Tumgik
#kader evren ve diğer her şey
doriangray1789 · 2 years
Text
FİLM
HERŞEY-HERYER-AYNI ANDA
her şey her yerde aynı anda (everything everywhere all at once), ailesi ve işiyle sıradan bir hayata sahip olan evelyn'in, bir anda tüm çoklu evrenlerdeki benliklerine vakıf olması ve evreni kurtaracak yegane gücün kendisi olduğunu keşfetmesiyle gelişen olayları konu ediniyor. vizyon tarihi: 8 nisan 2022 içinde komedi unsurların “ benzer konularda diğer filmleri” biraz ti ye alarak başaran bir film ana karakterin dünyayı kurtarması gereken çılgın bir maceranın içine çekilmesi ve bu işi ancak, sürdürebileceği hayatlarla bağlantılı diğer evrenleri keşfederek yapabilmesi ise felsefenin kullanılması sırrına dayalı Her şeyin, her yerde, aynı anda var olmasının; hiçbir şeyin, hiçbir yerde, hiçbir zaman var olmamış olmasıyla aynı şey olması işe başlayan felsefe hiçbir canlının olmadığı bir gezegende “Kaya” karakterine bürünmek ve “ burada kimse bize zarar veremez” diyaloğuna girişmek bana Ahlat ağacı filminde kendini ve durumu sorgulayan öğretmeni hatırlattıfilm sadece bir çoklu evren anlatısı kurmakla kalmıyor, aynı zamanda bu evreni sinemanın diline çevirmenin yollarını arıyor. Film, hikâye, kadraj( sıklıkla yapılan bşr durum iki karakterin parmaklarını birleştirip kadrajdan bir evren kurulması ilginç) karakterler ve evren gözümüzün önünde durmaksızın parçalara bölünüp çoğalıyor. Her bir ânı büyük bir ustalıkla yönetilmiş, her karesi titizlikle tasarlanmış bu tuhaf film, bize bir kerede anlayamayacağımız ama algılayabileceğimiz bir senaryo sunuyor.1. BÖLÜM HERŞEY Filmin en uzun bölümü izleyiciye ana konu burada veriliyor Bu filmin çıkış noktasının, her şeyin çok fazla olduğu, herkesin ve her şeyin dikkatimize aç hâle geldiği, sinemanın gerçek hayatın hızına yetişemediği bir dünyada yaşamız olduğundan bahsediyor; bu “fazlalığı” anlamak ve içinde var olabilmek için bir dil aradıklarını söylüyorlar. Hızlı ya da hiperaktif bir sinema diyebileceğimiz bu dili ise şöyle tanımlıyorlar: “Mit yaratmaya dair bir büyük veri (big-data) yaklaşımı, ‘Her Şeyin Teorisi’nin anlatısal bir karşılığı, geleneksel anlatım biçimlerinin türler ötesi (post-genre) bir yapıbozumu, bir ‘maksimalistin’ modern hayatın gürültüsünde hayatta kalmaya dair manifestosu.” Elbette tıpkı filmin kendisi gibi çok yüklü bir tanım bu, ancak kast ettikleri çok temel bir şey var: Tüm bu çokluğun, kakofoninin ve aynı anda her yerde olma hâlini geriye döndürmeye çalışmak, her şeyin daha yavaş ve anlaşılır olduğu geçmişe dönmek yerine, başka bir yöne gitmek. İleri, sağ, sol, çapraz, fark etmez. Günümüz sinemasının en büyük sığınağı olan nostaljiden eser yok bu filmde. Tamamen burada, şu anda geçiyor. “Bir de böyle denemeyi” öneriyor, paralel gerçeklikleri, olasılıkları işaret ediyor. Dikkati azalan, odaklanamayan, aynı anda bir sürü şeye bakmak, bir sürü iş yapmak zorunda kalan, her hareketi veriye dönüşmüş zihinlerimizin bu çokluk hâlini kucaklamayı deniyor
Tumblr media
Gündelik hayatta ve bildiğimiz dünyanın gerçekliğinde geçen bu açılış ile filmin çılgın bir bilimkurgu evreninde geçen geri kalan kısmının benzer duygular yaratması tesadüf değil. Çünkü Her Şey Her Yerde Aynı Anda,neredeyse her parçasında bütününü barındıran bir film. Herkesin “küçük birer bok parçası” kadar değerli ya da değersiz olduğu evrende, sıradan bir ailenin sıradan yaşamının tam da evrene, hakikate ve her şeye dair söyledikleriyle ilgileniyor. 2.BÖLÜM : HER YER Filmin çılgın ve hiper evreni, bir yandan Everyn’in çatlayan ve parçalanan zihnini ve ruhunu anlatmasıyla dışavurumcu ve öznel. Çoğunlukla onun zihninin yönlendirmesiyle dolaşıyoruz bu labirentin içinde. Bazen bir rüyanın dilini taklit ediyor film, çağrışımlarla ilerliyor ve karakterin hikâyesindeki kilit anlara odaklanıyor Bir bilgisayar oyununu andıran küçük bir ekranda ana karakter Evelyn’in karar anlarını görüyoruz, farklı kararlar dallanıp budaklanan uzun bir kader çizgisine dönüşüyor. Her yolun sonunda hem aynı hem bambaşka bir Evelyn görüyoruz: bir film yıldızı, bir opera sanatçısı, bir aşçı, bazen sadece hareketsiz bir kaya. Her karakterde ise başka bir filmin ya da türün dünyasına giriyoruz. filmin işaret ettiği film zamanını, “çok fazla’yı anlamak için gerekli kelime dağarcığına” dâhil etmek. Yönetmenler gibi Evelyn de filmlerle hatırlıyor, onlarla hayal kuruyor, onlarla görüyor. Paralel evrenlerdeki diğer versiyonlarının aksine, hiçbir şeyde başarılı olamadığı için özel olan Evelyn, kelimenin gerçek anlamıyla bir anti-kahraman. Şu âna dek hikâyelerini dinlediğimiz tüm kahramanların karşı kuvveti, onların var olurken evrendeki dengeyi sağlayan herkes, yan karakterler, görünmez, sıradan insanlar.1 Hayatlarının binlerce farklı versiyonunu binlerce farklı ekranda izleyen, ona “seyirci kalanlar”, biz, herkes, hiç kimse. Her Şey Her Yerde Aynı Anda, mekânı yatay olarak parçalayan bir film, bir space-travel filmi. Bunu hem ‘mekânda yolculuk’ hem de ‘boşlukta yolculuk’ olarak çevirebiliriz bu film özelinde. Ucuz Roman gibi örnekler ileriye doğru akan hikâyeyi zamansal olarak parçalayıp kronolojik sırayı bozarken, burada ise hikâyenin zamanda doğrusal olarak aktığını ve mekânda parçalanıp çoğaldığını görüyoruz. Evelyn’in bilinci diğer evrenlere geçtiğinde kamera sağa, sola, yukarıya ya da aşağıya doğru hızla kayıyor, hattâ bazen birkaç evreni aynı anda deneyimliyoruz, tüm bu akışı takip etmek mümkün değil. Bazen ise Evelyn kadrajın içinde geriye ya da ileriye doğru sürükleniyor. Bu anlarda gerçekten de bir hızlı trende gibiyiz, üç boyutlu gözlüklere gerek kalmadan Evelyn’le birlikte kadrajın derinliklerine doğru sürükleniyoruz. Mekânsal olarak her yöne ilerleyen, sinemanın olanakları ve insan algısı elverdiğince “her yerde” olmaya çalışan bir anlatı var karşımızda.
Tumblr media
3.BÖLÜM AYNI ANDA
Elbette sinema tarihinde çoklu evren/paralel evren yapısını kullanarak hikâyeyi mekânsal olarak parçalayan Rastlantının Böylesi (Sliding Doors, 1998), Zaman Kodu (Timecode, 2000) ve Koş Lola Koş (Lola Rennt, 1998) gibi örneklerden bahsetmek mümkün. Ancak bu noktada kadrajdaki ya da mekândaki parçalanmaya hız faktörü ekleniyor. Kadrajın her yönüne doğru hızla kayma hareketi bir yanıyla sosyal medyadaki kaydırma hareketini çağrıştırıyor. Binlerce parçaya bölünmüş dikkatimizin farklı evrenler arasında gidip gelişinin epik bir versiyonu. Film boyunca Evelyn’in zihni buna dayanabilecek mi, dayanamayacak mı diye izliyoruz. Kendisinden önce bu çoklu evrende var olmaya çalışmış bir diğer kişi, filmimizin kötü kahramanı Jobu Tubaki –yani Evelyn’in kızı Joy’un başka bir evrendeki versiyonu– dayanmayı başarmış fakat her şeyin hiçbir şey olduğunu fark ederek sonsuz bir anlamsızlık ve hissizlik çukuruna sürüklenmiş, bir nevi uyuşmuş. Evelyn’in zihni Jobu’nunkinden daha dayanıklı çünkü daha yavaş bir çağın anıları var zihninde.Filmde birkaç kez tekrar eden etkileyici bir imge var: Evelyn’in farklı evrenler arasında bölünen ve çoğalan zihni/bedeni, bir cam ya da gibi çatlıyor. Günümüz dikkat ekonomisinin en yerinde temsillerinden biri olabilir bu. Ancak Black Mirror benzeri eleştirel ve distopik sosyal medya anlatılarından çok büyük bir farkı var filmin; bu parçalanmayı bir tür zihinsel evrim olarak ele alıyor. Her şeyi aynı anda anlamak mümkün değil belki ama görmek, işitmek –algılamak– anlamaktan çok daha hızlı gerçekleşiyor. Bu yüzden filmi çoğunlukla anlamıyor, sadece algılıyoruz. Çünkü bu günlük hayatımızda zaten hep yaptığımız, bildiğimiz bir şey. Herkesin ve her şeyin iştahla peşinden koştuğu dikkatimiz bin bir parçaya bölünürken çatlamayan zihnimizi, bedenimizi –ruhumuzu– kucaklıyor, onu bir güce dönüştürüyor. Filmin bize, Evelyn’in kızına, bir neslin bir başka nesle dair temennisi: Tutunun, kaybolmayın.Joy daha hızlı bir dünyaya doğduğu için müthiş bir kaosun içine çekilmiş, anlamsızlık ve haz içinde pırıl pırıl parlıyor, her şeyi deneyimlediği için hiçbir şey hissedemiyor. Yine bir başka zamane anlatısı Euphoria’ya referansla, “öforik bir distopyaya” sürüklenmiş. Evelyn kendi babasına kızını anlatırken şöyle bir cümle kuruyor: “Bana benzemesinden korkuyordum, yine de benim gibi darmadağın oldu. Ama önemli değil çünkü evrende var olmasına yardım edecek nazik, sabırlı ve bağışlayıcı birini buldu.” Hayatı paylaştığı, öfkesini ve acısını nazikliği ve naifliğiyle hafifleten, kendi karşı kuvveti Waymond’ı hatırlıyor bunu söylerken. Bu filmde her parça bizi bütüne götürüyor demiştik. O hâlde Evelyn’in bu cümlesini, yönetmenlerin tıpkı mektuplarında yaptıkları gibi bize, seyirciye bir sesleniş olarak okumak mümkün: “Filme her şeyidâhil edemediğimizi gördünüz ancak yine de umarız bu kocaman ve dağınık film size bir şekilde sarılabilmiştir.”
11 notes · View notes
operasyon · 3 months
Text
Daşbord epey depresif bir yaz geçiriyor. Herkes mi kötü bir hayatın içinde?
---
Burda dünyanın, insanın bilgisini, anlayışını, aklını aşan yanları bulunabileceğini kabul etmişimdir. Yine de bir çocğum olsa onu son derece pozitivist yetiştirmek isterdim. Mümkün olan en olgun yaşa kadar sadece gözüyle gördüğü eliyle tutabildiği gerçeklere inansın, dünyayı en basit en kaba halde algılayıp öğrensin isterdim.
Çünkü diğer türlüsü yani sezgiler inançlar alanı yani daha geniş anlamı ve felsefi tabiriyle metafizik alan sonsuz sınırsız. Kuantum evrenler gibi her şeyin mümkün olduğu bir alan. Her şeyin her şey olabildiği bir alan.
Halbuki hayat - bildiğimiz hayat - metafiziğe göre değil, dünyanın kaba gerçeklerine, en basit doğrularına göre akma eğilimi gösterir.
Daha önce de değindim, anlamını kendim de çok sonra çözebildiğim dizelerdir. Şairin dediği gibi
"Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış!"
İnsan bunları ezbere bildiğini zanneder ama aslında anlamaz. Anlaması için zaman ve deneyim gerekir. Bu kaba gerçekliğe dönmek gerek.
Ben gerçekliği pozitivist tarzda algılama eğiliminde oldum hayatım boyunca. Yani algılarla algılanabilen, ölçülebilen gerçeklere inanmak daha ağır basmıştır hayatımda.
Bu maddi evrende metafizik bir gedik açsam, o gedikten sezgiler, batıl inançlar, saçma korkular, cinler periler... her şey birden evrene ve aslında hayatıma girerdi.
