Tumgik
#seni benden alan kader
kaybolmusbiriiii · 2 months
Text
Seni benden alan kader ölsem vermem diyor.
4 notes · View notes
rukiye8 · 1 year
Text
Seni benden alan kader ölsem vermem diyor ,yalandan rüzgarları bi esiyor nefesimi kesiyor.
2 notes · View notes
ruhumisyanediyor · 2 years
Text
seni benden alan kader..
3 notes · View notes
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Tarifi Zor - Serkan Kaya - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Fantezi Pop)  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=aw5BLagJ3io Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Tarifi Zor - Serkan Kaya - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Fantezi Pop) Söz Müzik Soner Sarıkabadayı Bm Alınırım, seni tam üzerime alınırım Bm Darılırsam anca kendime darılırım C Dayanamam diye bir şey yok dayanırım                                                 Bm Gerekirse yalancının birine sarılırım D Git hadi sen nereye gidersen C İçimden geliyorsun D Tarifi zor sözlerle ama        C Sen gözümden biliyorsun          Bm                   Em Seni benden alan kader        D                       C Ölsem vermem diyor          D                     C Yalandan yangınların             D                          Bm Bir yanıyor geri iki sönüyor         Bm                     Em Seni benden alan kader        D                       C Ölsem vermem diyor          D                    C   Yalandan rüzgarların           D                            Bm Bir esiyor nefesimi kesiyor Bm   C Bm   C Serkan Kaya Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Serkan Kaya Serkan Kaya 2023'te Antalya'da Genel bilgiler Doğum 24 Temmuz 1978 (45 yaşında) Sivas, Türkiye Tarzlar Arabesk, pop Meslekler Şarkıcı, müzisyen, besteci, şarkı yazarı Etkin yıllar 1998–günümüz Serkan Kaya (d. 24 Temmuz 1978,[1] Sivas), Türk besteci, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı. Hakkında 2000'de ilk çalışması "Senden Sonra Ben" albümünü çıkarmıştır. 2011 yılında ikinci çalışması Aşk Ne Demek Bilen Var mı? albümünü çıkarmıştır. 2015 yılında üçüncü çalışması "Gönül Bahçem" albümünü çıkarmıştır. "Gönül Bahçem" albümü ile en çok satanlar listesinde uzun süre zirvede yer almıştır. Albümün "Kalakaldım" adlı çıkış şarkısı, radyo ve televizyonların yanı sıra dijital platformlarda da kendi tarzında en çok dinlenen ve indirilen şarkı olmuştur.[2] 43. Altın Kelebek Ödülleri'nde "En İyi Fantezi - Halk Müziği (Erkek)" ödülünü kazanmıştır.[3] Albüm ve EP'leri Senden Sonra Ben - 2000 Aşk Ne Demek Bilen Var mı? - 2011 Gönül Bahçem - 2015 Gönül Bahçem / Bebeğim / Yiğide Neyler Zulüm (Deluxe) - 2016 Miras - 2017 Single'ları "Mesele" - 2014 "Benden Adam Olmaz (Burak Yeter Remix)" - 2015 "Dağların Dumanı (Son Bir Kez)" - 2018 "Tarifi Zor" - 2019 "Yaradanım" - 2020 "Hatıran Yeter" - 2021 "Haybeden" (Sinan Akçıl ile birlikte) - 2022 "Kaçak" - 2022 "Dönemem" (İbrahim Erkal Hürmet 3) - 2023 "Güldür Yüzümü" - 2023 Filmografi Bir Modern Habil Kabil Hikayesi - 2015 Ödüller ve adaylıkları Yıl Ödül Töreni Kategori Sonuç 2016 43. Pantene Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Solist Kazandı 2017 8. Quality Of Magazine Dergisi Ödülleri En Quality Erkek Sanatçı Kazandı 44. Pantene Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Solist Adaylık 2018 MGD 23. Altın Objektif Ödülleri Yılın Arabesk Fantezi Erkek Yorumcusu Kazandı 45. Pantene Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Solist Adaylık 2020 46. Pantene Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Solist Adaylık Kaynakça ^ "Serkan Kaya kimdir, aslen nereli eşi kim? Kim Milyoner Olmak İster'in konuğu Serkan Kaya aslen nereli, eşi Ayşegül Kalfa kimdir?". aksam.com.tr. 31 Aralık 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Ocak 2023. ^ sozcu.com.tr "Serkan Kaya kimdir? 