Tumgik
#safiye ve naci
gundembuca · 2 years
Text
CHP izmir’de kimler milletvekili Aday Adayı?
Tumblr media
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), milletvekilliği aday adaylığı için belirlediği sürenin bugün dolmasıyla birlikte 210 kişinin başvurusunu kabul etti. Bu sayı, CHP tarihindeki en yüksek sayısı oldu. CHP, milletvekilliği aday adaylığı için erkeklerden 30 bin lira, kadınlar ve engellilerden ise 15 bin lira katkı ödeme istedi. CHP’li isimlerin arasında Atila Sertel, Tacettin Bayır, Murat Bakan, Ednan Arslan, Tuncay Özkan, Mahir Polat, Bedri Serter, Özcan Purçu, Kani Beko ve Kamil Okyay Sındır  bir önceki dönem Meclis’te görev almışlardı.
CHP'nin aday adayları
Rıfat Turuntay Nalbantoğlu, Gülseli Saatci, Safiye Zengin, Fecri Fikret Çelik, Tahsin Albayrak, Sema Pekdaş, Serpil Aşar, Kazım Yevimli, Tacettin Bayır, Murat Bakan, Ednan Arslan, Yusuf Serkan Çağlar, Eren Can Çelikkol, Güldem Atabay, Fulya Alçay, Sefer İpekci, Yaşar Erdoğdu, Adil Aydın, Ali Hıdır Uludağ, Menderes Çevrim, Gürsel Köse, Mürteza Çiçek, Birgül Değirmenci, Özgün Utku, Ahu Tahmilci Kalaycıoğlu, Mahir Alp, Mehmet Türkbay, Gürsel Özgür, Erkut Tamay, Saniye Nazik Işık, Zekiye Seda Sönmez, Sibel Uyar, İlker Alkız, Muhsin Kurt, Tapdık Emre Ökçün, Şahbal Aras, Serpil Öztürk, Devrim Barış Çelik, Mehmet Şakir Başak, Evren Laçin, Tuncay Özkan, Abdullah Cıstır, Ezgi Deniz Uranga, Şehmus Kayapınar, Ayşenur Demir, Kadircan Aydar, Nahide Demir, Musa Çam, Aydın Özcan, Selim Serdar Çağlı, Mehmet Sabri Fırat, Muhammet Ali Taşdemir, Birsel Yanılmaz Kaya, Kadir Çelenk, Ayşe Tuzlacı, Yüksel Yalova, Ali Yılmaz, Gökhan Yıldız, Misket Dikmen, Onur Utkan İlgi, Şevket Keser, Tahir Naci Akın, Canan Güllü, Mustafa Baydar, Zübeyde Nisa Karabacak, Ferhat Özmen, Levent Yetkin, Derya Tüjen, Haşim Koyun, Semiha Aslan Fletcher, Bekir Çakmak, Leman Deveci, Mahir Polat, Alev İldeniz, Nurgül Uçar Aktuğ, Selahattin Balta, Aytekin Yaz, Ekin Arık Özer, Hasan Sani Güneş, Emine Elgün, Murat Serdar Koç, Ebru Okay, Şener Akdemir, Umut Güngör, Armağan Tokdemir, Mustafa Ali Fırtına, Arif Fatih İlkeremek, Esin Doğan Metin, Mehmet Gönenç, Mahmut Eskiyörük, Ali Talay, Elfin Tataroğlu, Tanju Çelik, İsmail Altunkalem, Dursun Türkekul, Bedri Serter, Deniz Hozan, Engin Avunç, Çiğdem Kayacan, Özcan Durmaz, Fecri Alparslan, Ali Timis, Recep Çevik, Ilknur Ağaçdiken, Mehmet Can, Melike Özdemir Ballı, Emine Helil İnay Kınay, Filiz Taçbaş, Zeynel Tekin Hüseyin Şengül, Fisun Şenuzun Aykar , Rahmi Aşkın Türeli,  Nurşen Balçi, Ömer Mustafa Özal, Feyza Tiryaki, Melih Tiraş, Doğukan Demir, Taner Doğan, Sami Şen Kamil Okyay Sındır, Murtaza Çağlar, Hamdi Halis, Hakan Yazar, Öznur Kılıç, Alptuğ Sercan Gençtürk, Hüseyin Sabit Can, Bayram Ali Yukarı, Nehir Güler, Tanju Cenize,  Alaz Tan, Çeto Çamlıbel, Özgür Ali Karaduman, Muhammet Ibrahim Timur, Zafer Doğan, Ali Ihsan Akyol, Zekeriya Mutlu, Esma Armağan Ergün, Atilla Sertel, Mualla Akgün, Mustafa Kemal Öcal, Zeynep Altın, Nüsret Doğan Albayrak, Ismail Aysal, Turabi Değerli, Hüseyin Sezer, Cafer Konca, Alaaddin Kurt, Selma Saka, Ali Geyik, Emine Dendiz Başkurt, Hamdi Cemal Yilman, Faruk Bulut, Ayten Ekmekçi, Semra Canpolat, Şadiman Şenbalkan, Şafak Sol, Mehmet Salih Kadioğlu, Banu Özdemir Burak Kotan, Mehmet Necati Çetiner, Özcan Purçu, Hasan Arslan, Ayten Gülsever, Haci Ramazan Işıldak, Yaprak Yalçın, Osman Gölcük, Ibrahim Vural, Sevda Erdan Kılıç, Turgay Bozoğlu, Zeki Korkutata, Zait Yanar, Turgay Kaya, Ahmet Ersagun Yücel, Menekşe Ercan Pekel, Işıl Şanal Akgül, Halit Ensarioğlu, Erdoğan Çeçen, Aslı Ceren Tekışık, Dursun Yılmazkaraosmanoğlu, Ali Ercan, Ali Paşa Tan, Birsen Bayar, Aykut Teker, Mehmet Yıldız, Baran Seyhan, Serkan Demirel, Süleyman Sabri Polat, Mehmet Emin Nehrozoğlu, Kürşad Yılmaz, Onur Akın, Şevket Atalay Hakkaömeroğlu, Çağdaş Arslan, Nurettin Kizilkan, Deniz Yücel, Erdal Duman, Gülden Aslı Değirmenci Nilüfer Çınarlı Mutlu, Hüseyin Mutlu Akpınar Haydar Öztoprak, Nilay Kökkılınç, Altan İnanç, Sebahattin Özdemir, Hüseyin Saygili, Zeki Gürtürk Diyarbakir, Kani Beko,  Ibrahim Dönertaş, Yolcu Bilginç, Burak Akkol, Banu Gençkan, Orhan Selim Bayraktar. Read the full article
0 notes
sfkdemirci · 4 years
Text
Naci, benim hüzünlü kekim 💕
Tumblr media Tumblr media
11 notes · View notes
sensadecebosver · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
“Bir gün gidersen uzağa,kendini de getirir misin geri?”
“Ben nasıl gideyim ki,senden uzağa?”
7 notes · View notes
veradansatirlar · 4 years
Text
Naci ve Safiye der susarım🥰😌
6 notes · View notes
Text
Lekesiz Zihnin Sonsuz Gün Işığı
Tumblr media
Benim en sevdiğim filmin Eternal Sunshine Of The Spotless Mind olduğunu sağır sultan bile duymuştur herhalde, o kadar çok bahsederim, hiç değilse 10 kez izlemişimdir. Genellikle Şubat'ta izlerim (zira film Şubat ayı içerisinde geçiyor), bazen kışın başka zamanlarında ama asla yazın değil. Hâlâ izlememiş olanlar varsa başından uyarayım, devasa spoiler içeren bir yazı olacak. Hatta izlemiş olanlar için bile, sonlara doğru bir spoiler-ımsı var.
