Tumgik
#kışın gece yani
Text
bi arkadasimla bulusmustum bu yaz sonra kafeye gidip oturmustuk kafe de yasadigimiz yerin en düzgün kafesi abidik gubidik kekolarin geldigi bi yer degil yani neyse bu arkadasimin da sevgilisi haber vermiş buraya gidicez diye sonra biz kafeye gidip kahvelerimizi alip dedikodu yaptigimiz sirada çocuk gidemezsin yaziyo kiza ve arkadasim da su an kafedeyiz oturuyoruz diyo çocuk istemiyorum cikin diyo sonra biz kafeden cikiyoruz bos bos yürüyoruz sonra çocuk arayip kizdan kısmen ayriliyo hala disarda oldugu icin !?!?!?! Saat de max 10du bu arada neyse sonra evlerimize dagiliyoruz ardindan arkadasim bu cocukla tamamen ayrilip daha beter biriyle sevgili oluyo bu cocuk da bu defa cok sık görüşmemizden sikayet ediyo?? ve disarda bulusmamiza karisiyo neymis havalar cok sicakmis ben gidicekmisim iste arkadasimin evine serin serin oturackmsiiz o zaman bulusmamizin ne anlami var amaç zaten disari cikip hava almak amk neyse tahminimce çocuk arkadasimin pek benimle görüşmesini istemedigi icin arkadasimin bana mesafe koydugunu hissettim ve bi daha bulusma teklifinde bulunmadim
21 notes · View notes
birguzelllincirkini · 3 months
Text
Tumblr media
Toplaşın gençler başlıyorum anlatmaya.
Babam anneme çok büyük haksızlık yaparak sirf dayıma duyduğu nefreti bahane ederek annemi böyle perisan ederek boşadı.
Hemde annemin hiç bir şeyden haberi yokken birde gidip evlendi.
Bizler daha olayları anlamaya çalışırken iş isten çoktan geçmişti.O sıralar annem memlekette yaz tatilinde kardeşlerimle.
Babamın boşandiğini annem ile ayrıldığini evi kamyonlara yükledikten sonra karşımıza geçip benimle geliryorsunuz demesi ile öğrendik.
Yermiyim aq karşına dikildim seninle geleni skm dedim.Anneme gittim.
Neyse aradan iki yıl geçti bu sefer dedemler,halamlar falan baskı yapti o sırada abim ve kız kardeşim çoktan babama gitmis bir yılını doldurmuşlardı.
Ama inadım inat okuluda skem geleceğinide falan deyip annemin yanında durmaya devam ediyorum.
Amcam izmirden gelip hadi izmire gidiyoruz orda dershaneye gideceksin diyene kadar Memlekette kaldım.
Sonra amcam ile düştük yola ilk durak Adana..
Adanaya gelip 2 gün kalıcağız ordan yola devam edicez.
Halamlarda kalıyoruz o sırada babam ile kardeşlerim beni görmeye geldi.
Neyse babam ikna çalışmalarına girdi kendinden o kadar eminki kalıcağıma bin bir vaade bulunuyor.
En iyi dersahane evde ki odan dayandı düşendi cart curt.
Bende yok yoktur,ölürümde bildiğim doğrudan vazgeçmem en belirgin Kürdologum bu sanırim.
Neyse soktum pedere lafları burnundan soluyarak bastı gitti
Ertesi gün İzmire gidicez "amcam demez mi bilet kalmamış ben gittikten bir iki gün sonra sen ardımdan gelirsin"
17 yaşina yeni girmişim daha ama politkanın içinden geliyoruz "komplo" nedir biliriz.
Dedim yalan söylüyorsun bir şartla kalırım yada beni dedeme yolla.
Şartın nedir dedi.Bana "Mardin dönüşü için gereken parayi bırakacaksin"
Neyse amcam kıvırmaya başladı.
Derken çantamı attım sırtıma daha önce hiç görmedigim yaşamadığim Adananın sokaklarından memlekete dönecem "Allahtan annem cebime o zaman dönuş parası koymuş"
Neyse tam kapından çıkıcam amca zorla tuttu gidemezsin falan derken abim koluma yapişti.
Ahaha ikisinide yere serdim
Yerde boğuşuyoruz iki kişi zapt edemiyor.
Derken babam içeri girdi.
Allam bir dövdü bir dövdü,Yani terörler mücadele polisi böyle dövmemişti beni 😂
Dövmekten yoruldu o derece yani..
Neyse araya konu komsu girdi ortalik sakinleşti
Ben sırtıma cantami aldim çiktim
Amcam ardimdan geldi dolmuşa bindim oda bindir.
Derken ahanda bu otogara geldim.
Kışın ortası ve hava buz gibi.
Biletimi amcam aldı.
Ama Mardin bileti gece 12 de ve ben biletti aldiğimda saat daha öglen 1 falandı.
Tam 10 saat bu otogarda yüzüm gözüm dağılmış,vucumda morarmamiş et kalmamış sekilde bekledim.
Otobüse bindiğimi hatırlıyorum birde sabah muavinin Kızılyepeye geldik inebilirsin dediğini.
Resmen baygin sekilde Mardine vardım.
Tamda Kurban bayramıydı..
Bundan sonrası ayrı hikaye :)
Ama evet burada tek başına bekleyen birini Hayatın hiç bir namertliği,ihaneti,yavşaklığı yikamaz :)
13 notes · View notes
uyumadan · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Cassiopeia, yani Kraliçe Takımyıldızı'nı ilk defa gözlemledim. Geçenlerde okumuştum, kışın gökteki en dikkat çekici yıldızın Orion olduğunu biliyorum ama yazın da gökte görkemli olan Kraliçe'ymiş. Sonra uygulamalarla kontrol ettim, gece tepede görünüyor, yani kışın da gözlemlenebiliyor demek bu. Bugün hava açıkken baktım balkonun karşısında görünüyor, çektim fotoğrafını.
Bu da Stellarium'da o an nasıl durduğu
Tumblr media
9 notes · View notes
gokyuzununyasi · 10 months
Text
İçimdeki sıfır çarpanını kendime bölünce belirsizlik buldum.
Saat gece yarısını geçti. Yaşım yirmiye dayadı merdivenini. Uykum bu gece benim değil, baş ağrılarımın tuttu tarafını. Neyseki bu gece ben kendimin tarafındayım. Kaç hafta ya da kaç ay oldu bilmiyorum ama kendimi görmekten o kadar korktum ki beni yansıtıyor diye yazmadım. Tek taraflı bir ateşkes imzaladım cümlelerle. Sanırım bu gece hatta bu süreçte sadece anlayış ile doluyum kendime. Nefretimi kimin mezarına ektim bilmiyorum ancak kendi kefenimi kontrol ettim cepleri yırtık değildi. Şüpheli ve de nihayet. Kendimle barıştım. Benim suçum değildi. Kabullenmemin yıllarımı almasını geçtim beni de benden aldı. O yüzden şimdi döktüğüm bu gözyaşları gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki kendi kucağıma yattığım için. Ben elimden geleni de yaptım, ardını da açık yüreklilik ile fazlasını da. Bundan ilerisi gerçekten boyumu aşıyor, yüzmeyi de pek sevmem dalgalı denizde. Bundan ilerisi zaten yolun sonu olur benim için. Bütün anlamlarıyla. Daha önceleri neyi istediğimi öylesine iyi bildiğimi sanıyordum, şu an elimde sadece neyi istemediğim var. Ki bunu da söylemeden geçemeyeceğim: ellerim gri. Sorumluluk almak da ödünç vermek de korkunç sancılıymış. Bu bir tercih meselesi bile değildi. Bir kere aşınca tam manası ile asla bırakılmayan, kendinin unutulması istemeyen kıskanç birisiymiş. Bu belki de kendime bir “hoşgeldin” yahut “güle güle” o yüzden eteğimdeki tüm harflerimi dökücem. Aslında döksem mesela tüm içimi. İçim dışıma çıkana kadar ağlarım. Pınarlarım kurudu inan. İçimde birisine ama kime sesleniyorum bilmiyorum. Gölgemi kaçırırsam bu hengameden kurtulurum sandım. Saye diye çığlıklarımı hep bundan attım. Şimdi cesaretimi topladım arkama baktım; yok saye falan. Gölgem bile yok. O sorumluluğu ben işte öyle yalın sırtlandım. O yüzden saye falan değil bu kez. Bak kızım yağmur. Kendine hor davranmayı kes. Müziği biraz azalt. Yemek yemeyi unutma. O vitaminleri al. Çıkman gereken doktor kontrollerini artık aksatma. Aynalara göz devirmeyi de unut artık bi kırığın bitişinde. İyiyim demeyi azalt. Güçten, güçsüz düşecek kadar güçlüsün. Kimse bilmez ama ben bilirim. Kumsallar anlamaz yağmurun neden yağdığını, okyanus üstünden gidene kadar. İnsanları da görmek istediğin gibi görmeyi bırak. Olduğu gibi gör. O gerçekten öyleymiş. Yangın kendi saçına gelene dek, aynanın karşısında tararmış. Dene ama sevmeden sevilmeyi. Soluna çok yüklendiğinden şaştı dengen. Kime neyi anlatıyorsam. Tamam. Sus. Kapat konuyu. Düşüncelerim var işte öyle benim pas tuttu üzerlerini ama yokluyor arada aklımı. Sus. Saçma. Çok kez öldüm. Ölüm çare değil. Neden biliyor musun? Çünkü benim mevsimim değişti. Kışın ortasındayız ama bu bir kış yağmuru değil. Bu benim ilk yağmurum da değil. Bu benim belki de kasımın sonunda nisan yağmurum. Biri değil, yani şakası da yok. Mevzu bahis bile değil tercih için de ve içimde.
21.11.23 01.32
10 notes · View notes
narkozlugece · 2 years
Text
22/10/2022 22.18
Selam, henüz ölmedim. Bende şaşkınım açıkçası. Odamdayım, yorgunum. Zaten iyi olmam beklenmezdi. İlacımı azalttı doktorum, denemek için. Keşke azaltmasaydı. Yani resmen cinayete teşebbüs oldu. Annem kendime zarar verdiğimi öğrendi. Hayır, ağlamayacağım. Annemin üzülmesini istememiştim ama başaramadım. Birçok şeyi başaramadığım gibi... Hayal kırıklığıyım galiba. Geçen ağlama krizi geçirdiğim için okula gidemedim. Her şey çok boktan kısaca. Beni hayata bağlayan şeylerden biri gitarım ve hep yanımda o var. Klasik gitarımın üstüne iskelet çizdim boyayla. Klasiği çok kullanmıyorum, genel olarak elektroyla vakit harcıyorum. Galiba benim yerime bağırdığı için. Onlar da olmasa herhalde iyice delirirdim. Havalar da soğudu. Soğuğu çok severim, belki de morglara benzediği içindir. Balık aldım kendime, biri öldü. Ona da bakamadım. Yanıma gelen herkes ölüyor. Diğeri hala yaşıyor. Ben bilmiyorum. İyi biri değilim galiba. Olamadım yani. Bunun vicdanı var üzerimde. Çok yanlışlar yaptım, biliyorum. Olan oldu diyorum ama bunlar beni bir gün ölüme götürecek. Farkındayım. Günden güne gidiyorum bu dünyadan. Gerçek evime... Gökyüzüne hep bayılırdım. Parlak parlak noktalar var, sim gibi gelirdi gözüme. Süslü bi kumaş gibiydi sanki. Bi de uçaklar geçerdi, sanki elimi uzatsam tutardım ama hiç erişemedim. Çok düştüm bisiklete binmeyi öğrenirken. Pembe bisikletim vardı hatta beyazdı tekerlekleri, dört tekerliydi. Sonra ikiye düştü. Düşsem bile hiç korkmazdım. Daha hızlı sürerdim. Bayırdan aşağı salardım kendimi. Yine düşerdim. Rüzgarı hissetmeyi severdim. Umrumda olmazdı. Babaannemin bahçesinde dağ çileği vardı. Çok küçüklerdi, asla kana kana yiyemezdim. Hep tadı damağımda kalırdı. Arap adında bir sokak köpeğimiz vardı. Onu çok severdim. Çok akıllıydı. Yediği şeyden kalan olursa çöpün kenarına koyardı, annemin deri ayakkabısını yemişti gerçi bir kere. Ama yine de herkes çok severdi. Yaşlıydı, biz büyüdük o daha çok yaşlandı. Sonra hastalandı. Bir gün gidişini izledim. Bayırdan yukarıya doğru yavaş yavaş yürüdü. Gözden kaybolana kadar izledim onu. En yakın arkadaşımın ölümünü sonuna kadar izledim... Bir daha hiç görmedim onu. Saçma olan şu ki bir tane bile fotoğrafımız yok. Hep dolu dolu geçirmişiz onunla, fotoğraf çekilmeye vaktimiz olmamış. Ama unutmuyorum, her detayıyla zihnimde. Hep orada kalacak. Sonra kışın kar yağdığında buraya çok yağardı. Buz tutardı yerler, bayırdan kayardık poşetlerle. Tüm mahalle... Yaşlısı genci, hep beraber. Gece üçe kadar devam ederdik. Ateş yakılırdı, bayırdan çıkarken yorulurduk, yanaklarımız kıpkırmızı olurdu. Eve gidince ellerimiz, ayaklarımız sızlardı. Ağaçlara tırmanırdım. Babaannemi evine gizlice girip çok korkutmuşluğum vardır. Meyveli yoğurt çok severdim, üstünde kaşığı ve renkli topları olanları. Her markete gittiğimde alırdım. Tek telaşım oyuna yetişememek olurdu. Şimdi öyle mi? Hala aynı mahalledeyim. Her sokağa baktığımda anılarım canlanıyor. Her miliminde yaşanmışlık var. İnsanlar değişti, biz değiştik. Artık sokakta kimse oynamıyor. O bayırdan kimse inmiyor. Arap artık gezmiyor. Kışın kimse karda kaymıyor. Dağ çileği artık yetişmiyor. Geride sadece anılarım kaldı ve üzüyor. Çok üzüyor. Haykırarak ağlamak istiyorum. Arap'ı çok özledim, bana beni anlarmış gibi bakışını... Rüzgarı hissetmeyi özledim, o dağ çileğinin tadını... Eski beni özledim. Kaygısız beni. Ölürsem gider miyim o günlere? Gidebilmeliyim. Vedalaşabilmeliyim. Hissedebilmeliyim...
11 notes · View notes
birharabe · 2 years
Text
Yaptıklarınız o kadar komikti ki gülmekten binayı kırdım . Binayı kırdığım için tüm bina sakinleri evsiz kaldık . Ailecek ev bulmalıydık ama fakirdik . Üstüne üstelik binada yaşayanlar bize dava açmıştı . Tazminat ödemek zorunda kalmıştık . Oysa ki daha başımızı koyabileceğimz bir evimiz bilene yoktu . Anne ve babam maaşlarını binadakilerin tazminatını ödemek için harcamak zorundaydılar . Bakmam gereken bir kardeşim ve ebeveynlerim vardı . Bu yüzden okulu bırakıp iş aramak zorunda kaldım . Oysa ki okusam belki ne bilim adamı çıkacaktı benden . Kışın ortasında ve evsiz olduğumuz için ebeveyn ve kardeşimin hastalanmaması gerekiyordu . Acil iş bulmalıydım . Ama çoğu yer daha 18 yaşında olmadığım için asgari ücret bile vermiyordu . Mecbur kalarak ayda 2500 TL ye bir restoranda aşçı olarak çalışmak zorunda kalmıştım . Yemeklerim o kadar iyiydi ki müşteriler yemeğin müthiş tadı dolayısıyla gıda zehirlenmesi yaşıyorlardı . Bir süre sonra restoranın yemeklerini kıskanan diğer restoranlar paralı müfettiş tutup bizim restoranımıza gönderdiler . Yemeğin müthiş tadından dolayı gıda zehirlenmesi yaşayan müfettiş çalıştığım restoranı kapattırıp dava açmıştı . Dava sonucunda maalesef iş yerim kaybedip tazminat ödemek zorunda kalmışlardı . Hem ben hem iş yeri sahibi işsiz kalmıştık . Ama neyse ki elimde 1200 TL para vardı . Hemen gidip bir ev bulmalıydım ama ev kiraları çok pahalıydı . Neyse ki ormanın ortasında 600 TL ye cinli diye kiracı bulmayan bir ev vardı . Ben de şehir efsanesi olduğunu sandığım için orayı tutmuştum . Artık bir evimiz vardı . Ailemi oraya yerleştirmiştim . Bir süre sonra geceleri evde geceleri sesler geliyordu . Bense dışanıdaki hayvanlar olduğunu sanıp gözden geliyordum , ta ki kardeşimin bir gece yarısı yatağımdan biraz uzakta bana bakıp korkunç korkunç güldüğünü görene kadar . O kadar korkmuştum ki anne babamı boş verip dışarıya koşmuştum . Ne şanstır ki bir çete ormanda birini öldürüyordu . Onlara katılıp mafya lideri olmuştum , para karşılığında adam öldürüyordum . Oysaki bilim adamı olabilirdim . Yani diyeceğim o ki bu kadar komik şeyler yapmayın .
4 notes · View notes
wworldisyours · 2 years
Text
too little, too late 
Su an müzik dinlemekten başka yapacak bir şeyim yok. biraz uykum var, ama yazmayı deneyeceğim.
Normalde uykum ağırdır, geceleri fazla uyanmam, bu aralar çok uyanıyorum. Bi haftadır baktığım bi ayakkabı vardı internette alıp almamakta kararsız kalmıştım, geçen gece kalktığımda hipnoz olmuş gibi aldım ayakkabıları. Yani spor ayakkabısı ya da bot olmadığı için pahalı bir şey değil ama almasam da olurdu yani. her şeyle kombinlenecek bir ayakkabı değil ve şu an o ayakkabıya uyacak bir elbisem ya da eteğim yok. pantolonların falan altına olacak bir şey değil çünkü. 
Tumblr media
cool olsun diye içiyorum knk 
Yeni işe geçtiğimden beri sigara içmiyorum, çünkü evdeyim ve ablam kesinlikle evde sigara içmeme izin vermiyor. Neyse onun evi benim değil sonuçta. 
Dışarı çıktığımda da çok içesim gelmiyor açıkçası. Ofisten ayrılmadan önce tütün aldım, en son kışın almıştım bitince de paket almıştım ara sıra. Gerçi ofiste ��ok içmemin sebebi sadece sigara molası verebiliyor olmamdı sanırım, işlerin gidişatını kontrol eden üstüm de çok sigara içiyordu çünkü. Mola vermek için sigara içmeye başlayan insanlar olduğuna eminim bu arada. 
Tumblr media
tüm kızların kölesi olduğuna inanan “o” çocuk
Üniversitede beni sex slave’i yapmaya çalışan bi çocuk vardı (çocuk bunu random ortamdan birilerine söylemişti (((: )  sınıfta çok komikti, o aralar choker takardım, bir gün milletin içinde chokerımdan tutup “buraya zincir bağlasam mı ya hahah” demişti, dsljdsjk aynen broooo. neyse bu çocuktan bahsetmemin sebebi şu, old holborn içiyodu bu mavisinden. Deneyip çok beğenmiştim. Ev arkadaşımda çok beğenmişti baya tütünün peşine düşmüştük. Üniversitedesin sonuçta ne derdim var başka, evet o zamanlar da başka sorunlarım vardı fakat en azından bir özgürlüğüm varmış. özlüyorum bunu. 
Neyse bi süre sonra aldığımız tütüncü getirmemeye başladı, ithal tütün olduğu için bulunduramıyorlardı vs, en son bi yerde bulmuştuk o da sanırım içine adıyaman tütünü falan koymuş aşırı leş bir şeydi, atmıştık. Bir daha da bulamadım, daha doğrusu aramadım. Koca İstanbul’da illa bir yerlerde vardır çünkü.
Tumblr media
Karelias aldım tütün aldığım zamanlarda, şimdi yine yarım paket var fakat kağıtları kaybettim öylece çantada duruyor. 
Hiçbir zaman bağımlı olmadım sanırım sigaraya. “knk elim ayağım titriyo hadi sigaraya çıkalım çabuk” tiplerden olmadım yani, neyse ki. 
Ama alkolle çok güzel gidiyor. Bunu yazana kadar uykum açıldı. Öylesine bomboş bi yazı oldu halbuki, öf neyse.
Bunları da yazarken güzel oldu mu olmadı mı diye düşünemeyeceğim gerçekten. 
3 notes · View notes
gundemarsivi · 28 days
Text
Tumblr media
Ekoloji ve Ekonomi Ev Tasarımı: Yer Gemisi (Earthship) Projesi
✍🏻 Zeren Keziban Karaaslan
https://www.gundemarsivi.com/ekoloji-ve-ekonomi-ev-tasarimi-yer-gemisi-earthship-projesi/
Ekoloji ve Ekonomi Ev Tasarımı: Yer Gemisi (Earthship) Projesi
24 Ağustos 2024
< 1x
Bu ülkede ilk prototipini yapacağımız ev, ekolojik yenilik ve ekolojik sorumluluk proje tasarımıdır.
