Tumgik
#medya kumpası
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Muhalefeti Düşürebilseydik İktidar Kendiliğinden Düşerdi
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma sürecine benzer bir süreci yaşıyor.
Büyük Ortadoğu Projesi başka bir niyetle devam ediyor.
Yeni projenin adı Büyük Asya Projesidir.
Ülkemizin başına bir Zelensky arıyorlar.
Ukrayna Rusya Savaşı'nın da bununla ilgisi var.
Hedef Asya'nın kapısı Anadolu'yu parçalamak ve Türksüzleştirme projesini hayata geçirmektir.
Cumhuriyet Halk Partisini bile bu amaca yönelik bu niyeti taşıyan haçlı şövalyeleri ile masaya oturttular.
Türk ulusu medya, din ve tüketim ile kör edildi.
Muhalefeti düşürebilseydik iktidar kendiliğinden düşerdi. Ne muhalefet düşürüldü ne de kamulaştırmalar yaparak sermaye ve finans teröründen ülkeyi ve toplumu kurtaracak bir iradeyi ortaya koyacak muhalefeti ortaya çıkarabildik. Aynı amaca hizmet eden oyun yerine oyuncu değiştirmek oyunlarına alet oluyoruz.
Devlet yok şirketler var demekten daha büyük tehdit ne olabilir?
Bundan daha büyük milli güvenlik sorunu ne olabilir?
Hepsi küresel çetenin bu bölgede bir şer imparatorluğu kurmak amacına yönelik hizmet etmekteler.
Küresel çetenin şövalyesi siyasi parti ve ittifaklar bu ülkenin ve toplumun sorunlarına çözüm bulamaz.
Atatürk'ü bir poster olarak kullanarak toplumu aldatan sahtekarlığa destek vermek kendi kendini ihanet etmek demektir.
Atatürk ve Cumhuriyet'e ihanet etmek demek aldanan ve aldatanlara güç vermek demektir.
Özelleştirme projesinin, göç mühendisliği projesi ile demografik yapı değişikliğinin, deprem sonrası bölgenin inşaat ile yabancıya yurttaşlık satışı ve mülk satışına paralel bir yeni proje devreye alındığını, para, üretim, enerji, teknoloji vb her konuda ki dışa bağımlılık tehditleri bu amaca yönelik beslendi ve büyütüldü.
Tarihin en kanlı terör örgütlerinin siyasi örgütleri ile masaya oturan ittifaklar da bu amaca yönelik bir akıl tarafından sufle edildiğini anlamamış olmak ortak toplumsal aklımızı tamamen yitirmiş olduğumuzu gösteriyor.
Zaten bir toplum ortak aklı tüm yetkiyi tek bir kişiye yine 15 Temmuz kumpası sonrası bir sivil darbe ile yine bu muhalefetin verdiği destekle kaybetmedi mi?
Hukuksuz her cesaret ve hukuksuzluğa karşı direniş göstermemek bu amaca yönelik bir çabanın ortak oyunudur.
] Önder KARAÇAY [
7 notes · View notes
elazigsurmanset · 1 year
Text
Özdağ: “Suriyelileri memnun etmek için Türkler tutuklanıyor”
Tumblr media
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda "Suriyelileri memnun etmek için Türkler tutuklanıyor. Verilen mesaj; 13 milyon sığınmacı kaçak konusunda konuşmayacaksınız, yenilerinin gelmesine itiraz etmeyeceksiniz." dedi. Özdağ'ın Twitter hesabından yaptığı paylaşım şu şekilde: "Sınırları kaçak akımına kapatmayanlar, Türk kızlarının sokaklarda taciz edilmesini engellemeyenler, Türk gençlerinin dövülmesini, yaralanmasını, öldürülmesini durduramayanlar, bu olayların haber yapılmasını ve eleştirilmesini engellemek için Ergenekon kumpası yöntemleri ile Türkleri susturmak için gazetecileri ve sosyal medyacıları hapse kapatıyorlar. Önce savcı değişiyor. Yeni savcı ne tesadüf mülteci hukuku konusunda kitap yazmış ve sığınmacıları korumak bizim tarihi geleneğimiz diyen bir savcı. Siber suçlar dairesi yaptıkları incelemelerde hiç bir suç tespit etmemişler. Raporlar böyle. Gözaltına alınanların avukatları “Bizden neyi savunmamızı istiyorsunuz? diye sormak zorunda kalıyorlar. Polis ifadelerinden sonra savcı ifade bile almadan polis ifadesi ile hakime tutuklanma isteği ile sevk ediyor. Suriyelileri memnun etmek için Türkler tutuklanıyor. Verilen mesaj 13 milyon sığınmacı kaçak konusunda konuşmayacaksınız, yenilerinin gelmesine itiraz etmeyeceksiniz. Atatürk’ün izinde vatanımızı ve ailemizi savunacağız."
Tumblr media
Kaynak: HİBYA Read the full article
0 notes
Text
7– FOSİL KAÇAKÇILIĞI İDDİALARI GERÇEK DIŞI OLDUĞU KADAR GÜLÜNÇTÜR DE...
Öncelikle, fosil herhangi bir tarihi eser olmadığı gibi kaçakçılığı yapılan bir nesne de değildir. Fosil edinmek için kaçak yollardan almaya ihtiyaç yoktur. Zira, bunlar çok sayıda legal internet sitesi üzerinden parası ödenerek kolaylıkla satın alınabilecek, yurda sokulmasında herhangi bir yasal engel olmayan materyallerdir. Söz konusu fosiller de, yukarıda sözünü ettiğimiz kolleksiyonerler tarafından yasal yollardan satın alınarak DHL, FEDEX, UPS, TNT gibi uluslararası kurye ve kargo şirketleri ile taşınıp, yasal ithalat ve gümrük prosedürleri tamamlanarak Türkiye'ye getirilmiştir. Kısaca, ortada Türkiye'ye kaçak sokulan ya da yurt dışına kaçırılan herhangi birşey olmadığı gibi, tam aksine tümüyle yasal yollardan ülkemize ve halkımızın bilincine, bilgi ve kültürüne kazandırılmış bilimsel değerler vardır.
Tumblr media
0 notes
mertnews · 3 years
Text
MÜSTEAR İSİM, TAKMA AD, PROJE HESAP MESELESİ ÜZERİNE…
Tumblr media
MertReport Oct 26, 2020
Sosyal medya kanallarından takma isimle yazmak bir tercihtir. İsteyen gerçek ismiyle yazar, isteyen müstear isimle. Hem gazetecilik dünyasında hem de edebiyat aleminde müstear isimle yazan onlarca isim vardır.
Müstear isimle yazmak öyle hor görülecek bir durum da değildir. Arapça istiâreden “ödünç alınmış” demek olan müstear, Türk edebiyatında takma ad mânasıyla, Tanzimat’tan sonra muhtemelen Batılı yazarlardan örnek alınarak kullanılmaya başlanmış.
MÜSTEAR İSİM Arapça istiâreden "ödünç alınmış" demek olan müstear, Türk edebiyatında takma ad mânasıyla, Tanzimat'tan sonra… islamansiklopedisi.org.tr
Nâmık Kemal, Sâbir; M. Fuad Köprülü, Âşık Coşkun; Yusuf Ziya Ortaç, Çimdik; Peyami Safa, Server Bedi; Necip Fazıl Kısakürek, Adıdeğmez, Dilci, Ahmet Abdülbaki, Ozan isimler kullanmış. Tarihçi İsmail Hami Danişmend’in müstear isimlerinden birisi Râbia Hatun’dur.
Merak eden ünlülerin kullandığı müstear isimleri Behçet Necatigil’in “EDEBİYATIMIZDA İSİMLER SÖZLÜĞÜ”nden öğrenebilir. Kaldı ki müstear isimle yazanlar o kadar çoktur ki Nurullah Çetin’in “TAKMA — MÜSTEAR İSİMLER SÖZLÜĞÜ” adıyla bir kitabı bile vardır.
Tumblr media
Bu meseleye nerden mi geldik?
Kendisini bilişim uzmanı olarak sunan Selçuk Atak (@ProfAtak) gibi isimler gibi isimler müstear isimle yazan bazı hesapları “proje hesap” olmakla suçlarken işin garibi bu yaklaşıma yine bazı müstear isimle yazan hesaplar destek veriyor. Bu isimler yurt dışında olmanın rahatlığıyla yazıyorlar. Aynı yaklaşımı gazeteci eskisi Emre Uslu bazı isimlerde de görmek mümkün. Bunlar sadece iki örnek… Benzeri onlarca isim var. Herkesi eleştiren bu isimlerin bir özelliği de sözde demokrat olmaları! Kendilerine eleştiri mübah, başkalarına yasak. Aksi halde hemen blok….
Kendisini Twitter’ın “Proje Hesaplarla Mücadele Şube Müdürü” sanan @ProfAtak bir çok popüler hesabı proje hesap olarak suçluyor… Hatta o kadar ileri gittiki ismi cismi belli bir hesabı bile önce proje hesap olarak suçladı. @avcemilcicek, bu iftirayı bertaraf etmek için bayağı uğraştı. Selçuk Atak, gelen tepkiler üzerine sonrada özür dilemek zorunda kaldı. Ancak huylu huyundan vaz geçmezmiş… @HaymanaRiga’ya çarpana bir “bilirkişi edasıyla” ona buna proje, operasyon hesap demeyi sürdürdü. Neyseki birisi buna dur dedi…
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
@HaymanaRiga sayesinde öğrendik ki bio’sunda yazanların bazıları yalan, hakkındaki hikâyede açıklar var. Ne diyor Yunus Emre bir şiirinde “Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.” Selçuk Atak, Benim en çok dikkatimi çeken kısım ise kendi ifadesiyle doğum için eşini ABD’de götürmesi… Türkiye’de kaç bürokrat bunu yapar…
Takma yani müstear isimle yazanlara yönelik “gerçek isimle” yaz baskısı iyi niyetten uzak bir yaklaşımdır. Hele hele 15 Temmuz Kumpası’nın ardından Türkiye’den veya yurtdışından yazan sosyal medya kullanıcılarına yönelik bu baskı ve suçlamalar büyük haksızlıktır. GAFLET, DALALET hatta HIYANET derecesinde bir yaklaşımdır.
Şöyle ki,17 Aralık’tan itibaren Türkiye’de rejim değişmiş, 15 Temmuz’dan sonra ülkede hukuk ortadan kalkmıştır. Birlerce milyonlarca insan Erdoğan rejiminin mağduru olmuş, bir kısmı dışarıda, bir kısmı hapishanelerde, bir kısmı yurt dışında hayatta ve ayakta kalmaya çalışıyor. Bu insanlar öyle veya böyle ülkede olup bitenlere tepki gösteriyor, mağdur ve mazlumların sesi olmaya çalışıyor. Gerçek isimle yaz demek bu isimlerin sesini kesmektir. Bu GAFLETTİR.
Sosyal medyada birçok insanın gerçek ismiyle yazması hem kendileri hem de yakınlarının özgürlüklerini, hayatları tehlikeye atmak anlamına gelmektedir. Türkiye’deki insanların bir sabah beşte polis tarafından kapılarının çalınması, en az 6 yıl 3 ay ceza almaları bir twite, bir sosyal medya paylaşımına bakar. Bunu bilmemek, bilmiyormuş gibi davranmak DALALETTİR.
Türkiye gibi Kuzey Kore ile aynı ligde yer alan bir ülkede rejimin mağduru insanlara “gerçek isminle yaz” demek, onları ve yakınlarını Erdoğan’ın polisleri, savcıları ve hakimlerinin önüne atmak demektir. Rejimin köpeği olmuş hukuka masumları teslim etmektir. Bu ise İHANETTİR.
Müstear isimlerin hukukta yerinin olmadığını söylemekte bir cehalet göstergesidir. Öncelikle sanki Türkiye’de hukuk vardır. İkinci olarak Kişinin ön ad ve/veya soyadından farklı olarak müstear bir ad kullanmasına ilişkin olarak Türk Medeni Kanunu’nda hüküm olmaması onun korunmadığı anlamına gelmemektedir. TMK’da yer almayan müstear ad, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun (FSEK’nın) 11. maddesindeki, “o eserin sahibi olarak adını veya bunun yerine müstear adını kullanan kimse” ifadesiyle yasal zemin ve koruma bulmuştur. Bu bilgiler için Selçuk Atak gibi prof. olmaya gerek yok. İnternette arama yapmayı bilmeniz yeterlidir.
Müstear Ad Ne Demektir Kişinin Asıl Adı Gibi Korunmaya Tabi midir? | Hukuki Yaklaşım Prof. Dr. R. Cengiz Derdiman Hukukumuzda ad kişiyi belirleyen ön ad ve soyadından oluşan kavramdır. Ön ad bir kişiyi… www.hukukiyaklasim.com
Ben, kimin yazdığından çok ne yazdığına bakıyorum. Yazılanları hak, hukuk, adalet ve insaf ölçüsünü vuruyorum. Yaşanan bu süreçte bir çok önemli bilgiyi “müstear” isimle yazan hesaplardan öğrendim. Özellikle 15Temmuz süreciyle ilgili olarak eski asker veya polis olduğu anlaşılan kişilerin takma adla da olsa yazdıkları büyük kumpası görmek açısından son derece aydınlatıcıydı.Son olarak medya müfettişlerine, sosyal medyada takma ad meselesine takan isimlere sormak istiyorum. “A. Fettah Şahin”, “Abdülfettah Şahin”, “Abdulhay Nasih”, “Enver Aydın”, “Hikmet Işık” kimdir, kimin müstear adıdır bilen var mı?Bu konuda çok hassas olduğunuz bildiğimiz @HizmetStudies direktörü olduğunu söyleyen @ismailMSezgin bize yardımcı olabilir mi? Olamazsa eski bir polis @ProfAtak belki ona yardım eder…
3 notes · View notes
Text
Sayın Adnan Oktar ve Camiamıza Yönelik Linç Kampanyası ve Sonuçları
Sayın Cumhurbaşkanımıza, önde gelen siyasi liderlere, bilim insanlarına, sanatçılara dahi son derece yıldırıcı, tehditkar, nefret dolu sözler söyleyebilen yüzbinlerce insan bulunmaktadır. Bu kişiler yeterince hırslandırıldıklarında, teşvik edildiklerinde, ikna edildiklerinde rahatça başkaları aleyhinde yalan ifade verebilmekte, farklı motivasyonlarla iftira atabilmektedirler.
Nitekim Sayın Adnan Oktar ve camiamız da ülkemizde giderek tırmanan ve önü bir türlü alınmayan bu öfke selinin, linç kampanyalarının hedefi olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandığı dava baştan sona bir linç ruhuyla organize edilmiştir.
İddianamenin tamamı, gerçekte şikayetçi olmayan, ancak tehdit, kıskançlık, korkutulma, “onlardan değilim” diyebilmek, çevresine hoş görünebilmek gibi nedenlerle ikna edilmiş, galeyana getirilmiş kişilerin iftiralarından, gerçek dışı beyanlarından oluşmaktadır.
Sayın Adnan Oktar’ın ve camiamızın çalışmalarını durdurmak, Sayın Cumhurbaşkanımıza ve AK Parti hükümetine verdiğimiz son derece akılcı, şevkli ve etkili desteği kesmek, Darwinizm, ateizm, deizm, materyalizm ve bu “izm”lerden güç bulan PKK/PYD terör örgütleriyle fikri mücadeleyi sekteye uğratmak isteyen İngiliz derin devleti ve Türkiye’deki uzantıları, önce camiamıza husumetli birkaç kişiyi etkisi altına almıştır.
Bu husumetli güruh, operasyon öncesinde, sosyal medyayı kullanarak, düzenli ve sistematik olarak sadece Sayın Adnan Oktar’ı ve camiamızdaki arkadaşlarımızı değil, camiamıza yakın olan kişileri de hedef alarak, son derece nefret ve kin dolu, hakaretamiz, tehditkar paylaşımlar yapmaya başlamışlardır.
Sosyal medyada bu linç kampanyasını yürüten ekibe, bir süre sonra TV programlarından ve gazete yazarlarından katılanlar da olmuştur. Bu organize “siber zorbalık” neticesinde, camiamıza yakın bazı kişiler paniğe kapılmış ve korkmuştur.
Aralıksız devam eden bu sanal linç kampanyası neticesinde, bu husumet ekibi bir sonraki aşama için “suni şikayetçiler ve mağdurlar” grubunu oluşturabilmiştir.
Nitekim, camiamızın yargılanmakta olduğu davaya ait iddianame tamamen bu linç kampanyasının bir ürünüdür; bu suni şikayetçi ve mağdurların, çeşitli nedenlerle galeyana gelerek uydurdukları, hiçbir somut delile dayanmayan iftiralardan oluşmaktadır.
Camiamız aleyhinde söylenenlerin tamamı iftira ve yalan olduğu için, kısa süre sonra geçersizliği veya mantıksızlığı görülmekte, bu kez aynı linç ruhu, yeni bir yalanla saldırıya geçmektedir.
Örneğin camiamıza yönelik olarak yapılan 11 Temmuz 2018 tarihli operasyon gününden itibaren, basında ve sosyal medyada, özellikle bayan arkadaşlarımıza zorla lityum kullandırıldığı iddia edilmiştir. Hatta lityum sayesinde iradelerinin kırıldığı, bu şekilde camiamızda zorla tutuldukları, doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek hale getirildikleri iftirası atılmıştır. Bu iddia üzerine yüzlerce yalan senaryo kurulmuştur. Ne var ki, operasyon günü, tüm arkadaşlarımızdan kan alınmış, tahlil sonuçlarında tek bir kişide dahi ne fazla lityuma ne de herhangi başka bir maddeye rastlanmamıştır. Ancak, tabi ki iftiraya uğradığımızı ispatlayan bu sonuçlar, linç kampanyasını yürüten medyada duyurulmamıştır. Lityum konusu sessiz sedasız gündemden kaldırılıp başka bir konuya geçilerek yeni bir linç kampanyası başlatılmıştır.
Camiamızdaki bazı arkadaşlarımızın, işleri veya güvenlikleri nedeniyle, devletin ilgili kurumlarının onayı ile aldıkları ve bir kez bile kullanmadıkları silahlar, bir anda “evlerinden cephanelik çıktı” gibi başlıklarla verilerek, silahlı suç örgütü imajı oluşturulmaya çalışılmıştır. Her arkadaşımızın kendi evinde veya iş yerinde bulunan silahlar bir araya getirilip dizilerek, tek bir evden çıkmış gibi bir algı oluşturulmuştur. Devletin onayıyla verilmiş ve değil herhangi bir suça karışmak, bir kez bile kullanılmamış olan bu silahlar, suç aleti gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
İddianamede dahi yer almayan, hiçbir delili bulunmayan iddialar, iftiralar haftalarca, aylarca basında yer almış, arkadaşlarımızın masumiyet karineleri hiçe sayılmış, isimleri, resimleri, işleri, aileleri deşifre edilerek, akıl almaz iftiralarla karalanmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılmışlardır.
Husumetli Linç Grubunun Oluşturduğu “Sözde Şikayetçiler”in Motivasyon Nedenleri
Sayın Adnan Oktar ve camiamız aleyhinde ifade veren kişilerin tamamı bu linç mantığıyla toplanmış, korkutularak, tehdit edilerek veya kıskançlık, kompleks gibi bazı zaafları kullanılarak “galeyana getirilmiş”, psikolojik olarak yok etme arzusuyla doldurulmuş kişilerdir. Dava dosyasındaki sözde şikayetçi veya mağdur sıfatıyla bulunan kişiler, tek başlarına kendi iradeleri ve vicdanlarıyla düşünebiliyor olsalar, bu husumetli linç güruhu tarafından teşvik edilmemiş, galeyana getirilmemiş olsalar, aslında hiçbiri camiamız hakkında düşmanca, kin ve haset dolu düşüncelere sahip olmayacak insanlardır.
ASLINDA BU KİŞİLERİN HİÇBİRİ GERÇEK ŞİKAYETÇİ DEĞİLDİR. Bu gerçeğin en önemli delillerini şöyle özetleyebiliriz:
Bu “sözde şikayetçiler” sözde mağdur edildikleri dönemde hiçbir adli makama, polise, avukata, herhangi bir kişiye, ailelerine, yakınlarına şikayette bulunmamışlar, yardım istememişlerdir
Bu “sözde şikayetçiler”, 10, 20 yıl hatta 30 yıl boyunca camiamızda kalmışlardır. Eğer gerçekten şikayetçi veya mağdur konumunda olsalar, üniversite mezunu, kariyer sahibi, kimi oldukça nüfuzlu ailelere mensup bu kişiler, değil 30 yıl, 30 saat dahi camiamızda kalmazlardı. 30 gün, 30 ay, 3 yıl değil, 30 yıl camiamızda kalan bu insanlar, aleyhimizde bir linç kampanyası başlaması ve operasyon ve cezaevi tehditleri yoğunlaştığı anda tek tek şikayetçi olmaya başlamışlardır.
Bu “sözde şikayetçiler”, güya mağdur edildiklerini iddia ettikleri dönemden sonra da, camiamızla yakından görüşmeye devam etmişler, hatta sosyal medya hesaplarında, arkadaşlarımızla birlikte, davetlerde, yemeklerde, sosyal ortamlarda, son derece mutlu, neşeli, candan, samimi pozlar vermişlerdir.