O kaotik ve sınırız evreni sınırlı aklımla kaldıramaycağımı ben iyi anladım. Vaktinde anladım.
Çocukken metafizik evren çok güçlüydü. Benim bin tane batıl inancım vardı. Obsesif fikirlerim vardı. Akla değil sezgilere güvenirdim. Hayatım şans şanssızlık kader vs inançlarıyla doluydu. Rüzgarın esişinden kuşun ötüşüne kadar bir sürü şeye kendime ait işretler anlamlar yakıştırıyordum beş altı yaşlarımda.
Hepsini attım. Cinleri perileri şeytanları devleri şansları şanssızlıkları... hepsini attım hayatımdan.
Onları çıkartığında hayat daha sade, daha düz, daha anlaşılır ve doğal olarak daha mutlu oluyordu. İnsanın kendisini anlaması az başarı mıdır? Hayatınızdan metafizik evren çıkınca kendinizi en yalın hallerde görüp kabul etmeniz de daha kolay olur.
Yine önceden de yazdım: "Mutluluk insanın gerçekle ilişkisidir"
Cümlede geçen gerçek gizemli gerçekler değil. Görünür bilinir dünyanın kendisi. Elle tutulan gözle görülen gerçekler. O kaba gerçekler ruhlar alemine karışmanızı önler, sizi bu dünyada tutar. Diğer türlüsü ruhlar alemidir. Orda her şey her şey olabilir. İnsan sağlıklı bir akılla o dünyayı uzun süre taşıyamaz.
Ruhsal sorunlarınız yoğunsa tabii profesyonellerden yardım alabilirsiniz ama enin de sonunda kimse gelipte sizin hayatınızı yaşamayacak. Kendi hayatınızı siz kendiniz yaşayacaksınız. İyisiyle kötüsüyle durum bu.
----,
Hani bir dalga geçme sözü olarak " her şeyin başı eğitim" var ya... Gençlerin çocukların yüzde kaçı sağlıklı bir eğitim alarak ve belli bir yaşta ne istediğini bilerek yetişiyor?
Kesinlikle çok azı.
Büyük kısım metafizik aleme ait aileler ve okul sistemi içinde heder olup gidiyor.
Önce anası babası sonra arkadaş çevresi son olarak okulların kendisi çocuğun gencin aklını metafizikle, hurafelerle, ruhlarla, göze görünemez yaratıklarla, bilinmeyen dünyalarla, büyülerle dolduruyor. Beynini öldürüp, zombileştirip salıyorlar sokağa.
Kolay yönetebilmeleri için bu da zorunlu.
Neden sonuç ilişkileri üstüne düşünen biri işlerine asla gelmiyor. Göze görünen gerçekleri, en mantıklı olayları hatta gerekirse matematiğin doğrularını bile inkar edecek biri gerekli dünyanın sahiplerine. Efendileri istediğinde " hayır iki kere iki dört değil" diyebilsin. Bilime inan biri bunu der mi? Demez. Öyleyse onu sınırsız metafizik evrene açalım. Gerçeklere değil hurafelere inanmalı.
Bu zaten hep böyleydi de yetmiyor efendilere. Müfredatla filanda bunu resmileştirmek istiyorlar. Pozitif bilimler bitsin. Sadece inançlara ait bilim de olamayan hurafeler dünyası sadece metafizik kalsın istiyorlar.
----
Tam bağlantılı değil ama yine de yakın bir konu: Sanatçıların işleri dünyanın her ülkesinde zor ama Türkiye de daha zor olacağını gözetmeniz gerekir. Para kazanmanız gerekliyse ve bunu bir sanat üretimi ile kazanmak niyetindeyseniz büyük hayalperest olmalısınız. Çünkü çok sınırlı müzik gibi popüler bir kaç alan dışında sanattan para kazanmanız imkansıza yakın olur.
Yoksulluk ve sefalet içinde ölen giden ressamların hayat hikayeleri saymakla bitmez herhalde. Yazarlar içinde durum çok farklı değil. Yani zor iş.
0 notes
gelbikahveyapayim · 4 years
Quote
"You and I are the same, Damon. The obstacle standing between two fates."
TVD
1 note · View note
thecharmeroflight · 4 years
Text
Nereden Geldik, Nereye Gidiyoruz?
Bir önceki yazımda, size bir kitaptan bahsedeceğim demiştim. 
Öncelikle, tekrarlamak istiyorum, kitap sizin için mucizeler yaratmayacak, kitap size inanılmaz bilgiler vermeyecek, kitap bir aydınlanmaya sebep olmayacak, yani özetle kitap metalaştırılmamalı. 
Kitap yalnızca deniz fenerimiz.
Benim yolculuğumda kitap, kendimle ilgili cevabını bulamadığım soruların bazılarına cevap verdi, kendimle ve hayatımla ilgili anlamlandıramadığım bazı durumlara ışık tuttu. Özetle, yolumu daha net görebilmem için bir fener görevi gördü. Bu sebeple, yukarıda kitaptan deniz feneri diye bahsettim. 
Bana kısaca Deniz diyebilirsiniz yani. 
Kitaptan bahsetmeden önce son olarak şunları söylemek istiyorum, siz değişmeye, büyümeye, güzelleşmeye, bütünleşmeye, tamamlanmaya açık ve hazır değilseniz, bunu bu kitap da dahil olmak üzere, hiçbir şey sizin adınıza başaramaz. Başarsa bile, kalıcı olmaz. O yüzden kitaba da, yolculuğunuza da hazır hissettiğinizde, akış sizi oraya doğru karşı konulamaz şekilde sürüklediğinde başlayın. Doğru zamanı beklemeyin, o sizi bulur.
Hazırsak başlayalım.
Kitabın adı “Ruhsal Astroloji”. Yazarı, Jan Spiller, oldukça tanınmış bir astrolog fakat bizim bildiğimiz gibi bir astrolojiden söz etmiyoruz. Sözüm benim gibi, astroloji hakkında çok da derin olmamak kaydıyla, bir miktar bilgi edinmiş olanlara elbette. Belki de sizin bildiğiniz bir astrolojiden söz ediyoruzdur, kim bilir. 
Hepimiz güneş burcu, yükselen burç, ay burcu gibi kavramlara kısmen ve ismen hakimiz. Oldukça basit bir şekilde özetlemeye çalışacağım. Freud bir insanı üç katmanda inceliyor; İd, Ego ve Süper-ego. İd bizim en hayvansal iç güdülerimizi, ihtiyaçlarımız, korkularımızı, kontrol dışı kalan, anlayamadığım��z, yorumlayamadığımız tarafımızı temsil eder. Bir nevi bilinçaltımızın dışa vurumudur. Ego, latince “ben” demek zaten. Sizin özünüzde, kimse bakmıyorken olduğunuz insandır Ego. Süper-ego ise, sizin sosyal maskenizdir. Diğer insanlara gösterdiğiniz yüzünüz, toplumsal kimliğinizdir. 
Burçlara dönecek olursak, Ay burcunu İd ile, Güneş burcunu Ego ile, Yükselen burcunu ise süper-ego ile bağdaştırabiliriz. Ay burcunuz sizin bilinçaltınızı, Güneş Burcunuz kimliğinizi, yükselen burcunuz ise sosyal kimliğinizi belirler. 
Bunların hepsinin dışında, Jan Spiller’ın bizi “Ruhsal Astroloji” kitabı ile tanıştırdığı kavram ise, Kuzey ve Güney Ay düğümleri. Kuzey Ay düğümü, daha önce duymayanlar için, sizin doğduğunuz anda Ay’ın Dünya çevresindeki yörüngesi ile, Dünya’nın Güneş çevresindeki yörüngesinin kesiştiği nokta. Güney Ay düğümü ise bunun tam olarak 180 derece karşısında bulunan nokta. 
Peki astrolojik olarak ne anlama geliyor bu Kuzey ve Güney Ay düğümleri diyorsanız şöyle özetleyeyim, Güney Ay düğümü sizin önceki enkarnasyonlarınızdan, şu anki enkarnasyonunuza taşımış olduğunuz özelliklerinizi, Kuzey Ay düğümü ise sizin bu enkarnasyonda edinmeniz gereken özelliklerinizi temsil ediyor. Bu düğümler sizin doğum haritanızda bir eve ve bir Zodyak burcuna denk düşüyor. Zodyak burcu yukarıda bahsettiğim özellikleri, ev ise bu özellikleri edinmek için kullanmanız gereken yöntemleri, bunları hayata nasıl geçireceğinizi belirliyor. Bu kitap, Kuzey ve Güney Ay düğümlerinizin hangi burçta olduğu bilgisini en başta sağlıyor size. 
Hangi eve düştüğü mevzusuna gelince, ideal durum hangi burçta ise o evde olması. Yani diyelim ki, Kuzey Ay düğümünüz kova burcunda, bu durumda en ideal senaryo Kuzey Ay düğümünüzün kova burcunun evinde yani, 11. evde olması. Zodyak çemberini açıp bakarsanız, kova burcunun bu çemberdeki 12 dilimden, 11. dilimde olduğunu görebilirsiniz. İdeal durum, her zaman sağlanamıyor elbette. Benim üzerimden inceleyecek olursak, benim Kuzey Ay düğümüm kova burcunda; fakat  9. evde yani yay burcunun evinde. Bunun ne anlama geldiğinin detaylarını kitapta bulabilirsiniz, bu sebeple daha fazla detaya girmiyorum. Bu bilgiyi edinmek de çok kolay, doğum haritanızı detaylı olarak bu (https://astro.cafeastrology.com/natal.php) linkten inceleyebilir, Kuzey Ay düğümünüz haritanızın hangi evinde öğrenebilirsiniz. 
Güney Ay düğümü ise Kuzey Ay düğümünüz hangi burçta ise, zodyak çemberinde o burcun tam karşısındaki burca denk geliyor. Yine benim durumuma bakacak olursak, benim Güney Ay düğümüm bu sebeple aslan burcunda. 
Daha net bir şekilde şöyle özetleyeceğim, ben önceki enkarnasyonlarımı bir aslan burcu gibi yaşadım ve bu benim hayatta kalmamı sağladı, başka bir deyişle bana hizmet etti. İçgüdüsel olarak, ben bu özellikleri bu enkarnasyonuma gelirken yanımda taşıdım. Ancak bu enkarnasyonum, bana tam tersini, yani aslan burcu özelliklerimi geride bırakıp, onun tam zıttı olan kova burcu özelliklerini edinmem için var. Özetle benim kendi evrimimdeki misyonum, bu enkarnasyonumda bana hizmet etmeyen özellikleri geride bırakmak ve bana hizmet edecek olan başka özellikler kazanmak. Ben bu özellikleri kazanmamak ve diğer özelliklerim ışığında hareket etmekte direndikçe kendime hizmet etmeyi bırakıyor ve kendi yörüngemden çıkmış oluyorum. 
Gelelim, bu bilgiler nasıl bir farkındalık, nasıl bir kabulleniş sebebi oluyor. Öncelikle, kader, tesadüf ve şanssızlık kavramlarını geride bırakmanızı sağlıyor. Başınıza gelen her şeyin, bir sebebi olduğunu, sizi evriminizde ileri taşımak için yaşandığını ve sonuçlarının da kader değil aslında sizin davranışlarınızın bir sonucu olduğunu anlatmaya çalışıyor size. Şunu söylüyor evren, “bak, yolculuğunda önüne, yeniden kendine hizmet etmeye başlamanı sağlayacak bir durum çıkartıyorum, haydi, bu kez başarabilirsin!”. Eğer siz, yine geçmiş enkarnasyonlarınızda olduğunuz kişi gibi karşılarsanız bu durumu, işler iyi gitmiyor. Eğer, siz bu enkarnasyonunuzda olması gerektiği gibi davranırsanız, o zaman görüyorsunuz ki her şey rayına oturuyor.
Nasıl bir his olduğunu şöyle anlatacağım, elinizde bir top ve pek çok kutu var. Kutulardan biri kare, biri üçgen, biri altıgen, biri yamuk ve biri daire şeklinde. O topu sanki hayatınız boyunca kare, üçgen, altıgen ve yamuk şeklinde olan kutulara koymaya çalışmışsınız da bir türlü olmamış. En sonunda, daire olan kutuyu deniyorsunuz, top mükemmel bir şekilde oturuyor kutusuna. O anın verdiği haz, huzur, sanki evrendeki ve eş zamanlı olarak içinizdeki her şey hizalanması ve sizi yörüngenize oturtması gibi.
Ne olması gerektiğini, bilincimizle hareket ederek bulabileceğimizi sanıyoruz. Karşımıza çıkan insan ve olayları iyi ve kötü diye kendi bilincimizle kategorize ediyoruz. Karar verdiğimiz, düşündüğümüz gibi olsun istiyoruz herkes ve her şey. İnanın, ne gerektiği diye bir kavram yok. Evren ve akış var. Onları izleyin, onları dinleyin, onlara güvenin, çok güçlü bir bağ var onlarla aranızda, onu kaybetmeyin. Size ne anlatmaya çalıştıklarını, isyan etmeden, lanet etmeden, kızmadan, kırılmadan, sessizce gözlemleyin. Yolunuzu bulacaksınız. 