Genel kanının aksine, ben bu filmin mutlu bir film olduğu düşüncemin arkasındayım. Evet, "kıçımızdan gökkuşakları çıkıyor, gülmekten yanaklarımız ağrıyor." türünde değil belki, daha çok melankolik bir mutluluk, ama yine de gülümsetiyor. İnsanların depresif bir film olarak nitelendirmesine inanamıyorum.
Her şeyden öte, kış filmi olması bile sevmem için başlıca bir sebep, ben hep kış insanı oldum. Kış da değil hatta, Şubat'ta, yani en sevdiğim ayda geçiyor. Hayır, doğumgünüm Şubat'ta diye değil, Şubat ayı, 4 yılda bir gün sayısını değiştiren tuhaf bir ay olduğundan dolayı. Bir de zavallımı ölüleri onurlandırma zamanı ilan etmişler, efendime söyleyeyim uğursuz ay demişler bilmem ne. Takvimi güneşle senkronize tutmak için, "artık ay" diye bir kavram uydurmuşlar. Tüm bunlar bir kenara, şu an yaşadığımız saçma sapan kışlardan bahsetmiyorum ama, çocukluğumda Şubat, yılın en çok kar yağan ayıydı. Her doğumgünümde dizlerime kadar karlara saplandığımı, sömester tatili sonrası okulların habire kar yağışından dolayı tatil olmasını hatırlıyorum. Neyse...
Aşk içeren çoğu film gibi deniz kıyısında mum ışıklı sofralar, sıcak yaz gecelerinde uçuş uçuş elbiseli kadınlar gibi bir görsel teması yok bu filmin. Arka planda piyano eşliğinde söylenen romantik şarkılar çalmıyor. Bunlar varken aşktan bahsetmek çok kolay zaten, zor olan kar ve buzun ortasında, montlara bürünmüş insanlarla bu duyguyu verebilmek ki bence bunu çok güzel başarıyor, gerek Joel ve Clementine olsun, gerek Stan, Mary ve Dr. Mierzwiak olsun. Klasik "romantik" sahne tanımlarının çok dışına çıkıyor, nedir işte, kızla adam kavga eder, ya da ayrılır bilmem ne, kız ya bir yere gidiyordur adam son anda çıkar gelir (genellikle havaalanı) ya kız evdedir, dışarıda deli gibi yağmur yağıyordur, adam pencereden seslenir, sonra kız gelir, öpüşürler vesaire...Bunlar yok. Olan tek sevişme sahnesi bile, ( o da günümüzün konulu porno olmaya aday sevişme sahnelerinden çok uzak zaten) sahiden filmin gidişatı açısından önemli bir sahne, yani o sahne olmasa film eksik kalırdı. Clementine'ı anlayamazdık, ilişkiyi kafamızda tam oturtamazdık. Zaten bu filmi izlediğimden beri, ne zaman bir filmde böyle bir sahneye denk gelsem, bu sahneyi filmden atsak ne değişir diye kendime sorarım. Çoğunlukla hiçbir şey değişmez, sadece daha çok izlenme kaygısıyla, "Sex sells." mantığıyla araya sıkıştırılmıştır. Yani bu tarz bir şey izlemek istiyorsan internette başka kategorilerde bolca film mevcut diyeceğim ama, herkesin bir filmden beklentisi farklı tabi.
  Mesela benim beklentim bir filmi oturup annem babamla da rahatça izleyebilmek. Biz babamla, çok farklı dünya görüşleri (siyasi, dini, yaşam tarzı vb) olan iki insan olsak da, duygusal olarak çok benzeriz. Genelde aynı tür şeylerden etkileniriz. İkimiz de "intense" insanlarız, orta ayarı olmayan, "moderate" olamayan, impulsive insanlarız. (bunları Türkçe nasıl ifade ederim, bilemedim) Çabucak ağlarız, (hayatımda tanıdığım çoğu kadın babam kadar sık ağlamıyor), ikimiz de sevdiğimiz şeyi aşırı sever, sevmediğimizden nefret ederiz. Öyle olunca, ilginç olduğunu düşündüğüm bir şey olunca ya bunu babamla izleyeyim diye hevesleniyorum. Her şey çok güzel, konu çok ilginç ilerliyor falan... Bir anda, en alakasız yerde, oldukça detaylı (ve sesli) bir sevişme sahnesi. İleri alayım desen olmuyor, biter herhalde diyorsun bitmiyor, cehennem azabı gibi bir şey. Hepimiz, hiçbir şey olmuyormuş gibi farklı yönlere bakıyoruz bu olduğu zaman. O yüzden, sayın yönetmenler, eğer sahiden bir şeyler anlatmak, belli bir konu işlemek gibi dertleriniz varsa, rica ediyorum pornografik sevişme sahneleri ile filmin içine etmeyin. İki insanın seviştiğini anlayabilmemiz için olayın tamamını, her açıdan, her bir milimetrik detayı ile görmemiz gerekmiyor.
  Ay konuyu da çok dağıttım ama, böyle diyince aklıma ne geldi? Annemlerle Masumlar Apartmanı'nı izliyoruz birkaç bölümdür. Kızla adam, ne alakaysa, tanışır tanışmaz apar topar evlenmişler (öyle ya, evlilik dışı ilişkiye özendirmemek lazım(!)) Yani bu insanlar sevgili de değiller, resmi olarak evliler. Dizinin tam bir TRT dizisi olması ancak bu kadar belli olabilirdi çünkü yaklaşık 5-6 bölümdür izliyoruz, herhangi bir öpüşme sahnesi bile yoktu. Tam böyle bayağı ağır bir sahne oluyor, birbirlerinin ağzına bakıyorlar falan, diyorsun ki öpüşecekler, ı-ıh. Yaklaşıp sarılıyorlar uzun uzun. Hani birbirlerinin yüzünü kapatacak şekilde yaklaşıp, kameranın yavaş yavaş uzaklaştığı eski Türk filmi öpüşmesi olsa, ona da tamam ama, bayağı, öpüşmek diye bir eylemin olmadığı bir evrende geçiyor dizi. Cem Yılmaz'ın Anadolu Rock skecindeki libidosuz evren. Herkes ana, bacı, gardaş... Hadi Safiye'yle Naci tamam, tanıştıklarında liselilermiş, çok masummuşlar, araya da çok yıllar girmiş, artık 40lı yaşlardalar, ikisinin de sorunları var, tamam. Hadi  bu ikisinin herhangi bir fiziksel yakınlaşma (henüz) yaşamaması bu mantığa bağlanabilir. Ama İnci ve Han? Yeni evli, 25-30 yaşlarında, "deliler gibi aşık" bir çift? Yani bu iki insanın birbirini öpmekten bile imtina etmeleri nasıl bir mantığın ürünü, bilemiyorum...Apar topar ne sebeple evlendiler, onu da bilmiyorum açıkçası. Çünkü aynı evde de yaşamıyorlar. Pastaneye gidip çay içmek için nikah cüzdanı gerekmiyor benim bildiğim. (evet gerçekten de sadece bunu yapıyorlar genelde)
Sonra bir gece beraber kaldılar, hatta başka bir gün güya balayı yaptılar bir yerlere gidip, dedim ki herhalde o malum, sabah yatakta ikisi yan yana, yorganın üzerinden sanki çıplakmışlar gibi (niyeyse kollar da hep muntazam bir şekilde yorganın üstünde ve gövdenin iki yanında durur) gösterildiği bir "dün gece bu iki kişi cima etti." sahnesi olur, ı-ıh o da olmadı. Birbirlerinin dizlerine başlarını koydular, manzarayı izlediler falan. Karı-koca değil de, birbirlerine bir türlü açılamayan iki arkadaş gibi bir ilişki. Bir gerginlik, bir imalar, sonu bir yere varmayan uzun bakışmalar... Geçen bölümdü herhalde, kız, adama, çocuk mu yapsak dedi. Beni aldı bir gülme. Herhalde elele tutuşarak da çocuk yapılabileceğini TRT ekranlarında gösterecekler. Yani izlediğim en muhafazakar Türk dizisi olabilir, zira en geleneksel olanında bile "bu ikisinin bir cinsel hayatı da var" iması var hiç değilse, laf arasında da olsa. Bunda İnci ve Han'ın aslında Teletubbies oldukları ve cinsiyetsiz oldukları ortaya çıksa şaşırmayacağım. Neyse benim favorim zaten Safiye-Naci aşkı.Yani neticede, böyle de olmasın tabi ki. Her şeyin bir dengesi var.
