ozamanbenyokum
ozamanbenyokum
Dilek Ege İlhan
196 posts
Journalist
Don't wanna be here? Send us removal request.
ozamanbenyokum · 13 days ago
Text
Ey ghostingci!!!
Bu aralar karşıma çok çıkıyor
“Yok ghosting* yapan erkeği nasıl döndürürsün? Nasıl sana yazmasını sağlarsın?”
Taktik taktik taktik…
Pardon da biz kadınlar olarak neden taktik yapmak zorunda kalıyoruz? Bir erkeği geri döndürmek bu kadar mı önemli bizim için?
Hayır…
Zaten gerek de yok…
Bu devrin ilişkilerini, flörtlerini zaten samimi bulmuyorum.
Bu devirde aşk kalmadı. Hadi beni aşka inandırın.
Çok zor.
Tüketim toplumu olarak her şeyi tüketiyoruz, bir tüketmediğimiz sevgi ve aşk kalmıştı. Onu da başarıyoruz merak etmeyin.
Yaş kaç olursa olsun, herkesin binlerce seçeneği var. Biriyle konuşuyorsun 1 hafta 1 ay, 2 hafta 2 ay. Ama böyle her gün konuşuyorsun, fotoğraflar, ses kayıtları, aramalar falan… Sonra bir gün muhabbet bitiyor.
Elbette insanız; her dakikamızı telefonda geçirmemiz imkansız. İşimiz gücümüz var, meşgulüz. Fakat kendimizi de kandırmanın anlamı yok, hepimiz biliyoruz ki artık yarım saatte bir telefonumuza bakmazsak eksiklik hissediyoruz. Öyle ki tuvalete giderken bile elimizde. Günümüzün kaç saatini cep telefonunda sosyal medyalarda geçirdiğinizi öğrenmek de çok kolay.
Fakat asıl mesele sohbetin tıkanması ya da bitmesi değil. Asıl mesele konuşmak istenmiyorsa bunu açıkça söylememek. Açıkça söyleyip kalp mi kırmak istemiyorsun o zaman daha nazik bir şekilde belki de bu aralar kafanın yoğun olduğunu anlatabilirsin.
———
Hayatımda hiçbir zaman strateji yapmadım; ikili ilişkilerimde, flörtlerimde. Neysem oydum, ne hissettiysem onu söyledim. Karşı taraf beni cool görmüyor muymuş umrumda olmadı. Çünkü bu düşüncesi onu ilgilendiriyor. Ben hissettiğimi söyledim, yaşadım. Gerisi beni ilgilendirmez.
Ha strateji yapmadım, taktikle işim olmaz. Ama ciddi bir ilişkim var mı? Yok. Bazen kendime acaba strateji yapsaydım gerçekten mutlu olabileceğim bir ilişki yaşar mıydım diye soruyorum. Görünüşe göre taktik yapan insanlar mutluydu(!) Ama hayır, ben mutlu olamazdım. Gerçek bir sevgide ve ilişkide stratejinin yeri yoktur. Aranızdaki uyum apaçık ortadadır ve her şey su gibi akar, yolunu bulur.
Kadınlara taktik veren videoları geçmiş dönemlerde izlediysem de şu an izleyince sinirlerim bozuluyor. Neden biz onları elde tutmak için kendimizle savaşıyoruz? Neden onlar hiçbir şey yapmıyor? Bunları düşündükçe dengem şaşıyor.
Kadınların eril, erkeklerin de dişil enerjisinin arttığı bu dönemde prenses erkeklerin hayatlarımızda kalmasını sağlamak da yine biz yürekli kadınlara düştü desenize…
Ne yapalım? Onu da biz yaparız. (!)
*ghosting: kısaca ortadan kaybolmak, hayalet olmak
0 notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Tumblr media
“Güneş, olağanca sıcaklığıyla karşımızdaydı ve adeta bize bakıp gülümsüyor, bizi selamlıyordu. Güneşin selamladığı kadınlardık biz. Yorgunlukları, kırılganlıkları, korkuları olan ama yine de sıcaklığıyla parlayan kadınlardık.”
Herkese merhaba!
İlk göz ağrım çıktı❤️
1 note · View note
ozamanbenyokum · 2 years ago
Note
If you had to rate yourself as a person on a scale of 1 to 10, what rating would you give yourself?
8,5 🤓
3 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
İstanbul🤍
16 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
'Onur'
Tumblr media
Herkese merhaba. Yıllar önce bir yazı yazıp paylaşmıştım eşcinsellerle ilgili. Fakat sosyal medya hesaplarımda paylaşmadım. Neden bilmiyorum, sanırım insanların diyeceklerinden korktum. Çünkü biliyorsunuz.
Bu yıl ise şöyle dolu dolu bir yazı yazmak istedim. Hem de içimdeki her şeyi dökeyim. Şimdi içimdekileri dökeyim dedim ya yazının devamını okumadan sorular sorulur.
"Dilek yoksa sen de mi?"
"Nasıl olur ya, hiç tahmin etmezdim, kimse biliyor mu?"
Yine saçma sapan, kişisel alan ve özgürlüklere girilen sorular.
İnsanların hep konuştuklarını biliyorsunuz. Bu değişmeyecek ve bitmeyecek. Olsun ben de yazmaktan ve anlatmaktan bıkmayacağım.
---
Bu arada artık eşcinsel değil LGBT diyoruz, daha doğrusu LGBTI PLUS
Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transseksüele artı olarak İntersex, Aseksüel, Queer gibi tanımlar katıldı.
Rengarenk bayrakları ve yürüyüşleriyle aramızdalar ve aramızda olmak zorundalar. Çocukluğumdan beri bazı dönemlerde konuşmam yüzünden ötekileştirildiğimi hatırlıyorum. Bazen bu canımı çok yakıyordu, yalan yok. Evet, LGBT PLUS üyeleri de ötekileştiriliyor. İşin tuhaf yanı da ne biliyor musunuz? Toplumun bir kısmı hasta gözüyle bakıyor. "Bir ilaç verelim, içsin ve hastalığı geçsin."
Benim konuşmama da aynı gözle bakanlar oldu. 'Hastalık!'