Gerçek şudur ki; EĞER 2018 YILINDAN İTİBAREN DOZU ARTAN BİR ŞEKİLDE SAYIN ADNAN OKTAR VE CAMİAMIZ ALEYHİNE BİR LİNÇ KAMPANYASI BAŞLATILMAMIŞ VE CAMİAMIZA BU OPERASYON DÜZENLENMEMİŞ OLSAYDI, ŞU ANDA “SÖZDE ŞİKAYETÇİ” OLAN KİŞİLER HALA BİZLERLE GÖRÜŞEN YAKIN DOSTLARIMIZ OLMAYA DEVAM EDECEKLERDİ.
Bu “sözde şikayetçiler”in her biri linç ruhu çevresinde farklı nedenlerle toplanmıştır. Bu nedenlerden bazıları şöyledir:
1– Korkutulmuş olmaları: Camiamıza yönelik aylarca sosyal, yazılı ve görsel medyada yürütülen nefret ve iftira kampanyası sırasında, Sayın Adnan Oktar’a ve arkadaşlarımıza sürekli olarak tehditler yöneltilmiştir. Bir polis operasyonu olacağı, kendi saflarına geçmeyenlerin tutuklanacakları, mallarına el konacağı, ailelerin işlerinin batacağı vb gibi birçok konuda tehditler sosyal medya hesaplarından, her gün birkaç kişi hedef alınarak sistematik olarak sürdürülmüştür.
Arkadaşlarımız hakkında hakaret dolu içerikler paylaşılmış, Sayın Cumhurbaşkanımızdan, bu arkadaşlarımızın çalıştıkları işyerlerine kadar hakaretlerle dolu bu içerikler paylaşılmış, saldırgan yöntemlerle bir itibar suikastı uygulanarak, arkadaşlarımız camiadan ayrılmaya, hatta ayrılarak camiamızdan şikayetçi olmaya zorlanmışlardır.
Bu ciddi psikolojik baskı ve yıldırma politikası karşısında, bazı arkadaşlarımız dayanamamış, olası bir polis operasyonundan sonra tutuklanarak cezaevine gitme korkusuyla, baskılara boyun eğmiş ve 10-20-30 yıllık arkadaşlarına iftira atmak zorunda kalmışlardır.
Tehditlerden kendilerini korumak için, orta yollu, hafif iftiralar yeterli görülmediği için, kumpasçı linç güruhunun baskı ve tehditleriyle, akla hayale gelmeyecek iftiraları göz kırpmadan uydurabilmişlerdir.
2– Haset duyguları içinde linçe katılanlar: Camiamıza karşı bu kumpası kuran İngiliz derin devleti elemanları, linç güruhunu oluştururken, kompleksli, ezik, haset duyguları içinde olan kişileri de tespit etmiştir. Camiamızın fikri alandaki başarılarına, ses getiren çalışmalarına, arkadaşlarımız arasındaki dayanışma, derin sevgi, saygı ve birliğe haset eden bazı zayıf ahlaklı kişiler, haset ettikleri bu güzellikleri yok edebilmek iç güdüsüyle, bu linçe var gücüyle katılmıştır. Bunların arasında, eskiden camiamızda olan kişilerden, gazetecilere kadar birçok kesimden insanlar bulunmaktadır.
Haset, linç ruhunun en önemli itici güçlerinden biridir. Örneğin Hz. Yusuf (as)’ın kardeşleri, Hz. Yusuf’u kıskandıkları için, onu kuyuya bırakmışlardır. Hz. Yusuf (as)’a iftira atan kadın, onun güzelliğine, kendisine ait olmamasına içerlediği, haset ettiği için onu zindana attırmıştır.
Mekkeli müşrikler, Kur’an-ı Kerim’in Peygamber Efendimiz (sav)’e indirilmesini kıskanarak "Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf Suresi, 31) diye sormuşlar, Peygamber Efendimiz (sav)’e her türlü zorluğu çıkartmışlardır.
3– Çevresinden kabul görme arzusu: İnsanların büyük bölümü, kendisini çevresine kabul ettirmeye çalışır, çoğunluğun dediklerine uyar, çoğunluğa hoş görünmek için inanmadığı şeyleri söyler veya yapar. Camiamıza iftira atan, linç etmeye çalışan kişilerin bir kısmı da bu tür zayıf kişilikli, ezik kimselerdir. Vicdanlarında, Sayın Adnan Oktar’ın ve arkadaşlarımızın asla suç işlemeyeceklerini bildikleri ve buna da bizzat şahit oldukları halde, dışlanmamak, yalnız kalmamak, bazı çevrelere hoş görünmek gayesiyle “sözde şikayetçi” olmuşlardır.
Sosyal medyada da bu tipte insanlar çoktur. Çoğunluk neyin peşinden giderse veya kimlerin sesi daha gür, daha baskın çıkarsa, hemen onların söylediklerini tekrarlarlar. Kendilerine ait bir fikirleri yoktur. Veya kendi samimi ve vicdani düşüncelerini söyleyecek ve savunacak iradeye, samimiyete ve cesarete sahip değillerdir. Aksi takdirde kendilerinin de linç edileceğini düşünerek, linç eden güruhun safına geçerler.
4– Camiamızdan olmadığını kanıtlama gayreti: “Sözde şikayetçiler”in bir kısmı da, yine tehditlerden ve baskıdan korkarak, camiamızla bir bağlantısı kalmadığını gösterip, cezaevine girmekten, işini, malını kaybetmekten kurtulmak için abartılı yalanlarla iftira atmıştır.
Hz. Muhammed (sav)’e Yönelik Linç Kampanyasının Önde Gelenlerinden: Ebu Cehil
Linç ruhu, sadece içinde yaşadığımız döneme ait değildir. Yüzyıllardır, sayısız devlet adamı, fikir insanı, sanatçılar, bilim insanları linçe uğramışlardır. Peygamberlerin tebliğine karşı gelenler de bu mübarek insanları kimi zaman sözle ve eylemleriyle kimi zaman da fiziksel olarak linç etmeye yeltenmişlerdir.
Bunlara bir örnek, Peygamber Efendimiz (sav) döneminde yaşayan Ebu Cehil’dir.
Ebu Cehil, çeşitli yöntemlerle, İslamiyet’i kabul eden Müslümanları yıldırmaya çalışmıştır. Örneğin, İslamiyet’i kabul eden kişi toplumda itibarlı biri ise ona saygınlığını yitireceğini söyleyerek, ticaretle uğraşıyorsa kendisini iflas ettirmekle tehdit ederek, güçsüz ve kimsesiz ise onu döverek İslâm’dan döndürmeye çalışmıştır. Ashaptan Ammâr b. Yâsir ile annesine, babasına ve daha birçok Müslümana İslamiyet’i kabul ettikleri için çok ağır işkenceler yapmıştır; Ammâr’ın annesi Sümeyye’yi şehit etmiştir. Ebu Cehil, ilk Müslümanlardan olan üvey kardeşi Ayyâş b. Ebû Rebîa’yı aldatarak hicret ettiği Medine’den tekrar Mekke’ye götürmüş ve orada hapsedip Medine’ye dönmesine yıllarca engel olmuştur.
Hz. Peygamber Efendimiz (sav), Kâbe’de namaz kılarken üzerine deve leşi attıran kişi de yine Ebu Cehil’dir. Bu da fiziksel bir linç yöntemidir.
Ebu Cehil, saldırgan ve kin dolu tavrını ısrarla ve vicdansızca sürdürmüştür. Yanında on bir müşrik arkadaşı ile, halkın hac mevsiminde Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşmesini engellemek ve halkı iman etmekten vazgeçirmek için aralarında iş bölümü yapmışlar, Mekke’nin girişlerini kontrol altına almışlar ve Resûl-i Ekrem Efendimiz'i (sav) kavminin gözünde kendilerince küçük düşürmeye çalışarak hakkında iftiralar uydurmuşlardı.
Hicretten birkaç yıl önce Benî Mahzûm kabilesinin reisliğine getirilen Ebu Cehil, Hz. Peygamber (sav)’e ve Müslümanlara her fırsatta sözlü ve fiili saldırıda bulunmuş, Müslümanlara karşı başlatılan boykotla onların Ebû Tâlib mahallesinde üç yıl boyunca tecrit edilmesine önderlik etmiş, dışarıdan yapılmak istenen yardımlara da engel olmuştur. Resulullah (sav)’ın Medine’ye hicretine engel olmak için Dârünnedve’de yapılan toplantıda, onun her kabileden seçilecek gençler tarafından öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi evini muhasara altına alarak öldürülmesini planlayan da yine Ebu Cehil’dir.
Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil de, Peygamber Efendimiz (sav)’in evini taşa tutmuşlar, evinin kapısının önüne pislik atarak, yoluna diken döşemişlerdir. Tüm bunlar bir linç etme ruhuyla yapılan, ahlaksızca, vicdansızca, nefret dolu saldırganlıklardır.
Peygamber Efendimiz (sav)’in nurunu, temizliğini, güzelliğini, asaletini, heybetini, başarılarını, ona olan teveccüh ve sevgiyi kıskanan Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi ahlaksız haysiyetsizler, kendileri gibi vicdansız, kompleksli, saldırganlar kişileri de çevrelerine toplayarak, Peygamber Efendimiz (sav)’e rahatsızlık, huzursuzluk vermeye çalışmışlar, kendi düşük akıllarınca, Peygamberimizi ve çevresindekileri korkutmak, yıldırmak istemişler, ancak bunda başarılı olamamışlardır. Allah her kurdukları tuzağı en temelinden bozmuş, Hz. Muhammed (sav) ve ashabını onların kötülüklerinden korumuştur.
Tarih boyunca aynı Hz. Muhammed (sav)’e olduğu gibi tüm peygamberler, salih müminler, alimler de linçe uğramışlardır.
Hz. İbrahim (as) için "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun" (Enbiya Suresi, 68) diyenler aynı saldırgan linç ruhunu taşıyan insanlardır.
Ancak Allah, Hz. Muhammed (sav)’i koruduğu gibi, Hz. İbrahim (as)’ı da bu linç güruhunun saldırılarından korumuş, onu kurtarmıştır:
“Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiya Suresi, 69)
Linç Ruhunun Yok Saydığı Lekelenmeme Hakkı ve Masumiyet Karinesi
Herkes, suçlu olduğu ispatlanana ve açıklanana kadar masumdur. Her insan, lekelenmeme hakkına sahiptir; yani suç şüphesi nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişinin bu işlemlerden dolayı onur, şeref ve haysiyetinin zarar görmemesi, toplum içindeki saygınlığının zedelenmemesi gerekmektedir. Hakkında henüz kesin hüküm verilmemiş kişinin masumiyetine zarar verecek, kişiyi toplum nezdinde mahkum edecek her türlü söz, yayın, haber gibi davranış, hukuka ve vicdana aykırıdır.
Ne var ki, gerek camiamız hakkında düzenlenen savcılık iddianamesi gerekse de arkadaşlarımızın göz altına alınmaya başladıkları andan itibaren yazılı ve görsel basında ve sosyal medyada başlatılan ve 2 yıldır devam eden ağır linç kampanyaları ile, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın masumiyet karinelerine en ufak özen gösterilmemiş, lekelenmeme hakları gözetilmemiş, itibarsızlaştırma, sosyal anlamda ezme, yok etme, neredeyse nefes aldırmama faaliyetleri hınç, öfke ve nefretle sürdürülmüştür ve halen de devam etmektedir.
Sonuç
Sadece camiamıza karşı değil, karşıt olunan her fikre, her davranışa karşı sürdürülen, özellikle de sosyal medya aracılığıyla yürütülen “dijital linç ruhu”, bireylerin klavyelerinden, kalemlerinden, ağızlarından akıttıkları atık su gibi birikerek, toplumu zehirlemekte, yıpratmakta, sevgisizlik, nefret, kin, düşmanlık duygularını körüklemektedir.
İnsanlar, tek başlarına yapmayacakları, tek başlarına vicdanlarına yüklemeyecekleri bu “kötülük” sorumluluğunu, başkalarının üzerine yıkarak, saldırganlaşabilmektedirler.
Sosyal medyada veya görsel ve yazılı basında yer alan linç kampanyalarına itibar edildiğinde, itham kolaycılığına kaçıldığında ise, Sayın Adnan Oktar ve camiamıza yönelik olarak hazırlanan, somut deliller olmadan sadece müşteki beyanlarıyla oluşturulan iddianamede görüldüğü gibi, gerçek anlamda adaletin uygulanmasının mümkün olmayacağı açıktır.
Kin, kıskançlık, husumet gibi duygularla sesleri baskın çıkanlar adaleti etkilememelidir. Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
İnsanları, grupları, fikirleri ezmeye, yıkmaya, sosyal ve psikolojik anlamda yok etmeye çalışan bu linç ruhundan toplumumuzu kurtarmak, sevgi, barış, uzlaşma dilini ön plana çıkaran bir iklim oluşturmak son derece elzemdir.
Allah, Kur’an’da linç ruhunu lanetlerken, uğradıkları linçe ve düşmanlığa rağmen, Müslümanlara daima sözün en güzelini söylemelerini emretmektedir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. (Fussilet Suresi, 34-35)
1 note · View note
fenerbahcesports · 5 years
Text
Fenerbahçe nasıl ele geçirilmeye çalışıldı?
FETÖ, geniş kitlelere ulaşması açısından futbolu önemli bir fırsat olarak gördü. Milyonları peşinden sürükleyen kulüpler bu cazibeleriyle örgütün radarına girdi. Ancak örgütün Fenerbahçe’ye sızmakta büyük zorluk yaşadığı, bizzat Fetullah Gülen tarafından dile getirildi.
Ele geçiremediği kurumları hukuki görünümlü kumpas operasyonlarıyla dizayn eden FETÖ, bu minvalde “futbolda şike” soruşturmasını başlattı.
Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu 2010-2011 sezonuna ilişkin bazı müsabakalarda şike yapıldığı ve teşvik primi verildiği iddiası üzerine başlatılan soruşturma kapsamında 3 Temmuz 2011 günü Aziz Yıldırım’ın da aralarında olduğu bazı spor kulüplerinin yöneticileri ile futbolcuları gözaltına alındı.
Özellikle Aziz Yıldırım üzerine yoğunlaşan operasyonla Fenerbahçe’nin kontrol altına alınması hedeflendi.
Nitekim Fetullah Gülen’in avukatı, diğer tutuklu sanıklara “Aziz Yıldırım’ı verin, akşama evdesiniz.” denildiğini itiraf etti.
FETÖ’cü savcılar sahnede
3 Temmuz 2011 tarihinde yapılan operasyon FETÖ firarisi eski savcı Zekeriya Öz tarafından başlatıldı. Dava daha sonra FETÖ firarisi eski savcı Mehmet Berk’e devredilirken operasyonları da bu isim başlattı. İddianamenin yazımının ardından ise dava bu kez FETÖ tutuklusu eski savcı Ufuk Ermertcan’a teslim edildi. Ermertcan, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sırasında görev yaptı.
“Toplumsal kaos” provası
FETÖ’cü savcılar tarafından başlatılan şike operasyonuyla Fenerbahçe’nin kontrol altına alınması ve Türk futbolunun dizayn edilmesinin ötesinde, taraftar gruplarının kışkırtılması da hedeflendi. Böylece örgüt tarafından Gezi benzeri toplumsal kaos olaylarının fitillenmesi planlandı. Bu doğrultuda FETÖ’nün bu minvalde provoke ettiği Fenerbahçeli taraftarlar, kitlesel eylemlere girişti. Örgüt üyesi polis müdürleri stadyumda biber gazı sıkılmasına varan talimatlarıyla taraftarları alabildiğine kışkırttı. Kumpasın medya ayağının “algı üssü” konumunda ise Zaman gazetesi yer aldı. FETÖ tetikçileri, Zaman gazetesinde kurgulanan senaryolara kamuoyunun inandırılması görevini üstlendi.
Tumblr media
Fenerbahçe camiası direndi
Fenerbahçe camiası, FETÖ’ye taviz vermeyen Aziz Yıldırım’ın arkasında kenetlenerek operasyonu püskürtmeyi başardı. Şike kumpası, örgütün kirli suç dosyalarından biri olarak tarihteki yerini aldı.
Kaynak:Fetö Gerçekleri
4 notes · View notes
sondakikabu · 3 years
Text
CHP'li isimlerden zamlara tepki: Siyasi eşkıyalığın dik alası
CHP’li isimlerden zamlara tepki: Siyasi eşkıyalığın dik alası
2021 yılının son gününde doğalgaz, elektrik, akaryakıta zam geldi. CHP’liler zamlara sosyal medya hesapların yaptıkları paylaşımlarla sert tepki gösterdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak zamlara ilişkin “Erdoğan şahsım yönetimi, hem de yeni yıla girerken, milleti zam sağanağıyla ezdi. Milletin alın terine, emeğine, cüzdanına yeni bir gece yarısı kumpası düzenledi.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
Yeni sezon hazırlıklarını sürdüren Fenerbahçe'de Dereağzı Tesisleri'nde Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi Selahattin Baki açıklamalarda bulundu. Yeni sezonun Fenerbahçe için hayırlısı olması temennisinde bulunan Baki, “Bugün 3 Temmuz birkaç cümle kurmazsam olmaz. Bu hain terör örgütünün Fenerbahçe'mize organize ettiği kumpastan bu yana 10 sene geçti. 10 koca yıl.
Bu 10 sene geçtikten sonra bugünkü duruma baktığımızda biz o gün de haklıyız demiştik bugün de diyoruz. Bu kumpası kuranların hepsi bugün ya hapiste ya firari durumdalar ya da vatan haini konumundalar ama bugün Fenerbahçe burada dimdik ayakta.
Her zaman söyledik haklıyız kazanacağız diye ve kazandık. tabi bu 10 senelik süreçte en karanlık ve umutsuz görünen günlerde gerek Fenerbahçe camiamız için gerek haksız yere kumpasa uğrayan askerlerimiz için gerek Cumhuriyetimiz için sarı-lacivert duvarı kuran bu karanlığa fener olan her bir bireye selam olsun” dedi.
“Kimseyi bulamadık Pereira'yı getirdik diye hava oluşturuldu”
Fenerbahçe'nin yeni teknik direktörü Vitor Pereira ile ilgili konuşan Selahattin Baki, “Biz birkaç hoca adayıyla görüştük bugüne kadar takip ettiğim kadarıyla bu sefer yüzde 80'ini kimse tutturamadı. Gerek geleneksel gerek sosyal medya. BU da bizim açımızdan iyi bir şey. Sizin açınızdan iyi olmayabilir ama bizde bu sene işler böyle işliyor. Şimdi biz çok net konuşacağım. Kimseyi bulamadık da Vitor Pereira'yı getirdik gibi bir hava oluşturuldu ama kesinlikle öyle bir şey yok.
Zaten kariyer olarak kesinlikle itibarsızlaştırılacak bir teknik direktör olduğunu düşünmüyoruz. Son 5-6 yıla baktığımızda hatta görüştüğümüz hoca adaylarına baktığımız zaman en yüksek puan ortalamasını yakalayan ciddi başarılar kazanmış, başarı kazanmasa bile tepelere oynamış bir teknik adamdan bahsediyoruz. Bizim bu sene vakit kaybı diye bir şeyimiz söz konusu değil. Öyle bir kredimiz yok. Bizim bu sene Samandıra'ya gelecek eşofmanını giyecek hemen tekeri döndürecek bir teknik direktör arayışımız vardı.
Bununla beraber görüştüğümüz her hoca adayıyla da takımın analizini yaptırdık. Buraya kim gelecektiyse de hemen hemen hazır gelecekti. Yani dersini çalışmış kendi teşhisleriyle gelecekti. Çok doğaldır ki daha önce Fenerbahçe'de çalışmış başarının ucundan bana göre kıl payı dönmüş ve gerçekten teknik direktörlük cv sine ben Fenerbahçe'de şampiyon olduğumu yazdırmak isteyerek buraya geliyor. Şöyle bir cümle kullandı hiç futbolun analizlerine girmeye gerek yok kendisi gelince anlatır kafasındaki teknik detayları ama dedi ki Fenerbahçe'de kupa kazanamamak benim kariyerime bakınca gerçekten göğsümde tıkalı kalıyor nefes alırken zorlanıyorum aklıma geldiği zaman dedi. Ben bu yarım kalan tutkuyu aşk hikayesini bitirmek istiyorum dedi. Dolayısıyla biz bunu yazarken resmi sayfamızda aslında hocanın cümleleriydi bu.
Taraftarın haklı olduğu birçok konuda olabilir ama işin içinde Fenerbahçe olduğu zaman haberler daha değerli olduğu için biraz daha abartılarak maalesef sunuluyor. İnsanlar gaza getiriliyor. Bizim ilk resmi maçımıza neredeyse 40 gün var. Yani biz Topuk Yaylası'na hocamızla beraber çıkıyoruz. Tabi ki pazartesi dedik cuma açıklandı o 4-5 günlük süreç için eleştirileri kabule edebiliriz ama sanki dünyanın sonu Fenerbahçe hiçbir hoca bulamıyor Fenerbahçe hocasız sezona başlıyor gibi bir algı yapıldı. Bizim Avrupa'da ön eleme oynayan rakiplerimizde hocasız sezon açtı bir kişi konuşmadı. Bunu da futbol kamuoyunun takdirine bırakmak istiyorum” ifadelerini kullandı.
“Pereira para pul derdi olmayan birisi”
Pereira'nın kariyerine değinen Baki, “O zaman geldiği zaman kariyerinde Porto ve Olympiakos ile kazanmış olduğu şampiyonluklar vardı. Bu geçen 5 yıllık sürek zarfında sektör fark etmeksizin herkesi bir olgunlaştırıyor. İçinde kalmışlık bazı insanlar için çok büyük motivasyon kaynağıdır. Bu bence hepimize olmuştur konu fark etmez. Dolayısıyla herhangi bir para pul derdi de olmayan birisi onu da söyleyebilirim. Hiç para pul neredeyse konuşmadık. Ben Fenerbahçe ile özgeçmişini uzun planlı çok güzel futbol planlarımı yürürlüğe koymak istiyorum bunu da şampiyonlukla taçlandırmak istiyorum dedi.
