Tumgik
#istanbul agop
tommywagner · 6 months
Text
Rehearsal jam with new drumheads
youtube
I used the time between the holidays to experiment with new drumhead combinations. I just let the camera roll (camerasound only!). This clip features the brandnew Code Nicko McBrain Boomers heads on snare and tom toms. I think they're great on my LUDWIG Vistalite! To me they're the legitimate successor of the classic silverdots.
2 notes · View notes
ncdtgrsy · 2 years
Link
Tumblr media
2 notes · View notes
altinovaguncel · 2 years
Text
Türk resim sanatının pusulasız ressamı: Nuri İyem
Türk resim sanatının pusulasız ressamı: Nuri İyem
Toplumcu-gerçekçi akımın önde gelen isimlerinden ressam Nuri İyem, ardında çok sayıda eseri Türk resim sanatına miras bırakarak, unutulmazlar arasına girdi. İyem, Bulgaristan göçmeni Hüsnü Bey ile Melek Hanım’ın yedinci ve son çocuğu olarak 1915’te İstanbul Aksaray’da dünyaya geldi. Savaş yıllarında adı kayıplar listesine yazılan babasının Diyarbakır’da yaşadığı haberini almaları üzerine İyem,…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
nefretim-kazand · 1 year
Text
Tumblr media
OKU !!!
BU EKİBE IYI BAKIN !
33 SENELIK ABDULHAMİD DEVRINİN EKİBİ
Sonrada devlet batınca vay efendim Türkçülük başlamışta devlet çökmüşmüş.
Peki bu ekonomik iflas tablosunda Türkler nerede ?
Halife-i Müslümin 2. Abdülhamit’in nazırlarından (bakanlarından) ve bürokratlarına bakalim buyrun:
Hariciye Nazırları; Aleksandros Karateodori Paşa (1878-1879)Gabriel Pasha ve Sava Paşa (1879-1880)
Hazine-i Hassa Nazırları: Agop Ohanes Kazazyan (1876-1891), Mikail Portakalyan Efendi (1891-1897), Ohanes Sakız Efendi (1897-1908)
Maliye Nazırı: Agop Ohanes Kazasyan Paşa (28-30 Ağustos 1885), (Aralık 1886 - Mart 1887) (1888-1891)
Nafia Nazırları: Ohanes Çamiç Efendi (1877-1878), Aleksandr Karateodori Paşa (1878) Sava Paşa (1878-1879)
Orman ve Maadin Nazırları; Mavrokordato Efendi (1908-1909), Aristidi Paşa ( 1909)
Ticaret ve Ziraat Nazırları: Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880) Gabriel Noradonkyan Efendi (1908-1909)
Ayan Üyeleri(1876); Antopolos Efendii Aristarki Bey, Daviçon Karmona Efendi, Musurus Paşa, Serviçen Efendi, Stoyanoviç Efendi, Dr. De Kastro Bey, Mavroyeni Paşa, Karatodri Paşa, Abraham Karakahya Paşa
Ayan Üyeleri(1908) Azaryan Efendi, Basarya Efendi ,Bohor Efendi, Fethi Franko Bey, Gabriyel Noradonkyan Efendi, Mavrokordato Efendi, Mavroyeni Bey, Oksanti Efendi, Yorgiyadis Efendi, Aram Efendi, Popoviç Temko Efendi,
Babıali Hukuk Müşaviri Gabriel Efendi Abdülhamit zamanında sürekli el üstünde tutulan bu Gabriel Efendi 2. Dünya savaşı sonrası düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Lozan Konferansına da Ermeniler adına katılmıştır…
Elçilere göz attığımızda;
Y. Fotiades Bey ve Gobdan Efendi’nin Atina, Azaryan Efendi’nin Belgrad, E. Karatodri Efendi’nin Brüksel, Blak Bey’in Bükreş, Yanko Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’nin Lahey, K. Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve Antopulo Paşa’nın Londra, Naum Paşa’nın Paris, S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey’in Roma, Nikola Gobdan Efendi’nin Sofya, A. Vogorides Paşa’nın Viyana, L. Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey’in Washington’da Büyükelçi-Elçi olarak görev yaptıklarını görüyoruz.
Konsolos ve kâtipliklerde de Türk unsurundan ziyade Ermeni ve bilhassa Rum memurlar kullanılmakta idi.
Valilik koltuklarının çoğunda da gayrimüslimler oturuyordu.