İnsan, herhangi bir özelliğinden dolayı ufacık da olsa toplumun bir kısmından ötekileştiriliyorsa eğer diğer ötekileştirilen insanları daha iyi anlıyor.
---
Homofobiklerin bazıları iki kadının birlikte olduğu sahnelere salyası akarak kendini tatmin ederken iki adamın birlikte olduğu sahnelerden nefret ediyor. Peki bu nasıl bir ikiyüzlülüktür, sorarım size.
---
Aşk, sizin sınırlarınız ve düşünceleriniz etrafında şekillenmedi, şekillenmeyecek de. Aşk, sevgi kimsenin tekelinde değil!
---
Eski bir erkek arkadaşım bana bir gün şunu sordu:
"X sayfasını takip ediyormuşsun, neden? Yoksa sen de mi?"
"Ben de" desem sorun olmayacakmış! Yapma ya!
---
Nefret o kadar büyük ki Onur Ayı etkinlikleri kapsamında BEKSAV Sinema Kolektifi'nin 'Pride' filmine giden kişiler gözaltına alındı! Düşünebiliyor musunuz, filme gidenler gözaltına alındı! Utanç verici!
İspanyol dizisi Valeria'nın son sezonunun dördüncü bölümünü izlemenizi tavsiye ediyorum. Bölümü izleyip bu yazdığıma tekrar bakın lütfen!
---
Homofobik şakalara da gülmüyorum! Komik bulmuyorum!
---
SEVGİ VE AŞK KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİLDİR.
Gerçek ve saf sevgiyle kalmanız dileğiyle...
---
Dip Not: Onur yürüyüşü, her yıl Haziran ayının sonunda Dünya genelinde kutlanan ve Stonewall ayaklanmasının yıl dönümünde gerçekleştirilen, LGBT bireyler ve LGBT bireylere destek veren kişilerin katılımıyla gerçekleşen bir dizi etkinlikler ve törenler bütünüdür.
Kaynak: Vikipedi
7 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Terzi: Yüzleşme
Tumblr media
Herkese merhaba. Bugünkü dizi analizini buradan yazıyorum. Frizbi tv'de de var. Orayı da okuyun mutlaka.
Terzi, dijital platform Netflix'te 2 Mayıs'ta seyirciyle buluştu. Senaristliğini Rana Mamatlıoğlu ve Bekir Baran Sıtkı üstlenirken, yönetmen koltuğunda ise Cem Karcı var. Başrollerini genç kızların yakından takip ettiği ve sevdiği Çağatay Ulusoy, Salih Bademci ve Şifanur Gül paylaşıyor. Tabii ki Olgun Şimşek, Celile Toyon ve Engin Şenkan'ı unutmamak gerek.
Peyami, çocukluğundan kaçmak istercesine ailesinden uzaklaşan ve herkesçe tanınan bir terzi. Babasından utanıp dedesine "buralardan gönder beni" diyor. Aslında küçük Peyami'yi anlamaya çalışıyoruz. Arkadaşları tarafından babasıyla dalga geçilen bir çocuk o. Neticede Peyami, İstanbul'a gönderiliyor, orada okuyup dede mesleği olan terziliğe gönül veriyor.
İstanbul'da okuduğu dönemde Ermeni bir ailenin oğlu Dimitri ile arkadaş oluyor. Dimitri'nin huyuna, yaptıklarına rağmen arkadaşını sevmekten asla vazgeçmiyor. Dimitri'nin evleneceği Esvet ise yetiştirme yurdunda kalan, evlat edinildiği aile tarafından zorla evlendirilmeye çalışan bir kız. Aklıma takılan birkaç soru var fakat birazdan değineceğim onlara. Şimdi anlatmaya devam edeyim.
Tumblr media
Peyami, bir gün dedesinin ölüm haberini alıyor ve Kars'a gidiyor. Babası ile yıllar sonra yüzleşmek, onu görmek Peyami'ye acı veriyor. Olgun Şimşek'in deli(!) Mustafa'yı nasıl oynadığını görünce Çağatay Ulusoy'un oyunculuğunun biraz yavan kaldığını gördüm. Tabii Olgun Şimşek çok eski ve konservatuvar alt yapılı bir oyuncu. Elbette bunun etkisi var, ben Olgun Şimşek'i izlerken daha çok keyif aldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Çağatay da iyi oyuncu fakat biraz daha iyi bir performans beklerdim, ne yalan söyleyeyim.
Dedesi ölünce babasının ve babaannesine bakmak Peyami'ye kalıyor. Bu sırrını arkadaşı ve sağ kolu Suzi'den başka kimse bilmiyor. Mesela neden Dimitri değil de Suzi biliyor? Neyse devam edelim. Babasına özel bir oda hazırlatan Peyami, ona bakmak için bir bakıcı tutmak zorunda kalıyor. Bu sırada Dimitri ve Esvet evlilik hazırlığında. Gelinlik için Peyami'ye haber veriliyor. Peyami de koşa koşa gidiyor tabii. Geleneklere göre kızı gelinlik içinde evlenmeden hiçbir erkek göremezmiş. Bu durumda Peyami'nin gözleri bağlanıyor ve gelinlik içinde Esvet karşısına getiriliyor. Gözleri kapalı şekilde terziliğini gösteren Peyami, babasının bakıcısı hakkında Suzi ile konuşurken biri konuşulanlara kulak misafiri oluyor. Bu kişiyi tahmin ettiniz mi, ben söyleyeyim tabii ki Esvet.
Dimitri'nin hem fiziksel hem de psikolojik olarak şiddetlerinin devam edeceğini bilen Esvet, bir şekilde kaçıyor ve Peyami'nin evine bakıcı Firuze olarak giriyor. Öncelikle Esvet, o evden nasıl kaçtı? Dimitri'nin her şeyi planlayan biri olduğunu anladık, Esvet'in kaçmak istediğini düşünüp ona göre önlemlerini almıştır diye düşünüyorum. Sonra Peyami'nin evini nereden buldu? Ah be Dilek, dizi işte çok kafa yorma diyorsunuzdur muhtemelen. Siz de haklısınız ne diyeyim.
