Tumgik
#jüstinyen
anamedblog · 7 years
Text
Bizans’ın Unutulmaz  Aşıkları: Theodora ve Jüstinyen
ANAMED Birim Kütüphanecisi Naz Özkan, bundan tam 1500 yıl önce yaşanan ‘masalsı bir aşk’ı, ‘bugün Ravenna’da San Vitale Bazilikası’nda karşı karşıya bakan iki âşığı, Jüstinyen ve Theodora’yı anlatıyor...
Tumblr media
İmparatoriçe Theodora ve maiyeti; San Vitale Bazilikası Ravenna, İtalya
“Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım bunu. Sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık….”
Umutsuz aşkları anlatmak için en sık kullanılan sözlerden biridir “Vesikalı Yârim” filminde geçen bu replik. Birbirine denk düşmeyen, ayrı yolların yolcusu olan âşıklar, birlikte hiç yazamayacakları bir romanın kollarına düşmemek için çırpınsalar da nafiledir çırpınışları. Lakin bazen hani talih güler ya, ayrı dünyaların insanları olan âşıklar türlü zorluklara, engellemelere, kötü adam ve kadınlara rağmen kavuşurlar ve masal gibi bir aşk yaşarlar bu dünyadan göçmeden önce. İşte böyle masalsı bir aşk bundan tam 1500 yıl önce İmparatorluk’un başkentinde, Makedonya’nın Tauresium köyünde doğan fakat talihinin Konstantinopolis’e savurduğu genç bir adamla, kimi tarihçiye göre Kıbrıs, kimilerine göre ise Suriye doğumlu güzeller güzeli bir kadın arasında yaşanmıştı. Bugün Ravenna’da San Vitale Bazilikası’nda karşı karşıya bakan bu âşıkların adları Jüstinyen ve Theodora’ydı.
Özel Bir Kadın
Jüstinyen için Tanrı’nın hediyesi olarak karşısına çıkan Theodora’nın günümüze kadar gelmiş değişik hayat hikâyeleri vardır. On ikinci yüzyılda yaşamış kronik yazarı Suriyeli Michael’e göre kendisi gibi Monofizit görüşe sahip olan Theodora, bir rahibin kızıydı. Dönemin tarihçisi Prokopius’a göre ise hikâye başkaydı: Konstantinopolis’te altıncı yüzyılda çok meşhur olan araba yarışları dört takım arasında yapılıyordu. Lakin en meşhur iki takım (Maviler ve Yeşiller) arasındaki rekabet, günümüzün Panathinaikos – Olympiakos karşılaşmalarını aratmıyordu. Prokopius’un Anekdota’sına göre Yeşiller’in takımında ‘ayı bakıcısı’ olarak çalışan Akasius’un üç kızı vardı: Komita, Theodora ve Anastasya. Yerinde durmayan acımasız kader ağlarını örüyordu. Ne yazık ki babaları bu üç güzel kızı yetim bırakıp bu dünyadan göçüp gidince anneleri yeniden evlendi. Yeni kocası ev yönetimine katılır, hayvanlara bakar diye düşünen genç kadın zamanla işlerin umduğu gibi gitmediğine şahit oldu. Yeni eşi Yeşiller’in yanında işini kaybettikten sonra aile sefaletle mücadele etti ve bir zaman sonra yardım eli rakip takım Maviler’den geldi. Aile kolay kolay toparlanamasa da sonunda şeytanın bacağını kırdı. Nasıl mı? Dünyalar güzeli Komita sahneye çıkıp şehrin en ünlü fahişelerinden biri olunca. Ablası Komita kadar yetenekli olmasa da Theodora da ablasının izinden gitti ve sahneye çıkıp kısa zamanda “ordu kalıntısı” denen cinsten fahişe ya da “vesikalı” oldu. Çalıştıkları sahnelerde, gittikleri yemekli davetlerde iki kardeş vücutlarını sunarak erkekleri güzellikleriyle mest edip, baştan çıkardı. Theodora, bir zaman sonra günümüzde “burlesque” olarak adlandırılan gösteriler hazırlamaya başladı tiyatroda. Çok zeki olması, keskin nükteleri ile sıyrıldı diğer oyuncuların arasından. Çapkındı elbette, ona âşık olan erkeklerle alay etmeyi sever, ne kendinden ne mesleğinden ne vücudundan utanırdı. Yaşadığı dönemde oyunculuk fahişelikle aynı anlama gelmekte olduğu için toplum tarafından hor görülse de işini bırakmayı bir an bile düşünmedi.
Hayat Theodora’ya küçük sürprizler hazırlıyordu bittabi. Öyle bir an geldi ki özgürlüğüne düşkün, çapkınlar çapkını Theodora mesleğini, ailesini, anılarını Konstantinopolis’te bırakarak aşkının peşinden gitti, ya da sadece yeni bir hayatın… Onu sahneden çekip alan kişi Hekebolos, Libya'daki Pentapolis kentinin yönetimine atanan valiydi ve nüfuslu bir adamdı. Lakin “metres” hayatına daha fazla dayanamadı Theodora, kimsenin prangasına tahammülü yoktu, içine özgürlük korkusu düşmüştü çoktan. Tası tarağı topladığı gibi önce İskenderiye’ye, sonra başkente geri döndü, ve tabii sahnelere… Sahnelerin tozunu attıran Theodora’nın yolu bu sefer de hayatının aşkı Jüstinyen’le kesişti.  
Şanslı Bir Adam
Flavius Petrus Sabbatius ismiyle Konstantinopolis’e gelen genç adamın hayatı, dayısı Justin tarafından evlatlık alınmasıyla değişmişti. Konstantinopolis’te aldığı hukuk ve teoloji eğitimden sonra Exkoubitores (saray muhafızı) olarak çalışan genç adam, İmparator I. Anastasios 518'de öldüğünde imparator olan dayısının yanında yer aldı. Zaman içerisinde Taht Naibi ilan edilen Jüstinyen, konsül olarak da İmparatorluğa hizmet etti. İşte Doğu Roma İmparatorluğu’nun rakipsiz varisi Jüstinyen, yaklaşık olarak 522’de Theodora ile tanıştığında ona deli gibi âşık oldu, sevdiği kadını yanına aldı ve imparator olacağı günü bekledi. 527’de imparator I. Justin ölünce bu iki genç insanın kaderi ve İmparatorluğun da kaderi sonsuza kadar değişti… Corpus Juris Civilis ile hukuk birliği sağlayan Jüstinyen, Kuzey Afrika, İtalya, İspanya, Akdeniz Adaları’nı Konstantinopolis’teki Roma İmparatorluğu’na bağlayarak, kiliseler, su kemerleri inşa ederek, Roma İmparatorluğu’nun ‘restorasyonu’nu (renovatio imperii) ve en önemlisi birliğini sağlamaya çalışarak tarihe adını yazdırdı..
Roma İmpatorluğu’nu yönetmek ateşten bir gömlek gibiydi Jüstinyen ve Theodora için. Bu zorlu yolculuk tozpembe başlamamıştı elbette. Önlerinde aşklarını yaşamalarına değil lakin evlenmelerine ve Theodora’nın “Augusta” olarak Jüstinyen’in yanında mor pelerini ile arz-ı endam etmesine engel olacak durum ve kişiler vardı. Karşılaştıkları ilk sorun Theodora’nın “gayri meşru” kızının durumuydu. Her zaman Theodora’nın kızı olarak kalacaktı ve asla bir prenses olamayacaktı. Fakat Theodora’nın zavallı minik kızından daha ciddi bir sorun vardı: Roma yasaları. Jüstinyen imparator olmadan önce, henüz bir senatörken, evlilikleri senatörlerin sahneye çıkan kadınlarla evlenmelerini yasaklayan kanuna takılmıştı. Ancak I. Justin kadim kanunu kaldırdıktan sonra ve tövbe eden oyuncuların senatörler ile evlenmelerine izin vermesiyle bu sorun çözülmüştü.
Ve hikâyedeki kötü kadın: Prenses Euphemia. “Barbar” bir köle iken Justin ile evlenen, tarihçi Prokopius tarafından eğitimsizliği ile küçük görülen Euphemia, Jüstinyen için hiç uygun bulmamıştı kirli bir geçmişe sahip olan Theodora’yı! Bir Bizans dedikodusuna göre de Euphemia da sahneye çıkan bir oyuncuydu ve Theodora ona hatırlamak istemediği geçmişini hatırlatıyordu. John Barker’a göre önce yasaya daha sonra da prenses Euphemia’nın vetosuna takılan gençlerin izdivacı, Euphemia’nın Hakk’ın rahmetine kavuşmasından sonra 525’te vuku bulmuştu.
Tumblr media
İmparator Jüstinyen  ve maiyeti, başpiskopos Maximian, and Praetorian muhafızlar San Vitale Bazilikası Ravenna, İtalya.
http://www.metmuseum.org/exhibitions/listings/2012/byzantium-and-islam/blog/topical-essays/posts/san-vitale
İsyan Günlerinde Aşk
Tam huzura erecekken âşıkları sınayan son darbe ise Thedora’nın gönülden bağlı olduğu Maviler’den ve Theodora’nın babasının bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Yeşiller’den gelmişti. 13 Ocak günü kalabalık ve öfkeli Konstantinopolis halkı devlet makamlarınca verilen ağır cezalara daha fazla dayanamadı ve Maviler-Yeşiller önderliğinde isyan ateşini Hipodrom’da yaktı. “Nika” sesleriyle galeyana gelen halk Ayasofya’nın yerinde olan bazilikayı yerle bir etti ve Büyük Saray’a yöneldi. Halk eski İmparator Anastasius'un yeğenlerinden birini İmparator olarak ilan edince durum iyice ciddileşti. Theodora ise sanki kaybedeceği bir tahtı, unvanı yokmuşçasına “benim kaybedecek bir şeyim yok” diyerek, soğukkanlılıkla onca devlet görevlisi ve Jüstinyen’in karşısında şu konuşmayı yaptı:
"Belki kadınların, erkekler önünde konuşması ve korkaklara cesaret vermesi doğru değildir. Ama, tehlike anında herkes elinden geleni yapmalıdır. Bence, bu durumda kaçmamız bize bir şey kazandırmaz. Kaçarak kurtulsak bile bunun sonu yoktur. Nasıl olsa dünyaya gelen kişi ölecektir. Hükümdar olan kimse sürgünde yaşayamaz. Ey İmparator! Kaçarak kurtulmak istiyorsan, bunda bir güçlük yok. Hazinen var, gemilerin hazır bekliyor. Ama sarayından ayrıldığın zaman hayatını da yitirmiş olacaksın. Güveneceğin bir yere kaçtığın zaman ölümü güvenliğe tercih edip etmeyeceğini düşün. Bana gelince, eskilerin de dediği gibi erguvani pelerin kefenim olsun!”
