıştı hiç.  Korunmak aklının ucundan bile geçmiyordu o an.
Perişan halde bacakları masadan sarktı, gözleri yine kapandı, sikin amını terk ettiğini hissetti, nefeslenmek istiyordu ama amı boş kaldığı için üzgündü . Yeniden doldurulması gereken bir boşluk hissederek diğer gence baktı. Hiç konuşmadan sarkan bacaklarını masanın kenarına katlayan genç belini sikine doğru çekti.  Bu masada yemek yenmez artık diye güldü adam, karının am suyu ve döllerin kaplı abi. Sert yumruk büyüklüğündeki sikin ucu çok hızlı bir şekilde amının girişine konumlandı, amına doğru bastırdı. İçeri girerken az evvel kalın başka bir sik girmesine rağmen bir miktar dirençle karşılaştı. Zeynep şaşkınlıkla gerildi. Abisinden daha kalın bir yarak mı?  Sikin başı amına girince de kafası geri düştü Aman Tanrım yavaşş diye bağırdı ve yüksek sesle bir homurtu çıkardı. Canı yanıyor ama ne kadar genişleyebilirim diye de merak ediyordu. Gözleri kapandı. Amının yaşadıkları gözünde canlandı, dev baş amını yararak ilerlemiş onun açtığı yerlere kalın gövde yerleşmişti. Amında yeni yeni kapılar yeni zevk noktaları açılmıştı. Sikicisi yarıya kadar dışarı kaydı ve hızla tekrar içeri itti kütük gibi kalın siki. Artık vücudunu tamamen ter ile kaplanmıştı ve güçsüz bacakları adam omzunda tutuyordu. Bu daha iyi bir sikici. Sikinin dev başını am duvarlarında gezdire gezdire sikiyor ve bağır orospu bağır diye söyleniyordu. Arada omzundaki bacaklarını öpüyor küçük küçük ısırıyordu. Isırılmayacak gibi değildi, tüysüz, güneşte yanmış pürüzsüz bacakları. Bağırıyor ve durmaksızın terliyordu. Bağırmasına aldırış etmeyen diğer sik dudaklarına çarptı. Kocaman bir et parçası olarak yanaklarını tokatladı. Sikin başını hızlıca dilledi, kendi suyuyla onun sperminin karışımını tattı. 
Genç spermlerin baş döndürücü tadı. Kocası veya yazlıkta geçen sene verdiği yaşlı adamınki gibi değil. Yarak manyağı bu karı. Baksana şuna tam bir sikilmelik kaltak. Hiç bu kadar güzel bir karı siktin mi abi. Göğüsleri tokatlanırken amındaki devin hızı arttı. Yavaş sik lan kaçmıyor karı bak amından sular fışkırıyor tekrar. Göğüs uçları ezilirken Zeynep tekrar doruğa çıktı. Nefes almak haykırmak istiyordu ama ağzına giren sik izin vermiyordu. Amını siken göbeğini okşarken ağzındaki sikin sahibi göğüslerine hoyratça saldırmıştı. Tutamıyorum lan karıyı nasıl çırpınıyor orospu. Karnındaki tüm kaslar acıyarak bacakları gerilerek orgazma teslim oldu. Adam kalın sikini kasan titreyen amcığa rağmen sikişini durdurmadı. Bir haftadır sikişim yok karı sikimi koparacak zor dayanıyorum diye söylendi. Hareketsiz kalmış kadının hala kasılan amına patlamak üzere olduğunu anladığında abisinin yaptığını yaptı. Nerene istersin ev orospusu amına mı ağzına mı? Aklında o güzel dudaklara ve küçük burna doğru patlamak vardı.  Kadının sarı saçlarını çekerek domaltarak sikmek ise ilk gördüğü andaki fantezisi idi. Bunları düşünmek boşalmasını hızlandırdı. Kadın ise sadece inleyebiliyordu elleri ile karnının üzerini işaret etti. Küçük kardeş sikini çıkardı. Görüntüsü am suları ile parlayan siyah bir boru gibi idi. Damarları korkunç derecede şişmişti. Sıcak beyaz dölleri fışkırarak göbeğine oradan göğüslerine kadar geldi. Bir iki üç dört fışkırma ile tenis büyüklüğünde taşakların ne ile dolu olduğunu kadına gösterdi. Sikinin ucundaki yarıktan son bir iki damlayı da hassaslaşmış am dudaklarına sürterek bıraktı.  Kocam bir ayda bu kadar döl çıkaramazdı herhalde dedi içinden.
Gözleri kararak çevresindeki seslere aldırış etmeden masa üzerinde yığılı kaldı. Kendine gelen Zeynep  terli ve spermlerle kaplıydı, amının girişi soğumaya biraz da sızlamaya başlamıştı. Terli cildinde spermler soğurken sikicileri onu bırakmış makineyi kurmuşlardı. Masadan kalkmaya çalışırken başı döndü, amı sanki hala aralıktı ve uzun süre kapanmayacak gibi sızlıyordu. Amından ve göbeğinden sızanları yere yayılmış çamaşırlar ile sildi. Koca sikleri tam inmemiş ve sallanan adamların yanından konuşmadan geçti ve bir bornoz almak için yukarı çıktı. Banyo aynasında kendine baktı. Göğüs uçları sert sert sıkılmaktan dolayı ağrıyordu ve renkleri morarmış gibi koyulaşmıştı ama vücudunda başka bir kızarıklık görmedi. Sarı saçlarına kadar sıçrayan bir dölü eli ile aldı. Makinenin çalışma sesini duyunca bornoza sarılıp aşağıya indi. 
Geldiğini gören kardeş kadını hızlı çekip onu dudaklarından sert bir şekilde öptü. Zeynep amını dağıtan o koca siki bir kere hissetmek isteyerek kasıklarını sürttü. Diğeri kapının arkasından bir sonraki randevunun 5 dakika sonra olduğunu bağırdı, gecikirsek atarlar işten. Hareket etmeleri gerekti, göğüslerini hızla sıktı ve ismin ne diye sordu. Zeynep dedi fısıldayarak. Abim ve ben yarın da sana teslimat yapmaya geleceğiz Zeynep, ister misin? Akşam gelin son teslimat bana olsun diye kıkırdadı. Çevresine bakınan adam kulağının kenarından öperek o zaman tost olmaya hazırlan ve bol bol bira al, canını çok yakacağız diyerek arabaya koşturdu.
Dolaptan bir bardak daha alıp şarap doldurdu, kahrolası çamaşırlar bir gün daha bekleyebilirdi. Yarın döllerle kaplanacak yatak çarşafları ile beraber yıkanırdı. Masa üzerinde acele ile başlayan bir sikişte bile perişan etmişlerdi. Yarın gece kalpten götürür bunlar beni düşüncesi aklına gelince şarabı bıraktı ve buzdolabındaki vitaminlere uzandı.
--- bu hikaye bir kadın okuyucu tarafından gönderilmiştir.---
yeni hikayeleri gecikmeden takip etmek ve daha rahat okumak için adresiniz.
213 notes · View notes
doriangray1789 · 5 months
Text
memur maaşlarına yüzde 50 zam gelecek diye neredeyse ta ağustos ayında açıklama yapıldı ve aylardır söyleniyor. hesap kitap hep ona göre yapıldı, tüik ‘de son iki üç aydır işi buraya bağlamak için uğraştı didindi sonunda oldu.. Ancak,
tüik’in hesaplamalarına göre yüzde 64,7 olarak 2023 yılı tüketici enflasyonu yüzde 129,4 dolayında hissedildi…
HİSSEDİLDİ..!?
maaş zammı alanlar hissetti.. böyle sağdan sağdan geldi.. cereyan yaptı..
Kardeşim son 20 yıldır verdiğiniz tek doğru rakam IBAN no oldu.. bir ara IBAN oğulları beyliğinde Yaşar gibiydik…kardeşim millet hissedileni de geçti, direk kanırttıran enflasyonla yaşıyor.
%129 dolayında hissedilen meğer %94 hissedilmiş…
t: ağam bizimle eğlenir tarzı bir itiraf.
Sen ne yaşadığını bilmiyormusun..! Çarşıya çıktığında elektrik sundoğalhaz ödediğinde alabilirsen üstüne başına bişeyler aldığında çok nadir de (- eğer yasaklanmadıysa-) olsa bir kültürel etkinliğe katıldığında çocuğunun okul masraflarında bunu yaşamıyormusun.. aldığın benzinden ödediğin vergilere kadar, bizzat yaşıyorsun .. NE HİSSEDİLENİ? Bas bayağı haşırttı blakport olarak hissetmiyormusun?
herkes tenis topu, soba borusu almıyor. Türkiye’nin en büyük sorunu gıda enflasyonudur. gıda enflasyonu yıllık %300’lerde.
kanıt isteyen var mı? simit, tavuk, et, çay vs fiyatlarına baksın istediği marketten…
değişik gelir gruplarının enflasyonu farklıdır. siz enflasyon sepetinde kiranın ağırlığını %16 tutarsanız, bu aylık 150 bin kazanan biri için doğrudur ama asgari ucretlide saçmadır, kim 2000 lira kira veriyor bu devirde? asgari ücretli gelirini çoğunlukla kira, temel faturalar ve gıdaya harcar; geçen sene en çok zamlanan kalemler de bunlardır.
tiyatro biletleri zamlanmamış olabilir, bu yüksek gelirli insanların enflasyonunu düşürür. gelir gruplarına farklı enflasyon sepeti uygulasalar takke düşer kel görünür, bu yüzden yapılmaz.