Tumblr media
Firuze, Peyami ile tanıştıklarında aralarında bir çekim meydana geliyor. Birkaç bölüm sonra da zaten Firuze'nin Esvet olduğunu anlıyor. Arkadaşına ihanet ettiğini düşünse de Esvet'i Dimitri'nin ellerine bırakmıyor. Peyami de biliyor Dimitri'nin ne kadar psikopat biri olduğunu elbette. Son bölümlere yaklaşırken Dimitri bir aydınlanma yaşıyor, bulduğu ipucular ile Esvet'in Peyami'nin yanında olduğunu anlıyor ve arkadaşının evini basıyor. Fakat ikisini de bulamıyor. Sezonun son bölümünde ise Peyami ve Dimitri karşı karşıya geliyor.
Tumblr media
Flashbacklerin oldukça etkin olduğunu görüyoruz. Salih Bademci'yi övmemişim, çok pardon. Dimitri karakterine can veren Bademci, oynamamış, yaşamış adeta. İlk olarak Öyle Bir Geçer Zaman Ki adlı dönem dizisinde izlemiştim. Orada da oyunculuğu harikaydı. Engin Şenkan'ı ise Peyami'nin dedesi olarak görüyoruz. Dizide yukarıda da bahsettiğim, aklıma takılan daha birçok soru var. Bakalım ikinci sezon sorularıma yanıt alabilecek miyim?
Heyecanla bekliyorum. Puanlamayı unutmadım, 6.5/10 benim gözümde. İyi seyirler diliyorum...
9 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Solo Travel: Meryem Ana, Efes ve Şirince
Herkese merhaba. Solo Travel yani tek başıma seyahat yapmayı özlemişim. Bazı insanlar vardır. Yalnız başına hiçbir şey yapamaz. Tatil yapmayı bırakın tek başına bir kafeteryada oturup kahve bile içemez. Ben asla onlardan olmadım. Kendimle eğlenmeyi bilen ve seven biriyim. Elbette sosyal olmam gereken zaman dilimleri oluyor. Fakat kendimi eğlendirmesini de bilirim. Bir ara solo travel ile ilgili detaylı bir yazı yazmayı düşünüyorum, avantajlarını ve dezavantajlarını konuşuruz.
Cumartesi hep aklımda olan ama bir türlü zaman bulamadığım bir tura gittim. Meryem Ana-Efes-Şirince üçlüsünü şöyle bir gezdim. Meryem Ana'ya 2012 yılında gitmiştim. Efes'e gidişimi bile hatırlamıyorum. Düşünün o kadar eski. Şirince'ye ise yıllar yıllar önce.
Tumblr media
Öncelikle Meryem Ana Evi'nden bahsetmek istiyorum. Hristiyan dininin en önemli kişilerinden biri Hz. Meryem, herhangi bir birliktelikle değil kutsal ruh aracılığıyla Hz. İsa'yı doğurur. Hz. İsa'nın ölümünden 4-6 yıl sonra kadar Hz. John'un Meryem Ana'yı Efes'e getirdiği söylentiler arasında yer alır. Bu arada tabii ki Meryem'in nerede olduğuna dair araştırmalar bir yandan devam eder. Alman rahibe A. Katherina Emmerick rüyasında Meryem Ana'nın evini görür. Lazarist papazlar da bu rüya üzerine yola çıkarlar ve Meryem Ana'nın Efes'te yaşadığını ortaya çıkarırlar. Tabii bu buluş Hristiyanlık dünyasında yepyeni bir buluş olur. Müslümanlarca da kutsal sayılan bu evde 1967 yılından beri her Ağustos ayının 15. gününde ayinler düzenlenir.
Tumblr media
Meryem Ana Evi'nin hemen aşağısında neredeyse beş tane çeşme bulunuyor. İlk üçü Aşk, Sağlık, Para çeşmesi. Üçünden de içtim. Sonra da bir peçete veya kağıda dileklerinizi asıp yazabiliyorsunuz. Tabii bir peçeteye dileğimi yazıp bağladım. Meryem Ana Evi'nde fotoğraf çekmek elbette yasak. Flaşlı yahut flaşsız, fark etmiyor.
Tumblr media
Meryem Ana Evi'nden çıktıktan kısa bir süre sonra Efes'e varıyoruz. Aslında yukarıdaki fotoğraf Efes Antik Kent'in için yer alan belki de en önemli eser. Celsus Kütüphanesi ile Efes son bulsa da ben kütüphane ile başlamak istedim. Celsus Kütüphanesi, MS 110-135 yılları arasında Celsus onuruna oğlu Gaius Julius Aquila tarafından yaptırılmış. Ortalama 12-14 bin arasında kitap bulunan kütüphanenin mimarisi de ilginç. Duvarın iki katlı olması kitapların çok soğuk ve çok sıcak dönemlerde hasar almasını engellemiş. Kütüphane dış yüzeninde ise bizi kadın heykel karşılamakta. Bunlar: Sophia(bilgelik, akıl), Arete(erdem, karakter), Ennoia(kader, muhakeme), Episteme(ilim, bilim)
Tumblr media
Efes Antik Şehri, oldukça büyük ve her yapı gerçekten saatlerce incelenebilir. Fakat hafta sonu olduğu için çok kalabalıktı, sadece önemli bilgileri alıp başka esere geçtik. O yüzden detaylıca öğrenebilme olanağım olmadı. Bir ara yine tek başıma gitmeyi düşünüyorum. Yukarıda paylaştığım ise Hadrian Tapınağı. Küçük olmasına göre gösterişli. Kemerli yapıların ortasında mutlaka bir taş bulunmak zorundaymış. Burada da görüyoruz. Bu yapı, Roma İmparatoru Hadrianus'u onurlandırmak için yapılmış. Korinth düzenine göre inşa edilen tapınak, MS 4. yüzyılda kısmen yıkıldığı için bir daha inşa edilmiş ve dönemin tarihlerini gösteren 4 kabartma eklenmiş. Bunlar: Ephesos’un kurucusu Androklos’un yaban domuzunu öldürüşü, Herakles’in Theseus ile savaşı, Amazonlar ve tanrılar toplantısı, Dionysos ile alayı.