Mesela;
Şarkî Rumeli Valileri Sava Paşa, Aleko Vogorides Paşa, Gavril Paşa Hristoiç, Alexandre de Battenberg, Ferdinand de Saxe-Cobourg et Gotha,
Sisam Beyleri; Mişel Gregoriyadis Bey, Aleksander Mavroyeni Bey, Yanko Vitinos Bey, Kostaki Karateodori Paşa, Yorgi Yorgiadis Efendi, Andrea Kopasis Efendi,
Cebelilübnan Sancağı Mutasarrıfları Vasa Paşa, Naum Paşa, Yusuf Franko Paşa
Maliyesini, hariciyesini, tarımını, madenlerini ve de mülkiyesini gayrimüslimlere bırakmış devletin başında bir İslam Halifesi (!) vardır…
ŞİMDİ ANLADINIMIZMI ATATÜRKÜN KİMİN TEKERİNE ÇOMAK SOKTUĞUNU ?
Türk dil KURUMUNA 1 ermeni dilbilgisi uzmanini oda sadece Genel sekreter olarak atadı diye, ki adam osmanlı memuru zaten, 100 senedir Atatürke demediğini bırakmayanlara soralım, insafiniz varmi ?
Kaynak kitap:
KUNERALP, Sinan, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali, Prosopografik Rehber, İstanbul: İsis Yayınları, 1999.
(Zkr. Oktay Polat)
Erhan Gürel sayfasından
4 notes · View notes
ryosukekiyasu · 6 months
Text
Tumblr media
December 30th, 2023
Fushitsusha show’s drums setting
Noble&Cooley 14”x 6.5” Solid Maple
Matt Bettis 15” Hi-Hat
Istanbul Agop 18” Crash
Zildjian K Constantinople 22” Medium Thin Ride, Low
0 notes
belyakbackline · 10 months
Text
NEW: ISTANBUL AGOP XIST BRILLIANT Cymbal Set
Tumblr media
0 notes
Photo
Tumblr media
Our drummer rocking out at practice the other night 
1 note · View note
ayyasfilozof · 5 years
Text
Tumblr media
4 notes · View notes
andthewinner · 2 years
Photo
Tumblr media
. "back to .44 caliber 🔫" #drums #solo #vicfirth #mapex #istanbul #agop #alexisonfire #44calibreloveletter #loveletter #gun #shot #hope #shit #me this is a .44 caliber love letter straight from my heart. with a gun, make your shot. let's hope for better shit. (at Kadıköy) https://www.instagram.com/p/CYIyFSYoExBe0vhtiq7OAhXC0Oe8hlgb0aR_Js0/?utm_medium=tumblr
0 notes
tommywagner · 2 years
Video
youtube
Drumsolo at Goldgelb-Festival with Claudia Cane Band this summer. Great crowd - great band .... lots of fun!!!
9 notes · View notes
hastahanegentr · 3 years
Text
Surp Agop Hastanesi Nerede Nasıl Gidilir
https://www.hastahaneler.gen.tr/surp-agop-hastanesi-nerede-nasil-gidilir/
Surp Agop Hastanesi Nerede Nasıl Gidilir
Tumblr media
0 notes
swisscymbals-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
@istanbulagop Agop Signature pieces I’ve had over the years. Not sure if it’s the green ink, the buried treasure appearance or the stunning playability that makes this series a modern day legend, but if you know then you know! Do you agree? #agop #AgopSignature . . . . #hihats #ridecymbal #crashcymbal #istanbul #istanbulagop #handmadecymbal #turkishcymbal #istanbulagopcymbals #cymbal #cymbals #drums #drummer #cymbaladdict #cymbalart #cymballove #gearforsale #cymbalforsale #cymbalsale #drumset #bateria #reverbdotcom
11 notes · View notes
yasbxxgie · 5 years
Video
instagram
Tumblr media
x
0 notes
thedrumheads · 7 years
Photo
Tumblr media
#Repost @rufusdrumshop ・・・ HUGE lot of exceptional USED cymbals are now up for grabs here at @rufusdrumshop Well worth the trip. #zildjian #istanbul #bosphorus #paiste #sabian #agop #mehmet #rufusdrumshop #usedcymbals #estatesale #cymbalholic #cymbals #cymbalcollection #drumshop #vancouverdrumshop #drumheadspod #drums #drummer
1 note · View note
hbedebiyatsanat · 4 years
Photo
Tumblr media
DERSİM'İN ERMENİLERİ YADA ERMENİLERİN DERSİMİ Yıllarca susan, çocuklarına, eşlerine bile sessiz çığlığını duyurmamış / anlatamamış “kayıp kızlar” dertlerini bize anlatırken ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi omuzlarımıza…
Kazım Gündoğan