Her neyse, İtörnıl Sanşayn Of Dı Sıpotlıs Maynd'a dönersem, çok tutkulu, 50 Shades of Grey tadında aşklar arıyorum diyorsan, bu film o film değil. Ama karakterlerin her birinin, diğerini sevmek için kendine has, biricik sebepleri var. Bu bunu şu yüzden sevmiş diyemiyorsun, bir kalıba koyamıyorsun. Hatta sevmiş ya da aşık olmuş bile diyemiyorsun, karışık, kompleks duygular var çünkü. Patrick için bile bu böyle. Düşünsene, beyninden eski sevgilisini silmek için para aldığın kızı beğeniyorsun, eski sevgilisinin ona yazdığı mektupları, aldığı hediyeleri falan çalıp, sanki sen yapmışsın tüm bunları gibi sana aşık olmasını umuyorsun. Buna aşk desen, değil, sevgi hiç değil, çapkınlık amacıyla yaptı desen, insan birini yatağa atmak için tüm bunları yapmaz. Değişik bir şey var yani ortada. İsim verilemeyen. Bir yandan aslında kendisini Joel ile kıyaslıyor, bu adam mı daha yakışıklı ben mi, bu ne biçim bir ev böyle vesaire gibi çamur atma çabaları var.  
Ya da Mary'nin Dr. Mierzwiak'a olan hayranlığı... Çok ironik, neredeyse trajikomik bu olay, çünkü Mary, adamın yaptığı işe hayran oluyor en çok. Yani tüm bu hafıza silme işi, adamın insanlara Mary'nin deyimiyle temiz bir sayfa açma imkanı sunuyor olması, onun bu güçlü tutkusunun en büyük sebebi. Oysa ki, ironik şekilde, hafızaların silinebiliyor olması, kendisinin (o bunu bilmese de) hayatına devam edememesinin, olduğu yerde kalmasının da sebebi. Çünkü hafızasını sildiremeseydi, aralarında yaşanıp biten ilişkiden dolayı, muhtemelen işini değiştirmek zorunda kalacaktı, adamın karısını bırakıp kendisiyle olmayı tercih etmemesiyle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Dr. Mierzwiak'in yaptığı ise biraz piçlik, çünkü kızın bu zaafını bilmesine rağmen onu yakınında tutuyor, ki Mary'nin çok vazgeçilmez bir rolü yok firmada. Örneğin Stan gibi, silme işlemini gerçekleştiren biri değil. Zaten Mary'nin kaset kaydındaki konuşmadan, hafızasını sildirmeye Dr. Mierzwiak ikna etmiş gibi anlaşılıyor biraz. Muhtemelen Mary'nin ilgisi hoşuna gittiği, egosunu okşadığı için onu yakınında tutmak istedi. Mary bunu öğrendiğinde çok öfkelenip herkese kasetlerini geri yollarak bir nevi tüm firmayı öldürmüş olsa da, aslında kendisi de Stan'i ilgisi hoşuna gittiği için yörüngesinde tutuyor.
  Stan içinse durum daha karmaşık, çünkü Mary bunu bilip bilmediğini sorduğunda sadece bir kere şüphelendiğini söylese de, ben aslında bildiğine inanıyorum. Çünkü Mierzwiak'in karısı gelip ikisini pencereden gördüğünde, Stan'e vurup "Çok teşekkkürler" diyor. Bu sahneye eskiden hiç anlam veremezdim, ama şimdi düşününce Stan'in bu durumun tekrar yaşanmasına engel olmasını beklediği için yaptığını düşünüyorum. Diğer türlü hem çok zalimce hem de çok aptalca çünkü. Kocanı başka bir kadınla öpüşürken yakaladın diye neden olaya şahit olan diğer bir insana vurasın ki yani, di mi? Aynı zamanda Stan ve Mierzwiak, yaptıkları işin aslında dünyada pek de bir şeyi değiştirmediğinin de farkındalar, çünkü Mary'nin yine de tekrar aşık olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla her gün, aslında kendilerinin de inanmadıkları bir işi yapmak zorundalar, ikisinin de film boyunca devam eden bezgin ve ölgün tavırlarının bundan kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Rob ve Carrie ise, Joel'un Clementine'la ilişkisinin sonlarında dönüştüklerinden korktuğu gibi bir çift. "Yürüyen ölülere benzeyen, herkesin acıyarak baktığı" o çift. Joel ve Clementine'ı benim için bu kadar özel yapan şeyse, ikisinde de kendimden bazı parçalar bulmam. Ve ilişki, çok gerçek bir ilişki. "Böylesi ancak filmlerde olur." dedirtecek bir ilişki değil. Zaten filmde genel olarak rüyamsı bir gerçeklik havası var, benim izlediğim en sahici film. Sanki film değil de birilerinin hayatını izliyormuşuz gibi Ama bir yandan da, hani çok detaylı bir rüyada bir yandan gerçekmiş gibi hissedersin ama bir yandan da öyle fantastik öğeler vardır ki, herhalde rüya diye düşünürsün, emin olamazsın, sanki rüyayla gerçeklik iç içe geçmiştir. İşte öyle bir duygu veriyor film. Nitekim yönetmen de tam da bunu amaçlamış ve bu etkiyi taratmak için filmde çoğu sahnede sadece ortamda mevcut olan ışık kullanılmış, ekstra aydınlatma kullanılmamış.
  Uzun süreli ilişkilerde heyecanın, arzunun, tutkunun, her ne ise onun, bitmesi kaçınılmazmış gibi genel bir algı var. Ne yalan söyleyeyim, ben de öyle düşünüyordum son bir iki yıla kadar. Bu sebeptendir ki hiçbir zaman uzun süreli mutlu olamayacağıma, çünkü ilişkinin aşk evresinden sevgiye geçişine adapte olamadığıma inanıyordum. İşler o evreye geldiğinde, ya o beni artık sevmiyor, ya da acaba ben artık onu sevmiyor muyum diye düşünmeye başlıyorum, boğuluyorum. Sonra dedim ki bu iş böyle olmuyor, ben bunu araştırayım. Bir psikolog teyzenin videosunu buldum, Esther Perel. Meğerse öyle olmak zorunda değilmiş. Uzuuun uzuun artık belki başka bir yazıda bahsederim, ama kısaca bu teyze diyor ki, insanlar olarak kabaca iki temel ihtiyacımız var; yenilik/bilinmezlik ve huzur/güven. Ama işte sıkıntı burada başlıyor çünkü genellikle bize güven veren insan, heyecan veremiyor, veya en başta yenilik dolu olan ilişki, tanıdıkça, bilinmezlikler azaldıkça güven ve huzur vermeye başlıyor, ki bu bir aile olmak açısından çok güzel, ama aynı zamanda "çift" olma açısından kötü. O yüzden iki insanın zaman zaman ayrı kalması, zaman zaman birbirine yabancı olması gerekiyor ki partnerine dışarıdan yeni bir gözle bakabilsin.