30 Ocak 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi." Erişim tarihi: 30 Ocak 2016 ^ "43.Pantene Altın Kelebek Ödülleri sahiplerini buldu". 13 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Kasım 2016. Dış bağlantılar YouTube'da Serkan Kaya Instagram'da Serkan Kaya Taslak simgesi Bir Türk şarkıcı ile ilgili bu madde taslak seviyesindedir. Madde içeriğini genişleterek Vikipedi'ye katkı sağlayabilirsiniz. Otorite kontrolü Bunu Vikiveri'de düzenleyin MusicBrainz: 8dee2c47-2673-47f6-82eb-a1e807eb5824 Kategori: Türk şarkıcı taslaklarıYaşayan insanlar1977 doğumlularSivas doğumlularŞahin Özer Müzik sanatçılarıPoll Production sanatçılarıTürk arabesk şarkıcıları21. yüzyıl erkek şarkıcılarıTürk erkek pop şarkıcıları2000'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları2020'lerin şarkıcıları ritim karaoke,ritim alt yapısı,gitar eşliği,bateri eşliği,drum,loop,trompet eşliği,piyano eşliği,bendir,hazır ritimler,şarkı alt yapıları,şarkı ritimleri,rhythm,karaoke,hazır looplar,ritim kalıpları,düğün salonu,kaliteli ritimler,hazır loop,tarifi zor,serkan kaya,soner sarıkabadayı,Alınırım,seni tam üzerime alınırım,Darılırsam anca kendime darılırım,Dayanamam diye bir şey yok dayanırım,Gerekirse yalancının birine sarılırım,Git hadi sen nereye gidersen
0 notes
menemennpastirma · 4 months
Video
youtube
Gökçe & Dedublüman - Kader Utansın (Official Audio)
Sözleri: Beni senden ayıran bu kadere mi yanayım Yollara mı yanayım Gözlerimiz uzaktaydı, çok büyük bir tuzaktı Ah yüreğimi yaktı Hayat denen yalan dünyada Meğer her şey mubahmış Hayat denen yalan dünyada Tenim sana hasret kalmış Hayal kurma yalan olur derlerdi inanmazdım Seni benden, beni senden alan kader utansın Hayal kurma yalan olur derlerdi inanmazdım Seni benden, beni senden alan kader utansın Her adımda seni saydım Geceme gündüzüme Uykuma seni kattım Seni bir kez görsem diye Diye zaman aktı Bak nefesim yarım kaldı Hayat denen yalan dünyada Meğer her şey mubahmış Hayat denen yalan dünyada Tenim sana hasret kalmış Hayal kurma yalan olur derlerdi inanmazdım Seni benden, beni senden alan kader utansın Hayal kurma yalan olur derlerdi inanmazdım Seni benden, beni senden alan kader utansın
#müzik #şarkı #rock #türkçerock #Gökçe #Dedublüman #KaderUtansın
Kaynak: https://youtu.be/4vLKxZEj0JI
1 note · View note
kivircikthoughts · 1 year
Text
Kırgınım seni benden alan kadere.
0 notes
birazdangiderim · 2 years
Text
Demek hala o var aklında Artık konuşmuyorum hakkında Neler geçiyor bilmesem de aklından Her neyse her şeye hakkın var Bu sana son şiirim hayrını gör Artık kazanmaya bak kaybını göm İstedim ki son bir kez aybını göm Son defa da olsa kaybını gör Demek hala o var kalbinde Öyleyse vazgeçiyorum harbimden Çok yorduğumun farkındayım Sonsuza dek bensiz kal dinlen Bu gece uğurladım seni aklımda Akıl gelir anca kalbin hakkından Akıl kalpte gördüğünün farkında Geçti kördüğümün çarkından Demek hala o var nefesinde İndim sana gelen atın tepesinden Demek gönlün mektebinin efesinde Vazgeçtim o halde hevesimden Bu yaptığını kader bir kenara yazdı Gerçek yüzünü bulacağımı bilsem aramazdım Kaderin yazdığını da Allah gördü Ben iyi uslu istedim aslında yaramazdın Demek hala o var bakışında Eminim o bakış bu gözlere yakışır da Uzağa kürek çekmeli akışından Bize okyanusta boğulmak yakışır da Bu seninle son temasım Elvedadır bu mektubun teması Durumu zorlaştırmak anlamsız Bu son kez olacak velhasıl Demek hala o var gülüşünde Ona bir naz var yürüyüşünde İhanetin en farklı türüsün sen Çekil de ayaklarım yürüsünler Bu benden kendi adını son duyuşun İçimdeki tüm heyecanın uyuşuk Ölmeden önceki son buluşum Su içerken düştüğüm son kuyusun Demek hala o var yemeğinde İnsan utanıyor kendi emeğinden Aç gözlülük seninkisi diyeyim ben Önünde yediğin arkanda yemediğin de Bu sana olan beşeri aşkım bitti Artık adını ağzına alan da ittir Parmakların iğne saçların iplik Dudaklarımı sonsuza dek dikti..