Dersim’in Kayıp Kızları film ve kitap çalışmalarımızdan sonra Dersim’in tarihsel ve toplumsal sorunlarından kopamadık. İstesek de kopamaz duruma geldik. Zira hem Dersimliler, hem de Dersim hakikatini öğrenmek isteyen çok değişik kesimler tarafından bir sorumluluk yüklendi omuzlarımıza. Bu kadar acıyı yaşamış bir toplumun hakikatini öğrenince insan bu görev ve sorumluluktan kaçamaz hale geliyor… Yıllarca susan, çocuklarına, eşlerine bile sessiz çığlığını duyurmamış /anlatamamış “kayıp kızlar” dertlerini bize anlatırken ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi omuzlarımıza… Onlara söz vermiştik; bize verdikleri sorumluluğu onurla taşıyacak, anlatacak ve seslerini dünyaya duyuracaktık… Onurla taşıdık elbet bu sorumluluğu… Anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz. Sadece öykülerini anlatmadık; acılarını olguya dönüştürerek düşün dünyasında da kavramsallaştırdık. “Dersim’in Kayıp Kızları” hem belgesel, hem de kitap olarak bu alanda ilk ve temel kaynak olarak hak ettiği yeri aldı… Bu çalışmalara başladığımızda, Dersim’in Cumhuriyet Devleti’nin “karakutusu” olduğunu söylemiştik. “Dersim’in Kayıp Kızları“nın konuşmaya başlamasıyla açılan bu karakutuda nelerin olduğu, değişik alanlardaki araştırmalar ve eserlerle daha da görünür, anlaşılır hale geldi… Cumhuriyet Devleti’nin tüm halkları Türkleştirme ve İslamlaştırma politikası, Dersim’de yaklaşık 20 yıl boyunca (1926-1947) merkezi bir politikayla son derece planlı biçimde uygulanmıştı. Sanıldığı gibi 1937’de başlayıp 1938’de biten bir süreç değildi Dersim meselesi. Belirtmek gerekir ki, Dersim sadece bir Cumhuriyet dönemi sorunu değildi. Zira esas olarak Hilafetçi Osmanlı’dan “devralınan bir sorun”du… Dersim gibi kadim bir halklar yurduna dair çalışırken; oradaki bütün etnik ve inanç kimliklerine dair bir sözünüz olmalıdır. Dolayısıyla araştırmanın bir aşamasında “Dersim tarihsel olarak Kırmanç/Zazaların, Kürtlerin, Ermenilerin inanç bakımından da esas olarak Kızılbaş/Alevilerin ve Hristiyanların ortak yurdudur“diyerek sözümüzü söylemiş olduk… Dolayısıyla Dersim’i çalışırken orada yaşamış kadim halklardan biri olan ve iki tertele (1915, 1937/38) yaşamış Ermenilere dair bir çalışma yapmak, hem tablonun bütününü görmek, hem de ahlaki sorumluluk açısından gereklilikten öte zorunluluktu bizim için… İşte bu düşünce ve duyguyla Dersimli Ermenilere dair topladığımız bilgileri 2010 yılında somut bir projeye dönüştürdük. Bu çalışma iki esere dönüştü. Biri Nezahat Gündoğan’ın yönetmenliğini yaptığı Vank’ın Çocukları belgesel filmi; diğeri ise yazarı olduğum “Keşiş’in Torunları, Dersimli Ermeniler 1” kitabı. Bu kitapta; kısmen 1895-96 kırımı ve 1915 Soykırımı’nda Dersim’de yaşananları, katliamın yanı sıra; mülkiyetini, dinini, dilini kaybeden ve yaşadıkları topraklardan sürgün edilen Ermeni halkının giderek toplumsal ve kültürel bütünlüğünü yitirişini anlatmaya çalıştım. Kitabın esası ise; 1937-38 Dersim Tertelesi’nde (Tertele; Zaza/Kırmanç dilinde soykırım anlamında kullanılıyor.) sağ kalan Vank ve Zımekli Hristiyan Ermenilerin izini sürerken topladığım öykülerden oluşmaktadır. Kitap; tanıkların dilinden ve belgelerle 1915 Soykırımı’ndan sonra Dersim’de kurumsal varlığını sürdürebilen tek ibadet yeri olan Halvori Surp Garabet Manastırı’nın (Vank’ın) 1937 yılında Sabiha Gökçen tarafından bombalanarak yıkılmasını, “Keşiş ailesi”nin ve Hristiyan topluluğunun Alevi/Kızılbaşlarla birlikte öldürülmesini ve geride kalan az sayıdaki aile fertlerinin Türkiye’nin değişik yerlerinde “zorunlu iskân”a ve asimilasyona tabi tutulmalarını anlatıyor. Köklerinden koparılan bu topluluğun geride kalan üyelerini Isparta, İzmir, Dersim, Bolu, İstanbul, Almanya ve Fransa’da bulup görüşmeler yaparak, tertele