Mor pelerinini kefen yapmaya hazır olan Theodora’nın uzattığı eli bırakmaz Jüstinyen. Bu konuşmanın ardından ünlü komutanları Belisarius, kahyası ve generali Narses ve Mundus’u, Hipodrom’da toplanan isyancıların üzerine gönderen Jüstinyen’in ellerine, dönem kaynaklarına göre 30 ila 35 bin civarından insanın kanı bulaşır, isyancıların elebaşı ve bilumum çapulcu idam ettirilir, pek çok mülke el konulur, böylece isyan da son bulur.
Tumblr media
Detorakēs, Theocharēs Eustratiou. Hagia Sophia: ho naos tēs Hagias tou Theou Sophias = Hagia Sophia : the church of the Holy Wisdom of God. Athēna: Ephesos, 2004.
Talihsiz Güzel: Amalasuntha
Seven ne yapmaz, hele kıskanç bir kadınsa… Theodora Jüstinyen’in emrindeki herkesten çok kıskanıyordu sevdiği adamı ve elinden geldiğince Kapadokyalı John gibi düşmanlarından koruyordu. Ancak bu kez Theodora’nın karşısındaki rakip yabana atılacak gibi bir biri değildi. Çünkü Amalasuntha ünlü Ostrogotların Kralı Theodorik’in kızıydı. Eşi vefat edince küçük oğlu tahta geçmişti ve kendisi de naibe olmuştu. Eski Roma kültürüyle eğitilmiş olan güzel Kraliçe oğlu Athalaric’i de aynı şekilde yetiştirmeye çalışıyordu. Lakin soylu Gothlar genç Kraliçe’nin yönetiminden huzursuzdu ve ciddi bir tehdit oluşturuyorlardı. Tehditlere daha fazla dayanamayan Kraliçe, Jüstinyen’den yardım istemiş ve Bizans'a göç etmeyi düşündüğünü söylemişti, üstelik yanında büyük Ostrogot hazinesi ile beraber! Theodora gibi eli kolu uzun, her yerde gözü kulağı olan, hatta geceleri bile uyumayan, “vampir gibi gezen (!)” İmparatoriçe’den kaçar mı böyle bir haber? Theodora’ya göre hiçbir erkek reddetmezdi böyle genç, eğitimli ve mevki sahibi bir kadını. Yılanın başını gençken ezmeli düşüncesiyle hareket eden Theodora elini çabuk tuttu, Petrus'u İtalya’ya elçi olarak gönderdi genç kadının canını alması için. Prokopius’un yazdıklarına bakacak olursak Amalasuntha’nın ölümü Theodora’nın ellerinden olmadı. Allah’ın ‘çirkin şansı’ vermediği, çekici Amalasuntha ise kuzeni Theodahad emriyle kapatıldığı hapishanesinde, banyo yaparken bir komploya kurban gitti… Jüstinyen ise ancak Amalasuntha öldürüldükten sonra Theodahad’ın karşısına çıktı ve Ostrogotlar Krallığı ile Doğu Roma İmparatorluğu arasında 535-554 döneminde sürecek uzun Gotlar Savaşı'nı başlattı.
Bir Aşkın Mirası
Bunca ölüme, entrikaya, savaş rağmen yaşadıkları dönemde yaptıkları ile birçok kişinin ahını da alsalar, Jüstinyen ve Theodora adlarını ölümsüz kılacak işler yapmaktan çekinmemişlerdi. Beşinci ve altıncı yüzyılın kronik yazarlarından Malalas’a göre çift yaşadıkları zenginliği diğer insanlarla paylaşmış ve belli bir kesimin sevgisini kazanmışlardı. Antakya’da kiliseler, hamamlar, bazilikalar yaptırmışlar, incilerle süslü haçı şehre bağış olarak göndermişlerdi. Hormisdas Sarayı’nı, 500’e yakın Monofizit rahibi İmparatoriçe’nin finansal desteği altında korumuşlardı.
Theodora ve Jüstinyen’in hiç çocuğu olmadı. Jüstinyen yeğeni II. Justin’i kendinden sonra tahta geçecek kişi olarak seçti ölmeden önce. Jüstinyen 540’larda geçirdiği vebayı da atlatmıştı sevgilisinin yanında. Çağımızın vebası olarak bilinen kanser ise Theodora’yı ayırmıştı Jüstinyen’den. Sevdiği kadının ölümünden sonra 20 yıla yakın bir süre yaşayan Jüstinyen de kendini dine, teolojiye adamıştı ölmeden önce. 565’te vefat ettiğinde bugün Fatih cami olarak bilinen Havariyyun Kilisesi’nde, adı gibi Tanrı’nın ona bahşettiği hediye olan Theodora’sının yanında sonsuzluk uykusuna daldı Büyük Jüstinyen. Bugün İtalya’nın Ravenna kentinde tıpatıp benzeyen mozaikleriyle karşılıklı bakışan Theodora ve Jüstinyen’in aşkları, isimlerinin baş harflerinden oluşan monogramlarıyla eski adı SS. Sergius ve Bacchus Kilisesi olan Küçük Ayasofya Camii’nin ve dünyanın en eski katedralinin kutsal bilgeliğinin gölgesinde, Ayasofya’nın sütun başlarında ölümsüzleşiyor ve ziyaretçilere, genç âşıklara bu imkânsız ama kaçınılmaz aşkın hikâyesini hatırlatıyor…
Tumblr media
Ss. Sergius ve Bacchus kilisesi, Küçük Ayasofya Camii. Fotoğraf  Yard. Doç Nikos D. Kontogiannis (Koç Universitesi-Gabam) 
Kaynakça:
Barker, John W. Justinian and the later Roman Empire. Madison: University of Wisconsin Press, 1966. DF572 | b.B35 1966  
Behnam, Gregorius Bulus. Theodora: a story of heroism, strife, sacrifice, and faith: treating the affairs of the Syriac Church in the first half of the sixth century. Piscataway: Gorgias Press, Beth Antioch Press, 2007. DF572.5 .T5413 2007  
Bell, Peter N. Three political voices from the age of Justinian: Agapetus, 'Advice to the emperor’; Dialogue on political science; Paul the Silentiary, 'Description of Hagia Sophia. Liverpool: Liverpool University Press, 2009. DF531 .T47 2009
Browning, Robert. Justinian and Theodora. London: Thames and Hudson, 1987. DF572 .B76 1987  
Bury, John Bagnell. History of the later Roman Empire: from the death of Theodosius I. to the death of Justinian. New York: Dover Publications, 1958. DG311 .B98 1958  
Cameron, Averil. Procopius and the sixth century. Berkeley: University of California Press, 1985. DF505.7.P7 C35 1985  
Evans, J. A. S. The age of Justinian: the circumstances of imperial power. London; New York: Routledge, 2000. DF568 .E83 2000  
Garland, Lynda. Byzantine empresses: women and power in Byzantium AD 527-1204. London: Routledge, 1999. DF572.8.E5 G37 1999
Grabar, Andrâe. The golden age of Justinian, from the death of Theodosius to the rise of Islam. New York: Odyssey Press, 1967. N6250 .G6513 1967  
Gregory, Timothy E. A history of Byzantium. Malden, MA: Wiley-Blackwell, 2005. DF552 .G68 2005
Holmes, William Gordon. The age of Justinian and Theodora: a history of the sixth century A.D. New Jersey: Gorgias Press, 2002. DF572 .H7 2002
Lamb, Harold. Theodora and the Emperor: the drama of Justinian. New York: Doubleday, 1952. PS3523.A4235 T44 1952
Lee.R.W. The elements of Roman law: with a translation of the Institutes of Justinian. London: Sweet & Maxwell, 1956. KJA1088 .J8 2010  
Maas, Michael. The Cambridge companion to the Age of Justinian. Cambridge: Cambridge University Press, 2005. DF572 .C35 2005
McCail, Ronald C. The earthquake of A. D. 551 and the birth-date of Agathias. London: William Clowes and Sons, 1967. QE536.2.B95 M3 1967  
Menander, Protector. The history of Menander the Guardsman. Cambridge: F. Cairns, 2006. DF572 .M4613 2006  
Moorhead, John. Justinian. London; New York: Longman, 1994.  DF572 .M66 1994  
Prokopios. The secret history: with related texts. Indianapolis: Hackett Publishing Company, Inc., 2010.  DF572 .P7613 2010  
Sarris, Peter. Economy and society in the age of Justinian. Cambridge; New York: Cambridge University Press, 2006.  DF568 .S37 2006  
Scott, Roger. Byzantine chronicles and the sixth century. Farnham: Ashgate, 2012. DF505 .S36 2012  
Vasilʹev, Aleksandr Aleksandrovich. Justin the First: an introduction to the epoch of Justinian the Great. Cambridge: Harvard University Press, 1950.  DF568 .V37 1950
5 notes · View notes
korayaker · 4 years
Photo
Tumblr media
Nika Ayaklanması- 532  Konstantinopolis
532 Nika ayaklanması, İmparator 1.Jüstinyen döneminde Hipodrom’da meydana gelen ve 30.000 kişinin katledilmesiyle son bulan isyandır. İstanbul tarihinin en kanlı olaylarından birisidir. Belki de en kanlısı… Peki Nika isyanı nasıl başladı ve neden bu kadar kanlı bir şekilde bastırıldı?
Sonradan İmparator Jüstinyen olarak anılacak olan Flavius Petrus Sabbatius İustinianus’un taht yolcuğu, Roma İmparatoru olan amcası Jüstin’in MS 627’de sarf ettiği şu sözlerle başlar: “Halkımın kararı sonucunda yeğenim ve evlatlığım Jüstinyen’i eş imparator ilan ediyorum”. Kısa süre sonra Jüstinyen, 45 yaşında iken Ayasofya’da gerçekleştirilen törenle birlikte imparatorluk alameti olan erguvan moru pelerini omzuna takar.