O günden bugüne artık çok daha motive geçen sefer kıl payı kısa kalmanın vermiş olduğu bir hüzün ve agresif bir tutku var onu da çok net hissettim. Zaten kendisi gelince de görürsünüz. Son derece içimiz rahat. Görüştüğümüz bütün hocalara teşekkür ediyorum. Bugüne kadar hepsine biraz ders çalıştırdık bizim için çok fazla maç seyretmek analiz yapmak zorunda kaldılar ama Vitor Pereira hocamızda karar kıldık.
Birçok sebepten ötürü hem vakit kaybetmemek hem burayı tanıyor oluşu açısından ülke dinamiklerini medya dinamiklerini biliyor buradaki baskıyı biliyor. Taraftarla iyi bir diyaloğu vardı hem duygusal hem tutkulu hem de içinde kalmışlık. tüm bunların devamında bir de kendisinin takımla ilgili bize vermiş olduğu analizler Vitor hocamızda karar kıldık hayırlı olsun” şeklinde konuştu.
“Vitor Pereira Topuk'ta ilk antrenmanda takımın başında olacak”
Vitor Pereira'nın transfer raporu ile alakalı soruya cevap veren Baki, “Transferle ilgili bir rapor sundu ama o rapora girmeyeceğim. Hem giden hem kalan herkesten haberi var. Topuk'ta ilk idmanda takımın başında olacak. Pereira ile birkaç kere git gelli konuşmalar oldu. Vizim bu saatten sonra hata yapacak pek lüksümüz de yok. Sonuç itibarıyla biz 4 haftadır bu tempodaydık. Diğerlerine göre daha az maliyetli değil adam nerdeyse hiç para pul konuşmadı çok motive. Bizim tabi ki aklımızdaki bütçeye uygun birçok aday da vardı ama doğrusu Pereira'ydı çok finansal işler yumuşak ve basit geçti” dedi.
“Taraftarlarımızdan bu sene kenetlenmelerini istiyoruz”
Fenerbahçe'nin sportif direktörü ile alakalı konuşan Baki, “Sportif direktörlükle ilgili sezona başlamadan başkanımızla görüşme fırsatınız olacak. Orada başkanımızın cevap vereceği bir soru. Başkanımızın ısrarla üzerinde durduğu huzur ve disiplinin Samandıra'dan başlayacağı Samandıra'dan inşaa edileceği ve enerjinin oradan yayılacağı bir Fenerbahçe olacak bu sene. Taraftarımızdan bu sene etrafımızda kenetlenmesini istiyoruz bu sene kritik. Kol kola girip bu yarım kalan hikayeyi tamamlamamız lazım. Bu sene çok kritik” şeklinde konuştu.
“Caner Erkin hocayı ilk karşılayacak”
Daha önce Pereira ile 2015-2016 sezonunda bir tartışma yaşayan ve kadro dışı bırakılan Caner Erkin ile alakalı açıklama yapan Selahattin Baki, “4-5 ay evvel bir deplasmandan dönerken ben yönetimde değildim laf lafı açtı Caner ile bu konuyu konuştuk bana kendisi anlattı dışarıya yansıyan kadar büyük bir olay olmadığını söyledi. O zaman Pererira'nın geleceği gündemde yoktu şans eseri öğrenmiştim. Hatta araları iyiymiş, Caner'de hocamızı ilk ben karşılayacağım dedi” ifadelerini kullandı.
Son olarak Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi Selahattin Baki, Pereira'nın 4 yardımcısıyla geleceğini söyledi.
Ozan Buğra Koşar - Uygar Aydın  
0 notes
"ALIKONMA" SAFSATASI
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik kumpası düzenleyen organize çete, aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı oluşturmak ve süregiden davayı baskı ve etki altında bırakmak amacıyla Sabah grubundaki adamları İsa Tatlıcan'ı kullanmaktadır.
Camiamıza eski husumetlilerden olduğu bilinen İsa Tatlıcan da, büyük bir görev aşkıyla koskoca Sabah medya grubunu 1.5 senedir bu karanlık oyuna alet etmeyi sürdürmektedir.
İsa Tatlıcan, kumpasçılara yaranma gayretiyle, aylardır büyük küçük, doğru yanlış demeden, her türlü günlük magazin ya da polisiye haberden, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza iftira içerikli asılsız ithamlar, göndermeler, imalar yapmaya çalışmaktadır.
Hepsinin gerçek dışı olduğu defalarca ispatlanmış olan, camiamız aleyhindeki içi boş iftira ve yalanları düzenli aralıklarla ısıtarak, düzeysiz ve avami üslubuyla güncel haberlerin arasına sıkıştırıp servis etmeyi adet haline getirmiştir.
İsa Tatlıcan, geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir Sabah haberinde, her biri onlarca yıldır camiamız mensubu olan ve her daim kendilerine çok büyük değer verilen, hürmet edilen bayan arkadaşlarımızı güya alıkonmuş mağdurlar gibi gösterme aldatmacasına başvurmuştur.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, camiamız mensubu olan ve halen büyük bölümü tutuklu ya da adli kontrol kapsamında ev hapsinde olan bayan arkadaşlarımızı, 4 Ocak 2020 tarihli Sabah haberinde yer alan, maddi menfaatle kandırılarak alıkonuldukları iddia edilen bazı şahıslara benzetmek son derece art niyetli ve seviyesiz bir harekettir.
Sözde "alıkonma iftirası"na gerekçe gibi gösterilmeye çalışılan bayan arkadaşlarımız onlarca yıldır Sn. Adnan Oktar’ı tanıyan, seven, sayan, kendisinin ilmi ve kültürel faaliyetlerini maddi manevi tüm imkanlarıyla, canı gönülden Allah rızası için destekleyen samimi Müslümanlardır. Dolayısıyla Sabah'ın haberinden yalan ve iftira yoluyla camiamıza gönderme yapılmaya çalışılan iddianın ne derece içi boş, asılsız ve uydurma olduğunu anlamak son derece kolaydır.
Özellikle A9 kanalının kurulduğu 2008 yılından bu yana geçen 12 yıllık zaman zarfında, bahsi geçen uydurma Sabah haberine konu yapılmaya çalışılan hanım arkadaşlarımızın hepsinin, A9 TV kanalında tüm Türkiye'nin gözleri önünde yoğun bir şekilde milli ve manevi değerlerimizi savundukları, Allah'ın varlığını, birliğini, Kuran mucizelerini, iman hakikatlerini anlattıkları, PKK, IŞİD, vb. terör odaklarının devlet, millet karşıtı düşünce ve eylemlerine karşı ilmi ve fikri alanda mücadele ettikleri, hükümetimize ve Sn. Cumhurbaşkanımızı her dönem ve her koşulda var güçleriyle destekledikleri, sahip çıktıkları tüm kamuoyunun malumudur.
HİÇBİR ALIKONMUŞ İNSANIN, HERKESİN GÖZLERİ ÖNÜNDE BÖYLE YOĞUN, DEĞERLİ, GÖNÜLLÜ, KARARLI, AKILCI, ETKİLİ VE SAMİMİ FAALİYETLER YÜRÜTMESİ DÜNYA ÜZERİNDE GÖRÜLMÜŞ ŞEY DEĞİLDİR. SÖZ KONUSU İDDİANIN NE DERECE GÜLÜNÇ VE UYDURMA OLDUĞUNUN BİR BAŞKA DELİLİDİR.
Bu değerli insanların Youtube, instagram, twitter, facebook gibi sosyal mecralardan, yapmış oldukları programların, ulusal kanallarda katılmış oldukları canlı yayınların ve konuşmacı olarak katıldıkları binlerce konferans, panel ve seminer gibi kültürel aktivitelerin kayıtlarını izlemek mümkündür.
Tarafsız bir gözle incelendiği zaman tüm bayan arkadaşlarımızın alıkonulmak bir yana, her birinin teker teker entellektüel seviyelerinin son derece yüksek fikir insanları, dahası tüm baskılara rağmen çizgisinden sapmayan kararlı, yiğit, üstün imanlı, yüksek ahlaklı birer dava insanı oldukları açıkça görülebilir. Bayan arkadaşlarımızın her biri yüksek okul mezunu, iş hayatları, geniş sosyal çevreleri olan, birçoğu tanınmış ailelere mensup akıllı, kültürlü, zeki insanlardır.
Tüm kamuoyunun hemen her gün gözleri önünde olan böyle güzide, aklı başında, kişilikli insanların, hiçbirinin ses çıkarmadan, itiraz etmeden, tepki vermeden, hatta dışarıya bir an bile sezdirmeden 20-30 yıl boyunca alıkonma gibi korkunç bir eyleme maruz kaldıklarını ileri sürmek ancak ya çok büyük bir artniyet ya da ciddi bir akıl ve şuur zafiyetinin göstergesi olabilir.
Nitekim, 18 aydır süregelen zorlu gözaltı, tutukluluk ve cezaevi şartlarına, her türlü baskı, tehdit ve korkutma girişimlerine rağmen bayan arkadaşlarımızın iftiracı olmayı reddetmeleri, operasyon öncesinde hiçbir baskı, eziyet ya da esaret altında olmadıklarının en büyük kanıtıdır. Dahası, her biri hem emniyet hem de mahkeme önünde, yani olabilecek en emniyetli, güvenli ve korunmalı ortamlarda ne Sayın Adnan Oktar'dan ne de camiamızdaki herhangi bir kimseden hiçbir şiddet, baskı ya da eziyet görmediklerini, sadece sevgi ve saygı gördüklerini hür iradeleriyle beyan etmişlerdir. Ayrıca aylardır süren tutuklulukları süresince de, gerek bayan arkadaşlarımıza, gerek Sn. Adnan Oktar’a olan sevgi ve saygılarını, özlemlerini ifade eden samim ve içten yüzlerce mektup yazmışlardır.
Tüm bu gerçeklere rağmen bu gerçekleri görmemekte direnerek sistematik bir şekilde aleyhimizde yalan haber üretmeyi sürdüren bir kısım medya ve onların perde arkasındaki bir takım artniyetli kişi ve çevrelere tam bir cevap olması bakımından aşağıdaki diğer önemli hususları da kamuoyunun dikkatine sunuyoruz:
Öncelikle, kaçırılan ya da zorla alıkonan kişiler
– Kimseyle karşılaşma ya da alıkonulduğunu belli etme imkanı olmayacak ıssız, sessiz, tenha, ücra yerlerde tutulur, esir hayatı yaşar, gerektiğinde eli kolu, hatta gözleri bağlanır;
– Kaçmaması için kapalı bir odada, mahzende, bodrumda, vb. bir yerde kilitli tutulur;
– Asla dışarı bırakılmaz, serbestçe dolaşmasına izin verilmez, insan içine çıkarılmaz, kimseyle görüştürülmez, dışarıdan görülebileceği bir yere konulmaz;
– Kimsenin yerini ve varlığını bilmemesine yönelik özel önlemler alınır;
– Hiç kimsenin görmesi, sesini, bağırmasını, yardım istemesini duyma imkanı olmayan izole yerlerde tutulur;
– Dış dünyayla bağlantısı kesilir; cama, pencereye, balkona, bahçeye, kapının önüne, sokağa çıkarılmaz;
– Bakkala, AVM'ye, işe, okula, spor salonuna, gezmeye, dolaşmaya, cafeye, restorana gönderilmez;
– Buralarda arkadaşlarıyla fotoğraflar, selfiler çekmesine izin verilmez;
– Eline telefon, bilgisayar, internet asla verilmez;
– Kendi adına sosyal medya hesapları açtırılmaz, bu hesaplardan her gün onlarca paylaşım yapmasına, fotoğraf ve konum göndermesine, onbinlerce takipçisiyle yazışmasına izin verilmez;
– Canlı yayınlara çıkarılmaz, hele kendisini alıkoyduğu iddia edilen kişiyle birlikte hiçbir şekilde çıkarılmaz;
– Muhtelif ulusal TV kanallarındaki programlara, röportajlara gönderilmez;
– Ailesi, akrabası ya da tanıdığı ile görüştürülmez;
– İstediği zaman ailesinin, arkadaşlarının, akrabalarının evinde kalmasına izin verilmez...
......
Oysa bayan arkadaşlarımızın her biri:
– Sn. Adnan Oktar ile hiçbir zorlama olmadan kendi istekleriyle tanıştılar. Bu gerçeği duruşma sürecinde kendi hür ifadeleriyle beyan ettiler.
– Sanatçılarla, köşe yazarlarıyla, hukukçularla, siyasetçilerle ve hükümet görevlileriyle görüştüler, ofislerinde, devlet binalarında toplantılara katıldılar. Yüzlerce konferansa konuşmacı olarak katıldılar. Eğer zorla alıkonulmluş olsalardı, ilk fırsatta görüştükleri bu insanlara durumlarını anlatıp yardım talep ederlerdi.
– Yerli ve yabancı gazetecilerle röportajlar yaptılar. Eğer alıkonma olsaydı, herhangi bir basın mensubuna bu bilgiyi rahatlıkla verebilirlerdi. Kadınları zorla alıkoyan birinin, alıkoyduğu kimselerin gazetecilerle muhtelif konularda röportaj yapmasına izin vermesi gibi bir olay dünya tarihinde görülmüş bir şey değildir. Kimse böyle bir riske girmez.
– Çeşitli ulusal kanalların stüdyolarında canlı yayınlara katıldılar. Dileseler canlı yayında suç duyurusunda bulunabilirlerdi. Bir insan zorla alıkoyduğu bayanları saydığımız bu aktivitelere yollar mı? Teşvik eder mi? Elbette ki hayır.
– Yoğun bir şekilde telefon, bilgisayar ve internet kullanıyorlar. Nitekim operasyon öncesi 2 senelik teknik takip bu sayılanların hepsini doğrular nitelikte. O halde her türlü teknolojik imkanı olan bir bayan, zorla alıkonuluyorsa dilediği anda ailesine, emniyet güçlerine haber veremez mi? Konumunu gönderemez mi? Internetten e-devlet üzerinden suç duyurusunda bulunamaz mı? Dahası, zorla alıkoyan bir kişi, esir konumundaki birine bu tür teknolojik imkanları tanır mı?
– Hepsinin kendi isimleriyle blog siteleri, sosyal medyada aktif hesapları var. Onbinlerce takipçileri, hayranları var. Kullanıcılar kendileriyle tanışmak istediklerinde uygun gördükleriyle tanışıp arkadaş oluyorlar, sorulan soruları cevaplıyorlar. Eğer alıkonuluyor olsalar bunlardan herhangi birinden yardım isteyemezler mi?
– Dışarıda alışveriş yapıyorlar, geziyorlar, spor yapıyorlar, yemeğe gidiyorlar, cafelerde oturuyorlar, birlikte fotoğraflar, selfieler çekiyorlar, her türlü arkadaş toplantısı, gezi, doğum günü, açılış, davet gibi sosyal aktivitelere sıradan bir insandan çok daha fazla katılıyorlar. Zorla bayanları alıkoyan biri bu sosyal ortamlara girmelerine müsaade eder mi?
– Arkadaşlarıyla, aileleriyle istedikleri yerde görüşüp ailelerini Sn. Adnan Oktar ile tanıştırıyorlar. Evladı zorla alıkonan bir aile Sn. Adnan Oktar’ı sevip, camiamızı desteklediğini samimi ve içten sözlerle ifade eder mi ?
– Eğitim hayatlarına diledikleri okulda devam ediyorlar. Hatta aralarında iki üniversite mezunu olanlar, master ve doktora yapmış olanlar da var. Zorla alıkonan biri eğitimine nasıl devam edebilir?
– Bayan arkadaşlarımızın hepsinin Sn. Adnan Oktar'a karşı sevgisi, saygısı, vefası yüzlerinden okunuyor. Sayın Adnan Oktar ve diğer arkadaşlarıyla birlikteyken hissettikleri sevinç, neşe, mutlulukları, rahatlıkları, samimiyetleri açıkça ortada. Hal ve tavırlarında hiçbir zorlama, yapmacıklık, rahatsızlık olmadığı, fotoğraflarda, A9 TV programlarında ve canlı yayınlarda açıkça görülüyor.
– Baskı ve tehdit altında olan bir insanın durumu daha ilk bakışta yüzünden ve tavırlarından anlaşılır. Nitekim, aramızdayken son derece neşeli, mutlu, rahat, güler yüzlü olan ancak sonradan zor, tehdit ve baskıyla bize karşı iftiracı olmak zorunda bırakılan arkadaşlarımızın dış görünümleri, bakışları, tedirginlikleri, gerginlikleri, korkuları üzerlerindeki baskı ve tehdidin ağırlığı derhal yüzlerinden okunabiliyor.
– HEPSİNİN ÖTESİNDE, TEMMUZ 2018’DE CAMİAMIZA DÜZENLENEN OPERASYONDAN 2 SENE ÖNCE BAŞLAYAN VE OPERASYON GÜNÜNE KADAR SÜREN GİZLİ POLİS TEKNİK TAKİBİ SÜRECİNDE İZLENEN TELEFON KONUŞMALARI, MESAJLAŞMALAR, ELDE EDİLEN FOTOĞRAFLAR, KAMERA KAYITLARI, ORTAM DİNLEMELERİ, VB. GİBİ SOMUT VERİLERİN HİÇBİRİNDE HERHANGİ BİR ZORLA ALIKONMA, ŞİDDET, ESARET VB. BİR DURUMU GÖSTEREN, KANITLAYAN, HATTA DOLAYLI İŞARET YA DA İMA EDEN BiLE TEK BiR KONUŞMA, YAZIŞMA, SES, RESiM VEYA GÖRÜNTÜYE RASTLANMAMIŞTIR. Çünkü bu iddia tümüyle uydurma ve asılsızdır. Kaldı ki, ortada böyle somut tek bir belge ya da kanıt olsaydı, tahmin edileceği gibi bugüne kadar malum medya kanallarında binlerce kez aleyhimizde haber malzemesi olarak kullanılırdı.
– TEMMUZ 2018’DE GERÇEKLEŞEN OPERASYONDA, EŞ ZAMANLI OLARAK ARKADAŞLARIMIZIN YAŞADIĞI 120 FARKLI ADRESE SABAHIN ERKEN SAATLERiNDE, KAPILARI KOÇ BAŞLARIYLA KIRILARAK BASKIN YAPILMIŞTIR. BU EVLERİN HİÇBİRİNDE NE ALIKONAN, NE ESİR TUTULAN HİÇBİR KADINA, KIZA RASTLANMADIĞI GİBİ, TEK BİR SUÇ, SUÇÜSTÜ YA DA SUÇ UNSURUYLA, DAHASI TEK BİR UYGUNSUZ DURUMLA DAHİ KARŞILAŞILMAMIŞTIR. Oysa, İstanbul'da rastgele herhangi 120 eve bile ani baskınla girilse böyle kusursuz bir durumla karşılaşılması imkansız denebilecek ölçüde çok düşük bir ihtimaldir.
– Operasyon yapılan bu adreslerde güya alıkonmuş, esir tutulan kişiler olsaydı, bu duruma çok sevinir, mutlu olur, operasyonun hemen akabinde, kolluk kuvvetlerine, Cumhuriyet Savcılarına verdikleri ifadelerinde yaşadıkları sözde esaret ve işkenceleri, baskı ve tehditleri detaylarıyla anlatır özgür kalmanın sevinç ve neşesiyle yeni özgür hayatlarına devam ederlerdi. Oysa operasyonda bu şekilde, sözde kurtarılan, özgürüğüne kavuşturulan herhangi bir kimse yoktur. Aksine, operasyonda baskın yapılan adreslerdeki tüm bayanlar, esir olmak şöyle dursun, şüpheli sıfatıyla gözaltına alınarak özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Asıl zulüm ve esaret dönemleri operasyondan sonra başlamıştır ve halen de görülmemiş haksızlık ve hukuksuzluklarla birlikte devam etmektedir. Operasyonda çok az bölümü gözaltına alınan hanım arkadaşlarımızın büyük bölümü tutuklanmış, çok az bir bölümü de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Bir kısmı da aylar sonra bulundukları cezaevlerinin zorlu koşulları, ölümcül sağlık sorunları ve kumpasçıların ağır ve yoğun baskı, tehdit ve korkutmaları sonucunda camiamız aleyhinde olmadık yalanları ve iftiraları söyleme şartıyla serbest bırakılmışlardır.
Tüm Türkiye'nin şahit olduğu, gözler önündeki bu durum da baskı, şiddet, eziyet, esaret ve zulmün camiamız tarafından değil tam tersine, asıl camiamız üzerinde uygulandığının en açık ispatıdır.
Ne var ki bir kısım medya, tüm bu açık gerçekleri titizlikle örtbas ederek, lehimize olan, bizi aklayan hiçbir olumlu konuyu kesinlikle görmezden gelip gündeme getirmemektedir. Tam aksine bulduğu en küçük bir fırsatta bile aleyhimizde tarihte görülmemiş derecede uydurma, asılsız, gerçek dışı ve art niyetli haberler servis ederek 18 aydır anlaşılmaz bir husumet ve öfkeyle, sistematik bir kara propaganda yürütmektedir.