Tumblr media
Aslında biraz da Efes Antik Kenti efsanesine kısaca göz atalım istiyorum. Atina prensi Androklos, şehir kurmak ister ve bunun için de bir kahine gider. Kahin, prense yaban domuzuyla balığı birlikte gördüğü yerde şehri kurabileceğini söyler. Prens, bugünkü Pamucak sahilinde balık avlar. Balıkları ateşe atıp pişirirken yaban domuzu karşısına çıkar, kahinin sözü aklına gelir. Böylelikle prens Androklos, Efes Antik Şehri'ni kurar. İlk kurulduğu dönemde nüfusu 250 bin civarında olan Efes'te tüm toplumlar birbirinden etkilenmiştir elbette. Düşünsenize kimler kimler gelmiş geçmiş bu topraklardan. Ticaretler yapılmış, tuvaletlerde sosyalleşilmiş... Tiyatrolarda oyunlar oynanırken bir yandan meclis konuşmaları yapılmış. Ne kadar yazsam sanki hep az kalacak gibi. O kadar çok görülmesi gereken yapı var ki... Hepsinin de ayrı bir hikayesi var. Mutlaka gezmeniz gerekiyor, mutlaka.
Tumblr media
Efes'i gezdikten sonra yolumuz Şirince'ye düştü. Bu arada İsa Bey Camii'sini de gezecektik fakat kapalıymış, başka sefere dedik. Rotamızı bu güzel köye çevirdik. Özgün adı olan Kırkınca'nın, efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Kırkınca adı, Kirkice, Kirkince ve en nihayetinde Çirkince olmuş. Fakat İzmir valisi Kazım Dirik'in, talimatıyla Şirince adını almış.
Tumblr media
Gerçekten tatlı ve şirin bir köy olan Şirince'nin adı Çirkince kalsaydı çok üzülürdüm. Meyve şaraplarıyla ünlü köyün, bence gözlemeleri de oldukça meşhur. Yemeğinizi yedikten sonra bir kumda kahve içmeden de olmaz. Kahve için Nuta'yı tercih edebilirsiniz. Çoğu yerde meyve şaraplarının tadım ikramlığı yapılıyor. Biz tur olarak, Taş Mahzen Şaraphane'yi tercih ettik. Nar ve Vişne şarapları diğerlerinden biraz daha pahalı. Karadut şarabı da efsaneydi. Sahipleri ve çalışanlar da oldukça ilgili ve güler yüzlüler.
Çok güzel bir gün geçirip eve döndüm. Genellikle ailesiyle gelenler çoktu. Günübirlik turlarda fazla sohbet etme şansınız olmuyor insanlarla. Ama yine de tanıştığım birkaç kişi oldu. Efes'in bu kadar yakınımda olması büyük bir şans gerçekten. Gezilecek o kadar yer var ki... Keşke benden bir tane daha olsaydı diyorum. O hep gezsin, para sıkıntısı da olmasın. Ama işte mümkün değil. Şimdilik benden bu kadar.
Sevgiyle, sanatla ve adaletle kalın...
12 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Bazen cenin pozisyonundayız, kendimizi koruyoruz. Anne karnı insana hep güven ve huzur vermiştir. Bazense sevdiğimize sarılıyoruz. Bazen düşünmek bile zor geliyor bazense düşünmek için elimizden geleni yapıyoruz. Uçsuz bucaksız derin bir mevzu tüm insanlık.
11 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
SERGİ
KAĞIT KALEM/KALEM KAĞIT
Tumblr media
Herkese merhaba. Bugün oldukça farklı bir sergi gezdim. Hareketin ve kas sistemlerinin bu kadar soyut bir şekilde ifade edildiğini ilk kez görüyorum.
Sergide yer alan çizimler 2017-2022 yılları arasında Arif Tansel Özalp tarafından çizilmiş. Sanatçı, araştırmanın temel konusunun insan bedeni ve onun devinimi sırasında aldığı anlık biçimler olduğunu söylüyor. Çizmek eyleminin zaman ve mekan ile sınırlı doğasını iki malzeme üzerinden araştırmanın da belirleyici bir unsur olarak sürece dahil ettiğini de ekliyor.
Sergideki eserlerin hepsinde akışın, ritmik hareketlerin çizgi üzerinden ifade edildiğini görüyoruz. Kişi bazen cenin pozisyonundayken bazen de en derin şekilde düşüncelere dalmış şekilde. Bazen sevdiğiyle sarılırken bazen kendinin en esnek biçiminde.
Tumblr media
Sanatçı, aynı zamanda vücudun hareket halindeyken "şip şak" görüntülerini kendine referans olarak almış.
Tumblr media
Çizimlerin üretim zamanı açışından bakıldığında Arif Bey, şöyle diyor:
"İlk örneklerde görünen fasılalı çizim sürelerinin izleri, sonrasında akışkan ve kesintisiz bir eylemin izlerine dönüşmüştür. Bazı desenlerde aralarda oluşan alanlarda sık, paralel çizgiler yer almaktadır. Bunlar "çizmek eyleminin" ritmik yansımalarının araştırılmasıyla da ilişkilidir. Bu sayede belirli bir sekans içinde üst üste yapılan çizimlerde, doğaçlama akışın yanı sıra düzenli ritmik bir yapı oluşturmak da eylemin içine alınmıştır."
Tumblr media
Sanatçı sergideki eserler hakkında son olarak da şunları söylemiş:
"Kağıt Kalem/Kalem Kağıt başlığı altında sergilenen çizimler, izleyicisine çizgi veya izlerin kağıt yüzeyler üzerinde ortaya çıkış sürelerini de bir ifade biçimi olarak sunarak, insan bedeni üzerinden varoluşun biçimsel hallerinin temsili niyetiyle ortaya konmuş çalışmalar olarak kendini tamlayabilir."
---
Alsancak'ta yer alan, benim de müdavimi olduğum sanat galerisi Galeri A'ya mutlaka uğrayın. Arif Tansel Özalp'in yaratıcısı olduğu şahane eserleri ise 18 Mayıs'a kadar gezebilirsiniz.
Sevgiyle ve sanatla kalın...
5 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
3 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Hey, çocuk öykülerinden oluşan kitabımız çıktı.
Yeğenime yazdığım öyküyü ve daha birçoğunu okumak için satın alabilirsiniz.
8 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Tumblr media
2 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
BİZ KİMDEN KAÇIYORDUK ANNE?