0 notes
turksohbetchat-blog · 5 years
Photo
Tumblr media
Sohbetreni.com Turkchat
0 notes
nuraskmsakin · 3 years
Text
Seni benden alan kader,ölsem vermem diyor..
#H
36 notes · View notes
gogsundeeuyusam · 3 years
Text
Seni benden alan kadere küstüm
15 notes · View notes
sessizlikguncesi · 3 years
Text
Bizi üzen, birileri ya da bir şeyler değil, onlara yüklediğimiz anlamlar. Dolaylı olarak da üzülmemizdeki temel sebep kendimiziz. Bugün benden gidişinin yedinci günü. Tam bir hafta olmuş. Bir ayın dörtte biri. Yılın da yüzde bilmemkaçı. Ayın dörtte birini sensiz geçirmiş olmak gözüme öyle korkunç gözüküyor ki. Aman Allah’ım! Aslına bakarsan bir grup insan toplanmış yıl diye bir kavram uydurmuş. Yılı mevsimlere, mevsimleri aylara, ayları haftalara, günlere, saatlere, dakikalara, saniyelere ve hatta saliselere bölmüşler. 7 günün aman aman bir anlamı da yok. Sensiz geçen ilk günümün mantıken daha zor olmasını beklerdim ama bugün canımdan can gidiyor. Aptal haftalar.
Bu hafta kendimi geliştirmeye çalıştım bazı noktalarda. Kafamdaki, kafamızdaki sorulara yanıt aradım. Bir gün bunları konuşur muyuz bilmiyorum fakat bunların açıklamasını bulmak, varsa yanıtları analiz etmek benim için önemli. En çok kendim için yaptım yani bunu.
Ölüm dört bir yanımızı sarmış. Yas ve kayıp ile ilgili bir seminere katıldım. Harika bir seminerdi. Sadece ölüm üzerine de konuşulmadı üstelik. Her travma sonrası yas sürecinin yaşandığını dile getirdi eğitmen. (Ertelenmiş yas kavramına hiç değinemem şu an.) Senin benden gidişin de bir travma ve şu an bir yas içerisinde olduğumu fark ettim. Kayıp yaşayanların “dünya güvenli bir yer” inancı sarsılırmış. Arttırıyorum; dünya ve insanlar güvenilir değil. Nasıl çıkarım? Mutlu musun beni böyle duygu ve düşüncelere ittiğin için? Öfke bu süreçte sık karşılaşılan bir durummuş. Neyse ki delirmemişim, neyse ki yalnız değilim. Aynı seminerde insana rahatsızlık verenin ölüm değil ona yüklenen anlam olduğu da tartışıldı. Ölüm şayet bir yok oluşsa daha kaygı verici ve anlamsız gelebiliyormuş gözümüze. Peki sen yok oldun mu? Ben buna nasıl bir anlam yüklemem gerektiğine emin değilim.
Bağımlılık üzerine bir eğitime de katıldım. Temel konu sigara bağımlılığı olsa da diğer bağımlılıklara da ucundan kıyısından değinildi. Bağımlı olduğum madde veya kişi ile karşılaştığımda beynimin, bedenimin, hormonlarımın nasıl tepki verdiklerini öğrendim. Bu kadar dürtüsel, bu kadar ilkel olmak beni çok güçsüz hissettirdi. Hemen her durumda olduğu gibi yüksek farkındalıkla da bunun üstesinden büyük ölçüde gelinebileceğinden bahsettiler. Senden ve diğer bağımlılıklarımdan kurtulmak istiyorum. Farkındalığı arttırmak için de temelleri Budizm felsefesine dayanan mindfulness egzersizleri önerdiler. Bu konuda henüz bir araştırma yapamadım fakat yapılacaklar listeme eklendi.
Mindfulness ile ilgili bir yayına katıldım. Hem adamın bende kusma hissi uyandıran aşşşşşşırı sakin ses tonu hem de internetimin çağ dışılığı yüzünden yayından erken vakitte çıkmam gerekti. Belki de evrenin bana “mindfulness işini biraz ertele” deme şeklidir bu, kim bilir?