Bir kısım medyanın, camiamız aleyhinde sürdürdüğü ve artık skandal boyutlarına varmış bu taraflı, gerçek dışı, ilkesiz, uydurmacı, art niyetli ve karalama odaklı habercilik anlayışından vazgeçmesi en büyük dileğimizdir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
0 notes
Text
GENİŞ HAYAL GÜCÜ İLE KURGULANAN DAVA DOSYASI
Tumblr media
Camiamıza yönelik 11 Temmuz 2018 tarihinde yapılan polis operasyonundan beri, tarafımıza topyekûn ciddi bir algı operasyonu çalışması süregelmektedir. Huzurdaki iddianame, YALNIZCA tarafımıza husumetli müştekilerin iftira beyanları ile kurgulanmış ve özel seçilmiş kelimeler üzerinden hiçbir suçla ilgisi olmayan ortamlar, "suç mahalli" gibi, suçsuz insanlar ise güya "azılı suçlularmış" gibi resmedilmiştir.
Aynı algı operasyonunun bir parçası olarak gözaltındaki ifadeler ve iddianamedeki tüm detaylar, henüz dosya üzerinde gizlilik kararı varken dahi, bir kısım husumetli müştekilerin kontrolündeki medyaya servis edilerek aleyhimizde sistematik bir iftira ve karalama kampanyası yürütülmüştür. Provokasyon ve karalamalar öylesine ÖFKE KAYNAKLI ve aksine ihtimal verilmeyecek kadar yoğun ve aralıksız yapılmıştır ki, ortada hiçbir SUÇ, DELİL VE İSPAT YOKKEN, camiamıza yönelik olarak güya "birbirinden anormal suçlar işlemiş bir topluluk" portresi çizilmiştir. Fakat sorun şu ki, devletimizin yakından tanıdığı, hayatları ve fikirleri herkesin gözleri önünde olan böyle bir topluluğa, ÖFKELİ BİR HIRSLA YÖNELTİLMİŞ OLAĞANÜSTÜ ABSÜRT SUÇLAMALAR geniş bir çevrede müthiş bir şüphe uyandırmıştır. Çünkü, "İFTİRA DAİMA KİRİNİ, İZİNİ, KOKUSUNU BIRAKIR" yöntemiyle hareket edilmiştir.
Camiamıza yönelik sayısız iftiranın zihinlerde bıraktığı kirli izleri incelemeden evvel, bize yönelik kullanılan klasik bir yöntemi tanıtmakta fayda vardır: Tarih boyunca hep hayretle izlenen, yalanlar ve iftiralar yoluyla düzen değiştirme, suçsuzu suçlu çıkarma, iyiyi kötü gösterme yöntemi, "Gri Propaganda"...
"Gri Propaganda" Yöntemi ile Tarih Boyunca Sahte Suçlar, Suni Suçlular Meydana Getirilmiştir
Gri propaganda, uygulanabilecek en sinsi propaganda türüdür. Üretim yeri düşman kaynaklardır. Onlar tarafından kurgulanır; onların emrindeki veya etkisindeki alanlar, yancılar tarafından yaygınlaştırılır. Sistemli şekilde kişilerin veya toplulukların yıpratılması, yalanlanması ve karalanması üzerine kurulu yalan haber yayma sistemidir. Bu haberler yayılırken, toplumda karşılık bulacak, merak uyandıracak türden olmalarına önem verilir. Ortaya iddialar atılır; ancak bu iddialar öyle bir kapsamdadır ki, bunların doğruluğunu kanıtlamak mümkün olmadığı gibi doğru olmadıklarını ortaya çıkarmak, yani yalanlamak da mümkün değildir. Kurgulanma şekli, sıradan bir olaya onlarca yalan dahil edip muhatabı küçük, gülünç veya suçlu konumuna sokma şeklindedir. Önemli olan senaryonun toplum tarafından kabul görüp görmeyeceği ve topluma yeterince yaygınlaştırılıp yaygınlaştırılamayacağıdır. Bu ikisi sağlandığında, hedeflenen kişi veya kişiler, toplumun en suçlusu görünümüne çok kısa bir sürede sokulabilir.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gri propagandayı şu sözlerle tanımlamıştır:
"Burada en çok işe yarayan psikolojik savaşta da kullanılan 'gri propaganda' yöntemidir, yani SÖYLENTİLERLE HÜKME VARMAK, kaynağı belirsiz veya yanlış kaynaktan ortaya çıkan, KANITLANMAYAN, kulaktan dolma bilgilerden oluşan söylentilerle bir hükme varmak. … Dezenformasyon ortaya çıkıyor, çeşitli varsayımlar ve hayali fikirlere, KİŞİ SANKİ KANITLANMIŞ BİR DOĞRU GİBİ İNANMAYA BAŞLIYOR. Burada olgu ve algı farklı bir şekilde ortaya çıkıyor. Algılar etkileniyor, burada kişi İNANMAK İSTEDİĞİ, HOŞUNA GİDEN BİR ŞEYİ GERÇEK GİBİ KABUL EDİYOR."
Tarhan sözlerine şöyle devam etmektedir:
"Kanıtlanamayan herhangi bir yargı kararı veya resmi açıklama OLMADAN sadece İDDİALAR VE SÖYLENTİLERLE hükme varmak PSİKOLOJİK SAVAŞTA SONUÇ ALMA YÖNTEMLERİNDEN BİRİDİR. … İçerisindeki NEGATİFLİĞİ DIŞARIYA YANSITIP 'bunlar bunu yapmıştır' der. Bunu söyleyen kimseye 'Bunun bir tahmin mi? Yoksa bir bilgi ve veriye mi dayanıyor?' diye sormak gerekir. İSPAT YOKSA İFTİRA OLUYOR artık."
Tarihin her döneminde pek çok amaçla kullanılmış olan gri propaganda, ülkelerde baş gösteren darbe hareketlerinde, bir kısım karanlık güçler tarafından tasvip edilmeyen liderlerin devrilmesinde, iç savaşlarda, hatta ülkeler arası çatışmalarda dahi etkili bir yöntem olarak kullanılmıştır. Bunun için söylentiyi yaygınlaştırmak yeterli olmaktadır. Uygun mecra dahilinde yaygınlaştırıldığında, kulaktan kulağa aktarıldığında, bunun için hazır olan bir kısım basın ve sosyal medya trolleri kullanıldığında zaten hedef yerini kısa süre içinde bulmaktadır.
Normalde vatanı için her türlü fedakarlığı yapan bir lider, bir anda bir diktatör olarak dünyaya lanse edilmekte, onu destekleyen halk bile bu kirli propaganda nedeniyle liderlerinden şüphe etmeye başlamakta ve bu tip eylemlerin sonunda bu oyunun planlayıcıları karlı çıkmaktadırlar. Yayılan söylentilerin doğruluğunu ispat etmek mümkün değildir. Dahası, bu söylentiler göreceli, farazi, spesifik olmayan ama karalayıcı iftiralar üzerinden yürütülen bir propaganda şekli olduğu için bunun YALAN OLDUĞUNU İSPAT ETMEK DE MÜMKÜN DEĞİLDİR. Atılan çamur, kişiye her türlü mesnetsiz suçun yüklenmesini adeta yeterli hale getirir.
Ülkemizde bunun örnekleri yaşanmıştır.
Adnan Menderes'e yönelik yapılan karalama kampanyaları sonucunda akıl almaz mantıksızlık ve basitlikteki iddiaların yargıya taşınarak kendisini idama kadar götürmesi mümkün kılınmıştır. Ülkemizin yaşadığı Balyoz ve Ergenekon kumpasları ile halkın, fikir önderlerinin, hatta siyasilerin büyük bir kısmı hayali bir hain sistemin var olduğu konusunda ikna edilmiş, insanlar AKSİNİ İSPAT EDEMEDİKLERİ BİR YALAN yüzünden yıllarca suçsuz yere hapis yatmışlardır. Müebbet hükmü alan kişilerin suçsuz olduğu ise yıllar sonra anlaşılmıştır.
Görülebildiği gibi, gri propagandanın kirli etkileri insanları idama, yıllarca hapis yatmaya, bütün hayatlarını yok etmeye kadar götürebilmektedir. Buna maruz kalan kişiler ise hiçbir şekilde doğruları ispat edemedikleri bir kısır döngünün içinde, bu sinsi planı kurgulayanların kirli emelleri çerçevesinde bütün hayatlarından, sevdiklerinden, varlıklarından ve özgürlüklerinden olmaktadır. Bu dehşetli haksızlık ve adaletsizlik gerekli müdahale yapılmadığı takdirde, sorumlularını ÇOK AĞIR VEBAL ALTINDA BIRAKAN BİR BELADIR.
Camiamız Tarihin Çok Defa Tanıklık Ettiği Gibi, Gri Propaganda Yöntemi ile Suçlu Çıkarılmaya Çalışılmaktadır
Yukarıda tanıttığımız gri propaganda yöntemi, oldukça yoğun ve tam teşekküllü bir şekilde BİZİM CAMİAMIZA YÖNELİK UYGULANMIŞTIR VE HALEN DE UYGULANMAKTADIR. Tümüyle bu propagandanın ürünü olan bir iddianame nedeniyle Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız halen 2 yıldır cezaevinde tutuklu ya da ev hapsinde tutulmakta ve halen yargılanmaktayız. İddianamenin tamamı, gri propagandanın etkili olabilmesi için şart olan algı operasyonunu pekiştirecek ifadelerle ve sanal suçlamalarla doldurulmuştur. Bunları deşifre etmek, camiamıza yapılan kumpası anlamak bakımından çok önemlidir.
Gri propagandanın vazgeçilmez taktiği; en doğal, sıradan, günlük olayları bile, algı yönlendirici çeşitli kelimelerle şüpheli, illegal ve tehlikeli görünüme sokabilmektir. Bu özel seçilmiş algı ifadeleri, huzurdaki iddianamede de sıklıkla kullanılmıştır.
Günlük yaşamımız, yediğimiz yemek, ülkemiz için yaptığımız hayırlı faaliyetler, birbirimizle yaptığımız şakalaşmalar, aile şirketlerimiz, sosyal ilişkilerimiz, çalışma hayatımız, birbirimizi sevmemiz, dost olmamız vb. son derece meşru, legal ve doğal konular anlatılırken, YARGI SİSTEMİ VE KAMUOYUNDA suç algısı ve şaibe oluşturmaya yönelik bir şekilde sözünü ettiğimiz özel seçilmiş kelime, kavram ve ifadelerle doldurulmuştur.
Bu şekilde, ortada hiçbir suç, suç unsuru ve suçlu yokken güya varmış gibi sanal bir imaj oluşturulmaya çalışılmıştır. İddianamede geçen söz konusu ifadelerden bazıları şunlardır:
Örgüt, örgüt lideri, örgüt üyeleri, örgüt mensupları
Örgütsel saik
MERNİS kayıtları
İllegal biçimde
Örgüte katılan kişiler, suç işleyen kişilere evrilmiştir…
Dini duyguları istismar eden örgüt
Kandırılarak ağına düşürülen kişiler
Devşirilen elemanlar
Konferanslar verme vesilesiyle örgüt mensuplarının suç işlemesini kolaylaştırmış…
Görünenin ötesindeki eylemler…
Örgüt propagandası
Örgütün korkutucu yüzü
Hücre yapılanması
Kod isim
Talimat
Hiyerarşi
Gri propagandada, suçlu profili oluşturmak için özellikle kullanılan algı mühendisliği yöntemlerinden biri de cümleleri HAYALİ BİR SUÇ VE SUÇLU VARMIŞ ALGISI OLUŞTURACAK ŞEKİLDE kurmaktır. İddianamemiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bunlardan birkaçı aşağıda takdirinize sunulmuştur:
Mehdi sıfatıyla ÜLKE YÖNETİMİNDE SÖZ SAHİBİ olmayı amaçlamıştır…
Suçları işlemeyi ve SUÇUN HER TÜRLÜSÜNÜN MUBAH SAYILDIĞI örgütsel yapının devamının amaçlandığı değerlendirilmektedir.
Örgüt üyelerinin KAVRAYAMAYACAKLARI ŞEKİLDE PROPAGANDALAR YAPILARAK sorgulamaların önüne geçilmesi ve mutlak bir itaatin sağlanması hedeflenmiştir.
İş yaptığı bir kişiyi DOLANDIRMALARI da örnek olarak gösterilebilir.
TEHLİKE ARZ EDEN BİR DÜŞMAN haline gelip, SAHTE İHBARLAR, İFTİRALAR ile örgüt karşısında çaresiz pozisyona getirilmektedir.
ayrılan kişilere YAPILAN SALDIRILARLA bir anlamda gözdağı verilmiş olur.
Örgütün silahlanma konusunu MEŞRU BİR ZEMİNE OTURTMAYA ÇALIŞTIĞI tespit edilmiştir.
Söz konusu silahlanma meselesi, örgüt tarafından MUHALİFLERİNİ YILDIRMA MAKSATLI olarak kullanılmıştır…
Örgüt içerisinde mehdi olarak görülmektedir.
Örgüt mensuplarının okullarına devam edip bilinç kazanması, sosyal ortamlara girerek örgütten kopması durumlarının önüne geçmek amacıyla telkinler yapıldığı/talimatlar verildiği ANLAŞILMIŞ, bu doğrultuda … temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, KİŞİLERİN İRADELERİ ORTADAN KALDIRILARAK eğitim öğretim hakları ellerinden alınmıştır.
Örgütün KORKUTUCU GÜCÜNÜN de etkisiyle sistematik bir şekilde emir ve talimatlar verdiği, tehdit ve telkinlerde bulunduğu…
Örgütün SİLAHLI BİR YAPILANMA OLMASININ YARATTIĞI KORKU ile örgüt içerisindeki CEZALANDIRMA SİSTEMİNİN de mağdur müştekilere karşı tehdit oluşturduğu nazara alındığında, seçmenlerin oy kullanma yönündeki iradelerini CEBİR VE TEHDİT İLE ENGELLEYEN örgüt liderinin…
Sözde KURTARICIYA BOYUN EĞMEK zorunda hissetmesinin SAĞLANDIĞI ANLAŞILMIŞTIR.
KÖLELİK hayatının başladığı…
Örgüte kazandırılması amaçlanan kızın 18 YAŞININ ALTINDA BİR ÇOCUK olmasının bir engel teşkil etmediği…
ÇOCUK STATÜSÜNDE OLAN ŞAHISLARA da organize bir şekilde hareket edilerek HİLE YOLUYLA KANDIRMA TAKTİKLERİ UYGULANARAK CİNSEL SUÇLAR İŞLENMEYE DEVAM EDİLDİĞİ TESPİT EDİLMİŞTİR.
Reklam şirketine getirilen KADINLARIN/ÇOCUKLARIN İĞFAL EDİLEREK…
Örgüt mensuplarının SAÇLARINI VE/VEYA KAŞLARINI KAZITARAK EZİYET ETTİĞİ ANLAŞILMIŞTIR.
Yukarıda sadece birkaçına yer verdiğimiz, gri propagandaya tam anlamıyla örnek teşkil eden ifadeler, kirli bir algı mühendisliği oyunudur. İDDİANAME TÜMÜYLE BU YÖNTEMLE YAZILMIŞTIR. Çünkü, ASLINDA ORTADA SUÇ OLMADIĞI, polis operasyonunun tarafımıza atılan İFTİRALARIN ETKİSİYLE BİR GALEYAN sonucunda yapıldığı elbette çok kısa bir zaman sonra anlaşılmıştır. Ancak, ortada geniş kapsamlı ve Türkiye'de oldukça ses getirmiş bir polis operasyonu, cezaevinde oldukça uzun süredir kalmakta olan yüzlerce insan vardır. Bunun için, iddianamenin içeriğinin suçlarla dolu olduğu ALGISININ OLUŞTURULMASI gerekmektedir. İşte yukarıdaki bu cümleler, bizi suçlu çıkarmaya çalışan bir kısım çevrelere VE MEDYAYA bu ALGI MALZEMESİNİ sağlamıştır.
Ortada suç bulunamamışken ve buna dair bir delil yokken, "suçun her türlüsünün mubah sayıldığı örgüt" ifadesi kullanarak bu algı kolaylıkla verilebilmektedir.
RUHSATSIZ TEK BİR SİLAH BULUNMAMIŞTIR; arkadaş camiamızdaki iş adamlarına ait olan söz konusu silahların tümü devlet tarafından kendilerine verilmiştir. Silahla tehdit edildiğini iddia eden hiç kimse yoktur. RUHSATSIZ VEYA SUÇA KARIŞMIŞ BİR SİLAH BULAMAMANIN GETİRDİĞİ ÇARESİZLİK, iddianamede "silahların korkutucu gücü" gibi GERÇEKLİĞİ VE İSPATI OLMAYAN izahlarla ve ruhsatlı silahların gazetelerde bir CEPHANELİKMİŞ GİBİ İFŞA EDİLMESİYLE telafi edilmeye çalışılmıştır.
Oy kullanma davranışında hiçbir toplu ve örgütsel bir tutum olmadığı açıkça ortada olduğundan, "örgüt liderinin cebir ve şiddet yoluyla oy kullanmayı engellediği" ifadesi bu konuda bir suç varmış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Çünkü bu cümle içinde hem "örgüt lideri" gibi keskin bir kavram, hem de "cebir ve şiddet yoluyla engelleme" gibi kanunun suç saydığı, kamuoyunun da nefretle bakacağı İNFİAL UYANDIRAN ifadeler geçmektedir. Böylelikle bu suni suç, algı mühendisliği yöntemleriyle "OLUŞTURULMUŞ" olmaktadır.
18 yaş altında çocuk istismarı ile ilgili HİÇBİR KANIT, DELİL, BELGE OLMAMASINA rağmen, bu suçlama davamızın sevk maddelerindendir. Bu konuda iftira niteliğinde ifade veren veya etkin pişman olabilmek için bu yönde ifade vermek zorunda bırakılan kişilerin beyanları dışında SAVCILIĞIN ELİNDE TEK BİR SOMUT KANIT ve BELGE BULUNMAMAKTADIR. Bu önemli açığın da giderilebilmesi için iddianameye, "örgüte kazandırılması amaçlanan kızın 18 YAŞININ ALTINDA BİR ÇOCUK olmasının bir engel teşkil etmediği", "ÇOCUK STATÜSÜNDE OLAN ŞAHISLARA da HİLE YOLUYLA, KANDIRMA TAKTİKLERİ UYGULANARAK CİNSEL SUÇLAR İŞLENMEYE DEVAM EDİLDİĞİ" gibi toplumda öfke uyandıracak izahlar eklenmiştir. Dikkat edilirse bu cümlelerin içinde "örgüte kazandırma", "18 yaşından küçük çocuk", "hile yoluyla", "kandırma taktikleriyle", "cinsel suçların işlenmeye devam ettiği" gibi ALGI MANİPÜLASYONU İÇİN GEREKLİ OLAN her türlü ifade sığdırılmıştır. Bu kelimelerin her biri bir suça işaret etmektedir. Bu ifadeleri okuyan bir kişi zaten karşısındakinin bir suç makinesi olduğuna çok hızlı ikna olabilmekte ve bunun için de DELİL ARAMAMAKTADIR.
Ortada zorla tutulan tek bir kişi dahi OLMAMASINA, 2 yıl teknik takip ve 120 eve eş zamanlı polis operasyonu sırasında da BÖYLE BİR DURUMA RASTLANMAMIŞ OLMASINA rağmen, "kölelik hayatının başladığı" gibi toplumu irrite edecek ifadeler özellikle kullanılmaktadır.
Camiamızda eğitim hakkı engellenen kimse olmamasına, aksine herkesin eğitiminin oldukça yüksek seviyelerde olmasına, üniversiteyi kendi kişisel tercihlerinden dolayı bırakmış olan bayan sayısı sadece 9 olmasına rağmen "eğitim hakkının engellenmesi" suçlaması, davamızın sevk maddelerine eklenmiş bulunmaktadır. Teknik olarak tam anlamıyla ÇÜRÜTÜLMÜŞ OLAN ve çürütülmesine rağmen iddia olarak varlığını koruyan bu sevk maddesi yine algı manipülasyonları yoluyla ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla iddianamede "temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, KİŞİLERİN İRADELERİ ORTADAN KALDIRILARAK eğitim öğretim hakları ellerinden alınmıştır" şeklinde içeriğinde geniş çaplı duygu sömürüsü ifadeleri bulunan izahlar kullanılmıştır. GERÇEKTE İSE BÖYLE BİR KİŞİ VE BÖYLE BİR SUÇ YOKTUR.
Bu önyargı ile hazırlanan iddianamenin, "bin dereden su getirip ne olursa olsun bu insanları suçlu çıkarmam lazım” mantığında ele alındığı çok açıktır. Bu husumetli bakış açısıyla da; çalışmak için işe girmek SIZMA, hakarete uğrayınca, hakkını aramak için dava açmak YILDIRMA, dini ve ahlaki değerleri anlatmak BEYİN YIKAMA, DİNİ TELKİN YAPMA, sosyal medya kullanmak PROPAGANDA, istişare etmek ÖRGÜTSEL PLANLAMA, oy kullanmak TAKİYYE vb. olarak yorumlanmıştır. Savcının bu önyargılı yaklaşımı doğrultusunda, günlük hayattaki her davranış ya örgütel saikle gerçekleştirilmekte ya da talimatla yapılmaktadır.
Bir kişinin kıyafet alırken başka bir arkadaşına fikir danışması HİYERARŞİ veya bir arkadaştan yardım istenmesi TALİMAT olarak yorumlanmış hatta kitap basımı, konferans gibi halka açık yapılan ilmi ve imani faaliyetler ÖRGÜTSEL SAİKLE LOBİ FAALİYETİ şeklinde yorumlanarak, Allah rızası için yapılan 40 yıllık çalışmalar suç gibi gösterilmeye çalışmıştır.