Ben işletme mezunuyum bankacılık yaptım şimdi cafe işletiyorum, sörf okulumuz, otel, rehabilitasyon okulumuz tamamı yurt dışına yönelik iç mimari işlerimiz var Eee bunları neden anlattım “burası linkedin” profesyonel fakirler yazar durur ya .. kardeşim ben bile bunları yazıyorsam maaşlı çalışan “bana hat bildiren” sen düşün diye yazıyorum.. iş ilanı açsam ilk önceden bana yorumlarda atıp tutanlar başvuruya gelecek…
dünyanın en kötü 5. enflasyonu bizimki.
bizdeki hesap "olacak o kadar" hesabı. şuna üç desek, elde var bir, hop 65 çıktı.
bunu ölçüp değerlendirecek, hesap edecek, net doğru sonucu verecek bir excel tablosu yok mudur? uluslararası standardı olmaz mi bunun? mesela: 10 lira olması gereken kutu süt 35-40 lira. demek ki enflasyon %135 %140, gibi.
tanım: doğru olarak ölçülemeyen şey hissidir.
Bu şöyle bişey değil ki: dışarı çıktım işaret parmağımı ıslatıp havaya kaldırdım, hava bana hisssi olarak soğuk geldi ama tam bilemedim…
Şimdi bu ali Cengiz oyununu anlamayan bir memur bir işçi var mıdır? Zam açıklanacak düşük enflasyon sonra hissedilen.. sendikalar desen.. ne diyimki nereden tutucan…
7 notes · View notes
masadakicezahukuku · 1 year
Text
halk düşman değil. çünkü sistematik bir cehaleti çok iyi örgütleyen bir yapının içinde yok oldular, gittiler. numaraya dönüştüler.
siyasiler düşman değil. onlar için meslek bu. lütfen duygusallaşmayın. kendi para kazandığınız kaynaklar için duygusallaşıyor musunuz? paranın rengi var mı? yok. din, ordu, milliyetçilik, kültürel yozlaşma, dış güçler falanlar komple averaj insanı avutsun diye ortaya çıkmış iktidar silahlarıdır. önce bunu çok iyi anlıyoruz. kimsenin davasına asker olmuyoruz, ön cephede savaşıp yine sadece birer numaradan ileri gidemeyecek kelaynakları görmezden geliyoruz. bunu yücelten insanlara yoklarmış gibi davranıyoruz.
senin ülkene demokrasi ve temel haklar getirildi, sen ihtiyaçtan aramadın. o yüzden bu konularla ilgili kel bir kültürümüz var. en azından temel seviyede okumalarımızı yapıyoruz. devletin ne işe yaraması gerektiğini anlıyoruz, demokrasinin sandıkla bitmediğini anlıyoruz. birey oluyoruz, yurttaş oluyoruz.
böylece dolaylı yoldan asıl düşmanın cehalet olduğunu anlıyoruz.
tüm bunları yapınca zaten ülke ileri gitmese de toplum ileri gidecek. evet, sadece sen ileri gitsen toplum ileri gitmiş olacak. plastik bir kutuya, üzerinde iki yaşlı adamın resmi olan bir kağıdı atarak bir şeyler olacağına inanıyorsun da, kendi cehaletini bitirince olacağına mı inanmıyorsun? bu sence de biraz saçma değil mi?
ölmedikçe umutsuzluk yok. iktidarlar gelir, iktidarlar gider. para ve güç yer değiştirir durur dünyada. biz kendi işimize bakacağız. giderek muhafazakarlaşan ve çomarlaşan bir dünyada, biz bireyselliğimize sığınacağız.
yok başka çaresi demek istemiyorum, ama yok. karartma enseyi kardeşim.
41 notes · View notes
deniz-ce · 6 months
Text
Bir gözümde iki kapı ,bir gözümde toroslar
Soldan bir nehir,sağdan bir orman
Sevinç çığlıklı, kel ,çıplak ayak bir köy yolu karşımda
Ardımda balık sürüsü.
Tepemde gençlik,keçi boynuzu dalları
Altımda kırmızı,hoyrat papatya toprağı
Kucağımda koyun kokusu ,tahta taban
Sırtımda ne yapılacağı bilinmeyen bir ömür
Ve ne yana dönsem ,ne yana dönsem
Bana dik dik bakan kendi kara gözlerim.
Gözlerimin içi çocuk ,çocuğun içi göçmen kuş.
Bahara baksam var,güze baksam üstünden uçuşulmuş yaprak.
Sana baksam körsün,diğerlerine baksam gerek yok.
Ben geç kaldığından sınıfa girmeye korkan
Çocuk içi kuşum işte,
Kimsenin haberi yok.
-Deniz-
11 notes · View notes
tillyoutry · 1 year
Text
saçlarımı iki haftadır taramıyorum ve full topuz yapıyorum açtığımda muhtemelen kel kalıcam
25 notes · View notes
marti-livingston · 1 year
Text
Bir siyasal islamcı ve bir mason, yazlık bir beldenin Avm’sinde, bir bujiteri önünde, kendileri ile birlikte eşlerini bekleyen 10’larca erkeğin içinde karşılaşmışlar.
Mason kel, sakalsız ve sürekli kişisel bakımına düşkün olduğu belli olacak şekilde cildi parlıyorken siyasal islamcı kafasında sadece saç çıkan yerleri uzatıp kekliğini örtmüş, uzun sakalları tel tel olup insanda tiksinç bir haz bırakırken yanaklarında çıkan kıllar ile siyah noktaları birbirine karışmış.
Mason düzgün bir diksiyona sahipken, siyasal islamcının çok sağlam ve anlaşılabilir küfürleri mevcut amuğa goyim.
Bu ikisi karşılaşmaları sonucu bulundukları ülkenin kaderi hakkında şikayet ederken biri diğerine; ülkedeki problemleri dış mihrakların fonladığı masonların ve sabetayistlerin meydana getirdiği tezini savunurken mason ise bu problemin kaynağında ahlaksız siyasal islamcıların olduğunu savunuyordu.
Tek bir problemin iki farklı açıdan görünüşü sanki problemin değil problemlerin var olduğunu bize gösteriyordu. Bu iki dallama konuştu konuştu sonra karısı bujiteriden çıkan, tasmasından çekilen köpek misali karısını bekleyeceği başka bir mağazaya doğru karısını takip etti…
Mason, mason olduğunu hiç kabul etmedi, siyasal islamcı ise kendi fikirleri dışında ki diğer insanların devletin çıkarlarını koruyabileceğini kabul etmedi.
6 notes · View notes
aynodndr · 10 months
Text
Tumblr media
Harcadınız o güzel kadınları..
İki yumurta kıramayan kadınlar için, size yaprak sarıp mantı açan kadınları harcadınız...
Okuma alışkanlığı Zara ya da Mango'daki etiketlerden ibaret olan kadınlar için Marx'ı, Engels'i tez konusu yapmış kadınları harcadınız...
3 bin dolarlık Tom Ford Black kullanan kadınlar için, mum kokulu kadınları harcadınız...
Göbeginizi iğrenç bulan kadınlar için, o göbeğe sarılıp uyuyan kadınları harcadınız...
Yemeğe çıktığınızda sürekli hesabı size kitleyen kadınlar yüzünden, "Bu sefer de benden olsun" diyen kadınları harcadınız.
"Manikürüm bozulur" diyerek ütü bile yapmayan kadınlar için, kirli donunuzu elinde yıkayan kadınları harcadınız...
Adnan Hoca'nın "kedicikleri"ni andıran kadınlar için, "Selvi boylum al yazmalım"ın Asya'sına benzeyen kadınları harcadınız...
Yağmur yağınca saçları bozulmasın diye en lüks cafe'ye dalan kadınlar yüzünden, kolunuza girip "Beraber ıslanalım" diyen kadınları harcadınız...
Cebinizde para yokken telefonunuza dahi bakmayan kadınlar için, "Canım sen çaldır, ben sana dönerim" diyen kadınları harcadınız...
Kuaförden çıkmayan kadınlar yüzünden, saçını süpürge eden kadınları harcadınız...
Model arabadan aşağısına binmeyen kadınlar için, halk otobüsündeki tek koltuğu sizinle paylaşan kadınları harcadınız...
Müzik zevki Aleyna Tilki'den ibaret olan kadınlar yüzünden, size çilingir sofrası kurup ud çalan kadınları harcadınız...
Televizyonda magazin programları dışında başka bir şey izlemeyen kadınlar yüzünden, sizinle üstüne formasını çekip maç izleyen kadınları harcadınız...
Lavinya şiirini vanilyalı dondurma zanneden kadınlar yüzünden, o mahur beste çaldığında gözyaşları Müjgan'la buluşan kadınları harcadınız...
"Parasız adam gereksiz adam" diyen kadınlar için, "İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur" diyen kadınları harcadınız...
Burnu aktığında Amerikan Hospital'a koşan kadınlar yüzünden, kırk derece ateşle yanarken alnına sirkeli bez koyan kadınları harcadınız...
Kredi kartlarınızın limitlerini patlatan kadınlar için, yarım kilo kıymayla beş çeşit yemek yapan kadınları harcadınız...
Saçlarınız döküldüğünde sizi beğenmeyen kadınlar için, kel kafanızı öpen kadınları harcadınız...
Zamanı gelince sizi bir kağıt parçası gibi buruşturup atan kadınlar yüzünden, aşkı için her türlü ihanetinize ve zorbalığınıza katlanan kadınları harcadınız...!