“Nova Etkisi”ni hiç duydunuz mu bilemiyorum. Duymadıysanız, bu link (https://laughingsquid.com/the-nova-effect/) size yardımcı olabilir. Olayı anlatıp, heyecanı kaçırmayacağım ama kıssadan hisse derler ya, başınıza gelen ve “kötü” ya da “yanlış” olarak kategorize ettiğiniz olayların aslında sizin bilincinizin tahmin ve öngörü sınırlarının çok ötesinde bir amaca hizmet etmek için olabileceğini ve buna güvenmeniz gerektiğini anlatıyor. Yaşanmış bir olaydan almıştır adını ve aslında diyebilirim ki kendi hayatımda da tecrübe ile sabittir. 
Bunu nasıl uygulayacağız, nasıl bir yaşam şekli, bir prensip haline getireceğiz, inanın hep birlikte deneyimleyeceğiz bunu. Kolay değil ve bir anda olmayacak. Bu döngü, bu evrim sonsuz. Daha çok uzun süre konuşacağız bunların üzerine; fakat şimdilik bu kadar. 
Size bir konuda yardımcı olabilirim o da nereden başlayacağınız. İnanın çok kolay. Kendi kendinize tekrarlayın, “evrene ve akışa güveniyorum, yolculuğumda önüme çıkan her engel gibi, o engeli aşmam için gereken adım da çıkartılıyor karşıma. Gözlemleyeceğim, takip edeceğim, kabul edeceğim ve direnmeyeceğim”.
Sonra arkanıza yaslanın ve izleyin. Büyülü şeyler olacak... 
1 note · View note
belkidebirharfimben · 6 years
Text
Ötekisiz mutluluk yok
İnsan bir şekilde 'işe yaradığını' hissettikçe kaderin de razı oluyor. Hayatın içinde varolduğu yerle ilgili şekvaları azalıyor. Ötekisiz mutluluk yok. Yani, kanaatimce, mesele nasıl varolduğumuz ile ilgili değil. Çok fakir olmamızla, çok çirkin olmamızla, çok eksik olmamızla, çok geride başladığımızı düşünmemizle ilgili değil. Ya? Başladığımız yerin ilerisine gidip gidemediğimizle ilgili problem. Eğer bir insan, hayata başladığı yer neresi olursa olsun, ileriye doğru gittiğini, mesafe aldığını, işgal ettiği yerin hikmetli olduğunu, daha doğrusu işgal olmadığını, varoluşuyla büyük resimde epeyce bir işe yaradığını düşünürse, bahtının maruz bıraktığı yoksunluklardan bağımsız olarak, mutlu oluyor. Evet. Düpedüz bu böyle... Varlığında tatmin bulan hayatlarda bu var. Ve içindeki tatminsizliği bastıramayanlarda da aynı hakikatin izleri görülüyor. Ben bu açıdan tevhidin çok önemli bir fonksiyon gördüğünü düşünüyorum kalbimizde. Eğer hakkı verilebilse. Çünkü tevhid, tuttuğumuz/tutunduğumuz yerden bağımsız olarak, resmin içinde birşey olduğumuzu söylüyor. Tek değiliz. Bağımsız değiliz. Ada değiliz. Hayatımızdaki herşeyle birşeyiz. Şeyliğimiz herşeyle 'şey.' Lokman sûresindeki "Sizin yaratılıp diriltilmeniz tekbir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir!" manasını mürşidimin tefsir edişi gibi, herşey herşeysiz olmadığı gibi, birşey herşeysiz de olmaz. Bir elma için bütün âlemler gerekir. Sivrisineğin gözü için güneş gerekir. Pirenin midesi için manzume-i şems gerekir. Benim bu satırları yazabilmem için bütün bir evren gerekir. Çünkü parça parça görünür olanlar da aslında ilk 'kün/ol' emrinin devamı olarak vücuda gelmektedir. Belki bütünü tek bir sistemli (biz ona kader diyoruz) eylemdir. Fakat yaşarken biz onları parça parça müşahade ederiz. O da bizim sınırlılığımızdan kaynaklanan birşeydir. Benim Ahmed olarak varlık sahasına çıkmam, Hz. Âdem-Havva'dan tutunuz ebeveynime kadar, nasıl bütün bir atalar silsilesine bağlıysa, fiilerimin herbirisi de böylesi bir silsileye bağlı. İlk nefes alan ben değilim. İlk varolan ben değilim. İlk hayal kuran ben değilim. Hep bir bütünün parçası olarak vücuda geliyor şeyler. Parçalardan önce bütünler varoluyor. Yerçekimi kanun olmadan göğe atılan hiçbirşey yere düşmüyor. Biz keşfederken fiile bakıp kanunu okuyoruz ama onların varoluşu kesinlikle bu sıraya göre değil. Bütünün olmadığı yerde, ona dokunmuş, hem onu oluşturmuş hem ondan oluşmuş, fertlerden bahsedilemez. Fatiha'nın 'hamd'ı âlemler Rabbi olan Allah'a bağlaması, yani 'Elhamdülillahirabbilâlemîn' demesi, bu açıdan da öğretici. Hamd, yani övgü, parçaların sahiplerine gidemez. Teşekkür önce bütünlüğün sahibinin hakkıdır. Eğer şeylerin birbirinden bağımsız adacıklar olduğunu düşünmüyorsak, ki tevhide imanımız bize böyle olmadığını düşündürüyor, o halde fotoğraftaki hiçbir güzellik için piksellere teşekkür edemeyiz. Övgüler dosdoğru tüm piksellerin sahibine gider. Bu iki açıdan önemli birşeydir. Birincisi: Varlığımız bütünsel bir anlam kazanır. Hayatın kenar-köşe, ufak-tefek, detay-önemsiz hiçbir parçası kalmaz. Fotoğraf her inceliğiyle beraber varolur. Öyle ya. Kendi tuttuğumuz yerden razılığımız, yalnız ona bakarak, her zaman mümkün olmaz. Ya? Kendimize bakışımız kendimizden aşkın bir bütüne doğru olursa bahtımızdan razı oluruz. Ben bu satırları yazan adam olarak kendimi 'bir işe yaramış' olarak göremem sadece. Çünkü fanidirler. Fakat bu yazının içinde size Allah'ı anlatabilmişsem, bütüne dair birşeyler söyleyebilmişsem, herşeyi işiten ve bilen Allah'tan gayrı hiçkimse şahit olmayacak olsa bile yazdıklarıma, işe yaradım demektir. Çünkü 'bütüne dair' oldum demektir. Ve hayatın hiçbir köşesinde parçaların bundan aşkın bir amacı yok. Diğer amaçlar sahte. Tuğlanın hiçbir amacı 'bina yapmaktan' büyük olamaz. Binası olmayan tuğla geleceğe kalamaz. Zariyat sûresinde, "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım!" buyuran Cenab-ı Hak, bir açıdan da yüzlerimizi parçamızdan alıp bütüne çevirmez mi? Evet. Aynen. Ayakkabı boyacısı olabilirsin. Cumhurbaşkanı olabilirsin. Doğuştan engelli(!) olabilirsin veya üstün yetenekli doğduğunu düşünebilirsin. Bunlardan hiçbirisi doğrudan bütünle ilgili değil. Bütüne ulaşabilecek şey, eylemlerden önce, niyetler. Tıpkı Kur'an'da, kurbanların etlerinin/kanlarının değil, takvaların Allah'a ulaştığının haber verilmesi gibi. İhlas ile eylediğinde ancak kendinden aşkın olabilirsin. Ve kendinden ibaret kaldıktan sonra en büyük parçayı da tutsan geçip gidicisin. Bir orkestrayla uyumlu çalamadıktan sonra davula ne şiddette vurduğun önemli değil. Abartma kendini. Sonsuza dek söylenecek şarkılar çıkmaz senden. Yani, arkadaşım, özetle şunu demek istiyorum: Tevhidde bir eşitlik var. Hayatın neresinde varolursak olalım, insanlar bizim ne kadar işe yaradığımızı düşünürlerse düşünsünler, kapitalist sistem bizi kendisi için ne kadar işe yarar görürse görsün, aslında ne kadar işe yaradığımızı söyleyen şey: Bütüne bakan yüzümüz. Ölüm bize eriştiği zaman sultan ile köylüsü arasında parçasal hiçbir fark kalmıyor. Hatta, eğer köylü bütünün amacına daha adanmışsa, sultanı geçmiş olabilir. Padişahını çok az kişi hatırlar fakat Yunus Emre'yi herkes biliyor olabilir. Ve, yaşarken de bunun farkında olursa, daha yaşarken sultanın sahip olmadığı lezzetlere erebilir. İkincisi: Kaderimizden razı olmamız ancak kadere iman etmemizle mümkün. Büyük bir resmin varlığına, bilindiğine, takdir edildiğine, seçildiğine, irade edildiğine, yaratıldığına ve bu resmin ressamının ressamların en büyüğü, en güzeli, en sanatkârı, en hikmetlisi olduğuna iman etmediğimiz sürece resimde tuttuğumuz yerler bizi tatmin etmeyecek. Hep bir 'daha fazlası/başkası' olacak. Çünkü şeyler yalnız kendi başlarına 'şey'ler olacaklar. Herşeyle birşey olmayacaklar. Halbuki demiştik: Herşey için herşey gerekir. Herşey için her 'şey' gerekir. O halde herşey için bir 'şey' de gerekir. Tıpkı birşey için herşey gerektiği gibi. Evet. Bu kıvama erdiğinde, Allah ikimizi de bu hususta laftan öte kılsın, ulaşmaya çalıştığın cennetlerin annelerin ayakaltında kaldığına şaşırmayacaksın. Modern medeniyet evhanımlığını ne kadar küçük görüyor olursa olsun hem de. Bütün nasıl görüyorsa öyle olacak. Ve bütün, bütüne hizmet edeni, en büyük parçalardan bile büyük görür. Halimize bakıp sen karar ver. Ben ancak bir yazı getirebiliyorum dünyaya. O ise bir insan getirebiliyor.
7 notes · View notes
harperblack · 6 years
Text
I Origins filmi üzerine
Öncelikle filmi izlememiş ve izlemeyi düşünecekler yazıya devam etmesin çünkü spoiler içerebilir ve filmin konusu hakkında hiçbir bilgisi olmadan, fragmanı bile izlemeden izleme kararı almış biri olarak filmin tadını almak istiyorsanız spoiler yememeye bakmanızı ve azıcık dahi hoşunuza gideceğini düşündüyseniz tereddüt etmeden izlemenizi öneririm. Daha sonra dilerseniz yazıyı okuyun, eğer film umrunuzda değilse pek, sorun değil. Çünkü yazım spoiler içerebilir ama tamamen film ile ilgili değil. Aksine bir takım hislerle ilgili yine. Daha çok aşk ile ilgili. Ve çekimle. Öyleyse imkanı olanlara bir diğer tavsiyem, The Do- Dust It Off eşliğinde okuyun, ben bu şarkı eşliğinde yazmayı seçtim. Filmin bir kısmını inanılmaz güzel kılan bir şarkı. Ben bu şarkının özel olarak seçildiğini de biliyorum. (Grubu zaten birkaç şarkısından filmden önce de tanıyordum)
Filmi izlerken ağladım. Şu anda da ağlıyorum çünkü hissettirdi. Şöyle ki filmi hissederek izlediğinizde, göz yaşlarınızı tutmanız zor. En azından benim hayatıma yakın bir hayata sahipseniz. Çünkü filmin fikriyle empati kurabileceğim inançlarım var. Demem o ki, bu film sizin içinse sizi yutar içine alır, değilse de sıradan bir film gibi gelir, ortalama. Bana hitap ediyordu hem de ne ediyordu...
Hayatınıza giren insanları bir düşünün, her biri milyarlarca insandan sadece biri, milyarlarca ihtimal arasından sıyrılanlar. Bu dünyada doğdunuz, bu ülkede, bu şehirde, burada yaşıyorsunuz. Onlar da burada, onlarca insanın arasından sizin hayatınızdalar. Belki artık değiller, ama bir şekilde yolunuz kesişti. Kendimden yola çıkarsam, on sekiz yıllık hayatımda belki yetmiş yaşında birinin dahi henüz yaşamadığı şeyi yaşadım. Birini gördüm, ilk görüşümdü ve onda beni çeken bir şeyler olduğunun farkında bir görüştü ama aşk değildi. Sadece onu tepeden tırnağa tanıyormuşum gibi hissettim, bu kolay açıklanabilecek bir his değil. Gözlerin birkaç saniye o kişiye takılmasıyla da yaşanabilir, bir süre duraklama sadece. Daha sonra normal hayata devam etme ve o kişinin daha fazla bir şey ifade etmemesi. Hepsi buydu, onu hiç tanımıyordum ama tanıyor gibi hissettim. Sonra tesadüfler gelişmeye başladı, yolumuz kesişti. Gözlerimiz ilk kez kesiştiğinde, zamanın dünyanın dışında bir boyuta evrildiğine, bildiğimiz zamanın yavaşladığına yemin edebilirim. Zamanın filmlerdeki gibi yavaşladığını hissettim, ona baktığımda yeniden tanımışlık hissiyle karşı karşıyaydım. Ve bu kez, onun da beni tanıyor gibi hissettiğine yemin edebilirim. Unutamadığım anlardan sadece biri. Bu olay bir daha başıma gelmedi.