Tumblr media
Hey tumblr sayfam merhaba. Uzunca bir süre seni ihmal ettiğimin farkındayım, beni mazur gör. Yine yeniden döndüm. Dizi ve film analizlerini frizbi tv'de yazıyorum. Oranın da linkini bırakırım aşağıya.
Bugün ise dün başlayıp bir solukta bitirdiğim Perihan Mağden'in aynı adlı romanından uyarlama "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne'yi" burada inceleyeceğim. Biraz özet gibi olabilir, eh bir de spoiler verebilirim. Şimdiden kusura bakmayın.
Biz Kimden Kaçıyorduk Anne, 24 Mart'ta Netflix'te seyircisiyle buluştu. İlk sezonu 7 bölümden oluşan dizinin ana konusu bir anne ve kızın, düşmanlarından kaçış hikayesi. Aslında sadece düşmanlarından nasıl kaçtıklarını anlatmıyor. Psikolojik durumlara, travmalara da yer veriyor.
Tumblr media
Anne, kendi anne ve babasından sevgi görmemiş, ailesi ve akrabaları tarafından 'uğursuz' olarak anılan bir kadın. Babasının yanında çalıştırdığı gence aşık oluyor ve bu aşkın meyvesi olarak da kızı dünyaya geliyor. Ailesinin, kızını öldüreceği korkusuyla minik yavrusunu, Bambi'sini alıp, kaçıyor. Ve yıllarca hayatlarını kaçarak sürdürüyorlar. Amerika, Almanya, Hindistan ve niceleri... Asla gerektiğinden fazla kalmıyorlar gittikleri yerde. Sonunda yurtlarına geri dönüyorlar.
Anne, kızını aşırı derecede seviyor ve onun asla üzülmesini istemiyor. Kızını üzenlerin, ona kötü bir laf söyleyenlerin de biletini hiç düşünmeden acı bir şekilde kesiyor. Ülkelerine döndüklerinde gerektiği kadar bir otelde kalıp bazılarının hesabı görüldükten sonra kaçıyorlar. İlk başlarda oldukça lüks otellerde konaklayan anne kız, en son bölümde pansiyonda kalıyor. "Hazıra dağ dayanmaz" diyor anne, kendi buz kraliçesi annesinden bahsederken. Annesinin kendisine veremediği sevgi ve güveni kızına veriyor. Bambisi de annesine tabii. Bu yüzden asla ve asla Bambisi'ni yanından ayırmamaya çalışıyor. Ondan uzaklaştığında kızına neler olduğunu görüyoruz. Dizinin ikinci bölümünde Cennet Otel'de sapık doktorun kızına taciz-tecavüz girişimini Bambi söylemese de hisseden anne, doktora hayatıyla ödediği bir ders veriyor.
Buzlar Kraliçesi annesinin ölümüne sebep olan anne, ne kadar yaptığının doğru olduğunu düşünse de zaman zaman kabuslar görüyor. Babasıyla da yüzleşen anne, onu asla affetmediğini bize gösteriyor.
Tumblr media
Otel odalarını ev düzenine sokmaları, ev hasreti çektiklerindendi. Aslında ilk bölümde resepsiyonist kızın da arkadaşına dediği gibi, onlar burayı evi bilmişlerdi ve evlerine yabancı sokmak istemiyorlardı, bu yüzden house keeping ekibini bile odalarına sokmadılar. Beni etkileyenler arasında, annenin kızına söylediği canavarla savaşmayı göze alırsan canavar olmayı da göze alırsın, cümlesi var. Gerçekten de öyle. İblislerle ve canavarla savaşırken nazik, tatlı dilli biri olmanın imkanı yok.
Spoiler Alert!
Dizinin son bölümünde annenin ölümü aslında bir son değil bir başlangıç gibiydi. Minik yavrusu Bambi artık tek başına. Bakalım gelecek sezonda Bambi'yi hangi maceralar bekliyor. İkinci sezon gelecek mi tam bilmiyorum ama gelmeli.
---
Dizi hakkında genel olarak konuşmam gerekirse şunları söyleyebilirim. İlk üç dört bölümünün aksiyon hızı diğer bölümlere oranla fazla. Son iki üç bölüm de elbette hareketli fakat biraz daha psikolojik ilerliyor. Kapadokya'daki bölümde Koray Candemir'i gördüm. Ne de yakışmış, sesini ve kendisini çok beğenirim. Biraz daha görebilsek keşke. Bir de Bambi'nin babasına neler oldu bilmiyoruz, büyük ihtimalle annenin babası öldürmüş yahut öldürtmüştür. Yine de baba kısmı aydınlanmadı.
İlk bölümden beni acayip sardı ve bir günde bitirdim. Uzun süredir ilk bölümden kendine bu kadar çeken dijital dizi izlememiştim. Bütün oyuncuların, yapım ekibinin eline sağlık. Puanım 9/10
Şimdiden iyi seyirler.
Daha fazla dizi ve film analizi için aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz
https://www.frizbitv.com/2023/04/01/kizilcik-serbeti-yine-yeniden/
4 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Tumblr media
https://www.frizbitv.com/2023/03/01/you-avci-av-mi-oluyor/?fbclid=PAAaZgg94OhOE
5 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
Zaman ve Mekanın Büyüsünde Bir Ressam: ŞEVKET DAĞ
Herkese merhaba. Öncelikle bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda çok kararsız kaldım.
6 Şubat sabahı çok kötü bir haberle uyandım. Annem geldi ve Malatya'da akrabalarımızın göçük altında kaldığını söyledi. Şok etkisinde bir süre boş boş bakındım. Ve sonra ekledi: "10 ilde deprem oldu."
Telefonumu elime alıncaya kadar felaketin bu kadar büyük olduğunu bilemedim. Sonra anladım ki çok büyük, çok. Bir hafta boyunca durmadan ağladım, korktum, sorguladım. Deprem fobim zaten vardı, iyice gün yüzüne çıktı.
Uyuyamıyor, akrabalardan haber bekliyor bir yandan televizyon ve sosyal medyadaki videoları izliyordum. Çarşamba günü Malatya'dan haber aldık, annemin halasının oğlu ve oğulları ne yazık ki kurtulamamış.