Alıntı
2 notes · View notes
sterrka · 1 year
Text
Stresten saç yolma huyumu nasıl bırakacağım ya iki gündür kel kaldım resmen
4 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year
Text
Yatılı okulun karne haftası gibi
Gamarjoba sayın defter,
Gürcülerle çalıştığım esnaf günlerini bazen özlüyorum. Üç ay içerisinde 500 tane nevresim sattık. Lamazi home. İyi fikirdi. Lari 1.80 (bazen 2) tl idi. Şimdi 10 tl. Yanlış değil. Cidden 10 tl. 35 lariye toptan nevresim satıyordum. 70 tl. Kalan kar 15 tl. Denizliden bir çuval havlu 80 tlye geliyordu. Ah ticaret. Hiç anlamıyordum. Rahmetli Osman amca elimden tutmasa mal gibi bakıyordum. Ahahahah.
Kemalpaşada yılbaşı haftasında kimse kalmazdı. Gürcüler noel sofrasını kurar bir hafta sürerdi. Kimse gelmezdi. İki yılbaşı geçirdim ilçede. Sokaklar bomboş. Soğuk dükkanlar içerisinde köpek gibi titrerdik. Yaz aylarının kalabalığı olmazdı. Elinde siyah poşetler olmayan küçük boylu gürcü kadınlarını görmeyince moralim bozulurdu.
Aynı okulun karne haftası gibi. Ne kadar değişim düşmanı azılı bir muhafazakarım değil mi sayın defter? Düzenimin bozulması beni deli ediyor.
Lisede dört sene boyunca benim hiç devamsızlığım olmadı biliyor musun? İzin alıp samsuna bile gitmedim. Sınavlar bittiğinde karneyi beklemeden herkes izin alıp memleketlerine giderdi. Yatakhane boşalırdı. Moralim bozulurdu. Okula başladığımda ağlamaktan heder olan ben okul bittiğinde yine ağlardım. Çocukluk. Yatakhanenin o boş hali. Nevresimsiz ranzalar. Üzerine MEB yazan keçe battaniyelerin dağınık olması. Zorunlu etütlerin artık olmayışı, kalabalık yemekhanenin sessizliğe bürünmesi. Ah ulan yabancı sessizlik. Psikolojik şiddetti benim için. Okulda son kalan erzaklar bitsin diye kalanlara bol bol dağıtılırdı. Salamlar, morarmış haşlanmış yumurtalar, çokça peynirler ve çikolatalar, tereyağlar. Sınıfta ders işlenmezdi. Can sıkıntısından ölürdüm. O son haftada ben hep hasta olurdum. Aaaaa. Bak cidden şimdi fark ediyorum. Okulun son haftalarında hep hasta oldum ben. aaaaa. Bu farkındalık karşısında ben şok ben vefat. ahahahahah.
Şimdi yine okulun lanet son haftası gibi bir kaç gün geçiriyorum. Hanımla oğlanı İstanbula olaylı bir uçak yolculuğu eşliğinde yolladım. Ev o kadar sessiz ki. Sessizliğe tahammül edemiyorum. Yalnızlık neyse de sessizlik. Ben liseden itibaren müziksiz (kulaklıksız) uyuyamıyorum. Uykuda bile tahammülüm yok sessizliğe.
Dedim bir kaç CMK yapayım. Samsun uyuşturucu yuvası durumunda. Her suç illa ki uyuşturucu eşliğinde geliyor. Artık esrar da değil mevzu, met o kadar kolay bulunuyor ki artık. Adam ifadesini veremeyecek seviyedeydi bir gece saat ikide. Ertesi gün bile uyanamamıştı. Üzülüyor muyum? Evet. Üzülmek değil sanırım. Acımak bu. Adam tutuklanmadan önce bana uykulu uykulu "Herşeyin hayırlısı be abi, Allah bunu da yazdıysa napalım, kabul edeceğiz, elhamdülillah" dedi. Garip bir sahneydi. Ülkenin özeti gibi. Abicim senin evde 750 gr. met, poşet poşet likra falan çıktı. Sen ne anlatıyorsun be abim? Eğlenceli yani biraz da. Ama Allaha olan imanını takdir de etmedim değil.
Yarın yapılacak tonla iş var. Ev süpürülecek, kanaatimce en nefretlik ev işi olan ütü yapılacak. Kurban öncesi buzluk şöyle bir düzenlenecek. Gardaş bu hayat mı be!?? ahahahahah.
Garanti bankası şubesinden aradılar bizi şikayet etmişsiniz BDDK'ya dediler. Yok ben sizi henüz şikayet etmedim Vakıfbankı ettim, ama sizi de edeceğim dedim. Size kredi kartı çıkmış gelin alın dedi. Gittim. Sonuç ne peki? Sistem vermiyormuş. Mahkeme kısıtı varmış. Bayram sonrası beraat kararlarını tekrar hukuk birimine atacaklarmış. Lan yok yok. Hakkımda verilen bir mahkeme kararı yok. Hangi karar bu? Vakıfbanka soruyorum sistemlerinden verdikleri cevap efsane, "Yeni kamu görevinizi şubeye gelip bildirin" Çıldırmalık ülke. Telefon almaya gideceğim yakında Batum'a. Sınırda kesin sorun çıkacak. Kesin. Mahkeme yurt dışı yasağımı kaldırma kararını defalarca göndermesine rağmen kesin sorun çıkacak. Peki neden? Burası türkiye, kel bir bakanın saçları kadar hayali bir ülke. Ahahahah. O sebeple önce samsunda emniyete gidip hakkımdaki tahdit kalkmış mı kalkmamış mı diye kontrol ettirmem gerekiyor. Saçmalık. Dediğim gibi bu ülkenin kolu bantlısı bizleriz. Yaşıyoruz.
Bir de güzel haber. Aihm maille bildirdi. 11 temmuzda ilk tutukluluk kararı çıkacak. daha öncekilere yaptığı gibi 5 bin euro paracık verecek yüzde 99. Bu da güzel haber olsun defterciğim.
Biz de durumlar böyle.
Vesselam.
5 notes · View notes
ahmet-34 · 2 years
Text
Ahde Vefa"
Bazen düşünüyorum da, ahit nedir, vefa ne demektir, bu kelimeler ne anlama gelir, ne mana ifade eder, kelimelerin #ontolojik ve #epistemolojik altyapıları nasıl izah edilebilir şeklinde sorsak insanlara, sanki bundan 20-30 sene önce, doğru düzgün cevap verebilecek olanlar çoğunlukta iken, şimdi azınlıktalar gibi geliyor bana.
Bu kelimelerin altları öyle boşaldı, öyle boşaltıldı ki, kimsenin hiç umurunda değil gibi ne ayrı ayrı ahit ve vefa, ne de beraber ahde vefa.
Tekraren belirtmekte fayda var ki, bu kelimelerin ne mana ifade ettiğini bilmeyen insanlar bile artık sayıca çok gibi geliyor bana.
Oysaki en temel insani hasletlerin başında gelir #AhdeVefa!
İnsanın insanlığının bir ölçüsü varsa eğer, o ölçü birimlerinin en önemlilerinden biridir.
#Ahit iki ya da daha fazla insan arasında yapılan anlaşma, sözleşme olabileceği gibi, bir insanın başka bir insan ya da insanlara verdiği tek taraflı bir söz de olabilir.
Hukuki bağlayıcılığı, kanunlar karşısında anlamı, önemi bir tarafa, ağızdan çıkan sözün kıymeti, tüm hukuksal zeminden ya da çatıdan çok daha kıymetlidir esasen.
İnsanlar aralarındaki ahitleşmeleri yazarlarsa tabii ki evladır.
Ancak her #söz de illa yazılarak kayıt altına alınamaz ki.
İnsanın insana güvenini oluşturan da, yok eden de ahde vefa hususudur.
Hep yazarım oldum olası.
Vefayı sadece meşhur bir boza markası ya da #İstanbul'un eski bir semti veya o semtte tarihi bir okul olarak nitelendirenler oldukça fazlalaştı son yıllarda.
Ağızdan çıkan sözlerin bir manasının kalmamasına en çok da sesli ve görüntülü kayıtlar şahit keza.
Eskiden teknoloji bu kadar yaygın ve her hareketimiz videoya çekilmez iken, yani #sözler, #vaatler, #taahhütler kayıt altına hiç alınmazken sözünün arkasında duranlar çoğunluk idi.
Şimdi neredeyse tuvalette bile kendini sesli ya da görüntülü kayıt altına alıp bunu sosyal medyada yayınlamak popüler iken, yani her söz ve eylem kayıt altında ve geriye doğru sürekli ulaşılabilir iken bile, "Dün dündür, bugün bugündür!" gevşekliği tüm toplumları kuşatmış vaziyette.
Dün birbirine kamuoyu önünde sövenler el ele, kol kola, birbirlerine kalp emojileri gönderip, dün söylediklerini hiç söylememiş gibi pişmiş kelle şeklinde poz verenler her geçen gün artarken, ne sözün ne de aktin bir kıymeti var artık!
Yazdım, elimde #senet, #anlaşma, #sözleşme var diye de güvenmeyin ha sakın.
#Adalet tecelli etse bile, ettiği tarih itibari ile genelde iş işten geçmiş olmakta.
O halde en iyisi hazır kış da gelmişken hadi hepimiz birer bardak buz gibi, bol tarçınlı #boza içelim.
#Vefa olması da gerekmez, keza o bile artık eski kalitesinde, lezzetinde, tadında değil laf aramızda.
#VefaBozası'nın bile tadı kaçtı anlayacağınız!
Ahde vefayı varın siz hesap edin!
Not: Hayli azınlıkta da kalsalar, nesli tükenen kel aynaklar gibi de olsalar, sözüne sadık, aktine bağlı, ahdine vefalı insanlar da yok değil. Onlar bu yazının konusu da değil, muhattabı da.