Filmde çok güzel bir replik var, "Atomlarım, atomlarını tanıyordu" Belki atomlarımız birbirini tanıyordu. Birçok kez daha kesişen hayatlar, onun beni tanıdığı diğer insanlardan daha farklı görmediğini bildiğim anlar. Bu hissi belki de sadece ben yaşadım, bahsettiğim o ilk göz göze gelişte. Belki de hayatlarımızın kesişebilmesi için fırsatları bu his ile ben yaratıyordum, benim tesadüflerim eseriydi. Fazla kafaya takmıştım. Ian, sadece gözlerini bildiği o kızın peşinden gitti, tesadüfleri onu bulmasını sağladı. Gözler, ben onun gözlerinin hep garip bir perdeye sahip olduğunu düşünmüşümdür.
Hayatlar kesişti, kesişti ve o kadar kesişti ki bir olacağından korkar hale geldim, artık benim tesadüflerimden çıkmıştı ve evren kendi tesadüflerini yaratıyordu. Tanımışlık hissi kocamandı, öyle ki öylesine bir hisken, derin bir aşka döndüğünü göremez oldum. Hayatımdaki diğer hiçbir şeyin önemi kalmamış gibiydi, kayıp atomlarımı bulmuştum. Gariptir ki, onunla da atomlardan, aynı yıldızdan gelmiş olabileceğimizden bahsettiğimi hatırlıyorum. Aynı filmdeki gibi. Kayıp olan parçayı bulmak insana tarifi olmayan bir mutluluk veriyor. Yeniden kaybettiğinde bir daha hiçbir şeyin o kadar mutlu edemiyor olması parçalıyor. Filmin bu kısmında, lütfen ölmesin lütfen ölmesin derken buldum kendimi, öylesine bir ayrılık beklerken ölüm beni derinden sarstı. Sonrasında gözlerim dolu dolu hissettim, bulduğun parçanı kaybetmenin nasıl hissettirdiğini biliyordum çünkü. Fakat filmde empati kurduğum için, o parçayı sonsuza kadar kaybetme hissi beni yıktı. Filmin sonrasında tesadüflerin ona parçasını geri getirdiği kısımda ağlamaya başladım. Asla o olmayacaktı ama oydu. O olduğunu hissediyordu ama değildi. Ölmüştü, yeniden onu öpemezdi. Fakat onu hissedebiliyordu. Tarif edemiyorum ama çok, çok üzücü.
Tıpkı Ian gibi ben de tanrıya, kadere ve diğer şeylere inanmıyorum. Fakat şunu kabul edebilirim ki, açıklama getirilemeyecek, sadece hissedebilecek şeyler var. Birinin sonun olacağını en başından hissedebiliyorsun mesela. Birçok açıklayamadığım his ve çekim var. İnsanlar arasında büyük patlamadan kaynaklanan ve sonrasında koskoca bir evreni oluşturmaya yetecek bir çekim var. Biz varolacak kadar tesadüf eseri canlılarız. Biz karşılaşacak ve bizi oluşturan parçalarımızın daha var olmadan, karşılaştığını hissedebilecek kadar hassas canlılarız. Her nasılsa, bu hisler için bir çift göz yeterli.
Belki ben sadece fazla romantik davranan günümüz ergenlerinden biriyim, bilmiyorum ama bunlar düşündüklerimin yanı sıra hissettiklerim. İnancım olmadığı için her şeyi bu kadar tesadüf eseri düşünmek, sanat eseri gibi hissetmeyi sağlıyor.
Bu film bana çok fazla anıyı gözden geçirtti. Çok fazla hissi yeniden yaşattı. Şarkılar, kitaplar, insanlar, bazılarıyla gerçekten daha önceden tanışıyor gibi hissediyorum. Love Will Tear Us Apart beni bu yüzden bu kadar hassas yakalıyor. Bir şarkının yanı sıra, bir şekilde dokunuyor bana. Sadece radyoda duyduğum bir şarkı, o an bile beni delip geçmeyi başaran şarkı. Bazen duyduğumuz şarkılar bize çok farklı hissettirebiliyor ama sözleri o an hiçbir şey ifade etmiyor. Sonra zaman geçtikten sonra, sözleri anlam buluyor ve o hisler çözülüyor. Çok tuhaf. Sanki aynı hayatı binlerce kez yaşamışız gibi, hep bir şeyleri önceden açıklanamaz bir şekilde biliyoruz. Hissediyoruz. Var olmak bizi serbest bırakmıyor. Yok olamıyoruz. Ben öldükten sonra her şeyin biteceğini, tüm varlığımın son bulacağını düşünüyorum ama yaşarken sanki daha önce de varolmuşluk hissi tekrar tekrar aynı hayatı yaşıyormuş gibi düşündürüyor. Buna dejavu diyenler olabilir ki ben hiç dejavu yaşamamış biriyim. Dejavu değil, andan öte, koskoca bir hayata yayılmış bir hissiyat bu.
Konudan tamamen saptığıma ve iyice beyin bulandırdığıma göre konuya yeniden dönme vakti gelmiş demektir... Beni bu film yaraladı. Tek diyebileceğim bu. Öyle çok duygusal da değildi ama bütün bu anlattıklarımdan dolayı yakaladı ve yaralamayı başardı. Bütün bunları düşündürdü. Ve hala ağlıyorum çünkü parçalanmaya devam etmeye ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum. Ölüm bana çok yakın hissettirmeye başladı. Intihardan bahsetmiyorum, doğal gelen ölümden bahsediyorum. Sanki her an kayıp parçamı sonsuza dek kaybedecekmişim gibi, sanki ulaşamadan yitecekmişim gibi hissediyorum. Beni ağlatan da bu belki de. Bu kadardı, fazla karamsar, fazla daldan dala atlamalı, anlatamadığım şeylerle dolu saçma yazının sonu.
2 notes · View notes
erayerdin · 4 years
Text
İnancın Geçersizliği Üzerine Bir Deneme
İnsanlık, önceleri yaratıcı konsepti üzerinde fazla düşünmezdi. Yaratıcı konsepti ilkel düşüncelerden çıkardı. Doğada ulamlaştırabildikleri her işleve denk bir tanrı mevcuttu. Çok tanrılı dinlerin çıkış noktası da budur. Yağmurun bir tanrısı vardı, güneşin bir tanrısı, bereketin tanrısı, ateşin tanrısı, yeraltının ve üstünün birer tanrıları vardı. Hepsi, türümüzün doğada ayrıştırabildiği bir işleve denk geliyordu. Ancak zamanla insan, doğada gördükleri şeyler ile düşündükleri, soyutlaştırdıkları şeyler arasında bir fark görür oldular. Bugün, tarihte ilk kayıtlar bize bunun Sokrates öncesi dönemde başladığını söyler. Öyle ki bu doğa düşünürleri hava tahminlerinin, gökolayı tahminlerinin, kültürlerinin söylediklerinin aksine organik değil, gayet mekanik ve dolayısıyla da öngörülebilir olduğunu gözlemlemişler. O zamanın gündelik Yunan vatandaşı, yağmurun kaynağının bir bedeni olduğunu, fikri olduğunu ve ahlakı/ahlaksızlığı olduğunu iddia ettiği bir tanrıdan geldiğini öne sürer. Ancak ilk düşünür olarak kabul ettiğimiz Thales, hasat zamanını doğayı gözlemleyerek tahmin ettiği ve tam zamanında bir zeytin bahçesine yatırım yaptığı için zengin olmuştur.
Tabi onu takip eden düşünürler de, yapıldığı zaman para üretebilen bu alana, düşünme etkinliğine kafa yormaya başlamışlardır ve ilk yadsıdıkları düşünce, o zamana kadar onlara sunulan "tanrılar" düşüncesi olmuştur. Onlara göre doğadaki olayların kaynağı tanrılar değildir ve yeterince parametre ele alınınca ne zaman ne gibi bir çıktı elde edilebileceği öngörülebilir. Dolayısıyla tarihte tanrı düşüncesi bir süre askıya alınır. Hayır, din yok değildir, gündelik yaşamın insanı için hala tanrılar ve din mevcuttur ancak belirli bir kesim, özellikle zengin olan birtakım insan, doğal işlevlerin tanrılardan kaynaklanmadığı düşüncesini kanıksamaya başlar. Ancak bu, düşünce eğitimi verme hedefi olan Platon'a kadar devam eder çünkü doğa düşünürlerinin karşı karşıya olduğu bir sorun vardır: Matematik sorunu.
İktisat işlerinde kullanılan matematik ile mühendislik ve mimarlıkta kullanılan geometri çalışmaları, Sokrates dönemi ve sonrası pek çok düşünürü derinden etkilemiştir çünkü sosyal yaşamda hiçbir şey siyah ya da beyaz olmasa da, gri alanlar fazlasıyla mevcut olsa da, matematik öyle değildir. Matematik ve geometri, bu dönemde bazı düşünürlere o kadar katı derecede tutarlı, ve dolayısıyla sihirli görünür ki, Pisagor zamanında matematik üzerine küçük bir tarikat kurmayı dahi başarmış, çeşitli matematiksel varsayımların kabulü ya da reddi sebebiyle kimi insanlar öldürülmüştür. Platon, geometri sevgisinden dolayıdır, herkesi kapsayabilecek günlük yaşamın pratiğini bir kenara bırakarak, tıpkı matematik ve geometride olduğu gibi bu dünyada görünen kusurlu şeyler in başka, alternatif bir gerçeklikte kusursuz bir biçimi olduğu inancına kapılır. Bu dünyada kesmeyen bıçak, doğuramayan kadın, çeşit çeşit biçimsiz taşlar varsa da, ona göre, başka bir dünyada en mükemmel bıçak, en mükemmel kadın ve en mükemmel taş mevcuttur.
Ancak matematiğin getirdiği bu mükemmel alternatif evren inancı, ne olursa olsun, Antik Yunan'ın çok tanrılı mitolojisini destekleyemez. İnsanlığın bu tarihten sonra, aynı dönemdeki Yahudilerin de etkisiyle tek bir tanrı fikrine geçtiğini görürüz çünkü eğer tanrı mükemmel ise doğa işlevlerini o yönetmez, doğa işleri ayak işleridir ve bunları ancak tanrının yardımcıları yapabilir. Dolayısıyla çok tanrılı dinler yerine tek tanrının ve işlevlerini yerine getiren yardımcılarının olduğu tek tanrılı dine bırakır.
İslam çok daha değişik dini temel oluşturur. Öncelikle, o dönemler Hristiyanların yadsıdığı Aristoteles, İslam içerisinde çalışılır. İslami kuramlar oluşturulur. Sevap-helal-haram-günah gibi ahlaki bir skala vardır. İslam düşünürleri zamanında kader ve özgür irade gibi konuları düşünmüşlerdir. İnsanlık tarihinde İslam'la beraber tanrının bir olduğu, her konuda mükemmel olduğu, her şeye gücü yettiği ve her şeyi bildiği fikri kuramsal bir temel kazanır. Sorun da zaten bu varsayımla beraber ortaya çıkar.
Varlık Sorunu
Çağdaş dinlerin öğretileri bu aleme alternatif başka bir alem olduğu, bu alemde dini öğretilere uygun davranan ve davranmayan insanların ayrı yerlerde sınıflandırılıp çeşitli muameleler göreceği üzerine dayalıdır. Eğer böyle bir sınıflandırma ve buna göre bir muamele yapılıyorsa, ben, tanrının ahlakı olduğunu varsayabilirim. Tıpkı bir insan gibi. Doğada çok az canlının ahlak öğretileri vardır ve insan türü dışında bu öğretileri tutarlı dahi değildir. Ensest, kendi türünün yavrularını öldürme, başka grupların yavrularını öldürme, farklı türlerle ilişkiye girme çabaları (?), gırla. Başka türlerin hukuk, mahkeme, yaptırım gibi anlayışlarının olmaması da onların ahlaktan yoksun olduğunu, ya da yapılan kimi deneylerce ilkel bir ahlak barındırdıklarını, ama türümüzün ahlak gibi sağlam bir soyutlaması olduğunu gösterir. Tanrı böyle davranıyorsa, o da elbet ki, bedenen olmasa dahi, zihnen ahlaki bir varlıktır.
Bir diğer sıkıntımız ise "var" olduğunu iddia ettiğimiz şeylerin çoğunlukla, (i) fizikte sınırlı bir bedeni olduğu ya da (ii) sonunda fiziğe dayandığıdır.. Evet, masanın, sandalyenin, kaşığın fizikte sınırlı bir bedenleri vardır, peki ya "sevgi", "aşk", "nefret"? Bunlar için "var" diyorsak bunların bedenleri nerededir? Bunlar da (ii)'de olduğu gibi sonunda fizikte kendini gösterirler. Bugün artık sinirbilim aşk, sevgi, bağlılık, nefret, sadakat, ahlak gibi şeyleri ölçebiliyor. Evet, kiminiz için, belki uzak olduğunuzdan dolayıdır, bunlar saçma geliyor olabilir ancak bir insanın içkili olduğu ve olmadığı durumlar arasında beyindeki farklarını gösteren, beyindeki çeşitli parametrelerin ahlakla ilişkilendirildiği sinirbilimsel araştırmalar vardır, yani ahlakı şöyle ya da böyle ölçebiliyoruz bugün. Aralarında ilişki olan ve olmayan insanların sinirbilimsel ölçümleri vardır, yani "sevgi" de ölçülmüştür. Demem o ki, bunlar ucunu fiziğe bir şekilde dayandırırlar.