“Sevdiğiniz güzellik neyse yaptığınız şey o olsun, diz çöküp yeri öpmenin yüzlerce yolu var.” der ya Mevlana, yukarıdaki fotoğraflarda iki örneği görülen evlerin ilk prototipini, 1970’lerde Mike Reynolds adında bir mimar tasarlamıştır. Yerel, doğal ve geri dönüştürülmüş malzemelerden yapılmış ilk sürdürülebilir ev modeli olarak tanınmaktadır. Haberlerde, dar gelirli vatandaşların ev sorununun gündeme gelmesi, onun bu projeyi tasarlamasına neden olmuştur. Gezegen dostu bu konut modeli, kendi kendine yeten ve herkesin yerel ve geri dönüştürülmüş malzemelerden inşa edebileceği, erişilebilir bir ev yaratmak için tasarlanmış bir yeniliktir. Birçok ülkede deneyimlenmiş bu yapı “Earthships” (yer ya da kara gemisi), dünyanın herhangi bir ikliminde ek yakıt olmadan konforlu bir sıcaklığı/serinliği koruma yeteneğine sahiptir. Yapılan her ülkede, bölgenin koşullarına uyarlanan ve farklı konseptlerin de ilave edildiği bu ev tasarımını, ülkemizde de deneyimleme olasılığı yaratarak, ekonomik/ekolojik konut sahibi olmak isteyenlere örnek teşkil etmek düşüncesi taşımaktadır.
Yerel, doğal ve geri dönüştürülmüş malzemeleri kullanmak üzere tasarlanmış, kendi kendine yeten, özerk/müstakil bir bina olan Earthship, gezegen üzerinde mümkün olduğunca yumuşak ve etkili olmayacak şekilde inşa edilmiştir. Bu evler kendi elektriğini üretir, sıcaklığı düzenler ve hatta su (yağmur hasadı) ve yiyecek sağlar.
Geri dönüştürülmüş ve yerel/doğal kaynaklı malzemeler doğru bir şekilde birleştirildiğinde, geleneksel ısıtma ve soğutma teknolojileri olmadan evin iç sıcaklığını doğal olarak düzenleyen termal kütle oluşturur. Çoğu zaman, bu yapılar iç sıcaklıklarını daha da düzenlemek için kısmen toprağa ve bazen de yeraltına inşa edilir. Termal kütle, bir malzemenin ısı enerjisini emme ve depolama yeteneğidir. Termal kütle gün boyunca güneş enerjisini depolayabilir ve geceleri yeniden yayabilir. Doğru kullanılan termal kütle, günlük (gündüz-gece) ısı hareketlerinin ortalamasını alarak iç sıcaklıkları azaltır. Bu konforu artırır ve enerji maliyetlerini azaltır. Mağaralar yazın serin, kışın ise sıcaktır. Bu evlerin tasarımı da bu termal kütle yasalarına uygun olarak planlanmıştır.
Earthship’ler son derece benzersiz yapılardır ve belirli bir yapım yöntemi yoktur. Genellikle toprak dolgulu lastikler, alüminyum kutular, cam şişeler, taş, kil, toprak, kerpiç ve sıvadan yapılırlar. Lastikler kil ve toprakla doldurulur ve evin iskeletini oluşturmak için istiflenir. Bu lastik göbekleri daha sonra çimento veya toprak/kil sıva ile kaplanır. Aynı konsept alüminyum kutular veya cam şişeler için de kullanılmaktadır.
Bu evler aynı zamanda pasif denen, gezegene karbon emisyonu salmayan yapılardır, yani elektrik mekanizmalarını kullanmadan güneşten mümkün olduğunca fazla enerji ve ısı kullanırlar. Bu, tipik olarak, güneye bakan duvarın tamamen camdan inşa edilmesi ve mümkün olduğu kadar fazla ışık ve ısının içeri girmesiyle yapılır.
Geleneksel altyapı hizmetlerinden yani şehir şebekelerinden bağımsızdırlar.
Yapı malzemelerine kolay erişilebilir yapılardır. Taş, toprak, kil, atık malzeme vs. gibi.
Yağmur sularından yararlanır.
Büyük ölçüde azaltılmış veya ortadan kaldırılmış faturalara sahiptirler.
Gıda üretimi için koşullar mevcuttur.
Gezegene olumsuz etkileri olmayan durumdad��r.
Kış bahçesi olanağını da sağlayan bu ekolojik tasarımlı konut türü, alternatif konutlar üretebilmenin ilhamı olacaktır.
Tüm atık sular (tuvalet hariç) bahçenizi büyütmek için kullanılır. Fazla su, sulak alanlardan bile filtrelenebilir ve tekrar sarnıca pompalanarak tekrar kullanılabilir. Yeterince yağmur yağmasa da suyun israfını önleyen bir düzeneğe sahiptir bu evler. Su kullanma tesisatları, yani su yolu ya da oluklar, eski teneke kutular veya şişeler kullanılarak inşa edilmiştir. Bunlar, betonda hava boşlukları olarak çok güçlü bir “petek” destek yapısı bırakarak hizmet vermektedir. Daha sonra, bir uçtan diğer uçlara oluklarla drenajları aktarılır, ünite eğimli olarak girer, böylece giren su yokuş aşağı akacaktır. Taş, kum, odun kömürü ve kil karışımı döşenmiş su yolundan geçen su, yol boyunca arıtılmış olacaktır.
Tamamen belki de ülkenin dört bir yanından gelecek malzemeyle ev yapmak, 21. yüzyılın tüketim kültürünün boyutlarını da ortaya koyması yanında dar gelirli, ev alma imkanı olmayan binlerce insana ilham kaynağı olacaktır.
PROJENİN AMACI
(GERİ DÖNÜŞÜM EVDE BAŞLAR)
(Ekolojik kültüre adil bir geçiş için yarını şekillendirmek)
Ülkemizde son günlerde yaşanan ekonomik krizden dolayı her bireyin kollarını sıvayacağı, bir şeyler yapma zamanının geldiğini gördüğü kritik noktadayız. Bu noktanın liste başında ise, kiraların ani yükselmesiyle barınma sorununun kâbusa döndüğü bir zaman dilimi var. Bu bağlamda, insanların kendi evlerini kendilerinin yapabilmesinin koşullarını ve olanaklarını araştırıp bulmak gerekmektedir. Kendimizin ve çevremizdekilerin bu sorunu çözebilmesinin en temel argümanı ise; bilgileri, deneyimleri ve yetenekleri bir araya getirerek alternatifler üretebilmek ve yaratabilmektir. Birlikte, dayanışma ve yardımlaşma koşulları yaratarak hareket edilebilir ve ihtiyacı olanlar için ev yapma düşüncesi hayata geçirilebilir. Birçok ülkede deneyimlenen topluluk evleri ve ekonomik ev yapma arayışları rehberlik edecektir.
Ekolojik tahribatların iklim krizi aracılığıyla artık gündelik hayatın içinde şahit olunan felaketlerinin de dayattığı ekolojik kültüre duyulan ihtiyacın eşiğinde bir geçiş evresinde, bireysel çabaların bir araya gelmesinin kazanımının bilinciyle, bir hareket/bir inisiyatif oluşturma zorunluluğu gerektirmiştir. Bu iki zorunluluğu bir araya getirerek ihtiyaç duyulan ev tasarlamak, ekolojiyle uyumluluğu merkeze almak anlamına gelmektedir.
Burada önemli amaçlardan biri de ekolojik kültüre geçişin zorunluluğunun bilgisiyle adil bir geçişin hedeflenmesi ve bu adil geçişe katkı verecek çalışmaların yarının şekillenmesinde payı olacağının unutulmamasıdır. Bu adil geçiş için inisiyatif birçok yol ya da yollar bulacaktır, yeter ki bir araya gelmeyi başaralım. En önemli olan durum da bu zaten, benzer arayışlara ve amaçlara sahip insanları bir araya getirebilmektir. Aslında günümüz ilişki biçimlerinin penceresinden bakıldığında da en zor olanı budur belki de…
PROJENİN HEDEFİ
Ekolojik ve ekonomik ev yapabilmenin koşullarını oluşturmak, dar gelirli ailelere örnek olmak.
Tüketim toplumlarında savurganlığın sebep olduğu çöp yığınlarının ekolojiye verdiği zararla ilgili farkındalığın oluşmasına katkıda bulunmak.
Yaşam biçimine yansıması gereken “ekoloji okuryazarlığı” yani ekolojik duyarlılık konusunda bilinçlenmeye katkıda bulunmak.
Tüketim toplumu anlayışının ortaya çıkardığı savurganlığa dikkat çekmek.
Çöp tanımına uymayan nesnelere yeniden kullanım değeri kazandırarak bu çabanın görünürlüğünü sağlamak.
PROJENİN GEREÇLERİ
Günümüzde ekoloji, çevre sorunları, doğanın dengesi gibi kavramlar, kelime olarak gündelik konuşmaların içinde kendine bir yer edinmiş durumdadır. Bunun nedeni, doğanın kirlenmesi ve doğanın dengesinin bozulması ve iklim krizleriyle burun buruna gelmiş oluşumuzdur.
Üzerinde yaşadığımız gezegen yani dünya, tüm canlıların sağlıklı yaşaması için varlığını sürdürmek zorundadır. Ancak dünya kaynaklarının hoyratça tüketildiği, ekolojik tahribatın boyutları bizden sonraki kuşaklara sağlıklı bir yaşam vaat etmemektedir. Öncelikle toplumun bu sorunu iyi tanımlaması ve önüne geçmesi gerekmektedir. Ailelerden başlayan ekolojik tutum ve tavırlar geliştirmek önemlidir. Gerekli bilgi ve beceriyle donanmış bireyler ve insan kaynağı oluşması, gündelik yaşamın içinde kendine yer bulması, ekolojik bozulmanın önüne geçmeyi kolaylaştıracaktır. Üzerinde yaşadığımız gezegenin doğal haline dönebilmesinin koşulu olarak, çevre ya da ekolojik bilinç yaratmak, yeryüzünde yaşayan tüm insanların sorumluluğuna taşımak önemli ve gerekli olmuştur.
Bilindiği üzere ekolojik ya da çevre sorunlarının en önemlileri arasında bulunan ve gündelik hayatın da zorlaşmasına neden olan, israf yüzünden çıkan “çöp sorunu” bu projenin önemsediği gerekçelerden biridir. Tüketim toplumu anlayışının ortaya çıkardığı savurganlığın ekolojiye verdiği zararların boyutu, yeryüzünün devasa çöp yığınlarına maruz kalması sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu anlamda çöp tanımına uymayan nesnelerin yeniden kullanım değeri kazandırılarak ortaya çıkarılacak konut örneği, aynı zamanda büyük harcamalar yerine ekonomik şekilde yapılmış olacaktır.
PROJE KAPSAMINDA YAPILACAK ÇALIŞMALAR
PROJE TAKVİMİ
FAALİYETLER
1.
ay
2.
Ay
3.
ay
4.
ay
5.
ay
6.
ay
Proje ekibinin oluşturulması ve projeye katkı vereceklerin belirlenmesi
X
Proje Koordinatörü,
Mimar
Müteahit
İnşaat mühendisi
Arazi yerinin belirlenmesi seçimi ve arazi alımı
X
Araziye yapılacak konut için geridönüşüm/doğal ve yerel inşaat malzemelerinin temini ve inşaat alanına taşınması
X
X
X
Proje koordinatörü denetiminde kurumlarla yazışmalar görüşmeler yapabilecek proje ekibi ile
yürütülecektir.
Satın alınacak inşaat malzemelerinin tespiti
X
Yapının planlanması tasarlanması gerekli izinlerin alınması
X
X
Proje Koordinatörü, Mimar. Ve geri dönüşüm becerisi olan dostlar
Yapının yapılmasına katkı verecek insanların belirlenmesi
X
X
Duvar/çatı ustası, marangoz,elektrikçi, sıvacı, tesisatçı
Yapının inşaatının başlaması-sürdürülmesi
X
X
X
X
X
X
bu işi profesyonelce yapabilen ve becerisi olan gönüllü arkadaşlar
Bahçe düzenlemesi ve ağaçların ekimi
Yapılan çalışmaların örnek oluşturması için belgeseli/broşürü için çekimler yapılması
X
X
X
X
X
X
PROJENİN TAHMİNİ BÜTÇESİ
Arazi bedeli.
Ev projesi çizim bedeli.
İnşaat izinleri.
İnşaat ruhsatları.
Zeren Keziban KARAASLAN
0 notes
lovelyyfluff · 1 month
Text
İnziva | 1 - Pazar (1)
Tumblr media
Hajime: Hmhmhmm♪ Ahh, et suyu çok leziz kokuyor♪
Hajime: Normalde sabahları kızarmış ekmek yerim, ama canım zaman zaman geleneksel Japon kahvaltısı istiyor.
Hajime: Güne sıcak bir miso çorbasıyla başlamak gibisi yok.
Hajime: Eyvah! Dalıp gitmemeliyim. Çorbaya bakmazsam taşabilir. Zaman kaybetmeden miso ezmesini katmalıyım... Tamamdır~ Bitti!
Hajime: Ah, tezgahdaki saksıda büyüttüğüm turp filizleri de kullanılmaya hazır.
Hajime: Hehe, belki onları da miso çorbama eklerim.
Mika: Aman yaaa~! Hayır~! Geç kalıyom!
Hajime: Hm? Kagehira-senpai? Acelesi var sanki.
Tumblr media
Mika: Tam bi' malım ben~! Uyuyakaldığıma inanamıyom!
Mika: Ha? Hajime?
Hajime: Demek o ses senden geldi, Kagehira-senpai. Günaydın♪
Mika: Günaydın. Bende bu güzel koku nerden geliyo diyom. Demek miso çorbasıymış. Kavhaltı mı ettin?
Hajime: Aa, yok, daha başlamadım. Çorbayı yaptım sadece.
Hajime: Tam vaktinde geldin. Çorba sıcak, benimle beraber içmek ister misin?
Tumblr media
Mika: Uuu~ İnan çok açım, ama azcık acelem var... Üzgünüm. Bi' bardak süt içip gidicem.
Hajime: Süt mü? Olur, ben senin için koyarım.
Mika: Aa, yok. Ben hallederim.
Hajime: Önemli değil. Hazır buradayken vereyim. Al!
Mika: Kusura bakma. Saol.
Mika: Hmm...♪
Hajime: Tüm bu acele neyin nesi? İşin mi var?
Mika: He! Yok ya, bugün Oshi-san Valkyrie'nin yeni şarkısı için geri dönüyo, ben de onu havaalanında beklicem~
Mika: Bana uğraşma o kadar dedi, ama ben yine de gidip ona sürpriz yapmak istiyom.
Tumblr media
Mika: Böyle önemli bi' günde uyuyakaldığıma inanamıyom! Bi' saate orda olmam lazım... yoksa Oshi-san önce gelicek~
Mika: Öyle heyecanlaydım ki tüm gece gözüme uyku girmedi...
Hajime: Haha. Tatilden önceki akşam uyuyamayan çocuklar gibi.
Mika: Yaaa gülmesene~
Hajime: Eğer daha bir saatin varsa ucu ucuna yetişebilirsin bence.
Mika: Doğru diyon! Hemen çıkmalıyım!
Mika: Şunu hızlıca bitirmem gerek...
Mika: Tamam, süt için saol! Ben çıkıyom. Bay bay~!
Hajime: Görüşürüz, Kagehira-senpai♪ Yolda dikkatli ol~
────────────────────────────
<Havaalanında>
Tumblr media
Mika: Oh be... Vaktinde gelebildim...
Mika: Uff. Koştuğum için baya terledim. Kışın ortasında tek terleyen benim, çok utandım...
Mika: Aa, dinlenirken Oshi-san'ı kaçırırsam çok kötü olur! Tam zamanında gelmişken etrafı arıyım bari.
Mika: Iıı... Şura Paris uçağının indiği yer, dimi...?
Shu: ......
Mika: Ah! Oshi-san orda yürüyo!
Mika: Oshi-saaan! Burdayım! He~y!
Tumblr media
Shu: O ne...?! Kagehira?!
Mika: Oley be, buldum seni! Hoşgeldin, Oshi-san~♪
Shu: Halk içinde öyle bağırma! İnsanlar bize bakıyor! Hiç mi utanmıyorsun?
Shu: Ben sana beni karşılamana gerek yok demedim mi?
Mika: Yaaa~ Deme öyle Oshi-san... Sürpriz yapmak istedim sana~!
Mika: Aa! Yorulmuşsundur sen! Alıyım çantalarını. Susadın mı?
Mika: Bak şurdaki makineden içecek bi' şey alabilirsin. Yoksa aç mısın? Ee, açsan—
Shu: Kagehira. Sessiz ol, lütfen.
Shu: Yol yorgunuyum. Şu an istediğim son şey başımda heyecanlanmış bir köpek gibi devamlı konuşman. Beni daha çok yoruyorsun.
Tumblr media
Mika: ......♪
Shu: ...Niye gülümsüyorsun? Kızgınım sana.
Mika: Yani, bayadır beni azarlamıyon, Oshi-san. Telefonda daha sakin konuşuyon. Aslında çok iyi birisin.
Mika: Geri döndüğün için mutluyum, tabi, ama asıl geri geldiğini beni azarlayınca anlıyom.
Shu: Aah... Anlamıyorum. Neden azar işitmeyi özlersin ki?
Shu: Neyse. Gel, Kagehira. Bavullarımı yatakhaneye bırakmaya gidiyorum.
Mika: Yaa~! Oshi-san, yavaş ol! Sana yetişemiyom~!
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
0 notes
j4kuzi · 2 months
Note
tekrar selam, nasılsın? umarım çok tatlı bir gün yaşıyorsundur
ancak yazacak uygunluk buldum
ben malatyalıyım, şimdiye dek neredeyse hiç il dışına gitmedim ama denizi çok severim. denize girerken yakınıma tanımlanamayan rahatsız edici cisimler (jdjdjdj insanlar yani) yaklaşınca çok rahatsız olurum, yüksek sesten, bağır çağırdan, şatafatlı gece hayatından hani pek haz etmem. yapı olarak çok duruyum
sakin, kendi halinde denize kıyısı olan ama kavga gürültü disko bar ortamından daha ziyade sakin ve özgün yerleri çok daha fazla severim. bu yüzden Balıkesir ve Çanakkale bana hep çok güzel gelir. kiralar, insanları, yaklaşımları, yaşam tarzı, şehrin mimarisi, yaşam koşulları, bana çok tatlı geliyor diğer tüm sahil şeritlerine göre ama gel gör ki hiç gitmedim djndndnxndnxn utandım şimdi jdjdns. neyse ama benim beklentim sahili olan ama sakin, insanının yaşam şekli belli, tartışma, olay, kalabalık, gürültü vs değil de günün aşağı yukarı belli olduğu belirli bir hayat kültürünün var olduğu bir yerde olmak.
sence bu iki kent buna uygun mu?
belki çok karışık yazdım ve kafan karıştı, eğer öyleyse özür dilerim. biraz heyecanlıyım da 🥺🐣🍀🪽🎐🌊🪷🌞
merhaba,
öncelikle şurdan başlamalıyım ki bi şehirin yaşama elverişli olup olmadığını anlamak için bence önce gidip görmek gerekiyor. çanakkale çok sakin, tatlı ve küçük bir şehir. bar ortamı yine var her yerde olduğu gibi ama daha küçük. birkaç tane belirli kafesi, yemek yemek için uygun mekanları, pub/bar tarzı ortamları var. çanakkale’de yaşam güzel ancak hep aynı yerler ve aynı şeyler olunca biraz sıkılıyorsun, onun içinde çevresinde gidilip gezilecek fazla yeri var. kiralar açısından çok bir bilgim yok ancak zaten denize kıyısı olan bi yer olması, yazlık bir yer olmasından dolayı pahalı. onun dışında fazla öğrenci dostu, samimi, (özellikle esnafları bence çok şirin) bi yer. bence çanakkale açısından zorlanmazsın ancak balıkesir konusunda çok bi fikrim yok. küçük şehirler genelde bir süre sonra sıkabiliyor, ben özellikle bu yıl bursa ve çanakkale arasında çok sık seyahat etmiştim. yani diyeceğim şey şu ki gerçekten tatlı samimi bir şehir. sadece kira açısından ve kışın zor olmasından dolayı (otobüsler çok sıkıntı oluyor çünkü) zorlanabilirsin. onun haricinde tercih edilebilir.
merak ettiğin herhangi bir şey varsa sorabilirsin 🌞💌✨
umarım yardımcı olabilmişimdir 🫶🏻
1 note · View note
enjoy-your-life61 · 2 years
Text
ASIL GERÇEKLER
"YA HERŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLSE?"
Adım Ömer. 32 yaşında, gayet standart bir hayat yaşayan, hayatında hiçbir olağanüstülülük olmayan, evden işe işten eve arada sırada gidip gelen ve de tek keyfi, tek başına sahile gidip denize bakarak içmek olan bir insandım. Uzun zamandır yalnızdım ve de sevgilim yoktu. Aslında bu duruma bayağı da alışmıştım.
            Dinlere ve yaratıcıya inancım yoktu. Aslında önceden böyle biri değildim. Çocukluğumda dini eğitimde almışlığım vardı. Annem ve babamda dinini yaşamaya çalışan insanlardı. Ama insan zamanla değişiyor işte. Üniversitedeki arkadaş ortamları ve de tabi bir de okuduğum kitaplar çok büyük etkisi olmuştu. Öyle kitaplar okumuştum ki, bu fikrin bende oluşmasında çok etkili olmuştu. Üniversite bittikten sonra da o ortamlardan da uzaklaştım ve insanlardan uzak sakin bir hayat yaşamaya karar verdim.
            İstanbul'un yazlık bir semtinde oturduğum için kış mevsimlerinde ilçe genelinde pek kimse olmazdı sokaklarda. Hele ki ben yazlık bir sitede oturduğum için kışın yaşlı ve emeklilerden başka birisine mahallede rastlamak pek mümkün değildi.
            Ben annemle birlikte yaşıyorum. Babam vefat ettiğinden beri kediler ve annem benim için önemli olan şeylerdi standart günlük yaşantımda.