#TerzininOğlu, #GününSözü, 31 #Ekim 2022, #Pazartesi, #Ankara
Tumblr media
3 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
"İran'da Rejim Değişikliği" Batılı Devletlerin 40 yıllık gündemi...
Bunun ne çarşafla ilgisi var ne de iddia edildiği uzere Diktatoryal yapıyla.
Batı, kendi güdümünde bir yönetim istiyor, mesele bu. Mutevası, uygulanış biçimiyle pek ilgilenmez.
Çevremizdeki yönetim biçimleri ve bunların batıyla ilişkisi ortada. Irak ve Suriye deneyimleri belli. IŞİD gibi bir yapıya vücut veren Batı'nın "İnsan Hakları" iddiası samimi olabilir mi?
Ülkemiz ıdeolojik mahalleleri, maalesef bu konuda henüz toplumu emperyalist kuşatmadan koruyacak bir yetkinlikte değil. Ve hatta son olaylar gösterdi ki, Cübbeli Mahalleyle Muhalefete akredite mahalle, aynı oyun havasında buluşabilen iki orta oyuncu...
Bu çok acınası bir durum. Bir rezil hâl... Ülkemiz aydınlanma ve bilinç seviyesi açısından hepimizi düşündürmesi gereken bir süreç yaşadık kaç gündür. Saçlarını kazıyan Selahaddin Demirtaş ile İşgalci İsrailli Aktivistler aynı fotoğrafta buluştular. Onlara Tekfirci kesimler hoparlör oldu. Faşist mahalleler aynı semtin insanı olduklarını ilan etti. Normalde bir Türk Faşisti Araptan nefret eder ama burada ortaklaştılar. Suud'un fonladığı Tv'ler, seküler oturumlar düzenledi, bakar mısın? Testereyle adam doğrayanlar doğranmış eti siyanürle yok pişirip çuvala koyanlar yaptı bunu. Bizim tatlı su solcularımız onlarla el ele verdi. Eliniz kurusun...
Hani bir deyim var ya "At izi it izine karştı" diye. Tam öyle oldu. Hatta fazlası...
Ve bunların hepisi bir yere, İslâm İnkılâbına vurdu. 2009 "Yeşil Fitne" denilen dönemde de aynısını yaptılar ve hatta o zaman sembol olarak kullandıkları da sakallı-çarşaflı figürler idi... Mir Huseyn Musevi ve eşi Zehra Nehravad üzerinden gidiyorlardı. Kollarında ise yeşil bez bağlı. O dönem renkli devrim modaydı çünkü. Ki, başörtüsünü hiç konu dahi etmiyorlardı. Oysa o günlerde de aynı bugünkü mahfillerdi etki potansiyeline sahip olanlar. Mesele başörtüsü değildi yani. Şimdi de değil. Hesap başka.
Başörtüsü değil ama, bunca yaşanmışlığın etrafımızda döndüğü, 5 milyon Suriyeli'nin sabah akşam kovulduğu, 15 Temmuz'u yaşamış bir ülkede hâlâ batının düdüğüyle oyun havasına dahil olan solundan sağına, İslamcısından LGTB'sine kadar toplumu emperyalizmin çıkarına yazmaya hevesli taifeden nasıl korunacak bu ülke?
FETÖ'nün algı operasyonları farklı biçim ve muhtevada hâlâ tedavülde. Komşumuz İran'a karşı neredeyse onu aratmayacak kötülük ehli yine korosunu kurmuş durumda.
Çok acı bir durum bu. Aynı Fetullah Gülen gibi Amerika'dan ülkesine kötülük yayanı, bizim insanımıza aktivist olarak tanıtıyorlar. Sürecini bilmesek, yutturacaklar kadını. Bunu yapan, sabah-akşam bize emperyalizm, bağımsızlık falan anlatan...
Hadi İran'da başörtüsü, ya Libya'da neydi mesele? "ABD'nin oyunuydu" diyen sol-mualif kesim şimdi aynı ABD'nin yelkenini şişirdiği gemiyle İran'ı, Libya'ya çevirmek icin yolcu topluyor...
40 kişi öldü olaylarda, o hâlâ kan peşinde. Biri saçını kesiyor, diğeri Suriye'den İran'a tayin olmuş etki ajanslarının elemanlarıyla tv stüdyolarından "Devrim" yapıyor. Ki, bazısı da bizdeki Hendek planını İran'a uygulamaya çalışan Kürt-Türk-Arap Faşizminine çanak... Ellerinden gelse IŞİD'i dahi çağıracak denli gözleri dönmüş.
Yaşanan hadiselere "İran'da Devrim!" adı koyulan tuzak, milyon milyon halk basiretinde bozulunca, moral bozukluğunu organize ol(a)madıklarına bağladılar.
Utancınız büyüsün sizin, daha ne organize, topunuz geldiniz yetmedi mi?
"İftira ettiler bana, onun için cezaevindeyim" diyen adama iftira mektubu dahi yazdırdınız, kel bıraktınız adamı, daha ne olsun?
Normalde sabah akşam birbirinize sövdüğünüz kesimler, o nasıl paslaşmalardı öyle?
Bir yalan hamurunu hep beraber açmıyor muydunuz?
Biriniz yorulunca diğeri geçmiyor muydu klavyenin başına, gece boş geçmesin; Sanal devrim sahipsiz kalmasın diye...
Olmadı... Devrimci halk sahip çıktı ülkesine, yenildiniz.
Yenilenmeniz gerekiyor, arınmanız, emperyalizmin kapsama alanından çıkmanız için kendinizi imâr etmeniz gerekiyor.
O halka, halklarımızın tamamına özür borcunuz var sizin. Siz günahı temsil ettiniz, "saçının teli göründüğü için kadın öldürdüler" diye bir yalan 40 insani ayırdı bu dünyadan. Babaların gözyaşını, annelerin feryadını duymadınız siz. Çünkü vicdan özürlüsünüz.
Vataseverlerden helallik almanız gerekiyor, Vatanlarına sahip çıkmak için ölenlerden af dinlemeniz gerekiyor normalde. Ancak ne sizde o ahlak ne de muhatapta sizi görecek göz kaldı.
Ki bizim insanımız Emperyalizmden çok onun maşasından nefret ediyor.
Halklarımıza ettiğiniz kötülüğü görmeniz için Irak ve Suriye'ye ve hatta Libya'ya bakmasına bakıyorsunuz siz, ama görmüyorsunuz. Görm(e)diğiniz için de o yıkımlara İran'ı dahil etmek için gönüllü yazılıyorsunuz Beyaz Baretli oluşa... Beyaz Baret'in onca yalanı sizlerin televizyonlarında yayımlanmadı mı, ülkemin solcuları?! Sahi siz bu kadar balık hafızalı mıydınız? Dedir bu Gurup Yorum Marşıyla Emperyalizme asker yazılmak?!
Hamdolsun, her şeye rağmen Anadolu ruhu var ülkemin yine... Kendinden menkul bir feraseti var. Yunus'un, Mevlana'nın tesiri var. Nasıl ki, İran Milleti binmiyorsa, Türkiye Milleti de binmiyor sizin treninize, lokomotifiniz Amerikan Emperyalizmi, Makinist Siyonizm çünkü. O küçümsediğiniz, kıt aklınızla yönlendireceğinizi umduğunuz halk biliyor bunu.
Ne Fatih'in arka sokakları ne Beyoğlu Meyhaneleri, ne iktidara yalakalık ile kendine alan açmaya çalışan taife ne de muhalefetten istikbal devşirmeye hedefli ülke bünyesine cerahat kesim... Rabbim halklarımızı korusun sizden. Bağımsızlığımızı da...
Ve sen Ey Halkım, Halklarımız!
Sorunların, sıkıntıların var biliyorum.
Biliyorum slogan atanların imza atarken aynı olmadıkları nice tecrübelere sahipsin.
Aman ha aman! Göbek bağını kendin kes yine. Nâmahrem eli değdirme bu coğrafyaya.
Hayini çoktur, hayininin rengi de çoktur ülkelerimizin.
Yılanı, çıyanı...
5 notes · View notes
serguzest · 16 days
Text
Kusur Güzeldir
Alex ve Selim, iki psikologdu. İkisi de, süper şehirlerde yetişmişti. Genetik mühendisliğinin ürünü, kusursuz adamlar...
Bedenleri mükemmeldi. Sporcu bedeni. Beyinleri de, çok iyi çalışıyordu. Deliliğin ve kusurun ne olduğunu bilmeyen bir sitede büyüdüler.
İkisi de psikoloji okudu, oradan tanışıyorlar. Dostluk ve yakın ilişkiler, hayatta kalmak için elzemdi, böyle öğrendiler. Ancak, cahiller gibi çok yakın ilişkiler ve bağlar kuramazlardı. Dostluk, fayda içindi ve bir gün biterdi. Sevgilileri olurdu, ancak onlarla da duygusal anlamda çok yakınlaşmazlardı.
İki genç psikolog olarak, onlara bir görev verildi. Cahillerin arasına karışacaklardı. 'Cahiller', süper şehirlerde yaşamayan herkesi kapsayan yeni bir deyimdi. Yaşadıkları süper şehirden ayrılacak, Anadolu'yu gezeceklerdi. Görevleri, burada karşılaşacakları delileri incelemekti.
Süper şehirlerde deli yoktu, herkes kusursuzdu. Genetik mühendisliği sayesinde. Ama, Anadolu'da hala, deliler, organik ve kusurlu insanlar bulunmaktaydı.