İlişkilerde hayal kırıklıklarını konu alan bir canlı yayına rastladım. İşi gücü bırakıp oturdum yayının başına. Alanında uzman iki akademisyen yapıyordu yayını ama sohbet havasındaydı. Beklentilerden, idealize etmeden, inkardan bahsedildi. İnkar ama nasıl inkar bak şimdi; karşımızdaki kişinin olumsuz bazı özellikleri var ama görmezden geliyoruz, önemsemiyoruz, “yok ya her zaman da böyle değildir, anlık bir durum” diyoruz. Sonra süreç ilerliyor ilerliyor bu görmezden geldiğimiz durum hooop ilişkinin göbeğine sorun olarak oturuyor. Bu durumu da ilişkimizle bağdaştırdığım çok yer oldu. Bizim için bir defter edindim. Bunları not alıyorum, kavramsallaştırıyorum. İdealize etme durumu da tamamen kafada uydurma gibi. Ben seni kafamda mı uydurdum acaba? Arzu ettiğim adam, mutlu olmayı umduğum profil sen değildin de senin ufacık bir davranış kırıntını genişleterek “heh işte bak doğru kişi bu” mu dedim? Bu sorudan pek emin değilim. Üzerine biraz düşünmem lazım. Bir de aynı hoca ölüm ve ayrılık kavramlarının beynin aynı bölgesi tarafından algılandığını söyledi. Yani beynimizin de ayrılığı ölümle ilişkilendirdiği görüşünü ennn somut hali ile önümüze serdi.
Varoluşçu terapi çalıştım. Rollo May’ler, V. Frankl’lar, Yalom’lar havada uçuştu. An geldi yaşamın anlamını sorguladım, an geldi varoluşsal boşluğa düştüm. Rollo May’in “Nefret aşkın zıttı değildir, kayıtsızlık aşkın zıttıdır.” tespitini okuyunca yutkunamadım. Öyle dakikalarca bakıştık cümle ile. Cümleyi sakince not alıp bugünlük varoluşçu terapi defterini kapattım.
Bir ilişkide sorun varsa geçmiş aile yaşantılarına da odaklanmak gerektiğine yönelik uzman görüşlerine rastladım. İşlevsel olmayan aileler ile ilgili okumalar yapıyorum. Henüz sonlanmadı. Bunu başka yazımda tartışacağım.
Zihnimi devamlı bir şeyler ile meşgul etmeye çalışıyorum ama nereye kaçsam sana dair ipuçları buluyorum. Bir şeyler beni sana çekiyor. Koooskoca bir haftada seni bana yaklaştırmayan dünya beni sürekli sana çekiyor. Ama kader bu ya ben sana ne kadar yaklaştığımı sansam da bir o kadar uzaklaşıyoruz. Sana artık yakın olmak istiyor muyum emin değilim ama emin olduğum bir şey var ki seni seviyorum. Sevgi, bize her şeyi yapma özgürlüğü tanımaz. Ben seni sevdiğim için seni arayamam, haklarını gasp edemem, senden haber almak için ortak bağlantılarımızı kullanamam. Bu çok büyük bir saygısızlık ve mantık dışı olur. Zaten dürtüsel hareket eden bir hayvan gibi hissediyorum bağımlılıklarım yüzünden, bırakalım da bu mantıklı olsun değil mi? Elbette aklımıza uyan şey canımızı yakmayacak diye bir kaide yok. Canım yanıyor. Seni çok özlüyorum. Seninle konuşmayı çok istiyorum. Seni görmeyi, sesini duymayı, sana dokunmayı çok istiyorum ama bunları istiyor olmam elde edebileceğim anlamına gelmez. Sadece istiyorum...
Yeni arkadaşlar edindim. Çok heyecanlanırım böyle zamanlarda bilirsin. Sana hemen anlatmak isterim. Beraber durumu ele alırız, iyi dileklerde bulunup süreci gözlemlemeye koyuluruz. Böylesi deneyimlerimi ve arkadaşlarımı sana anlatamamak da zor geliyor. Eskiden her şey daha anlamlıydı. Şimdi eksik hissediyorum. Çok yarım kalmış gibiyim. Sağlık durumum gittikçe kötü bir hal almaya başladı. Haftayı 5 kilo kayıpla kapatıyoruz. Bu beni biraz korkutuyor. Kısa sürede el atmam gerekebilir bu duruma. Bir hafta daha bekleyelim yine de.
Çok geç oldu. Uyumalısın. Ben de uyumalıyım. Güzel rüya görme umudunu geçtim artık, yalvarırım kabus görmeyeyim. Mümkünse iyi geceler.
46 notes · View notes
absentispuella · 4 years
Text
Seni benden alan kadere küstüm
111 notes · View notes
selenofill · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Müjde Bilir – Sevgili Didem, ilk kitabın İnkılap 2000 Şiir Ödülü’nü almıştı ve “Grapon Kağıtları” adını taşıyordu. Kısa bir süre önce de ikinci şiir kitabın “Ah’lar Ağacı”  (Everest Yay.) yayımlandı. Kitaba adını veren uzun şiirde “(…) Ne diyecektin, ne söyleyecektin/Şairlerin şahı olsan,/bir AH’dan başka./Ah benim nergis kokulu cehaletim/Bana yılarca, bunca sözü boşa söylettin./AH!” diyorsun. Nasıl bir yolculuktur, seni, “ah!” sesine getiren?