Adaletli bir göz ile bakılıp, İddia Makamının kullandığı provoke edici kelimeler aradan çıkarıldığında, suç unsuru olarak anlatılan hiçbir konunun aslında suç olmadığı, bu olayların günlük hayatın içinde yer alan, çok olağan hatta gıpta edilecek örnek davranışlar olduğu görülecektir.
İddianamede yer alan bunlara benzer yüzlerce örnek, bilindik bir yöntemin, yani "gri propagandanın" çok aleni bir uygulamasıdır. Yukarıdaki maddelerde geçen suçlamaların TEK BİR TANESİNE BİLE İDDİANAMEDE DELİL GETİRİLEBİLMİŞ DEĞİLDİR. Fakat KULLANILAN YIKICI, KARALAYICI VE ÖFKELİ İFADELER zaten DELİL OLMAMASINDAN KAYNAKLI ÇARESİZCE BİR ÇABANIN ÜRÜNÜDÜR.
İddianameler, suçu ve suçluyu ifşa eden her türlü şüpheden arınmış somut delilleri sunan hukuki belgelerdir. Eğer bir iddianame, hiçbir delil sunmaksızın sadece savcının önyargılı ve manipülasyon amaçlı abartılı ve taraflı yorumlarını içeriyorsa, o durumda SUÇA DAİR BİR DELİL BULUNAMAMIŞ DEMEKTİR. İŞTE HUZURDAKİ İDDİANAME DE BU ÖZELLİKTEDİR.
Keza iddianamenin ilk tanıtım kısmında, cennetten arsa satanlardan, IŞİD, FETÖ gibi terör örgütlerinden, siyasi otoriteyi aforoz etmeye kalkışan 17. Yüzyıl Avrupa krallıklarından örnekler verilerek önden garip bir bilinçaltı kurgulaması yapılmak istenmiştir. Aleyhimizde hiçbir delilin getirilemediği iddianame, okuyucuya, bizleri hangi kapsamda ne tür ön yargılarla değerlendirmesi ve kimlerle bağdaştırması gerektiğini EMPOZE EDEREK başlamaktadır. Yani buradaki telkinin altında bizler, -haşa- din ile insanları kandıran, terör örgütlerinin izinden giden ve en önemlisi güya siyasi otoriteye tehdit teşkil eden bir topluluk olarak gösterilmek istenmekteyiz. Kuşkusuz bunu kaleme alan İddia Makamı, cennetten arsa satmaya çalışanlarla, FETÖ, IŞİD gibi terör örgütleriyle veya otoriteyi aforoz eden Fransız krallıklarıyla HİÇBİR İLGİMİZİN OLMADIĞINI ÇOK İYİ BİLMEKTEDİR. Ama algı manipülasyonu böyle bir şeydir. En ALAKASIZ OLAN SUÇLAMAYI, içeriği bomboş olan ama bol telkin içeren SAÇMA BAĞLANTILAR VE KELİME OYUNLARIYLA KARŞI TARAFA YÜKLEYEBİLMEKTİR.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, gri propagandada en önemli özellik, suçlamaların delilsiz olması; suçlamaları yalanlayabilmenin de mümkün olamayışıdır. Örneğin, "çocuk yaştaki kişilere hile yoluyla kandırma taktikleri uygulanması" gibi ağır bir itham, iddianamede hiçbir delil getirilmemiş bir ithamdır. Ama iddianamede bu cümlelerle sunulup davamız sevk maddelerinden biri haline getirildiğinde bunun bir yalan olduğunun ispatını yapabilmenin hiçbir yolu bulunmamaktadır. Çünkü burada ne bir vaka ne bir olay ne de belirgin bir zamandan bahsedilmektedir. ÇAMUR ATILMIŞTIR; o kadar!
Yine davamız kapsamında basında da özelikle yer bulmuş olan "zorla alıkoyma" isnadı, "kölelik hayatı" gibi dramatik üslup ve anlatımlarla iddianamede bir ajitasyon yöntemi olarak yerini bulmuştur. Dahası, böyle bir durumun OLMADIĞINI belirten camiamızdan bayanların, iddianamede ilginç bir şekilde YALAN SÖYLEDİKLERİNE hükmedilmiştir. Bir başka deyişle herkese iki seçenek bırakılmıştır: "Ya ZORLA ALIKONDUĞUN İFTİRASINI KABUL EDİP HAPİSTEN KURTULACAKSIN ya da zorla alıkonduğunu kabul etmeyip, yani DOĞRU SÖYLEYİP HAPSE GİRECEKSİN!" ZORLA ALIKONMADIM DİYEN TEK BİR KİŞİNİN BİLE İFADESİNE İTİBAR EDİLMEMİŞ, Savcılık Makamı bu insanların HIÇBIRI ILE YÜZ YÜZE GÖRÜŞMEMİŞ ve bu insanlar -SIRF DOĞRU SÖYLEDİKLERİ İÇİN- yaklaşık 2 yıl boyunca kalacakları dehşetli CEZAEVLERİNE GÖNDERİLMİŞLERDİR. Sadece bu bile, camiamıza yönelik nasıl bir ÖFKENİN var olduğunu gözler önüne sermek için yeterlidir.
"Sen zorla alıkonuldun" diyen bir kişiye bunun böyle olmadığını ispat imkanınız yoktur. Karşı tarafı ancak sözünüz, zikriniz, kişilikli ve sağlıklı ruh haliniz ve cesur şahsiyetinizle ikna etmeye çalışabilirsiniz. Davamızda her biri birbirinden şahsiyetli ve aklı başında sayısız bayan bu İKRARI CESURCA YAPMIŞ, bu uğurda cesurca CEZAEVİNDE YATMAYI GÖZE ALMIŞ, fakat YİNE DE SUÇLU SAYILMIŞLARDIR. Çünkü davamızda olması istenen temel şey, GEÇERSİZLİĞİ İSPATA AÇIK OLMAYAN KARALAMALAR, SUÇLAMALARDIR.
Bu konuda başka bir örnek ise, kişilerin oy kullanma davranışlarında söz konusudur. Görünen o ki, önce oy kullanma davranışlarından bir suç üretme kararı alınmış, bunun için de bir liste oluşturulmuştur. Ancak hazırlanan bu listeye sadece belirli kişilerin oy kullanma davranışlarını eklenmiş, listeye uymayanlarınki ise özellikle göz ardı edilmiştir. Hatta listeye alınmış kişilerin lehe olan oy kullanma davranışları da mevcut iddiayı bozduğu için listeye alınmamıştır. Listeye alınan kişilerin oy kullanma davranışları arasında ise hiçbir uyumluluk yoktur. Oysa zaten bu liste, ortak bir talimat iddiasının kanıtı olması vasfıyla iddianameye eklenmiştir. Dolayısıyla, nereden bakılırsa bakılsın hiçbir yerde tutunamayan, ne hiyerarşiyi, ne ortak hareketi ne de iddianamenin meşhur sözü olan "örgüt saik"i destekleyen bu davranış, ne olduğu anlaşılamayacak şekilde dava dosyasına eklenmiş ve “oy davranışları da talimatla ve örgütsel saikle yapılmıştır” denilerek hayali bir TALİMAT suçuna delil üretilmiştir.
0 notes
Text
Atatürk Hakkında Türk Halkına Bazı Bölücü Ve Ayrıştırıcı Kesimlerce Empoze Edilmek Istenen Yalanları Etkisiz Hale Getirmiştir Onun Samimi Bir Dindar Olduğunu Anlatmıştır
Ülkemizde uzun yıllar boyunca Atatürk ve Atatürkçülük, farklı görüş ve inançlara sahip vatandaşlarımızı birbirine düşürmek için kullanılmak istenmiştir. Türkiye’de sağ ile sol görüşlü insanların, laik ile dindar bireylerin Atatürk ve Atatürkçülük konuları üzerinden birbirlerine düşman kesilmeleri hedeflenmiştir. Bilinçli bir şekilde topraklarımızda oluşturulan kamplaşmada, sağ görüşlü, gelenekçi ve dindar bireyler Atatürk karşıtı, sol görüşlü, modern ve laik bireyler ise Atatürk taraftarı gibi gösterilmiştir. Atatürk ve Atatürkçülük üzerinden gereksiz yere ve yıllar boyunca vatandaşlarımız arasında bir gerginlik ortamı oluşturulmuştur.
Sn. Adnan Oktar ise, ülkemizde gerginliğe yol açan, halkımızı kendi içinde tehlikeli şekilde kamplaşmaya götüren bu oyunu fark etmiş ve gerçek Atatürkçülüğü anlatan eserleri ile farklı görüşteki vatandaşlarımızın ortak bir paydada buluşmalarına hizmet etmiştir. Sayın Adnan Oktar’ın “Gerçek Atatürkçülük”, “Samimi Bir Dindar: Atatürk”, “Atatürk’ü İyi Anlamak”, “Atatürk Ansiklopedisi Cilt 1-2”, “Asker Atatürk” gibi kitapları Türkiye’de İslami eserler yazan araştırmacılar açısından bir ilkin gerçekleşmesine neden olmuştur.
Atatürk’ün samimi dindar yönünü delilleriyle ortaya koyan ilk yazar Sayın Adnan Oktar’dır. Adnan Oktar Büyük Önder Atatürk’le ilgili çok sayıda kitap yazmış, Atatürk’ün örnek kişiliğini, samimi dindarlığını, askeri dehasını, liderlik vasfını, vatan ve millet aşkını, milli birlik ve bütünlüğümüze verdiği önemi kapsamlı olarak dile getirmiştir.
Adnan Oktar, Atatürk ile ilgili eserlerinde, makalelerinde ve yaptığı televizyon programlarında;
- Atatürk’ün samimi bir dindar olduğunu,
- Atatürk’ün dine değil, bağnazlığa karşı olduğunu,
- Atatürk’ün modern Kuran Müslümanlığını savunduğunu,
- Atatürk’ün imam hatipleri açtıran, Diyanet’i kurduran, Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettirip tüm Anadolu’ya dağıtan, cebinde Kuran taşıyan dindar bir Müslüman olduğunu,
- Atatürk’ün şirk batağını kurutan bir lider olduğunu dile getirmiştir.
- Somut belgelere dayalı bu çalışmalarıyla Adnan Oktar, Atatürk’le ilgili bağnaz çevreler tarafından yüzyıla yakın bir süredir Türk halkına benimsetilmeye çalışılan olumsuz ve gerçek dışı imajı fikren yerle bir etmiştir.
- Atatürk’ün askeri dehasının detaylarını ortaya koymuş, stratejik anlamda gösterdiği başarıların günümüz gençliği tarafından bilinip kavranmasına katkıda bulunmuştur.
- Atatürk’ün çok özel ve kıymetli, muhterem bir insan olduğunu tarihi bilgi ve belgelerle ortaya koymuştur.
- Uydurma bilgi ve önyargılarla Atatürk’E düşman haline getirilmiş dindar-muhafazakar kesimin Atatürk’ü sevip saymasına vesile olmuştur.
SAYIN ADNAN OKTAR’IN BU KONUDAKİ ESER VE ÇALIŞMALARI OLMASAYDI, TÜRKİYE’Yİ HER FIRSATTA KARIŞTIRMAYI AMAÇLAYAN ŞER GÜÇLER, ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK HAKKINDAKİ YALANLARIYLA TOPLUMUMUZ İÇİNDE ÖNCEDEN ÇIKARDIKLARI FİTNE, İHTİLAF VE ÇATIŞMALARI BUGÜN DE HALA KÖRÜKLÜYOR OLACAKLARDI. ANCAK, SAYIN ADNAN OKTAR’IN ESERLERİ VE ANLATIMLARI VESİLESİYLE TOPLUMUMUZDAKİ HER KESİM ATATÜRK’ÜN DEĞERİNİ, GERÇEK KİŞİLİĞİNİ VE HEDEFLERİNİ KAVRAMIŞTIR. BU DA ESKİDEN UZUN YILLAR ATATÜRK ÜZERİNDEN OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILAN TOPLUMSAL GERGİNLİK VE KAMPLAŞMANIN SON BULMASINI SAĞLAMIŞTIR. ALLAH’A İMAN EDEN VATANDAŞLARIMIZ ATATÜRK’ÜN DİN DÜŞMANI OLMADIĞINI ÖĞRENMİŞ VE ONA ESKİSİNDEN ÇOK DAHA FAZLA SEVGİ VE SAYGI BESLEMEYE BAŞLAMIŞTIR.
Tüm Türkiye Çapındaki Kapsamlı İlmi ve Kültürel Faaliyetleriyle Sağ Görüşün, Dindarlığın Güçlenmesini Sağlamış, AK Parti İktidarının Zeminini Hazırlamıştır
Türkiye, özellikle 1960 darbesinin ardından 1980’lere kadar dini anlamda en zayıf inanca sahip olunan bir döneme girmiştir. Neredeyse bütün dünyaya yayılan komünizm ve sol görüş Türkiye’yi de büyük ölçüde etkisi altına almıştır.
Bu dönemde, ateizmin ve din karşıtlığının en büyük etkeni olan Darwinizm de dünya çapında adeta bir diktatörlük haline gelmiş, yaratılışı savunan akademisyenlerin, dindarların üniversitelerden atıldığı bir durum ortaya çıkmıştır. İslam ülkeleri dahil tüm devletlerin eğitim müfredatları Darwinist öğretiler temelinde oluşturulmuştur. Bütün okullar, sınavlarda Darwinizm’i yani yaratılış karşıtlığını savunmak zorunda olan öğrencileri mezun eder hale gelmiştir.
İşte Sayın Adnan Oktar’ın materyalizme, Darwinizm’e en etkili darbeyi indirmiş olması ve arkadaşlarıyla birlikte İslam Birliği ile ilgili yapmış oldukları çalışmalar imanlı bir nesil yetişmesine vesile olmuştur. Solun felsefesi çökünce komünizm, materyalizm savunulamaz hale gelmiştir ve şu an ülkemizde klasik manada sol bir parti kalmamıştır. Örneğin CHP sağın fikri hakimiyeti içerisinde neredeyse sağ söylemler üreten bir parti halini almıştır. Bu ortam sonucunda sağ güçlenmiş ve güçlü bir iktidar imkanı yakalamıştır. Modern sağı temsil eden AK Parti hükümetleri çok güçlü bir felsefi zemin üzerine oturmuş, uzun yıllar iktidarda kalmaya devam etmiştir.
Bir insanın modern sağı savunan bir hükümeti desteklemesi, belirli konularda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesiyle mümkündür. Eğer bir insan milli şuur sahibiyse, dindarsa, Allah’ın varlığına kesin olarak inanıyorsa, yaratılışa inanıyorsa, Darwinizm ve materyalizmin insanları dinsizliğe sürüklemek için savunulan din karşıtı felsefeler olduğuna net bir şekilde kanaat getirdiyse ve bağnazlığın Kuran’da belirtilen İslam ahlakına aykırı olduğunu biliyorsa, kuşkusuz ki bu insan oyunu modern sağ görüşü savunan bir parti için kullanacaktır. Dolayısıyla tarif ettiğimiz dindar ve milli şuur sahibi insanların günümüzde tercih edecekleri parti de, Sayın Adnan Oktar’ın teşvikleri, tavsiyeleri ve fikri çalışmaları neticesinde felsefi zemini tam da milletimizin istediği şekilde oluşmuş olan AK Parti’dir.
Sağın felsefi zeminini güçlü bir şekilde oluşturan fikri ve imani faaliyetler Cumhuriyet tarihinden beri ilk defa ve sadece Sayın Adnan Oktar tarafından yapılmıştır. Camiamızın mensupları tüm Türkiye’yi şehir şehir, köy köy, mahalle mahalle gezerek solun temel dayanağı olan evrim teorisinin geçersizliğinin bilimsel delilleriyle anlatıldığı ve komünist ayaklanma tehlikesine dikkat çekilen 5.000’in üzerinde konferans düzenlemişlerdir. Yine binlerce yaratılış gerçeği sergisi açmışlardır. Bu konuda Sayın Adnan Oktar’ın milyonları bulan eseri dağıtılmış, halkımızın bu hayati gerçekleri öğrenmesi sağlanmıştır. İşte bu sayede Darwinizm, materyalizm, komünizm ve solun fikri dayanakları tümüyle çökertilmiştir. AK Parti’nin de 17 yıldır güçlü bir şekilde iktidara yerleşmesi işte bu milli bilince ve imani şuura sebebiyet veren faaliyetler sonucunda fikri zeminin Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız vesilesiyle sağlam bir şekilde tüm Anadolu’ya oturtulması ile mümkün olmuştur.
Buraya kadar anlatılanlar, İngiliz derin devletinin neden Sayın Adnan Oktar’ı hedef aldığını açıklamaya yeterlidir. İngiliz derin devleti Türkiye’nin modern, barışçıl ve dindar bir anlayışla yönetilmesini, halkımızın da yine bu özelliklere sahip olmasını istememektedir. Böyle bir Türkiye, İngiliz derin devletinin bölgemizle ve dünyanın geri kalan kısmıyla ilgili planlarına tamamen aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle İngiliz derin devleti sorunu kendince kaynağından çözmek istemiş, birçok insanın Allah’a kesin bir bilgiyle iman etmesine vesile olan, İslam Birliği’ni savunan, modern İslam görüntüsünü hayatlarına yansıtan, AK Parti’nin fikri zemini oluşturan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza büyük bir komplo kurmuştur.
Unutulmamalıdır ki, bu komplo sadece camiamıza değil, tüm Müslümanlara kurulmuştur. Çünkü İngiliz derin devleti bir Müslümana saldırırken esas olarak İslam’a ve tüm Müslümanlara zarar vermeyi ister. Dolayısıyla İngiliz derin devletinin camiamıza karşı yaptığı saldırıya verilecek en güzel cevap, Müslümanların birlik olmaları ve zulme, zalimlere ve uzantılarına karşı Allah rızasına en uygun şekilde mücadele vermeleridir.
Devletimize, Milletimize, Ordumuza, Hükümetimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sağ Görüşe, Ülkücü Camiaya En Kararlı, En Akılcı ve En Etkin İlmi ve Fikri Desteği Sunmuştur:
- Sn. Adnan Oktar eserlerinde ve sözlü anlatımlarında:
- Vatanımızın dört bir yandan tehditlerle çevrili olduğuna dikkat çekmiş, devlete bağlılığın ve milli birliğin önemine, Büyük Önder Atatürk'ün izinde yürümenin gerekliliğine ısrarlı bir şekilde vurgu yapmıştır.
- Çalışmalarında Türk insanına ve Türk gençliğine vatan sevgisini, milli birliğin önemini, Atatürk’ün modern, dindar, aydın ve ilerici kişiliğini en akılcı şekilde anlatan Adnan Oktar, devlete, millete, askere, hükümete var gücüyle destek olmuştur.
- Gezi Kalkışması süresince, birçok üst düzey yetkilinin demeç vermeye bile çekindiği bir ortamda, korkusuzca devletimizin ve milletimizin yanında durmuştur.
- Gezi olayları boyunca A9TV kanalındaki programından sürekli canlı yayın yapmış, bazı karanlık odakların, sosyal medya üzerinden hükümeti devirmeye yönelik davet niteliğindeki hashtag etiketlerine anında cevap vermiştir.
- En akılcı yöntemleri kullanarak sosyal medyadan ve televizyondaki canlı yayınından insanları devletimize güvenmeye davet etmiş, bu oyunun yabancı güçlerin bir kumpası ve provokasyonu olduğunu anlatmıştır.
- Uluslararası medyada Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve meşru hükümeti eleştiren haberler yayınlanırken, dünyanın en önde gelen basın kuruluşlarında Sayın Cumhurbaşkanımızın icraatlarını ve iktidarını öven makaleler yazmış, dünya genelinde Sayın Cumhurbaşkanımıza ve hükümete yönelik önyargıların kırılması için büyük uğraş vermiştir.
- Gündemdeki siyasi ve ekonomik haberleri her zaman devlet ve hükümet taraflı yorumlamıştır.
- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhur İttifakı’nı desteklediğini açıkça dile getirmiş, devletimizin ve milletimizin bekası için bu ittifakın önemini vurgulamış, sevenlerini de bu ittifaka destek olmaya davet etmiştir. Referandumun ikinci tura kalmadan birinci turda Sayın Erdoğan lehine sonuçlanmasında Sn. Adnan Oktar’ın bu çağrısı etkili olmuştur.
- Sayın Cumhurbaşkanımıza ve hükümete dayatılmaya çalışılan yanlış politikalara ve tehditlere canlı yayınlarda gereken cevapları vererek Cumhurbaşkanımıza ve hükümete destek olmaya çalışmıştır.
- Avrasya Tüneli, Marmaray ve 3. Havalimanı gibi büyük projelerin milli geleceğimizin ve toplumsal refah düzeyinin yükselmesindeki önemine değinmiş, bu gelişmelere engelleyici tavır gösteren kesimlerin çabalarını akılcı anlatım ve fikirlerle boşa çıkarmış, bu projeleri gerçekleştirmenin devletimizin gücünü tüm dünyaya göstermede ne denli büyük bir etki uyandıracağına vurgu yapmıştır.
- Enflasyon haberleri ve dolar krizlerinde halkı paniğe kapılmamaya davet etmiş, hükümetin ülke hazinesini yönetme ve krizlere çözüm bulmada çok tecrübeli ve başarılı olduğunu belirterek halkı hükümetimize güven duymaya çağırmıştır.
- Sayın Cumhurbaşkanımız’ın ‘yastık altındaki dolarları bozduralım’ çağrısına tam destek vermiş, ‘dolar ile iş yapmaya son verip, yerli para birimimize dönelim’ çağrısında bulunmuştur. Bir süre sonra bu teklif, devlet erkanı tarafından da benimsenmiştir.