öncesi yaşamlarını, tertele sürecini, sürgün ve zorunlu iskân dönemini, Türkleştirme, İslamlaştırma, Alevileş(tir)me süreçlerine dair travmalarını,hatırladıklarını/yaşadıklarını/tanıklıklarını, yaşama tutunma biçimlerini ve birbirlerini bulmalarını kaydederek birer belgeye dönüştürdük. Tertele yaşamış her insan bir belgedir. “Keşiş’in Torunları” bütün bu travmatik öyküleri kuşaktan kuşağa taşıyacak onlarca belgeden oluşmaktadır… Kitaba konu olan öykülerde; 1926 yılından itibaren yürürlüğe konulan devletin “Şark Islahat Planı”nın Dersim’de 1947, hatta 1950 yılına kadar merkezi bir planla uygulandığı çok net olarak görülürken, öte yandan bu politikaların nasıl uygulandığının da fotoğrafı çekiliyor. Keşiş’in Torunları- Dersimli Ermeniler-1 / Kâzım Gündoğan/ Ayrıntı Yayınları/ 336 sayfa. Birinci Basım, Ocak 2016 İkinci Basım, Şubat 2016 Üçüncü Basım, Şubat 2016 Dördüncü Basım, Ocak 2020 Kitaptan bölümler “Dersim’in kayıp Ermeni kızı Aslıhan Kiremitçiyan” 2011 yılında Isparta’nın Şarkikaraağaç İlçesi’nde Keşiş ailesinden bulduğumuz ilk kişiydi… Uzun araştırmalar ve aramalar sonrası Keşiş ailesinin diğer pek çok üyesine de ulaşıp, öykülerini kayıt altına alabildik. Aslıhan Kiremitçiyan (Fatma Yavuz) Kitapta yer alan öykülerden kısa kısa… Agop Kiremitçiyan ve çocukları: Agop bir oğlu ve kızı Zıverta (7–8 ) ile birlikte Bolu’ya, diğer kızı Aslıhan ise babasından koparılarak Konya’ya sürgüne gönderilir. Agop ile oğlu bir süre sonra Bolu- Mengen’de yaşamlarını yitirirler. Zıverta: Zıverta’ya sürgünde “Elif” adı verilir. Bir süre sonra kendisi gibi sürgün bir ailenin oğlu olan Mazgirtli bir Aleviyle evlendirilir. 1947’de Dersim sürgünlerine geriye dönebileceklerine dair af çıkınca eşiyle birlikte Dersim’e döner. Uzun yıllar Dersim’de yaşadıktan sonra yaşamını yitiren Zıverta’yı oğlu Ali Kaya şöyle anlattı: “Annem Ermeni olmasına rağmen tamamen Alevi olmuştu. En koyu Alevi’den daha Aleviydi. Teyzem (Aslıhan) ise Sünni olmuştu. Teyzem namazını kılan, orucunu tutan Sünni Müslüman; annem Xızır, On İki İmam Orucu’nu tutan, ziyaretlere giden bir Alevi… Bilmem ki ne demeli bu duruma?“ Aslıhan: Agop’un diğer kızı Aslıhan, adı Konya’da Fatma olarak değiştirildiğinde 5-6 yaşında; kelime-i şahadet getirtilip, Müslümanlaştırılarak evlendirildiğinde ise henüz 13 yaşında bir çocuktu… Aslıhan Kiremitçiyan: “Köyde büyük bir ceviz, etrafında yine ceviz ağaçları vardı. Bir tabur adam getirdiler. Arkasında bütün silahlı insanlar. Hepsini götürdüler orada sıraladılar. Takır takır vurdular ittiler, vurdular ittiler, vurdular ittiler. (…) bir adam dağdan geldi. Ekinle üstümü örttü ‘sus’ diye. Böyle kurtuldum. Sonra köye nasıl gitmişim aklım ermiyor. Halam alıp götürüyor mağaralara kaçıyoruz. Ondan sonra mağaralardan almışlar bizi Türkiye’ye dağıtmışlar. Bunları hatırlıyorum.” “Beyşehir’de beni önce bir albaya verdiler. Onun tayini çıkınca nüfus müdürünün yanına verildim. Beni besleme olarak yanlarına alan “ailem” beni çok döverdi. Odunla yediğim dayak yüzünden parmaklarım kırıktır. Hiçbir doktora götürülmedim. Nüfus müdürünün evinde gördüğüm işkenceler yüzünden evden kaçtım. Daha sonra başka bir aile beni yanına aldı. Orada da çok işkenceye maruz kaldım. Sonra 35 yaşında olan birisi ile beni evlendirdiler. Evlendirmeden önce kelime-i şahadet getirtip beni Müslüman yaptılar. Aç susuz, işkence dolu bir yaşantım oldu. Her şeyden önce çocuktum… Evsiz, sahipsiz, kimsesiz ve işsizdim. Sokaklarda kaldım. Çocuklarımı bu şartlarla büyüttüm. Ermeniliğimi tam olmasa da biliyordum ama gizledim. (..) Babam devletine bağlı bir Ermeni vatandaşmış.” Iğsa: Çocukların en büyüğü Mişan 12 yaşlarındadır. Vücudunda onlarca süngü yarasıyla ölülerin altından