Uçakla Ankara'ya gittiler. Şehir merkezinde biraz tur attıktan sonra, psikiyatri hastanesini ziyaret ettiler.
Kısa boylu, gözlüklü ve kel bir adam karşıladı onları.. Organik bir insan. Bu adamı epey sevimli buldular. Adı Nihat'tı, psikiyatr idi. Heyecanla, Alex ve Selim'in elini sıktı.
-Hoşgeldiniz.
Selim cevapladı:
-Teşekkürler.
-İstanbul'dan gelen arkadaşlarsınız, değil mi?
-Evet. araştırma için geldik..
-Buyurun, ofisime geçelim.
Nihat önde, diğer ikisi arkada, ofise geçtiler. Duvarda bir Van Gogh tablosu vardı. Mobilyalar ahşap ve eskiydi. Nihat masanın ardındaki koltuğuna geçti, genç psikologlar da, karşılıklı koltuklara oturdu..
Nihat'ın ardındaki duvarda, küçük bir Atatürk portresi vardı.
-Demek genç psikologlarımız sizlersiniz.
-Evet.
-Belli, genetik mühendisliği neler yaratıyor. Maşallah..
Alex ve Selim, 'maşallah'ın ne anlama geldiğini anlamadı. Nihat devam etti:
-Burada, psikolojik sorunları olan insanlara şifa vermeye çalışıyoruz. Lüks şehirlerinizde asla göremeyeceğiniz insanlar var burada.. Bipolarlar, şizofrenler, depresifler.. Rengarenk burası.. Açıkçası, genetik mühendisliğine şüpheyle bakarım. Ben kusurun güzelliğine inanırım. Hayat, çeşitlilik sever. Yaşam biçiminize, kusursuz insanlarınıza ve mükemmel şehirlerinize saygı duyuyorum elbette. Ama burada, kusurlu insanlar göreceksiniz. Eh, ben de onlardan biriyim.
-Ne zaman ziyaret edebiliriz hastaları?
-Önce biraz dinlenin. Kaydınızı yapalım. Ben işlemleri yaptıktan sonra, biraz gezeriz hastanede.
-Tamam.
-İsim neydi?
-Ben Selim, bu da Alex.
-Ben de Nihat.
-Memnun oldum...
Nihat bilgisayara döndü, bir şeyler yazdı. Alex ve Selim, odayı inceledi.
Bir süre sonra odadan çıktılar, koridorda yürüdüler.
-Bahçeye çıkalım. Güzeldir bahçemiz..
Bahçede bir sürü deli vardı. Onlarca organik insan. Bir tanesi şarkı söylüyordu. Çoğu, ikişerli gruplar halinde yürüyorlardı. Bir tanesi, hiçbir şey yapmadan, bir ağaca bakıyordu.
Nihat ve iki psikolog, ahşap, tek parça, her iki tarafında oturacak yerler olan masaya oturdu.
-Nasıl buldunuz hastaneyi?
-Gayet güzel.
Az sonra, yirmi yaşlarında, temiz yüzlü bir genç geldi, yanlarına oturdu.
-Naber Ahmet?
-İyiyim hocam.
-İlaçlarını alıyorsun değil mi?
-Evet.
-Aman ihmal etme. Arkadaşlar, bu Ahmet. Çok güzel türkü söyler..
Alex araya girdi:
-Hastalığı ne?
-Şizofreni. Arada zihni uçar kaçar Ahmet'imizin. Ama kafası iyi çalışır. Ahmet, anlat bakalım kendini.
Ahmet heyecanlandı. Daha önce, böyle kusursuz, manken gibi insanlar görmemişti.
-Robot gibiler hocam. Hani süper şeyler oluyo ya, yapay zeka.
-Yok oğlum, bunlar da, senin benim gibi insan.
-Ben korkarım.. Robotlar, insan gibi görünüyo artık. İçinde ne olduğu belli değil.
-Yok oğlum, insan bunlar.. Genetik mühendisliğini duydun mu?
-Evet.
-Hah, kusursuz insanlar yaratıyorlar artık. Alex ve Selim bey öyle. Senin benim gibi yamuk değiller..
Nihat, bunları söyledikten sonra kahkaha attı. Ahmet ayağa kalktı:
-Hocam, bi çay alayım ben.
-İyi madem.
Ahmet gittikten sonra, Nihat açıkladı:
-Ruhhali gelgitlidir Ahmet'in. Bi an, dünyanın en mutlu insanı olur. Sonra, inanılmaz korkulara kapılır. Herkesten şüphelenir. Ama güvenini kazanırsanız, her şeyini anlatır.
-İlk defa bir şizofren görüyorum.
-Sizden korktu. Baksana, robot zannetti sizi.
Nihat bir sigara yaktı. Selim şaşırdı:
-Bir sağlıkçının bunu içmesi ilginç..
Alex ve Selim, patavatsızlığın norm olduğu, dürüst bir ahlakla yetiştirilmişti. Nihat cevap verdi:
-Bırakamıyorum bu meredi.. Valla iyi geliyo bana.
-Çok ilginç.. Nasıl bir haz veriyor acaba?
-Tarif edemiyorum. Epey gevşetiyor beni.
Az sonra, Ahmet, elinde çay bardağıyla geldi. Nihat, sigara paketini çıkardı, Ahmet bir tane sigara aldı, sonra yaktı. Nihat dedi ki:
-Ahmet, hadi bi türkü söyle abilere...
Ahmet, sigarasından bir nefes çekti, dumanı üfledi, gözlerini kapattı, başladı türküsüne.
'Ervah-ı ezelden, levhi kalemden, levhi kalemden
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devri alemden
Bir günümüzü yüz bin zara yazmışlar..'
Alex ve Selim, daha önce hiç deneyimlemedikleri bir şey hissettiler. Tuhaf bir hüzün. İnsanı dinginleştiren, sinir sistemini yatıştıran bir sakinlik.. Türküyü sonuna kadar dinlediler.
Ahmet, güzel söylediğinin farkındaydı. Türkü bitince bir sigara yaktı, gülümsedi.
0 notes
cemyafilmarsiv · 29 days
Text
youtube
Teoman - 1994 Berbat Bir Yıldı
bir arkadaşım şarkı demolarımı vermiş bi plak yapımcısına, herif, gelsin, demiş, güzel şarkılar, demiş, demiş, basarız albümü. doğru mu dedim?, doğru, dedi arkadaşım, sevindim, dedim, “iyi o zaman“. gittim adamın ofisine, omzuma koydu elini yapımcı, 50’lerinde şişman, sevimli bi adamdı, kel, bıyıklı. “yaparız“, dedi, “senin albümü”, sırıttı, “sen şu gün, şu saatte yine gel, halledelim detayları.” gittim, o gün adamın büroya, sekreter, bekleyin, dedi biraz, içeride bilmemkimle konuşuyor. bir saat, iki saat bekledim, herif hep dolu, benim de kafamın tası attı, lan herif kendini ne zannediyordu? sanki ona muhtaçtım. siktirsindi. siktirdim gittim ordan. karar verdim; böyle pisliklere yüz vermeyecektim hayatım boyunca. aramadım herifi bir daha da. aramadı o da zaten.
1 note · View note
onderkaracay · 2 months
Text
Tumblr media
🎯 Türk Fırtınası 🎯
Nereden bilebilirdim yaşamımın bir fırtına estirmeye ait bir görev olduğunu!
Dokuz yaşında aldım ilk yaramı on iki Eylül sabahında!
O yara büyüttü beni!
Karanlığın içinde ekmeğimi kazanmak zorunda kaldım!
Karanlığın sicillerini tuttum!
Günü geldi maddeye karşı olan nefsimden soyundum!
Ulu büyüklerimin ruhunu bir elbise olarak giyip şer denizinde kaptanı olduğum gemimi yüzdürmeye en uzun gecede koyuldum.
Mahşer tufanı koptu!
Zalimlerin en tepesinden birini ibret olsun diye boğdum!
Diğerlerini hak canlı ölülere döndürdü yaşattıkları zulmü yaşamadan ölmesinler diye.
Mehdi ve Mesih geldi diye sahiplenmeye satın almaya kalktılar.
O projelerini de yıktım!
Zorladılar olmadı, olmuyor, olmayacak!
Her hileyi, her yolu denediler, deniyorlar, deneyecekler hepsine ayrı bir takos koydum.
Karşımızda çok yivli çok tetikli kalleş bir düşman var diye insanlığını kaybetmemiş olan herkesi uyardım.
Şimdi sıra kartondan kuleler olarak kurdukları tefeci kurumlarını yıkmaya geldi.
Kendi hazırladıkları sonu kendileri hazırladılar.
Zaten bizim yatacak yerimiz yok diyorlardı!
Metal bir fırtına ile Türklerin karşına çıkmaya bir türlü cesaret edemiyorlar.
İçlerinde ki hakim şeytan onları dolduruşa getirmeye devam ediyor bir asır öncesinde olduğu gibi 'siz kazanacaksınız' diye!
Madde güçleri irade güçlerini ikna etmeye yetmiyor.
Şeytana hizmet eden herkesi kendi taraflarına toplamaya güç gösterisi ile aldatmak amacıyla devam ediyorlar, etsinler. Beyhude bir aldanış içinde olduklarını biliyorlar.
Onlar ölümü gösterip sıtmaya razı ederler sürdürülebilir sömürge düzenini devam ettirmek tek dertleridir.
Biz Türkler dayatma ve zulüm artar ve dayanılmaz bir hal alırsa savaşmak zorunda kalırsak öldürürüz ve ikna etmekle uğraşmayız. Savaş noktasına gelmeden önce çok sabırlı davranır uyarır ikna etmeye gayret ederiz. Bugüne kadar bunu 1938'den bu yana yapıyoruz. Artık dayanılmaz hale geldi.