- Ülkemizin zor zamanlardan geçtiğini, Sayın Cumhurbaşkanımıza desteğin çok önemli olduğunu canlı yayınlarda sürekli gündeme getirmiş, akılcı delillerle bunun gerekliliğini anlatmıştır.
- Ülke bütünlüğünün inşasında büyük öneme haiz Ülkücü gençliği her zaman desteklemiş ve Ülkü ocaklarının ülke için önemi üzerinde durmuştur.
- Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bütün gücüyle desteklemiş, askerimizin moral açıdan ve şartlar açısından geliştirilmesi için önemli teklif ve açıklamalarda bulunmuştur.
- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinin güçlendirilmesini sıklıkla dile getirmiş, çok gelişmiş füze sistemleri üretilmesini teşvik etmiştir.
- Ülke savunmasında ve terörle mücadelede önemli bir yere sahip olan köy korucularının şartlarının iyileştirilmesini, bu vatansever insanların devlet tarafından sahiplenilmesini ve sigortalı yapılmalarını sürekli gündemde tutmuştur.
- Derin devletlerin güney sınırlarımızda bir terör koridoru ve terör devleti oluşturmak istediğini, bölgedeki olayların bu strateji üzerine kurulduğunu belirtmiş, bu terör oluşumunun Türkiye, Irak ve Suriye’den toprak alınıp oluşturulmak istediğini daha olaylar başgöstermeden ifşa etmiş ve kamuoyu ile paylaşmıştır.
- Devlet politikalarına destek olmuş, detaylı analizler yaparak bu politikalara karşı kamuoyunda oluşabilecek muhtemel şüpheleri izale etmiştir.
- Güneydoğu’da stratejik noktalarda bulunan birlikler için kalekolların yapılması, mevcutların güçlendirilmesi, kalekolların çok sağlam yapılardan oluşması gerektiğini sürekli gündemde tutmuştur.
- Komşu ülkelerle suni problemlerin hemen akılcı bir şekilde çözülüp vizelerin kaldırılması gerektiğini, bu ülkelerin birbirine hem ekonomik hem sosyal destek olması gerektiğini belirterek ülkeler arası barış ve huzurun tesisi için çaba göstermiş ve devletin bu yöndeki politikalarına destek vermiştir.
- Cumhur İttifakı’nın kurulması aşamasında MHP, BBP gibi sağ partilerin tamamının birlik olup Sayın Cumhurbaşkanımıza destek olmalarını tavsiye etmiş, Ülkücü hareketin desteğinin çok önemli olduğunu tarihten örnekler vererek sıklıkla dile getirmiştir.
- Zeytin Dalı Askeri Harekatı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyonları sırasında yayınladığı makaleler, yaptığı TV programları ve ikili görüşmeler yoluyla uluslararası kamuoyuna bu operasyonların haklılığını anlatmıştır.
0 notes
İngiliz Derin Devletinin Yerli Kriptoları
İngiliz derin devleti, üç kuruşa tamah eden, yancı ve kriminal piyonları, tetikçileri vasıtasıyla son dönemde Türkiye üzerindeki sinsi faaliyetlerine yeniden hız vermiştir. Bunun için de özellikle, karşısında en büyük engel olarak gördüğü, devletimize ve Sn. Cumhurbaşkanımıza en çok sahip çıkan, destekleyen ve savunan, sağ görüşün fikri zeminini kuran ve güçlendiren, karşıt sol ideolojileri, Marksizm'i, komünizmi, Darwinizmi bilimsel olarak yerle bir eden Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını ortadan kaldırma çabası içine girmiştir. İşte bu, camiamıza yapılan kumpasın en temel nedenidir.
Tumblr media
İngiliz derin devleti, çeşitli milletlerden devşirip kendisine bağladığı adamlarını mevcut yönetimlerin içinden seçme ve onları sanki devletin, hükümetin en sadık taraftarları ve yandaşlarıymış gibi gösterme konusunda çok ustadır. Oysa, İngiliz derin devletinin bu elemanları bağlı bulundukları devlet ve hükümetleri tek bir talimatla gözü kapalı satmaktan bir an bile çekinmeyecek en hain, en alçak, en dönek karaktere sahip, hiçbir değer yargısı bulunmayan, çoğunluğu homoseksüel ve kriminallerden oluşan sefil ve aşağılık bir güruhtur. Bunlar, cinayete yatkın, tehdit ve şantaj günlük hayatlarının parçası olan, işkence, eziyet ve zulümden zevk alan sadist ruhlu psikopatlardır. Zaten bu insanlıktan uzak vasıfları dolayısıyla İngiliz derin devleti tarafından özel seçilmişlerdir.
Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik kumpasta da arka plandaki karaktersiz güruh, İngiliz derin devletinin işte bu kalleş beslemeleridir.
Sn. Adnan Oktar'ın kadınlara çok değer vermesi, onların hak ve özgürlüklerine önem vermesi, savunması, katıldığı canlı yayın programlarında dekolte giyim tarzını benimseyen hanımların da bulunması, dans, müzik, eğlence gibi içerikler olması gibi unsurlar, söz konusu derin devlet elemanları için bu kirli kumpasın çıkış noktasını oluşturdu. Sn. Adnan Oktar'ın özellikle Kuran Müslümanlığının güzelliğini ve doğruluğunu anlatarak, İslam'daki gerçek sevgi ve barış ruhunu göstermesi, kadınlara, sanata ve bilime önem veren bir din olarak İslam'ın gerçek yüzünü tanıtması ve İslam'ın aydınlık yüzünün temsilcisi olması, derin devlet kriptolarının "din elden gidiyor" yaygarasına gerekçe gösterildi.
Kumpas, tıpkı Adnan Menderes'e yapıldığı gibi, içerdeki uzantıları vasıtasıyla doğrudan devletin bazı kurumları ve bir kısım derin devlet güdümlü basın kullanılarak gerçekleştirildi. Bu sistemin nasıl işlediğini daha iyi anlayabilmek için, İngiliz derin devletinin Türkiye'de beslediği bu kirli işler çetesini iyi tanımak gerekir.
Derin Devletin Türkiye'de Beslediği Kirli İşler Çetesi
Tumblr media
İngiliz derin devletinin Türkiye'de her türlü kirli işi için kullandığı, tamamı cinsel sapık ve katillerden oluşan, vatansever görünüp Türkiye düşmanı olan, her türlü pisliğe rahatça bulaşabilen bir kirli işler çetesi vardır. Ne zaman sahtekarca bir kumpas gerçekleşecekse, ne zaman suçsuz kişiler kamuoyunda karalanacaksa, ne zaman devlete millete zarar getirecek illegal işler gerçekleşecekse, bu kirli işler çetesi derhal devreye sokulur.
Bu aşağılık çete, işlerini yaparken hep vatanseverlik kılıfında ortaya çıkar. Oysa gerçekte tamamı satılmış vatan hainidir. Bu kişilerin kendilerine verdikleri görünümün tam aksine ne devletin bekası ve ali menfaatleri ile ne ülkenin birliği, bütünlüğü ve savunması ile HİÇBİR ALAKALARI YOKTUR. Vatanın varlık ve bütünlüğü onları ilgilendirmediği gibi, onlar için asıl hedef bu varlık ve bütünlüğü ortadan kaldırabilmektir.
Yine bu kişilerin, "geleneksel Türk aile yapısının korunmasıyla" veya kutsal değerlerle de alakaları yoktur. Bu güruh kendini toplum içinde gizleyen homoseksüellerden, özel ortamlarında travesti kıyafetiyle gezen cinsel sapıklardan oluşur. Bunların hiçbir ahlaki ve vicdani vasıfları yoktur. Bunlar, adam öldürmeye, dolandırmaya, şantaj ve tehditle baskı yaratıp işlerini bu şekilde halletmeye ve toplum düzenini bozmaya alışmış olan, topluma ve devlete faydalı ne varsa sinsi yöntemlerle yok etmeye çalışan bir bataklık gibidir. Her fırsatta, Türk toplumunun daha kötüye gitmesi ve dejenere olması için yoğun çaba içindedirler.
Tumblr media
Bu kişiler, kendilerini güçlü gibi gösterip, sahte ve ucuz kahramanlık oyunlarıyla ortalara çıkarlar. Oysa bunlar, İngiliz derin devletinin ileri gelenlerinin sadece kullanmak ve pis işlerini yaptırmak için bağlantı kurdukları, zaman zaman çağırıp, azarlayıp talimat verdikleri, asla değer vermedikleri insanlardır. Para için her türlü iğrençliği yapabilecek, her fırsatta her kirli iş için satın alınabilecek adi birer piyondurlar.
Bu piyonları kullanarak İngiliz derin devleti, yalnızca kendi şeytani zekasını oyuna sokar. Ancak, kendi parasını ve maddi imkanlarını asla ortaya koymaz. Devletin imkanlarını kendi tekeline alır, devletin parasını harcar, devletin savcılarını, polislerini, hapishanelerini, kelepçelerini, parmaklıklarını kullanır. İçi boş kumpas operasyonları için altyapı hazırlar, devletin parasını, imkanlarını ona karşı kullanır ve harcar.Bunu yaparken amacı, sadece devletin imkanlarının tüketmek değil, aynı zamanda devlete yönelik güveni de zedeleyebilmektir. Hep uzaktan yönetir, hep arka plandadır. Kumpas için piyonları kullanır, mevcut kanunların açıklarıyla herkesi kilitler, insanları düzmece suçlarla hapishanelere gönderir. İstediği yaygara, şaibe, karalama ve provokasyon faaliyetlerini yine kendi yancısı olarak kullandığı bir kısım gazete ve TV'ler vasıtasıyla yürütür. Halkı zalim, gaddar, kinci, kıskanç, öfkeli ve saldırgan hale getirmek için senaryoları özel hazırlanmış filmler, diziler, romanlar hazırlatır ve yayınlatır. Halkı dejenere hale getirebilmek için her türlü medya imkanıyla, homoseksüellik, pedofili, ensest, zina gibi sapkınlıkları doğal ve sıradan göstermeye çalışır; insanları bu fikirlere alıştırır. Darwinizm'i kullanarak her türlü arsızlığı, dinsizliği, deizm ve ateizmi yaygınlaştırır.
Yapar, uygular, sonra da haberi yokmuş gibi davranır. Dünyayı birbirine katar, her türlü fitneyi çıkarır; "ben bilmiyorum" der. İşte bu İngiliz derin devletinin, yani deccaliyetin bilindik bir yöntemidir. Nitekim "deccal"in kelime anlamı da "çok yalan söyleyen, çok aldatan, hakkı batılla karıştırarak insanları yanıltan" demektir. İngiliz derin devleti kirli işlerini yapan yancıları sayesinde uzaktan kumanda ile her türlü iğrençliği yapar, ancak bir yandan da kapalı kapılar ardında hep gizli kalır.
Tumblr media
İngiltere'den Türkiye'ye Esrarengiz ve Olağan Dışı Bir Üst Düzey Ziyaret
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına polis operasyonu yapılmasının hemen öncesinde İngiliz istihbarat birimlerinin üst düzey yöneticilerinin aralarında bulunduğu bir grup lord ve baronesin Türkiye'ye ani, ilginç ve son derece şüpheli bir ziyaret yapmaları kuşkusuz tesadüf değildir.
Bu kişiler, ziyaret süresince kendi devşirdikleri, kirli işlerini yapacak olan elemanlarını camiamıza düzenlenecek kumpas ile ilgili olarak bilgilendirdiler ve görevlendirdiler. Aynı zamanda da, çeşitli siyasilerle ve bir kısım "etkili kişilerle" kapalı kapılar ardında görüşüp bir takım yalan ve iftiraları gündeme getirerek kumpasın altyapısını hazırladılar. Aynı zamanda, bazı siyasiler vasıtasıyla hem Sayın Cumhurbaşkanımıza hem de Ak Parti ve MHP kurmaylarına açıkça Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları aleyhine yalanlar, uydurma senaryolar anlatarak, onların tutuklanmalarını bizzat talep ettiler. Elbette ki Sayın Cumhurbaşkanımız, hükümet yetkililerimiz ve devlet büyüklerimiz bu yalanların, asılsız hikayelerin hiçbirine itibar etmedi ve bunları ciddiye almadı. Bunun üzerine, İngiliz derin devleti, emniyet ve yargı birimlerindeki kripto uzantılarını devreye sokarak kumpası sürdürdü.
Özetle söylemek gerekirse, Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik kumpas, İngiliz derin devletinin Türkiye'deki kripto elemanlarına talimat vermesiyle hayata geçirildi.
İngiliz derin devletinin Türkiye'deki piyonları, kendilerini yerli ve milli göstererek, bu kumpası da güya dini ve milli değerleri koruma amaçlıymış gibi kurgulayarak kamuoyuna servis etti. Bu güruh, tamamen sapkın ve dejenere bir dünya görüşüne ve yaşam biçimine sahip olmakla birlikte, sanki dekolte giyim tarzından son derece rahatsız ve rencide olmuş da güya "Türk aile yapısını", dini ve ahlaki değerleri korumaya çalışıyormuş gibi iki yüzlü, sahtekar bir görünümle ortaya çıktı. Oysa bu kişiler, bir kısmı erkek erkeğe ilişkiye giren eşcinsellerden, bir kısmı da kadınlardan nefret eden tecavüzcü ırz düşmanlarından oluşan, her yerde ezilmiş, aşağılanmış, dışlanmış, kompleksli, tek bir seveni ve değer vereni bile olmayan, az bir metaya kendini derin devlete satmış beş para etmez şerefsiz ve haysiyetsiz insanlardan, psikopat ve sosyopatlardan oluşmaktadır. Din, ahlak, aile, devlet, vatan, millet bu sefil mahlukların umurlarında bile olmadığı gibi asıl hedefleri bu kutsal kavramları yok ederek yancılığını yaptıkları İngiliz derin devletine hizmet etmek ve onun takdirini kazanmaktır. İşte, bu âli kavramların ve üstün değerlerin gerçek savunucusu olan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını mağdur etme yarışında olmalarının gerçek nedeni de bu aferin alma çabasıdır.
Geçmiş kumpaslarda da hep aynı taktik
Derin devletin sapkın, kriminal ve profesyonel katillerden oluşan çeteleri, hep aynı isimlerle, hep aynı usullerle Türkiye üzerinde uzun zamandır çöreklenmiş haldedir. Kendilerini ehli namus gösteren bu çeteler, Türkiye'deki 200 bin genelev kadınını haraca bağlayan, kumarın ve içkinin her şeklinden nemalanan, istedikleri kişilere kumpas kurup her türlü zulüm sistemini bu kişiler üzerinde uygulayan, dilediklerini karalayan, yargılanan mağdur ve mazlum insanların zor durumda olmasını fırsat bilip onlardan milyonlarca dolarlık rüşvet isteyen, fırsatçı, hasetçi, sevgisiz, gözü dönmüş, zilletli, kimsenin sevmediği nefret duyulan insanlardan oluşur.
Bazı hanım arkadaşlarımızın dekolte giyinmesini gerekçe gösterip bunun için "yüzlerce yıllık hapis" naralarıyla ortalıkta dolaşan bu kişiler, milyonlarca kadın ve genç kızın bikini giyerek herkesin içinde plajlarda gezinmelerini, TV'lerin neredeyse tamamında dekolte sanatçıların olmasını, homoseksüel şarkıcı ve sunucuların hemen her kanalda boy göstermesini gayet normal karşılamaktadırlar. "Homoseksüellik Osmanlı'da da vardı" gibi iğrenç yalanlarla hem şerefli ecdadımıza dil uzatıp hem de kendi sapkınlıklarını sözüm ona makul göstermeye çalışmaktadırlar. Bu kirli yöntemlerle bazı yerlerden haraç alamayınca ve kendi dediklerini yaptıramayınca, haset, kin ve nefret ile husumet geliştirerek kirli kumpaslarla İngiliz derin devletinin talimatlarını riyakâr bir alçaklıkla yerine getirmektedirler.
Ülkemizde sanki bir itibar ve ağırlıkları varmış gibi üst perdeden takılan, mazlum halka hava atan bu aşağılık kumpasçılar, aslında İngiliz derin devletinden tir tir titreyen, onların önünde iki büklüm eğilen korkak, karaktersiz kişilerdir. Ama, bir yandan devletin imkanlarına sinsice erişerek diğer yandan tasmasını tuttukları bir kısım basını iftira, karalama gibi her türlü pis işlerinde kullanarak bir avuç genç kız ve genç erkeğe zulüm yapmayı marifet sayıyorlar.
Derin devlet ayakçılığı yapan bu aşağılık güruhun ülkemizde her devirde örneklerine rastlamak mümkündür. Türkiye'deki bu sinsi derin devlet çetesi tarihin derinliklerinden itibaren kendini hep çeşitli şekillerde göstermiştir. Sultan 2. Abdülhamit, İngiliz derin devletinin baskılarına bu çete nedeniyle maruz kalmıştır. Sultan Abdulaziz bu çete tarafından öldürülmüştür. Adnan Menderes'e kurulan kumpas ve Menderes'in idamı, bu çetenin elinin altından çıkmıştır. 27 Mayıs, 12 Eylül darbelerini, ardından 28 Şubat post modern darbesini yapanlar yine bu çetedir. Taksim’de vatandaşlarımızı katledenler hep bu alçaklardır. Gezi olaylarını ve 15 Temmuz hain darbe girişimini hayata geçirenler de bu aşağılık oluşumdur.
Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik yapılan bu kumpas da bu aşağılık grubun eseridir. Yıllardır izlenen bilindik yöntemleri aynı ilkellik, aynı sahtelik ve aynı pervasızlıkla uygulamış ve halen de uygulamaya devam etmektedirler.
İngiliz derin devleti, yıllar boyu ülkemizde kendi aşağılık devşirmelerine yaptırdığı kumpaslarda başarı sağladığı için, Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan kumpasın da kolay ve istediği gibi sonuçlanacağını sandı. Çünkü yıllardan beri izlediği bir aldatma politikası vardı; halkın naifliği, mazlumluğu ve iyi niyetinden yararlanarak, onlara onların inanabileceği, onları yanıltıp, tahrik edip istediği gibi yönlendirebileceği yalanları, dezenformasyonları sürekli olarak sundu. Bir kısım halkı, gerçek olmayan şeylere inandırabildi. Bunu, bu kumpasta da başaracağını sanmıştı. Ama olay hiç de beklediği gibi olmadı; ne kendisinin ne de kirli planlarının bu kadar ayan beyan deşifre olacağını tahmin edemedi.
İngiliz derin devletinin camiamıza yönelik kumpastaki en büyük hedefi ise, Sn. Cumhurbaşkanımızı desteksiz bırakıp yalnızlaştırmak, hükümetimizin en güçlü ve kararlı destekçi ve savunucularını etkisiz hale getirmekti.
Tumblr media
0 notes
yusufserkan · 7 years
Text
erbakan farkındaydı
Tarih: 8 Temmuz 1996.
– Fethullah Gülen'in nefret ettiği– Erbakan başbakan oldu.
Erbakan'ın (D8 kurması gibi) dış ve (banka kararları gibi ) iç politik icraatları, ABD-İsrail ve itibarıyla Gülen'i rahatsız etti.
Diğer yanda…
Soğuk Savaş'ın bitimiyle Türk Ordusu içinde “ABD-NATO dışında yeni müttefikler kurulmalıdır” diyen kadrolar öne çıkmaya başladı. Birden…
Erbakan ile bu askerler “gericilik-ilericilik” çatışmasıyla karşı karşıya getirildi. Dönemin ruhunu şu slogan yansıtıyordu: “Türkiye, İran olmayacak!” (Ne tesadüf! En büyük İran düşmanı Gülen'di! Neyse.)
Tarih:28 Şubat 1997.
Milli Güvenlik Kurulu “gericilikle mücadeleyi esas alan” bir dizi karar açıkladı. Başbakan Erbakan kararları imzaladı.
Erbakan aslında neyi imzaladığını çok iyi biliyordu! Şöyle…
Erbakan'ın başbakanlığından önce “irtica” nedeniyle TSK'dan bakın kaç subay-astsubay ihraç edildi:
1990'da 2 subay, 43 astsubay; 1991'de 1 subay, 21 astsubay; 1992'de 2 astsubay; 1994'de 2 subay; 1995'te 2 subay, 1 astsubay…
Sayı giderek düşüyordu. Birden…
Erbakan'ın başbakan olduğu 1996'da 11 subay, 10 astsubay ordudan atıldı.
Erbakan'ın başbakan olduğu 28 Şubat kararlarından sonra 1997'de 59 subay, 73 astsubay ordudan atıldı.
Bir yıl sonra 1998'de atılanların sayısı ise şöyleydi: 42 subay, 31 astsubay.
Erbakan'dan sonra sayı azaldı: 1999'da 7 subay, 8 astsubay; 2000'de 5 subay, 6 astsubay; 2000'de 1 subay; 2003'de 2 astsubay…
AKP döneminde ise bırakın atılmayı kolayca terfi alanların tamamı darbeci oldu!
Erbakan atılan subayların FETÖ mensubu olduğunu biliyor muydu?
Bu soru önemlidir…
1997'YE DEĞİL 2012'YE BAK
Evet…
Fethullah Gülen, rahmetli Erbakan'dan nefret ederdi!
Erbakan'ı terk edenler bunu bilerek Gülen ile ittifak kurdu. Paralel örgütlenmesine göz yumdular. Ve bakınız…
Tarih: 12 Nisan 2012.
Sabaha karşı askerlere 28 Şubat gözaltıları başladı. Bu bir büyük operasyonun parçasıydı.
Aynı yıl…
– İlker Başbuğ Silivri zindanına atıldı.