            Yine bir pazar günü sitenin marketine girip biralarımı aldıktan sonra sahile doğru yürümeye başladım. Orada, bir kafe vardı. Orada oturup içmek hayatımda en çok zevk aldığım olaydı.
            Kafeden içeri gireceğim sırada içeriden çıkan bir kızla karşılaştım. Kızı tanımıştım. Bu Melda idi. Bizim sitede yıllardır yaşayan, birlikte büyüdüğümüz kızlardan biriydi. Pek yakın muhabbetimiz yoktu ama selam vermeden de geçmezdik birbirimize.
            Kısa bir ayak üstü selamlaştıktan sonra onu da benle oturmaya davet ettim. Melda, sarışın uzun boylu, yüz olarakda idare edecek güzellikte bir kızdı. Aslında küçüklüğümden beri boş değildim ona karşı. Davetimi kabul etti ve birlikte denize karşı oturup biralarımızı içmeye ve havadan sudan konulardan başlayarak konuşmaya başladık.
            Saatler sonra hava kararmaya başladığında anlamamıştık zamanın nasıl geçtiğini. Muhabbet bayağı hoşumuza gitmişti. Saate bile dikkat etmemiştik bu yüzden. Ertesi gün İstanbul'a dönüp işe gideceğini söylerken bende ortalığı toplayıp ona katıldım ve birlikte onun evine yürümeye başladık. Melda'yı evine bırakırken son bir cesaretle ondan telefon numarasını isteyebildim çekinerek. Arada konuşuruz, mesajlaşırız falan diye de ekledim. Sohbet onunda hoşuna gitmiş olacak ki gülümseyerek numarasını söyledi ve yeniden görüşürüz diye vedalaştık.
            Akşam olduğunda bir bahaneyle ilk mesjı attım. O da çok geçmeden bana döndü ve aynı sıcak muhabbet telefonda da olsa sürdü gece boyu. Birbirimize gitgide yakınlaşıyorduk artık. Melda'yla bu muhabbetim her gece, gerek mesaj gerek arama şeklinde olsun bir hafta boyunca kesintisiz devam etti. Ve hafta sonu buluşmak için sözleştik. Çok uzatmadan ona tüm hislerimi söylemeyi düşünüyordum buluşmada. Güya yalnız kalmaya alışmıştım ama hayatın size ne getireceği hiç belli olmuyor işte. Kimine göre erken gelebilirdi ama zamanında çok geç kalmaktan çok kişiyi kaybetmişsin bu hayatta ve bu sefer geç kalmayacaktım.
            Melda'yla bir kafede buluştuk. İçiyoruz, eğleniyoruz falan yine derken birden ciddileşerek sesimi düzelttim ve Melda'ya ondan hoşlandığımı, çok iyi anlaştığımızı, bu kısa sürede benim sevgilim olmasını istedim. Melda biraz durgunlaştı ve kızararak önüne bakmaya, saçlarıyla oynamaya başladı. Olumsuz birşeyler sezerken o sadece:
"Bak, gerçekten çok iyi bir arkadaşsın. Ben de senden hoşlandım ama yanlış anlama. Bunu benim için söylemek çok zor ama ben bu hayatta yalnız kalmalıyım. Beni seven kişilere hep istemeden zarar verdim." dedi.
"Bir dakika. Dediğinden hiçbirşey anlamadım. Daha açık konuşur musun lütfen?" diye merakla sorunca anlatmaya başladı:
"Sana bu olayı nasıl anlatacağım, nereden başlayacağım bilemiyorum. Yani şöyle ki, ben 16 yaşıma girdiğimden beri herhangi bir erkekle sevgili olmaya kalktığımda ya da bir erkeğin bana sevdiğini söyleyip hayatıma girmeye çalıştığında, bir süre sonra erkek arkadaşımın hareketleri değişmeye başlıyor ve de akıl almaz şeyler gördüğünü söylüyordu. En son ki erkek arkadaşım gece evinde uyurken sabah kendisini bir uçurumun başında bulmuş. Bir ses ona benden uzak durması gerektiğini söylemiş ve arkadaşımı her gece türlü kabuslarla korkutmuş. Tabi bu olaylardan sonra bir daha ondan haber alamadım."
            Melda bunları o kadar ciddi anlatıyordu ki sadece zoraki bir gülüş atabildim. Hayal gücü bayağı yüksekmiş diye düşündüm. Gerçekten müthiş bir hikaye anlatıyordu bana göre. Belki de hikaye falan yazıyordur diye düşünmüyor değildim yani. Şimdi desem ki çok güzel hikaye uyduruyorsun beni direk başından def edecek. En iyisi biraz daha sabredip kızı daha iyi tanımaya çalışayım.  Aslında bu tür hikayeleri severdim ama cinlere, perilere hiç inanmazdım. Bu yüzden ona:
"Bence kendini bu kadar üzme." dedim gülerek. "Belli ki senden ayrılmak için bahane bulamamış, bu hikayeyi uydurmuştur."
            Baktım ki gülmüyor, bende hemen kendimi toparladım. Hiçbirşey olmamış gibi ve biraz da havayı dağıtmak için tekrardan:
"Sen onları boşver. Ben hiçbir erkeğe benzemem. Ben sevdim mi tam severim. Hem baksana, benim gibi karizmatik, yakışıklı, çekici bir insan daha nerde görürsün. Hatta uzaylılar bile beni kıskanıyor yani o derece. Beni kendi gruplarına almak için birbirleriyle kavga bile ediyorlar... Bak şimdi ben bile kendimi kıskandım..." diye espriler, komik hareketler yapıp onu neşelendirmeye çalıştım. Ama bu uğraştığıma değmiş kalbini kazanmıştım. Artık gülmekten midesine kramplar girmişti.
            Sonra birlikte kafeden çıktık, gezip tozduk, güzel vakit geçirdikten sonra ayrıldık ve evime geldim. O kadar mutluydum ki, ertesi günün pazartesi olması ve iş başı yapmam bile umrumda değildi.
            Gece geç vakitlere kadar Melda'yla mesajlaştıktan sonra uyumak için odama çıktım ve telefonumun alarmını kurup uyudum. Hani gece uyurken arada bir uyanıp sağa sola dönersiniz ya, bende öyle uyanır durur, gece boyu bir sağ tarafa bir sol tarafa döner uyumaya devam ederim.
            O gece yine bu şekilde uyanıp diğer tarafa dönecekken bir ses duydum. Yarım yamalak gözlerimi açıp karşıya doğru baktım. Odada, yatağımın baş ucunda odanın karanlığından daha kara bir varlığı beni izlerken gördüm. Uyku sersemliğiyle hayal görmüşümdür diye geçiştirmeye çalışsamda tekrar dönüp baktığımda o varlık yine öylece orda duruyordu. Bir insan boyutlarında çok siyah, kafası, eli kolu belli ama yüzünün hatları hiç seçilemiyor bu varlığın. Gördüğüm şeyin hayal mi gerçek mi olduğunu anlamak için yataktan toparlanmaya çalışırken, o varlık bir anda anlamadığım bir dilde birşeyle söyleyerek üzerime atladı ve boğazımı sıkmaya başladı. Bir anda neye uğradığımı şaşırmıştım. Şok içinde kalmış ve de hareket dahi edemiyordum. Artık buna karabasan mı dersiniz ne dersiniz, ona karşı hiçbir şey yapamıyordum. Dua okuyayım diyordum ama dua da bilmezdim ki o vakitler. Ne kadar vücudumu hareket ettirmeye çalışsamda bunda başarılı olamıyordum. O şey boğazımı sıkarken sanki vahşi bir hayvanla boğuşuyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Hiç bitmeyecek gibi gelen o boğulma anında ben nefessizlikten bayılana kadar sürdü.
            Uyandığımda sabah olmuş telefonumun alarmı çalıyordu. Kalkıp kapattım ve yataktan doğrulduğum gibi etrafa bakındım ama kimseyi göremedim. Demek ki gördüğüm sadece bir kabustu ya da uyku felci gibi birşey diye düşünüp kafaya takmadan üzerimi giyinip güne başladım.
            Akşam iş çıkışı eve gelince yine elimde telefon Melda'yla konuşup mesajlaşarak zaman geçirip hasret gideriyorduk. Bir gece önce birşey yaşayıp yaşamadığımı sorunca tabi ki hayır deyip geçiştirdim. Bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapadım ve yatağıma uzandım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum çok susamıştım. Kalktım yataktan mutfağa gidip su içip tekrar yatağıma geri döndüm. Uykuya ha daldım ha dalacam sanki bir şey bana seslendi gibi geldi. Etrafa baktım kimse yok. Döndüm diğer tarafa. Gözlerimi kapadığım an yatakta bir ağırlık hissettim. Sanki biri yatağa bastırıyormuş gibiydi. Yine ne oluyor gibisinden baktığım anda gözle görmediğim birşey bana vurmaya başladı. Yani bu öyle bir vuruştu ki, sanki kalabalığın arasına sıkışmış tekme tokat bana vuruyorlardı. Korku içinde ne yapacağımı bilmez bir halde kendimi savunmaya çalışıyordum. O vuran şey herneyse bıkmadan usanmadan sert bir şekilde vurmayı sürdürüyordu. Bir düşünün. İnsan karşı koyamayacağı bir güce ne yapabilir ki? Hiçbirşey. Artık öyle bir duruma gelmiştim ki, tek yapabileceğim şey atılan dayağın bitmesini beklemekti.
            Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama sanırım bayılmıştım. Sabah telefonumun alarm sesiyle uyandım. Gözlerimi açtığımda etrafta kimsecikler yoktu. Sanırım yine kabus görmüştüm. Yataktan doğrulmaya çalıştım ama vücudum neresini oynatıyorsam aşırı derecede ağrı yapıyor ve her hareketimde bana acı veriyordu.
            Odamda bir boy aynası var. Üzerimi giyinirken genelde en son ona bakıp kendimi bir kontrol ederim. O aynanın önüne gittiğimde ise gördüklerime inanamadım. Boynum morarmıştı. Hemen üzerimi çıkarıp vücuduma baktığımda yer yer çürükler ve morluklarla karşılaştım. Anlaşılan geceki dayak kabus değil resmen gerçekti. Annemin de dikkatini çekmemek için hemen üzerimi giyinip aşağı ki kata kahvaltıya indim. Neyse ki yüzümde öyle abartılacak yara bere izi yoktu da annem halimi anlayamazdı.
            İşe gitmek için evden çıktım. Servise binecektim ama her yanım öyle bir ağrıyordu ki, bu halde nasıl çalışacaktım bilemiyordum. Melda'yı arayıp başıma böyle böyle olaylar geldi desem diye içimden geçirdim ama sonra kızı da korkutmak istemediğimden bu kararımdan vazgeçtim. Artık ciddi ciddi kızdan da şüphelenmeye başlamıştım. Ya gerçekten anlattıkları doğruysa? Ya cinler bu kıza aşıksa? Sonuçta hiçbir erkeği yanına yaklaştırmıyorlar. Son iki gece yaşadıklarımdan sonra açıkcası bende soru işareti oluşturmuştu.
            Belki size garip gelebilir ama benim öyle dediğim gibi inancım yoktur ama cinlere inanırım. O nasıl oluyor derseniz, yani inanmak derken şöyle diyeyim. Yani aslında yine inanmıyordum da ben küçükken babamdan duyduğum hikayelerden başlayıp da aklım başıma geldiği zamanlarda olsun hep ilgimi çekmiştir bu vakalar. Hele ki ülkemizde de çok var bu olaylar. Bir de "dabbe" filmi serisiyle bu tür olayları anlatınca bende ki ilgi daha da artmıştı.
            Ben böyle hayaller kurarken servise binip işe gittim. Zorda olsa günümü bitirip eve döndüm. O akşam evde yaşlı başlı teyzeler vardı. Biz belli bir yaşa gelmiş yaşlılara hacı teyze derdik. Annemle birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı.
            Ben eve girip hepsine selam verdikten sonra odama geçeceğim sırada Aysel teyze bana seslendi. Aysel teyze, şöyle altmışlı yaşlardaydı. Nazara falan çok inanır, insanın üzerinde manevi olarak ağırlık falan varsa o kişinin üzerine okuyup onu rahatlatırmış. Tabi ben buna pek inanmazdım.
"Oğlum, sen gel bakayım bir yanıma." dedi Aysel teyze bana "Seni pek iyi görmedim. Sanki üzerinde bir ağırlık varmış gibi görünüyor. Gel otur bakayım şuraya da seni okuyayım da biraz rahatlatayım."
"Yok teyze yok." dedim işi geçiştirmek için "İşler biraz yoğundu. Onun yorgunluğu var üstümde." dediysemde bir türlü inandıramadım. Baktım ki çare yok, isteksizce geçtim karşısına oturdum. Mimik hareketlerimle isteksizce bir tavır takınırken, Aysel teyze gözlerini yummuş bir yandan okuyup bir yandan yüzüme doğru üflüyordu. Böyle okumaya devam ederken sürekli esniyordu. O esnedikçe bana bir gülme geliyordu. Sonra  öyle bir şey oldu ki, Aysel teyze bir an için gözlerini açıp bana baktığında gözlerinin beyazı gittikçe büyüdü ve birden bağırarak yere yığıldı. Tabi hepimizde bir şok.Herkeste başladı bir telaş. Ayıltmak için hemen kolonya ve su getirdiler. Ben ise ayakaltında fazla durmayayım diye korkudan hemen çıktım odama.
            Aradan yarım saat falan geçmişti. Ben sosyal medyada sörf yaparken annem beni yemek yemek için aşağı çağırdı. Ben de toparlanıp aşağa indim. Beraber yemek yerken Aysel teyzenin durumunu sordum. Annem bana öyle garip garip bakıyordu.
"Ne oldu anne?" dedim "Niye öyle tuhaf bakıyorsun bana? yanlış  bir şey mi sordum?"
"Aslında şöyle bir  durum oldu oğlum." dedi annem "Aysel teyzen seni okurken gözlerinin içinde bir karanlık görmüş ve o her okuduğunda karanlık gitgide büyümüş ve kadın da korkudan bayılmış... Şimdi söyle bakayım bana. Sen yine bu cinlerle uğraşmaya mı başladın? Eğer öyle birşey varsa..."
"Hayır anne." dedim sözünü keserek "Alakası bile yok. Beni bilirsin. Evden işe işten eve gelen biriyim. Benim ne işim olur cinlerle."
"Senin bu tür olaylara merakın var ya o yüzden söyledim. Eğer öyle bir şey yoksa da anlaşılan cinler seni bir şekilde takibe almış. Cinler öyle kolay kolay insana musallat olmaz. Ya sana biri büyü yapmış ya da başka birşey var. Bunu zamanla görüceğiz."
"Anne bunu da nerden çıkardın şimdi. Takma böyle şeyleri kafana. Dedim  ya size iş yorgunuydum diye. Sen bakma Aysel teyzeye. Yanlış görmüştür kesin. Kendini bu okumalara öyle bir kaptırmış ki sonunda kafayı üşütecek. Yani öyle senaryolar üretiyorsunuz ki senaristlere taş çıkartırsınız ha." deyip işi geçiştirdim.
            Tam o anda cep telefonum titredi. Baktım, arayan Melda'ydı. Fırsat bu fırsat hemen odama geçtim onunla konuşmaya başladım. Havadan sudan konuşuyorduk ama iki gecedir yaşadığım olaylardan ona hiç bahsetmedim. Melda'yda zaten birlikte olduğumuz için çok mutluydu. Hatta hafta sonu için yeni gezi planları yapmaya başlamıştı bile.
            Gece yatağımda uyumadan evvel olanları düşündüm. Acaba Melda renkli gözleri olduğu için cinli biri olabilir miydi? Hani hep derler ya, mavi gözlülerde cin olur diye. Bilmiyorum belki söyledikleri hurefe ama babamdan da biliyorum. O da mavi gözlüydü. Evlenmeden önce, bir dönem geceleri onun odasına iki cinin geldiğini söylerdi. Ve sabaha kadar onu  uyutmadıklarını, hatta bir keresinde babamın söylediklerine inanmayan ve cinlere küfreden dedemi sabaha kadar dövdüklerini anlatmıştı ben küçükken. O zamanlar babamı boynundan hiç çıkartmadığı simsiyah bir muskasıyla hatırlıyorum. Cinlerin ziyaretlerinden de o şekilde kurtulmuş babam hocanın verdiği o muska ile.
            Yatmadan evvel her gece bende huzursuzluk oluşuyordu. Ya yine gelip beni döverlerse diye. Aklıma o an yatmadan evvel "ayetel kürsi,felak, nas" surelerini okumak geldi. Her türlü bela ve musibetlerden koruduğunu işitmiştim. Hemen internete girip duaları buldum ve okumaya başladım. Duaları okuyup bitirdiğimde içimde bir ferahlık hissettim. Sanki kalbimin derinliklerinde bir kıpırdama hissediyordum. Ve o şekilde yatağa uzanıp uyudum. Birkaç gece boyunca çok rahat uyku çekmeye başlamıştım. Bu dua sayesinde  artık rüyalarımda ne bir kabus ne de gece aniden uyanma oluyordu. Sonuçta mutluydum. Bu beladan da kurtulduğumu düşünmeye başlamıştım.
            Buluşacağımız günün sabahı Melda aradı. Çok kötü bir gece geçirdiğini, sürekli kabuslar gördüğünü, ellerinde ve vücudunda tanımlayamadığı bir takım izler ve işaretler çıktığını söyledi. Çok korktuğu her halinden belli oluyordu. Öğlen buluşmak için anlaştık. Bende rutin işlerimi tamamlayıp evden çıktım. Kafeye vardığımda Melda köşedeki masaların birinde elindeki telefonda birşeyler okumakla meşguldü. Yanına yaklaştığımda beni gördü  ve  ayağa kalkıp sarıldı.  bir müddet öylece kaldık ve sonra masamıza oturduk. Bana direk ellerinin içini gösterip:
"Bunlar ne biliyormusun?" dedi.
            Ben cevaplamadan o devam etti.
"Ben araştırdım. Bunlar kına." dedi "Dün gece yatarken ellerimde hiçbir şey yoktu. Gece boyu kabuslar gördüm. Sürekli birşeylerden kaçtım. Ve uyandığımda ellerim kınalanmıştı. Sabahtan beri de araştırıp  duruyorum ve sonunda tek bir sonuca vardım. Bu,  genelde cin düğününe katılan insanlarda ya da cinler tarafından sahiplenilen insanlarda görünürmüş. Sana söylemiştim. Benim  kısmetim kapalı. Nedeni de bu cinler. Beni küçüklüğümden beri sahiplendiler. Hiçbir erkek arkadaşım benle uzun süreli  kalamadı. Cinlerin ona zarar verdiğini söylediler... Biliyorum. Seninde başına bunlar geldi. Nerden biliyorum dersen, ilk birlikte olmaya başladığım Ömer değilsin sen. Gözlerin çökmüş. Geceleri seni de uyutmadıkları belli. Ama bana söylediler. Sen onlardan korunmanın bir yolunu bulmuşsun. O varlıklar sana zarar veremeyince benim canımı yakmaya başladılar." dedi.
            Haklıydı aslında. Melda da son gördüğüm güne oranla bayağı yorgun gözüküyordu. Melda'nın olayının ne olduğunu en başından öğrenmem gerekiyordu. En azından yardımcı olmak açısından. Garsondan içecek birşeyler istedikten sonra tam olarak bu olayları kaç yaşında ve nasıl yaşamaya başladığını sordum. Melda derin bir iç  çekerek gözlerime baktı  ve sorularıma cevap olacak şeyleri anlatmaya başladı.
"Herşey ben ilk genç kızlığıma adım attığımda başladı. Çocukken hiç böyle garip, diğer insanların göremedği arkadaşlarım yoktu. İlk adet olmamdan yaklaşık bir hafta sonra gece yatağımda uyurken odamdan sanki birisinin beni izlediği  hissine kapılıp uyandım. Elbette kimse yoktu gözle görebildiğim ama sanki birisinin derinden gelen soluk alışverişlerini duyabiliyordum. Bu olay birkaç gün daha devam etti. Ve sonunda bir gece bu sesin sahibi bana kendisini göstermeye karar verdi... O gece yine yatağımda uyuyordum. Adımın anılmasıyla uyandım.Karşımda 14-15 yaşlarında bir çocuk vardı. Ben de o sıralar 12 yaşlarındaydım."Sen burada ne arıyorsun? Odama nasıl girdin?" diye sormama fırsat vermeden sakince "Ben senin hayali arkadaşınım. Beni senden başkası göremez. Hem sen hep benim gibi birisini hayal etmez miydin? Bak karşındayım işte." dedi gülümseyerek.
            O çocuk aklımla bu aptalca hikayeye inanıvermiştim. Ona bir isim bile buluştum. Efe diyordum ona. Geceleri yanıma geliyor sonra sabah gün ağırmadan gitmesi gerektiğini söyleyip kayboluyordu. İlk başlarda Efe ile gayet mutluydum. Sürekli gece olmasını ve  onun gelip birlikte zaman geçirmeyi dört gözle bekler olmuştum. Bu sürede, diğer zamanlarda gece uyumadığım için gündüzleri boş zamanlarımda sürekli uyuyordum. Arkadaş çevrem ve sosyal hayatım hiç kalmamıştı.