Didem Madak- Grapon Kağıtları’ndaki şiirleri yazdığım dönemi izleyen üç seneye yakın bir dönemde iki şiir dışında hiç şiir yazmadım. Hiç o dönemdeki kadar çok ah demedim. Sürekli ah dediğim için uyarırlardı beni çevremdeki insanlar. Ah denmez derlerdi, af denir. O dönemde hep sıkıntıyı azalttığına inanılan hediyeler verildi bana. Akik taşlı yüzükler, muskalar falan. Sabrı öğütleyen bir kum saati bile hediye edilmişti. Herhalde şimdi de bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilemenin vakti geldi. Virginia Woolf’un Orlando’sunu çok severim. Orlando yıllarca göğsünde taşıdığı ve bir meşe ağacından esinlenerek yazdığı şiiriyle ünlü olur ve bir ödül kazanır. O zaman kitabını kendisine esin veren meşe ağacının altına gömmeye karar verir. Ve simgesel cenaze töreninde şöyle bir konuşma yapmayı planlar: ‘Bunu bir armağan olarak görüyorum diyecektir, toprağın bana verdiklerinin toprağa geri dönmesi olarak.’ Galiba ben de bütün birikmiş ahlarımı, söylediklerimi ve söyleyemediklerimi ‘Ah’lar Ağacı’nın altına gömdüm. Bu yüzden ‘Ah’lar Ağacı’ bir şiirden çok bir ağıt olabilirdi esasında. Kendi acısıyla dalga geçen ve gülerek acı çeken bir kadın ani bir manevrayla şiiri ele geçirdi ve en başta ‘iç ses’ diye söylenen ağlak kadınla, ‘Yıldırım Gürses’ diye cevap verip dalga geçti. Ve aptal aptal güldü bir de buna. Şimdi ‘Ah’lar Ağacı’nı nereye gömmeliyim diye düşünüyorum. Belki de ‘başsız ayaksız bir mezara.’ ‘Susmanın su kenarında’ bir yerlere…
Kitapta yer alan özgeçmişinde, “ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi” sevdiğinden söz ediliyor. Hemen hemen bütün kadınlar ütü yapmaktan nefret eder, ama neredeyse hiçbir kadın ütüden kaçamamıştır. Şöyle de yazmışsın: “(…) Karnabahar kızartmıyordu asla/başroldeki kadınlar.” Bir kadın için ütüden kurtulmak -eğer başrol oyuncusu değilse- bu kadar kolay mı? Şiir yazıyor olmanın bu kurtuluşa katkısı nedir?
Sevgili Müjde sen de bilirsin, bazı kadınlar pasaklıdır. Bu tip kadınların kocaları işe, buruşuk gömlekler ve kopuk düğmelerle giderler. Herkes bu bahtsız kocalara acır. Sanki bir karışıklık olmuş gibidir, bir erkeğe ait olabilecek bir ruh, bir kadının vücudunda dünyaya gelmiştir. Sanki bazı meseleleri gizlemek konusunda, yüzyıllardır süren bir anlaşma var gibidir kadınlar arasında. Bu gizi, bilinmeyeni anlamaya çalışmak ve bunu dil aracılığıyla sorgulamak, daha ziyade erkeğe özgü bir çaba gibi görünür. Bazen de ölümcül sonuçlara sebep olabilir böyle bir çaba, bir kadın için. Sylvia Plath Üç Kadın’da şöyle der mesela: “Bu adamlara takıyorum ben/Nasıl da kıskanıyorlar düz olmayan her şeyi! Dünyayı/Kendileri gibi düz yapabilecek kıskanç tanrılar onlar.” Evet, sanırım hiçbir kadının ütüden kaçamamasına yarayan bir mekanizma işler durumda. Ben bundan başlangıçta çok bilinçsiz ve el yordamıyla kaçtım. Yazmak bu kaçışta bence çok önemli rol oynadı. Kafamın daha da karışmasına neden oldu. Bir dönem komik ve çocukça tercihler yaptım: Gerçi çabuk vazgeçtim bu karardan, ama benden önce yazmış kadınlara çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Sanırım bu söyleşiyi bir erkekle yapıyor olsaydım bana böyle bir soru yöneltilmezdi. Çünkü özgeçmişimde yer alan bu bölüm, bıyık altından gülünüp geçilecek kadar basit görünürdü ona. Ama senden böyle bir soru bekliyordum. Teşekkür ederim.