Karısı Theodora ile birlikte Konstantinopolis’in en büyük sarayına yerleşir. Theodora soylu olmadığı halde imparatoriçe olan ilk Romalı kadındır. 6.yy’da yaşamış bir Romalı tarihçi onun için şu satırları not düşer: “Roma, tarihi boyunca fahişelik yapan çok imparatoriçe görmüştür ama imparatoriçe olan fahişeyi ilk kez görüyor”.
Nika ayaklanması ile ilintili olarak hem Jüstinyen hem Theodora hakkında daha teferruatlı bilgiler almak için sayfanın sonunda “Tavsiye Edilen Yazılar” kısmına bakabilirsiniz.
Tumblr media
Konstantinopolis’te Sular Isınıyor
Nika ayaklanmasının vuku bulduğu araba yarışları başlamadan önceki haftalarda, Konstantinopolis’te önemli gelişmeler olmuştu. Doğuda General Belisarius Pers ordularını yenmiş, batıda ise sınırlar Adriyatik’e kadar genişletilmişti. Kafkas orduları da buraya çağrılmıştı. Anlamı ise netti: İtalya ve Sicilya’ya sefer! Oysa Romalılar artık savaş istemiyorlardı.
Perslerin ve göçmen kavimlerin baskısıyla askeri harcamalar artınca; hasat şenliklerinde bedava şarap dağıtılmadığı gibi, her yıl Hz İsa’nın doğum gününde verilen sikkeler de dağıtılmamıştı. Fırıncılar sokağı da, vali (Praetor) tarafından konulan ek vergiyi anlamlandırmaya çalışıyordu.
Tüm bu hoşnutsuzluklar bir araya gelince sokaklar karıştı, muhafızlar müdahale etti… Vali, 7 kişiyi tutuklamış ve idam ettirmişti. Ancak bunlardan 2’sinin ipleri kopmuş ve çevredekilerin de yardımıyla bir kiliyse sığınmışlardı. İstanbul halkı ise bu durumu ilahi bir işaret olarak yorumlamıştı.
Romalıların Sesi Yükseliyor: Nika, Nika, Nika!
Tumblr media
Ocak 532 yılında Konstantinopolis halkı, araba yarışları için hipodromda toplanmaya başlamıştı. Yarışın bu ilk gününde İmparator ile halk temsilcileri arasında bir görüşme olacaktı.
Maviler ve Yeşiller
Maviler ve Yeşiller, o dönemin politik taraftar grupları idi. Şehir milislerinin de kaynağı olan bu gruplar, farklı takımları tuttukları gibi farklı çevreleri temsil ederlerdi.
Yeşiller, zanaatkârları ve tüccarları yani şehirlileri; Maviler ise çiftçileri ve toprak sahiplerini yani köylüleri temsil ederlerdi. Maviler hipodromda, imparatorluk locasının sağında yani gölgelik kısımda; yeşiller ise sol tarafta otururlardı.
Yukarıda bahsettiğim, kiliseye sığınan iki kişiden biri mavilerden, diğeri ise yeşillerdendi. Halk yarışlar öncesi her zamanki gibi Jüstinyen lehine sloganlar atıyor ve af talebinde bulunuyordu. Kendi valisinin kararını çiğnemek istemeyen Jüstinyen ise bu taleplere cevap vermiyordu.
Hipodromda İsyan
Son yarışlar da tamamlanmasına rağmen hipodrom boşalmıyordu . Önce homurtular yükseldi, ardından güçlü
Nika Ayaklanmasının Başladığı Hipodrom
Tumblr media
sloganlar: “Yaşasın zulüm gören Maviler, yaşasın Yeşiller”. İki grup bir araya gelmiş ve hipodromdan sokağa akıyordu. Valilik binası önünde Romalıların önünü askerler kesti fakat kalabalık durmayacaktı: Askerler öldürüldü, bina basıldı! Valilik binası altındaki zindanlara giren maviler ve yeşiller, buradaki mahkumları serbest bırakıp binayı ateşe verdiler. Ateşi harlamak için atılan saman balyaları rüzgarın etkisiyle savruldu ve önce senato binasını, ardından da Ayasofya Kilisesi’ni tutuşturdu. Yangın, gece boyunca sürecekti…
Çarşamba günü (ertesi gün) Jüstinyen İstanbul halkını sakinleştirmek için yarışların devam etmesini emreder. Romalılar hipodromda toplanır fakat atlara bağlanmış arabaların gösterisini izlemek için değil, yukarıda saydığım olumsuzluklara neden olduğuna inandıkları yöneticilerin azlini istemek için!
Senato Nika Ayaklanması için Toplanıyor
Durumu değerlendirmek isteyen Jüstinyen, senato üyelerini saraya çağırdı. Zaten sokaklarda asker yoktu, en güvenli yer burasıydı. Senatörler ve diğer bürokratlar Jüstinyen’e halkın taleplerini kabul etmesi için baskı yaptılar ve başarılı da oldular.
Komutan Mundus, Konstantin Forumu’nda istedikleri azil ve atama işlemlerinin yapılacağını halk temsilcilerine bildirdi. Ardından tellallar halka eve dönmeleri gerektiğini ve oyunların ertesi gün devam edeceğini duyurdu. Fakat Jüstinyen karşıtları halkı galeyana getirmek için çaba harcıyorlardı. Çok uğraşmaları da gerekmemişti: Kendine güveni gelen ve durumdan cesaret alan gruplar, tekrar sokaklara dağıldılar.
Mese caddesinde (orta cadde) toplanan Romalılar hep bir ağızdan Konstantinopolis’i “Nika, Nika, Nika” diye inletiyordu: Zafer, zafer, zafer!
Nika İsyanı Büyüyor
Kalabalık, Jüstinyen’in rakiplerinden Anastasius’un yeğeni Probus’un evine yöneldi. Onu imparator ilan etmek istiyorlardı fakat Probus böyle durumlarda olabilecekleri tahmin edebilecek kadar tecrübeli bir politikacıydı ve Konstantinopolis’i çoktan terk etmişti. Anlamsızca öfkelenen isyancılar, Probus’un evini yaktılar.
Bu arada General Belisarius subaylara ne yapmaları gerektiğini bildiriyor ve sarayda güvenlik tedbirlerini arttırıyordu. Jüstinyen’in başmabeyincisi ve yardımcısı Narses ise imparatoruna dışarıdaki olayların öngörülemez olduğunu ve isyancı grupların silahlı olduğunu anlatıyordu.
“Erguvani Pelerin Kefenim Olsun”
Tumblr media
Antik Konstantinopolis Hipodromu
Roma tarihinde Kartaca fatihi ve Pers ordularını durduran komutan olarak anılan General Belisarius’un emrinde, 1400 kişilik çok özel bir kuvvet vardı. Got kökenli olan ve doğrudan Belisarius’a bağlılık yemini etmiş olan bu askerler, at üstünde ve tepeden tırnağa zırhlıydılar. Mundus’un emrindeki askerler ise Cermen ve Hun kökenli süvari birlikleriydi. İşte bu askerler, Nika ayaklanmasını başlatan mavilere ve yeşillere müdahale etmek için imparatordan emir almışlardı.
İsyancılar, Augusteum Meydanı’ndaki (Sultanahmet Meydanı) ilk müdahaleye karşılık verdiler ve çıkan çatışmalar sonucunda Samson Hastanesi ile Aya İrini Kilisesi (İstanbul’un ilk kilisesi) yandı. Belisarius Mese caddesinin kontrol altına alınmasını emrettiğinde ise alevlerle mücadele sırası askerlere gelmişti. Cadde boyunca kurulan barikatların ardından ve binaların çatılarından askerlere alev topları fırlatılıyordu… Akşam saatlerinde ise Belisarius ve Mundus, mağlubiyeti kabul ederek meydanları ve caddeleri direnişçilere bırakıp saraya geri çekildiler. Ordu, halk tarafından geri püskürtülmüştü!
Olanlar karşısında ne yapacağını ve kime güveneceğini bilemeyen Jüstinyen, senatörleri saraydan kovdu. Kısa süre sonra tellallar, İmparator’un pazar sabahı hipodromda halkın karşısına çıkacağını duyurdular.
Jüstinyen Halkın Karşısında
Elinde İncil ile hipodroma gelen Jüstinyen; kimsenin suçlanmayacağını, kimsenin yargılanmayacağını ve olayların son bulması halinde herkesin gündelik hayatına devam edebileceğini ilan etti. Ancak iş işten geçmişti… Kalabalık Jüstinyen’e hakaret etti ve ona inanmadıklarını söyledi. Jüstinyen, İncil’i tutan elini havadan indirip locadan çekildi.
İsyancılar ise hipodromda yeniden zaferlerini haykırıyorlardı: Nika, Nika, Nika!
Theodora’dan ötürü İmparatordan nefret eden senatörler ise halkın saraya yönelmesi için çaba harcıyordu. Onun deniz yoluyla Konstantinopolis’i terk edeceğini biliyorlardı. İş öyle bir notaya gelmişti ki, bazı saray muhafızları bile artık Jüstinyen’i korumak istemiyorlardı.
İsyancıların Yeni İmparatoru
Zaferlerinden emin olan isyancılar, Anastasius’un en büyük yeğeni olan Hypatius’u imparator ilan ederek başına zincir (taç bulamadıkları için) taktılar. Yeni imparator, kulağında karısının “seni ölüme götürüyorlar” sözleri çınlarken omuzlarda, Mese caddesi boyu gezdiriliyordu. Az sonra kendisini sırtında erguvan moru pelerinle, hipodromun imparatorlara ait locasında buldu… Nika ayaklanması doruk noktasındaydı!
Bu arada tarihin akışını değiştiren, isyancıların kaderini belirleyen bir şey oldu. Sarayı gemilerle terk etmeye niyetlenen Jüstinyen’in karşısına dikilen imparatoriçe Theodora şu konuşmayı yaptı: “Yeterince altınımız var, ömrümüzün sonuna kadar rahat ederiz. Ama 1 gün kendine soracaksın, ya kalsaydım diye! Benim inancıma göre eğer erguvani pelerini omzuna taktıysan, onu çıkarmamalısın. Bana gelince, ben atalarımızın sözüne her zaman inanmışımdır, erguvani pelerin kefenim olsun!”