kurtulur. Toplanıp Konya’nın Beyşehir ilçesine sürgün edilirler. Ermeni kimlikleri bilindiği için ilkin isimleri değiştirilir, Türkleştirilir. Iğsa’ya “Fatma”, Mişan’a “Alişan”, Abkar’aA.,M.’a M. adları verilir. Sonra bu çocuklar zorla sünnet edilerek, Müslümanlaştırılır! Alişan Istanbul’da, Abkar Bolu’da, M. ise Paris’te yaşamaktadır. Onların öyküleri kendilerinden ve çocuklarının anlatımlarından aktarılıyor. Garebet Kiremitçiyan: Garo Leng (Topal Garo) ailesiyle birlikte öldürülür. İki kızı, bir yeğeni kurtulur. Kühet, Sultan ve Varte Agop’la birlikte Bolu’ya sürgüne gönderilir. Kühet “Emine” olur. Sultan’ın ismi problem olmaz. Varte hakkında ise çok az şey biliniyor… Kühet: Kızı Cevahir ve oğlu Ahmet ile torunu Ahmet’in anlatımlarından Kühet’in hayat hikâyesi… Cevahir Ak: “Benim annem Ermenidir. Vank Keşişi’nin torunudur. Anneme Emine diyorlardı. Ama sonra öğrendik gerçek adı Ermenice Kühet’miş. Köyde çocuklar bize, “Çena Hermeni” (Ermeni kızı) derlerdi. Üzülür ağlardım.Hakaret olarak söylüyorlardı. Bilmiyorduk annemizin Ermeniliğinden söylendiğini. Sonra öğrendik. Annem hiç gülmez, hep ağlardı… Şimdi annemle gurur duyuyorum…” Sultan: Sultan’ın Ermenice bir adı var mıydı bilemiyoruz. O, “Ben hep Sultan’dım” diyor. ‘Alevi Piri’yle (Dede) evleniyor. 1947 yılında Dersim’e döndüğünde Alevileşiyor. 1994 yılında tekrar yaşadıkları sürgün nedeniyle Elazığ’da iki kızıyla birlikte yaşıyor, 85 yaşında… Sultan Demir “Biz köyde, arpa biçmiş, harman yapıyorduk. Asker bütün erkekleri toplamış çayın (Munzurçayı) kıyısına götürdü. Kardeşim de içlerinde… Hepsini katlettiler. Cesetlerin hepsini suya attılar (..). Baktık kadınların hepsini orada katletmişler. O kadar çok kadın cesedi vardı ki… O cesetlerin arasında çocuklar vardı. Artık erkek mi kız çocuğu mu bilmiyorum, cesetlerin arasında ağlıyorlar. Aa,a derken bizi de taradılar… Ben öyle aşağı doğru kaçtım gittim. Benim yanımda bir kız kurtuldu…” 1938’de ben on yaşındaydım. Vanke Karabas derlerdi bizim köye. Kilisesi vardı. Güzel evlerimiz vardı. O kilisenin çok değerli malları vardı… Dayımlar, kilisenin sahipleriydi. Evleri kilisedeydi. Bizim evler de biraz öte tarafta iki katlıydı. Kırmançlar kiliseye gelmiyorlardı. Neden gelsinler? Onlar Aleviydi, biz Ermeni. Biz kurbanlarımızı kesip götürüp Kırmançlara veriyorduk. Onlarda bize getiriyordu. Kırmançlar ile Ermeniler birbirleriyle katiyen evlenmezlerdi.(…) Bizim ne adetlerimiz, törelerimiz, ne inancımız; arkada hiç bir şey kalmamış. Devlet bizimkileri alt üst etmiş. Kâfir, Mervan, Yezit! Sen söyle, Biz ne yaptık ki? Gençlerimizi, çoluk çocuğumuzu katledip suya attılar!.. On iki dayım vardı… Kilisenin sahibini, babamı, kardeşimi, halamı, onun eşini ve oğullarını, diğer komşularımızın tamamını, hiç sorma… “ Varte: Varte, katliamdan kurtulup sürgüne gönderilmeyen tek kişidir. Eşini ve çocuklarını katliamda kaybeder, mağaralarda, ormanda saklanır. Sürgüne gönderilmeyen Tilek Köyü’ndeki Alevi/Kızılbaş dostlarına sığınır. Dersim’de olmasına rağmen 1947’de af çıktıktan sonra ancak Vank’a geri dönebilir. Varte, manastırın yıkık duvarlarını korumaya adar yaşamını. Köylüler ona ve yıkık manastıra saygı gösterir, yardım ederler. Zaten Kızılbaşlar da manastırı kutsal bir mekân (Ocağa İmamsen -Hazreti Hüseyin’in Ocağı) olarak görmektedirler. Varte 1976 yılında ölür. 1938’den sonra Vank’ın Ermeni mezarlığına gömülebilen tek kişi Varte olur… Toros Vartabetyan: Toros, katliam zamanında 15–16 yaşlarındadır. Denizli’ye sürgüne gönderilir. Keşiş’in sağ kalan tek erkek çocuğudur. Toros’un Denizli ve Konya’daki adı Mehmet Balcı’dır. İstanbul’da ise, Toros Vartabetyan olur. Toros Vartabetyan’ın kızı Meryem, babasından kendisine kalan “acı anıları” şöyle anlattı; “Babam ‘Dersim vakası’ derdi. ‘Dersim olaylarında kardeşlerimi gözümün önünde öldürdüler. Ben ormanlık bir alandaydım, ormanlık alanda saklanarak kendimi korudum, iki asker gördü, üstüme ateş açtı, ben kaçtım. Sağımdan solumdan kurşunlar sekiyordu ama kurtaran Allah kurtardı… Kurtuldum…’diyordu. Anne, babasını çok anlatmazdı ama kardeşlerini unutamıyordu. Kardeşlerinin dördünü kurşuna dizerek öldürmüşler. Çoğu zaman anlatır, ağlardı. Hatta vefat edeceği zaman bile başını taşla ezdikleri kardeşinin ismini sayıklayarak… (ağlıyor). Nefesini verirken ayağa kalktı, ‘Baba ne oldu?’ dedim. Dedi ki, ‘Harut’u gördüm, karşıda duruyor.’ Çünkü ondan çok etkilenmişti… Konya’dan İstanbul’a gelene kadar babamın Ermeni olduğunu bilmiyorduk. İstanbul’a geldikten sonra babam söyledi. İstanbul’da adı Toros olduktan sonra yaşamında çok şey değişti. Mezar taşına Toros yazdırdı… Babam Konya’da oruç tutardı ama İstanbul’a geldikten sonra kendi şeyini (orucunu) tutmaya başladı. Orada, 12 İmamlarda da, Ramazanda da oruç tutuyordu, ama ‘Allah kalbimi biliyor, tuttuğum oruç, ettiğim dua istediğim yönde gidiyor’ derdi. “Camide namazını kıldıktan sonra evde ayrıca dua ederdi, ondan sonra da haç’ını çıkarırdı. Öyle dua ettiğini bilirim. Nenemi de (Iğsa nene ) bilirim. Oda öyle dua ederdi. Elinde tespih, tespihin ucuna da haç takmıştı, öyle dua ederdi.” Meryem: Meryem’in hikâyesi de ikinci kuşak Dersim Ermenileri’nin ortak hikâyesidir; “17 yaşımdayken İstanbul’a geldik ve Ermeni olduğumu öğrendim. Tabii ister istemez kiliseye gidiyorsun, kiliseyi yadırgıyorsun.( … ) Kiliseye ilk gittiğimde, El hamdülillahı okuyorum, Sübhaneke’yi okuyorum, Fatiha’yı okuyorum… Mesela Haymer’i sorsalar bilmiyordum. Ermenilerin içine giriyorsun, kendini onlara yakın hissedemiyorsun. Gene en yakın Alevilerle oluyordu. Onlarla çok şeyi paylaşıyorduk. Kardeşlerim de öyle, ben de öyle… İki kültürün hatta 2–3 kültürün, inancın arasında geçti bizim çocukluğumuz…” Kework Gregoryan: “Hozat’ın Zımek köyünde doğmuşum. Soykırım zamanında 5-6 yaşlarındaydım. Annem, kız kardeşim, ağabeyimle birlikte yüzlerce kişi topluca öldürüldü. Ölülerin altında sağ kalmışım… Sonra sürgün. Adımızı, dinimizi değiştirdiler orada. Mehmet oldu adım. Yıllar sonra af çıkıp Zımek’e geri geldiğimizde her şeyimize el konulmuştu…Komşularımız Kilise taşlarını söküp ev yapmışlardı. Sahibi olduğumuz toprakların marabası olduk… Dersim’i terk ettik!” İki Tertele (1915, 1937/38) yaşamış, Türkiye ve dünyanın değişik yerlerinde yaşamak zorunda kalan Keşiş ailesinin mensupları yaşadıkları asimilasyon ve travmalara rağmen bugün birbirinden bağımsız olarak “biz Dersimliyiz ve Keşiş’in torunlarıyız” demeleri, Dersimli Ermeni kimlikleri hakkında ortak bir belleğe (güçlü olmasa da) sahip oldukları söylenebilir… https://t24.com.tr/haber/dersim-in-ermenileri-ya-da-ermenilerin-dersim-i,875079
7 notes · View notes
vpjdrums · 4 years
Text
Rethinking the Zildjian Stamp on the 105th Anniversary of the Armenian Genocide
Tumblr media
I’ll never forget the day my first “real” set of cymbals were delivered to my house. I was 17 years old and up until that point, I was playing on a beginner set of Sabian B8 cymbals (Sabians entry-level cymbals) and a Tama Swingstar drum kit (Tama’s entry-level kit). I ended up selling those drums and cymbals to a young student as I had acquired a black wrapped late 70′s Niles, IL badge, Slingerland maple drum kit from a family friend, which I still have and play now. To go along with this superb drum kit, my drum instructor, the legendary, Sal LaRocca (Teddy Wilson Quartet, Junior Mance Trio) suggested I look into purchasing a set of used Zildjians.