Adını şu an hatırlayamadığım bir zenci kadın şair şöyle demiş: Erkekler özgür iradeyi efendi efendi tartıştılar, bizse çığlıklar atarak tartıştık onu.
Çoğu kadın kendileri için önceden planlanmış güvenli bir hayata sığınır. Bu hayatın sonu baştan bellidir. Bir kadın bunun dışında seçimler yapmaya kalkıştığında, fena halde zora sokmuş olur kendini. (Haklısın, başrol oyuncusu olabileceği maddi manevi imkânların içine doğmamışsa eğer.) Çoğunluğu kendini gizleyen, koruyan, gardını alan, ürkmüş insanların yaşadığı bu ülkede bir kadın olarak bana ait bir hayatım olsun diye gösterdiğim çabaya ve kendi serüvenime haksızlık edemem. Bu yüzden hayatımı samimiyet ve cesaretle anlatmak benim için önemli. Benim hâlâ hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var, bu meselelerle samimiyet ve cesaretle boğuşuyorum hâlâ. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp, kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.
Şiir ütüden böylece kurtuldu madem, yaşlanmaktan da korkmayacak o halde! “(…) Çizgili olsun, buruşsun yüzü,/Şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım” dediğini hatırlatmak istiyorum.
Niçin şiir yazmaya başladığımı düşündüğümde şunu fark ettim: O dönem şiir bana, herkesten ve her şeyden çok özgürlük vaat ediyordu. Yaşlanmak da benim için bir özgürlük vaadi aslında. Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden – gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum. Gecenin bir vakti kimsenin ilgisini çekmeden bir meyhaneye oturup, herkesin suratını inceleyebilirim o zaman. En fazla, bu buruşuk suratlı kadının niye kendilerini inceleyip durduğunu düşünürler. Sonra çok içip masada sızmama yakın, heyy kocakarı, derler bana, kapatıyoruz, hadi evine git. Genç bir kadın için tam bir yalnızlık mümkün olmuyor aslında. Eskiden cebimde bir falçata taşırdım mesela. Gecenin üçünde hiç korkmadan, arkamdaki ayak seslerini kollamadan, sokaklarda yalnız dolaşabilmek benim şiirime çok şey katabilir gibi geliyor. Yaşlanınca daha rahat ederim diye düşünüp, yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmıyorum. Ne kendim ne de şiirim için. Ben sanırım yaşlanınca şu kabına sığamayan, çatlak ihtiyarlardan olacağım. Zaten şu an yazdığım şiirler beni, torunlarıma hayatımı anlatmak zahmetinden kurtaracak. O zaman haliyle gece ikiye kadar oturaklı, derin şiirler yazacağım, o saatten sonra da torunlarımla diskoya falan gideceğim. Herkesin ‘kaçık ihtiyar’ı ayıplamasını şiddetle istiyorum.
Sanki içini döküyorsun beyaz kağıtlara… Samimi hislerini itiraf ediyorsun… Kendinle, tanrıyla konuşmandan… Işıl’la, teyzenle ya da benimle paylaşmandan sanki pek farkı yok bunun. Kalemi eline aldığında -başka bir deyişle, yazının düşünsel süreci eyleme dönüştüğünde- neler oluyor peki? Bir çırpıda mı yazıyorsun şiirlerini? Sence samimiyet kurgulanamaz bir şey midir?
Bachmann, içten gelen herhangi bir zorlama olmaksızın, şiir yazabileceğine ilişkin bir kuşkuya kapıldığı vakit, şiir yazmayı bıraktığını söylemiş bir söyleşisinde. Bence şiirde samimiyet şairin içinden gelen bir zorlama ile ilgili. Önümüzde duran bir metnin şiir olup olmadığına karar vermek için nasıl bazı kesin ölçüler bulamıyorsak, bir şiirin samimi olup olmadığını anlayacak kesin ölçülerden söz etmemiz mümkün değil. Bunu ancak hissedebiliriz.