Sermaye=Savaş olduğunu biliyoruz.
Mobbing bank kitabım da da bu uyarı var.
Bu sermaye taşının 1938 tarihinden bu yana ne amaçla döşendiğini de biliyoruz.
Her mahallede bir milyoner masalının sonuna geldik.
Bizden hileler ile çalınanları bize yakışır bir şekilde geri alacağız.
Vermiyoruz derlerse bize ait yöntemleri kullanacağız.
Tarihin kıskandığı Türkler bitmedi sonsuza kadar da bitmeyecek.
Sırası gelen projeyi çöpe atıyoruz hepsi bu.
Şeytan ise yeni dünya düzeni palavrası ile eskisi kadar kimseyi aldatamıyor onca gücüne rağmen bunu başaramaz durumda sağa sola saldırıyor.
Neden acaba?
Bize daha fazla zarar vermeye kalkıştıkları gün sonlarını bile göremeyecekler.
Leşleri sahipsiz kalacak!
Bir efsane daha Mahşer Tufanı Efsanesi olarak Türklerin adına yazılacak!
Türkler gücünü yaşamdan alır o gücü yaşamı zehir edenlere karşı kullanır.
Bir fırtına gibidir Türkler hangi yönden ne zaman eseceğini kim bilebilir?
19 Mayıs 2015 tarihinde şu koşuk bir sır gibi döküldü tarihin kalemi kalemimden;
✓ Bir gemi daha kalkacak Anadolu'dan
Yerini bir yaradanın bir de Türklerin bildiği yerden
Gemiyi 12 Eylül 2012 tarihinde bir kitap olarak yazmaya başlamış 21 Aralık 2015 tarihinde şer denizinde yüzdürmüş 21 Ocak 2016 tarihinde mahşer tufanı yaşanmış fatura kesilmiş şapkalar öne düşmüş kel görünmüştü.
Gemim mobbing bank kitabımın ilk satırları bu sırrı anlatıyor;
"Gönülden kopan bir derya bu!
Mahşer denizine döndüğünde; kurtulanlar da olacak, alabora olup boğulanlar da.
Sular durulduğunda bir gemi daha çoktan kalmış olacak, sağ kalanlar ile!"
Susuz denizde gemi yüzdürmek mahşer tufanı efsanesi ile Türklere nasip oldu. Din üreterek insanlığı aldatanlar Mesih ve Mehdi bekleyerek ya da buradan çıkartıp Anadolu'yu ele geçirmeye çalışırken yaşandı.
Gemileri karadan yürüterek Bizans imparatorluğunu tarihe katan Fatih Sultan Mehmet gibi.
Eşi ve oğlunu ikna edemeyen ve gemisine insandan çok hayvan alan Nuh gibi.
Bu kitabın anlattığı aslında bu sırda bulunacak.
Nutuk sonrası yazılmış en dikkat çekici kitaptır. Bu kitabı şu anda kimse bulup okuyamıyor yayın evimden kendim bile satın alamıyorum. Kitabımı satmak gibi bir derdim olmadığı halde kitabımı sattırmayarak engellemeye çalışıyorlar. Sosyal ağlarda satır satır yazmama engel olamıyorlar. Birini durduruyorlar diğeri çıkıyor karşılarına. Oysa Nutuk büyük bir mücadele ve savaş sonrası gelecekte yaşamdan alınan başarının olduğu gibi örnek olması o ilme sahip Mustafa Kemal Atatürk tarafından yazılmıştır. Mobbing Bank ise devrimi yok etmek isteyenlere karşı yeni bir mücadeleyi başlatmak ve yarım kalan devrimi tamamlamak için yazılmıştır.
Zulmün sonu yakındır. Bir yıldız gibi Anadolu topraklarında parlayan Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimini sonsuza kadar yaşatma karanlığının yeniden ülke yinetimini ele geçirmesi aynı paralelde bir gelişme olarak yine tüm insanlığı şaşkına çeviren bir gelişme ile yaşamda hakim hale gelecek.
Atatürk ile aldatanları kullananlara kananlar ikna edildiğinde dini siyasete alet edenlerin aldatıldıkları gibi Atatürk ile aldatanlardan kurtulmaya karar verdiklerinde bu gücü engellemeye kimsenin dünyada gücü yetmeyecek.
Yaşamsal bir olgu süreci olarak iç cepheyi birlik, beraberlik ve bütünlüğü korumak adına birleştirmek yaşanan zulmün acısını çeke çeke olgunlaştırma süreci böyle tamamlanacak.
Siyasi partiler ve ideolojilerin devri kapanacak. Devleti bir kişi değil Türk iradesi insanlık yararına yönetecek. Türk ulusu iradesini yönetime taşıyacak ve iradesi herkesi bağlayan bir hukuk kuralı ile sınırları çizecek.
Kamulaştırma devrimi ile üretim ve hizmet araçları Türk ulusu yarısına devlete geçecek.
Herkes için zengin olması gereken tek yer devlet olacak.
Holdinlerin, tarikatların cebine kaynaklar her biri birer tehdide dönüştüğü için akmayacak.
Kimsenin midesi kimseden büyük olmadığına göre herkes hazineden payını midesi büyüklüğünde alacak.
Tefecilik, yaşam pahalılığı, faiz, enflasyon, borsa, kumar, döviz vb araçlar ile vurgun vurma dönemi tarih olacak.
Son söz olacak ve çok rahatsızlık veren mobbing bank ne demişti;
Emperyalizmin taşeronu kapitalizm Anadolu'dan yıkılmaya başlayacak. (Yıl 2015)
Asrın davası gönül kongresinin yapıldığı yürek meydanında devam ediyor. Onlar maddi güçleri ile maddi araçları kullanarak sistemin düzeninin mahkemelerini etkileyebilirler. Orada hakimin belirsizlik içinde olması onlara geçici bir nefes alma fırsat sunmuş olabilir.
Hak mahkesinde belirsizlik hakim olmadığı için onu kimse satın alamaz. Türk ulusunun masum vicdanı bir hak mahkemesine dönüşmesi an meselesidir. Adım adım sona doğru gidiyoruz.
Yaşananlar yaşandı yasanacaklar yaşanacak. Politik oyunların hakka karşı üstün geldiğini tarih yazmamıştır.
Kızmayın tarihi yapan siz yazan ise tarihin kalemidir.
Hakkıdır hakka tapan istiklal ile istiklal ve istikbal marşımız sonsuza kadar Türk insanlık devrimini yaşatmak için yazılmıştır.
İstikbal göklerden sadece Türkler için gelir.
Gök Tanrı gök Türkleri zulmü bitirmek için sahne aldırır.
Seçilir onlar, seçilmiş olanların ruhları ile donatılır ve şeytana dünyada kaçacak yer bırakmayacak bir güç verir.
Seçilmiş olanlar kendileri için beklentisiz olur. İnsanlığın beklentisi için aracı olurlar seçilmiş olanlar.
Kendisi için bir beklentisi olduğu halde seçilmiş olduğunu ifade edenler bu şeytan tarafından sahaya sürülür.
Mustafa Kemal Atatürk'ü hak seçti Mustafa Kemal Atatürk sonrası seçilenleri kukla oynatan kuklacı seçti, halk seçti diye demokrasi tecelli etti yalanı ile medyaları yaygara yaparak bu zulmü meşru gösterdiler.
Sonuç ortada. Kuklacı seçti seçenekleri, hala seçiyor ve gelecek için hazırlıyor! Şeytan hiç boş durmuyor. Her insanın bilincini kendi planları ile dolduruyor. Halk ise kendini soyduracaklar arasından kimi istedi ise ona onay veriyor. Bir şu ideoloji soydu soydurdu bir öteki ideoloji.
1938 sonrası halk iradesi hiçbir zaman seçilmedi.
Yarım kalan devrimin tamamlanması için Türk ulusunun iradesi seçilecek. Aracılar olarak sömürgenin bir aracı haline gelen 12 Eylül 1980 askeri darbenin eseri taşeronluk sistemi siyasi partiler düzeni tarih olacak.
Bugüne kadar nasıl gönüllü fikir üreterek danışmanlık yaptım ise ölene kadar bunu yapmaya devam edeceğim. Hiçbir görev ve maddi karşılık beklemiyorum. Beklentisiz olma zırhı ile donattı yaşam beni ona layık yaşamı sürdürmek onurunu bırakamam.
Tüm şarlatanları boşa çıkartacak kararlılığı Türk ulusunun geleceğini kurtaracak Mustafa Kemal Atatürk gibi dimdik duran bir duruş örneği iradeyi bir görev olarak ortaya koyuyorum.
Sonsuzluğun fikri Türkler, insanlık ve yaşam anlayışları Oğuz Kağan'dan bugüne sır taşıyıcıları ile geleceğe aktarılır.
Şeytanın bizden devşirdikleri tarihe kültüre ve insanlık devrimine ihanetleri gereği şeytani negatif düzen ile birlikte tarih olacaklar.
Masallar küçüklere uyuyana kadar, büyüklere uyanana kadar anlatılabilir.
Uyanmıyorlar ise utanmaya gerek yok diyenleri utandırmaya yönelik bir mücadeleyi yaşama taşıyanlara tarih sahne rol, ve fırsat verir.
Okunsun diye değil, dokunsun diye yazıyorum. Tarihin kalemi olma gayreti içerisinde bir yaşamı bu sebeple tercih ettim. Yaşamda o enerjiyi fazlası ile verdi. O enerjiye layık olmanın derdi içerisindeyim.