  Mesela hayatta en anlam veremediğim şeylerden biri, insanların birini çok sevdiklerini iddia ederken o kişiyi aldatmalarıydı, aldatıyorsa sevmiyordur derdim hep, teyze sağolsun bu konuyu da aydınlatıyor. İşin aslı, genellikle zaten seven insanlar aldatıyormuş, çünkü artık sevmeyen kişi zaten ilişkiyi bitirip gidiyor, yeni ilişkilere öyle yelken açıyor. Artık diğerine zaman ayırmak istemiyor. Aldatan ise, hala mevcut partnerini seviyor, hala onunla vakit geçirmek istiyor,yaşanmışlıkları var, fakat, bir yandan da bilinmezlik/yenilik ihtiyacı ağır basıyor, mevcut ilişkisi tam anlamıyla tatmin etmiyor, mutsuz oluyor. Tatmin edici ilişkisi olmayan insanlar da bu noktada ikiye ayrılıyor zaten, ya tam anlamıyla mutlu olmayacağını kabul edip, başka sebeplerden dolayı (örneğin çocuk) ilişkiye devam ediyor, ya da hem o huzur/güveni korumak hem de yenilik elde etmek adına aldatıyor. Burada bahsedilen yenilik sadece karşı tarafa yönelik bir şey değil aslında, aynı zamanda bize kendimizi başka bir insan gibi hissettirecek yeni biri, kendimizi de yeni gözlerle görebilmek. Yüzde yüz tatmin edici, mutlu bir ilişki için bu iki ihtiyacın farkında olmak gerekiyor-muş.
Peki ben tüm bunları niye anlattım? Çünkü Joel ve Clementine'ın, insanın bu iki ihtiyacını mükemmel temsil ettiğini düşünüyorum. Clementine; yenilik, farklılık, Joel; huzur, güven şeklinde.
Belki de olaya Joel'un gözünden baktığımız için (onun anılarını izliyoruz), Clementine daha detaylı hayat bulmuş filmde. Nasıl bir insan olduğuna dair çok daha fazla ayrıntı var, Joel'a kıyasla. Öte yandan, Joel'un annesi ile büyüdüğünü, arkadaşlarını vesaire görürken, Clementine'ın Joel dışındaki hayatıyla ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Ben mesela, neden "nice(hoş)" kelimesiyle alakalı bu kadar takıntılı olduğunu bilmek isterdim. Sonuçta, ikisi de çok yalnız insanlar ve herhangi bir kişinin doldurabileceği bir yalnızlık değil bu. Joel'un Rob ve Carrie ile yaptığı kopuk, yüzeysel konuşmalar, "Belki de Naomi'ye geri dönmeliyim" diye düşünmesi, ya da Clementine'ın Patrick ile olan ilişkisi. Bunlar yalnızlıklarını giderme çabaları bana göre. İlişkilerinin ilk zamanlarında gerçekten de "birbirinin yalnızlığına iyi gelebilen" iki insanken (ki bu derece yalnız insanlar için böyle kişiler nadirdir), ayrılmaya yakın, ilişki içinde yalnız kalıyorlar artık.
  Bu kopuşun sebebi net değil, belki her şeyden biraz biraz. Clementine, Joel'un tekrar yakınlaşma, onu güldürme çabalarına artık sadece öfkeleniyor, ama bir yandan Clementine'ın malum "yatakta Joel'in yanında kahve içme" sahnesinde söylediklerinde aslında haklı olduğunu da sonlara doğru görüyoruz, çünkü kendisi en utanç verici anlarını Joel ile paylaşmışken, Joel çocukken bir güvercin öldürdüğü anısını ancak onu saklamak, sildirmemek için başka çaresi kalmadığında paylaşıyor. Onunla da paylaşmıyor hatta, işte zihnindeki Clementine imgesi ile paylaşıyor. Yani, Clementine'ın açık ve derin paylaşım isteğine kayıtsız kalması, hatta bunu "Sürekli konuşmak iletişim kurmak değildir." diye nitelendirmesi, Clementine'ı itiyor. Clementine ise, zaten çocuksu,dürtüsel bir karakter ve uzun süreli ilişkinin getirdiği kaçınılmaz rutini, tekdüzeliği, sorumluluğu taşıyabilecek bir insan değil, ilişkiye gerçekçi bir gözle bakmıyor. Haliyle, çocuk yapmak istediğini söylediğinde Joel'un böyle bir şey için hazır olduğuna inanıyor musun gerçekten diye sorması kaçınılmaz. Ona bu konuda güvenmiyor, inanmıyor olması da Clementine'ı zedeliyor, çünkü o harika bir anne olacağına inanıyor. Ona hiç inanmadığını, çocukluğuna dair anıya Clementine'ı yerleştirdiğinde de görüyoruz zaten, bir çocukla nasıl konuşması, nasıl ilgilenmesi gerektiğini bilmeden beceriksizce debeleniyor o sonradan yaratılmış anıda.
  Benim en sevdiğim ayrıntı ise, Clementine'ın "manic pixie dream girl" olma rolüne karşı çıkması. Bu kadın tipini başka filmlerden de biliriz (Yes Man mesela), adamın çok tekdüze, sıkıcı bir hayatı vardır, kendisi de dümdüz bir adamdır zaten, derken her şeyin kötü gittiği o dönemde, bir anda hayatına çok renkli, canlı (dış görünüm), belki biraz çocuksu, kesinlikle biraz kaçık, değişik bir kız girer. Adamın tüm sorunları yavaş yavaş çözülmeye başlar, bir anda hayatı renklenir. Sanki bu kadının dünyaya geliş amacı, adamın hayatını renklendirmektir, sanki kendine ait başka bir hayatı, kendine ait duyguları yoktur, olamaz. Genellikle de bu kızla ilişkisi sürmez, ya bir seyahat, aynı yerde olamama durumu söz konusudur, ya da başka engeller vardır, ama neticede bu kız, adamın hayatını geçireceği kadın değildir.
Clementine ise karşı çıkıyor kendisine bu rolün verilmesine, filme dair benim en sevdiğim diyalog ile:
“Too many guys think I'm a concept, or I complete them, or I'm gonna make them alive. But I'm just a fucked-up girl who's lookin' for my own peace of mind; don't assign me yours.”
Ama tabii ki, Joel bunu ciddiye almıyor, bunu hem anıları silinirken, "Bu konuşmadan sonra bile yine de hâlâ beni kurtaracağını düşündüm." demesinden, hem de Mary'nin gönderdiği kasetteki konuşmasından anlıyoruz, Clementine'ın çok farklı göründüğünden, kişiliğiyle onu sıradanlıktan kurtaracakmış gibi göründüğünden falan bahsediyor. O kasetler zaten çok güzel bir ters köşe yapıyor, çünkü Joel'un anılarının silinmesini izlerken, çoğunlukla ilişkinin güzel yanlarına şahit oluyoruz, ne de olsa ilk tanıştıkları güne kadar gidiyoruz. Öyle ki, kendisi bile işin ortasında vazgeçiyor sildirmekten. Sonra bu kasetler geliyor ve bam! Clementine artık nasıl onun yüzünü görmeye bile tahammül edemediğinden, onun kendisini dönüştürdüğü kişiyi sevmediğinden, çok sıkıcı olduğundan vesaire bahsediyor ki sildirmek için bunu bile bir sebep olarak yeterli görüyor. Esas sebep bu değil tabii ki,  esas sebep dışarıya yalnız çıktığı gece Joel'un ona bu gece muhtemelen birileriyle yatttığını, çünkü bunun onun insanlara kendini sevdirme yöntemi olduğunu söylemiş olması. O incinmişlikle, bir anlık bir kararla sildiriyor Joel'u.