– MİT'e operasyon yapıldı; Hakan Fidan tutuklanacaktı.
– Balyoz Davası'nda ağır kararlar verildi.
– TBMM, Darbeleri Araştırma Komisyonu kurup 28 Şubat'la ilgili FETÖ mensubu gazetecileri dinledi.
İşin özünde… 28 Şubat da FETÖ operasyonuydu.
Şu tesadüf mü:
– 28 Şubat soruşturmasını yapan, iddianameyi hazırlayan Başsavcı Vekili Mustafa Bilgili aynı zamanda “Kozmik Oda Savcısı” idi. Bugün FETÖ Davası'ndan Sincan Cezaevi'nde tutuklu. Yardımcısı Savcı Kemal Çetin meslekten atıldı.
– 28 Şubat tutuklamalarına karar veren Hakim Mustafa Karatay, FETÖ bağlantılı çıktı, meslekten atıldı. Uzatmayayım…
28 Şubat Davası'nda müşteki olan subayların çoğu FETÖ mensubu çıktı .
Davanın “delillerini” bir FETÖ mensubunun getirdiği ve sonradan hazırlatıldığı ortaya çıktı.
28 Şubat Davası'nın FETÖ kumpası olduğu açık. Niye yaptılar:
– Salt AKP'nin gözünü büyülemek mi?
– Salt Türk Ordusu'nu yıpratmak mı?
– Salt FETÖ askerlerini kilit noktalara getirmek mi?
Tüm FETÖ iddianamelerinde, örgütün TSK'ya 1986'da sızmaya başladığı ve bunu 1990'larda artırdığı yazılı.
28 Şubat, ordudaki FETÖ sızıntılarının önüne geçmeye başladı. Meseleyi bilen Erbakan'ın buna itirazı pek yoktu. Çünkü, Milli Görüş'ün -veya Nakşibendilerin vd.- Türk Ordusu'na sızma gibi projesi bulunmuyordu! Gülen sızıntılarının ise farkındaydı. (Erbakan yaşasa ve FETÖ iktidar olsaydı; Erbakan'ı 28 Şubat'tan hapse attırırdı!)
Sonuçta… Şunu sormalıyım:
28 Şubat'ın, FETÖ askerlerini Türk Ordusu'ndan atmasından bugün kimler niye rahatsız?
Ve bakın neler yapıyorlar?
HANGİ DARBE
– 8 bin 651 asker…
– 1.214 askeri akademi öğrencisi…
– 246 zırhlı araç… -74 tank…
– 37 helikopter…
– 35 savaş uçağı…
– 3 savaş gemisiyle FETÖ darbeye kalkıştı.
(180'i sivil) 248 şehit ve 1.539 yaralıya sebep oldu.
TBMM'yi bombaladı… Başta TRT olmak üzere medya kuruluşlarını ele geçirdi.
Ve daha neler neler…
Peki…
15 Temmuz 2016 FETÖ darbesini AKP iktidarı -başta yurtdışı olmak üzere- kamuoyuna nasıl anlatıyor: Alçak FETÖ… Hain FETÖ…
Sadece sıfatlı-sıfatsız FETÖ… FETÖ… FETÖ…
FETÖ'nün darbeci olduğu, insanları katlettiği, TBMM'yi bombaladığı unutturuldu!
Bu nedenle artık algı şu:
– FETÖ kaçkınları yurtdışında mağdur görülüyor.
– FETÖ gazetecilerine “basın özgürlüğü kahramanı” payesi veriliyor.
AKP, 15 Temmuz sürecinin “iletişim stratejisini” bir türlü kuramadı.
Kurdurmadılar çünkü…. Kripto FETÖ mensupları tıpkı 17-25 Aralık sürecinden sonra bizlerin “FETÖ darbe yapacak” sözlerini nasıl boğuntuya getirdi ise, 15 Temmuz sürecinde de “darbeci FETÖ” sözünü belleklerden sildirdi!
Gündem artık ne? Neyi konuşuyor-tartışıyoruz: 28 Şubat'ı…
Bu, kripto FETÖ elemanlarının büyük başarısıdır:
FETÖ'nün darbesi unutturuldu.
“Darbe” deyince akla 28 Şubat geliyor artık!
Yazık… Erbakan'ı hiç anlamamışlar!
2 notes · View notes
fetvayadiren · 5 years
Text
“11″/”11″DE SAAT “11″:”11″DE “11″ MİLYON FİDAN KAMPANYASINA DAİR
1) 31 Mayıs 2016’dan başlayarak yayınladığım deşifre analizlerde (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/183396976457/gülenin-1ler-ve-katlarindan-oluşan-sayilara), 
--“Said-i Nursi'nin ve Fethullah Gülen'in bazı hassasiyetlerine” binaen-- (https://ibb.co/kqvv6Wf)
* Fethullahçı kriptolojide “11” başta olmak üzere bazı sayılar( “11”, “22”, “333”, “8888”, “6666666” vs. “‘1’lerden oluşan sayılar ve katları”, “27”, “19”, “41”, “61”, “81” vb.) üzerinden kodlama yapıldığını,
* halka açık platformlar üzerinden yapılan ve teknik takibi fiziken mümkün olmayan istihbari iletişimde bu kodlamadan faydalanıldığını,
* cemaat tarafından kurulan/kurulacak kumpasların tasarımında da aynı kodlamanın kullanıldığını
sosyal medyada yayınladığı analiz eskizleriyle ilk kez deşifre eden analistim (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/183396976457/gülenin-1ler-ve-katlarindan-oluşan-sayilara).
İlerleyen süreçte kapsamı giderek genişleyecek ve derinleşecek olan deşifre analizlerin ilkini “Can Dündar’ın Makyözü Zekeriya Öz” başlığıyla ertesi sabah yayınlayacağımı 30 Mayıs 2016 gecesi sosyal medya üzerinden duyurmamdan(https://www.facebook.com/osmanbucukoglu/posts/10154185140198431 veya https://ibb.co/58bSxm2) yaklaşık 3 saat sonra, Kadıköy Bağdat Caddesi civarındaki bir balık restoranında yaşanan ve öncesinde o an için manidar bulduğum bir diyaloğun söz konusu olduğu bir silahlı vukuatı emniyete ihbar ettim. Yaklaşık 3 saat önce duyurduğum “ertesi gün yayınlayacağım analiz eskiziyle ilgili bir örtülü mesaj” söz konusu olabilirdi ve yapabileceğim tek karşı hamle bu girişimi devletin kaydına aldırmak suretiyle arkamda ekmek kırıntısı bırakmaktı. Haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen ateşli silahla ateş açan 2 kişinin, olaydan bir gece sonra yönelttiği asılsız bir suçlama üzerine yaklaşık 3 yıldır yargılanmaktayım.
“Gülen’in kriptolojisine ait ana omurganın deşifre edilmeye başlandığı tarihte yaşanan bu vukuat”taki rastlantılar(!) silsilesine ilerleyen satırlarda ayrıca değinilecek.
2) 31 Mayıs 2016’da “Can Dündar’ın Makyözü Zekeriya Öz” başlıklı ilk deşifre analizi(https://fetvayadiren.tumblr.com/post/145196660412/can-dündarin-makyözü-zekeriya-öz) yayınlamamın üzerinden yaklaşık 1,5 ay sonra gerçekleşen “15 Temmuz darbe girişimi”nden
* 3 gün sonra 18 Temmuz 2016’da “eski(!) bir üst düzey Gülen şakirdi olan Latif Erdoğan”ın imzasıyla yayınlanan(https://ibb.co/bvSP98) “Şeytanın Gülen Yüzü” başlıklı kitabın(http://tinypic.com/r/2w4yxdu/9) 32. & “33”. sayfalarında(https://ibb.co/iypcwo)
* “88” gün sonra “11” Ekim 2016 tarihinde bir başka “eski(!) üst düzey Gülen şakirdi olan Prof. Dr. Ahmet Keleş”in imzasıyla yayınlanan “FETÖ’nün Günah Piramidi” isimli kitabın(https://ibb.co/fCKXU8) 24. sayfasında (https://ibb.co/iiX82T)
cemaatin kriptolojisinde “11”in önemli bir yer işgal ettiğine birkaç satırla değinilmiş. “Latif Erdoğan”ın değinmesi için bknz. https://ibb.co/iypcwo ve “Prof. Dr. Ahmet Keleş”in değinmesi için bknz. https://ibb.co/iiX82T. Her iki kitapta da kişisel tanıklığa dayanan bir iddia dillendirilirken, kısa süre önce gerçekleşen “15 Temmuz darbe girişimi”ne yaklaşık 1,5 ay kala yayınladığım ilk deşifre analizde(https://fetvayadiren.tumblr.com/post/145196660412/can-dündarin-makyözü-zekeriya-öz) “Ergenekon kumpası”nın tasarımında söz konusu “sayısal kodlamadan nasıl faydalanıldığı”nın deşifre edilmesi yönünde bir efor söz konusuydu. O efor, “halka açık platformalar üzerinden icra edilen ve post modern bir ritüele de tekabül eden F Tipi istihbari iletişimler”deki ve cemaatin “kumpas tasarımları”ndaki “sayısal kodlar”ın mimlenmesinin de ötesine geçip, “ezoterik kökenleri”ne de yönelen nice deşifre analizi(https://fetvayadiren.tumblr.com/post/183396976457/gülenin-1ler-ve-katlarindan-oluşan-sayilara) ilerleyen dönemde doğurdu.
Cemaat hiyerarşisindeki konumuna binaen cemaat kriptolojisinin bu boyutuna derinlemesine vakıf olması gereken “Kemalettin Özdemir” başta olmak üzere, “Latif Erdoğan”, “Ahmet Keleş” ve hatta bu satırların yazarı da dahil olmak üzere toplumun farklı kesimlerinde itibarı görece yüksek olan Nurettin Veren gibi “eski(!) üst düzey Gülen şakirdleri”nin yaptıkları ifşaatlarda cemaat kriptolojisinin bu boyutunun deşifre edildiği örnekler -bildiğim kadarıyla- hiç yoktur. “Latif Erdoğan” ve “Ahmet Keleş”in kitaplarında ifade edilen kişisel tanıklık vesilesiyle bir iddia olarak gündeme gelmesine deşifre denilemez.
3) İlk deşifre analizi(https://fetvayadiren.tumblr.com/post/145196660412/can-dündarin-makyözü-zekeriya-öz) yayınlamamın üzerinden yaklaşık 13-14 ay geçtikten sonra, “15 Temmuz darbe girişiminin ‘1’. yıldönümü”nde WSJ’nin yayınladığı Gülen röportajında yer alan sansasyonel bir fotoğraftaki abartılı vurgular nedeniyle, “11” konusu nihayet OdaTV’nin dikkatini çekti ve iyi niyetli olmakla birlikte vasatı aşamayan, cemaati kendi dil yapısı üzerinden kavramaktan uzak olan ve şeytanlaştırmaya dayanan bir analiz yayınladı (https://odatv.com/o-fotografin-analizini-bir-de-boyle-okuyun-1907171200.html).
Hemen akabinde Habertürk Gazetesi'nde yayınlanan bir haberde (https://www.haberturk.com/gundem/haber/1573308-istihbarat-birimleri-fotograftaki-o-sifrelerin-anlamlarini-cozdu) “11”lerin cemaat kodlamasında kullanıldığı İLK KEZ İSTİHBARAT BİRİMLERİ REFERANS GÖSTERİLEREK mimlendi. Her ne kadar cemaat kriptolojisi üzerinden “11” sayısına hatalı bir mana yüklenmiş olsa da, 
* ülke istihbaratının iz üzerinde olduğunu göstermesi ve  * “halen yargılanmakta olduğum davanın nedeni olan hakkımdaki asılsız suçlama”nın yapıldığı tarihte yayınladığım ilk deşifre analizi teyit etmesi (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/145196660412/can-dündarin-makyözü-zekeriya-öz) 
açısından memnuniyet verici bir haber söz konusuydu. (https://www.sabah.com.tr/aktuel/2017/07/24/istihbarat-birimleri-o-fotograftaki-sifreyi-cozdu veya https://www.haberturk.com/gundem/haber/1573308-istihbarat-birimleri-fotograftaki-o-sifrelerin-anlamlarini-cozdu)
4) Darbenin gerçekleştirilmesinin esas planlandığı tarihin 3. yıldönümünün “ertesi şafağı” olan 17 Temmuz 2019’da yeni transfer olduğu Boston Celtics tarafından düzenlenen basın toplantısında(https://www.youtube.com/watch?v=VCMxkTIf0v4) “27” yaşındaki Gülen şakirdi “Enes Kanter” neden kısa süre öncesine kadar  bir başka oyuncunun numarası olan “11” numarayı seçtiğini açıkladı. Söz konusu basın toplantısı Türkiye'de 
“Enes Kanter’in yeniden ‘11’ numarayı seçmesindeki FETÖ şifresi” 
başlığıyla haberleştirildi(https://trendbasket.net/enes-kanterin-11-numarayi-secmesindeki-feto-sifresi-nba/).
5) Arka arkaya siyanür intiharının yaşandığı bir dönemde, evinin önündeki sokakta 11 Kasım 2019’da sabahın erken saatlerinde ölü bulunan “Beyaz Miğferler”in kurucusu eski İngiliz askeri istihbaratçı James Gustaf Edward Le Mesurier'in intihar ettiği ileri sürüldü. Soruşturma kapsamında yapılan aramada Le Mesurier'in evinde 500 kopyasının bulunduğu basına yansıyan M. Sıddık Gümüş imzalı “İngiliz casusun itirafları ve İngilizlerin İslam düşmanlığı” isimli kitabını yayınlayan Hakikat Yayınevi’nin resmi internet sitesinde söz konusu kitabın “11” sayısıyla kodladığı fark edilmekte(http://www.hakikatkitabevi.net/book.php?bookCode=011 veya https://ibb.co/QCys7mQ). Evde yapılan aramayla ilgili bir haberde söz konusu kitaptan yapılan alıntıda, savaş/afet bölgeleriyle ilgili spekülasyonlarda gündeme gelen “organ ticareti”yle ilgili satırlar da örtülü bir imâ olarak dikkat çekmekte(https://www.timeturk.com/le-mesurier-in-olumu-birinden-kacarken-atladigi-sirada-dusmus-olabilir/haber-1291267).
6) Gelelim ilki bu yıl kutlanacak olan Milli Ağaçlandırma Günü’ne!
“Babasının Gülen'le olan hukuku alanen bilinen”, “kardeşi FETÖ'den tutuklu olan” Orman Bakanı Bekir Pakdemirli tarafından yapılan bir açıklamaya binaen ve 
uzmanların tarihin son derece yanlış seçildiği, 8-9 milyon fidanın zayi olacağı yönündeki ciddi uyarılarına rağmen(https://odatv.com/milli-agaclandirma-gununun-altindan-oyle-bir-skandal-cikti-ki-11111923.html, https://odatv.com/turkiyenin-ormancilik-tarihini-yazan-isim-o-projedeki-saklanan-gercegi-anlatti--10111957.html ve https://www.independentturkish.com/node/90536/çevre/11-milyon-fidan-kampanyasına-ormancılardan-tepki-8-9-milyonu-zayi-olacak)
* Cemaat kriptolojisindeki “sayısal kodlama”ya dair ilk deşifre analizi “Can Dündar’ın Makyözü Zekeriya Öz” başlığıyla yayınlamamdan (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/145196660412/can-dündarin-makyözü-zekeriya-öz) yaklaşık 3,5 yıl sonra,
* “üst düzey eski(!) Gülen şakirtlerinden Latif Erdoğan ve Ahmet Keleş”in ilk deşifre analizimi teyit eden ifadeler içeren(https://ibb.co/iypcwo & https://ibb.co/iiX82T) kitaplarını yayınlamalarından yaklaşık 3-3,5 yıl geçtikten sonra,
* WSJ’da yayınlanan bir Gülen röportajındaki sansasyonel bir fotoğraf vesilesiyle OdaTV’nin “11”leri ilk kez fark etmesinden(https://odatv.com/o-fotografin-analizini-bir-de-boyle-okuyun-1907171200.html) yaklaşık 2,5 yıl sonra,
* Habertürk Gazetesi’nde yayınlanan bir haberde istihbarat birimleri referans gösterilerek cemaat kriptolojisindeki “11”lere işaret edilmesinin (https://www.haberturk.com/gundem/haber/1573308-istihbarat-birimleri-fotograftaki-o-sifrelerin-anlamlarini-cozdu) yaklaşık 2,5 yıl sonra,
* “27” yaşındaki Gülen şakirdi “Enes Kanter”in yeni transfer olduğu Boston Celtics'te “11” numarayı tercih etmesinin Türkiye'de cemaat kriptolojisiyle ilişkilendirilerek haberleştirilmesinden 4 ay sonra,
* “Beyaz Miğferler”in kurucusu “eski İngiliz askeri istihbaratçı James Gustaf Edward Le Mesurier”in cansız bedeninin evinin önündeki sokakta bulunduğu tarih olan,  
“11”. ayın  “11”. gününde  “11”. saatin  “11”. dakikasında  “11” milyon fidanın yaklaşık “1” milyon kişi tarafından dikileceğini ve  “1”. fidanı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dikeceğini ilan etti (https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/rekor-etkinliginde-1-milyon-kisiyle-11-milyon-fidan-dikilecek/1566974 & https://gelecegenefes.com).
Cemaatin kriptolojisiyle raksetmek cemaati hedef alan bilinçli bir hamle değilse, ülke istihbaratı ne iş yapar? Bilinçli bir hamleyse, haddini aşan zıddına ermez mi?
*** *** *** ***Rastlantılar Silsilesi*** *** *** ***
İlerleyen süreçte adım adım derinleşecek olan deşifre analizlerin (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/183396976457/gülenin-1ler-ve-katlarindan-oluşan-sayilara)
ilkini(https://fetvayadiren.tumblr.com/post/145196660412/can-dündarin-makyözü-zekeriya-öz)
ertesi sabah yayınlayacağımı 30 Mayıs 2016 gecesi kişisel sosyal medya hesabım üzerinden duyurmamdan(https://ibb.co/58bSxm2 veya https://www.facebook.com/osmanbucukoglu/posts/10154185140198431) yaklaşık 3 saat sonra,
başka bir deyişle Gülen'in kriptolojisine ait ana omurganın deşifre edilmeye başlanmasına saatler kala,
Kadıköy Bağdat Caddesi civarında yaşanan ve öncesinde o an için manidar bulduğum bir diyaloğun söz konusu olduğu bir silahlı vukuata ve sonrasında yaşananlara değinmek farz.
Olaydan bir gün sonra ifade vermek üzere geldikleri Bostancı Karakolu’nda ifade verdikleri polis memurlarından kimlik bilgilerimi öğrenen karşı tarafın M.K. ve E.Z olan adlarını yaklaşık 7 ay sonra dava dosyasından öğrenebildim. İçlerinden M.K.’nın “Sedat Peker”le ve 2004'teki “Kelebek” Operasyonu’nda “Sedat Peker”in Bağdat Caddesi sorumlusu olduğu basına yansıyan “Sezai Arslan”la özel bir hukuka sahip olduğunu, “Sedat Peker”in düğününde M.K.'yla  çektirdikleri samimi fotoğrafları bazı sosyal medya paylaşımlarında görünce tespit ettim. Sosyal medyada gördüğüm fotoğraflar sonrasında 
* Posta tatarı bir aileye mensup olan bir tanıdığın olaydan saatler önce  “Sedat Peker”le ilgili sofrada anlattığı anısını ve * olay yeri inceleme esnasında polisin başbaşa kaldığı bir tanıkla birlikte telefonla birini aramasının akabinde karakola dönerken “Sedat Peker”le ilgili bana yönelttiği manidar soruları
farklı bir gözle değerlendirmeye başladım.
“11” ve “27” sayılarının Gülen cemaatinin kriptolojisindeki yerini deşifre ettiğim ilk analizi ertesi sabah yayınlacağımı 30 Mayıs 2016 gecesi kişisel sosyal medya hesabımdan duyurmamdan(https://ibb.co/58bSxm2 veya https://www.facebook.com/osmanbucukoglu/posts/10154185140198431) yaklaşık 3 saat sonra karşıma çıkan ve o günden beri yargılanmama neden olan 2 kişiden biri olan M.K.’nın kütük bilgilerinde “11” ve “27” sayılarının parıldaması bir rastlantıysa, bu rastlantının “tam da o gece karşıma çıkma ihtimali”ni hesaplayabilen beri gelsin!!!
Hakeza olaydan yaklaşık 3 yıl sonra “Çarpışma Dizisi”ne dair yayınladığım deşifre analizlerde(https://fetvayadiren.tumblr.com/post/183295441732/çarpişama & https://fetvayadiren.tumblr.com/post/183386218272/çarpişama-başlikli-analiz-eskizine-ilaveler) deşifre ettiğim “19” ve “41” sayılarının, bu tezgahın açtığı tarihte M.K.’nın ömrü hayatının “19”x“41”x“19”. şafağını görmüş olmasıyla karşıma çıkması da bir rastlantıysa, bu rastlantının da “tam olarak o gece karşıma çıkma ihtimali”ni hesaplayabilen var mı?
Ya “her iki rastlantının o gece kesişmesi ihtimali” hesaplayabilen bilmem ki çıkar mı?
Rastlantılar hiç M.K.’yla biter mi!?