            Yıllar böyle aktı geçti. Ben ona Efe diyordum ama meğer onun başka bir adı varmış. Neyse işte, yaşım 18 olmuştu. Üniversite falan derken dışarıda iyice serpilmiştim. Tabi öyle açık saçık giyinince erkeklerin gözleri hep üzerimde oluyordu. tabi bu da hoşuma gidiyordu. Gencim ya, adrenalinde ben de tavan yapmış durumda. Sonra bir çocukla tanıştım. Ciddi bir şeyler yaşamaya başladık. Zamanla çocuğa aşık oldum. O heyecan içinde gece yatarken Birden o Efe denen varlık birden ortaya çıktı ve sinirli bir halde hemen üzerime atlayıp beni boğmaya ve canımı yakmaya başladı. Ben çırpınırken sadece hayvansı hırıltılar duyabiliyordum. Ne kadar zaman böyle geçti hatırlamıyorum ama gözlerimi açtığımda sabah olduğunu farketmiştim. Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Artık ne uyku uyuyabiliyor ne de insanlar içine karışabiliyordum.
            O günün sabahı okula gittiğimde erkek arkadaşımı bulamadım. Telefon ettiğimde ise çok kötü olduğunu ve bir daha benimle görüşmek istemediğini söyledi. Bu olaydan sonrada bir daha karşıma çıkmadı ve beni uzaktan gördüğünde hep yolunu değiştirdi. Buna benzer olaylar ben ne zaman bir erkek arkadaşa sahip olsam başıma gelir olmuştu. O varlık sanki benim başka bir erkekle görüştüğümü anlıyor ve hem bana hem de erkek arkadaşıma biz ayrılana kadar zarar veriyordu geceleri.
            Yaklaşık birkaç sene geçmişti. Artık ne o varlık geceleri bana geliyor ne de bir zararı dokunuyordu. Artık beni bıraktığını ya da öldüğünü sandım. Ve çalıştığım şirketten yeni bir ilişkiye başladım. Herşey başlarda güzel gidiyordu. Fakat bir gün erkek arkadaşım işe gelmedi ve sonraki günde ve sonraki günde... Çalışanlar ve arkadaşları olarak ne yapsak ne etsekte ona ulaşamadık bu üç gün boyunca. Adam sanki yer yarılmıştı da içine girmişti.
            Gece bir rüya gördüm. Rüyamda beni rahatsız eden varlık yine gelmişti. Ve beni alıp kendi alemine götürmeye çalıştı. Zor da olsa onu durdurabildim. Bu sefer sinirlenip yine  beni dövmeye başladı. Sonunda bana, sadece ona ait olduğumu başkasını seversem sonunun onun gibi olacağını söyleyip eliyle bir arabayı gösterdi. Arabanın içinde sevgilim kanlar içinde kendinden geçmiş bir halde yatıyordu. Onun yaşaması için cine, sevdiğim erkeği bir daha asla görmeyeceğim yeminin ettikten sonra zor da olsa bulunduğu yeri öğrendim ve hayatının kurtarılmasını sağladım. Ama bir daha ne o şirkete gittim ne de o adamı gördüm.
            Artık bunun bir son bulması gerekiyordu. Bende sonunda konuyu aileme açtım. Yani ilginçtir anne ve babam bu olayı normal karşıladı. Sanki doğal bir şeymiş gibi. Gayet soğukkanlı bir şekilde beni sakinleştirip tanıdıkları güvenilir bir hocanın olduğunu söyleyip beni oraya götürdüler. Hocaya olanları anlattım ve yardımcı olmasını istedim.O da bir takım birşeyler yazıp çizdikten sonra bana bir muska verdi. Ve bu muskayı taktığımda o şerli varlığın gözünde görünmez olacağımı ve bir daha bana dokunup hayatıma etki edemiyeceğini söyledi. Muskayı takmaya başladıktan sonra herşey hocanın dediği gibi olmaya başladı. Artık erkek arkadaşlarımla rahatça görüşebiliyor ve hiç kimseye zararım dokunmuyordu.
            Böyle birkaç sene daha geçti. Herşey yoluna girmişti artık. Ta ki ben o muskayı kaybedene kadar.
            Gece yatarken muskayı yanıbaşıma koymuştum ve sabah kalktığımda muskayı koyduğum yerde bulamadım. Korku ve telaş içinde odanın her yarını karış karış aradım ama bulamadım. Sonradan öğrendim ki meğerse cinler bazen böyle şeyleri kaybederlermiş.
            Bana yeni bir muska yazması için  tekrar hocaya gittiğimde beni gören hocanın yüzü değişti ve kapıyı yüzüme kapatıp gitmem için bağırıp çağırdı. Hocanın bu hareketi karşısında şok olmuş ne yapacağımı şaşırmıştım. Bu demek oluyordu ki kabuslar yeniden başlayacaktı. Ve dediğim gibi de olmuştu. O varlık geceleri yine yanıma gelmeye başladı. bu sefer bana zorla tecavüz etmeye de çalışıyordu. Çok güçlüydü. Ne yaptıysam da ona engel olamadım. Ve daha da kötüsü annem ve babamı trafik kazasında kaybettim.
            Bunun bir son bulması içinde çok hocaya gittim,çok yer gezdim ama kimse benim derdime çare bulamadı.
            Sonra bir gece uyurken rüyamda seni gördüm. Uzaktan bana elini uzatıp "Hadi Melda hadi, gel beni bul." diyordun ve kayboluyordun. Bu kısa rüyayı üst üste birkaç gece görünce de bunun belki de bir işaret olabileceğini düşündüm ve seni aramaya başladım. Ama elimde ne bir telefonun ne de ulaşabileceğim bir adresin vardı. Bende çocukluğumuzun birlikte geçtiği  bu yazlık sitede belki sana ya da seni  tanıyan birine rastlarım umuduyla hafta sonları gelmeye başladım belki karşılaşırız diye. Sonuçta sen karşıma çıktın ve gerisini biliyorsun işte... Ben, senin  bana yardım edebileceğini düşünüyorum. Sevgili olduğumuzdan beri geceleri neler yaşadığını çok iyi biliyorum anlatmana gerek yok. Ne kadar da benden saklasanda biliyorum. O söyledi bana. Ve artık bana da zarar vermeye  başladı. Daha önce senin yaşadığın olayları yaşayan erkek arkadaşlarım hemen kaçmıştı ama sen öyle yapmadın. Bana yardım edeceğini biliyorum."
            Melda'nın bana öyle bir umutla bakışı vardı ki anlatamam. Kendimi bir anda süper kahraman gibi hissettim. Hani filmlerde şu meşhur sahne vardır ya "sen seçilmiş kişisin" misali. Tamam, cinlerle uğraşmayı çok severdim ama onları rahatsız etmek anlamında değil, sadece onlar hakkında yeni şeyler öğrenmek ve farklı hikayelerini, olaylarını öğrenmek, araştırmak en büyük zevkimdi. Ama birisine yardım edecek kadar kendimi geliştirmemiştim. Ama Melda'nın bana "beni kurtar" dercesine bakışı beni çok etkilemişti. Ne olursa olsun ona yardım etmeliydim. Sonra aklıma birşey geldi. Bu cin konularını araştırırken tanıştığım ve çok güvendiğim bir hoca vardı. Eğer ona bu olayları anlatırsam bize yardımcı olacağından hiç şüphem yoktu.
"Sen hiç tasalanma. Sonuna kadar seninle olacağıma hiç şüphen olmasın. Bu olayı beraber atlatacağız."
"Gerçekten mi?" dedi Melda sevinç içinde "Doğru kişinin sen olduğunu biliyordum. Sana olan sevgim ve inancım o kadar çok ki anlatamam."
"Bende seninle aynı fikirdeyim. Dediğim gibi ,ben öyle diğer erkeklere benzemem. Ben sevdim mi tam severim. Pazara kadar değil mezara kadar... Şimdi beni iyi dinle. Bu ifritten kurtulacağımız çok güvendiğim bir hoca tanıyorum. Bu konuda bize yardımcı olacağından hiç şüphem yok. Çözse çözse bu  işi ancak o çözer."
"Yani gerçekten bize yardımcı olabilecek mi?"
"Bundan hiç kuşkun olmasın."
            Melda'ya hoca olan arkadaşım Mehmet ile olan serüvenlerimi anlattım ve vakit kaybetmeden onu aradım. Yani hoca dediysem, bu arkadaşım da dedesinden el alarak bu işlere başlıyor ve insanlara yardımcı olmayı daha ön planda tutan birisi. Benden sadece bir yaş büyük olmasına rağmen gayet bilgili ve bu tür konularda da oldukça başarılıydı. Zaten bir kaç cin vakası, cin çarpması ya da musallat vakasına yanında bulunmuş ve başarısına şahit olmuştum.
            Hemen telefon rehberinden aradım ve onu buldum. Birkaç çalmadan sonra arkadaşım Mehmet hoca telefonu açtı. Bir iki hoşbeşten sonra başımızdan geçen olayları özet şeklinde ona anlattım ve yardımını istedim. Mehmet hoca da öyle paraya pula pek tamah etmeyen biri olduğundan çabucak evine gelmemizi söyledi ve telefonu kapadı. Mehmet hoca bize yardım edebilecek son kişi olabilirdi. Hemen toparlanıp kafeden çıktık ve arabama binerek evine doğru yol aldık.
            Hocanın evine vardığımızda akşam olmak üzereydi. Kapıyı çaldık. Kapıyı hocanın hanımı açtı. Mehmet hoca, diğer oda da bizden önce gelen insanlara yardım etmeye çalışıyordu. Yarım saat kadar bekledikten sonra hocanın hanımının işaretiyle bizi bekleyen hocanın odasına girdik. Mehmet hoca yakın arkadaşım olduğundan cana yakın birisiydi.
"Ooo, kardeşim hoşgeldin" diyerek kucaklaştık. Sonra kafasıyla da Melda'yı selamladı.
"Tanıştırayım seni. Bu kız arkadaşım Melda. Melda, bu da benim can dostum Mehmet hoca. Tanıdığım insanlar arasında tek güvenebileceğim adam gibi adamdır Mehmet hocam."
"O kadar da abartıpta beni mahcup etme kardeş." dedi Mehmet hoca başını öne eğerek.
"Olur mu öyle şey. Bunda mahcup olunacak birşey yok. Ben gerçekleri söylüyorum."
"Neyse kardeş. İstersen fazla uzatmadan bir an evvel konumuza geçelim.  Anlattığın kadarıyla durum oldukça ciddi görünüyor ama siz bana olayları daha ayrıntılı anlatırsanız daha iyi olacak."
"Haklısın. Bu işi ne kadar çabuk çözersek o kadar iyi."
            Önce Melda sonra da ben, başımızdan geçen olayları anlattıktan sonra, dikkatle bizi dinleyen Mehmet hoca hiçbirşey demeden ayağa kalktı ve arkasında duran yazı gereçlerini alıp bir kağıda birşeyler yazmaya başladı. Sonra bize dönüp:
"Siz gidin biraz diğer odada bekleyin. Biz bu odayı hazırlayalım sizi tekrardan haberdar ederiz." dedi.
            Biz dışarı çıkarken Mehmet hocanın yüzünden okuduğum ifadeden bu işin bayağı ciddi bir olay olduğunu ve çözülmesinin bizi epey zorlayacağını anlamıştım. Tabi Melda'ya pek de birşey belli etmemeye çalışıyordum.
            Diğer odada bizi çağırmalarını beklerken Melda tedirgin bir halde:
"Ne düşünüyorsun? Arkadaşına güvenebilir miyiz? Bu işi halledebilecek mi?" diye sordu.
"Merak etme." dedim güven vermeye çalışarak "Dedim ya sana, o bu işlerin ustasıdır. Çözemeyeceği olay yoktur onundur. Sen kalbini ferah tut."
            Tam bu sırada bizi tekrar odaya çağırdılar.
            Odaya girdiğimizde bu sefer odada iki kadın, yüzleri birbirine bakar halde bir köşede oturmuş duruyordu. 8-10 yaşlarında bir çocukta bir leğenin içinde gözleri kapalı ayakta duruyordu. Mehmet hoca bizi  karşısına oturttu ve bir kağıda birşeyler yazıp Melda'nın sağ eline verdi ve elini kapatmasını istedi. Bu sırada bunları yaparken Arapça birşeyler okumaya devam ediyordu. Melda'nın diğer eline de birşeyler yazdığı kağıdı verdi ve kapattı. Bana da başıyla sakin kalmamı işaret etti. O öyle işaret edince anladım ki birşeyler olacak. Tabi bende tarif edilemez bir heyecan başlamıştı.
            Mehmet hoca daha sonra sesini düzeltti ve kadınlara bir işaret yaptı. Kadınlar da yüksek sesle, sanki Arapça değilde başka bir dilde birşeyler okumaya başladılar. Hoca da sırtı bize dönük olan çocuğa birşeyler sormaya başladı. İlk başlarda ritüel esnasında çocuk hiçbirşeye cevap vermezken kadınlar daha da yüksek sesle ve inatla okumaya devam edince suyun rengi değişti. Kaynar gibi buhar çıkmaya başladı sudan ve çocuk hayvan hırıltısı gibi sesler çıkarmaya başladı. Sanki o leğenden çıkmaya çalışıyor ancak çıkamıyor gibi kendini sağa sola savuruyor, ellerini yukarı kaldırıp havayı parçalamak istermişcesine bir takım şeyler yapıyordu. Hoca bunu görünce sanırım Arapça cümleler kullanarak o çocuğa birşeyler sormaya başladı. Çocuk ilk başlarda cevap vermedi ama hoca bir şekilde önündeki kağıtlara birşeyler yazıp yakmaya başlayınca çocuk acı çekiyormuş gibi bir çığlık attı ve hocanın soruların yanıtlamaya başladı. Ama tabi ben hiçbir şey anlamıyorum.Yanımda ki Melda da bu esnada korkudan gözlerini sımsıkı kapatmış bir an önce bu ritüelin bitmesini bekliyordu.
            Bir ara hem hoca hem de o çocuğun sesleri gittikçe yükselmeye başladı. Odada büyük bir tartışmanın içinde oldukları belliydi. Sanırım bu tartışma 10-15 dakika kadar sürmüştü. Dediklerinden hiçbir şey anlayamadığımdan ritüelin bitmesini beklemekten başka çarem yoktu.
            Bunu nasıl yapıyordu aklım almıyordu. Tıpkı o filmlerdeki cin çıkarma mı dersiniz şeytan çıkarma mı, artık herneyse birebir karşımda oluyordu. Acaba bu hileyi nasıl yapıyor diye aklımdan geçiriyordum. Hani sihirbazlar hile yaparken sırlarını söylemezler ya o misal. Şimdi bu hileyi nasıl yapıyorsun dicem ayıp olacak. En iyisi mi susmaktı.
            Sonunda hem hocanın hem de çocuğun sesi kesildi ve odaya bir ferahlık geldi. Sanki ışık çoğaldı odada. Hoca bana dönüp:
"Sen Melda'yı da alıp diğer odada bekleyin. Ben size sesleneceğim." dedi.
            Mecburen dediğini yaptık ve diğer odaya geçtik. Bu arada aklıma hocanın ritüel başında Melda'nın eline verdiği kağıtlar geldi. Kızın elleri odada otururken hala sımsıkı kapalıydı.
"Tamam Melda geçti artık ellerini açabilirsin." dedim.
            Melda'nın elleri o stresten ve korkudan öylece kalmıştı. Bana dönüp baktı.
"Sanırım haklısın. Çok stres yapmışım herhalde." dedi.
            Melda ellerini açtığında ikimizde şok geçirmiştik. Hocanın yazdığı kağıtlar yok olmuştu. Birbirimize şaşkın şaşkın bakarken hoca bizi tekrar çağırdı. Kendimizi toparlamaya çalışarak hocanın karşısına geçtik.
"Bakın, size şöyle anlatayım." dedi tedirgin bir şekilde "Yani bu olayların bir çok sebebi olabilir. Bu konu beni oldukça aşıyor. Bu yüzden tanıdığım daha bilgili bir hocam var. Ona danışmam daha uygun olur. Bir çözüm bulana kadar size iki adet muska hazırladım. Bu muskaları alıp boynunuza takın ve asla üzerinizden çıkarmayın. Bu sayede cinlerin gözünde görünmez olursunuz ve size zarar veremezler."
            Hiçbirşey demeden muskaları alıp boynumuza taktık. Evden çıkacağımız esnada:
"Bak kardeşim." dedi bana Mehmet hoca "telefonun sürekli açık kalsın. İrtibat halide olalım. zamanı gelince mutlaka seni arayacağım. Ve dediğim gibi muskaları asla çıkarmayın."
            Başımızla onaylayarak yola koyulduk. Melda'yı evine bırakırken herşeyin daha güzel olacağını söyleyerek onu yolcu ettim ve evine girene kadar da onu izledim.
            Yaklaşık bir buçuk hafta geçen sürede ikimizde hiçbir olay yaşamadık. İşime gidip geliyor, akşamları Melda ile buluşuyor, geziyor, eğleniyor, baş başa rahatça vakit geçirebiliyorduk. Muskalar sayesinde artık herşeyin geride kalabileceğini düşünmeye başlamıştık.
            Ta ki bir Çarşamba akşamı işten çıkmış evde çay içtiğim sırada Mehmet hoca beni arayana kadar...
            Sesi telaşlı ve endişeliydi:
"Kardeşim. Ne yap ne et en kısa zamanda benim eve gelin." dedi.
"Ne oldu bir sorun mu var?"
"Telefonda konuşamam. Sadece buraya gelin yeter."
"Ama muska sayesinde hayatımız gayet güzel geçiyor."
"O sadece geçici bir önlem. Eğer bu olayı tamamen ortadan kaldırmazsak ifrit yeniden size musallat olacak. Bu yüzden hemen buraya gelin."
            Sonra telefonu kapattı. Ben de hemen Melda'yı aradım. Durumu ona da anlattım. Biraz morali bozulmuştu ama bu durumu tamamen ortadan kaldırmak için biraz daha sabretmemiz gerekiyordu.
            İzinli olduğumuz Cumartesi akşamı buluşup hocanın evine gittik. Melda yine huzursuz görünüyordu. Haklıydı. Ben de bu yaşadıklarımızın bir an evvel bitmesini istiyordum.
            Mehmet hocayla selamlaşmadan sonra geçtik karşısına oturduk. Bu sefer ritüel hazırlığında kadın veya çocuk, hiçbirşey yoktu bizden başka. Anlaşılan sadece oturup konuşacaktık. Mehmet hoca eline eski bir kitap aldı ve bize bir takım çizimler gösterip anlatmaya başladı.
"Büyünün insanlara Babiller zamanında iki melek Harut ve Marut tarafından öğretildiğini biliyoruz.İnsanlara her ne kadar öğrettikleri büyüleri uygularsalar cehennem de yanacaklarını söyleseler de insanlar maalesef büyü öğrenmekten vazgeçmemişler. Bunun sonucunda da Allah, Harut ve Marut'u bir mağarada baş aşağı şekilde kıyamet kopana kadar bekleteceği söylenir bu mağarada. Hatta, ya Hatay ya da Şam, Suriye sınırları içerisinde olduğunun söylentileri vardır. Yani kısaca Melda'ya ya da onun ailesine bir büyü yapılmış ve bu büyü her ne kadar Melda'ya direk yapılmasa da büyü onu bulmuş. Melda'nın kısmeti kapanmış diyebilirim. Yani ne zaman bir erkekle bir şey yaşasa bu büyü onun karşısına çıkıyor. Çünkü yapılan bu büyü sayesinde ona bir cinni aşık olmuş ve Melda'ya hiçbir erkeğin yaklaşmasına izin vermiyor. Bunlar muhtemel bildiğiniz şeyler ama bilmediğiniz, bunu nasıl ortadan kaldıracağımız ve neden rüyanda yardım edecek kişi olarak Ömer'i görmen?"
            Sonra Melda'ya döndü:
"Birşey soracağım sana Melda." dedi "Sizin cenazaleriniz, sadece sana baş harflerini söyleyerek soracağım, M ilinin D ilçesinin T köyünde mi gömülüdür?"
            Melda şaşkınlıkla sadece "evet" anlamında başını salladı. Şaşkındı. Çünkü hocanın onun hakkında bu kadar çok şey bilmesine inanamıyordu. Ve arada şaşkın gözlerle de bana bakıyordu.
"Rüyalarında sürekli olarak Ömer'i sana yardımcı kişi olarak görmenin sebebine gelirsek." dedi hoca sözüne devamla "Sana yapılan büyü materyali  işte o köydeki aile mezarlığınızdaki bir yakının mezarında gömülü. Ve bu materyali oradan alıp bana getirebilecek tek kişi de yanındaki Ömer. Cinler sana yardım edecek tek kişinin o olduklarını bildiklerinden bir şekilde onunla tanışmanı sağladılar." Sonra hoca bana döndü "Evet Ömer. Gördüğün gibi bu olayın kilit noktası sensin. İşten izin mi alırsın rapor mu alırsın bilmem ama bir an önce hazırlıklarınızı tamamlayıp o köye gitmeli ve o materyali bulup bana getirmelisin ki büyüyü bozabileyim. Ve sakın korkma. O mezarlıığa girdiğinde sana zarar vermeye çalışan varlıklar olduğu kadar sana yardım edecek varlıklar da olacak."
"İyi güzel diyorsun da ben tek başıma o köyü de o mezarlığı da bulamam ki." dedim "En azından yanıma arkadaşlarımdan bir kaçını alamaz mıyım?"
"Sakın ha." dedi hoca "Öyle bir hata yapayım deme yoksa arkadaşlarının da hayatını tehlikeye atarsın. Sadece ikiniz oraya gitmelisiniz. Ama Melda da belli bir yere kadar seninle gelebilir. Özellikle gece yarısından sonra o mezarlığa girmen ve tek olman gerekiyor.Merak etme. Onlar zamanı geldiğinde sana haber verecekler."