E o halde sorarlar? "Var" dediğiniz tanrının, ya da coğrafyasında bulunmamdan dolayı daha yakın olmam sebebiyle, Allah'ın bedeni nerededir, nedir? Ebatı nedir? Hangi mezureyle ölçebiliriz.
Çağdaş Youtube tarikatlarının da benimsedikleri bir fıkra vardır. Bir gün köye bir ateist gelir ve tanrının aslında olmadığını söyler. İnsanlara "Tanrı nerede? Gösterin o zaman." der. Bunun üzerine köy sakinleri (sakin olduklarına pek emin değilim ama) imama giderler. "Aman imam efendi. Böyle bir başıbozuk var. Bize sürekli Allah'ın olmadığını der. Biz senin kadar iyi bilmeyiz. Gel, bir de sen bak şunun hal çaresine.". Bunun üzerine imamla beraber köylüler yola koyulur ve ateistin olduğu meydana geliverirler. Eh, ateist de hazır orada vaaz vermektedir, imamı da kıyafetinden tanır olsa gerek, ona da sorar: "Söyle imam efendi, eğer varsa bir tanrı, göstersene nerededir?".
Bunun üzerine imam efendi istifini bozmadan döner ateiste sorar: "E o zaman sen önce cevapla, aklın varsa nerededir?".
Bu, birçok mürit için mikrofonun düştüğü bir andır ancak düştüğü yerden çamur imam efendiyi kirletir çünkü...
Sol elindeki başparmağı kesilen bir insanın yaşama ihtimali var mıdır? Vardır.
Sol eli kesilen bir insanın yaşama ihtimali var mıdır? Vardır.
Peki ya sol kolunu kessek? Gene yaşar.
Aynı şeyi sağ tarafına yapsak? Yaşayacaktır elbet yine.
Fazla uzatmadan, benzer şeyleri iki ayağına yapsak? Gene bu insanın bir şekilde yaşama ihtimali vardır.
Ancak düşünün bakalım, hangi insan kafasız yaşar? Eğer yaşayamazsa, akılın nerede olduğu sorununun çözülmesine bir adım daha yaklaşmışız demektir.
İmam efendi bu durumda bize borçlu bile çıkmıştır çünkü belagatıyla ucuz bir kahramanlık elde etse de hala bize yaratıcısının bedenini göstermemiştir, bundan kolaylıkla kaçmıştır.
Tarih bizi şaşırtacak olaylar ile doludur ve tanrının bedeni sorununa tarihte yanıtlar da mevcuttur. Buna, hiç de şaşırtmayacak şekilde, matematik ve geometriyle kalkışan düşünür Spinoza'dır. Kendisi evrenin aslında tanrı olduğunu ve tanrının bedeninin bu olduğunu varsayar. Daha önceki İslam düşünürü İbni Arabi'ye göre ise fizik, Allah'ın sadece bir parçası olmakta ancak Allah'ın büyüklüğü evreni kat be kat aşmaktadır, dolayısıyla Platon ile İslam öğretisi arasında bir köprü görevi görür.  Ancak bütün bu görüşlerin bir sıkıntısı vardır: Evren, tanrının bir parçası olsa bile evren oldukça mekanik bir oluşumdur ve evrende pek çok şey (ama çoğu şey yani) bir insanın ahlaki tutumuna, yani iyi olup olmadığına göre şekil almaz, ilerlemez ya da görünüm değiştirmez. Bu da bizi ahlak sorununa götürür.
Ahlak Sorunu
Türkiye'deki çağdaş Youtube tarikatları özellikle bir parçacık deneyine dikkat çekerler. Özetleyecek olursak, bu deneyde iki parçacık silahı (ya da lazer), önlerinde çift yarıklı bir plaka ve onun ardında da bu parçacıkların çarpacağı bir duvar mevcuttur. Amaç, bu parçacıkların plakadaki yarıklardan geçip duvarda nasıl bir yansıma oluşturacağını gözlemlemektir.
Sezgilerimize dayanacak olursak iki yarık varsa, bu parçacıklar iki ayrı bölgede toplanacaktır. Yani bu iki lazer ise, duvarda iki bölgede yansımalarını göreceğiz. Ancak deney sonucu gerçekte böyle gerçekleşmiyor. Lazer, ya da ışık kaynağı, duvarda dalga şeklinde ve pek çok bölgede bir örüntü oluşturuyor.
Bu parçacıklar nasıl olur da sezgilerimize karşı hareket ederler? Çağdaş Youtube tarikatlarına göre bu Allah'ın varlığının sadece "bir" kanıtıdır. Ama sıkıntı şudur: Bu parçacıklar her ne kadar bizim sezgilerimize aykırı bir yansıma gerçekleştiriyor olsalar bile:
Hep aynı örüntüyü sergiliyorlar. Aynı deneyi defalarca yapsanız benzer ve çok yakın sonuçlar alırsınız, ki bu da bize bunun Allah gibi ahlakı olan ve dolayısıyla organik bir varlıktan kaynaklanmadığını gösterir.
Deney sonucu, deney esnasında aynı mekanda bulunan kişilerin ahlaki tutumlarına göre değişmiyor. Yani deneyin olduğu ortama İslami olarak en kötü insanı koysanız dahi, mesela bir katili, sonuç aynı kalır, ahlakın fiziğe bir etkisi olmaz.
Biliyorum, bu kimi inançlı okurlar için tatmin edici bir açıklama değil, ancak anabilim dalı eğitimi görmüş insanlar şunu bilir: Saussure'den beri bilim, sadece ve sadece gördüğünü/gözlemlediğini anlatır, fazlasını değil. Bu, şu demektir: Bu parçacık deneyi sonucunda yazacağım raporun sonuç kısmına "çünkü Allah" yazamam. Bu, Allah karşıtlığından dolayı değil, deneyde Allah'a dair bir sonuç gözlemlememiş olmamdan kaynaklanır. Ben, bir bilim insanı olarak, sadece şu girdiyi verdim ve şu çıktıyı aldım. Mevzu bu.
Kimi inançlı okurların ahlakın fiziğe etki ettiğine dair fikre nasıl kapıldığımı sorabilirler ve haklılar da. Bunun sebebi, çağdaş dinlerin kimi zamanlar ahlaki sebeplerden dolayı Allah'ın fiziğe müdahale ettiği, onu büktüğü ve değiştirdiğine dair iddialardan kaynaklanır. Musa zamanında tanrıya olan inançta direnç gösteren Mısır halkını basan veba, kanlı göl, yılan asa, çekirge sürüsü, denizin ikiye yarılmasıdır, bir rüyadan yedi yıl kıtlık, yedi yıl bolluk çıkarabilen Yusuf peygamberdir, ayın ikiye yarıldığına şahit olan Mekke halkıdır... Bunların hepsinde Allah, insanlar ahlaksız olduğu için fiziğe müdahale etmiştir. O halde, herhalde, ahlaksız birinin olduğu yerde fiziğin şekil değiştirdiğini ve hatta büküldüğünü görebilmem gerekir. Benim varsayımım buradan çıkmaktadır.
Yine de bu kiminize hala yetersiz geliyorsa size bir örnek vereyim.
Bu örnekte iki oyuncu ve bir bilardo masası olsun. Bu oyunculardan biri İslam öğretisi içinde en iyi insan olsun: Namazını eksiltmemiş olsun, zekat versin ve hatta günlük sadakada bulunsun, hacca gitmiş olsun ve hatta her sene başka kişileri de hacca gönderip hacı yapsın, dilinden Allah ve dua eksik olmasın. Bu kişi aynı zamanda erdemin timsali olsun, hak sahibi, merhametli, cesur, soğukkanlı, iyi çocuklar yetiştirmiş. Gelgelelim ki tek bir sıkıntısı var: O da hayatında hiç, ama hiç, bilardo oynamamış.
Diğer oyuncumuz ise seri katil olsun. Ha, insan öldürmek size yeterince kötü gelmiyorsa (çünkü kimi bağlamlarda uygun buluruz), bu insan çocuk tecavüzcüsü, seri katil, gaspçı, hırsız, dolandırıcı, ateist, kripto fetöcü biri olsun, herhalde dünyanın en kötü insanı olduğu konusunda çoğumuz hemfikirizdir (ateistler de öyledir). Onun da çok büyük bir avantajı var: Bu arkadaş "dünya bilardo birincisi". Hatta öyle ki üstüste 10 kere birinci olmuş.
Ve biz, bu insanlara bilardo oynatalım. 8 top olsun. Öyle bir el falan değil, bin el oynatıp kazanıp kazanmadıklarını sayacağız ve sonunda oranını ele alacağız.
Şimdi bu bağlam içerisinde, inançlı arkadaşların ve tabi İslam öğretisinin varsaydığı üzere, ortamdaki ahlaki dengesizlik sebebiyle Allah, fiziğe müdahalede bulunacak, iyi olanın kazanması, fetöcünün de kaybetmesi için bir şeyler yapacaktır. Öyle yapması gerekir, çünkü başta da belirttiğimiz üzere ahlaki dengesizlik çok fazladır. Yani ara sıra cumayı kaçıran biri ve küçükken kedilerin kuyruğuna teneke bağlamış biri arasında maç yapmıyoruz. Bir tarafta "iyilik timsali" var, bir tarafta "kötülük timsali". Bu maç, İslami öğretiye göre, iyinin lehine bitmek zorundadır.
Ancak akılcı bir insan bilir ki kazanç ağırlığını seri katil alacaktır çünkü akılcı insan, ister (nasıl oluyorsa artık) inançlı olsun ister olmasın, içten içe bu oyunun fiziksel olduğunu ve avantajın ağır olarak tecavüzcüden yana olduğunu varsayar.
Olur da inançlı bir okur derse ki "1000 oyun yetersizdir. Daha fazla olması gerekir.", o halde en az bin olması kaydıyla rakamı kendisinin koymasını isterim. Kaç rakamda Allah, müdahalesini yapacak ve sonucu hacı abimizin lehine çevirecektir?
Eğer Allah, maçı kötünün lehine veriyorsa ve bunda elbet bir bildiği varsa hangi durumlarda kesinlikle kötülerin eline koz vermez? Gerçek dünyada örneği var mıdır? Örneğin, badmington maçında kesinlikle kötülere fırsat vermemekte midir? Öyleyse hangi badmington maçları bunlar?
Dinin fiziğe etkisine dair şüpheler bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Sizi bir de dualara davet etmek isterim.
Dualar Üzerine
İslam'da dualar Allah'ı öven ve dilekleri ileten sözcelerdir. Bunlardan kimi popülerdir. Örneğin Sübhaneke duası, namazlarda okunagelir ve cenaze namazında özel bir okuması vardır.
Bu bilinen duaların kaynağı eski kimi imamlara dayanır ve bu imamların iddiası, duaların sağlık ve iyi hal gibi fiziğe oldukça bağlı durumlara etkide bulunacağıdır. Bunda, yine, bir sorun mevcuttur: Hangi duaların ne derecede etkide bulunacağı nasıl ölçülmüştür?
Örneğin doğurganlık sağlayacağı şeklinde pazarlanan bir dua varsa:
Tıbbi olarak ömür boyu hamile kalamayacağı kanıtlanmış ve şu ana kadarki teknolojinin de hamile kalmasına elvermediği kaç kısır kadın bu duayı okumuştur?
Bu kısır bireylerden kaçı hamile kalabilmiştir? Başarı oranı nedir?
Bu kısır bireylerin ahlaki tutumıyla başarı oranı arasında bir ilişki mevcut mudur? Örneğin sadece zevk uğruna onlarca erkekle yatmış bir dişi ile püripak, ahlak timsali bir dişinin hamile kalma oranı nedir?
Dualar ne kadar tutarlı ve öngörülebilirdir? Bazı tarikatların sözcelerini hatırlıyorum, "Tedbirsiz dua işe yaramaz." diyorlar, ama yukarıda teknoloji elvermediği için hamile kalamayan bayan ne olacak o zaman? Bu onun alabileceği bir tedbir değil, tamamen teknolojik yetersizliğe bağlı.
Bir diğer konu da duaların kabülü/reddi ve kişinin nitelikleri arasındaki ilişkidir. Bazılarınız kişinin niteliklerinden sadece ilgili kişinin ahlaki tutumunu kastettiğimi varsayabilir ancak bu onla sınırlı değil. Kimi duyumlarıma göre bazı bağlamlarda duaların kabulü cinsiyetlere göre fark gösterebilir. Özellikle gözlemlediğim Anadolu'daki bir inanca göre kadınların evlatlarına ettiği beddua, erkeklerin evlatlarına ettiği bedduaya göre nadiren ve/veya daha geç kabul oluyormuş. Bunun sebebi olarak kadınların doğası gereği kararsız oldukları, daha sonra evlatlarına beddua ettikleri için pişman olabilecekleri söyleniyor. Peki bunun istatistiği var mıdır? Bir deneyi?