Beni o gece “kutlu doğum” mizahıyla o balık restoranına davet eden, olay patlamadan birkaç saat önce “Sedat Peker”le ilgili anısını paylaşarak arka masada oturmakta olan M.K. ve E.Z.’nin algılarını bizim masaya kitlediği sezilen bir posta tatarı da var. Çocukluktan gençliğe adım attığım ortaokul yıllarından tanıdığım, lise mezuniyeti sonrasında Gezi'ye kadar 2 veya 3 defa görüştüğüm, Gezi nedeniyle Galata'dan Kadıköy'e geri taşınmamız sonrasında da olay gecesine kadar hepitopu 3-4 defa biraraya geldiğim, olay gecesinden yaklaşık 6-7 ay önce “şakird polisler”le ilgili ağzımı yokladığında ve ailesiyle ilgili “Osmanlı döneminden kalma bir padişah fermanı”ndan bahsettiğinde lisan-ı münasiple ağzının payını verdiğim bir posta tatarı ailenin mensubu olan yaşıtım. 
“Posta tatarı olan ailesinin bir başka ferdi” de 1947 senesinde İzmir’de kurulan “Kestanepazarı Kuran Kursu”nun  kurucuları arasında yer almakta; ve çeşitli kaynaklarda adı “Fethullah Gülen ve selefi Yaşar Tunagür’ün İzmir dönemlerinin anafinansörleri” arasında anılmakta.
Diyoruz ya bütün bunlar rastlantı(!), “haklarında ihbarda bulunduğum 2 kişinin üzerime yıkmaya çalıştıkları suçun esas faili olmasına karşın 3 yıldır şahit olarak bile lütfedip mahkemeye gelmeyen” posta tatarının “o tezgahın yaşanacağı mekana beni davet etmesi” de bir rastlantıdan ibaret olsa gerek!!! İnsan hiç “Osmanlı döneminden kalma padişah fermanından umduğu medet”le çocukluk arkadaşına böyle bir tezgah açar mı!? 
Öte yandan “Kestanepazarı Kuran Kursu”nun kurucuları arasında yer alan “posta tatarı ailenin diğer ferdi”nin “Gülen ve selefi Tunagür'ün İzmir dönemlerinin anafinansörleri”nden biri olmaya soyunurken en önemli motivasyonunun “Osmanlı döneminden kalma padişah fermanından hala utanmadan umduğu kazanç” olması kuvvetle muhtemeldir.
Yaşanan vukuatın taraflarına bakıyorsunuz. “Taraflardan biri”: Posta tatarı ve posta tatarının o gecenin rezervasyonunu yaptıran bir yakın arkadaşı. “Taraflardan beriki”: “Kelebek” “Sedat Peker” ve “Kelebek” “Sezai Arslan”ın ahbabı olan, kütük bilgisinde “11” ve “27” sayılarının parıldayan ve o gün hayatının “19”x“41”x“19”. şafağını gören M.K. ve onun arkadaşı E.Z.
Yargılanması gereken 2 kişi var: 1) Kendini savunma maksadıyla  elindeki kadehi savururken karşı tarafı yaraladığını olayın ertesi sabahı telefonda bu satırların yazarına itiraf eden posta tatarı ve 2) ateşli silahla etrafa ateş açan M.K. Öte yandan o gece ivedilikle olayı emniyete ihbar eden bu satırların yazarı tek yargılanmakta olan! Mahkemenin 3 yıldır devam eden ısrarlı davetine rağmen posta tatarı şahit olarak ve M.K. ise davacı olarak mahkemeye gel(e)medi. M.K.’nın arkadaşı E.Z. ise, mahkemede verdiği ilave ifadeyle bu satırların yazarına bir “asılsız suçlamayı yüklemekte ısrar etme”nin de ötesine geçip, “şikayetçi olduğu vukuatın esas faili olan posta tatarına göğsünü siper etmek” gibi nedeni an itibarı ile meçhul(!) bir tutuma imza attı.
Rastlantılar M.K.’yla ve posta tatarıyla hiç biter mi!?
Bu satırların yazarına söz konusu tezgahın tam da o gece açıldığı mekan,
* yıllar önce Gülen cemaatinin arabuluculuğuyla RTE ile Deniz Baykal’ın biraraya geldiği,
* RTE’nin siyasi yasağının kalkması için ikili arasında bir pazarlık yapıldığına dair çeşitli spekülasyonların odağında olan, 
* söz konusu buluşmayı cemaat adına ayarlayan STV'nin Ankara Temsilcisi’nin RTE ile Deniz Baykal arasındaki sohbete bir yabancının şahit olmaması için garsonluk yaptığı
akşam yemeğinin yendiği restoranın kısa süre sonra ortaklık yapısının ve adı değişmesinin(https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a340003.aspx), akabinde Bağdat Caddesi civarında açılan ikinci  şubesi; başka da şubesi yok zaten.
O şube ki “patlak veren vukuatı ayırırken emniyete bildirdiğini ve tarafların polisi beklemesini söylemesi yalan” çıktı. Olay yerinden uzaklaşmakta olan “karşı tarafın bindikleri aracın plakasının alınmasına fiziken engel” oldu. Restoranın içinde başlayan ve kapısının önünde devam eden vukuattaki “silahlı girişimi ve silahlı girişimde bulunan tarafın bindikleri aracın plakasını emniyete bildirmemek”te direndi.
Vukuattan yaklaşık 3 saat sonra gerçekleşen olay yeri incelemede, karşı tarafın silahla ateş ettiğini kendilerinin yanısıra düzenli olarak restoranın kapısına gelen tanıdık taksi şoförlerinin de gördüğünü söyleyen 2 mekan çalışanı, -polisin silahlı girişimden emin olup olmadıkları yönündeki ısrarlı soruları üzerine- sabah patrondan temin edilebilecek olan güvenlik kamera kayıtlarının da olduğunu, olay sonrasında kamera kaydı üzerinden de vukuatı defalarca izlediklerini söylemişlerdi. Polis memurları söz konusu 2 tanıkla başbaşa kalmak isteyip bir yeri telefonla aradıklarında, ilk aklıma gelen sabah temin edilecek kamera kaydı için patronu aradıklarıydı. Ancak o telefon görüşmesinin aklıma gelenden farklı bir içeriği olduğundan, birkaç dakika sonra karakola dönerken polis memurları “Sedat Peker”le ilgili manidar sorular yönelttiğinde şüphelendim. “Kelebek” “Sedat Peker”in adı polislere ya bir telefon görüşmesinin de yapıldığı tanıklarla başbaşa kaldıkları esnada, ya da olay yerine gelmeden önce telaffuz edilmiş olsa gerek. 
Karakola vardıktan sonra verdiğim yazılı ifademde, 2 mekan çalışanının tanıklıklarını olay yerinde polise gözlerimin önünde beyan etmelerine atıf yapmak isteyince, polis memurları “söz konusu şahısların ifadesini zorla alamayacakları” gerekçesiyle itiraz etti. Israr edince, ifadenin verildiği odadan çıkıp bir yeri telefonla aradılar; odaya dönen polis memuru nöbetçi savcıyı aradıklarını ve onay beklediklerini söyledi. Birkaç dakika sonra nöbetçi savcıdan izin geldiğini söyleyip, söz konusu 2 tanığın olay yerindeki sözlü beyanlarına ifademde atıf yapmama müsaade ettiler.
İfade sürecinde karşı tarafın hastaneden rapor aldığını, kimliklerini tespit ettiklerini söylediklerinde, ifademde atıf yapmak üzere isimlerini öğrenmek istediğimde “tarafların birbirlerine vereceği muhtemel bir zararın hukuki sorumluluğu”nu üstlenemeyeceklerini söyleyip, soruşturmanın gizliliği ve güvenlik kaygısıyla taraflarla birbirlerinin kimlik bilgilerini paylaşamayacaklarını söylediler. Ben de güvenlik hassasiyetlerini takdirle karşılayıp teşekkür ettim.
Olay yerine teşrifleri için ikna edilmeleri yaklaşık 3 saat süren emniyet teşkilatımızın güzide(!) mensuplarına yazılı ifademi verdiğim Bostancı Karakolu’ndan ayrılmamdan
A) yaklaşık yarım saat sonra olay yerine dönen polis, söz konusu 2 tanığın birinden kısa süre önce kendisine yaptığı sözlü beyanının 180 derece tersi yönde yazılı ifade almış.
B) yaklaşık 7-8 saat sonra olay yerinde polis tarafından tutulan bir tutanakla güvenlik kamera sisteminin 4 gündür arızalı olduğu savlanmış.
C) yaklaşık 18 saat sonra(başka bir hesapla olaydan yaklaşık 22 saat sonra) karakola gelip ifade veren karşı taraf --bir teşhis yaptırılmadığı ve taraflar arasında hiçbir tanışıklık olmadığı halde-- vukuat öncesinde onların masasıyla bizim masa arasında yaşanan atışmada isim isim  karşılıklı olarak neler söylendiğini vurgulamışlar. (Aranot: Karşı taraftan E.Z., duruşma esnasında kendisine yöneltilen isimlere nasıl vakıf oldukları yönündeki soruya, karakolda verdikleri ifade aşamasında polis memurlarından isimlerimizi öğrendiklerini söyledi. Ama kendilerine herhangi bir teşhis yaptırılmadığı dikkate alındığında, olay esnasında zinhar bilmedikleri ve ertesi gece karakolda ifade verirken polislerden öğrendikleri 3 ismin, ayrı ayrı kime ait olduğunu tutturak karşılıklı diyalogları ifadelerine yansıtmayı nasıl başardıkları hala meçhul. Soruşturmanın gizliliği ve tarafların güvenliği kaygısıyla bir gece önce karşı tarafın kimlik bilgilerini benimle paylaşmayan polis memurları, o gece sabaha karşı verdiğim ifadeyi bütün içeriğiyle ertesi gece karakola gelen karşı tarafla paylaşmış olabilir mi? Peki, o zaman nerede kaldı “soruşturmanın gizliliği ve tarafların can güvenliği kaygısı”?
Gelelim sadete... Sonuç?
* İhbar ettiğim olayın canlı şahidi 2 mekan çalışanının polis memurlarına olay sonrasında  defalarca izlediklerini gözlerimin önünde beyan ettikleri güvenlik kamerası görüntüleri, “kamera sisteminin birkaç gündür arızalı olduğuna dair ertesi gün öğlen saatlerinde tutulan tutanak”la buharlaşınca ve
* “gözlerimin önünde polise beyan edilen tanıklığın 180 derece aksi yönünde bir yazılı ifade” karakoldan ayrılmamın hemen akabinde olay yerine geri dönen polisler tarafından alınınca
karşı taraf hakkında kovuşturmaya yer olmadığına hükmedilirken; karşı taraf M.K. ve E.Z.’nin olaydan bir gece sonra karakolda verdikleri ifadeye ve ellerindeki hastane raporlarına binaen, kısa süre önce hakimin değiştiği bir davada bu satırların yazarı 3 yıldır sanık olarak yargılanmakta. Sanık olarak yargılandığı mahkeme salonunda, “karşı taraf E.Z.’nin olaydan bir gece sonra şikayetçi olduğu vukuatın esas faili posta tatarına bizzat göğsünü siper etmesi”ne şahitlik etmekte.
O balık restoranına “kutlu doğum” mizahı yaparak beni davet eden posta tatarı şahit olarak ve M.K. davacı olarak  mahkemeye 3 yıldır gel(e)medi.
O gece masamızda posta tatarı ailenin birkaç ferdi daha vardı. İçlerinden biri mahkemeye teşrif etti. İfadesinde bir “o gece kuzenleriyle yemeğe çıktığı”nı, bir “sadece bir tane kuzeniyle yemeğe çıktığı”nı söyledi. Beni zinhar hatırlamadığını, erkekler arasında kavga başlayınca bir anda kendisinin nutkunun tutulduğunu ve yaşadığı şok nedeniyle kavgaya dair hiçbirşey hatırlamadığını söyledi. O gece patlak veren olaya benim sırtım dönükken yüzü dönük olan bu hanımefendi, olay sonrasında arabasıyla beni eve bırakırken yol boyunca olayın ince detaylarını anlatmıştı. O direksiyondaydı, kendisi gibi posta tatarı olan kuzeni yanındaki koltukta, ben arka koltuktaydım. Şok denilen şey olaydan bir süre sonra mı etkisini gösterir!? Mahkemede verdiği ifadede olayı ve sonrasını hatırlamadığı, ancak öncesini hatırladığını söylüyordu. Olayın öncesine dair söyleyecekleri de olayın aydınlatılmasına katkı sağlayabilirdi. Avukatsız yargılanmakta olduğum mahkemede hakime “hafızasını zorlamasını rica ederek karşı tarafa sorulmasını rica ediyorum” diye lafa başlayacak oldum, olmaz olaydım. Anlamlandıramadığım kertede öfkelenen hakim bir yandan beni fırçalarken bir yandan tanığa salondan çıkmasını söyleyince, bendenizin tanığa bazı soruların sorulmasını talep etme imkanım elimden alınmış oldu. Hafızasını zorlamasını rica etmek tanık üzerinden baskı kurmakmış, ben kim oluyor muşum!? Arzu edersem ayarlayacağı bir tepe lambasıyla savcılık sorgusu yapabilirmişim!!! Hukukçu olmadığım için bu tutumu yorumlayamıyorum, ama mahkemeye sunduğum uzunca bir tanık listesinden 3 yıl içinde mahkemeye getirilebilen tek tanığa olayın aydınlatılması yönünde hiçbir soru yöneltilemediğini mimlemekle yetiniyorum.
Bir başka celsede mahkemeye  “Kelebek” “Sedat Peker” ve “Kelebek” “Sezai Arslan”ın M.K.’yla olan hukuklarını belgeleyen bazı fotoğraflar sunmak isteyince, bu fotoğrafların şahsıma yüklenen suçlamada kendimi savunmak adına hukuki bir mana ifade etmediğini söyleyen hakime, 
a) ilk celsede soruşturma aşamasıyla ilgili bazı şüphelerim olduğunu kendisine ifade ettiğimi ve tanıkların/tarafların ilerleyen celselerde verecekleri ifadelerle davanın seyri şüphelerimle örtüştüğü takdirde mahkemeye ilave bilgi belge sunacağımı yine ilk celsede söylediğimi, 
b) M.K.’nın ısrarla mahkemeye teşrif etmemesinin şüphelerimle örtüştüğünü ve elinde tuttuğu dava dosyasının şekillenmesinde “Sedat Peker” organize suç örgütünün müdahalesinden şüphelendiğimi 
c) birkaç celsedir şahit olarak mahkemeye davet ettiği mekan çalışanının bu hususta ifade verebileceğini düşündüğümü, 
d) keza olay yerinde gözlerimin önünde polislere beyan ettiği tanıklığın tam aksi yönünde yazılı ifadeyi 1 saatten kısa süre içinde veren söz konusu mekan çalışanın, olay yerinde polislerle başbaşa kaldığında birisini telefonla aradıklarını ve o telefon görüşmesinin akabinde karakola dönerken polis memurlarının “Sedat Peker”le ilgili manidar sorular yönelttiğini 
ifade ettim. Bunun üzerine kaygımı anlayışla karşıladığını ve söz konusu fotoğrafları dava dosyasına ekleyeceğini söyleyen hakim, --daha önceki celselerde yaptığı gibi-- söz konusu mekan çalışanına o celsede de davet çıkardı; ama bir sonraki celsede davet çıkarmaktan vazgeçti!
0 notes
melih-asik · 7 years
Text
FETÖ kamuflajı!
Cumhuriyet gazetesi yazarlarıyla Ahmet Şık’ın, ardından internet yöneticisi Oğuz Güven’in tutuklanması... Son olarak Sözcü’ye yönelik operasyon.
Kimi iktidar yazarlarına göre bütün bunlar FETÖ’yle mücadeleyi sulandırmak isteyen devlet içinde hâlâ açığa çıkmamış “Kripto FETÖ’cülerin” tezgâhı... Amaçları, iktidar karşıtı cepheyi olabildiğince genişleterek bundan kendilerine hem masumiyet hem avantaj sağlamak. Nihai olarak da iktidarın sonunu hızlandırmak.
İktidarı bu oyunu görememekle eleştiriyorlar. O arada kendilerinin ne kadar demokrat olduklarını da “bilvesile” göstermiş oluyorlar.
Olay gerçekten denildiği gibi mi? Bize göre değil...
Evet, iktidar FETÖ’den rahatsız, onu olabildiğince yok etmeye çalışıyor. Ama FETÖ’cü olmayan muhalefetten de bir o kadar rahatsız. Hatta ikincisinden daha da rahatsız...
Cumhuriyet’e, Sözcü’ye de yapılan operasyonların ve genelde iktidar yanlısı olmayan basına yapılan baskının sebebi bu... “FETÖ ile mücadele” işin kamuflajı...
Geçmişte de aynı şeyi yapmışlar... Darbecileri tasfiye ediyoruz bahanesiyle asıl hedefleri olan Kemalist kadroları tasfiye etmişler... “Kumpas” ve “sulandırma” lafları iş işten geçtikten sonra gündeme gelmişti.
Özetlersek... Ortada ne FETÖ’nün iktidara yönelik bir kumpası ne iktidarın o kumpasa gelmesi var. Asıl amaç, FETÖ’yle mücadele adı altında gerçek muhalefeti tasfiye etme harekâtı...
Noktaları doğru koyalım...
TİMSAH
1960 darbesinden sonra üniversitelerden atılan ve tarihe “147”ler olarak geçen akademisyenlerin durumunu hicvetmek için Haldun Taner Dostoyevski’den Türkçeye “Timsah”adlı oyunu uyarlamıştı.
Bu dönemin ihraç edilen akademisyenleri bu oyunu 27 Mayıs günü Şişli Kent Salonu’nda sahneleyecekler. Tabii oyun yasaklanmazsa...
Bu arada rakama dikkat... Devrim değil darbedir denilen 27 Mayıs’ta üniversiteden atılan akademisyen sayısı 147... Bugün atılan akademisyen sayısı bunun 30 katından fazla, yani 4500’ün üzerinde...
12 Eylül’de 1402 ile atılan tüm kamu çalışanlarının sayısı ise 5 binin altındaydı.
Bugün kamudan ihraç edilen memurların sayısı 100 bini aşıyor...
Türkiye timsahla yeni tanışıyor.
Gökçek’in itirafı!
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde dün yapılan FETÖ operasyonu sonrasında Başkan Melih Gökçek sosyal medya hesabından şu mesajları paylaştı:
“Darbe teşebbüsü sonrası Büyükşehir’den 218, EGO’dan 24, ASKİ’den 71, şirketlerden 59, ek dersli 20 kişi toplam 392 kişi açığa alındı.
Açığa alınan personel İçişleri Bakanlığı’na bildirildi ve Bakanlar Kurulu kararıyla işlemleri bitenlerin ilişiği kesildi.
En son bugün Ankara Başsavcılığı tarafından Büyükşehir ve bağlı kuruluşlarında ByLock kullanan 61 kişi göz altına alındı.
Gözaltına alınan 61 kişinin 23’ü açıkta veya ihraç edilmiş, 13 kişi ayrılmış, 3 emekli, 22 kişi ise alt düzey görevde...”
Gökçek diyor ki, ben gerçek temizliği 15 Temmuz’dan sonra yaptım, dünkü operasyonla gözaltına alınanlar önemsiz kalıntılardır...
Burada yine de bir ihmal veya suç itirafı var...
FETÖ ile mücadelede iktidarın koyduğu milat malum; 17-25 Aralık 2013’tür... FETÖ ile ilişkiyi bu tarihten sonra sürdürenler iktidara göre suçlu sayılıyor.
Melih Gökçek ne yapmış... FETÖ’cüleri 15 Temmuz’dan sonra temizlemiş.
Bu işi neden 17/25’ten 15 Temmuz’a kadar geçen 2.5 yıllık sürede yapmamış? Neden, kısa bir soruşturmayla ortaya çıkarılabilen veya zaten bilinen 392 FETÖ’cüyü 15 Temmuz’a kadar çalıştırmış? Bunun da bir izahı olmalı!
ATILIM
KHK ile işten atılmalarının ardından 76 gündür açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça için adaletin tecellisi beklenirken... İki mağdurun evleri basıldı, yakınları dövüldü, kendileri de tutuklandı... Anayasa 36. maddesinin başlığı “Hak arama hürriyeti” ibaresini taşıyor. Herkesin yargı mercileri önünde hakkını aramasını öngörüyor. Yargı çalışmıyorsa insanlar elbet açlık grevi de yapabilir. Nihayet aç kalan kendileri... Ancak anlaşılan iktidar hak aramanın hiçbir türlüsünü hoş görmüyor. Neydi AKP’nin son kongresinin sloganı:
“Her alanda atılım” “Demokrasi, değişim, reform”...
Kimin için demokrasi, kimin için reform? Onu da açıklamalılar...
OHAL “huzur ve refah tesis edilene kadar” sürecekmiş.
Amaç iktidarın huzur ve refahı olduğuna göre OHAL hiç bitmeyecek!
★ ★ ★
Cumhurbaşkanı AKP’lilerin de cumhurbaşkanı değilmiş demek ki
AKP’ye katılma gereği hissetmiş...
G.E
2 notes · View notes
gazetelinkmedya · 5 years
Text
Burhan Kuzu: Zindaşti konusu bir FETÖ kumpasıdır
Burhan Kuzu: Zindaşti konusu bir FETÖ kumpasıdır
Burhan Kuzu: Zindaşti konusu bir FETÖ kumpasıdır…
Eski AKP Milletvekili olan ve şimdilerde Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak görev yapan Prof. Dr. Burhan Kuzu, uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti’nin tahliyesi için birçok hakim ve savcıyı arayarak baskı yaptığına dair haber üzerine Twitter’da açıklama yaptı: “Zindaşti konusu, şahsıma karşı yürütülen ve AK Parti’ye zarar vermek istenen bir FETÖ…
View On WordPress
0 notes