Gerçekten neye üzüleceğimi ve kızacağımı bilemedim. Günlük rutinime bir süre ara vermek istiyordum, verdim de. Ağladım, düşündüm; zaman zaman bizi yalnız bırakan, deprem bölgesinde gülümseyen devlet büyüklerine kızdım. Çok kızdım. Çok üzüldüm. En son kendimi iyi hissetmediğim için psikiyatrise gittim. Uyku düzenim için şurup ve ilaç verdi. Rutinime geri dönmemi ve sosyal hayatıma odaklanmam gerektiğini söyledi. Yaşadığım üzüntünün, kaygının da insani olduğunu ekledi. Yapabildiğin neyse onun en iyisini yap, dedi.
Yapabildiğin neyse onun en iyisini yap. Bu da sanırım yazı yazmak. Ben de bugün 24 Ocak'ta başlayan bir sergiye gittim.
"Zaman ve Mekanın Büyüsünde Bir Ressam: ŞEVKET DAĞ"
Tumblr media
Folkart Galeri'de 21 Nisan'a kadar sürecek serginin mimari Şevket Bey, natürmort eserlere sahip olsa da aslında Ayasofya ve İstanbul'u resmetmesiyle meşhur.
Tumblr media
1875 yılında Kafkasya'dan göç eden bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya gelen Dağ, Osman Hamdi Bey, Alexandre Vallaury ve Salvatore Valeri'nin öğrencisiydi. Yetenekli ve disiplin bir öğrenci imajı çizen Dağ'ın ilk katıldığı sergi 1901 yılında düzenlenmeye başlayan "İstanbul Salonu" adlı sergiydi.
Tumblr media
1902 yılında ise İstanbul'un Fatih ilçesinde bir muhallebici dükkanında beş eseriyle ilk sergisini sanat severlerle buluşturdu. 1909 yılında Münih'te düzenlenen Harp Resimleri sergisinde altın madalya kazandı. Aynı yıl, Tevfik Fikret'in isteği üzerine Galatasaray Lisesi'nde öğretmenliğe başladı ve buradaki öğrencilerin esin kaynağı oldu. Öğrencilerinin arasında bir isim göze çarpıyordu: Fikret Mualla.
Tumblr media
1909 yılında kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer alan Şevket Dağ, 1923 yılında açılışı Mustafa Kemal Atatürk tarafından gerçekleştirilen Ankara Resim Heykel Sergisinde önemli bir sanatçıydı.
Tumblr media
Yukarıda da bahsettiğim gibi, Ayasofya resimleriyle meşhur olan Dağ, tam sekiz yıl boyunca sadece Ayasofya konulu resimler yapmıştır. İç mekan resimleriyle öne çıkan sanatçının resmetmeyi sevdiği diğer yerler ise, Rüstem Paşa Cami ve Kapalıçarşı'dır.
Tumblr media
Sergiyi gezerken, Rüstem Paşa Cami'sinin ne denli güzel atmosferi olduğunu düşünüyorsunuz. Tabii ki Ayasofya'nın da. Natürmort resimlerini de ben beğendim açıkçası. 60 eserden sanırım 5-6 tanesi natürmorttu. Diğerleri genelde İstanbul ve camiler. Bir de Alsancak Gar.
Tumblr media
Resimlerin yanı sıra, sanatçının kendine ait eşyalarını da görüyorsunuz. Paleti, eskiz defterleri, şövalesi, fotoğrafları ve boya kutusu. Atatürk'e yazmış olduğu mektup bile var. Sergi ve sanat severlerin gezdikten sonra pişman olmayacağı bir sergi olmuş. Herkesin ellerine sağlık.
Böyle acılı ve üzüntülü günlerde kafanızın biraz da olsun dağılmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, mutlaka gidin.
Sevgiler...
5 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
SERGİ-GÂVUR MAHALLESİ
Herkese merhaba. Sergi yazılarıma bir müddet ara vermiştim. Evet, gidip geziyordum ama yazısını yazacak kadar etkilendiğim bir sergi olmamıştı bu ara.
Geçen haftalarda sosyal medyada şans eseri İzmir Kültürpark'ta bir sergi olduğunu öğrendim. Fakat anca geçen hafta gidebildim.
Kültürpark Atlas Pavyonu'nda 5 Mart 2023 tarihine kadar sürecek olan serginin mimarı Ahmet Güneştekin olurken, Kürratörlüğünü ise Şener Özmen üstleniyor. Haydi gelin, sanat severleri oldukça derinden etkileyen bu sergiye birazcık göz atalım.
---
Göç Yolu
Serginin imza çalışmalarından olan Göç Yolu'nda tonlarca ham mermer blokları kullanılmış. Sanatçı, düş yolu olarak da tanımlayabileceğimiz bu yolda mermer bloklarının arasında bir/birkaç bavul sıkıştırmış. Güneştekin, göçün, göç yolunun insanlara yüklenen ağırlığını ise olabildiğince açık yüreklilikle bize tasvir etmiş.
Tumblr media
---
Mübadilin Kayığı
Sergiyi gezerken en etkilendiğim eserin yanına geliyorum. Bir kedi miyavlaması duyuluyor buralarda. Dışarıdan geldiğini düşündüğüm bu acı sesin aslında tam da kayıktan geldiğini anlıyorum. Kayık dediysem de bildiğiniz lüks kayıklar değil. Kayanın üzerine oturtulmuş, içi onlarca bavul alan bir kayık. Bavulların üst üste dizilmesi ise ideolojik anlam taşıyor. Güneştekin, günümüzün en önemli sorunlarından biri olan göç ve onun sonuçlarını ustalıkla vurgulamış.
Tumblr media
---
İnsan Uçup Giden Bir Kuş Değildir
Biraz daha derinlere daldığımızda bizi, yüzleri geleneksel eşarplarla sarmalanmış 400'ü aşkın kurukafa ve kurukafaların betimlediği, yargısız infazlarla hayattan kopardığı kardeş ve kız kardeşlerinin isimlerinin yer aldığı platform karşılıyor. Sanatçı tam da burada önce kendisiyle yüzleşiyor. Sonra da izleyiciye diyor ki, ben yüzleştim, şimdi de sıra sizde.