I ended up ordering, I believe it was from Steve Weiss Music in Pennsylvania, a pair of 1950′s Avedis Zildjian Hi-hats (which I still own... fantastic hats), a 16″ A Zildjian Medium-Thin Crash (recently sold), a 1970′s 18″ A Medium Crash (it’s somewhere in a bag around here), and a 20″ A Zildjian Medium Ride (loved that ride, thanks mom and dad). This was sheer excitement for me because all my favorite jazz drummers played Zildjian, and after all the Zildjians, like me were Armenian. Playing on those cymbals (I’ve since traded in the medium ride for a K Ride, but, I’ve recently acquired a 1960′s 20″ Avedis Medium Ride) felt like I was playing on pieces of history. However, the one thing that has bothered me is Zildjian referring to their cymbals as “Turkish”.
Cymbal and bell making goes all the way back to the 2nd millennia B.C. to the Karmir Blur area in Yerevan, Armenia. Bronze and metal work is intrinsically connected to Armenian history. The Armenian plateau, rich in ores, was one of the first places to practice metallurgy and was ahead of neighboring regions in the use of copper and iron. Throughout history Armenians have been master metalworkers and jewelers. Arts of Armenia-Music and the Art of the Book - Fresno State University
Tumblr media
Some of my Zildjian cymbals
Zildjian Family History
The history of the Zildjian family and Avedis Zildjian Co. (the oldest family-owned company in North America and the oldest cymbal company in the world) dates back to 1618, when the first Zildjian cymbals were created. Avedis Zildjian was an alchemist exploring for ways to turn metal into gold. During the process of experimentation, he created an alloy (the exact formula is a closely held family secret) combining tin, copper and silver. It was soon discovered that when flattened into a sheet it could make musical sounds while still being durable enough not to shatter.
The Sultan Osman II the Young gave Avedis the name Zildjian (Zilciyân) (zil is Turkish for "cymbal," ci means "maker", and ian is the Armenian suffix meaning "son of"), and Avedis Zildjian began to manufacture cymbals for the mehter, Ottoman military bands consisting of wind and percussion instruments, which belonged to the Janissaries. Mehter ensembles performed during battle and performed courtly music for Ottoman rulers. The Zildjians also produced instruments for Greek and Armenian churches, and for Sufi dervishes. Zildjian worked primarily for the Sultan’s court. In 1623, because he was an Armenian, the Sultan had to grant him permission to leave the palace to start his own business. He set up shop in a suburb of Constantinople named Psamatia, and began to produce cymbals commercially.
In 1850, Avedis II built a schooner in order to sail cymbals produced in Constantinople to trade exhibitions such as the Great Exhibition in London, and to supply musicians in Europe, where Zildjian cymbals won many awards. Later in 1865, Avedis II died, and his brother Kerope II took over the company. He introduced a line of cymbals called K Zildjian, used by jazz and classical musicians to this day. Kerope II died in 1909 in Constantinople.
By the late nineteenth century, Aram Zildjian (Avedis’ son), who was then head of the family, was forced by the political conditions in Turkey to flee to Bucharest, Romania. The reality was, Aram had become so enraged by Turkish atrocities against Armenians that he had joined a (failed) plot to assassinate Sultan Abdul-Hamid II. Turkish police were able to track down the conspirators and Aram fled Turkey, settling in Bucharest. There, he set up a second Zildjian factory, while Kerope I's daughter Victoria ran the Constantinople factory. This arrangement continued until about 1927.
By 1910, Avedis III and his family also fled Turkey due to the country's increasingly volatile relationship with Armenia. The Zildjian family eventually settled in Boston, Massachusetts. While the Zildjian family situated themselves there, on the other side of the globe, the Armenian Genocide, also known as the Armenian Holocaust (the systematic mass murder and expulsion of nearly 2 million ethnic Armenians committed by the Young Turks and the Ottoman government) was well under way. As a matter of fact, during WWI, nearly 4 million Armenians, Greeks, Assyrians, and Yezidis were killed at the hands of the Ottoman Turks. Genocides the Turkish government denies to this day.
Around 1928, Avedis III, his brother Puzant, and his uncle Aram Zildjian (who had arrived in Boston the year prior) began manufacturing cymbals in Quincy, Massachusetts, and the Avedis Zildjian Co. was formed the following year in 1929. Avedis III’s father, Haroutiun had altogether left the Cymbal business to focus on his law career. In fact, at some point in the early 1900′s he managed to become Attorney General of Constantinople. If my memory serves me he later ended up in London or Paris. There’s a lot of other details I’m sparing here about the Dulgaryian cousins who took over the K factory in Istanbul against the wishes of the Zildjians, Aram losing interest in cymbal making, and about Avedis initially going into the confectionery business in Boston. Therefore, we’ll jump ahead about 40 years.