İmparator Jüstinyen utandığından mı yoksa cesaret bulduğundan mı bilinmez fakat son anda kalmaya ve nika isyanını ne olursa olsun bastırmaya karar verdi. Önce çok güvendiği iki komutanını aldı yanına. Belisarius ve Mundus ile son ve en öldürücü müdahaleyi planladı: Mundus hipodromun Augusteum kapısını tutacak, Belisarius ise saray geçidini kullanarak ayaklanmacıların liderlerini tutuklayacaktı.
Muhafızların Sessiz Direnişi
Müdahale öncesinde hesaplanmayan bir şey oldu ve saray kapısındaki muhafızlar tüm emirlere rağmen hipodroma giden yolu açmadılar. Jüstinyen, bu ihaneti asla unutmayacak ve kötü cezalandıracaktı…
Belisarius ve komutasındaki askerler sarayın etrafından dolaşarak hipodroma girdiler. Bu sırada Narses
532 Nika İsyanında Konstantinopolis Şehir Planı
dışarıdakilere, “bunlar size ne kazandırabilir” diye soruyordu. Belisarius ve Got askerleri locanın kapısına varmışlardı. Maviler belki direnmiyorlardı fakat locanın kapısını da açmıyorlardı. Ne isyanın liderlerini ne de Hypatius’u teslim etmeye niyetleri yoktu. Bu esnada kalabalık içerisinde hareketlenme oldu ve askerlere ufak sataşmalar başladı. Locadaki muhafızlarla ayaklanmacılar arasında sıkıştığını düşünen Belisarius, aniden harekete geçti.
Katliam Başlıyor
Kılıcını kınından çıkarıp, günlerdir yorulan ve halka bilenen askerlerine saldırı emri verdi. Süvariler bir anda ok ve mızrak yağmuruna başladılar. Mundus ise Ölüm Kapısı’ndan (eskiden ölen gladyatörlerin çıkarıldıkları kapıdan) taarruza geçti. Ardından Narses elindeki küçük ama özel eğitimli askerlerle yardıma geldi. Tam bir katliam yaşanıyordu… Erkekler, kadınlar, yaşlılar… Hipodromun beyaz mermerleri kandan gözükmeyinceye, tek bir sivil canlı kalmayıncaya kadar askerler ölüm olup yağdı halkın üstüne…
532 yılının Ocak ayında Hipodromda başlayan Nika isyanı, yine hipodromda 30.000 kişinin ölümüyle son bulmuştu… Bazı tarihçilere göre ölü sayısı 40.000 idi. Harold Lamb’a göre ise bu sayı gerçekte birkaç bin kişidir. Ekseri görüş ise 30 bin kişidir. Sadece Roma döneminin değil, tüm İstanbul tarihinin en kanlı olayı, Nika ayaklanmasıdır.
Nika İsyanının Etkileri ve Normale Dönüş
Tumblr media
Nika ayaklanması katliamı pazar öğleden sonra durmuştu. Yalnızca Hypatius sonradan ölmüştü (ya da öldürülmüştü). Dönemin Romalıları bunun ardında Theodora’nın olduğuna inandılar. Fakat asla nasıl öldüğü anlaşılamadı. Aslında halk daha fazlasını bekliyordu: İsyancı avı! Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Aksine Jüstinyen af ilan etti. Herkesin işinin başına dönmesini ve kimseye dokunulmayacağını bildirdi. Hatta Hypatius’un çocuklarına kaybettikleri hakları geri verdi.
Nika ayaklanmasının hemen ardından yangınlar söndürüldü ve harabeye dönüşen şehir yeniden imar edilmeye başlandı. Yeniden inşa edilen yapıların arasına yeryüzünün en büyük mabedi de girecekti: Ayasofya! Tabii ki bambaşka bir yazının konusu…
Nika isyanının en büyük etkisi senatoya oldu. Her ne kadar sürgüne gönderilen senatörlere af çıkmış olsa da, Seatos populusque Romani (S.P.Q.R) bir daha asla eski önemine kavuşamadı. Geleneklere göre imparator, aldığı her kararı senatoya danışmak zorundaydı ama paranoyak bir hale bürünen Jüstinyen artık tüm kararlarını kendi başına alacaktı.
İsyanın diğer önemli etkisi ise hipodroma yönelik oldu. Yarışlar süresiz durduruldu ve hipodrom kamusal toplantılara kapatıldı. Burası artık sadece özel gün ve bayramlarda kullanılan bir alan olacaktı.
Tumblr media
Nika ayaklanmasının Konstantinpolis’in yönetimine de etkisi oldu. Şehir Savunucuları diye bir memurluk oluşturuldu. Bunlar halk tarafından seçilecek ve küçük davarla bakacaklardı. Aynı zamanda pazarları da denetleyeceklerdi. İlaveten Agentes in Rebus birliğine yani ajanlara artık bütçe verilmeyecekti.
İstanbul’a girişler de kontrol altına alınıyordu. Bundan böyle şehirde malı, işi ya da ailesi olmayan hiçbir göçmen, surlardan içeri adımı atamayacaktı.
Alıntı
8 notes · View notes
dunyayikesfet · 2 years
Photo
Tumblr media
Şifalı Berdan Nehri sularının antik nekropolü aşması ile oluşan TARSUS ŞELALESİ ile tanıştırayım sizi. . 💦Tarsus şehir merkezine sadece 4 km mesafede yer alan şelale hem çevrede yaşayanlar hem de gezmeye gelenler için serin bir nefes alma noktası. . 💦 Şelale, Tarsus Ovası’nı besleyen antik adıyla Kydnos, şimdiki adı ile Arapça soğuk su anlamanına gelen El-Baradan’ın Türkçeleşmiş hali ile Berdan Nehri üzerinde yer alıyor. . 💦 Önceleri Tarsus şehir merkezinden geçen nehrin yönü Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından değiştirilerek bugünkü yerine yönlendirilmiş ve o dönemde nekropol olan alan Tarsus Şelalesi’ni oluşturmuş. . 💦 Berdan Nehri suları şifalı kabul edilse de bazı efsaneler göre lanetli. Mesela; Büyük İskender'in Kydnos'da yıkandıktan sonra zatürree olduğu ve bir daha da iyileşemeyerek kısa bir süre sonra Suriye'de öldüğü söyleniyor. . 💦 Nehir kıyısında, şelale çevresinde kahvaltı edebileceğiniz mekanlar var, çok da keyifliler. . Tarsus rotanıza şelaleyi ve nehir kıyısındaki mekanları eklemenizi öneririm. . #çokgezenmersin #tarsus #eşsizmersin #öncetürkiyeyikeşfet #çukurovakalkınmaajansı #tarsusgezilecekyer #gezilecekyerler #gezirehberi (Tarsus Şelalesi) https://www.instagram.com/p/Cbukws5jOer/?utm_medium=tumblr
0 notes
sizekitap · 3 years
Text
Ayasofya Sanal Turu (Etkinlik)
Tumblr media
Dr. Mehmet Kürkçü’nün size özel anlatımı ile Bizans Sanatı ve Mimari-si’nin şaheseri Ayasofya’yı keşfe çık.
Seyahat etmenin zorlaştığı bu dönemde, dünyayı keşfetmeye devam etmek için dünyaca ünlü müzeleri evinize getiriyoruz. Bizans Sanatı ve Mimarisi’nin şaheseri sayılan Ayasofya ya da Kutsal Bilgelik Kilisesi, insanlık tarihin de harikalarından biridir. Kubbe yapımında dünya mimarlık tarihinin bir aşaması olarak kaydedilmiştir. İçinde yer alan mozaikler Floransalı sanatçıları etkilemiş hatta Rönesans’ın oluşmasına da katkıda bulunmuştur. Dr. Mehmet Kürkçü’nün derin bilgisi ve özgün anlatımıyla Antonina On-line Mektep kullanıcılarına özel hazırladığı canlı anlatımı izlerken, Ayasofya hakkında bilinmeyenleri keşfedin.
Konuşmacı: Dr. Mehmet Kürkçü
Bu sanal müze gezisine neden katılmalısın? ● Dünya tarihinin en önemli eserlerinin yer aldığı Ayasofya Müzesi’ni evinizden rehber anlatımıyla gezme şansı yakala.
Bu sanal müze gezisinde neler öğreneceksin? ● Bizans Tarihi ● Jüstinyen döneminin büyüleyici tarihçesi ● Bizans Resim Sanatı ● Bizans dönemi sanat tarihi ● Mimarların yaşam öykülerini ● Ayasofya’nın yapım öyküsünü ● Mozaik teknikleri
Bu geziyle kazanacağın yetkinlikler. Sanat Tarihi, Dinler Tarihi, Mimarlık
Eğitim Seviyesi: Herkes için
Sanal Müze Gezi Programı ● Forum Augusteion ● Ayasofya Bahçesinde Bulunan 2.Ayasofya Kalıntıları ● İmparator Kapısı ● Narteks ● Naos ● Kubbe ● Galeri ● Galeri Mozaikleri
Sanal Gezilerimiz Hakkında Genel Bilgilendirme: ● Bu SANAL MÜZE GEZİSİ bilgisayar ya da telefonunuzdan görüntülü olarak gerçekleşmektedir. ● Sanal Müze Gezileri profesyonel rehber eşliğinde yapılmaktadır. ● Görüntüler verilirken rehber müzede eserler, olaylar ve görüntüde olan yapı/müze hakkında yorum ve anlatım yapmaktadır. ● Sanal gezi sırasında anlatım sürerken rehbere yazılı olarak soru sormak ya da notlar iletmek mümkündür ● Sanal Müze gezisi 2 saat sürmektedir. Her gezi sonrasında 30 dakikalık soru / sohbet bölümü vardır ● Canlı yayın Zoom üzerinden gerçekleşecektir. Yayının gerçekleşeceği Zoom bağlantısı, kayıt yaptıranlara 24 ile 48 saat öncesinden e-posta yöntemi ile paylaşılacaktır. ● Canlı yayına katılabilmek için bu deneyime kayıt yaptırmanız gerekmektedir. ● Sanal Müze gezimizde katılımcı sayısı 75 kişi ile sınırlıdır. ● Program öngörülemeyen durumlar nedeniyle değişiklik gösterebilir. ● Antonina Online Mektep etkinliğin akışında değişiklik yapma hakkını saklı tutar. ● Geziyi kaçıranlar için telafi gezi yapılmayacaktır. ● Her gezinin kayıtları kursiyerlere bir kayıt link olarak gönderilecektir.