            İlerleyen saate aldırmadan o gece hocayla bu konu hakkında sohbet ederek geçirdik.
            Bu olaydan yaklaşık bir hafta kadar sonra ben şirketten yıllık iznimin bir kısmını alarak bir araba kiraladım ve Melda ile beraber onun aile büyüklerinin yaşadığı mezarlığın olduğu köye doğru yola koyulduk. Yolumuz uzundu. 7-8 saatlik yol hemen hemen. Yol boyunca da bana ailesini o taraflarda yaşayan aile büyüklerini anlatıp hem köyü hakkında hem de bize yardımcı olabilecek insanlar hakkında bilgiler veriyordu.
            Sonunda Melda'nın babasının küçüklüğünü geçirdiği köye geldik. Köyde kalabileceğimiz bir tek Melda'nın halasının evi vardı. O da 70-75 yaşlarında, tek başına yaşayan, hayvanlarla uğraşıp kendini idare ettiren tipik bir Anadolu kadınıydı. Tanıştığımız andan itibaren hemen kanım kaynamıştı ona. Bizi karşılaması, bizi memnun etmek için koşuşturması tam bir misafirperverlik abidesiydi.
            Sohbet, muhabbet ediyorduk ama asıl geliş amacımızı söylememiştik.İşlerden çok bunaldığımızı bu yüzden hem hava almak hem de bir değişiklik olması açısından bir kaç günlüğüne köye kafa dinlemeye geldiğimizi söyledik. kadıncağız da inandı tabi.
            Bir iki gün dinlendik. Sanki gerçekten tatile gelmişiz gibi hiçbir şey yapmadık. Zaten köyde fazla insan ve ev yoktu. O yüzden pek dikkat çekmedik.
            Mezarlık köyün girişindeydi. Köye girerken dikkatimizi çekmişti ama direk içine girmemiştik ilgiyi üzerimize çekmemek için.
            İkinci günün sonunda hocayı aradım ve bu gece mezarlığa gireceğimi söyledim. O da bana, ben mezarlığa girdiğim gece gerekli olan duaları okuyup bana uzaktan da olsa yardımcı olmaya çalışacaktı... Gece olduğunda mezarlığa geldik. Melda da benimle birlikte gelip yardım etmek istiyordu ama hocanın da dediklerine uymak zorundaydık. Onu, mezarlığın girişinde arabanın içinde bıraktım ve ona dönerek:
"Bak şimdi beni iyi dinle." dedim. "Her ne olursa olsun asla ve asla arabadan inme. Eğer olur da sabah ezanı okunmadan geri gelsem bile sakın ha sakın kapıyı açma tamam mı? Bu çok tehlikeli. Bana söz ver."
"Ama..."
"Aması falan yok. Bu varlıklar sana zarar vermek için benim kılığımda bile gelip seni kandırabilir. O yüzden lütfen arabadan çıkma tamam mı?"
            Zor da olsa ikna edebilmiştim.
            Mezarlığa girdiğimizde gece yarısı 3 gibiydi. Ezan da beşbuçuk altı gibi okunuyordu o zamanlar yanlış hatırlamıyorsam. 2-3 saat gibi zamanımız vardı. Ama mezarlık hem çok karanlık hem de çok büyük sayılırdı. Şehir mezarları gibi ışıklandırma olmadığından mezarları bulmam zor olacaktı. Gerçi Melda halasından bilgi almış, mezarları öğrenmişti. Hatta gündüz vakti gelip ziyaret bile etmiştik burayı ama sanki gece vakti o karanlıkta her yer birbirinin aynısı olmuştu.
            Yavaş yavaş mezarlığın kapısından içeri girdim. Elimde sadece bir el feneri vardı. Onu da sürekli yakamıyordum köyden gören olur diye.Gerçekten ürkütücüydü gece yarısı. Kafamdaki ses "Sahilde denize karşı oturup içkini içmek varken ne işin var senin bu korku tünelinde. Aklından zorun mu var? Geri dön. Bulaşma bu işlere. Sonra sonu kötü olacak." diye söylerken hemen kendimi toparladım. "Hayır, hayır." dedim kafamdaki sese "Hiç kusura bakma. Ben bir söz verdim ve bu sözümü tutacağım. Hem ben seçilmiş kimseyim. Ben aşkımın süper kahramanıyım." diye kendi kendimi teselli ediyordum.
            Karanlıkta ilerlerken arada feneri yakıp mezar taşlarındaki isimlere bakıyordum belki yaklaşmışımdır diye. Ancak çok ilginçtir, sanki sürekli kendi etrafımda bir daire çiziyordum. Daha da ilginci, mezar taşlarının üzerinde hep aynı isimler yazıyordu. Bu işte bir gariplik vardı. Hafiften tırsmaya başlamıştım. O an sanki karanlıktan bir şeyler geçiyormuş gibi bir hisse kapıldım. Korku içinde el fenerin ışığını sağa sola çevirdim ama kimseyi göremedim. Ben de gittikçe paranoyaklık belirtileri başlamıştı anlaşılan. Sonra birden karanlığın içinden, çok  uzun zamandır duymadığım ama çok özlediğim birinin sesini duydum. Dönüp baktığımda ortalıkta kimse yoktu ama sesi duyuyordum sürekli. Ses, adeta etrafta yankılanıyordu. Sonunda dayanamayarak "Neredesin?" diye bağırdım.
            Tam o anda eski bir ağacın arkasından, o son hatırladığım güzelliğiyle kendini gösterdi sonunda.
            Bu, lise yıllarımda aşık olduğum fakat bir trafik kazası sonucunda 18 yaşında ölen sevgilim Şeyda idi. Niye bilmiyorum ama korkmadım ondan. O da bana gülümsüyordu. O şekilde ne kadar kaldık bilmiyorum ama sadece onu izliyor ve gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum.
            Beni yine kendime o güzel sesi getirdi.
"Gel." dedi işaret ederek bana "Ben sana yardım etmek için gönderildim. Beni takip et."
            Hiçbir şey demeden onu takip ettim.
            Şeyda beni mezarların arasından dosdoğru gitmem gereken mezara doğru götürüyordu. Bir ara dikkatimi çekti. Sanki o hiç yere basmıyor havada süzülür gibi ilerliyordu. O zaman onun aslında Şeyda'nın kılığına girmiş, bana yardım etmek isteyen bir cinni olduğunu anladım. Belli ki korkmamam için bu şekilde gelmişti yanıma. Bu olaydan sonra artık cinlere inanmaya başlamıştım.
            Mezarı uzaktan görünce tanıdım. Ve daha da hızlanmaya başlayıp Şeyda'ya yetiştim. Elimi  uzattım sanki onu tutmak istermiş gibi ama o  benden bir anda uzaklaştı, gülümsedi ve geldiği gibi bir anda ortadan kayboldu. Ortalık yine zifiri karanlığa dönmüştü. Üzerimdeki şoku atlattıktan sonra ona doğru yöneldim. Üzerindeki isimleri ve tarihleri okumaya başladım. En yakın ölüm tarihi 80'lerin başıydı. Sorun şuydu ki hocanın dediği materyalin hangi mezarda olduğunu bilmiyordum. 4 tane aynı aileden kişilere ait mezardı bunlar.
            Hangisini kazmaya başlayacağımı düşünürken birden siyah bir köpek ortaya çıktı ve mezarlardan en sonrakini ayak tarafından eşeleyerek kazmaya başladı. Köpeği ne kadar kovmaya çalışsam da gitmiyor, inadına bana hırlıyordu. Ve birden üzerime doğru koşmaya başladı. Korkudan kaçmaya çalışırken bana yetişti ve üzerime atlayıp beni parçalamaya çalıştı. El feneriyle kendimi korumaya çalışırken köpeğin gözleri birden kırmızıya dönüştü. O kadar güçlüydü ki karşımda bir köpek değil sanki ayı vardı. Artık ümidimi kaybetmek üzereydim ki aklıma birden hocanın "mutlaka öğren, işine yarar" dediği Ayetel Kürsi duası geldi. Halâ tamamını ezberleyememiştim ama kaybedeceğim neyim vardı ki. Euzü çekerek okumaya başlayınca üzerimdeki köpeğin gücü gittikçe azalmaya başlamıştı. Sanki görünmeyen iki varlık köpeği iki tarafından kaldırıp üzerimden atmıştı. Ayağa kalktığımda köpek geriden geriye sürüne sürüne karanlıkta kayboldu. Sadece uzaktan köpeğin bağırışlarını duyabildim o an. Üzerimi silkeledikten sonra tekrar mezara yöneldim. ve gördüğüm şey beni hem şaşırttı hem de mutlu etti.
            Köpeğin eşilediği mezarın ayak ucunda, hocanın dediği büyü yapımında kullanılabilecek bir materyal duruyordu. Bunu elime aldım ve fenerin ışığına tutup daha yakından baktığımda, bunu birbirine sımsıkı bağlanmış ikili tahta kaşık olduğunu gördüm. Üzerlerinde Arapça olduğunu sandığım bir takım yazılar da vardı. Tahta kaşığa bağladıkları şey normal ip değilde daha çok insan saçı gibi bir şeye benziyordu.
            Bu bulduğum şeyi cebime koyup hızla mezardan çıkmaya çalışırken,  arkamdan bir şeylerin bana doğru yaklaşmakta olduğu hissine kapıldım. Geriye döndüğümde mezarın her yanından fısıldaşmalar duydum.
            Adımlarımı daha da hızlandırdım. Sanki her mezar taşının arkasından bir varlık kırmızı gözleriyle bana pis pis bakıyor, mezardan çıkmama engel olmaya çalışıyordu. Zira yine geldiğim yolu karıştırmış yine kendi etrafımda daireler çizmeye başlamıştım.
            Bir yandan korku, bir yandan telaş ne yapacağım diye yükses sesle düşünürken birden Melda'nın "Gel buradayım." diyen sesini duydum.  Sesi yakından geliyordu. Tam o sese doğru ilerlemeye başlamıştım ki aklıma, Melda'ya asla arabadan inmemesi gerektiğini söylediğim geldi. Birden kendime  geldim. Yine bildiğim kadarıyla Ayetel Kürsiyi okumaya başladım. O anda Melda'nın sesi kesildi. Biraz daha ilerlediğim an çıkışı hatırladım. Arabanın yanına yaklaşırken bir baktım ki arabanın etrafı siyah renkli ve kırmızı gözlü kedilerle çevrilmiş. Melda ise arabanın içinde kedileri kovmaya çalışıyordu. Kediler beni gördükleri anda hepsi başlarını bana çevirip hırlamaya başladı. Ben de bunun üzerine yüksek sesle, tekrar ve tekrar "euzü besmele" çekerek üzerlerine yürüdüm. Kediler hem hırlıyor hem de geri adım atıyordu. Sonra birden bağıra bağıra üzerlerine koşunca çil yavrusu gibi dağıldılar.
            Bağırmamdan ötürü Melda arabanın içinde bir sağa bir sola bakıyordu. Camı tıklattığımda bana şüpheyle baktı.
"Artık korkacak bir şey yok. Kapıyı açabilirsin. Hepsini kovdum."
"Senin Ömer olduğunu nerden bilecem." dedi şüphe ile. "Beni kandırmayacağını nerden bilecem?"
"Doğru söylüyorsun. Ben sana ezan okunana kadar çıkma demiştim di mi?"
            Tam o anda sabah ezanı okunmaya başladı.
"İşte bak, sabah ezanı da okunmaya başladı ve bu demek oluyor ki ben gerçek Ömer'im. Hatta kanıt olarak da bak sana ne göstereceğim." dedim ve tahta kaşıkları gösterdim.
            Melda benim gerçek Ömer olduğumu anlayınca kapıyı açtı ve bana özlemle sarıldı. Sonra arabayı çalıştırdım ve oradan uzaklaşıp halanın evine gittik. Mehmet hocayı arayıp materyali bulduğumu ve yarın sabah yola çıkacağımızı söyledim. O da, gece mutlaka evinde olmamız gerektiğini ve büyüyü bozmak zorunda olduğunu söyledi. Biraz dinlendikten sonra öğleden sonra İstanbul'a doğru yola çıktık.
            Ben yola odaklanırken Melda da materyali inceliyordu. Yol boyunca pek birşey konuşmadık. Hoca bu gece bizi evinde bekliyordu.
            Gece yarısının ilerleyen saatlerinden önce İstanbul'a daha sonra da hocamızın evine ulaşabilmiştik. Dediği gibi bizi bekliyordu. Kapıyı kendisi açtı ve bizi  odasına getirdikten sonra son hazırlıklarını tamamlamak için çıktı. Çok geçmeden o ilk sefer gördüğüm iki kadın geldi ve aynı yerlerine geçtiler. Arkalarından da Mehmet hoca geldi. Elinde kalın bir kitap vardı. Masanın üzerine bıraktığım büyü materyalini dikkatlice inceleyip konuşmaya başladı.
"Bu gördüğünüz şey, genelde evli çiftlerin arasını bozmak için özellikle Anadolu da eski zamanlarda kırsal köylük kesimlerde bu büyüye çok rastlanırdı. Tahmin edebileceğiniz gibi gelinleriyle anlaşamayan kaynanalar en kısa yol olarak bu büyüye başvuruyordu. Ama bu büyüyü kim yaptıysa istediği sonuca ulaşamamış... Senin anne ve baban hala birlikte değil mi Melda?"
            Melda "evet" anlamında başını salladı.
"Annen ve baban bir şekilde korunmuş bu büyüden." dedi Mehmet hoca sözüne devam ederek "Fakat bu büyüyü etkin kılması için kullanılan Cin zamanla o ailenin ikinci kız çocuğu, yani Melda'yı sahiplenmiş, ona aşık olmuş ve hiç bir Ademoğlunun ona yakınlaşamaması için elinden gelen her ne varsa yapmış. yani kısaca Melda'nın bir şekilde kısmetini kapatmış bu büyü diyebiliriz... Şimdi ben Allah'ın izniyle bu büyüyü bozup Melda'ya musallat olan bu Cini bir yere hapsedeceğim. Bu ilmin diğer bilgeleri genelde o Cinni varlığı yakarak öldürür elbet. Fakat ben Allah korkusundan da diyebilirsiniz, onu sonsuza kadar kimsenin bulamayacağı bir yere kilitleyeceğim ve siz de bu beladan kurtulacaksınız."
            Sonra hocanın işaretiyle kadınlar yine yüksek sesle bir şeyler okumaya başladı. Hoca da birşeyler okuyup materyali eline aldı ve düğümlerini tek tek çözmeye başlarken birşeyler okumaya başladı. Her düğümü  kestiğinde sanki odada rüzgarlar esiyor, hocanın sesi bazen kısılıyor bazen daha da şiddetleniyordu. En sonunda, sanırım yarım saat kadar olmuştu, önce hoca sustu sonra da kadınlar. odada mutlak bir sessizlik hakimken yapabildiğim tek şey Melda'ya bakmakta. Onda da şu an tarif edemediğim bir hal var gibiydi. Sanki mutlulukla hüznü aynı anda yüzünde görüyordum.
            Mehmet hocanın sesiyle kendime geldim.
"Allah'ın izniyle bu büyüyü bozduk arkadaşlar." dedi.
            Düğümlerinden kurtardığı kaşıkları masaya bırakmış bize gülümsüyordu.
"Artık  Melda kardeşimiz özgür. O Cinni bir daha ona musallat olamayacak. Çok çok uzaklara gönderdik onu. Bu tarafa  geçmesi ona yasaklandı." dedi hoca. "Siz şimdi evinize gidin dinlenin. Yine de muskanızı üzerinizden eksik etmeyin. Benim yapılacak bir kaç işim daha var. Bitirmem sabahı bulur. Kötü bir durum olursa yine haberleşiriz."
            Tam evden çıkmak üzereyken hoca kolumdan tutup  beni içeri çekti ve sessizce:
"Bu kıza dikkat et. Çözemediğim bir şey var bu kızda. kendine de dikkat et." dedi.
            "Tamam" anlamında başımı sallayarak evden çıktım. Neden şimdi bana böyle bir şey söyledi diye düşünürken zoraki Melda'ya gülümseyerek arabaya bindim. Önce Melda'yı kendi evine bıraktım sonra da evime döndüm.
            Yaklaşık bir hafta kadar sonra hoca bizi arayıp "artık herşeyin bittiğini, dilersek o muskalara bile gerek kalmadığını, o şerli vvarlıktan tamamiyle kurtulduğumuzu" söyledi. Bunu akşam Melda'ya anlattığımda yaşadığı sevinç son zamanlarda çektiğimiz zorluğa rağmen gayet iyi gelmişti bana.
            Biz Melda ile yaklaşık 1,5 sene kadar sevgili takıldıktan sonra evlendik ve ayrı eve geçip başbaşa yaşamaya başladık.
            İlk başlarda, ilk aylarda herşey ço güzeldi. Çocukluğunuzdan beri gizliden gizliye aşık olduğunuz kızla evlenmek herhalde bir erkeğin en çok isteyeceği şeylerden biridir. Fakat bizim ilişkimiz zamanla kötüye gitmeye başladı. Aslında kavga falan etmezdik.
            Evliliğimizin ilk 6 ayı öyle ya da böyle gayet güzel geçti. Birlikte yapabilecek bir sürü şey buluyorduk. Fakat bir gece su içmek için uyandığımda yatakta Melda'nın olmadığını fark ettim. İlk başta pek önemsemedim. Belki tuvalete gitmiştir falan diye. Ben de su içmek için alt kata indim. Suyu içtikten sonra geri odamıza dönerken Melda'nın banyoda birisiyle konuştuğunu duydum. Telefonla falan konuşuyor sandım ama öyle değildi. Telefonu yatak odamızdaydı, görmüştüm. Telefonla konuşuyor olamazdı. Banyoda her kim ile konuşuyorsa farklı bir dilde fısıltı halinde konuşuyorlardı. Nihayetinde korktum tabi. Kapıyı tıklattığımda sesleri kesildi. Melda kapıyı açıp "ne oldu?" diye sordu.
"İçerde kiminle konuşuyordun öyle?" diye sorduğumda:
"Sana öyle gelmiştir hayatım. Kimle konuşabilirim ki?" dedi gülerek ve odamıza geri döndük.
            Bu fısıltılı konuşmalar, Melda'yı gecenin bir yarısı uyanıp yatakta bulamamam gibi olaylar bir süre daha böyle devam etti. Ben askerdeyken bize arazide hayatta kalabilmek için pek çok şey öğrettiler. Bunlardan biri de tilki uykusuydu. Oradan kalma bir huyum vardı. Asla derin uyku uyumazdım. Yattığım odaya biri girse-çıksa, yanımdan biri geçse hemen uyanırdım.
            Bir süre sonra Melda geceleri ne zaman kalksa ben de hemen uyanıp "o ne yapar" diye peşinden gözükmeden izlerdim onu. Görünmeyen bir varlıkla hem konuşuyor hem anlaşıyor gibi hareketler yapıyordu Melda. Hocanın dediklerine güveniyorum ya bir tülü aklıma gelmiyor cin falandır diye. Kız uyurgezer herhalde diye düşünüyorum.
            Sonra bir gece uyurken üzerimde bir ağırlık hissettim, önemsemedim. Ancak nefes alamamaya başlayınca gözlerimi açtığımda şok geçirdim. Melda yatakta üzerime oturmuş boğazımı sıkıyordu. Bir tülü  konuşamıyordum. Öyle bir sıkıyordu ki boğazımı nerdeyse öldürecekti. Gözleri tuhaf tuhaf bakıyor bana.
            Son bir gayretle üzerimden savurup attığım gibi kafası komidine vurduğu gibi sersemleyip kaldı öyle.
            Kendime gelir gelmez yakasına yapıştığım gibi bağırmaya başladım:
"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Senin amacın ne beni öldürmek mi ha?"
            Ben sarstıkça Melda da kendine geliyordu.
"Ne diyorsun hayatım? ben öyle birşey yapabilir miyim sana? Sen neden bahsediyorsun? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum inan bana."
            Yakasını bırakarak sinirle odada dolanmaya başladım. O geceden sonra aramız iyice bozulmaya başladı. Bende gittikçe soğumuştum ondan. önce yatakları ayırıp yatmaya başladım. Ama baktım ki olacak gibi değil, gece kalkıp boşlukla konuşmaya, garip garip hareketler yapmaya başlıyor, yatsıdan sonra dedim kendi kendime bu iş yürümeyecek. Gittim Melda'nın yanına.
"Hadi kalk. ilk iş seni hocaya götüreceğim. Yine sana birşeyler olmaya başladı."
"Hayır." dedi karşı çıkarak "Ben hocaya asla gitmem. Ben gayet iyiyim."
"Demek öyle ha. Madem gelmiyorsun o zaman ben tek gideceğim ve bu işi kökünden çözeceğim."
            Melda bunu duyunca anlamsızca gülmeye başladı.
"Hocayı bulabilirsen git konuş." dedi "İlk önce onu hallettiler. İlk onun canını yaktılar. Sıra sende."
            Gittikçe Melda'dan şüphelenmeye başlamıştım. Sanırım cinler onu ele geçiriyor olabilirdi. Ona hiç cevap vermeden çıktım evden.Uzun süredir de görüşmemiştim Mehmet hocayla. hem bir hal hatırını sorayım hem de bu son zamanlardaki olayları ona bir sorayım diye düşündüm. Telefonu alıp numarasını bulduktan sonra aradım Mehmet hocayı. Telefon çalıyor çalmasına ama karşıdan kimse yanıt vermiyordu. İşi vardır herhalde diye düşünüp  daha sonra ararım diyerekten pek kötüye yormadımcevap  vermemesini.