In 1968, Avedis split production into two separate operations, opening the Azco factory (at the suggestion of his son, Robert to be able to sell directly to the UK markets) in Meductic, New Brunswick, Canada. And in 1975, Zildjian began making K. Zildjian cymbals (the Zildjian family, some years prior bought back and soon after closed the Istanbul K factory from the Dulgaryians who were exclusively making Ks for Fred Gretsch and his famous Gretsch Drums) at the Azco plant. These were made until 1979. Within four years (1980), all K Cymbals were being made in the Norwell US plant. The A Cymbals line continued to be produced at the Meductic factory.
In early 1977, Armand Zildjian was appointed President of the Avedis Zildjian Company by his father. Soon after, Robert Zildjian split from the company amidst a conflict with his brother, Armand. In 1981, Robert named his new company, Sabian (The name 'Sabian' comes from the first letters of the names of Robert's three children: Sally, Andy, and Billy; and “ian” is the typical modern Armenian surname suffix) and started making Sabian cymbals in the Canadian Azco factory. Robert's son Andy (Robert passed away in 2013) is the most recent president of Sabian. (Most of this history and information is from Wikipedia, and others from an interview with Zildjian’s Director of Cymbal Innovation, Paul Francis... there’s a much more in depth analysis on this, and of cymbals and cymbal making over at Drum Magazine). This is where our modern day understanding of the Zildjians in North America begins.
“My problem is that Zildjian cymbals aren’t made in Turkey anymore. They’re made by an Armenian family here in the US.”
Tumblr media
Zildjian family tree
Tumblr media
All Zildjian cymbals have a stamp. It’s essentially a seal of authenticity. In fact, all metal products from Victorinox Swiss Army knives to Jean Paul brass musical instruments have a stamp.
Tumblr media
A Sabian stamp consisting of their logo and Canada, the country they’re produced in.
Tumblr media
The Zildjian Stamp
The stamp on Zildjian cymbals today have the trademark in Ottoman Turkish (Perso-Arabic characters) on top and below it in English. Underneath that it is indicated that it was produced in the USA, and below that might be a serial number. For one reason or another, the Zildjians continued to employ the Ottoman Turkish trademark and referring to their cymbals as “Turkish”. “Turkish” has come to be known as a style and sound of cymbal crafted to this this day by of course, Zildjian, Sabian, Instanbul Agop, Instanbul Mehmet, Bosphorus, Turkish, Smyrna, V-Classic, and other cymbal companies. All cymbal makers (aside from Zildjian and Sabian) who are based in Turkey have had in one form or another direct ties to the old K Zildjian factory. My problem is that Zildjian cymbals aren’t made in Turkey anymore. They’re made by an Armenian family here in the US.
Tumblr media
Zildjian stamp of a cymbal that was made in Turkey.
I believe it is time for Zildjians to change their stamp. I believe they should change the top portion of the stamp to Armenian, and start referring to their cymbals as “Genuine Armenian Cymbals”. It just doesn’t make sense anymore to continue to refer to their cymbals as “Turkish” as their company is no longer based in Istanbul. And last I checked, the Zildjian family is still Armenian. I don’t think it reflects well on the company, the family, nor their history to continue to refer to their cymbals as “Turkish”. How can the Zildjians continue to refer to their cymbals as “Turkish” when their family’s DNA is in the cymbals their forefathers and foremothers handcrafted? Cymbals cherished and revered by musicians worldwide.
The Armenian Perspective
From my perspective it is a disservice to Armenians, particularly Armenian drummers and percussionists (many of whom are descendants of Genocide survivors) who proudly use Zildjian cymbals knowing the rich history of the family and company. Who know the history of the Armenians in the Ottoman Empire, and who also feel like they themselves are contributing to that rich heritage with their musicianship and art. I’ve never hid the fact that Zildjian cymbals are my favorite cymbals. I’ve used Sabian’s before and they’re great, after all they use the same family secret in their cymbal production. However, to me Zildjian cymbals sound the best and also maybe my affinity to them has to do with that fact that they still use their family name.
As I mentioned, I propose ZIldjian replaces the Ottoman Turkish trademark with Armenian text, and replaces the “Genuine Turkish Cymbals” tag with “Genuine Armenian Cymbals”. I think it make more sense. I also think it’s time the Zildjians honor their family heritage and history. At the very least, honor us Armenian drummers and percussionists who are descendants of Genocide survivors. I cannot think of a better time than the 105th Anniversary of the Armenian Genocide to do just that.
2 notes · View notes