Organize olmuş bir ahlaksızlığa karşı insanlığı yaşatmak adına bir ahlak ortaya koyuyorum.
Önder Karaçay
0 notes
futbolpenceresi · 3 months
Text
KOMPOZISYON
KOMPOZİSYON NEDEN ÖNEMLİDİR: MİKROVERİMLİLİK YÖNTEM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER (BİR FİKİR NASIL SAVUNULUR)
Bugüne kadar edindiğim tecrübelere göre  yapılan tartışmalarda sıkça düşülen iki hata var. İlki, tartışılan kavramlar üzerinde anlaşmaya varılmadan tartışmanın yürütülmesi. Tartışan taraflar, genellikle aynı kavrama ilişkin farklı tanımlara sahip oluyorlar ve bu açıkça söylenmeden tartışma yürütülüyor. Bazen tartışmanın ileri aşamalarında durum fark ediliyor, bazen de hiç fark edilmiyor, böylece zaman ve enerji boşa harcanıyor.
İkinci hatayla da çok karşılaşıyorum. Taraflar konu hakkında bir önerme ileri sürüyor ve önermeyi anlamadan doğru(ya da yanlış) kabul ederek tartışmaya devam ediyor. İki taraf da öne sürülen önermenin çözümlemesini yapmıyor. Bu tür önermelerle köşe yazılarında da karşılaşıyorum. Bu tür önermeler benim için hiçbir anlam taşımıyor. Önermeyi ileri süren kişi ilgili alanda söz sahibi biri ise o önermenin doğru olma olasılığını daha yüksek kabul ediyorum ama o kadar.
Örnekler: (Ahmet-Mehmet) Altan Önermeleri:
                Teknoloji devlet biçiminin belirleyici nedenidir.                 Buhar makinası ulus devletin belirleyici nedenidir. 
                Almanya'daki "Komünal" ya da "Sosyal Kapitalizm" ile Amerika ve İngiltere'deki "bireysel kapitalizm" arasındaki yarışı, devreye giren
                robotların emek ihtiyacını azaltması nedeniyle "bireysel kapitalizm" kazandı...
                Alman sermayesi mevcut şartlar içinde artık ülkeye yatırım yapmayacağını açıkça söyledi.
X Önermesi
                Orhan Pamuk'un bir kac kitabini okudum.Kar romanini da okudum. Yarim Kemalettin Tugcu etmiyor ki bir Orhan Kemal ile Kemal Tahir ile Huseyin Rahmi Gurpinar ile mukayese edelim. Ki o herkesin dudak kivirdi K. Tugcu kitaplarindan Turkiye'de kac film, kac dizi cekildi, su Kar'in filmi cekilse de okumayan halkimiz "kel"i gorse, orada burada buyuk Romanci denileninin kurgu, konu ve anlatim (ki anlatim sucunu Yonetmene atacak "aydinlarimiz" muhakkak cikacaktir) olarak ortaoku 2. sinif kompozisyon duzeyini asamadigini farkedecek.
Y Önermesi
Kara Kitap'ı okuyun. Son dönem Türk edebiyatının, bence en derin eseri.
Hadi Uluengin önermesi
Fakat buna karşılık, dünyamızın evrensel yazarı Orhan Pamuk’u soruşturmak ve tarihimizin Orhan Pamuk’u soruşturmak ve tarihimizin akademik forumda tartışılmasını yasaklamak hakkını selahiyet addediyor.
Engin Ardıç önermesi
Orhan Pamuk benim pek de bayıldığım bir romancı değildir. Ama bu benim kendi “edebi” görüşümdür, bir başkasına göre dünyanın en büyük yazarı olabilir.
Meali:
X         : Orhan Pamuk kötü bir yazardır                         Y         : Orhan Pamuk iyi bir yazardır                         HU     : Orhan Pamuk iyi bir yazardır                         EA      : Orhan Pamuk kötü bir yazardır
Bu önermeler hiçbir bilgi vermez. Daha doğrusu çok az bilgi verir. O da asıl konu olan Orhan Pamuk’un yazarlığı hakkında değildir. Bu önermelerin verdiği bilgi önerme sahiplerinin önerme üzerine inançlarının bilgisidir. Orhan Pamuk’un yazarlığının kalitesine ilişkin önerme çözümlenmemiş ve desteklenmemiştir. Öylece havada asılı durur. Alıntı yaptığım köşe yazarları muhakkak ki yargılarını belli bir bilgi birikimi ve çözümleme sonucunda oluşturmuşlardır. Bu çözümlemeyi sunacak yerleri ve zamanları da vardır. Bunu yapmıyorlarsa, bu yönde yeterli bir talebin olmadığını düşünmelerindendir. Ama gerek yüz yüze gerekse internet ortamındaki sanal odalarda yapılan tartışmalarda buna benzer bir talep sorunu yok. Bu ortamlarda sorunun bir miktar açılarak tartışılması bütün katılımcılar için daha yararlı olur. Yoksa kısa bir önermeyle tartışmayı kestirip atmanın kimseye faydası yoktur.
Bir önermenin çözümlenerek daha fazla bilgi verecek biçimde işlenmesi bir kompozisyon yazmayla eşdeğerdir. Ortaokul ve lise yıllarında Türkçe ve edebiyat derslerinde defalarca kompozisyon yazma sorunuyla karşı karşıya geldim. Ama ne gariptir ki, ne Türkçe ne de edebiyat öğretmenlerim bir kompozisyonun nasıl yazılacağı konusunda sistemli bir bilgi vermemişti. Bana bir kompozisyonun nasıl yazılacağını İngilizce öğretmenim Eileen Yalçın öğretti. (Böylece kendisini de anmış oldum). Sadece kompozisyonun nasıl yazılacağı konusunda bilgi vermedi, iyi kompozisyon örneklerini de bize okuttu, çözümledi. Hala hatırlıyorum.Bertrand Russell’ın bir makalesini okutmuştu. Ana fikri, ”Suçlular hastadır, onlara hastalara davranıldığı gibi davranılmalıdır”  şeklindeydi. İlk doğru dürüst kompozisyonlarımı da İngilizce derslerinde yazdım.
Kompozisyonun yapısı: Giriş paragrafı(Gİ)                               Gelişme Paragrafları.(GE)                         Sonuç paragrafı.(SO)
Giriş paragrafında savunulan önerme(ana fikir) ortaya konur. Gelişme paragraflarında savunulan önermeyi destekleyen yardımcı önermeler  sıralanır. Sonuç paragrafında ana fikir özetlenir.
Bu yapıyı biraz açarsak: Gİ                           GE1                           GE2                           GE3                         SO
GE1,GE2,GE3 bölümlerinde ana fikri destekleyen yardımcı önermeler ortaya konur.
Yapıyı biraz daha açarsak:                            
Gİ                           GE1                              GE1.1                              GE1.2                              GE1.3                           GE2                              GE2.1                              GE2.2                              GE2.3                           GE3                              GE3.1                              GE3.2                              GE3.3                         SO                                         
GEi  paragraflarında ana fikri destekleyen yardımcı önermeler ortaya konur. GEi.j paragraflarında GEi paragraflarındaki yardımcı önermeleri destekleyen fikirler, olgular sıralanır.
Buradaki yardımcı fikirlerin üç tane olma zorunluluğu yoktur, daha az veya daha fazla olabilir.
ÖRNEK:                        
Gİ:Türkiye’de içki tüketimi artmaktadır.                            GE1:Zenginler daha fazla içmektedir.                               GE1.1:Boş zamanları,eğlenceye ayıracak zamanları çoktur. GE1.2:Tüketim kültürü gelişmiştir.                            GE2:Fakirler de fazla içmektedir.                                GE2.1:İnsanlar geçim sıkıntısı sonucunda içkiye sarılır.               GE2.2:Zenginlere özenen fakirler onları taklit eder. SO:Türkiye’deki içki tüketimi artmıştır.
Wittgenstein “Bir sözcüğün anlamı onun dildeki kullanımıdır” der. Bu önermeye göre bir kelimenin kullanımını bilen anlamını da bilir. Wittgenstein yanılıyor olmalı. İnsanların kullanımı bilip de anlamı bilmediği durumların olduğunu biliyorum. ”Türkiye’nin sosyoekonomik gerçekleri can yakıyor” önermesini ele alalım. Bu önermeyi, herhangi bir konuşmada rahatlıkla kullanabilirim. Ama “sosyoekonomik gerçekler” kelimeleri bana hiçbir şey ifade etmez. Sosyoekonomik kavramını tanımlayın deseniz öylece kalırım. Hiçbir şey yapamam. Gerçi sosyoekonomik gerçekler kelimelerini içeren cümleyi kullandığım bağlamın(ing:context) anlamlardan birini oluşturduğu söylenebilir. Bu bağlamların oluşturduğu kümeye ait özellikler de sosyoekonomik gerçekler kavramının anlamını vermiş olur. Çok güzel. Ama ben insanların anlamını hiç bilmediği kelimeleri pek güzel biçimde kullandıklarına tanık oldum. Kullanılan ve anlamını bilmediğim ya da anımsamadığım bir kelimenin anlamını sorduğum da eveleme gevelemeyle karşılaştığım durumlar oldu. Yani insanlar anlamını bilmediği kelimelerin kullanımını bilebiliyorlardı.