            Aradan bir kaç gün daha geçti. Melda bu arada çalışmıyordu. O dönem ben sabah çıkıyorum akşam sekiz gibi eve giriyorum. Bir akşam geldim eve. Bu, evi toparlamış, her yeri  temizlemiş, güzel de bir yemek hazırlayıp masayı kurmuş beni bekliyor.
"Hoşgeldin hayatım." diyerek sarılıp öptü beni ve "Biliyorum bana çok kızgınsın ve bunda da haklısın. Evet bu son zamanlarda kendimi biraz kaybettim. Bilmiyorum neden böyle oluyor. Belki de hiç dışarı çıkmadığım için bunalım da geçirmiş olabilirim. Ne olur beni affet. Yaşananlardan ötürü çok çok özür dilerim. Ne olur özrümü kabul et." dedi mahcup bir halde.
            Sonra bir an düşündüm. Kız haklı olabilirdi. Sürekli evde durmaktan bunalmış olabilirdi. Ve bu yüzden de garip davranıyordu. Ben de gülümseyerek özrünü kabul ettim. Akşam güzelce zaman geçirdik, film izledik. Hatta uzun zaman sonra aynı yatakta uyumaya gittik.
            Hani demiştim ya en ufak bir seste uyanırım, tilki uykusuna yatarım diye.O gece deliksiz uyudum. ertesi gün tatildi. Alarm falan kurmamıştım telefona. Sabah uyandığımda bir faklılık vardı. Melda öyle çok uyuyan biri değildi. Ama osabah gün ışımasına rağmen hala yataktaydı. Acaba saat hala çok mu erken diye telefonun saatine baktığımda 11 idi. Sonra sırtüstü hala yatmakta olan Melda'ya dönüp kalkması  için dürttüm ama tepki vermedi. Bir şey demeden yine sarstım,  yine tepki vermedi. Gittikçe şüphelenmeye başlamıştım. Yüzünü bana doğru çevirdiğimde olduğum yerde donup kaldım. Melda gözleri açık öylece tavana bakıyordu. Bağırıyorum, çağırıyorum yine ses yok. Gittikçe sinirlenmeye başlıyordum. Yine  bana şaka yapıyor diyerek onu orda bırakıp banyoya yöneldim. Elimi yüzümü yıkadım. Kahvaltı için çayı koydum, masayı hazırladım ve gelmesi için Melda'yı bekledim.
"Hadi ama Melda. Daha ne istiyorsun? Senin için kahvaltıyı bile hazırladım. Hadi  gel artık, bu kadar şaka yeter. Meldaaa..." diye bağırmama rağmen ses vermiyordu. Yanına gittiğimde hala bıraktığım gibi duruyordu. Sonra dikkatimi çekti birşeyler mırıldanmaya çalışıyor ama konuşamıyor, hareket edemiyordu. Bir şekilde felç olmuştu.
            Beni bir telaş sarmıştı. Kimi arasam diye düşünüyordum. Onun anne ve babası yaşamadığından ben de annemi aradım. Bize yakın otururdu. Annem hemen geldi. Melda'nın durumunu görünce:
"Oğlum bu kız çarpılmış, hemen hastaneye götürelim." dedi.
            Annemin dediği gibi de oldu. Melda felç kalmıştı. Doktorlar da görünürrde kızın tıbbi hiçbir sorununun olmadığını, hareket edememesini tıbben açıklayamadıklarını söylediler. O zaman aklıma annemin de ilk ağzından çıkan laf "cinler çarpmış bu kızı" demesi geldi. Gece uyurken Melda'ya her ne yaptılarsa kız bu hale gelmişti. Üstelik ben yanında yatarken ve gece en ufak bir ses bile duymamıştım. Melda'nın yannda annemi bırakıp hemen çıktım hastaneden. Telefonu elime alıp yeniden Mehmet hocayı aradım ama yine açmadı. Yavaştan kuşkulanmaya başlamıştım. En iyisi onu evde ziyaret etmem olacaktı. Bu yaşananlar neden hala devam ediyordu bunu en iyi Mehmet hoca bilebilirdi. Arabaya atladım ve Mehmet hocanın evine vardım.
            Perdeler gündüz olmasına rağmen sıkı sıkıya kapalıydı. Sanki evde kimse yaşamıyor gibi bir izlenim vermişler. Yine de şansımı deneyim diye kapıya vurdum. Bir müddet kimse açmayınca herhalde burayı terk edip gitmiş düşüncesiyle geriye dönüp gidecekken kapının açıldığını duydum. Mehmet hoca kapının eşiğinde durmuş bana bakıyordu. Sanki birilerinden kaçar korkar gibi bir hali vardı.
"O kadar arıyorum seni neden telefonlarımı açmıyorsun ve de bu halin ne..." sözümü tamamlayamadan:
"Gel içeri çabuk fazla konuşma." diyerek beni içeri alıp kapıyı kapadı.
            Hiçbir şey demeden evde ilerliyor, onu takip ediyordum. Sonra bir odaya girdi ve benim de girmemle birlikte kapıyı kapayarak kilitledi. Etrafa baktığımda evin çok değişmiş olduğunu gördüm. Son gördüğümden beri bayağı kirlenmiş ve bakımsızlıktan yaşanamaz bir hale gelmişti. Mehmet hocanın da görünüşü çok kötüydü. Bir hocadan çok evsiz insanlara benziyordu hali. Aklıda biraz gitmiş gibiydi. Hareketlerinden anlamıştım.
"Ne oldu kardeşim sana?" dedim yarı şaşkın "Bu ne hal. Ne oldu sana böyle görüşmeyeli. Sen bana demiştin ki artık herşey bitti, bizi rahat bırkacak falan demiştin ama öyle olmadı. Melda'yı çarptılar. Kız felç oldu. Doktorlar hiçbir şey yapamıyor. Hani herşey bitmişti. Tam tersine herşey yeniden başladı."
            Mehmet hoca odada dört dönüyor, sanki benden başka birisi varmış gibi onlarada birşeyler sorup bana geri dönüyordu. Sonra konuşmaya başladı.
"Ben sana o günde söylemiştim. Bu kız da çözemediğim birşey var diye. Melda'nın hikayesinde eksik kalan bir parça var. Bu kız bize herşeyi tam olarak ya anlatmadı ya da kendisi de bilmiyordu. Büyüyü ona ailesinden biri yapmış. Kendi kanından olan biri. Ama büyüye karışan cinler bir şekilde ona musallat olmuşlar.O öldürmeye kıyamadığım cinni kabilesi onu hapsettiğim yerden kurtardılar. Ve şimdi o ve kabilesi ona yaptıklarımızdan ötürü bize çok sinirliler ve intikam istekleri daha da artmış durumda. İlk bana geldiler. Yardımcılarımı öldürdüler. Beni her gece dövüyorlar. Onları def edemiyorum. Artık aklımı yitirmek üzereyim. Bu saatten sonra benim sana bir yararım dokunmaz. Sana en fazla bu şekilde yardım edebilirim. Dediğim gibi. Melda bize hikayesinni tamamını anlatmamış."
"Nasıl ya?" dedim "Ne demek hepsini anlatmamış? Peki ben bu hikayenin aslını nerden öğreneceğim? Kız elini bile oynatamıyor. Anne ve babası trafik kazasında uzun zaman önce ölmüşler. Ne yapayım yani, anne ve babasını mezardan mı çıkartayım?"
"İyi düşün. Mutlaka atladığın bir şey olmalı."
            Ben de etrafta dolanmaya ve de düşünmeye başladım. Acaba atladığım ne olabilir. Kısa bir düşünceden sonra birden aklıma gelmişti.
"Tabi ya." dedim "Onun halası  vardı. Köyde bir halası vardı. O gün onun yanına gitmiştik. Ama yaşlı bir kadındı. Nerdeyse 80 yaşında falandı. O da yaşlılıktan ölmmüştür herhalde."
            Mehmet hoca bu sözlerimden ayağa kalktı ve yine odada gezinerek benim göremediğim birileriyle konuşmaya başladı. Sesi çıkmıyor, sadece ağzı oynuyordu. Önce birine bir şey soruyor sonra bekliyor, cevap gelince tekrarlıyordu kendi kendine.
            Sonra Mehmet hoca konuşmasını bitirerek yere oturdu.
"Hayır." dedi bana "O kadın yaşıyor. Ona da dokunamamışlar. Git o kadını bul. Sana yardım edecektir. Hikayenin bilinmeyen taraflarını öğren ve sonra gerekeni  yap. Hem beni hem Melda'yı hem de kendini bu şerlilerden kurtarmak için tek şansın bu."
            Başımı "anladım" anlamında onaylayarak hemen ayaklandım. Yapacağım şeyi iyice anlamıştım. Melda'nın halasının yaşadığı köye gidip, hikayenin bize anlatılmayan taraflarını öğrenip ona göre bir çözüm bulmaya çalışacaktım.
            Köye gitmeden evvel son bir defa Melda'nın durumu hakkında bilgi almak için hastaneye gittim fakat durumunda bir değişiklik yoktu. Zaten annem ve ablam da odasında yanı başında duruyordu. Doktora gidip durumu nedir diye sorduğumda, bu durum karşısında doktor da en az bizim gibi şaşkındı.
"Yani, yapılabilecek herşeyi yaptık ama nasıl desem, eşinizin sağlık yönünden hiçbir problemi yok. Değerleri sapasağlam." dedi "Ne olduğunu bizde anlayamadık.Onu neyin bu hale getirdiğini bilmediğimizden maalesef elimizden hiçbirşey gelmiyor."
            Tabi bu durum doktor içinde kolay değildi. Yıllarını bu işe vermiş adama da gayet normalmiş gibi eşimi cinler bu hale getirdi diyemiyorsunuz. Tabi  ben de diyemedim doktora. Görünen o ki bu hikayenin aslını öğrenmeden Melda'ya yardım edemeyecektim.
            Hazırlıklarımı tamamlayıp Melda'nın halasının köyüne doğru yola çıktım. Yol boyunca herhangi bir olayla karşılaşmadım. Köye vardığımda hava kararmak üzereydi. Başta da dediğim gibi köyde fazla yaşayan yoktu. Sokaklar bomboş, sağda solda terkedilmiş evler vardı. Neyse ki yıllar geçse de evi hatırlıyordum. Bahçe kapısını açıp  eve yaklaştım. Eski görünmesine rağmen sağlam bir yapıydı ev.
            Kapıyı çaldım ama açan olmadı. Belki kadın tarlaya gitmiştir diye biraz bekleyeyim diye düşünüp bahçede dolaşmaya başladım. Evin gayet büyük bir bahçesi vardı. Çevresinde tarlalar ve çeşit çeşit ağçlar vardı.
            Biraz turladıktan sonra beklediğim gibi de oldu. Melda'nın halası bahçe kapısında göründü. Hemen koşup elini öptüm. Geçen sefer ki gelişimizde bize çok iyi davranmıştı. Ben de çok sevmiştim kendisini.
"Hayırdır karaoğlan." dedi gülümseyerek "Hangi rüzgar attı seni buraya de hele."
"Nasıl desem hala bilmiyorum. Melda'nın durumu hiç iyi değil. Doktorlar da çaresini bulamıyor. Ben nedenin ne olduğunu biliyorum ama senin yardımın olmadan hiçbir şey yapamam."
"Gel bakalım içeri gir. Hem hava da kararıyor. Bunları dışarda konuşmayalım."
            İçeri girince hala perdeleri sıkı sıkı kapadı, kapıyı kilitledi ve karşıma oturdu.
"Şimdi olayı bana en başından anlat bakayım." dedi hala.
            Ben de bütün başımızdan geçen olayları ayrıntılarıyla anlattım.
"Yani hala ona yardım edebilmem için ailesinin hikayesinin tamamını öğrenmem gerek. "dedim "Melda'nın bana mutlaka anlatmadığı, gizlediği ya da ne bileyim kendisinin de bilmediği şeyler var sanırım. Onları öğrenmem gerek. Hikayenin tamamını bilsen bilsen bir tek sen bilirsin hala. ne olur bana hikayenin tamamını anlatta bu musallattan kurtulmanın bir yolunu bulabilelim." deyip gözlerinin içine bakmaya başladım cevap bekler gibi.
            Hala şöyle derin bir iç çekti ve anlatmaya başladı..
"O zamanlar abime bu sevdadan vazgeçmesini defalarca söyledim ama o bir türlü beni dinlemedi. Köyümüz, güzel küçük bir köydü. Kendi halimizde yaşar giderdik. Hatice. Melda'nın annesi. Köyümüzün en güzel kızıydı. Benim de en yakın arkadaşım. Abim onu gizliden gizliye severdi. Ama onun abimin sevgisinden haberi yoktu. O, gönlünü köyümüzün gençlerinden Ali'ye kaptırmıştı. İki gencin aşkı köyde de bilinir, ikisi birbirine çok yakıştırılırdı. Ama dedim ya, abim delicesine aşıktı Hatice'ye. Ona sahip olabilmek için herşeyi yaparım diyordu. Ve yaptı da...
            Abim aynı zamanda abim benim en yakın arkadaşımdı. Birbirimize herşeyi anlatırdık. Bir gün laf arasında yakın köylerden bir hoca bulduğunu ne yapıp edip Ali ve Hatice'yi ayırıp sonunda Hatice ile evleneceğini söylüyordu. Ne kadar "abi, yapma etme günahtır, başka kız mı yok" desem de beni dinlemedi. Hocaya gidip bir ayrılık büyüsü yaptırmış. Bizim ailenin mezarına da gömmüş. Bir hafta geçti ya da geçmedi Hatice ve Ali'nin ayrılık haberi geldi. O günden sonra Ali'yi bir daha göremedik. Hatice ise abimle daha sık görüşmeye başladı. Bir süre sonra da abim ve Hatice önce nişanlandı kısa bir süre sonra da evlendiler. Ali'nin ise cesedini çobanlar bulmuş. Çocuk, büyü yüzünden delirip kendini dağa taşa atmış ve oralarda da ölmüştü.
            Herşey yine normale dönmüştü. Köyde olanlar unutulmuş millet kendi derdine düşmüştü. Bir süre sonra abimin yine hocaya gideceğini duydum. Bu sefer de bir türlü çocukları olmadığından hocaya gitmeye kafasına koymuş. Yine ne kadar karşı çıkmaya çalışsam da, abim yine beni dinlemedi ve bir gece eşiyle hocaya gitmişler. Hocada bunlara ne yapmış  ne etmişse artık Hatice bir süre sonra hamile kaldı. Sonunda güzel bir kız çocukları oldu. Adı da Melda idi... Sonradan öğrendim ki, meğer çocukların olması için cinlerle işbirliği yapmışlar. Duyduklarıma inanamamıştım... Şimdi şöyle bir durum var. Cinler büyülere kullanıldıklarında bir diyet isterler. Ancak abim kızının olması için cinlere verdiği sözü tutmayınca haliyle onları kızdırmış.
            Melda 5 yaşına gelmişti. Bir gün annesi bahçede su kaynatıp çamaşırları yıkıyormuş. Tam o esnada oyun oynayan Melda artık nasıl olduysa sıcak suyun bulunduğu kazana düşmüş. Tabi artalık feryan figan. Çocukcağızın bütün vücudu haşlanmış. Hastaneye dahi yetiştiremedim öldü. Abimler bu olaydan bir hafta kadar sonra kendilerini dış dünyaya kapadılar. Kimseyle görüşmediler. Dışarı bile çıkmadılar. Bir süre sonra da köyden kaçar gibi gittiler. Uzunca bir sürede onlardan haber alamadık.
            Yaklaşık 15 sene onları ne gördük ne de haber alabildik. Ama bir süre sonra, şehirde durumlarının çok düzeldiğini, bir kızlarının olduğunu ve gayet mutlu bir şekilde yaşadıkları duyumunu aldık. İlk başlarda yeni bir çocuk yaptıklarını düşündük tabi.
            Tâ ki abimlerin o yaz bize misafirliğe gelene kadar...
            Abimlerin yanındaki kız artık yirmili yaşlara gelmiş, sarışın mavi gözlüydü. Tıpkı yıllar önce ölen o küçük kız çocuğu gibiydi. Asıl şüphelerimi yoğunlaştıran şey bu kızın da adının Melda olmasıydı. O yaz yaklaşık 2 hafta kaldılar bizde. Bu kız hakkında bilgi almak için abimi çok sıkıştırdım ama bana hiçbir şey söylemedi. O böyle yapınca şüphelerim daha da artmıştı. Abimin şehire dönmesinden bir süre sonra yakın köylerde bir hocanın sokaklarda abimin ismini bağırarak dolaştığını duydum. Bu duyumu alınca hemen harekete geçtim hocayı bulmak için. Ve de buldum da. Sanki delirmiş gibiydi.
"Hele dur bakalım dur hoca. Hele bir sakin ol. Ben aradığın kişinin kardeşiyim. Abimi neden arıyorsun söyler misin?" dedim.
            Adam deli divane gibi sürekli, etrafında onu takip eden birileri varmışta onlara "gidin, gelmeyin" gibi durmadan el kol hareketleri yapıyordu. Kendini toparladığı bir anda sadece şunu söyledi bana:
"O abine söyle... Tutmadığı söz yüzünden benim de başımı belaya soktu. Cinleri kızlarını geri almak istiyor."
"Hey hey dur bakayım yavaş ol." dedim yarı şaşkın "Sen neden bahsediyorsun? Ne cini?"
"O ölen kızın yerine koyduğumuz kızlarını istiyorlar. Alana kadar da durmayacaklar. Bu çevredeki kimseye de rahatlık vermeyecekler." dedi ve koşarak uzaklaştı.
            Tek kelimeyle şok olmuştum. Abim böyle bir delilik yapabilir miydi? Sonradan düşündüm ki Hatice'yi elde etmek için yapmayacağı şeyi olmayan adam bunu da hayli hayli yapardı. Ve ne yazık ki yapmıştı da.
            Bu olaydan sonra abimle bir daha görüşemedim. Bir süre sonra önce deliren hocanın öldüğü haberi, sonra da bir gece yarısı da abim ve eşinin bir trafik kazasında öldüğü haberi geldi. Melda kimsesiz kalınca cinlerin bana zarar vereceğinden korktuğum için yanıma da çağıramadım. Tâ ki siz o gün bana gelene kadar. O  kadar uzun süredir insan şeklinde yaşıyor ki o bile insan olmadığını unutmuştur artık. Ama sana şunu söyleyeyim. O bedenin sahibi olan kız 5 yaşındayken öldü. Onun cenazesine katıldım. Gömülürken, üzerine toprak atılırken oradaydım.
            Ama sana şunu söyleyeyim, abim öyle bir şey yapmış ki, daha doğrusu yaptırmış ki o hocaya, o kızın yerine başka bir cinni kızı geçirip ölen kızın bedenine geçirmiş. Kendi kızı gibi olmasını beklemiş, büyütmüşler, sevmişler onu. Kız kendisi bile bilmiyor cin olduğunu. Yani anlayacağın maalesef o kız bir cin...
            Gördüğünüz kabuslar, yaşadığınız olaylar... Hepsinin de nedeni ailesinin artık ona ulaşması ve onu tekrardan kendiKe alemlerine geri almaya çalışmaları..."
            Duyduklarım beni adeta şok geçirtmişti. Öylece dona kaldım. Kendime bir iki tokat attım, cimcikledim, ayağa kalktım bilinçsizce bir sağa bir sola döndüm. Hala yaşadıklarıma, duyduklarıma inanamıyordum. Çocukluğumdan beri aşık olduğum ve hala eşim olan kadın meğer başka bir alemde ailesinden koparılıp insan olarak yaşamaya alışan bir cinni idi.
            Durdum. Derin bir nefes aldım. Evet. Belki de sevdiğim bir cindi. Ama cin dahi olsa onu çok seviyordum ve her ne olursa olsun ona yardım etmek istiyordum.
"Peki hala." dedim kendimi toparlayarak "Sevdiğim kız bir cin bile olsa her ne olursa olsun ona yardım edeceğim. Bana sadece şunu söyle. Onu bu yatalak halinden kurtarmanın bir çaresi yok mu? Sen de benimle gelsen. Ona yardım edemez miyiz?"
"Ben istemez miyim zannediyorsun?" dedi iç çekerek "Ne yazık ki  ben bu köyden ayrılamam oğul. Ne kadar denesem de bu köyün sınırları dışına çıkmama izin vermediler. Halâ her gece uyandırıp beni döverler, canımı yakarlar. Abimin ölümüne onlar neden oldu. Doymadılar. Köyde ne kadar insan varsa ya delirttiler ya kaçırdılar ya da öldürttüler... Sana da zarar vermeye çalıştılar ama sen bir şekilde korunmuşsun onlardan. Sana dokunamamışlar. Günden güne kuvvetleniyorlar. Artık senin koruman da onları durduramaz. Sana da zarar verecekler. Hele ki bu köyde kalmaya devam edersen. Hadi. Çok fazla gecikmeden evine git."
"Böyle elimde hiçbir ipucu yokken nasıl geri dönüp Melda'nın yavaş yavaş ölümünü izleyebilirim? Hiç olmazsa bana bir ipucu ver. Yani en azından onları durdurmanın, hiç olmazsa kızgınlıklarını dindirmenin bir yolu vardır elbet."
"Aklıma gelen tek şey şu. Melda'nın babasının evine git. Orada, abimin özel eşyaları arasında belki sana yardımı dokunacak bir ipucu bulabilirsin . Abim günlük tutmayı çok severdi. Birşeyler karalamayı falan. Yaşadıklarını mutlaka bir yere yazmıştır. Onları bulursan belki sana yardımı dokunabilir."