Ecnebinin dediği gibi, "I know why your prayers aren't heard.". Fiziğe istenilen bir etki, sadece alınan önlemler ve sahip olunan imkanlarla geçerli olabilir. Bunun tek ve nadir bir örneği vardır, o da plasebo etkisidir. Eğer bir kanser hastası inançlı biriyse ve onu hayata bağlayan şey, Allah'a duyduğu umutsa, evet, plasebo etkisi faydasına olabilir. Ancak burada kişinin sağlığı, Allah'ın fiziğe etkisiyle gerçekleşmemektedir. Buda'ya inanan budist bir kanser hastasında da, inançsız ve kanserli bir bireyin evlatlarına duyduğu sevgide de benzer etkiler görünür. Bütün bu hastaların da ortak bir noktası vardır: Hepsi bu günleri atlatacağını düşünür. Yani hepsinin sonuca dair kör bir inancı vardır, Allah'a değil.
Sonuç
Tabi bu denemeyi bitirmeden önce bir de bilim ve evrim üzerine bazı, ve inançlı okurları belki şaşırtabilecek, konulara değinmek isterim. Öncelikle inançsız bir kişiliğe dair bazı varsayımlar vardır:
İnançsız bir kişi komünisttir.
İnançsız bir kişi bilimle uğraşır.
İnançsız bir kişi ahlaksızdır.
Bir kişi belki komünist olduğu için inançsız olabilir, ama inançsız olduğu için komünist değildir. Bu yaygın inanış 2000'li yılların öncesinden kalma bir realiteden gelmektedir çünkü medyanın bu kadar teknolojik gelişmelerle yayılım göstermediği dönemlerde inançsızlığı, evet, komünistler bu topraklara, çeşitli medya ürünleriyle getirmiştir. Ancak bugün ve şu an hepimiz liberal ekonomik bir dünyada yaşamımızı sürdürdüğümüz gerçeğini bilmekteyiz, dolayısıyla ateist/komünist arakesitindeki profil bugün, eskide olduğu gibi geçerli değildir.
İnançsız bir kişi bilimle uğraşmak zorunda değildir. Bugün anaakımda kendini gösteren inançsız profil olmaları sebebiyle bilimsel/ateist profili yaygın olarak düşünülebilir. Evrim Ağacı gibi platformlar bu ayağı yürütmektedir. Ancak şunu demekte de bir fayda vardır: İnançsız biri, bilim çerçevesinde yapılan açıklamalara güven duyar çünkü bilim, insanlık tarihinde bilgiye ulaşmadaki en güncel ve tutarlı metodolojiler bütünüdür. Dolayısıyla evrime dair şüphesi olan inançsız birini bulamazsınız çünkü evrim kuramı tutarlıdır. Evrime dair başka bir alternatif bulunana kadar da bu geçerlidir. Demek istediğim bir inançsızın günlük etkinliği atomu parçalamak, bitkiler üzerinde aşı geliştirmek değildir, bu bilinmelidir.
İnançsız birinin ahlaksız olduğu varsayımı ise saçmalıktan ibarettir çünkü inançsızlığın temelini daha tutarlı ve akılcı bir ahlak sistemi isteği oluşturur. Dolayısıyla ahlak, inançsızdan inançsıza değişiklik gösterse bile tek bir inançsızdaki ahlaki davranışlar dizisi ile tek bir inançlıdaki ahlaki davranışlar dizisini karşılaştırıp ölçebilecek olsak, inançsız kişininki daha tutarlı gelecektir çünkü zaten ahlaki olarak tutarlı olma isteği, inançsız olmasında önayak olmuş etkenlerden biridir.
Peki herkes sonunda inançsız mı olacak? Bu farklı bir yazının konusu olsa da, benim inancım bu yönde değil. Din olgusu insanlık tarihinin büyük bir çoğunluğunda etkin olmuş bir konu, dolayısıyla insanın olaylara dair açıklamalarda bulunmasında, geniş tarihini göz önünde bulundurursak, alışılagelmiş bir reflekstir ve uzunca bir süre de böyle devam edecektir, öyleki bu yeni dünya, yeni tarih, geçmişte olmadığı kadar yeni dinlere gebedir.
0 notes
okuryazarlar · 7 years
Photo
Tumblr media
Yerli dizi yersiz uzun!
Sektörün en önemli sorunlarından biri olan dizi süreleri konusunda SenDer üyesi yazarlar sonunda örgütlenmeye karar verip bir bildiri yayınladılar. 97 aktif senaristin imzasını taşıyan metinde senaryo yazarlarının 60 dakikalık bölümler yazmak üzere örgütlendiklerinin altı çizilmiş. Bu eylemin Hollywood'da gerçekleşen direnişe dönüşüp dönüşmeyeceğini önümüzdeki günlerde sektörün alacağı pozisyon belirleyecek. Bilindiği üzre 5 Kasım 2007'de Amerikan Senaryo Yazarları Birliği (WGA) üyesi toplam 10 bin 500 yazar grev başlatmıştı. Üç ay süren grev sürecinde WGA ile sektör arasında anlaşmaya varılmış ve 13 Şubat 2008'de greve son verilmişti. Grev sürecinde ise sektörün en önemli ödül törenlerinden olan Oscar ve Golden Globe iptal edilmiş, kazananlar bir basın toplantısıyla açıklanmıştı.
İşte ülkemizde 97 senaristin imzaladığı o bildiri!
İLAN EDİYORUZ: #YerliDiziYersizUzun
Türkiye dizi sektöründe, senaryo yazarları olarak mutsuzuz.
Dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan, sadece hakkıyla üretme sürecini değil, izleme sürecini de imkansız kılan 120-150 dakikalık diziler yazmaktan dolayı şiddetli mutsuzluk içindeyiz...
140 dakika, çarpı 30 küsür hafta boyunca, hikâye anlatmaya çalışırken, dramanın gereği olan tüm temel ögelerden verdiğimiz tavizlerden ötürü, temposuz, akmayan, uzun bakışmalar, müzik-altılar ve flashbackerle şişirilmiş bölümler yazmaktan ötürü mutsuzuz.
Her hafta 140 dakikalık metin üretmek için, hayatımızda başka hiçbir şey yapmaya fırsat vermeyecek şekilde çalışmaya mecbur olmaktan ötürü mutsuzuz.
Mesleğimize olan aşkımız, tutkumuz mevcut durumu devam ettirme gücünü bize verirken, bu tempoya ayak uyduramadığı ya da uydurmak istemediği için mesleği bırakmış pek çok ustamız, meslektaşımız adına mutsuzuz.
Yazdığımız dizilerin her bir bölümünün, yurt dışına satılırken üçe bölünmesi ve çarpı 3 bölüm para kazandırması uğruna, sinema dilinden uzak, günlük hayat ritminde akan senaryolar yazdığımız için mutsuzuz.
Bir hafta içinde 140 dakika, tempolu ve sürükleyici bir bölüm yazmanın imkansızlığına rağmen, arada hasbel kader iyi yazdığımız bölümlerin de zamansızlıktan ötürü deforme edilmesi ya da etkisiz çekilmesi yüzünden mutsuzuz...
Dünyanın hiçbir yerinde bu sürelerde dizi yazılmaz ve üretilmezken; yıllar önce 90 dakikaya hayır dediğimiz ‘Yerli Dizi, Yersiz Uzun!’ eyleminden bu yana yayın süreleri 150 dakikalara çıkmış olduğu için; mesleğimiz, işimize olan saygımız, hikaye ve senaryo üretirken sahip olduğumuz profesyonel görüşler ve insani şartlarda çalışma arzumuz yok sayıldığı için mutsuzuz.
Bu tempo yüzünden çok hızlı yıprandığımız, yıprandığımız için de, yapımcıların kolayca senarist değiştirebilme halinden ötürü mutsuzuz.
Süreler yüzünden hikayelerimizi hızlı tükettiğimiz, sonrasında top çevirerek kendi hikaye ve karakterlerimize ihanet eder duruma düştüğümüz için mutsuzuz...
Uzun süreler yüzünden hikayesini sezon finalinden önce tüketen, tükettiği için de sezon ortasında final yapan diziler ve işsiz kalan bütün dizi çalışanları adına mutsuzuz.
Yapım şirketlerinin, aynı saatte diğer kanalda yayınlanan diziden daha uzun süre yayında kalma hırsı uğruna, daha uzun bölüm talep etmesinden; hikâye süresini, hikayenin kendisinin belirlemesi gerekirken, bu rekabetin mevcut süreyi belirler duruma gelmesi saçmalığından ötürü külliyen mutsuzuz!
Dizi sürelerinin kısalmasının, Türkiye dizi sektöründe çalışan her birim ve her birey için, daha insani şartlarda yazmak, üretmek, çekmek, oynamak ve daha evrensel, daha kaliteli işler yapabilmek için hayati olduğunun altını çizerek,
Biz aşağıda ismi bulunan senaryo yazarları olarak 60 dakikadan uzun süren diziler yazmamak için bir araya geldiğimizi, güç birliği oluşturduğumuzu ve görmezden gelinemeyecek, gözden çıkarılamayacak bir çoğunluğa ulaşmak için çalıştığımızı sektöre ve kamuoyuna ilan etmek isteriz.
Dizilerin ve kanalların gelir kaynağı olan reklam bütçelerinin, bu sürelere göre revize edilmesini, tüm birimlerin bu konuda iş birliği içinde olmasını ve el birliğiyle, hızla bir batağa doğru giden Türkiye dizi sektörünün intiharına mani olmak için bu karar ve eylemimizin desteklenmesini bütün oyuncu, set çalışanı, yönetmen arkadaşlarımız ile yapımcılarımıza rica ile beyan ederiz.
Senaryo Yazarları
1. Selcan Özgür 2. Ezgi Özcan (Seviyor Sevmiyor) 3. Zeynep Küçükerciyes (Adını Sen Koy) 4. Nuran Evren Şit (Vatanım Sensin) 5. Ali Aydın (Vatanım Sensin) 6. Funda Alp 7. Meriç Demiray 8. Cem Görgeç 9. Cenk Boğatur 10. Derem Çıray (Paramparça) 11. Berfu Ergenekon (Anne) 12. Ercan Mehmet Erdem (46 Yok Olan) 13. Ceylan Güleç (Kiralık Aşk) 14. Sinan Biçici (Hayat Bazen Tatlıdır) 15. D. Gülden Çakır 16. Melih Çam (Hayat Şarkısı) 17. Özlem Elginöz (Kırgın Çiçekler, Aşk ve Mavi) 18. Mahinur Ergun (Hayat Şarkısı) 19. Ozan Yurdakul (Arka Sokaklar) 20. Erkan Birgören (Kırlangıç Fırtınası) 21. Kerem Deren 22. İlker Arslan (Tatlı İntikam) 23. Deniz Akçay (Bana Sevmeyi Anlat) 24. Birol Elginöz (Kırgın Çiçekler, Aşk ve Mavi) 25. Ayça Üzüm (Paramparça) 26. Özlem Yılmaz (Kara Sevda) 27. Burcu Görgün (Kara Sevda) 28. Pınar Bulut 29. Ethem Özışık (Poyraz Karayel) 30. Cüneyt Bolak 31. Barış Erdoğan 32. Ayşenur Sıkı (Vatanım Sensin) 33. Melek Seven (Poyraz Karayel) 34. Deniz Gürlek (Poyraz Karayel) 35. Melih Özyılmaz (Poyraz Karayel) 36. Gökhan Horzum 37. Cansu Çoban (Yüksek Sosyete) 38. Serap Gazel (Dayan Yüreğim) 39. Sinan Yurdakul (Arka Sokaklar)   40. Murat Özdemir (Adını Sen Koy) 41. Deniz Dargı (Güneşin Kızları, Güneşi Beklerken) 42. Murat Aras (Seksenler) 43. Güliz Kucur 44. Didem Ayberkin 45. İlker Barış(Kiralık aşk) 46. Gül Abus (Kırgın Çiçekler, Aşk ve Mavi) 47. Berrin Tekdemir 48. Nilgün Öneş 49. Neşe Cehiz 50. Elif Usman Ergüden (Cesur ve Güzel)   51. Nergis Otluoğlu Akoğlu (Vatanım Sensin) 52. Nuriye Bilici (Vatanım Sensin) 53. Sema Ali Erol 54. Mahir Erol 55. Ercan Durmuş 56. Hakan Bonomo 57. Aksel Bonfil 58. Serdar Soydan (Cesur ve Güzel) 59. Alphan Dikmen (Hangimiz Sevmedik) 60. Başak Angigün 61. Hazan Toma (Adını Sen Koy) 62. Teoman Gök (Adını Sen Koy) 63. Münevver Yıldız (Adını Sen Koy) 64. İnan Güngören (Adını Sen Koy) 65. Eren Azak (Adını Sen Koy) 66. Elif Yılmaz (Adını Sen Koy) 67. Pınar Ordu (Tatlı İntikam) 68. Feza doğru 69. Burcu Över (Kırgın Çiçekler, Aşk ve Mavi) 70. Deniz Madanoğlu (Bu Şehir Arkandan Gelecek) 71. Korcan Derinsu (Deli Sevda) 72. Cihan Çalışkantürk (Deli Sevda) 73. Yılmaz Şahin 74. Yeşim Çıtak (Kırgın Çiçekler) 75. Ozan Aksungur 76. Yelda Açıkgöz 77. Onur Ünlü 78. Orçun Okşar 79. Gözde Baykara 80. Sevgi Saygı 81. Sinan Tuzcu 82. Bilal Babaoğlu 83. Pınar Uysal (Seni Kimler Aldı) 84. Betül Yağsağan (Karagül) 85. Fikret Bekler 86. Şahika Erkıran Çakırca 87. Ayşe Günsu Teker 88. Sevgi Yılmaz 89. Aylin Alıveren (İstanbullu Gelin) 90. Ayşin Akbulut (Evlat Kokusu) 91. Gülsüm Öz 92. Gözde Baykara 93. Burak Acar (Elif) 94. Atasay Koç (Evlat Kokusu) 95. Yekta Torun (Umuda Kelepçe Vurulmaz ) 96. Onay Durgun (Kardeş Payı) 97. Tufan Bora (Seni Kimler Aldı)
111 notes · View notes
themoiira · 5 years
Text
Hiçbir şey bir tesadüf değildir I Moiira
Kadın ve Yaşama Dair Her Şey https://moiira.com/hicbir-sey-bir-tesaduf-degildir/
Hiçbir şey bir tesadüf değildir
Bazen tuhaf. Hiçbir şey bir tesadüf değildir.