  İlişkide sıkılmış hissetmesi hiç de şaşırtıcı değil aslında, çünkü belli ki daha önce böyle bir ilişki yaşamamış, bunu Patrick'e "Daha önce hiç bana böyle hediyeler alan birisiyle çıkmamıştım" demesinden anlıyoruz. Güvenli bağlanmayı bilmeyen insanlar (ki Clementine apaçık ki bilmiyor) her zaman gerçekten bağlanabilecekleri bir ilişkinin özlemini duyarlar ama sonunda bir şekilde o ilişkiye ulaştıklarında, buna o kadar alışkın değillerdir ki, ne yapacaklarını bilemezler. Hayattaki en büyük sınav da bu değil mi zaten, bir insanın hayalini kurduğu o büyük şey ne ise ona ulaştığında olacaklar. Çoğu insan o noktada boşluğa düşüyor, istediği şeyin hayaline alışmışken gerçeğiyle ne yapacağını bilmiyor, gerçek ile başa çıkamıyor.
Bu Joel için de geçerli, ilişkide genel olarak sanki "kovalayan taraf" o görünüyor ama, sonunda, filmdeki yeri çok önemli olan o sevişme sahnesinde, Clementine belli ki onun için çok ağır olan geçmişini ağlayarak paylaştığında, çocukken ne kadar yalnız olduğunu anlatıp "Beni asla bırakma" dediği noktada Joel artık kovalayan taraf değil. Artık bir nevi onu "kazanmış" oldu, artık o, kaybedilmek istenilmeyen kişi. Ama sonunda bunu elde ettiğinde, o kırılganlık, hatta belki teslimiyet artık çok da istediği bir şey değil, çünkü artık onun karanlık yüzünü, tüm o heyecanın, maceranın arkasındaki yüzünü görmüş oldu. Artık Clementine "cool" değil, çünkü gardını tamamen indirdi. Clementine'ın kendi kasedinde "Beni dönüştürdüğü kişiyi sevmiyorum" derken de bunu kastettiğini düşünüyorum.
  Sonuçta, çok yüce, hatta ulaşılmaz bir yere koyduğu kadının, artık kendisi için ulaşılabilir olması, özgüvensizliklerini ortaya sermesi, onun karşısında bu kadar savunmasız olması hatta ona ihtiyaç duyuyor olması, elde ettikten sonra artık değerli değil. Ve hatta öyle ki, kasetteki konuşmasında o son geceden "Seks değildi, acıklıydı." diye aşağılayarak bahsediyor, hatta "Clementine o kadar özgüvensiz ki, onu eninde sonunda yatağa atarsın ahbap." bile diyor. Yani film bize bir ilişkinin hem en güzel, hem de en rezalet yanlarını gösteriyor, insanın ne kadar sevmiş olursa olsun, kırgın olduğu bir kişiden bahsederken ne kadar acımasız olabileceğini.
  Sonunda geliyoruz benim en sevdiğim sahneye:
Artık ikisi de birbirleri hakkında olabilecek en kötü şeyleri söylediklerini duyduktan sonra, yine de beraber olmayı istedikleri sahne. "Muhtemelen" yaşanacak her şeyi bilmelerine rağmen, yine de karşılıklı "Okay." diyip gülebilmeleri, gözyaşları eşliğinde. Beni çok etkileyen bir sahne çünkü bir çok insan, sonunu bilseydi, bir çok ilişki daha en baştan hiç başlamazdı. Burada ise, ikisi sonunun muhtemelen nasıl olacağını biliyorlar, ya buna gerçekten değer diye düşünüyorlar, ya da belki bu defa her şeyi önceden bildiğimiz göre farklı olur diye umuyorlar. Neticede insana umut veren bir sahne, iki insanın bir ilişkinin başına gelebilecek en kötü şeyleri yaşayıp, birbirinin en kötü haline şahit olup yine de beraber olmayı istemesi. Eğer bazı şeyler farklı olacak ve bu defa aynı şeyleri yaşamayacaklar ise ekstra güzel olurdu. Belki bu bir ilişki kurtarma hizmeti bile olabilirdi, halihazırda birbirini seven ama sorunlar yaşayan iki insanı alıp bak şunları şunları yapmıştınız şöyle oldu demek. Hatırlamadıkları için birbirlerine karşı hiçbir olumsuz duyguları olmazken, nasıl davranmaları gerektiğiyle alakalı bir bilgi olacak ellerinde. Bence şahane hizmet.
Filmle alakalı spoiler-ımsı dediğim de şuydu; bir blogda, orjinal metinde bunun 15inci tanışmaları olduğunu ve birbirlerini defalarca sildirmiş olduklarını okudum. Kaynağını çok araştırmadım açıkçası, çünkü tüm kalbimle doğru olmadığına inanmak istiyorum :(
Tekrar tanışıp yine aşık olmuş olmalarına gelirsek, ben bunun hiç de mucizevi ya da "Bak birini gerçekten seversen sildirsen de unutamıyorsun" gibi saçmalık düzeyinde romantik olduğunu düşünmüyorum, aksine bence çok gerçekçi ve mantıklı tekrar aşık olmaları. Hatta belki sildirmeselerdi birbirlerini unutmaları daha kesin olurdu zira karşılaşabilecekleri yerlerden uzak dururlardı. "Zamanla unutursun." gibi lafların elbette gerçeklik payı var, zamanla unutursun çünkü zaman geçtikçe değişir ve başka bir insan olursun. Değiştiğin oranda da eskiden sana çekici gelen insanlar artık gelmemeye başlar. Burada ise "hayatını olduğu gibi koruyarak sadece bir kişiyi silme" söz konusu, e sen aynı insansan, aynı yerde çalışıyor, aynı şeyleri yapıyor, aynı yerlere gidiyorsan, tabi ki aynı kişiyle tanışınca aşık olursun. Keza Mary de sildirdi ama aynı yerde çalışmaya devam etti. Sahildeki evdeki o vedalaşma sahnesinde "Benimle Montauk'ta buluş" diyen de Joel'un kendi bilinçaltaydı, çünkü zaten sildirmek istemiyordu, işlemin ortasında iptal etmek için uğraşmıştı. Dolayısıyla kendi zihni onu o trene bindirdi, "Bak sen şu kaderin işine" gibi bir durum söz konusu değil yani.
  Sonrası zaten final, karla kaplı sahilde, kar yağarken koşmaları. Benim gibi kar ve kış aşığı bir insan için zaten kendi başına bile izlemesi zevkli bir manzara bu. Ayrıca evet, ben de kumun abartıldığını ve sadece küçük taşlardan ibaret olduğunu düşünüyorum. Ve hatta arttırıyorum, deniz de büyük bir su birikintisinden öte değil benim için :) Üstüne üstlük arkada Everybody's Gotta Learn Sometime çalıyor, daha çok uyan bir şarkı olamazdı herhalde. Bu vesileyle, bu şarkıyı Beck'ten dinleme imkanını bize sunmayan Spotify'a (ya da bunun sorumlusu kimse ona) da derin kırgınlığımı belirtmek isterim. Bu filmin ismini Türkçe’ye Sil Baştan olarak çeviren kişilere de ayrıca kırgınım.
İşte böyle.
4 notes · View notes
mustafasalihbozok · 5 years
Text
Tumblr media
https://youtu.be/ASdYQM7SrOs
Naci Sadulla,teyzem latife uşşakizade nin dayısı idi .