Sanal Gezi İle İlgili Diğer Bilgiler ● Sanal gezinin tarihleri: ● 7 Ocak 2021 – 20.30, 14 Mart 2021 – 20.30 ● Sanal gezinin süresi 2 saattir. Her gezinin sonunda soru ve yanıtlar için 30 dakikalık süre olacaktır.
REHBER Sanat Tarihçi, Arkeolog Dr. Mehmet Kürkçü
1966 yılında Biga’da dünyaya geldi. 1989 yılında turizm dünyasına girdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1992 yılında açtığı kurslar sonrasında turist rehberi olmaya hak kazandı. Sanat ve arkeolojiye olan tutkusu nedeniyle 2004 yılında “sanatlar tarihi” okumak üzere üniversiteye geri döndü. Fransa’nın Grenoble kentinde, Université Pierre Mendes France’da aldığı lisans eğitimi sonrasında Sanat Tarihi ve Arkeoloji Yüksek Lisansı için Paris Sorbonne Üniversitesi’ne davet edildi. Aynı disiplindeki doktorasını da “onur” derecesiyle yine Sorbon Üniversitesi’nde 2014 yılında tamamladı. Yurt dışında Apollonia (Arnavutluk), ardından Türkiye’de Tlos, Patara, Aizanoi, Aigai ve Phaselis’te kazılara ve yüzey araştırmalarına katıldı. Doktora tezi sürecinde Termessos Antik kentinde 6 dönem araştırmalar gerçekleştirdi. Akdeniz Havzası’ndaki birçok antik kentte araştırmalarda bulundu. Yurt içi ve yurt dışında bilimsel organizasyonlara katıldı. Ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde makaleleri yayınlandı, hakemlik yaptı. Aynı zamanda arkeoloji kitaplarından bölüm çevirileri bulunuyor. Turist Rehberleri Birliği’nin (TUREB) Turizm Fakülteleri ve meslek yüksekokulu öğrencileri için düzenlediği, tüm Türkiye’yi kapsayan eğitim ve uygulama gezilerinde eğitmen rehber ve gözetmen olarak görev aldı. Farklı üniversitelerde çeşitli alanlarda dersler verdi. Kürkçü, Türkiye’deki profesyonel turist rehberi sertifikası yanında, tüm Fransa’da geçerli “guide – conferencier” belgesine de sahiptir.Turist Rehberliği bölümlerinde gördüğü eksiklikleri ve yanlış uygulamaları kapsayan çalışmalarını 17. Ulusal Turizm Kongresi’nde dile getirdi ve ardından 3. Turizm Şurası Bilimsel Heyeti’ne davet edildi. Akademik hayatının yanında kültürel gezilerimizde görev almaktadır.
Kaynak
devamı burada => https://sizekitap.com/etkinlikler/ayasofya-sanal-turu-etkinlik/
0 notes
mustafaasir · 4 years
Photo
Tumblr media
KÜÇÜK AYASOFYA CAMİİ Sultanahmet Meydanı’nın güneybatısından denize doğru inerken tren yolunun hemen yanında, Cankurtaran ile Kadırga semtlerinin kesiştiği alanda, bulunduğu mahalleye adını veren küçük bir cami ile karşılaşırız. Küçük ve mütevazı görüntüsünün aksine mimarisi ile yeni bir çağ açan, ilginç hikayeler barındıran bir yapıdır Küçük Ayasofya. Kilise olarak inşa edilen yapının asıl ismi Sergios ve Bakhos Kilisesi idi. Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen (Justinianos/Iustinianus) ve karısı Theodora tarafından 527 senesinde yapımına başlanan kilisenin inşaatı 532 yılındaki Nika Ayaklanması sırasında zarar görünce ancak 536 yılında tamamlanabilmiştir. Kilise ismini Hristiyanlığa geçtikleri için işkence ile öldürülen ve daha sonra azizlik mertebesine getirilen Sergios ve Bakhos isimli iki askerden almıştır. Efsaneye göre; İmparator I. Anastasios (Anastasius)’a karşı bir komploya karıştıkları iddiasıyla idama mahkum edilen Jüstinyen ve amcası Justin sabah gerçekleşecek olan idamlarını beklerken, o gece Aziz Sergios ve Aziz Bakhos İmparator Anastasios’un rüyasına girmiş ve onların suçsuz olduklarını söylemişlerdir. Bundan etkilenen imparator da Jüstinyen ve amcasını affetmiştir. Jüstinyen tahta geçtiğinde ise bu iki azize olan minnetini göstermek için bu kiliseyi inşa ederek kiliseye Aziz Sergios ve Aziz Bakhos’un adlarını vermiştir. Bir başka efsaneye göre ise; İmparator I. Anastasios’tan sonra tahta geçmesi için ordu tarafından, saray muhafızlarının komutanlığını yapmış ancak okuma yazması dahi olmayan köy kökenli Justin seçilmiştir. I. Justin ise hükümdarlığının sonunda varis olarak yeğeni Jüstinyen’i bırakmıştır. Tahta geçen Jüstinyen’in eşi Theodora cambazhane dansçısı olması sebebiyle Roma aristokrasisinin tepkisini çeken ve hafifmeşrep olarak görülen bir kadındır. Theodora’ya tepki gösterenler arasında Roma aristokrasisinin güçlü kadınlarından ve sanatın koruyucusu olarak ünlenmiş olan Anikia Juliana da vardır. #Küçükayasofya #ayasofya #aşir #tarih #arkeoloji #gezi #kültürelmiras #cami #kilise https://www.instagram.com/p/CJD-olHFVihpLcAT5eV6kutG9xgUbM0qrS6cPM0/?igshid=ua627t6wth7z
0 notes
radyobalfm · 4 years
Text
Bizans Periyodundaki Veba İle Koronavirüsün Benzerlikleri
Bizans Periyodundaki Veba İle Koronavirüsün Benzerlikleri
Tumblr media
El Pais gazetesinin haberine nazaran Bizans İmparatoru I. Jüstinyen'in ismiyle anılan salgın sürecinde, İstanbul'da bugünkü ile benzerlikler gösteren devirler yaşandı.
Barcelona Üniversitesi'nden Sales Carbonell isimli araştırmacı, Prokopius isimli Bizanslı tarihçinin metinlerini incelerken veba vadesince kentte “mutlak sınırlamalar ve izolasyon” uygulandığını tabir etti. Carbonell yaşanan…
View On WordPress
0 notes
hafizacoplugu · 4 years
Text
Tarihin en büyük 5 salgını
2019 yılının sonlarında Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan corona virüs, Türkiye'ye de yayıldı. Son yılların en büyük virüs salgınlarından biri olan corona virüsle ilgili henüz bir ilaç geliştirilmedi. Bilim insanları ve doktorlar corona virüsle ilgili çalışmalarına devam ediyor. Son zamanların en büyük virüs salgınlarından biri olan corona virüsün haricinde, dünya genelinde bugüne kadar yayılan pek çok farklı virüs salgını oldu. Peki, bu virüsler neler ve dünyaya etkileri ne oldu?
KARA VEBA ( 75-200 milyon )
Tumblr media
1346-1353 yılları arasında ortaya çıkan Kara Veba salgınıyla 75-200 milyon arasında insan hayatını kaybetti. Tam sayının bilinmemesiyle birlikte Avrupa nüfusunun salgının yaşandığı yıllar arasında yüzde 30 ile yüzde 60 oranında azaldığı belirtiliyor. Yaşanan salgının, tanrının ve kilisenin sorgulanması nedeniyle dinde reformun, aynı zamanda da hayatta da rönesansın başlamasının en önemli nedenlerinden biri olarak gösteriliyor.
İspanyol Gribi ( 50 ile 100 milyon )
Birinci Dünya Savaşı'nın ardındaki yıllarda 500 milyon insana bulaşan İspanyol Gribi, H1N1 influenza virüsü nedeniyle, yüksek ateş ile dünya genelinde 50 ile 100 milyon arasında insanın ölümüne yol açtı. Bu rakam birinci ve ikinci dünya savaşında ölen insan sayısından kat kat fazla. 
HIV (AIDS) ( 36 milyon )
Tumblr media
20. yüzyılın ortalarında maymunlardan insanlara geçtiği anlaşılan HIV'nin ilk örneği 1959 yılında Kongo'da ortaya çıktı, teşhisi ve adı 1980'lerde konuldu. Son 30 yılda 36 milyon insanın canını alan HIV için kesin tedavi henüz bulunamadı. Yalnızca önlemler biliyor ve hastalığa yakalandıktan sonra bir ömür boyu ilaç kullanmak gerekiyor.
Cocoliztli Salgınları ( 15 milyon )
16. yüzyılda Yeni İspanya adıyla bilinen ve şu an Meksika olan yerde, birkaç farklı hastalığın aynı dönemde ortaya çıkmasıyla yaşanmış salgın felaketine cocolitzli sangınları ismi veriliyor. Bugün yapılan incelemelere göre Salmonella bakterisi nedeniyle olduğu düşünülen salgınlar 1520 ile 1576 yılları arasında 15 milyona yakın insan öldürdü.