Bazen heyecan verici.
Bazen neşelidir.
Bazen acı verici.
Bazen bu sadece bir tesadüf.
Ama sevgilim
Bir sebepten dolayı olduğun yerdesin.
Bazı seçimler yapmış olabilirsiniz ya da hayat bazı seçenekleri size zorlamış olabilir.
Her neyse, asla tesadüf değildi.
Çünkü
Sevgilim;
Hiçbir şey bir tesadüf değildir : Not
Belki de oranları değiştirmeye çalışmamalısın.
Olabilir,
Olasılıklar sizi değiştirmeye yöneliktir.
Şans. Olasılık. Kader. Tesadüf.
Her bir “tesadüf” size bir mesaj getiriyor. Çünkü tesadüf ve kaza yok. Sadece senkronizasyon var.
Ancak diğer yandan, bir sebep var.
İşlerin bir nedenden dolayı olduğuna inanıyor musun?
Yoksa sadece şans meselesi olduğuna mı inanıyorsun?
Şahsen bir şeyler öğrenmek ya da bir şeyler öğretmek için burada olduğumuza inanıyorum.
Yaşamınızda meydana gelen olayların bir modelini fark ediyor musunuz, bu olaylar yaşamınızın farklı kısımlarını tutar, her biri yaşamınızda farklı bir perspektifte gerçekleşir. Ama her nasılsa, bir bağlantı hissediyor musun?
Çekirdekle birbirine bağlı olduğunu düşünmüyor musunuz; mesaj.
Yaşam tarzı.
Özel bir yaşam tarzın var. Yaşamınızdasahip olduğunuz insanlar, yaşam tarzınıza göre yaşamınızda olur. Yaşam tarzınız seçimlerinize göre belirlenir.
Seçenekler, yıllarca sürecek bir dizi olay yaratır.
İlgi alanları, hobiler, meslekler, eğitim, her şey. Her küçük detay bir olay yaratır.
“Her hareketin eşit ve zıt bir tepkisi var” —Albert Einstein
Belirli bir hedefe ulaşmak için bir karar alırsınız, sadece bu kararın sizin için tamamen farklı bir şey verdiğini bulmak için.
Hiçbir şey bir tesadüf değildir : Umudunu kaybetme
Seçimlerin ve karar vermenin bu küçük anlık görüntülerinde, kendimizi bile hayal etmemiş olabileceğimiz daha büyük bir resim çizmeye başlıyoruz.
Ya o ana öğrenciyi seçmediyseniz ya da evet demek yerine hayır derseniz? Ya daha önce almış olduğunuz bir işi reddederseniz? Ya paylaşacak farklı hobileriniz varsa?
Ya yorgunluğunuzdan vazgeçip, bugün tanıdığınız insanlarla tanışmanıza neden olacak etkinliğe hiç gitmediyseniz? Ya o aramaya cevap vermediysen? Ya duygularını yutmuş olsaydın?
Evren (inanıyorum) bizi tam olması gereken yere yönlendirir, sadece dinlememiz gerekir. Kazanma şansınla savaşma. Yeni bir etkinliğe hayır deme. Kapattığın bir kapı açma. Yeni bir tane açmaktan korkma.
İşaretleri görmezden gelmeyin ve kesinlikle kırmızı bayraklara aldırmayın. Bağırsaklarınızdaki ateş hissini görmezden gelmeyin ve kalbinizin çarpma vuruşlarını dinleyin. Bunlar işaretler, bir duygu, bir insan veya yeni bir iş şeklinde geldiler. İşaretleri ara ve onları asla görmezden gelme.
Çünkü
Sevgilim;
Hiçbir şey bir tesadüf değildir.
Kaynak: Moiira % Etiketler%
0 notes
istandistmag · 6 years
Text
Tugba Khan’dan 2019 Burç Yorumları
Astrolog Tuğba Khan
2019 yılının ilk günlerine tutulmalarla başlıyoruz. Ocak ayından gerçekleşecek olan iki tutulma var. Birincisi 6.Ocak.2019’da gerçekleşecek olan Güneş tutulması, diğeri ise 21.Ocak.2019’da gerçekleşecek olan Ay tutulması bu aya damgasını vuracak. Güneş tutulmasının etkisi, bir olay olur ve biz gideriz o olayı gerçekleştiririz. Ay tutulması ise, bir olay olur ve biz buna psikoloji ve/veya duygusal tepkiler veririz.
İlk önce Güneş tutulmasından kısaca bahsetmek isterim. Oğlak burcunda gerçekleşecek olan güneş tutulması bizi  oldukça önemli bir süreçle karşı karşıya bırakacak. Bu tutulma hayatımızda önemli dengeleri yerinden oynatabilir. Tutulmanın bir tarafı Satürn ve diğer tarafında ise Plüto gezegenleriyle sarılmış durumda. Bu da bizlere bu tutulmanın ne kadar önemli, kadersel değişimleri yaşayacağımızı gösteriyor. Bu değişimlerin gücü öyle kuvvetli ki hayatımızın hangi alanında gerçekleşecekse bu tutulma, o alan artık eskisi gibi olmayacak.
İkinci tutulma ise, Ay tutulması olduğunu söylemiştik. Güneşin kova burcuna geçiş yaptığı gün ay tutulması gerçekleşecek. Ve bu tutulmanın Uranüs ile bağlantısı olacak. Yani ummadık, beklenmedik konular bizi epey şaşırtabilir. Bu bir konunun bitişi olabileceği gibi başlangıcı da olabilir. Aşk, eğlence, çocuklar konusunda etkisini gösterecektir.
Tutulmaların burçlar üzerinde etkisi;
Koç ve/veya Yükselen koçlar;
Bu ayın size mesajı;
Sabır duygusu yüklendi sizlere, onun için uzun dönemdir zorlanıyordunuz. Şimdi ise, yaşadığınız zorlukların mükafatını alma zamanınız. Bu ay,  Uranüs  gezegeni size hayat yolunuzda ve planlarınızda değişime doğru yol almanızı sağlayacak enerjiler aktaracak.
Kariyer alanında köklü değişimler sizi bekliyor… (Güneş)
İşe başlayabilir, iş değişimi yapabilirsiniz. Ama bilin ki olacak olan ne ise hayatınızı köklü etkileyecek bir değişim olacak. (Güneş)
Aşk hayatınız umulmadık, hiç beklemediğiniz yönde seyrini değiştirecektir. Ön görülemez değişimler oldukça kadersel olacaktır. (Ay)
Hayatınızın yönünü değiştirecek ani değişimler yapabilirsiniz. Oldukça cesaretli davranacağınız süreçtesiniz. (Ay)
Boğa ve/veya Yükselen boğalar;
Bu ayın size mesajı;
Büyük değişime hazır mısınız? Artık kader sizin değişiminizi planlıyor. Ocak ayında kendi içsel konularınıza, bilinçaltı konular ya da son kez korkularınızla yüzleşebilirsiniz. Evet, bazen acıdan geçmeden büyümüyor insan. Ama artık siz tünelin sonundasınız. Aydınlık günler önünüzde sizinle.
Hukuksal konularınız varsa onlarda önemli gelişmeler yaşayabilirsiniz. (Güneş)
Yurtdışı yaşam ve/veya o alanla ilgili gelişmeler hayatınızın her alanını etkileyebilir. (Güneş)
Ev ve yer değişimi kararları alabilirsiniz. (Ay)
Kadersel ve karmik olarak köklerinizle alakalı dönüşümler içerisindesiniz. Ailenizle alakalı değişimler sizlerin de hayatlarında önemli değişimi tetikleyecektir. (Ay)
İkizler ve/veya yükselen ikizler;
Bu ayın size mesajı;
Son iki yıldır zorlandınız, engellendiniz ve bunaldınız. Ama artık kader size göz kırpmaya başladı. Size gelen şansları ve fırsatları görmek için daha uyanık ve dikkatli olmanızda fayda var. Yoksa gözünüzün önünden geçer gider ve siz farkına bile varmazsınız.
Hayatınızda önemli bitişleri yaşayacağınız bir dönem. Geride bırakmanız gereken konular artık sizden çıkması gereken zamana gelmiş. (Güneş)
Kredi, borç gibi benzer ödemeler de gelişmeler yaşayabilirsiniz. (Güneş)
Anlaşmalar, sözleşmelerde yine beklenmedik yönde konular seyrini değiştirebilir. ( iyi mi? Kötü mü? Onu kendi doğum haritanız belirler.)(Ay)
Kısa seyahatlerde sizin gündeminizi etkileyecektir. (Ay)
Yengeç burcu ve/veya yükselen yengeçler;
Bu ayın size mesajı;
Bu yıl, özellikle Ocak ayı sizin kaderinizi belirleyecek ay olacaktır! Çok önemli bir süreçle burun burunasınız. Bu dönem sizin hayatınızda 2019 yılı ve öncesi gibi Milat yaratabilir. Her ne olacaksa bilin ki sizin hayrınıza olacaktır.
Evlenme/boşanma durumları söz konusu olabilir. (Güneş)
Ortaklık başlangıcı/bitişi gündeme gelebilir. (Güneş )
İkili ilişkilerinizde köklü dönüşümler yaşayabilirsiniz. (Güneş )
Finansal alanınızda dengeleri koruma zamanı. (Ay)
Öncelikleriniz değişebilir. (Ay)
Aslan burcu ve/veya yükselen aslanlar;
Bu ayın size mesajı;
Ay sonunda sizin üzerinizde gerçekleşecek olan  Ay tutulması, sizin bir konuyu ve durumu tamamlamanıza destek olacak. Uzun zamandır kadersel döngüde dönüp duruyordunuz. Şimdi ise, yolunuzu bulma zamanı ve harekete geçme dönemindesiniz.
İş yaşamınız ve/veya koşullarınızda hatırı sayılır değişimler sizinle. (Güneş Tutulması)
Günlük rutininizde ki sorumluluklarınız ve görevleriniz artabilir. (Güneş Tutulması)
İkili ilişkilerin zorlanacağı ve ummadık olaylarla karşılaşabileceğiniz dönem. (Ay Tutulması)
Bu dönemde imaj değişimi yapma ihtiyacı doğabilir. (Ay Tutulması)
Başak burcu ve/veya yükselen başaklar;
Bu ayın size mesajı;
Bulanık ve belirsiz dönemler artık sizin için sona eriyor! Yenilikler, yeni başlangıçlar ve sorumluluk alma zamanı geldi, dayandı kapınıza. Şimdi hayatınızın her alanı ile ilgili netleşebilirsiniz. Kader size göz kırpıyor.
Çocuk sahibi olmak gibi önemli bir şekilde hayatınız değişime uğraması söz konusu. (Güneş)
Aşk hayatınızda önemli değişimler söz konusu. Artık bu güne kadar yaşamış olduğunuz ilişkilerden çok farklı ilişki kapınızda. (Güneş)
Gizli olayların ortaya çıkıp kadersel dönüşümlerin gerçekleşeceği zaman.(Ay)
İçe kapanacağınız bir dönemde uyku ve sağlık konularınıza dikkat etmenizde yarar var. (Ay)
Terazi burcu ve/veya yükselen teraziler;
Bu ayın size mesajı;
Şans meleği omuzunuza konduğunu düşünün. Ne yapardınız? Ya da dilerdiniz? Bunları düşünün ve harekete geçin. Çünkü artık şans meleği Jüpiter adeta sizin omuzlarınıza kondu. Ocak ayı içerisinde şanslarınızın artışından bunu anlayabilirsiniz.