O dönemin zehir gibi gazetecisi, Uşakizade soyundan Naci Sadullah kırk yaşlarındayken askere alınacağını duyunca, Bodrum'a gelip, Halikarnas Balıkçısı'nın evinde saklanıyor..
Bu sıralarda bir gün Bodrum'a çok özel bir insan çıkageldi : Safiye Ayla.. Bodrum ayağa kalktı. Safiye Ayla o yıllarda, İstanbul'daki entelektüel çevrede etkin bir kişiydi. Gazeteci Naci Sadullah (Danış) ile arasında bir gönül ilişkisi olduğu biliniyordu. Safiye Ayla, Naci Sadullah'ın Bodrum'a geldiğini öğrenir öğrenmez, onu kaçmakla bir yere varılmayacağına ikna etmek için o kadar yolu göze almış, Bodrum'a gelmişti..
Bodrum'da kaldığı birkaç gün içinde, kaptanı, tayfası, süngercisi, sucusu herkes Safiye'ye âşık olmuştu. "Samut" dedikleri bir sağır-dilsiz bile, delice bağlandı ona.. Bir gün elinde bir yüzükle babama geldi. Safiye Ayla ile nişanlanmak için babama işaretlerle yalvarıyordu. Babam ise şaşkın, izliyordu onu..
O günlerde verilecek bir balo için Safiye Ayla baş misafir olarak davet edildi. O da arkadaşları davet edildiği takdirde baloya katılabileceğini söyleyince, hemen kabul edildi.
Balo gecesi Naci Sadullah, babam ve beni de alarak belediyenin bahçesinde verilecek baloya gittik. Bizi çok güzel bir yere oturttular, bütün başlar bize döndü. Sonra bir kaynaşma ve fısıltı başladı. Meğerse görevli birinin, "Kim davet etti bu komünistleri, neden buradalar ?" sözleri yayılmış. Bunu duyan Safiye Ayla, "Arkadaşlarımın istenmediği yerde ben de yokum," diyerek ayağa kalktı ; hepimiz çıktık, bizim eve doğru yürümeye başladık. Bir de baktık ki, baloda bulunanlar bizim arkamızdan kalkmış, bizi takip ediyorlar. Safiye Ayla'yı dinlemek için can atıyorlar. O gece Safiye Öyle bir duygulandı ve etkilendi ki..
Bizim eve geldik. Deniz üzerindeki avlumuza ve kayıklara doluştu insanlar. Evin önü, deniz, kayıklarla dolu. Bizim avluya bir masa kondu. Safiye Ayla masanın üzerine çıktı, tüm benliğiyle, yüreğiyle, büyük bir heyecanla birbiri arkasına, sevilen şarkılarını (Sarı Kurdelem Sarı, Turnalar Uçun, Menekşelendi Sular Gecenin Issızlığında, Çile Bülbülüm Çile..) söylüyor ; insanlarda çıt yok, sadece gözyaşı ve alkış. Safiye Ayla daha da etkilendi, iyice coştu, devam etti..
Yıllar sonra Safiye Ayla anılarını anlatırken, yaşamı boyunca verdiği konserlerin içinde Bodrum konserinin en anlamlısı olduğunu söylemiştir.. (İSMET KABAAĞAÇLI NOONAN, "Halikarnas Balıkçısı'nın Kızından ANILAR AKIN AKIN", Bilgi Yayınevi, 2010, S. 213-214)
12 notes · View notes
netbilge · 2 years
Text
Masumlar Apartmanı 65. Bölüm full TRT 1 canlı yayın tek parça izle
Masumlar Apartmanı 65. Bölüm full TRT 1 canlı yayın tek parça izle
Masumlar Apartmanı 65. Bölüm full TRT 1 canlı yayın tek parça izle Naci, Safiye’nin daha iyi olduğunu görünce çok sevinir ve dayanamayıp kapısına gider. Doktor hanım, Safiye’nin evi yaşanır hale getirmesi için ona destek olur ancak Safiye bunu başarabileceğinden emin değildir. Bir yandan da Hasibe’nin sesini bastırmakta zorlanırken, gece evde hiç ummadığı biriyle burun buruna gelir. Ceylan,…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
aydinrehberi · 3 years
Text
Paklar Apartmanı oyuncuları isimleri ve yaşları araştırılan hususlar ortasında yer alıyor. Diziseverlerin merakla beklediği Paklar Apartmanı, bu akşam yeni kısmıyla ekranlardaki yerini alacak. Günahsızlar Apartmanı dizisi izlemek isteyen izleyiciler, Mas... Paklar Apartmanı oyuncuları isimleri ve yaşları araştırılan hususlar ortasında yer alıyor. Diziseverlerin merakla beklediği Paklar Apartmanı, bu akşam yeni kısmıyla ekranlardaki yerini alacak. Günahsızlar Apartmanı dizisi izlemek isteyen izleyiciler, Paklar Apartmanı oyuncu takımını araştırıyor. Paklar Apartmanı Naci, Ceylan, Hayal, Neriman, Anne, Mazo kim?GÜNAHSIZLAR APARTMANI OYUNCULARISafiye Derenoğlu (Ezgi Mola) : Hikmet ile Hasibe'nin birinci çocuğu ve birinci kızı, Gülben, Han ve Neriman'ın ablasıdır. Annesinin baskıları ile büyümüştür. Naci'ye aşıktır. Paklık konusunda çok titizdir, her şeyi dört defa yıkamaktadır. Sevmediği herkese lakap takmaktadır. Kendine "Deli Dudu" der, dışarıdan sert ve duygusuz biri olarak gözükür fakat epeyce duygusal biridir. Çok korumacıdır. Annesinden nefret etmesine karşın onun kıyafetlerini giymekte ve daima onun hayalini görmektedir. Küçük iken tabip olmak istemekteydi. Fakat annesi yüzünden olamamıştır. Konuttan dışarı pek çıkmadığı üzere kimseyi konutuna sokmaz ve kimsenin kendisine dokunmasına müsaade vermez.Han Derenoğlu (Birkan Sokullu) : Hikmet ile Hasibe'nin üçüncü çocuğu ve tek erkek çocuğudur. İnci'nin eski eşi, Safiye ile Gülben'in kardeşi, Neriman'ın ağabeyidir. Annesinin baskısı ile yurtta büyümüştür. Babasının şirketinin Ceo'sudur. Geceleri çöp karıştırmaktadır. Ceo olmasına karşın iş ile pek ilgilenmez, meskende bile kadro elbise giyer.Gülben Derenoğlu (Merve Dizdar) : Hikmet ile Hasibe'nin ikinci kızıdır. Safiye'nin kardeşi, Han ve Neriman'ın ablasıdır. Annesinin baskıları ile büyümüştür. Esat'a aşıktır. Hayalperest, hassas ve duygusal biridir.Düş (Melisa Şenolsun) : Esra'nın kuzenidir. Han'a aşıktır. Annesi ile üvey babası yüzünden hiç anlaşamaz. Derenoğlu ailesinin konutunu dinlemektedir.Ceylan Ongun (Aslıhan Gürbüz) : Han'ın eski nişanlısı.Mazo (Armağan Oğuz)Ege (Emir Özden)Esat (Uğur Uzunel)Hikmet (Metin Çoşkun)Esra (Esra Ruşan)Memduh (Atilla Şendil)Esat (Uğur Uzunel)Neriman (Gizem Katmer)GÜNAHSIZLAR APARTMANI KONUSUGerçek bir hayat öyküsü olan "Masumlar Apartmanı", Dr. Gülseren Budayıcıoğlu'nun "Madalyonun içi" romanından esinlenerek hazırlandı.Muhafazacı dedesi ve erkek kardeşiyle birlikte yaşayan İnci'nin hayatı (Farah Zeynep Abdullah), yaptığı bir kazayla değişecektir. İnci'nin karışacağı kazada onu Han (Birkan Sokullu) ve büyük sırlarla dolu ailesi beklemektedir. Han'ın ömrü takıntılarla dolu olan ablaları Safiye (Ezgi Mola) ve Gülben'in (Merve Dizdar) kıymetli ölçüde korkusu ise kardeşlerini kaybetmektir. "Aşk", İnci ve Han'ın her şeye karşın birbirlerinden kopmasına pürüz olacak mıdır?Paklar Apartmanı,Han,Annesi ve daha fazla aydın haber yazıları okumak için Diziler sayfasını ziyaret edebilirsiniz. https://rehberaydin.com/masumlar-apartmani-oyunculari-masumlar-apartmani-naci-ceylan-ruya-neriman-anne-mazo-kim-masumlar-apartmani-oyuncu-kadrosu/?feed_id=14653&_unique_id=62155526ccec6
0 notes
enbabaradyo · 4 years
Text
Masumlar Apartmanı'nda Safiye ile Naci'nin buluşması sosyal medyada gündem oldu
Masumlar Apartmanı’nda Safiye ile Naci’nin buluşması sosyal medyada gündem oldu
Masumlar Apartmanı 22’nci bölümüyle ekrana geldi. Safiye yıllar sonra Naci’yle birlikte dışarı çıkarken, sürpriz yapan Naci çay sofrası hazırladı. Safiye ve Naci’nin romantik anları sosyal medyada gündem olurken, Han’ın eski sevgilisi Ceylan’ı eve getirdiği ortaya çıktı. İnci’yle kavga eden Han eski kıyafetleriyle çöpün başında Esra’ya yakalandı.