Üçüncü Veba salgını ( 12 milyon )
1855-1859 yılları arasında Çin'de başlayan ve sonrasında tüm dünyaya yayılan salgın, yalnızca Çin ve Hindistan'da 12 milyon insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu. Jüstinyen Vebası ve Kara Veba'nın ardından gelen üçüncü veba olduğu için adına Üçüncü Veba denildi. Read the full article
0 notes
huseyinerol3453 · 4 years
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, AYASOFYA KÜLLİYESİ Sultanahmet semtinde, Sultan Ahmed Camii'nin karşısında yer alır. Dünya mimarlık tarihinin en önemli eserleri arasında sayılan bu eser, aslında bir kilise olarak inşa edilmiştir. İnşasına Bizans İmparatoru I. Konstantin zamanında başlandı, fakat ancak 360 yılında, II. Konstantin'in imparatorluğu döneminde tamamlanabildi. Bu ilk Ayasofya çıkan bir isyanda kısmen yandı. II. Theodosios tarafından onarılarak 415 yılında yeniden ibadete açıldı. Ama 532'deki ayaklanma sırasında bu kez, tamamen yandı. Olaylar sona erince İmparator Jüstinyen, buraya muhteşem bir mabed yapmaya karar verdi ve Batı Anadolu'lu iki mimar-mühendis olan İsidoros ve Anthemios'u görevlendirdi. Yapım için bütün Akdeniz ülkelerinden malzemeler getirildi; Anadolu'daki, Artemis Tapınağı da dahil olmak üzere, bazı pagan tapınaklarının sütunları sökülerek Ayasofya'da kullanıldı. İnşası beş yılda tamamlandı ve Ayasofya 537 yılında yeniden ibadete açıldı. Günümüze kadar ulaşan yapı, Jüstinyen'in yaptırmış olduğu bu kilisedir. Ayasofya o tarihten günümüze kadar zaman zaman tahribata uğradı, yeniden tamir edildi ve eklentiler yapıldı. Ama özelliğini hiçbir zaman yitirmedi. Ayasofya, en kötü günlerini Latin istilası döneminde yaşadı; yağmalandı, harap edildi, birçok değerli eşyası alınarak Avrupa'daki kiliselere götürüldü. 1261'de şehir tekrar Bizans'ın eline geçtiğinde, Ayasofya oldukça tahrip edilmişti. Çok kısıtlı imkanlarla Ayasofya ihya edilmeye çalışıldı. Ama 1344 depreminde yeniden çok zarar görecek, hatta kubbenin bir bölümü de dahil olmak üzere, bazı kısımları çökecektir. Bu sırada gittikçe fakirleşen Bizans, Ayasofya'yı hemen tamir ettiremeyecek; Ayasofya bir müddet kapalı kalacaktır. Daha sonra toplanan özel vergi ve bağışlarla 1354'te yeniden tamir edilecektir. Bütün bunlara rağmen Ayasofya, Latin istilasından İstanbul'un fethine kadar.eski ihtişamlı günlerine bir daha geri dönememiştir. Şehir fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmed, doğruca Ayasofya'ya gidecektir. Ama Ayasofya çok haraptır. Bu harap ama muazzam mabed, aynı gün kiliseden camiye dönüştürülecek ve böylece Ayasofya için yeni bir dönem başlayacaktır. InşaAllah diyelim. En içten dileklerim https://www.instagram.com/p/B-K8_QCAbaV/?igshid=1hfwh4m3vwv85
0 notes
koronavirustr · 4 years
Link
Antoninus Vebası (Galen'in Vebası)
Jüstinyen Vebası
Kara Veba
Amerika'nın su çiçeği ile tanışması
Cocoliztli Salgınları
7 farklı kolera salgını
Üçüncü Veba salgını
Tifüs salgını
İspanyol Gribi
Asya Gribi
HIV (AIDS)
Sars
Mers
Corona Virüsü
0 notes
ha-kan-kara-yel · 5 years
Text
Tumblr media
***KANAL İSTANBUL***
İHANET / Feza TİRYAKİ
Zaman çok hızlı akıyor.
Bir şeyi, bir durumu merak ediyorsun, daha konunun üstünde düşünüp dururken, nedenleri kafanı kurcalarken, sorunun yanıtı kendiliğinden geliyor.
Neyi nereye kadar gizleyecekler?
Geçen gün, okuyanlara sordum, “Elia ile Yolculuk” kitabını eleştirirken, “Bu kitabı, Livaneli, “Eniştem beni niye öptü?” misali neden yazmıştır, sorsalar da açıklasa!”diye. Gerçi doğrudan yanıt verilmedi ama soruma, gündemdeki bir haber başlığı, bir gazetecimizin yorumu sorumu yanıtladı:
“Kanal İstanbul”cular, İstanbul’da “Pontus” sergisi açtırdı!..”
Bu yazıda, eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Kurmay Albay Ümit Yalım:
“Kanal İstanbul’un, 3. Boğaz Köprüsü ve Körfez Köprüsü gibi atıl olacağı şimdiden belli. Sözde Kanal İstanbul’un Kanal Bizans’a dönüşmesi kaçınılmazdır. Kanal Bizans Projesi ile tarihi yarımadanın Trakya’dan ayrılarak Vatikan statüsünde bir yapılanma olacağı ve böylece Türk topraklarında Bizans Devletinin kurulacağı açıkça görülmektedir.” diyor ve “Yunanistan’ın Bizans’ı inşa etme çalışmalarını” olayların ayrıntılarıyla, tarih ve belgeleriyle açıklıyor.
Nerede mi bu açıklama? Yeniçağ yazarı Ahmet Takan’ın son yazısında.
Demek ki, bu işler bireysel değil, küresel çetenin dayatmaları, hepsi sırasıyla uygulanacak. Küresel çetenin elemanları da boş durmayacak tabii, elinden yazı gelen yazacak, ikiyüzlü siyasetçi, ağzı laf yapan sözde aydın çetesi ise, bölücü – yıkıcı konuşacak, toplum el birliğiyle aptallaştırılacak.
Bölücü söylemli, Rumcu- Ermenici- HDP’ci birinin aynı anlarda İstanbul’a CHP il başkanı seçtirilmesi boşuna mıdır? Suriye’de gerçekten Amerika’ya karşı savaş olacağını, bu iktidarca bizim iyiliğimize bir durum yaratılacağını sanıyor musunuz?
Bu son “savaş” kargaşasıyla, Suriye’den büyük bir göç daha alınarak, bu kez Arap’ın yanında, Suriye’nin kimlik bile vermediği, devletlerine düşman, teröre bulaşmış etnik bölücüler sürüsüyle gelecekler, dün itibariyle gelmişler çoktan resmen açıklanıyordu, üç yüz bine yakın sığınmacı. Ülkelerindeki “Savaştan kaçan kardeşlerimiz”miş (?) onlar.
Bu gidişle Cumhuriyetin kuruluşundaki tüm dengeler değişecek, kuruluşta yapılan iyi işler bozulacak, bölücülerin istediği ortam doğacak. Ülkemizin toplum yapısı başkalaştırılacak.
Yönetim biçimimiz, Atatürk Cumhuriyeti’nin meclisi öne çıkaran yapısı, önceki yıl, sonucu çok tartışılan, hileli denilen bir oylamayla, bir oldu bittiyle dönüştürüldü, TBMM önemini yitirdi, sistem başkanlığa çevrildi. Siyaset bilimcileri, yurtseverler, “ulus devlet” tehlikeyi girecek, yalnızca geri kalmış, parçalanmış Ortadoğu ülkelerinde benzeri olan “tek adam” sistemi, bölünmüş yapılanmalara (eyalet, kanton) kapı açacak” diye az uyarmadılar o gün bu gündür.
Ermeni açılımı zaten vaktiyle yapılmıştı. İktidarın ilk yıllarında Ermenistan’la maçlar, onların Ağrı Dağı simgeli uçaklarıyla gelmeleri, bizden onlara sözde soykırım için özür dilemeler, sınır kapılarını açma toplantıları, “Hepimiz Ermeniyiz!” çığlıkları, bir anda düzenlenen, aynı elden çıkma pankartlarla yürüyüşler… Cemaatsiz kiliseleri boşuna mı açıldı, çanları takıldı? Yabancıya toprak satışı, karşılıksız, serbest bırakıldı ülkemizde çoktandır. “Gelin, Doğu’da, istediğiniz yerde yerleşin! Sizlere vatandaşlık da vereceğiz”, denmedi mi açılımda onlara?
Yazarımız (Ahmet Takan) tarihleriyle açıklıyor Rumlara, papazlarına verilen tavizleri. Kanal İstanbul’la birlikte, yeni Bizans’ın alt yapısı hazırlanıyormuş, Bursa –İznik çevresine Yunanistan’dan Rumların geri getirilmesi, yerleştirilmesi düşünülüyormuş, Bizans yavaş yavaş kurulacakmış.
Trakya bölgemizin idaresinin vatandan koparılacağı da söyleniyor. Bu kanalla, akıntı yönü, yüksekliği, iki yönlü doğal akışı değişecek olan Marmara Denizi’nin ölü deniz olacağını, kokacağını, hatta bu bozulmanın Akdeniz’e kadar ineceğini, Karadeniz’i de derinden etkileyeceğini anlatan bilim insanları da var.
Boşuna mı 2017’nin en çok satan kitabı dediler, saçma sapan bu anı kitabına. Satmasa bile sattı denilecek ki, ilgi, Yunan, Rum güzellemelerine, onların yurdumuzla ilgili tek taraflı, kurgulanmış, “mağdur edilme – haksızlığa uğratılma” anlatılarına çekilsin.
Bu arada da, “Anadolulu” olma bölücü kavramı işlensin, ülkemizin Rumların – Ermenilerin ortak vatanı (?) olduğu, onlara tehcir ile – müdadele ile haksızlık edildiği (?) beyinlere kazınsın.
Sözde okumuş kesim, hani her şey olup da bir tek “Türk” olamayan kesim, ne kokar ne bulaşır, düşünme yetisini yitirmiş tatlı su sazanları buna hazırlansın, öncülük etsinler ilerdeki gelişmelere, ihanet sürecine. Çıkabilecek sesler şimdiden bastırılsın. Bakın bu kitabı, yazarla söyleşi yapan bir gazeteci (?) bayan – ne rastlantı bu bayan Latince ve eski Yunanca okumuş, bu ölü dillere hakim, halen erken dönem Anadolu hristiyanlığını(?) inceliyormuş, mesleğinde âlim yani, duyanı vay canına dedirtiyor, biz ne kadar önemsiziz, neler var – nasıl tanıtmış:
“İhanete ve direnmeye dair bir yol hikayesi.”
İhanet; hainlik, aldatma, güveni boşa çıkarma, demek.
Yönetmen Elia Kazan’ın 1950 yılında, Amerika’daki yol arkadaşlarına ihanetini, onları ispiyonlayarak yükselmesini demiyor herhalde bu kitabı “ihanete, direnişe dair” yol kitabı olarak tanımlarken bayan gazeteci. Çünkü bu konu Elia arkalanarak geçiştiriyor kitapta, üstelik övülerek. Anımsayalım mı?
“Mensup olduğu Yunan soyunun trajedi kahramanları gibi, onu bir ömür boyu takip edecek, ölene kadar peşinden ayrılmayacak… bir dönem.”
Buradaki övme az buz övme değil. Önce mensup olduğu soy deniyor. Yunan soyu. E, hani milliyetçi değildi Livaneli? Kendini öyle tanıtmıştı kitabında.
Yunanlı’ya geldi mi soy önemli, trajedi kahramanları demeyle de, eski Yunan’a bağlıyor soyu.
Eski Yunan’la şimdiki Yunanlı’nın arasında bir ilgi olmadığını sanat tarihçiler yazarlar. Olsun, kim bilecek bunu, ABD’li filmciyi yüceleştirecek ya, at gitsin… Algıları yönlendirmek değil mi yapılan iş?