Güneştekin, Kafka'nın Dava adlı romanında geçen şu cümleleri de bizimle paylaşıyor.
"Dışarıdan baktığınızda, dava unutulmuş, ya da kaybolup gitmiştir, aklanma kararı da eksiksiz bir karardır. Fakat meselenin aslını astarını bilen hiç de böyle düşünmez; dosya kaybolması, unutulma diye bir şey söz konusu olamaz."
Tumblr media
---
Kayıp Alfabe
'İnsan Bir Kuş Değildir' enstalasyonuyla ilişkili olan Kayıp Alfabe, sanatçının Hafıza Odası için ürettiği bir diğer çalışması olarak karşımıza çıkıyor. Ölüsünün ve kemiklerinin nerede olduğu bilinmeyen, nerede ve nasıl katledildikleri hakkında en ufak bir iz bulunamamış kayıpların duvardaki kaotik görüntüsüdür bu çalışma. Ve bence oldukça derin ve anlamlıdır. Belli bir düzende sıralanmamıştır, iç içe geçer, üst üste biner, birbirini keser levhalar ve tabelalar. Var olmayan mekanları, yerleri işleyen Güneştekin'in bu eseriyle izleyiciye ulaştırmak istediği, yüreğinde ve hafızasında yer edinmiş acıların olduğunu görülüyor.
Tumblr media
---
Hafıza Tepesi
Yıllar boyunca ölen bir kişinin ayakkabısının neden evin dışarısına koyulduğunu merak etmişimdir. Şimdi sergi yazıyorsun, söylediğin şeyle ne alaka, diye soracaksınız. Okudukça anlayacaksınız. Sergide kayıktan sonra belki de en dikkatlice incelediğim esere geldik: Hafıza Tepesi. Yüzlerce ayakkabının bir tepe oluşturduğu şaheser. İlk gördüğüm anda bana çağrıştıran kelime ise 'ölüm' oldu.
Hatta ve hatta göç yolunda susuzluktan, açlıktan ölen, denizi geçemeyip yarıda boğulan insanların ayakkabılarını çağrıştırdı. Zaten bu enstalasyon da yas ve bellek nesneleriyle ilişkilerimiz üzerine düşünmenin bir yolu olarak tasarlanmış.
Sanatçı, Hafıza Tepesi ile çocukluğunu anımsatan ayakkabılarla kendi ilişkisini seyirciye sunarken nesnelerin ve mekanların sadece duyguları yansıtmakla kalmadıklarını aynı zamanda yaşam boyunca tüm tecrübeleri barındıran derinlik olduğunu da ekliyor.
Tumblr media
Sergi büyük bir alanda ve onlarca daha eser var. Hepsini yazabilirim fakat herkesin görüp o atmosferi tatmasını istiyorum. O yüzden yazımı burada sonlandırıyorum. Hayatta çeşitli bavulların olduğu ve bu bavullarda onlarca farklı acı ve tecrübenin gizlendiğini görmek isterseniz, mutlaka uğrayın.
Sanat dolu günler dilerim.
6 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years ago
Text
DÜNE VE GELECEĞE DAİR
Hello, bugün 2023 yılının ilk günü.
Neredeyse bir ay önce yeni yıl hedeflerimi yazmışım deftere. Neler var neler... Hem biraz 2022'yi analiz edeyim hem de yeni yıldaki hedeflerimden bahsedeyim diye geçtim bilgisayar başına.
Kısa Bir 2022 Özeti
Aslında her şey güzel başlamıştı. Her zaman olduğu gibi gelen yıldan umutluyduk. Dünya barışı sağlanacak, savaşlar duracak; kadınlar, çocuklar ve hayvanlara işkence edenler cezalandırılacaktı. Fakat bunlar olmadı. Dünya ve ülke için istediklerimiz bir yana belki de kendi arzu ve isteklerimiz bile gerçekleşmedi zaman zaman.
İş, güç, evliliğe giden sağlıklı bir ilişki yine tozlu rafların arasından bana gülümsedi. Şubat ayında çok sevdiğim ve hayatta kalan tek büyük ebeveynim hastaneye kaldırıldı. 30 günü aşkın süre sonunda maalesef kendisini kaybettik. Çok üzüldüm, ağladım. Ama cenazede değil. Evde yalnız kaldığımda, odamda. İnsanların içinde ağlayamayıp, üzüntümü gösteremedim. Ama bilirsiniz, herkes farklı yaşar acısını. Ben de geceleri ağlıyordum. Bir süre gelemedik kendimize sevenleri olarak. İki üç ay sonra anca anca yokluğuna alışabildik.
Üzüntümü yaşarken bende de değişen bir şeylerin olduğunun farkındaydım. Hayata bakış açımın tamamen olmasa da azar azar değişmeye başladığını sezinliyordum. Korona ve onun korkusu, benim için artık koca bir hiç idi.
Yaz ortalarına doğru güzel bir tatil kafamı ve yüreğimi toplamamda yardımcı oldu. Bu arada bu sene sanırım eski sevdiğim insanları ve çocukluktan hayranlık beslediğim ünlüleri görme yılımdı. İlk önce aynı gün, 9 Mayıs'ta hem eski sevgilimi hem de 13-14 yaşlarında hayranlıkla izlediğim bir filmin başrol oyuncusunu gördüm. Onu Ünsal'ın yanına giderken heyecanlıydım ama eski özgüvensizliğim yoktu kendime karşı. Eski sevgilimi görmem ise bence tesadüftü. Biraz konuştuk ve sarıldık. Ama sarılmamız, iki eski aşığın sarılması değil de iki eski arkadaşın sarılması gibiydi. En azından benim için öyle.
Aylar geçti ve ben insanlara o kadar da çok güvenmemem gerektiğini öğrendim. Şu yaşıma kadar yaşadığım en büyük hayal kırıklığını yaşadım. Net. Asla kendime haksızlık yapmamayı öğrendim ama. Bazen hayatımda kötü giden şeyler olduğunda ister istemez kendimi suçlardım. Diğer insanlara şefkatli kendime ise acımasız davranırdım. Hani zaman zaman dalga geçilen kişisel gelişim kitaplarında yer alan 'öz şefkat' kelimesi var ya, o bende yoktu. Başkalarından çok kendimi eleştirirdim. Ama hayır ya, neden kendime böyle davranıyordum ki.