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ozamanbenyokum · 4 years
Text
Tadı Kalmayanlar
Salı günü aklıma gelen, ama hadi Sadakatsiz’i de izleyeyim öyle yazayım dediğim yazıdan merhaba. Başlıktan da anlaşılacağı üzere tadı kalmayan dizilerden bahsedeceğim bugün biraz. İlk olarak Cansu Dere ve Caner Cindoruk’un başrollerini paylaştığı, tanıtım fragmanı büyük yankı uyandıran, yabancı diziden uyarlanmış, bir aldatma hikayesi olan Sadakatsiz. Dizinin ilk 8 bölümü bana göre gayet güzeldi. Hadi 10 diyelim. Fakat son haftalarda düşüşte. 
Tanıtım fragmanında yayınlanan sahnenin ardından düşüşe geçti bana göre. Çünkü neredeyse herkes o anı bekliyor gibiydi. Başrol kadın, kendisini aldattığı eşini rezil ederek, havalı bir şekilde çıkıp, gidiyor. Cansu Dere, çok güzel ve çok havalı biri. “Asya” karakteri cuk diye oturmuş üstüne. Asya’nın intikamı sadece bununla da kalmadı elbet. Eski eşine ve eşinin sevgilisine Tekirdağ’ı dar etti, beş parasız kaldılar ve kaçtılar.
Uyarlama da olsa bizim dizimiz olduğunu belli ettiler (gerçi dizinin orijinalinde de belki durum böyledir, izlemedim, fikrim yok). Volkan ve sevgilisi, Amerika’ya kaçar. Amerika’da Volkan çok ünlü ve zengin olur, iki yıl içinde! (Hem de Amerika’da ve iki yıl içinde, hem de hiç paraları yokken?) Dizi işte, oluyor demek ki. Her neyse bunlar yıllar sonra yuvaya evli ve çocuklu olarak dönerler. Tekirdağ’ın tapusu ellerindeymiş gibi davranırlar. Ve Volkan’ın, eski eşini Tekirdağ’dan gönderme girişimleri başlar. 
Dizinin dünkü bölümünü izlerken gram keyif almadım. Birkaç haftadır almıyordum gerçi, belki bu hafta düzelir dedim, düzelmedi. Artık izlemem, çarşamba günlerine yeni bir şeyler keşfetmem lazım.
Masumlar Apartmanı-
İkinci dizimiz, ilk bölümü yayınlanmadan ismi birkaç kez değiştirilen ‘Masumlar Apartmanı’
2005 yılında Yaprak Dökümü ile başlayan roman kitaplarından uyarlama dizileri hatırlarsınız. 2007 yılında yine bir Reşat Nuri Güntekin eseri olan Dudaktan Kalbe. 2008 yılında ise Aşk-ı Memnu. Ve daha sonra Çalıkuşu. Açıkça söylemek gerekirse gayet de hoş idi. Bir Türk dizisi izleyicisi olarak Çalıkuşu hariç diğerlerini izledim. Eylül’de ise iki ayrı kanalda gerçek hayat hikayelerinden uyarlanmış diziler başladı. Biri ‘Masumlar Apartmanı’ diğeri  ‘Kırmızı Oda’. Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarından esinlenilmiş bu iki dizinin içerikleri ise birbirinden farklı. Kırmızı Oda’yı izlerken, kendinizi seanstaymış gibi hissediyorsunuz. Alya’nın hikayesinden sonra izlemeyi bıraktım.
Masumlar Apartmanı ise bildiğimiz dizi. Bir ailenin yaşam hikayesi. Sevme ve sevilmenin ne denli önemli olduğunu vurguluyor. Sevgisizliğin, sevilmemenin insanlar üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor. Aslında tüm psikolojik hastalıkların, obsesyonların, şüpheciliğin sebebinin sevgisizlikten kaynaklandığını anlıyorsunuz. 
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” Tolstoy’un ‘Anna Karenina’ adlı eserinin ilk giriş cümlesi. Dizide anlatılan aileye o kadar uygun ki. Ailedeki herkes mutsuz. Baba, Safiye, Han, Gülben, Neriman... Herkesin mutsuzluğu kendine has. Bir dizide ilk defa belki de insanlar aşk hikayesi görmekten başka şeylere odaklandılar. Safiye’nin titizliğine, Gülben’in saf ve masum aşkına, Han’ın evdeki onca titizliğe başkaldırı olarak geceleri çöp toplamasına, Neriman’ın o güzel kalbine. Han ve İnci’nin aşkı ikinci planda kaldı. Hele ki Safiye’nin tek aşkı Naci geldiğinde, Han ve İnci’den eser kalmadı. Kitapta ölen Naci’nin dizide yaşatılması güzel olmuştu. Fakat yine imkansızlıklar büyük aşkın peşini bırakmıyordu. 
Oyunculuklar gerçekten müthiş. Safiye’yi canlandıran Ezgi Mola, Gülben’e hayat veren Merve Dizdar. Yalnız bazıları unutuyor, ama ben yazayım. Ara sıra görülen, Safiye’nin hayatını dar eden, onu kirlenmişlikle suçlayan anne Hasibe’ye can veren Açelya Devrim Yılhan. Gerçekten tebrik ediyorum. Kocan tarafından sevilmeyip, sayılmamanın acısını nasıl çıkartıyorsun kızından. Ve böyle insanlar var. Kendi mutsuzluğunu çocuklarına aktaranlar.
Dizinin salı günü yayınlanan bölümü güzeldi aslında. Fakat, eski tadı yoktu gibi düşünüyorum. Bilmiyorum. Safiye ve Naci’nin aşkının imkansız olmamasını isterdim. Sonra Gülben de artık sevilsin istiyorum. İnci ve Han’ın o vıcık vıcık romantizmi bu bölüm yoktu, mutluyduk. Alıştığım için mi eski tadı kalmamış gibi hissediyorum acaba? Olabilir, yine de eski tadı kalmasa bile şahane oyunculuklar için izlenir.