Ümit Özdağ (siyasetçi-yazar) “Algı Yönetimi” adlı kitabında, algı yönetiminin amacını şöyle açıklar: “Algı yönetiminin amacı; insanların en güçlü organları olan beyinlerine nüfuz ederek onların dış dünyayı istenilen şekilde algılamalarını ve böylece yargılarının da istenilen şekilde yönlenmesini sağlamaktır.” Yine kitaptan:
“Propagandanın hedefi, insanın aklı değil; ruhudur. Ve propagandanın temel hedefi de birey olarak insan değil, kitle içindeki insandır. Çünkü kitle içindeki insan, birey hâlindeki insandan daha kolay ikna ve sevk edilebilen bir ruh yapısına sahiptir. Kitle, sevk edilmesi kolay, propagandaya açık bir topluluk olarak, bireyden daha kolay “nasıl düşünmesi gerektiği değil, ne düşünmesi gerektiği” söylenebilen sosyal varlıktır.” Bu sözleriyle de algı yönetiminin önemini vurguluyor Özdağ:
“Yani algı yönetimi dostları yönetmek düşmanı ise yenmek için gerekli, hatta vazgeçilmezdir.”
İşte okura yapılan da aynen budur. Kitapta Kayseri’yi, sözde, Elia’ya tanıtıyor yazar ama aslında bizlere diyor ne diyorsa:
“Meşhur Kayseri kalesini görüyoruz. Kaleyi MS 500 yılında Bizans İmparatoru Jüstinyen yaptırmış, diye anlatıyorum ona. Kayseri tarihine müthiş ilgi duyuyor, her şeyi öğrenmek istiyor.”
Bu cümle algı yönetiminin belgesi değil mi? Yoksa durduk yerde buralar Bizans’ındı anlamı taşıyan sözleri nasıl diyecek, işi Sezar’a, Sezar’ın Arapçası dediği “Kayser”e kadar nasıl bağlayacak? Ve bunları büyük planların yapıldığı şu günlerde yardakçılarına nasıl öğretecek?
“1913’te, Kayseri’de kırk bin Ermeni yaşıyordu; çoğu zengindi bunların ve aralarında Dr. Karabet, Dr. Manukyan gibi şehir yöneticileri vardı.”
Bu sözler neden söylenir bir Rum’un öyküsünde? “İhanet” dediği gazeteci bayanın kitabın buraları mı? Sözlerin devamı:
“Kayseri’deki kırk bin Ermeni’den otuz yedi bini sürülmüştü ve herhalde çok azı hayatta kalmıştı.”
Tehcirin nedenlerini, neden gerektiğini bilmeyeni aldatma ne kadar kolay…
Elia Kazan’ın yaşam öyküsünü başka kaynaklardan okuyunca, buralara 70’li yıllarda da, daha sonra da geldiğini öğreniyoruz. Kaç kez gitmiş oralara.
Sonra, nasıl bir rastlantıysa ülkemizin düşmanlarının, içten içe Cumhuriyetimize kin güdenlerin yolu, hep bir şekilde bölücülerimizle, içimizde büyüttüğümüz Cumhuriyet düşmanlarıyla kesişmiştir.
Elia’da seksen bilmem kaç yılında, ününün tepesindeyken Paris’te Yılmaz Güney’in film setine gitmiş, Yılmaz Güney elini omzuna atmış ünlü yönetmenin, kanka pozundalar, kameralar çekimde, reklam tam gaz… Ülkemizi kötüleyen “Duvar” filminin çekimindelermiş. “Yufka yürekli, hümanist ülke (?) Fransa,” yargıç katili, katillikten hapis yatarken hapisten kaçırılıp Paris’e getirilen filmci Güney’i bağrına basmış, önüne Türkiye karşıtı film çevirsin diye her imkanı sermiş. Buluşma göz yaşartıcı. Bunlar anlatılmıyor tabii kitapta, yoksa verilmek istenen sahte algı, Elia’nın baş döndüren büyüklüğü (!) bozulabilir değil mi?
Burada bunların bir sahtelikleri daha göz önünde. Yılmaz Güney Türkçe konuşuyor, Elia’da yam yum anlaşılmaz sözlerle bir şeyler homurdanıyor. İmralı’daki terörist başı Öcalan da başka dil bilmez biliyorsunuz. Bu ikiyüzlüler, elikanlı sevicileri ve elikanlı katiller ancak Batı’nın yayılmacı “böl parçala” siyasetine yardım ederler.
Evet, belli, tanıtımdaki “ihanet” sözü Elia’nın, ünlü “cadıavı” ispiyonculuğu için denmemiştir. Filmci Elia, o yıllarda yaptığına hiç pişman olmamış ki ihaneti tartışılsın:
“Doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Özür dilemiyorum. Utanmıyorum ve bu beni mutsuz etmiyor.” dediği yazıyor başka kaynaklarda.
Kraldan çok kralcı derler ya bazı durumlarda insanlara, yazarımızda burada öyle yapıyor:
“Elia yıllar önce buralara gelmişti ama hem belleğinde pek bir şey kalmamıştı hem de o dönemlerde Türkiye daha farklıydı. Rumlar ve Ermeniler gideli çok olmamıştı, gelenekleri az da olsa sürüyordu. Ama şimdi her şey değişmişti. Bu yüzden yarın göreceklerimizden kaygılanıyorum.”
Elia’nın önceki gelişlerini unuttuğunu nereden biliyor? Sonra neden bu geziyi ilk kezmiş gibi anlatıyor?
Burayı, dokundurmalı bu sözleri okudukça aklı duruyor insanın. Meğer bizi gelenekleriyle Rumlar – Ermeniler güzelleştiriyormuş. Onların gitmeleriyle yavaş yavaş bozulmuşuz… Yazarın okurları burada içten bilenecekler, hayıflanacaklar, eskiye dönelim, yeniden güzelleşelim (!) diyecekler.
İstenilen, algı bu.
Eskiye dönülecek ya, bunun yol taşlarından biri de yer adları. Yer adlarımızı eskiye bağlıyor yazar her fırsatta:
“… önce adı Khhalkedon olan Kadıköy’ün kaç asırlık çınarlarını hatırlatan elleri ve yüz çizgileriyle…”
Yaşlılıktan buruşmuş eli-yüzü anlatmada gizlenen algı yönlendirmesine bakınız. Hem Kadıköy’ün eski adı şuydu, buralar onlarındı derken algıya yönelik sözlerini nasıl da şiirsel bir havaya sokmuş: “Kadıköy’ün kaç asırlık çınarlarını hatırlatan elleri…” Ne yapmış da anlattığı kişi İstanbul’a, Kadıköy’le böylesine özdeşleşmiş?
“Burası Trabya! Rumcası Therapia; yani terapi. İstanbul’un bir çok mahallesi gibi Rumca bir ad taşıyordu.” “… Elia’nın iyileşmek için İthaka’ya doğru çıktığı yolculuktaki ilk durağı Therapia olacaktı.” Anlat anlat, iyi geliyor…
Annesinin yaşadığı yeri ararlarken, ikilinin arasındaki konuşma içinizi ürpertmedi mi? Ne yapılmak isteniyor, belli değil mi?
“Beni götür oraya, çabuk götür, hemen götür!” diyor. … Annesinin kasabasını bulup bulamayacağımı soruyor.
Elbette buluruz, diyorum. Herhalde ismi değişmiştir, Anadolu’daki her Rum yerleşiminin adı değişti, Türkçeleştirildi. Rumlar gittikten sonra kalan izleri silmeye giriştiler.”
Bu tanıtıma da şaşırmalı mıyız?
“ 1453’te Konstantinapol’ü Türkler aldığı zaman, Roma medeniyeti sona ermedi.” “… Sultan Mehmet, yeni Doğu Roma imparatoru oldu. Zaten resmi unvanı da Kayser-i Rum idi. Yani Roma Sezar’ı.”
Sonra Fatih’in çok iyi Yunanca Latince bilmesi, Homeros’u okuması, ardından Truva’ya gitmesi, Aşil’in mezarını ziyaret etmesi… sözde bilgiler sıralanıyor ardı ardına. Algıya vurulan yumruk az buz değil. Verilen algı;
“İstanbul’a alan Fatih, burayı bugünler için korudu.” Bakın açıklamanın devamına:
“ Papa Pius’a, “ Helenlere karşı Truva’nın ve Hektor’un öcünü aldığını” yazmıştı. Kendisini yetiştiren üvey annesi ve karısı da Ortodoks’tu. Hiçbir zaman İslam’a dönmemişlerdi, Konstantinopol’ün adını değiştirmediği gibi Aya Sofya ve Aya İrini gibi kiliselerin adlarına da dokunmadı.”
Padişahtan söz ederken ön adıyla anıyor onu:
“Mehmet de ölünce kendisini Büyük Konstantin, Justinialos, Theodora, Zoe ve diğerlerinin yattığı yere gömdürdü. Hristiyan karısını da.”
Kitabın en ilginç yeri burası:
“Eee”dedi Elia biraz terslenerek, “ Ben tarihle ilgilenmem, niye anlatıyorsun bunları bana?”
Sahi niye anlatılıyor bunlar?
Ülkemizde sevilmeyen, okunmayan yazar Orhan Pamuk niye ödüllendirildi Batı’da?
Fatih Akın, niye geçenlerde “Altın küre” ödülü aldı ABD’de? Bu ödül, 2014’te çevirdiği, başarısız, sözde soykırımı anlatan, Türk askerini kötüleyen Kesik (The Cut) adlı çirkin filmine teşekkür için olmasın?
İsmet İnönü döneminde, daha kırklı yıllarda kültür adına bastırılan ilk devlet kitapları, neden eski Yunan’ın klasikleriydi? İhanet o yıllarda mı başlamıştı?
Bakınız, bizi, bize yeren filmleri, kitapları öven övene gazetelerimizde. Yanımız yöremiz algı yönlendiricilerle sarılı…
“Küresel ihanet” ülkemizde gösterimde.
Algımıza saldırılıyor.
Görevimiz çok geç kalmadan algımızı korumak.