Herhangi bir konuda bir tek önermenin yeterli olması için önermenin sıradan bir insan tarafından kolaylıkla anlaşılabilir olması gerekir. Kolaylıkla anlaşılabilirlik kişiden kişiye değiştiği için her önerme daha yalın önermelerle açıklanmaya gereksinim duyar. Bir önerme ile onu destekleyen yardımcı önermeler arasında (Benim bildiğim kadarıyla) iki tür ilişki vardır. Birinci ilişki mantıksaldır.Ana önerme ile yardımcı önerme mantıksal olarak bağlıdır. [(Yardımcı Önerme)è(Ana Önerme)]. İkinci ilişki ise, yardımcı önermenin kaplamının(o önermeyi doğru kılan olgular, nesneler ve durumların kümesi, örneğin canlı insan kavramının kaplamı, dünyada yaşamakta olan bütün insanlardır) ana önermenin kaplamının alt kümesi olmasıdır. Ana önermenin yardımcı önermelerle açıklanmasının nedeni, yardımcı önermenin daha yalın, daha anlaşılır olmasıdır. Yardımcı önermelerin kaplamlarının birleşimi(ing:union) ana önermenin kaplamını verir.
Bilgisayar programcılığında da iki tür programlama yaklaşımından sözedilir : Yukardan aşağıya yaklaşımı(ing:top-down approach) ve aşağıdan yukarıya yaklaşımı(ing:bottom-up approach). [(Programcılar için not). Bu iki yaklaşım 20-25 yıl öncesinin yapısal programlama paradigmasının da kapsamında bulunur. Günümüzde nesneye dayalı programlama paradigması geçerli olsa da, yapısal programlama kavramları nesneye dayalı programlama sürecinde nesnenin karmaşık metodlarını geliştirmede kullanılabilir.]
Yukardan aşağıya yaklaşımında sorun(ana önerme) alınır, daha küçük sorunlara(yardımcı önermelere) bölünür, bu işlem, elde edilen alt sorunlar(yardımcı önermeler) kolayca çözülebilir/programlanabilir(kolayca anlaşılır,yani açık ve seçik) olana kadar uygulanır. (Kompozisyon yazma ile yukardan aşağıya yöntemine göre sorun çözme / programlama arasındaki koşutluk dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Dikkatinizi çekmesi için elimden geleni yaptım.)
Geçtiğimiz yıl içinde hayata gözlerini yuman, bilgisayar dünyasının önemli isimlerinden Edsger Wybee Dijkstra’ya programcılık görevine alacağı adayları nasıl seçtiği sorulduğunda, adayın ana dilini iyi kullanıp kullanmadığına bakarım dermiş. Edsger Dijkstra’ya göre ana dilini iyi kullanan herhangi bir insan iyi bir programcı adayıymış. (Mankenden bilmem ne olur mu diyenlere).Bu sözlerin anlamını yıllar içinde anladım.
Önce (herhangi) bir dilin önemli öğeleri nelerdir bakalım. Bir dil cümle tipleri kümesidir. Yani her dilde belli(sonlu) sayıda cümle tipi vardır. Her cümle tipinin belli bir yapısı vardır.”Ali topu at”.Özne-nesne-yüklem. Bir dili bilmek demek dildeki cümle tiplerini bilmek ve kullanabilmek demektir. Tabi ek olarak dildeki kelimeleri de bilmek gerekir. Sonuçta, çok kaba bir özet, yaklaştırma olarak bir dili bilmeyi o dile ait bir kelime hazinesine, cümle tipleri koleksiyonuna sahip olmak ve kelimeleri kullanarak cümle yapılarından(şablon diyelim)  örnek cümleler türetebilmek olarak kabul edebiliriz.
Hemen ana önermeyi veriyorum. Ana dil(doğal dil) programlama dilinden daha karmaşık bir alettir. Aslında yukarıdaki çözümlemeden sonra açık olması gerekir ama yine de biraz açayım. Birincisi, ana dildeki cümle tiplerinin sayısı programlama dilindeki cümle tiplerinin sayısından fazladır.  İkincisi ana dildeki cümle yapılarının karmaşıklığı, programlama dilindeki cümle yapılarının karmaşıklığından fazladır.(Bu önerme için ince ince inceleme yapmadım, desteksiz olarak öyle olduğuna inanıyorum). Ama programlama dillerinde(Boehm ve Jacopini’ye göre) üç tane cümle tipi bütün programları yazmak için yeterlidir.[ 1.Dizi(ing:sequence), 2.Koşullu işlem(ing:if then else), 3:Döngü(ing:loop)]. [Burada aklıma Wittgenstein’ın Tractatus’ta bahsettiği çekirdek olgular ve çekirdek önermeler fikri geliyor. Sadece değiniyorum.Çünkü Tractatus benim için hala bir muamma.] Ana dilde anlamlı cümleler kurmayı başaran her insan programlama dilinde de bir sorunu çözecek cümleleri anlamlı bir biçimde kurabilir.
İyi bir kompozisyon yazmak ile küçük bir program yazmak arasında(entelektüel açıdan) fazla bir fark yoktur. Biraz daha ileri gidersek iyi bir roman yazmak ile iyi bir yazılım geliştirmek arasında da(entelektüel açıdan) bir fark yoktur. Roman nasıl yazılır bilmiyorum. Ama iyi bir romancının da yukardan aşağıya yaklaşımı(ing:top-down approach) ile roman yazdığını tahmin ediyorum. Yazarın kafasında bir fikir(ana önerme) vardır. Bu fikri(ana önermeyi) destekleyen fikirler(yardımcı önermeler) bulur, böylece romanın bölümleri oluşur. Yazar, bu şekilde,romanın büyük yapısını(makro yapıyı) oluşturur. Yazılım mühendisliğinde bu işlem sonucunda yazılımın ana yapısı (mimarisi, işlevler ve parametrelerinden oluşan küme) ortaya çıkar. [Aslında somut olarak örnek veremiyorum,ama ilgilenenler, ”Advanced Programming for Displays” adlı kitaba bakabilirler, kitabın tam künyesini de anımsamıyorum.] Romanın(yazılımın) büyük yapısını oluşturmak o yapının içini doldurmaktan (programcılıktan, işlevleri oluşturan kodu yazmaktan) daha zor bir iştir. Kısa kesiyorum. İyi bir yazar dilbilgisi yanlışları yapabilir. İyi bir yazılımcı da kodlama hataları yapabilir. Gerçi entelektüel açıdan daha karmaşık olan bir işi (büyük yapıyı tasarlamak) daha iyi yapan birisinin ondan daha basit bir işi (cümleler oluşturmak / program kodunu yazmak) daha da iyi yapması beklenir ama (sanırım) Platon’un dediği gibi, “Yazar / yazılımcı / filozof (kısaca entelektüel diyelim) (gözü yıldızlardan başkasını görmediğinden) yıldızlara bakarken önündeki çukurları göremeyebilir. Nokta(çok uzadı).
Son olarak sözü bütün bu fikirlerin babası olduğunu tahmin ettiğim Rene Descartes’ın “Metot Üzerine Konuşma” adlı eserinden alıntılara bırakıyorum.
“Gençliğimde felsefe disiplinleri arasından mantığı, matematik bilimler arasından da geometricilerin analizi ile cebiri biraz incelemiştim. Bunlar tasarımın gerçekleşmesinde işime yarayabilecek üç sanat ya da bilimdi.”
“Birincisi doğruluğu apaçık olarak bilmediğim hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek : yani aceleyle yargıya varmaktan ve önyargılara saplanmaktan dikkatle kaçınmak ve vardığım yargılarda, ancak kendilerinden şüphe edilemeyecek derecede açık ve seçik olarak kavradığım şeylere yer vermekti.
İkincisi, inceliyeceğim güçlükleri daha iyi çözümlemek için herbirini, mümkün olduğu ve gerektiği kadar bölümlere ayırmaktı.
Üçüncüsü, en basit ve anlaşılması en kolay şeylerden başlayarak, tıpkı bir merdivenden basamak basamak çıkar gibi, en bileşik şeylerin bilgisine yavaş yavaş yükselmek için-hatta doğal olarak, biribirleri ardınca sıralanmayan şeyler arasında bile bir sıra bulunduğunu varsayarak-düşüncelerimi bir sıraya göre yürütmekti.
Sonuncusu ise, hiçbir şeyi atlamadığımdan emin olmak içini her yanda eksiksiz sayımlar ve genel kontroller yapmaktı.
Geometricilerin en güç kanıtlamalarına ulaşmakta kullanageldikleri bu uzun, ama pek basit ve kolay muhakeme silsileri; insanların bilgi alanına giren bütün şeylerin aynı tarzda birbirlerini izlediklerini, ve doğru olmayan hiçbirini doğru diye almamak ve birini ötekinden çıkarmak için gereken sırayı izlemek şartıyla, bu şeyler ne kadar uzak olurlarsa olsunlar yine de onlara erişilebileceğini ve ne kadar gizli olurlarsa olsunlar yine de onların keşfedilebileceğini düşünmeme vesile oldu. Ve , işe hangilerinden başlamam gerektiğini bulmakta pek güçlük çekmedim: çünkü, en basit ve bilinmesi en kolay şeylerden başlamam gerektiğini daha önceden biliyordum.”
Burada araya girmeden edemeyeceğim. Aşağıdan yukarıya yaklaşımından sözettim ama açıklamadım. Bu yaklaşıma tümdengelim ya da mantıksal çıkarımın(aksiyomatik yöntemin) koşutu olarak bakabiliriz. Elimizdeki az sayıda aksiyom(yardımcı önerme) ve mantıksal çıkarım kuralını kullanarak sonuçlar(teoremler/ana önermeler) çıkartırız.                                         
0 notes
gardenyaa · 4 months
Text
zaten iki tel saçla doğan kızımın saçları dökülmeye başlamıştır iyice kel kaldı çocuğum hüü
1 note · View note