Yaşadığım olaylar beni kendime daha da yakınlaştırdı. Öncelikle kendimi sevmemi ve insanların yaptıkları şeyler yüzünden kendimi suçlamamayı öğrendim. Öğrendiğim daha birçok şey vardı. Ne yaparsan yap, insanlar değişmezdi. İçinde eğer bir kötülük varsa her ne şekilde olursa olsun ortaya çıkardı. Onlar bazı etkenleri gösterirlerdi yaptıkları için, ıh ıh, içinde olmasaydı o kötülük, ne olursa olsun yapmazdı, çıkmazdı.
İnsanların düşüncelerini çok önemserdim. Asla soğukkanlı değildim. Hazır cevap zaten olmadım, ama çalışıyorum. Hakkımda ne konuşurlarsa konuşsunlar şimdi, umurumda değil. Zaten insanlar hep konuşur. Ne yaparsan yap. O yüzden, bildiğin yoldan yürümeye devam.
Yeni terimler öğrendim bu sene. Mesela aşk bombası. Bir ilişkide karşı tarafın ilk başlarda aşk ve ilgi seline tutmasıymış seni. Her gün aramalar, hediyeler, seni çok seviyorumlar, canımlar... Sonra birden azalıyormuş bütün bunlar. Bilmem nedense yazasım geldi. Fakat dedim ya bu sene hele son iki üç ayda bana bir şey oldu. Kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın, şaşırmıyorum. Şaşırma yetimi kaybettim.
Bu sene, hiç yapmadığım bir şeyi de yaptım. Kalktım atış poligonuna gittim. Elime ilk defa silah aldım. Benim için güzel bir aktiviteydi. Devamı da gelecek. Şu aralar gitmiyorum ama unuttum sanılmasın. Bu arada tekrar dil ve konuşma terapistine başladım. Kasım'dan beri gidiyorum. İyi geldi, Bostanlı'yı da özlemişim.
Son zamanlarda konserlere gittim. Çocukken izlediğim bir yarışma vardı: Passaparola. Sunuculuğunu Metin Uca üstleniyordu. Yıllar önce bir alışveriş merkezinde imza günü vardı. Orada kitabımı imzalatıp fotoğraf çektirmiştim. Geçen hafta ise kısa bir aradan sonra gördüm, hem de aynı haftada iki kez.
Ekim ortasından beri bir medya kuruluşunda yazmaya başladım. Neredeyse her hafta bir film yahut dizi yayınlıyorum. Kurucusu ise benim Eskişehir'den bir hocamın kızıymış. Hayat oldukça küçük ve bu tesadüfler beni mutlu ediyor. Kendisi birkaç hafta önce bir setten çok sevdiğim bir oyuncu ile görüşmüş. İlker Kaleli, 'Enola Holmes' yazımı okuyup selamını iletmiş. Çok mutlu oldum. Yıllar önce yazı yazmak boş işler demişti biri. Bense yazmanın hayat amacım olduğunu söylemiştim kendisine. Sonra beni engellemişti, gereksizce. O tür insanlara bir 'kapak' olarak görüyorum bunları. Neyse, kudurtmaya devam.
Kısaca 2022 böyle geçti. Beni büyüterek. Yaş 31 ama hala öğreniyorum. Hayat da tam böyle bir şey. Deneyimliyor ve öğreniyoruz. Dersler çıkarıyoruz, iyi-kötü insanı ayırıyoruz. Ayırmak zorundayız. Kötüleri hayatımızdan çıkarmamız, çıkaramasak bile uzak durmak zorundayız. Güvenli alanımızı çizmek durumundayız. Ve benim gibi önceden saf niyetli olanlar dediklerimi daha iyi yapmak zorundalar. Yoksa bu kötülüğün içinde ilk önce biz kayboluruz.
---
2023 Hedefleri
Gelelim yeni yıl hedeflerine. Deftere yazdığım hedeflerin en komiğini ama en gerçeğini yazacağım şimdi size. Lütfen ama lütfen biriyle sevgili olmadan önce onu iyi tanı, demişim. Yazma şeklim komik olsa da bunu uygulamam gerekiyor. Hani insanlar birileriyle tanışır, sonra tanır daha sonra sevgili olur ya. Bende bu durum biraz değişik. Ben genelde, gerçekten genelde, önce tanışıyorum sonra sevgili olup daha sonra tanıyorum. Benim için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmiyorum, inanın. Ama bir de ilk söylediğimi denemek istiyorum.
Kitap okuma, romanı bitirme hedeflerimle devam edeyim. 'Kaybolan'ı da bitirmem lazım. Sera ve Pınar karakterlerini özledim. Moda girip, birkaç bölüm birden yazsam süper olur. Asıl romanın ise ilk bölümü tamam sayılır. İlham perileri gelirse devam edeceğim. En az 60 kitap bitir demişim. Bence daha iyisini yapabilirim.
Alkolü azalt yazsam da bir süreliğine bırakma kararını zaten almıştım. En son Aralık ortasına doğru içmiştim. Daha doğrusu içmeye çalıştım, ama yarısında tıkandım. İçimden de gelmiyor artık.
Para biriktirme konusunu es geçmemişim. Her yıl aynı konu. Ama asla birikmiyor. Ya da ben beceremiyorum bu işleri. Bilemiyorum, yine de bu sene daha iyi bir iş çıkaracağımı düşünüyorum.
Tumblr'ı çok boşladım. İki günde bir mutlaka yazmam gerektiğini düşünüyorum. Her gün yazsam çok iyi olur ama yazabilir miyim bilmiyorum. Ama çabalayacağım.
Daha bir sürü hedef yazmışım, spor ve yeni bir hobi edinmek de dahil buna. Öyle bir ev, araba alacağım şeklinde büyük hedeflerim yok. Duvar, küçük taşlarla örülür. Her şeyin bir yeri ve zamanı var. En azından benim için böyle.
Şimdilik benden bu kadar. Hayatıma ve yaşadıklarıma dair elbette yine yazacağım. Mutlu yıllarınız olsun.
1 note · View note