            Sonra apar topar ayağa kalktı, camdan dışarı baktı ve bana dönerek:
"Artık gitsen iyi olacak. Acele et."dedi.
            Hemen ordan ayrılarak İstanbul'a döndüm. İlk iş hastaneye uğramak oldu. Anlaşılan işler kötüye gidiyordu ki hem annemin hem de ablamın yüzünden belliydi  bu. Doktorun yanına çıkıp Melda'nın son durumu hakkında  bilgi istedim. Doktor önündeki kağıda göz gezdirdikten sonra:
"Ömer bey." dedi "Yani şimdi size nasıl anlatsam... Bunca yıllık doktorluk hayatımda hiç böyle bir vakayla karşılaşmadım. Maalesef halâ tıbbi bir açıklama bulamadık eşinizde. Üstüne üstlük eşiniz  sanki bir değişime uğruyor. Bedeninde yaralar çıkmaya ve çürümeye başladı. Eşiniz bir ölüymüş gibi yaşarken çürüyor. Tıpkı bir ölünün çürümesi gibi.Biliyorum. Bunları duymak bir eş için elbette zor ama inanın benim için de çok zor. En kötüsü de, bunun neyin, neden olduğunu halâ anlayamadık... Eşiniz ölmek üzere..."
            Doktor belki nedenini bilmiyordu ama ben biliyordum... Hemen doktorun yanından çıkıp Melda'nın odasına girdim. Kız, halâ uyuyormuş gibi öylece yatıyordu. Bedeninde acayip yaralar çıkmış, teninden kötü kokular gelmeye başlamıştı. Bedeni resmen çürüyordu. Elimden hiçbir şey gelmemesi yüzünden çıldırmak üzereyken aklıma Melda'nın anne ve babasının ölmeden önce kaldıkları ev geldi. Anahtarları bizim evdeydi ve halanın söylediği gibi, belki o evde birşeyler bulabilirdim. Çıkmadan candan umut kesilmez misali, en ufak bir umudun bile peşinden gidiyordum.
            Kaynanamın evini onlar öldükten sonra boşaltmamış, öylece bırakmıştık. Arada Melda gidip temizlik falan yapıyordu sadece. Eve girdiğimde ilk aklıma yatak odasındaki dolapları,çekmeceleri araştırmak geldi. Bir gömme dolabın içinde kapalı bir kasa buldum. Ancak şifreliydi. Bir an düşündüm şifre ne olabilir diye. Genelde şifreleri doğum tarihi olarak yaparlardı. Bir kaç deneme yaptım ama başarılı olamadım. Tekrar düşündüm. Babası Melda'yı çok severdi. Eğer bu kadar seviyorsa muhtemelen onun doğum tarihini yazmış olmalıydı. Bir de şansımı öyle denedim. Doğum tarihini yazdığım anda kilit açılıverdi. Kasayı açtım. Aradığım şey kasanın köşesinde duruyordu. Eski bir ajandaya benziyordu. Elime alıp incelemeye başladım. Babası arada sırada bu deftere hayatındaki önemli olayları not etmiş, anılarını yazmıştı. Biraz daha karıştırıp ilerleyince beni ilgilendiren bir sayfaya ulaştım. Günlükte şöyle yazıyordu:
"Melda öleli bugün tam bir hafta oldu. Evimizde tam bir ölüm sessizliği var. Hatice kendini dış dünyaya kapatmış gibi öylece duruyor oturduğu yerde. Bense, kızımın ölümüne halâ alışamadım. Yarın hocaya gidip bize yardım etmesini isteyeceğim. Onda her türlü çare vardır bilirim. Hatice'me onun sayesinde kavuşmuştum. Saçma gelebilir ama belki bir yolunu bulup kızımı tekrar geri getirebilir. Yeter ki kızım tekrar geri gelsin. Bu yaptığım şeyin ne kadar yanlış olduğunu bilsemde artık herşeyi göze aldım. Bunu yapacağına inanıyorum."
            Bu yazılanlardan yaklaşık 1 hafta sonraki tarihli hatıratta da şöyle yazıyordu:
"Hocanın dediği  gibi kızımın cesedini gece  vakti mezardan çıkarıp hocanın köyündeki değirmene götürdüm. Hocanın dediği diğer büyü için gereken malzemeleri de toplayıp hocayı beklemeye başladım. Çok geçmeden hoca yanında yardımcılarıyla geldi. Ayine başlamadan önce yaptığımız bu büyünün çok büyük kötü sonuçlar çıkaracağını, buna rağmen isteyip istemediğimi üç kez tekrarlattı. Zaten kaybedeceğimiz neyimiz kalmıştı ki. Zaten yaşayan ölüden farksızdık. Tereddüt etmeden kabul ettim... Hocanın yardımcıları kızımın cesedini kefenden çıkartıp küvet gibi bir şeye sokarken hoca da birşeyler okuyor ve bulduğum malzemeleri karıştırıp ateşe atıyordu.  Sonrabu malzemeyi alıp kızımın yatırıldığı su dolu küvete doğru okuyarak boşaltmaya başladı. Hoca okurken de içerde çok sert bir rüzgar esmeye başladı. Biz yerimizde bile durmakta zorluk çekerken hoca ayine devam ediyor, suya birşeyler atıp ayini bitirmeye çalışıyordu. Rüzgarla birlikte çok tuhaf seslerde gelmeye başlıyordu. Anlamadığım bir dilde ürkütücü seslerdi bunlar. En sonunda rüzgar dinerken o yabancı sesler kesildi. Ortam sakinleşti. Hoca kendini toparlayıp bana döndü ve "evine git, bekle. Kızın gece 3'te eve gelecek. O köyde kalmayın artık ve bir daha da geri dönmeyin. Bu muskaları da üzerinizden eksik etmeyin." diye yardımcılarıyla bana 3 adet muska uzattı. Eve geldiğimde eşim uyuyordu. Ama beni uyku tutmuyordu. Sabırsızlıkla gece 3'ü bekliyordum. Tam o saatte kapımız çalındı. "Kim o?" diye titrek sesimle seslendiğimde kapının arkasında kızımın sesini duydum. Onu içeri almamı söylüyordu. Kapıyı açtığımda küçük kızım,  Melda'yı karşımda gördüm. Yalnız bedeni biraz çürümüştü. Hocanın dediğine göre o yaralar zamanla düzelecekti. Kızımı içeri alıp kapıyı kapattım. Hemen eşimin yanına koştum ve onu uyandırarak sürprizim olduğunu söyledim. Elimle gözlerini kapatarak salona götürdüm ve elimi kaldırdığımda kızımız Melda'yı görünce sevinç içinde bağırdı. Hiç korkmamıştı. Koşarak ona sarıldı, sevdi, kokladı ve onu güzelce yıkayarak tekrar tekrar sarıldı. Sanki o hiç ölmemiş gibi kabullendi gelişini... Biz de çok geçmeden o gece hocanın dediği gibi ne var ne yoksa geride bırakıp, köye bir daha dönmemek üzere ayrıldık yurdumuzdan..."
            Günlükte okunabilecek başka birşey yazmıyordu. Koparılan sayfalar, karalamalar, yazılıp çizilmiş cümlelerden başka birşey yoktu. En azından yapılan büyü ya da ayinin ne olduğunu biliyordum. Belki de bu, bilen kişi tarafından bizi bir çözüme ulaştırabilirdi.
            Akşam Mehmet hocanın evine gittim. Beni karşısında görünce sinirlenmişti.
"Ben sana yardım edemem artık dememiş miydim?" diyerek kapıyı yüzüme çarpacakken:
"Hayır hayır dur!" dedim "Sanırım bir çözüm yolu buldum."
            O an durdu ve beni hemen içeri aldı. Çözümümün ne olduğunu sorarken Melda'nın babasının yaptıklarını falan her şeyi tek tek anlattım ona. En sonunda da bize sağlam bir hoca lazım dedim.
            Mehmet hoca biraz düşündü ve birisinin adını verdi. Verdiği isim ünlü bir metafizik uzmanıydı. Adını duymuştum ama ona ulaşmak oldukça zordu. Bir şekilde bu metafizik uzmanının adresini öğrendik. Ve bir gün sonra Mehmet hoca ile birlikte adrese gittik. Cidden adamın ofisi çok kalabalıktı. Demek bizim gibi ya da daha değişik olaylar yaşayan da hiç de az değilmiş dedim kendi kendime. Adamdan yardım almak için her yerden gelenler var. Biz de selamm verdik ve geçtik bir yere sıramızın gelmesini bekliyoruz. Abartısız 3-4 saat beklemişizdir.
            Sonunda sıra bize gelmişti. Bizi adamın yanına aldılar. İçeri girdiğiizde adam bizi güleryüzle karşıladı. Yani ilk bakışta hiç de hocaya benzemiyordu. Gayet modern giyimli biriydi. Lafı uzatmadan direk konuya girdim ve başımdan geçen olayları ayrıntılarıyla anlattım. Adam bir yandan bizi dinliyor bir yandan da kağıda birşeyler yazıyordu. Sonra dikkatle baktığımda kağıda bir daire çiziyordu. Bizimle dalga mı geçiyor diye aklımdan geçirmedim değil yani. Sonra benden Melda'nın doğum tarihini ve annesinin ismini istedi. İsimleri söylediğimde o çemberin içine yazdı ve birşeyler okudu. Sonra çemberin içine daldı gitti adam.
            Mehmet hoca ile anlamsızca ve yarı şaşkın birbirimize baktık. Yani öyle bir hale geldik ki o an odadan çıkmak ile çıkmamak arasında bocalayıp durduk. Adam sanki çemberin içinde bir görüntü var da sanki onu izliyor gibiydi. Sonra birden kafasını kaldırıp:
"Hadi çocuklar gidiyoruz. Zamanımız çok az." dedi "Beni o Melda dediğiniz kızın yanına götürün."
            O an şaşkınlıktan ne yapacağımızı şaşırmıştık. Hiçbir şey demeden hemen toparlandık. Adam sekreterine bütün randevularını iptal etmesini söyledi ve oradan ayrılıp hastaneye geçtik. Melda'nın kaldığı odaya çıktık hemen. Annem ve ablam bizi görünce ayağa kalkıp metafizik hocasına selam vererek kenara çekildi. Annem bana "kim bu?" gibisinden işaret etti. Ben de hocayı tanıttım ve yaşanan olayları daha sonra ona anlatacağımı söyledim. Fazla üstelemedi. Bu arada Metafizik hocası Melda'yı ve çürümeye başlayan bedenini görünce başını salladı ve bana dönüp:
"Artık yapabilecek pek bir şey yok. Onu sadece ait olduğu yere, en az canı yanacak şekilde geri verebiliriz. Yoksa bu beden daha da kötü bir hale gelecek ve çok fazla insan bu olayın başına toplanacak."
"Peki hocam," dedim üzüntüyle "Ona nasıl yardım edebiliriz. En azından daha fazla canı yanmasın."
"Öncelikle onu bu hastaneden çıkarmalıyız." dedi hoca "Bilmelisin ki onu bu hastaneden çıkarsakta burada bıraksakta eşin ölecek. Ama eğer burada bırakır ve birşey yapmazsak Melda çok büyük acılar çekecek zaman ilerledikçe."
            Aslında hoca haklıydı. Melda'nın bir insan olmadığını bilsem de daha fazla acı çekmesini istemezdim. Hocanın dediği gibi onu çıkarmaya karar verdim. Melda'yı hastaneden çıkardıktan sonra hocanın bu işler için kullandığı, şehir dışında bulunan yazlık tipi bir eve götürecektik. En azından ne yaparsak yapalım bu mevsimde çevrede pek fazla yaşayan olmadığından çok fazla dikkat çekmezdik dediği gibi.
            Hastaneden çıkarken artık tüm gerçekleri annneme de anlatmam  gerekiyordu. Onun son ayinde bizimle gelmesini istemiyordum. Annemi kenara çektim ve ba��ımızdan geçen olayları kısaca anlattım. Annem beni dinleyince bir yandan şaşkınlık bir yandan da korku içinde kalmıştı. Annem çok inançlı bir kadındı ve soğukkanlılığını koruyarak beni teselli etti.
            Sonra biz yola koyulduk ve hocanın dediği eve vardık. Ben yazlık tipi bir ev bekliyordum ama meğer küçük bir kulübeymiş. Sadece bir cam vardı ve ancak 3-4 kişi ancak sığardı. Yani sürekli yaşanacak bir yer değil. Zaten evin içine girince anladık neden böyle olduğunu. Duvarlarda dualar, büyü gibi bir takım materyaller asılıydı.
            Hoca, Melda'yı yatırmamız için masa gibi bir yeri işaret etti. Mehmet hoca ile birlikte Melda'yı masaya yatırdık. Melda halâ gözlerini oynatabiliyordu. Kendindeydi yani. Bir an göz göze gelince son bir kez saçlarını okşayıp yanağından öptüm veda eder gibi. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Durumu o kadar kötüye gidiyordu ki ellerimde saçları kalmıştı. Başkasının yanında ağlamayı hiçbir zaman sevmediğimden zorda olsa kendimi tutarak Mehmet hocanın yanına geçtim.
            Hoca hazırlanmıştı. Son kez kitaplarına bir kez daha göz attıktan sonra bana döndü.
"Oğlum." dedi "Biraz sonra herşeyi olması gerektiği gibi ki haline çevireceğim Allah'ın izniyle. Sakın üzülme. Onun için en iyisi bu. Artık kontrol edemediği bir bedende hapis olarak bir kaç gün daha yaşamaktansa kendi aleminde serbestçe dolaşması onun için en iyisi. Onun kabilesinde senin peşini bırakmaları için elimden geleni  yapacağım. Bundan sonra normal bir insan gibi yaşantına devam edebileceksin."
            Başımı onaylar bir şekilde salladım. Daha sonra kitabını açıp birşeyler okumaya başladı. Bunu yaparken ezbere geçti ve ellerini Melda'nın bedenine dokunmadan üzerinde gezdirmeye başladı. Daha sonra bir kaç mum yaktı ve yine kitaptan başka bir bölümü açarak okunmadan önce bize döndü.
"Beni iyi dinleyin." dedi "Her ne görürseniz görün asla yerinizden ayrılmayın. Oturduğunuz yeri mühürledim. Size birşey yapamazlar. Ancak, kalkıp kaçmaya çalışırsanız başınıza gelecekler için birşey yapamam ona göre... Şimdi. Onların kabilesinden ileri gelenlerini buraya çağırıp anlaşmaya ve kızlarını onlara sağ salim vermeye çalışacağım." diyerek okumaya başladı.
            Bu arada, okurken de zemine hayvan sakatatları, bir takım Arapça yazılı kağıtlar, kemikler atıyordu.
            Çok geçmeden önce içeri sert bir rüzgar girdi. Sanki odanın içinde çok kuvvetli bir rüzgar esiyordu. Ama buna rağmen mumlar yanmayı sürdürüyordu. Daha sonra rüzgâr dindi ve ev sallanmaya başladı. Sanki kuvvetli bir deprem oluyormuş gibi. Korkudan elimiz ayağımız dolaşmıştı. Bir yandan kaçmak istiyorsunuz ancak yerinizi terk ederseniz başınıza gelecekleri düşünüyorsunuz. Tam bir çıkmaz içindeydik. Gözlerimizi kapatıp dua etmeye çalışıyorduk.
            Sonra sesler ve sallantı bitti. Sonradan öğrendim ki, meğer o sesler ve sallantı o varlıkların gelişinin habercisiymiş.
            Önce fare cıyırtısı gibi sesler duydum. Hani bir fareye yanlışlıkla  basarsınız da "cırrık mırrık" gibi tuhaf sesler çıkarır ya, onun gibi bir şey. Sonra hoca da anlamadığım dilde birşeyler dedi. Sonrasında o fareye benzer sesler kesildi. Keskin ve tiz sesle konuşmalar başladı karşı taraftan. İnsanın kulaklarını tırmalayan tiz ve yüksek bir sesle konuşuyorlar, hoca da korkmadan aynı şekilde cevap veriyordu onlara.
            Sonra meraktan gözlerimi hafiften açıp baktığımda o  varlıklar benim gözüme de gözükmeye başladı. Birisi, muhtemelen başkanları gibi birşeydi herhalde, hoca ile konuşuyor kimisi Melda'ya yaklaşıp onu almaya çalışıyor, bazıları da Mehmet hoca ve benim etrafımda dolanarak yanımıza gelip, bize zarar vermenin yolunu arıyor gibiydi. Şekilleri tarif edilemeyecek kadar ürkütücüydü. Hele o kedi gözü gibi kırmızı gözleri yok muydu? Hiçbiriyle göz göze gelmemek için o an başımı öne eğdim.
            Ne kadar zaman öyle kaldım bilmiyorum ama kafamı yeniden kaldırdığımda o varlıkları yeniden göremez hale gelmiştim. Hoca ise onlara başka bir dilde konuşmayı sürdürüyordu. Bir süre sonra hem hocanın hem de karşı tarafın ses dozajı gittikçe düşerek normal ses tonuyla konuşmaya devam etti. Belli ki bir anlaşmaya vardıklarının göstergesiydi bu. Sonra hoca bize döndü.
"Müjdeler olsun çocuklar." dedi "Sonunda bir anlaşmaya vardık. Onlar kızını alacaklar, biz de onlara bir daha bulaşmayacağız. Onlarda bizim peşimizi bırakacaklar. Zaten kızlarını kaçıran kişiyide öldürmüşler. Bizim suçsuz olduğumuzu anlattım onlara ve sonunda kabul ettirdik... Şimdi Ömer. Onlar kızlarını alabilmeleri için gereken şeyi okuyacağım. Yani, o bu dünyayı terk edip kendi alemine dönecek. Senin için zor olacaksa bakmayabilirsin. Ama sana en azından teselli olabileceğin bir haberim var. Eşinin cesedini gömmene ve ona bir mezar yapmana izin verdiler. Söyle bakalım kararın nedir?"
"Siz nasıl uygun görüyorsanız öyle olsun hocam." dedim "Her ne olursa olsun onu yalnız bırakmam. Siz devam edin."
            Hoca kitabını yeniden açtı, gereken sözleri okumaya başladı.O an içeri siyah bir duman girdi. Melda'nın yüzüne iyice yaklaştı ve bedeni hafiften havalandı ve sonra nasıl desem, ruhunu mu diyeyim cini mi diyeyim çekip aldı ve hızla kayboldu. Melda'nın cesedi de taş gibi yeniden  düştü.
            Hocanın müsaadesiyle ayağa kalkıp masaya yöneldim. Melda'nın  yüzüne baktığımda en azından gördüğüm görüntü moralimi biraz düzeltmişti. Melda'nın yüzündeki, vücudundaki tüm çürüme, yara bereler gitmişti. Tüm güzelliğiyle uyuyor gibiydi. Üstelik sanki gülümsüyormuş gibi geldi bana. Son kez yüzünü öptüm ve Mehmet hocadan yardım alarak  onu arabaya taşıdık. Tekrardan hastane morguna götürüp cenaze için işlemlerini yapacaktık. Cenazdene sonra hocayı görmek için bürosuna gittiğimizde öyle bir yerin olmadığını gördük. Sadece boş bir bina. Ve bir daha da Metafizik hocasını görmedim. Ne adresi ne de telefonu. Hiçbirşey yoktu. Bir teşekkür bile edememiştim ona. Ama şundan eminim ki, bir yerlerde insanlara yardım etmeyi sürdürüyordu. 
            Mehmet hoca ise, hocalık işlerini bıraktı ve hayatını başka yollarda ilerletmeye çalışıyor.
            Bense, Melda'nın mezarını yaptırdım. Cinler söz verdiği gibi, onun bedenini gömmeme, güzel bir istirahat mekanı yapmama izinn verdiler. O günden sonra bir daha evlenmedim. Kadınlara pek yaklaşmadım. Ve  halâ Melda ile yaşadığımız evde kendi halimde yaşayıp gidiyorum.
            Bilmem inananlar çıkar mı ama genelde ben işe sabah sekizde başlayıp akşam altı da çıkıyorum. Bazen de mesai yapıp sekiz de çıktığım oluyor. İşte bazen eve geç geldiğim zamanlarda evimin ışıkları açık, her yer temizlenmiş, yemeğim yapılmış bir şekilde buluyorum. İlk zamanlar annem yapıyordur diyordum. Çünkü  yedek anahtarım ondaydı. Fakat annem öldükten sonra bile bu temizlik, yemek yapılması, eve girdiğimde ışıkların açık olma durumu devam etti. Ve tabi sonunda  tüm bunları yapan kişiyi buldum. Ben işteyken evi temizleyen, yemeğimi yapan, yıllarca Melda'nın bedeninde yaşayan o cinniadan başkası değildi.
            Bazı geceler eve girdiğimde onu beni  beklerken buluyorum. Sanki halâ evliymişiz gibi. Kim bilir. Belki o da beni çok sevmiştir ve arada kaçıp gelebiliyordur.
0 notes
adl1bbed · 2 years
Text
Chen Ruobing and I - 18. Bölüm
Amerika'da altı yıl çalıştım. Ailem ısrarla beni evlenmem için acele ettiriyordu ve acele ettirdikçe daha da sabırsızlaştılar, bu yüzden bir kör randevuya çıkmam için Çin'e geri döneyim diye baskı yapmaya başladılar. O kadar rahatsız olmuştum ki onlara doğrudan kızlardan hoşlandığımı söyledim.
Daha sonra beni ziyarete geldiklerinde onlara yıllardır yaşadığım tüm ilişkileri anlattım. Denemediğimden değil diye söyledim, hatta bir kereden fazla denemiştim. Depresyondan ölmemi istemedikleri sürece artık bir erkekle evlenme ihtimalim yoktu.