0 notes
sfkdemirci · 4 years
Text
"Söz..."
Tumblr media Tumblr media
14 notes · View notes
sybllll · 4 years
Text
Tumblr media
AYAKKABISI OLMAYAN ŞAİR
Naci Sadullah, Ambasador Gazinosu’nu aradı. Ses sanatkârına “Eğer bu akşam sahne alacaksanız sizi dinlemeye bir şair dostumuzu getireceğim” dedi. Ses sanatkârı hanımefendi “Elbette” diye karşılık verdi.
O gece Naci Bey ve Şair dostu Ambasador Gazinosu’na gitti. Sanatkârı dinledi Şair. Büyülendi. Sesine aşık oldu.
Birkaç gün geçti. Haksız yere hapse attılar Şair’i. Eşi dostu geliyor “Ne getireyim?” diye soruyorlardı. Şair “Nutuk” dedi, Atatürk’ün Nutuk’unu getirdiler. Nutuk onun referansı oldu ve bir ‘destan’ yazmaya başladı. Bir süre sonra sağlık sorunlarından ötürü Yakacık Sanatoryumu’na yatırıldı Şair. Doktor “Hasta bu, hapis yatamaz” dedi. Tahliye edilecekti.
Naci havadisi alır almaz arkadaşlarına “Çıkıyor bizim Şair” diye müjdeledi. Fakat bir sorun vardı. Şair’in ayakkabısı çok eprimiş ve insan içine çıkılacak gibi değildi. Naci, ses sanatkârı da dâhil olmak üzere eşten dosttan para topladı ve Şair’e bir çift ayakkabı aldı.
Ayakkabıyla birlikte Yakacık’a gittiler, verdiler pabuçları. Bir çocuk gibi sevindi Şair.
Ses sanatkârı anılarında o günü şöyle anlattı;
"Bizi bekliyordu üstat. Tıraş olmuş, giyinip kuşanmıştı. Ama ayaklarında terlik vardı. Tabanı delik, dikişleri sökük ayakkabılarını da, ne olur ne olmaz diye boyayıp hazır etmişti. Bizi görünce, gözlerinde sevinç ışıkları belirdi. Yakacık'tan yola çıktığımızda, bayram yerine giden çocuklar gibi şendik! Özgürlüğün tadını çıkaran Şair; insanlara, evlere, ağaçlara, kuşlara, bulutlara, gözleriyle okşar gibi bakıyordu.”
Yakacık’tan aldılar Şairi. Ahbapları olan Sertel ailesine gittiler. Sofradalarken Şair, Atatürk’ün Nutuk eserinden faydalanarak yazdığı destanın içinden bir şiir okudu. Sofradaki herkes büyülenmişti. Ses sanatkârı ‘Keşke Atatürk de vefat etmeden evvel bunu dinleyebilseydi’ dedi. Sofradaki herkes aynı düşüncedeydi, bir tek Şair hariç…
Naci Sadullah, Şair hapisteyken bu destanı kitap olarak yayınlatmak istemiş ama Şair razı olmamıştı. Şair’in reddetme gerekçesi de şuydu; 'Bu destan yayımlanırsa, Atatürk'ten merhamet dilemek için bunu yazdı diye düşünürler!” Yazar Tolga Aydoğan kaleme aldığım bu anlatıdaki ayakkabısı olmayan Şair Nazım Hikmet Ran’dır. Sofrada okuduğu şiir Kuvayı Millîye Destanındandır. Nazım’ın sesine aşık olduğu ses sanatkârı ise Safiye Ayla’dan başkası değildir.
Nazım ile Safiye Ayla’nın dostluğu devam etmiş, Nazım Bursa’da yatarken Ayla kendisine destek olarak iletişimini sürdürmüştür.
TOLGA AYDOĞAN
Nazım hikmet✓
Safiye ayla✓
Lütfiye Germen Özkayalar, paylaşımı.
0 notes
kocaalihaber · 5 years
Text
0 notes
hktlifestyle-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
Papuçsuz Şair..! Naci Sadullah, Ambasador Gazinosu’nu aradı... Ses sanatçısı kadına “Eğer akşam sahne alacaksanız sizi dinlemeye şair bir dostumu getireceğim” dedi... “Elbette” dedi kadın. O gece Naci ve şair dostu gazinoya gitti. Kadını dinledi şair. Büyülendi. Birkaç gün geçti haksız yere hapse attılar şairi. “Ne getirelim?” diye sordu dostları şaire. “Nutuk” dedi. Atatürk’ün Nutuk’unu getirdiler. Nutuk referansı oldu ve bir ‘destan’ yazdı şair. Sonra sağlık sorunlarından Yakacık Sanatoryumu’na yatırıldı şair. Doktor “Hasta bu, hapis yatamaz” dedi. Tahliye edilecekti. Naci, haberi “çıkıyor bizim şair” diye müjdeledi. Fakat bir sorun vardı. Şairin papuçları eskimiş ve giyilecek gibi değildi. Naci, o sanatçı kadın dahil eşten dosttan para topladı ve şaire bir çift ayakkabı aldı. Yakacık’a gittiler. Verdiler pabuçları. Bir çocuk gibi sevindi şair. O kadın, anılarında o günü şöyle anlattı; "Bizi bekliyordu üstad. Tıraş olmuş, giyinip kuşanmıştı. Ama ayaklarında terlik vardı. Tabanı delik, dikişleri sökük papuçlarını, ne olur ne olmaz diye boyayıp hazır etmişti. Bizi görünce gözlerinde sevinç ışıkları belirdi. Yakacık'tan yola çıktığımızda bayrama çıkan çocuklar gibi şendi! Özgürlüğün tadını çıkaran şair; insanlara, evlere, ağaçlara, kuşlara, bulutlara bir de papuçlarına gözleriyle okşar gibi bakıyordu.” Yakacık’tan alırlar şairi. Ahbapları olan Sertel evine giderler. Sofrada şair yazdığı destandan şiir okur. Sofrada herkes büyülenir. Kadın, ''Keşke Atatürk de dinleyebilseydi'' der. Ordaki herkes aynı düşüncedeydi. Bir tek şair hariç. Naci, hapisteyken destanı yayınlatmak istemiş şair razı olmamıştı. ''Bu destan, Atatürk'ten merhamet dilemek için yazdı diye düşünürler!” Ayakkabısı olmayan şair Nazım Hikmet Ran’dı. Sofrada okuduğu şiir Kuvayı Milliye Destanı. Nazım’ın sesine aşık olduğu kadın ise Safiye Ayla... #farmares #hktlifestyle #nazimhikmet (İzmir, Turkey) https://www.instagram.com/p/Bts4D8HDFAH/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1enrkgsggtyko
0 notes
netbilge · 3 years
Text
Masumlar Apartmanı Mazo Kimdir?
Masumlar Apartmanı Mazo Kimdir?
Masumlar Apartmanı Mazo için en kuvvetli ihtimal Hasibe’nin eski sevgilisi olacak gibi duruyor. Tabi senaristler ters köşe yapmazlarsa. Safiye, Han ve Gülben’in anneleri Hasibe’nin bir aşığı vardı ve bu muhtemelen Mazo karakteri olacak gibi duruyor. Karanlık bir adam olan Mazo hem Safiye ve Naci hocanın aşklarını baltalayacak mı izleyip göreceğiz. Armağan Oğuz bu karakteri oynayacak oyuncudur.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
klasikmusiki · 7 years
Photo
Tumblr media
Afife Ediboğlu, Asım Sönmez, Safiye Ayla, Naci Rıza ve Müzeyyen Senar
0 notes