Benim açımdan en zor olanı yazmaya başlamak, bir şiir yazabileceğimi hissettiğimde çoğunlukla bir yığın kaçış yolu buluyorum, gezmeye gidiyorum, TV izliyorum. Yalnız değilsem kesinlikle yazamıyorum. Bu yüzden yalnız yaşamadığım dönemlerde şiirlerimi gece herkes uyuduktan sonra yazardım. Bazen yazma ihtiyacıyla kâğıdı kalemi elime alır, saatlerce yazarım. Ama bu yazılanlardan asla şiir çıkmaz. Bazen de bir mektup yazmaya başlar kısa bir süre sonra şiir yazarım. Yazmaya başladığımda ne yazacağım konusunda en ufak bir fikrim olmuyor çoğunlukla. Sadece yazmaya başlıyorum. Bir süre sonra benim ‘kalemin açılması’ dediğim bir durum ortaya çıkıyor, o zaman hiç zorlanmadan, kontrol etmeden yazıyorum. O zaman müthiş rahatlıyor ve hızlı yazıyorum. Bazen ağlıyorum. Genelde sayfalarca yazıyorum. Çoğunlukla sanki az sonra ölecekmişim gibi paniğe kapılıyorum yazarken. Sanki ölmeden önce itiraf etmem gereken bazı önemli meseleler varmış gibi hissediyorum. Bu yüzden sanki artık kaybedecek bir şeyim yokmuş gibi geliyor. Her şeyi söyleyebilirmişim gibi geliyor. O zaman her gün işe giderken karşılaştığım, boyozcunun yanında durup, boyoz yiyen insanları hayranlıkla seyreden o kara köpeği, puf böreği gibi tombik elleriyle kabak seçen ev hanımlarını, ucuzluktan alınmış bayramlıklarıyla kendilerinden pek memnun olan o bayram çocuklarını hatırlıyorum. O zaman onları sandığımdan çok sevdiğimi anlıyorum. Hepsi şiirime sızıyor o zaman. Hayat beni büyülüyor. Yazarken hayatı sandığımdan çok sevdiğimi, ona hayranlık duyduğumu anlıyorum. Aslında az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiirin fışkırdığını görürüz, önemli saydığımız çoğu şeyin önemini yitirdiğini görürüz. O zaman anlamsız bulduğumuz küçük gündelik hayatımızın aslında anlamlı olduğunu hissederiz. Ben sanırım böyle bir itkiyle yazdığım için biraz telâşlı yazıyorum. Doğaçlama bir şiir. Yazdıklarımı sonradan okuduğumda çoğunu yırtıyorum. Ben şiirde toptan eksiltme yöntemini takip ediyorum. Bazen cesaretimi toplayıp, eli yüzü düzgün bir kâğıda temize çekip, biraz düzeltiyor, kardeşime gösteriyorum. Ondan geçerse başkalarına da gösteriyorum. Kardeşim edebiyat öğretmeni en zoru ondan geçmek. Okuldaki öğrencileri ve ben bir kader birliği içindeyiz.
Samimiyet meselesi bence yanlış anlaşılıyor, insan ne kadar kendi hayatından söz ederse o kadar samimi sanılıyor. Edip Cansever, Stefan, Lusin, Cemile ve Seniha’nın hayatlarından muazzam şiirler kurdu, samimiydi. Sonuna kadar. Çünkü o bu hayatların şiirini yazma zorunluluğu duyuyordu. M. C. Anday çok sevdiğim ‘Güneşte’ kitabında samimiydi. Samimiyet şairin kendi deneyimine, düşünsel sürecine denk düşecek şiiri yazması demek bence. Şiirinin arkasında durabilmesi demek. Bazen özentili, güzel söz söyleme hevesiyle veya can sıkıntısıyla yazıldığı belli olan şiirler okuyorum. Şiire soruyorum o zaman: Hani ya senin şairin nerde? İyi şiir şairinin parmak izi gibidir. Tanırsınız hemen.
Şiire giden pek çok yol vardır. Önemli olan hangi yoldan gittiğimiz değil, şiire ulaşıp ulaşmadığımız. Birbirimizin tuttuğu yolu beğenmeyebiliriz, o zaman birbirimizi eleştiririz. Ama bazen bir öfke nöbeti esnasında yazıldığı izlenimini veren yazılar okuyorum. Üzülüyorum. Her türlü eleştirinin muhatabı olabilirim ama, öfkenin asla. Keşke feyz aldığımız üstatların bilgeliğinden de nasibimizi alsak.
Kaybolmaktan söz edelim mi biraz? “(…) Kapının arkasında yokum demiştim/Ve divanın altında da.” diyorsun. Ama biz, saklambaç oynamayı bütün çocuklar sever elbet, diyemiyoruz. “Bulamazsınız ki artık beni, hayatın ortasında.”diyerek öyle çabuk büyüyorsun ki “Bir kız çocuğunun hayalleri” şöyle dursun sanki hızla göçüp gidiyorsun: “(…) Vasiyetimdir/Dalgınlığınıza gelmek istiyorum/Ve kaybolmak o dalgınlıkta.” Sevgili kardeşim, yoksa kaybolduğun yerde mi saklı şiirinin sandığı? (…) kim dokunsa şiire/Eline bir kıymık saplanacak”mı hep?