Annem birkaç gece boyunca ağladı, babamsa durmadan iç çekiyordu. Birkaç gün kaldıktan sonra gitmek istediler ama gitmeyin dedim. Burada söylenen hiçbir şeyi anlayamadıklarını ve buradayken hem dilsiz hem de sağır olduklarını söyleyerek karşı çıktılar. O birkaç günde annem ve babam birden daha da yaşlanmış gibiydi. Bundan sonraki birkaç yılda bir arada olduğumuzdan çok daha fazla ayrı zaman geçirdik; onları her gördüğümde biraz daha yaşlandıklarını, kalbimdeki suçluluğun da biraz daha derinleştiğini hissediyordum.
Zaman acımasızdı. Ailem bir yana, aynadaki "ben" bile artık daha farklı görünüyordu.
Üniversiteye başlayıp Chen Ruobing ile vakit geçirmeye başladığımdan beri onlardan yavaş yavaş uzaklaşıyordum. İşte o zaman birini gerçekten sevmeyi öğrenmeye başlamış ve ona her şeyin en iyisini -zamanımı, enerjimi ve düşüncelerimi- vermek istemiştim.
Neticede ebeveyn-çocuk ilişkimiz daha da uzaklaşmıştı, otuz yaşıma bastığımda on günden fazla bir süre birlikte kaldık ama annemle babam kendilerini buraya uygun değil gibi hissetmişti.
Sonunda dediler ki, "Neden Amerika'da kalmıyorsun? Burada hayatın daha kolay olacak."
Bunu duyduğumda ağlamıştım, "Eleştirilere kulak asmayan biriyim ve hiçbir şeyden korkmuyorum," dedim, "Çocuk istemiyorum ve o kadar paraya da ihtiyacım yok. Eğer doğru insanı bulamazsam, hayatımın geri kalanını sizinle geçireceğim o halde. Yani olaya iyi tarafından bakmalısınız, benim gibi insanlar kolay bir hayat yaşıyor."
Bu bir veya iki yıl içinde şirketimin Çin'deki işleri artmıştı ve oraya geri dönmek için sık sık fırsatlar doğuyordu. Daha sonra şirkete başvuruda bulundum ve yurt içi bir şubeye transfer edildim. Bir yıldan fazla bir süre bekledikten sonra, otuz iki yaşıma bastığım yıl nihayet Pekin'e dönmüştüm.
Yıllar içinde kazandığım parayı, ailemden çok da uzakta olmayan tek yatak odalı bir daire satın almak için harcadım. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Bu sabah dokuz-akşam beş şeklinde geçen günleri seviyordum. Kendi kendimi kontrol edemediğim için, sabit bir biyolojik saate ihtiyacım vardı. Gündüzleri çalışıyor, geceleri bir şeyler okuyor, kışın hafta sonlarında birkaç arkadaşımla kayak yapmak için Chongli'ye gidiyor ve hafta sonları kalan vakitte bir badminton kulübüne gidiyordum. Temelde yaşamak istediğim hayat buydu. Hayatımın geri kalanını böyle geçirsem hiç dert etmezdim. 
Chen Ruobing'e geri dönüşümden bahsetmemiştim. Bazı insanlar birini unutmanın en iyi yolunun bir hikaye uydurup onu baş karakter olarak yazmak olduğunu söylerdi. O zamandan beri bu yaklaşımı denemiştim ve faydasını görmüş gibiydim, bu yüzden denemeye devam edecektim.
Bir keresinde annem şans eseri, "Geçmişte aynı sınıfta olduğun o zeki kız, şimdi Youyi'nin gastroenteroloji bölümünde bir doktor. Onunla hâlâ görüşüyor musun?" diye bahsetmiş bulundu.
Er ya da geç adını duyacağımı ve onu tekrar göreceğimi biliyordum. Ama bana bu kadar yakın bir yerde çalıştığını bilmiyordum. Bu haber beni biraz endişelendirmişti.
Onu görmek için ilk adımı atmam gerektiğini hissettim. Ne olursa olsun, tek kelime etmeden dönmemeliydim.
Bir cuma günü işten sonra o hastanenin gastroenteroloji bölümüne gittim, kapıdaki hemşireye sordum ve Chen Ruobing'in o gün bulunduğu muayene odasını buldum.
Doktor önlüğü Chen Ruobing'in ince vücudunu sarıyordu ve saçları başının arkasında toplanmıştı. Bir maske taktı, hastayla konuşurken başı eğik bir şekilde tıbbi kayıt tutuyordu. Hasta gidene kadar bir süre kapının yanındaki sandalyede oturup bekledikten sonra oraya doğru yürüdüm.
"Kayıt olmuş muydun? Bugünlük mesaim bitti."
Chen Ruobing bilgisayar ekranına baktı, sesi maske yüzünden biraz boğuk çıkmıştı. Ses tonu yumuşaktı ve ağzından çıkan her kelimeyi duymak biraz çaba gerektiriyordu.
Hareket etmediğimi fark eden Chen Ruobing, başını kaldırdı.
Delicesine çarpan kalbimle, yüzüme sakin bir gülümseme yerleştirmek için elimden geleni yaptım.
Ama onunla göz göze geldiğim an bunda başarısız olmuştum.
Chen Ruobing'in ufak yüzünde yalnızca bir çift simsiyah göz açıktaydı.
Onu hiç böyle soğuk, derin bir kuyuya benzeyen gözleriyle görmemiştim. Kuyunun ağzından bakıldığında sadece saf, dipsiz bir siyahlık vardı.
Karanlık beni olduğum yerde dondururken bir düşünce zihnime hücum etti. 
Chen Ruobing büyümüştü ve artık benimle çikolata yiyen o küçük kız değildi. Küçük bir kızın böyle gözleri olmazdı.
"Sen, sen neden buradasın?" Chen Ruobing ayağa kalktı ve gözlerini kırpıştırdı, o iki su kuyusu gün ışığıyla parlamıştı.
"Ah... seni görmeye geldim."
"O zaman, birlikte yemek yemeye gidelim mi?" diye soran Chen Ruobing kalemini bıraktı ve ellerini birbirine kenetledi, sonra açıp elini kaldırdı ve yüzünün yanındaki serbest saçları kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Tamam, seni dışarıda bekliyorum." Arkamı dönerken başımı eğdim ve onun hastanedeki tüm kızların giydiği türden bir çift beyaz kumaş ayakkabı giydiğini gördüm. Birden onun doktor olmaya gerçekten uygun olduğunu ve buna ondan daha uygun kimsenin olamayacağını hissetmiştim.
0 notes
doriangray1789 · 2 years
Text
ANAYURT OTELİ BÖLÜM 4-) Yusuf Atılgan gerçekten çok özel bir yazar. Gerçek bir entelektüel... Siyaset, tarih, sosyoloji ve özellikle psikoloji alanlarında muazzam bir birikime sahip. Sıkı bir Freud takipçisi. Zaten kitapta adım adım Freud etkilerini görmek mümkün... Yazdığı eserlerde kelime kullanımı konusunda çok cömert bir yazar olduğu söylenemez. Size sadece kapıyı açıyor bu kitapta. Yolun tarifini kendiniz bulmak zorundasınız. Eğer bu zahmete katlanmam diyorsanız o zaman kitaptan negatif ayrılmanız çok olası. Ancak bu iki kitap gösterdi ki, kesinlikle bu zahmete katlanmaya değer! İncelemenin başından beri kitabın içeriğine çok fazla girmeyişimin nedeni sadece spoiler kaygısı değil, biraz da yaşadığım bu okuma tecrübesi aslında... Kitap hakkında yazılmış 167 sayfalık bir inceleme okuyup, ardından gelip de 'Anayurt Oteli'nde yazar aslında şunu demiş...' temalı cümleler kurmayı içime sindiremedim açıkçası:) Ancak günümüz Zebercet'lerine de söyleyecek iki çift lafım var tabii ki... :) Ama öncesinde, madem o kadar lafını ettik, birkaç cümle de filmden bahsedelim. 1987 yapımı ve Ömer Kavur imzalı Anayurt Oteli filmini de bu hafta tekrar seyrettim... Film zamanında çok ses getirmiş olsa da, bana göre gerçekten çok başarısız bir uyarlama... Şöyle ki; kitap hakkında konuşurken dedim ya, bu kitabı olduğu haliyle yüzeysel bir şekilde okursanız, yani kendinizi 108 sayfa ile sınırlandırırsanız çok da keyif alamazsınız diye... Çünkü, kitaptaki her karakterin, her cümlenin, her kelimenin, her nesnenin çözümlenmeyi bekleyen ayrı bir alt metni var... Kitabı gerçek anlamda okumak için o derinliğe inmek zorundasınız. İşte filmin de başaramadığı şey tam olarak bu olmuş. Ömer Kavur, aslında 108 sayfayı filme uyarlamış. O nedenle film, kitapta anlatılan pek çok detayı atlamış ve ortaya birbirinden kopuk, anlamsız sahneler çıkmış. Belki de tek olumlu yanı, kitaptaki karakter ve mekanlara bir görüntü kazandırmak olmuş diyebiliriz. --------------------------------- Sona doğru yaklaşırken gelin biraz da günümüz Zebercet'lerinin dünyasına küçük bir pencere açalım... Geceli gündüzlü 10 günümü adadığım bu kitap bana günlük yaşantımız hakkında da yeni bakış açıları kazandırdı... Zebercet, pek çok insan gibi, bilinçaltında biriktirdiklerini günlük yaşam içerisinde harcayan sıradan bir insandı... Günün sonunda, bu bilinçaltı evreninin hem faili hem de maktûlü oldu... Tabii ki bozuk ruh sağlığı, onun zaafı ve aynı zamanda tetikçisiydi... Ancak şunu da kabul etmek lazım ki, bu ruh sağlığı dediğimiz şey, kışın soğuk havada bozulan birşey değil! Gece yatmadan önce bir Benical alarak kontrol altında tutulan bir şey hiç değil...
Tumblr media
1 note · View note
mevsimsizcicek · 2 years
Text
Mayıs’22
Tumblr media
Tüm kış ve sonbahar ayları boyunca topladığım enerjim tepetaklak aşağı doğru yuvarlanıyor. Neyim ben kışın açan yazın uykuya yatan bir çiçek mi? 
Terapiye başladım. Ön görüşmede konuşamayacak kadar ağladığımı, kendime yaptıklarım için çok üzüldüğümü ve canımın yandığını yazmıştım burada. Bu defa daha dirayetliyim. Şimdilik. Çıkışta çarpılmış gibi olduğumu saymazsak tabi. Yıllardır sürekli yazdığım için anlatmakta zorlanmıyorum fakat bazen öyle sorular soruyor ki ruhumun unuttuğum odalarına mum ışığıyla tekrar giriyorum gibi hissediyorum. Mum ışığıyla yıllardır girilmeyen bir odaya girmek çok korkunç. Bu da böyle bir gelişme işte. 
Okudu��um bölümle ilgili şüphelerim stajla birlikte oluşmaya başlayıp üstüne dan diye mezun olup bir de yüksek lisansa başladığımdan beri bir gece rahat uyku uyumamışım. Bunu fark ettim geçen gün. Çok uzun bir aralık. Yaşam kalitemi korkunç derecede etkiliyor. Kendini sonunda bulup yapmak istediği şey için elinden geleni yapan insanları öyle tebrik ediyorum ki, cesaretlerine olan saygım inanılmaz büyük.
Amerikalı mektup arkadaşım kariyerini değiştirerek farklı bir alanda eğitim  almaya başladı. Yoğunluğu nedeniyle mektuplaşmayı bırakıp mesajlaşma uygulamarından biriyle görüşmeye devam etmeye karar verdik. Aradaki zaman farkı nedeniyle sık haberleşemesek bile öyle hoş şeyler atıyor ki, kuş gibi hafifliyorum. 
Lise ve üniversite yıllarımda kullandığım defter-kitaplarım yıllardır balkonda öylece bekliyordu. Belirli aralıklarla kafamı oraya takıp elimi neye uzatsam ayy hayır bunu atamaaam diyerek vazgeçiyordum. Bayramda bizimkilere biraz yalnız kalmak istediğimi söyledim çok hoşlarına gitmese bile tek başıma bayram geçirmeme izin verdiler. Öylece otururken bir anda aklıma yine balkon geldi. Kendime dürüst bir soru sordum sevgili çiçek, sen bu kitap-defterlere en son ne zaman dokundun, kullanmayı bırak, ne zaman temas ettin? İşin sonunda beş koli geri dönüşüme gitti. Balkon hafifledi, ben rahatladım. Yeni kazandığım işime yaramayanlardan vazgeçme becerimi keşke duygularımda, düşüncelerimde ve hatıralarımda da kullansam. 
Yataktan çıkmak konusunda problemler yaşadığım için her bireyin aklına ilk gelen acaba kan tahlili mi baktırsam sorusu aklıma geldi. Hemşire iğne ve kana bakmaktan hoşlanmadığım için oradan buradan konuşup dikkatimi dağıtırken, bir ara çocuklarla çalıştığını, travmaya sebep olmamak ve nasıl yaklaşılması gerektiğini öğrenmek için çalışırken çocuk gelişim okuduğunu anlattı. İnceliğe bakar mısınız? Bak kalbim yine titredi. Kaos ve iğrençlik almış başını giderken dünya hala ayaktaysa bunun ince ruhlu insanların hatırına olduğuna inanıyorum, yürekten.
Okuduklarım:
Yaşamak Sevmek Öğrenmek - Leo Buscaglia 
Başta anne-baba ve eğitmenler olmak üzere herkesin okumasını istediğim kitaplar listesine girdi. 
Howl’s Moving Castle - Diana Wynne Jones 
Severek defalarca izlediğim animenin aslında uyarlama olduğunu öğrenir öğrenmez kitabı edindim. Bitmedi. Okuması keyifli hele playlist ile. Fakat benim bir sayfadan fazla okuma enerjim yok. Yıl sonuna kadar elimde sürünmez umarım. 
Dinlediklerim: 
Oradan buradan fazlaca bilgiyi sindirmeden almaktan mıdır bilmem, bazen fazla farkındalıktan da midem bulanıyor. Çok uzun bir süre boyunca podcast dinlemeyi, youtube kanalı takip etmeyi bırakmıştım. Bu ara zorla da olsa dışarı çıkmaya çalışıyorum ve genellikle de podcast dinliyorum.  “Bu mu yani?” kafasını sevdiğim için yeniden çılgınlar gibi dinlemeye başladım. 
The Office izlemeye başlamıştım. İzlediğim dizi uzun soluklu ise kim neden sevmiş diye araştırma huyum var. Yine böyle araştırırken, diziden iki karakter Pam ve Angela’nın -tabii ki gerçek karakterleri, isimlerini araştırmaya çok üşendim- her bir bölüm için 1- 1.5 saat civarı Office Ladies isminde podcast kaydettiklerini fark ettim. Aman aman bir şey değil. Fakat özellikle mekanik işlerle uğraşırken, “e diziyi de hatırlayım, bakalım onlar neye gülüyor” tadında dinlemek için uygun. 
19 notes · View notes
acz1kul · 3 years
Text
Ben Hakkımı helal etmiyorum.
#LÜTFEN #SONUNA #KADAR #OKUYUN
35yıl önce 6 yaşına yeni girmiş biriydım ben
41 yıl önce AK Parti yoktu...
#RECEP #TAYYİP #ERDOĞAN yoktu...
Sadece Futbol oynayan Recep vardı...
Binali YILDIRIM.. hiçbiri yoktu...
Ama 41 sene önce CHP vardı...
Kemalistler vardı...
Fetöcüler vardı...
Komünistler vardı....
PKK vardı !
Bugünkü kürdistani HDP'liler vardı.
Sadece 1994 Yılında 1300 ŞEHİTİMİZ vardı...
30'ar 30'ar şehit cenazelerimiz,
Emekli maaşı kuyrukları,
Hastane kuyrukları,
Yoksulluk,
Yolsuzluk,
Hortumlanan bankalar,
El avuç açan başbakanlar,
Elektriksizlik, susuzluk vardı...
Bırakın interneti telefonu facebooku tv bıle yoktu...
Hastaneye düşmeden 1 sene önce randevu almanız gerekiyordu...
Ameliyat olacaksınız, bıçak parası vermeniz gerekiyordu...
Çocuğunuz mu oldu?
Doğum parası vermeden, senet imzalamadan çocuğunuzu alamazdınız...
İlaç yok!
Şurup yok!
Merhem yok!
Allah'tan gün görmüş "Ebe Hatunlar" vardı da,
Ufacık mavi bir leğende güç bela doğardık anamızdan...
O mavi leğen aynı zamanda banyomuz olurdu bizim...
Ölseniz, ölünüz bile morgda rehin tutulurdu.
Tövbeler olsun!
Bazen kışın gelmesini bile istemezdim... Belediyenin 1 yıl önce ücretini yatırdığın yarısı taş çıkan kömür vardı.
Büyükşehirlerdeki hava kirliliğine değinmiyorum bile...
Bir küçük tüp için 2/3gün kuyruk beklediğimi, bir paket çay ve margarin için mahalle bakkalına yalvarmak...
Karaborsa olan sigaraya aklım yetmiyordu ancak 1 varil mazot için 3 km'lik kuyruğu 1 hafta beklediğini...
Heleki PKK'yi meclise taşıyan güya milli şefin oğlunu sizde bilirsiniz...
Okulun yarısına geldiğimizde ancak bir servet verdiğimiz kitaplarımız gelirdi...
Şimdi öğrencilerin sırasına kitapları ve tabletleri bırakılıyor...
Yani benim güzel ve unutkan milletim:
Bir insanın tavuk kadar değeri yoktu!!!
Öldürülseniz ne ölünüz bulunur, ne katiliniz...
Süleyman DEMİREL'e, Kenan EVREN'e yani başbakana ,cumhurbaşkanına küfür mü ettiniz?
Haşa!
Eleştirseniz bile bir gece evinizden alırlar,
Bir daha asla evinize geri dönemezdiniz!!!!
Hak hukuk hak getire ...
Demokrasi mi ? O da ne ?
%90 ı müslüman olan ülkemde dinini yaşamak , gereklerini yerine getirmek yasaktı yasak !!!
Baş örtün mü var ? Eyvah eyvahhh
Okuyamazsın !!!
Askerdeki oğlunun yemin törenine bile katılamazsın !!!
Baş örtünü çıkaracaksın !!!
İnsan hakkı mı ?
Yok öyle bişey !
Benim ne suçum günahım vardı da yokluk, yolsuzluk ve haksızlıklarla dolu bir hayatla başbaşa kaldım?
EYY KEMALİST DİYE GEÇİNEN ARKADAŞLAR
41 sene önce siz bu ülkeyi yönetiyordunuz
Benden çaldığınız çocukluğumu geri verebilir misiniz bana?
Veremezsiniz!
Koskoca bir halk gibi benimde umutlarımı ve çocukluğumu çaldınız, geleceğimi çaldınız benim!
SİZDEN BÜYÜK HIRSIZ VAR MI DÜNYADA?!
Mehmet KARAGÖZ SAYGILAR
14 notes · View notes
wworldisyours · 2 years
Text
i can’t handle change
Bir çok şeyle hep bağ kurarım. Bu bi kıyafet, eşya hatta internet geçmişim bile olabilir. Annem eski kıyafetlerimi bana sormadan hep birilerine verdi bir süre. Yani evet dolapta çürüyeceğine ihtiyacı olan birilerinin yararlanması güzel tabii ki ama onların orada bulunması bana saçma bir şekilde iyi geliyor, arada aklıma gelince bakıyorum (kırk yılda bir olsa da) Neyse ki artık öyle şeyleri soruyor ama bazen kimse bir şey yapmadan da bir şeylerim siliniyor ya da kayboluyor.
Kaybolanlar genelde benim salaklığım olur. Bazılarının zararı da oldu hatta. Kışın bi gece çok içmiştim, (aynen salak 4 birayla sarhoş oldun) yanımda da uzun zamandır görüşmediğim iki arkadaşımla  istiklalden evlere yürüyerek dağılmıştık, ben bir de her şeyi cebime koyuyorum ve bunlar genelde temassız kredi kartı ve banka kartları oluyor (: Diğer gün ofisteyim yemek söyleyecektim dedim ki online ödeyeyim kapıda uğraşmam, kredi kartını giriyorum bakiye yok diye bildirim geliyor... Kredi kartımı o gün istiklalde düşürmüşüm. Yani biri cebimden almış olsa farkederim sanıyorum.. (inş) Neyse ki aşırı bakiyesi yoktu da sadece 600 TL’m gitti. Ama çok koymuştu. Banka tabii ki paramı vermedi, halbuki 24 saat içinde yapılan başvurular genelde olumlu dönüyormuş. meh. ty finansbank
Tumblr media
Şimdi de youtube geçmişim bi anda yok oldu. Baya yıllardır bi kere bile silmemiştim. (belki gerçekten bi kere silmişimdir) Genelde çoğu şey aklımda kalmıyor bu yüzden geçmişe bakma ihtiyacı duyuyorum sürekli. 2-3 gündür algoritması da sapıtmıştı aslında. Biraz önce history’e bir şey bakmak için girmiştim. Dün izlediğim 3-4 videodan başka bir şey yoktu. Baya üzüldüm. Sanki onlarla birlikte yıllarımın bir kısmı gitmiş gibi hissediyorum. 
Tumblr media
hahah. Hayatımda çoğu şeyde sona ulaştığım gibi youtube geçmişimde de sona ulaştım, yeni başlangıçlar. 
Hala çok korkağım ama biraz cesaretlenmiş hissediyorum.
4 notes · View notes