Yoksa, “Kanal İstanbul” geliyor, olanlar olacak…
Feza Tiryaki, 23 Ocak 2018 GÜNCEL MEYDAN
1 note · View note
havvateve · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugün bizim izlediğimiz Ayasofya aynı alana yapılmış üçüncü kilise. İlki 2. Konstantinos tarafından 360 yılında tamamlandı. Ayaklanmada ahşap yapısından dolayı yangında yok oldu. Günümüze ulaşmadı. İkincisi İmparator 2. Theosidous tarafından 415 yılında ibadete açıldı. Nika ihtilalinde çıkan yangın sonucu yandı. Ancak sonradan yapılan çalışmalar sonucu bu ikinci yapıya ait olduğu düşünülen bazı parçalar bulundu ve bunlar Ayasofya'nın bahçesinde sergilenmektedir. Şimdiki Ayasofya İmparator Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında yaptırıldı. Dünyanın en eski ve en hızlı inşa edilen katedrali. Ayasofya'nın ismi Yunanca 'Kutsal Bilgelik' anlamına gelir. Ayasofya 916 yıl boyunca kilise olarak hizmet eder. İmparator Jüstinyen tarafından yapılan kilisede figüratif mozaikler yoktu. Onlar sonradan tamamlanmıştır (9-12 yy). İçerisinde Deisis dahil birçok değerli mozaik bulunur. Deisis'de İsa Peygamber, Meryem Ana ve Vaftizci Yahya ile beraber gösterilir. Bu Meryem'in ve Vaftizci Yahya'nın insalığın kurtuluşu için İsa'ya yakarış sahnesidir. Bu mozaikte İsa Peygamberin yüzünün sağ ve sol yanları birbirinden farklı olarak temsil edilmiştir. Bu durum Leonardo da Vinci'nin bilinen eserinde de görülür. Ancak bu mozaik 12. yy da yapıldığından daha eskidir. Daha sonra Osmanlı'nın 7. hükümdarı Fatih Sultan Mehmed'in 1453 yılında İstanbul'u fethetmesiyle Ayasofya için Osmanlı dönemi başlar. İlk olarak Ayasofya'yı ayakta tutacak tedbirler alınmaya başlanır. Bakım ve onarımı Fatih döneminde yapılan vakıf tarafından sağlanır. 2. Selim ve 3. Murat döneminde başmimar Sinan tarafından minareler eklenir. Sinan'ın en büyük katkısı etrafına yaptığı dev payandalardır, yıkılmaktan kurtarır. 481 yıl cami olarak kullanılır. Dünyanın en uzun süre ibadet edilen mekanı. Atatürk'ün emriyle 1935 yılında müze haline getirildi. 1 Şubat 1935 ziyarete açıldı.
1 note · View note
gecbunlaricom · 4 years
Text
Eski Tarihlerde Yaşanmış Ölümcül Salgınlar
Eski Tarihlerde Yaşanmış Ölümcül Salgınlar
  Salgın Nedir? Salgın insanları, hayvanları ve doğayı etkisi altına alan ve tüm bu popülasyonların değişime uğramasına olanak veren pandemik veya epidemik olarak sınıflandırılmış bazı durumlarda ölümcül olabilen hastalık türleridir. Bu hastalıkların salgınolmasının sebebi kişiden kişiye çeşitli yollarla bulaşması ve en az yüzden fazla kişide…
View On WordPress
0 notes
ansiklomedia · 6 years
Text
I. Jüstinyen Kimdir?
I. Jüstinjen, Bizans imparatoru (Tauresium 482 – İstanbul 565). Hükümdarlık dönemi: 527-565.
Genç yaşlarda öğrenim için bir Bizans generali olan amcası İustinos’un (sonra İmparator I. İustinos) bulunduğu İstanbul’a gitti. I. İustinos (518-527) döneminde devlet hizmetinde önemli görevler üstlendi. Çocuğu olmayan amcası onu evlat edindi ve 525’te veliaht ilan etti. 527’de önce ortak imparator,…
View On WordPress
0 notes
mecazzzadammm-blog · 4 years
Text
Bütün o iktidarlar,  paralar,  nükleer silahlar, savaş uçakları, saraylar, şatafatlı yaşamlar… Nokta kadar bir virüs… Anlamını kaybeden hayatlar… Ve… "Ah, keşke bir deprem olsaydı! Tam bir sarsıntı... ve bu iş biterdi. Ama şu domuz hastalık! Hastalığa yakalanmamış olanlar bile onu içinde taşıyor." Diyen Albert Camus. Adına modernlik dediğimiz sosyal durumumuz, bize her şeyi yapabilecekmişiz gibi bir özgüven vermiş, tıpta devasa ilerleme kaydetmiş olsak ta sonuçta oksijen, karbon, hidrojen, azot, kalsiyum ve fosfordan oluşmuş primatlarız. Ölmek hâlâ ‘kolay” yani. Hele bizim memlekette… Doğadan ne kadar uzak olduğumuzun, toplumsal sistemimizi ne kadar yanlış değerler üzerine kurduğumuzun kanıtı bu salgın. 1.500 sene önce ufacık bir aminoasit değişikliği ile mutasyona uğrayan Jüstinyen Vebası sadece yerel salgınlar yaratan bir bakteri olmaktan çıkıp bir seri katile dönüşmüştü. 1232’de Papa IX. Gregorius, şeytanî oldukları gerekçesiyle kedilerin itlafı için fetva yayınlamış ve vebayı yayan fareler bayram etmişti. Ve bugün… Kaçmaya çalışıp yakalanan bir umreci, bir polisin yüzüne tükürdü ve “Ben hastaysam sen de hasta ol!” dedi. “Bu dönemi sabır ve dua ile aşacağız”’a inanıyor olmalıyız ki; Ben beş vakit namazımı kılıyorum, bana ne olabilir ki?, Keşke camide ölsem, Allah cemaatle namazı emretmişse Korona değil Korona’nın hası gelsin biz cemaatle kılmaya devam edeceğiz diyenler ve bir takım ilahiyatçılarla aynı fikirde olanlarımız var. “Gerçekten inanıyorsan virüsü dua ile çözebileceğine, gel şu virüsü sana enjekte edelim, sonra dua edelim geçsin ve bundan sonra bilimi bırakalım olmaz mı aslan parçası” diyesim geliyor da neyse… Akıldan yoksun dindarlık insanı yobazlaştırır… Cehaletin dibine sürükler… Din ve bilime başka başka ihtiyaçlara binaen sahip oluruz. Sorunlarımızı inançla çözemeyiz. İnanç, iç huzuru aradığımız ve bulmaya çalıştığımız bir alandır. Din, şifa devşirme alanı değildir. Corona’dan toplam 10.000 kişi ölmüş. BM’ye göre yılda 3,1milyon kişi açlıktan ölüyor. Çoğu Afrikalı… Ve yılda 4,5 kişi obeziteden ölüyor. Çoğu Varlıklı… Ama bu durum ilgi alanımıza girmiyor. Dünyadaki her koşul birinin “azı” diğerinin “fazlası”…
0 notes
ypmbe · 4 years
Text
1500 yıl önce yaşandı ama... İstanbul'da şaşırtan benzerlik
1500 yıl önce yaşandı ama… İstanbul’da şaşırtan benzerlik
İspanya'da yapılan akademik bir çalışma, 6. yüzyılda Bizans İmparatorluğu dönemi İstanbul'unda yaşanan bubonik veba (hıyarcıklı veba) salgını ile koronavirüs salgını arasında bağlantılar kurdu.
El Pais gazetesinde yayımlanan habere göre, Bizans İmparatoru I. Jüstinyen'in adıyla anılan salgın süresince İstanbul'da bugünküyle paralellik gösteren zamanlar yaşandı.
* Bizans İmparatoru 1. Jüstinyen…
View On WordPress
0 notes
mustafaasir · 4 years
Photo
Tumblr media
KÜÇÜK AYASOFYA CAMİİ Sultanahmet Meydanı’nın güneybatısından denize doğru inerken tren yolunun hemen yanında, Cankurtaran ile Kadırga semtlerinin kesiştiği alanda, bulunduğu mahalleye adını veren küçük bir cami ile karşılaşırız. Küçük ve mütevazı görüntüsünün aksine mimarisi ile yeni bir çağ açan, ilginç hikayeler barındıran bir yapıdır Küçük Ayasofya. Kilise olarak inşa edilen yapının asıl ismi Sergios ve Bakhos Kilisesi idi. Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen (Justinianos/Iustinianus) ve karısı Theodora tarafından 527 senesinde yapımına başlanan kilisenin inşaatı 532 yılındaki Nika Ayaklanması sırasında zarar görünce ancak 536 yılında tamamlanabilmiştir. Kilise ismini Hristiyanlığa geçtikleri için işkence ile öldürülen ve daha sonra azizlik mertebesine getirilen Sergios ve Bakhos isimli iki askerden almıştır. Efsaneye göre; İmparator I. Anastasios (Anastasius)’a karşı bir komploya karıştıkları iddiasıyla idama mahkum edilen Jüstinyen ve amcası Justin sabah gerçekleşecek olan idamlarını beklerken, o gece Aziz Sergios ve Aziz Bakhos İmparator Anastasios’un rüyasına girmiş ve onların suçsuz olduklarını söylemişlerdir. Bundan etkilenen imparator da Jüstinyen ve amcasını affetmiştir. Jüstinyen tahta geçtiğinde ise bu iki azize olan minnetini göstermek için bu kiliseyi inşa ederek kiliseye Aziz Sergios ve Aziz Bakhos’un adlarını vermiştir. Bir başka efsaneye göre ise; İmparator I. Anastasios’tan sonra tahta geçmesi için ordu tarafından, saray muhafızlarının komutanlığını yapmış ancak okuma yazması dahi olmayan köy kökenli Justin seçilmiştir. I. Justin ise hükümdarlığının sonunda varis olarak yeğeni Jüstinyen’i bırakmıştır. Tahta geçen Jüstinyen’in eşi Theodora cambazhane dansçısı olması sebebiyle Roma aristokrasisinin tepkisini çeken ve hafifmeşrep olarak görülen bir kadındır. Theodora’ya tepki gösterenler arasında Roma aristokrasisinin güçlü kadınlarından ve sanatın koruyucusu olarak ünlenmiş olan Anikia Juliana da vardır. #Küçükayasofya #ayasofya #aşir #tarih #arkeoloji #gezi #kültürelmiras #cami #kilise https://www.instagram.com/p/CIlEmMWlz88lRMNlU6Lq5RReAUixODaFCHFflE0/?igshid=19vgimidmu6fe
0 notes