Ev değişimi yapabilirsiniz ama bu değişim normal taşınmanın dışında bir şey olabilir. (Güneş)
Ev alabilir ya da satabilirsiniz. (Güneş)
Kazancınızla alakalı durumlarda değişimler yaşayabilirsiniz. (Ay)
Yeni gireceğiniz sosyal gruplar hayatınızı değişimine neden olabilir. (Ay)
Akrep burcu ve/veya yükselen akrepler;
Bu ayın size mesajı;
Ocak ayı sizi artık hayatınızın değişimini sağlayacak kararlar vermenizi isteyecek ve bunun için sizi mutlaka zorlayacaktır. Değişimden korkmayın. Bazen elinizde ki ipi bırakmak daha az canınızı acıtır. Onun için kadere teslim olup, direnmemekte fayda var.  Emin olun ki evren sizin için en iyi seçimi yapacaktır.
İletişim, kararlarınız ve düşünce yapınızı etkileyecek olaylar yaşayabilirsiniz. (Güneş)
Önemli ve hayatınızın değişimine neden olabilecek kararlar verebilirsiniz. (Güneş)
İşinizde önemli gelişmeler yaşayabilirsiniz. Bu da sizin günlük yaşamınızı etkileyecektir. (işe başlama/işten ayrılma gibi) (Ay)
Eviniz ve kariyeriniz arasında sorunlar yaşana bilinir. (Ay)
Yay burcu ve/veya yükselen yaylar;
Bu ayın size mesajı;
Sonun da kader size de gülüyor! İki yıldan fazladır çok engellendiniz. Artık bir yıl boyunca ektiklerinizi yeme zamanı diyebilirim. Ocak ayı ile beraber hayatınızda değerlerin bir yeri değişebilir. Öncelikleriniz farklılaşabilir.
Finansal alanınızda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ya çok önemli kazanımlar yapabilirsiniz ya da çok önemli kayıplar yaşayabilirsiniz. (Bu yorum tamamen kişisel haritanıza göre değişmektedir) (Güneş)
Arabalar konusuna dikkat etmelisiniz. Kullanıma ayrıca dikkat lütfen! Araba alıp/satabilirsiniz. (Güneş)
Aşk hayatınızda ki değişimler hayata bakışınızı değiştirecek türden olabilir. (Ay)
Yurtdışı konular gündeminize gelebilir. (Ay)
Oğlak burcu ve/veya yükselen oğlaklar;
Bu ayın size mesajı;
Ocak ayı  sizin dönüşümüzün başlama zamanı. Kelebek kozasından çıkmaya hazırlanıyor. Uzun dönemdir kozanızda kaldınız ve dönüşümünüzü tamamladınız. Artık özgürlük size geliyor. Hayatınızda neredeyse tüm dengelerin değiştiği bir dönemdesiniz.
Hayatınızın dönüm noktası desem abartmış olmam herhalde. Hayatınızın önemli alanlarında büyük değişimler yapmak üzeresiniz. (Güneş)
İlişkiniz, evliliğiniz, eviniz yani hayatınızın geneli değişiyor. (Güneş)
Eşten ya da ortak kazanımlarını beklenmedik yönde etkileyebilir. (Ay)
Hayatınızda bir şeyler büyük değişim altında. Transformasyon içerisine girmek üzeresiniz. (Ay)
Kova burcu ve/veya yükselen kovalar;
Bu ayın size mesajı;
Bir sabır ve bir hazırlık evresine girmiş bulunuyorsunuz. Hayat sizi çok önemli döneme hazırlıyor. Sizin yapmanız gereken sabretmek. Bu ay umutlarınızı, planlarınızı gözden geçirme zamanı. Ruhunuzda özgürlüğü hala deneyimleyebilirsiniz ama yaşam size bir sorumluluk vermek için hazırlanıyor.
En zoruda insanın kendini değiştirmesi derler, ve siz şimdi tam bu noktadasınız. Kendi içinize dönüp, insanlardan uzak kalmak isteyeceğiniz bir dönemdesiniz. (Güneş)
İçsel, bilinçaltı ve korkularınızla yüzleşme dönemi. Bilin ki artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. (Güneş)
Evliliğinizle alakalı beklenmedik ve hiç ummadığınız durumlar yaşayabilirsiniz. Evliyseniz ummadığınız ayrılık yaşayabilir, bekar iseniz ummadık evlilik konuları gündeminize gelebilir.(Ay)
Ortaklık ilişkilerinizi gözden geçirme zamanı. (Ay)
Balık burcu ve/veya yükselen balıklar;
Bu ayın size mesajı;
Ocak ayı ile beraber artık gerek kararlarınız olsun, gerek iletişim yönünüz olsun farklılaşmaya başlıyor. İşinizde ki yükseliş bu ay ile beraber kazanç olarak ve gerek motivasyon olarak sizi rahatlatacaktır. Yeterince iyi niyetli davrandınız. Artık biraz göz açma zamanı.
Arkadaş ve sosyal ortamlarınızda önemli gelişmeler ve değişimler yaşayabilirsiniz. (Güneş)
Kazanım alanınız da önemli gelişmeler yaşayabilirsiniz. (Güneş)
Günlük hayatınızın yönlerini, odak noktalar ı değişiyor. Ve ummadığınız konularda dolayı hayatınızın akışında değişimler yaşayabilirsiniz. (Ay)
İş koşullarınızda değişimlere hazırlıklı olmalısınız. Özellikle sağlığınızı etkileyecek kadar yormayın kendinizi. (Ay)
  The post Tugba Khan’dan 2019 Burç Yorumları appeared first on İstanbul'a dair en güncel haber sitesi.
from WordPress https://istandist.com/tugba-khandan-2019-burc-yorumlari/
0 notes
Text
Mahmut Erhan Durmaz Zihin Yaşınızı 2′ye Katlayın
Merhabalar Ben Mahmut Erhan Durmaz Etrafımızdaki olaylara Dünya'ya olan etkisi düşük kendimizi tanrılaştırmak üstü altında bulunmadan önce koca dünya olarak tanımladığımız bu gezegenin ne kadar küçük olduğunu fark etmeliyiz dünyanın Ekvator onu çevreleyen daire çevre uzunluğu 40075 kilometre Kuzey kutbundan Güney kutbuna olan boylam uzunluğu ise 40007 kilometre civarda Güneş sisteminde 4 en büyük gezegen değil siz bizden sonra yanında cüce gibi kaldığımız Neptün Satürn Jüpiter B 150 milyon kilometre uzaklıktaki kendi yazınız güneş var Güneş oldukça büyük bir yıldız ama boyutu bildiğimiz diğer yıldızların boy türünden yakınında bile değilim perspektif için birkaçından bahsetmek gerekirse güneşin 5000000 katı 1 yıldız olan eteklerine eteklerinin 300 katı olan bir tutuyorsun güneşte yer değiştirecek olsaydı dış atmosferi Jüpiter'i dahi için alırdı ve keşfete bildiğimiz kadarıyla evrendeki bildiğimiz en büyük yazısı olan bilinmiyor ama ondan önce gelen biri varken Dis macun büyüklüğü güneşimizin kinin 5 milyar katı dünya gibi tüm bunlar da Samanyolu galaksisinde Samanyolu'nda Bunlar gibi milyonlarca trilyonlarca yıldız var ve çoğunun etrafında en az bir gezegen dönüyor her yıl yeni yılda sistemleri keşfediliyor şu an ise oturduğunuz koltuktan 150 bin ışık yılı dünya dışında çıkmanız da yuvası kurt gibi yıldızların bile galaksimizde ne kadar küçük olduğunu görebiliyorsunuz güneşimizin bu Samanyolu galaksisinin etrafında bir sefer turnuvası 200000000 yıl sürer ve iki buçuk milyon ışık yılı uzaklıkta ise başka bir Galaxy olan Andromeda galaksisi bize her gün daha da çok yaklaşıyor ve çekim etkisi nedeniyle birkaç milyar yıl sonra galaksimize çarpışacak Neyse ki biz bunu görmeyeceğiz ve fabl Ultra derin alan görüntüsü ile yaptığımız gözlemler yüzlerce kadar iyi daha gösterir dışarıya 5 milyar bu şekilde mesafeden baktığınızda ise kozmik bebeğim yani milyarlarca hatta milyarlarca galaksinin daha evrende ikamet ettiğini görürsünüz
Nihayet 200 milyar o şekilde dışarıda evreni Yani hepimizi başlattığını inanılan kozmik mikro arka plan ışıması bekliyordur büyük patlamadan arta kalan her şey işte burada da bu bizim evrenimizde bunun Ötesinde ne var başka Evrenler mi ölçüm denemeler cennetler mi yalnız mıyız yoksa de bir akvaryumda tek olduğunu sanan akılsız küçük bir balık mıyız her iki düşüncede korkutucu ama doğruluğundan emin olduğumuz tek şey bu dünyadaki tüm Hayat görüşleri tüm siyasi tartışmalar tüm Milletler doğrular ve yanlışlar tüm Hayaller tüm umutlar dinozorlar gibi nesli tükenmiş tüm canlı türleri keşfedilecek yeni canlı türleri geçmişte kafaya çok taktığımız dertler gün boyunca Aklımızdan geçirdiğimiz basit fikirler Tüm Aşklar tüm üzüntüler Sadece bu küçük ve önemsiz gezegende mevcut bu ölçekte Düşünmek büyük resmi görmek insana neyin gerçekten önemli olduğunu neyin artık önemsiz olduğunu tüm çıplaklığıyla göstermekte Sizin için önemli olan nedir
Geçen hafta bandıl tarafından Telefonuma gelen bildirimlerde bilim dergilerinin çoklu evren konusunda haber yaptıklarını görmüştüm bandı Türkiye'den ve dünyadan yüzlerce haber sitesini teknoloji veya bilim yayınlarını ve bunun gibi içerikleri telefonunuza kategori tercihlerinize göre derleyip gönderen bir haber okuma uygulaması Iğdır bandıl da okudum habere göre antik çağlarda düşünürler gece köyüne baktıklarında göklerin yeryüzünde ve insanoğlunun etrafında döndüğünü inanırlardı sonunda Güneş sistemimizin varlığını ve Samanyolu galaksimizin öğrendik sonra da evrenimizin diğer galaksiler ile dolu olduğunu keşfettik ancak evrenimizin var olan her şeyi içerdiğini düşünerek atalarımızın işlediği aynı hatayı istiyor olabilir miyiz çoklu Evren kavramı evrenimizin sessizde tek olmadan ifade eder Bu fikre görebildiğimiz tüm doğa yasalarının farkı olduğu başka evrenlerde olabilir sınırsız sayıda evreni içinde biz sadece var olabildiğimiz bir evrende yaşıyoruz Bu dua ve fizik kurallarına bağlı olarak diğer evlendirin çok farklı biyolojik yaşam formlarına veya Paranormal varlıkları bile sahip olabilecekleri anlamına gelir Bir de şu Theory var Birçok Evren vardır ve bu Evrendeki her bir dünyada varsınız Iğdır Ancak her dünyadaki hayatınızın sonuçları verdiğiniz kararlara göre farklıdır ister okulda başarısız olur ister sınıf birincisi olurdum yaptığınız işler sevdiğiniz ya da kaybettiniz insanlar şimdiye kadar verdiğiniz ya da vermediniz kararlar size her Dünya'da farklı bir hayat sonuçlar kadere götürecektir bu Paralel Evrenler içinde tarihteki savaşlar bile Bizim bildiğimiz and sonuçlanmış veya Hatta biz insanların nesli başka bir evrende tamamen tükenmiş olabilir ama maalesef bu gezegende tek bir sonuca sahip tek bir insansınız Yani bu çok kademeli teorinin doğru olduğuna asla Kanıtlayamazsın Çünkü ne olursa olsun evrenin bu versiyonunda elde edeceğimiz sonuca sıkıştık
Evren hakkında Ne biliyoruz ki çok bildiğimizi söyleyemeyiz Ve muhtemelen uzun bir zaman boyunca da bilemeyeceğiz öyle bir zaman ki hem sizin Hem benim hayatımdan çok daha uzakta genişleyen bir zaman Asıl sorun şu ki Evren dediğimiz bu şey dehşet verici mucizevi ve güzel bir hareketiyle kazara dünyayı yok etmeden önce bilinebilecek her şeyi bulmacanın tamamını çözebilecek miyiz bu videoyu izledikten sonra gece güne bir bakın ve kendinize daha önce gördüğümüz dan Daha fazlasını görmek için zaman tanıyın kendinizi küçük anlamsız önemsiz veya maksatsız hissetmeyin Bunun yerine çok uzaktaki varlıkların gizemlerini inceleye bilmeniz için böyle olağanüstü bir zaman diliminde Sizin bilinçlenme lise izin verdiği için gözlerinizi beyninize bedeninde ve güç aldığınız barda teşekkür ederim inandığınız Her neyse belki paralar elki sadece bileyim belki de antik Tanrılar bu videonun veya başka insanların sizi bu inançtan was geçirmesine İzin vermeyin
0 notes