Çocukken kuzenimle evcilik oynuyorduk. Dövme işini abartıp bebekleri yerden yere çalmaya başladık. Teyzem, ne yapıyorsunuz dedi, onların da canı var. Biz şaşırıp duraksadık. Onlar canlı değil ama, dedik. Evet ama demişti teyzem, siz onları canlı farz ediyordunuz döverken. Oyun oynarken hep böyle bir risk vardır, oyunun kuralları size bir sınır çizer. Saklambaç oynayan kimse, bulunmayı kabul ederek saklanır. Oysa kaybolmak bir oyun değildir. Bir ilgisizlik söz konusudur. Gaip arkasında ne olup bittiğini bilmez, nereye gider, ne yapar, onu neler bekler bilmez. Gaip nereye gideceğini bilemediğinden gitmeyi planlamadığı adreslere gider, görmeyi arzu etmediği bir yığın insan görür. İşte böyle rastgele gezdiği için (aradığının ne olduğunu bilmese bile) bulma şansı vardır. Neyi anlaması gerektiğini bilmese bile anlama şansı vardır. Kaybolmanın mütevazı bir cesaret gerektirdiğini düşünüyorum. Çünkü insan kaybolunca kendini bir daha hiç bulamayabilir. Böyle bir risk her zaman vardır. Çoğu insan gaip aslında, farkında değiller sadece. Paralarının içinde, rahatlıklarının içinde, okudukları kitaplarının ve bildiklerinin sarhoşluğu içinde çok gaip görüyorum. Ben sadece farkındayım kaybolduğumun. Bu yüzden her gün aynı soruyu soruyorum: “Baştan, baştan/bu ceza ne güne sürecek böyle?”
Ben çoğumuzun dünyaya biraz dalgın baktığını görüyorum. Hepimiz birbirimizin dalgınlığında kayboluyoruz. Sanırım tüm dünyayı işgal etti dalgınlık, şimdi de iktidarda. Bizler şanssız şairleriz aslında, hepimiz bu dalgınlıkta kaybolacağız. Bu çağdan bir Şeyh Galip çıkmayacak. Bize ‘çok alametler belirdi’ dışında bir şey söyletmeyecek bu çağ. Ben sadece açıkça görünen bu durumu kabulleniyor ve istiyorum.
“(…) Allahla samimi oldum/Geçen üç yıl boyunca.” demişsin. Doğal olarak şiirlerinde de hissedilen bu samimiyet seni nasıl etkiliyor? “Çoktandır öksüz olan dünya”ya ve insana bakışını nasıl belirliyor?
Dostoyevski sanırım Ecinniler’de şöyle bir laf etmiş: İnananlar her zaman inanmadıklarından, inanmayanlar da her zaman inandıklarından şüphe ederler. Sanırım Tanrı işte o şüphede saklıdır. Onun her yerde ve hiçbir yerde oluşu, onu nerede bulacağımızı bilmememiz bizim kendimize çarpmamıza sebep olur. O zaman ‘gök boş nereye bağlasam atımı’ deriz. Allah’la samimi oluşum öyle uhrevi sebeplere falan dayanmıyor, tam aksine çok basit bir sebebi var: Yaşama içgüdüm. 26 yaşıma kadar her istediğimi yaptım, bu neye mal olursa olsun. Sonra bir gün yolun sonuna geldiğimi hissettim.
Kendime dur demem gerekiyordu. İnsan ya ölerek ya da yaşamaya karar vererek kendini durdurabilir. Ben yaşamaya karar verdim. Bu yüzden Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimse kalmadığı için, konuştuğumdu. Hani adam uçurumdan düşerken bir dala zor zahmet tutunmuş ve dua etmeye başlamış: Kurtar beni Allahım, ne olur kurtar. Bakmış ses soluk çıkmıyor, bağırmış: Başka kimse yok mu? Yalnızlığının ucuna varan, Tanrı ile konuşmaya başlar ve orada başka kimse yoktur. İster istemez şiirlerimde de bu konuşmanın izleri var. Tasavvufun önerdiği iç yolculuğu, önemli bir olanak olarak görüyorum kendi açımdan. Tasavvuf insanı günahkâr, aciz bir kul konumundan uzaklaştırıyor.
Sanırım dervişliğin edebiyatını yeterince yaptık, artık onu yeni bir yorumla yaşadığımız çağa ve hayata katmamız lazım. Dervişlik havuz başında, âlemleri seyre dalmak anlamına gelmiyor yalnızca. Bence artık dervişlik, maçoluk yarışması yapılan bir masada, ‘ben kestiricem, zaten bir işe yaramıyor’ diyen bir adamın ‘iktidarsızlığında’ saklı. Himaye ve işbirliği kabul etmedikleri için boynu vurdurulan, derisi yüzülen dervişleri hatırlamakta saklı. Artık kapılanacak kapı kalmadı. Bizi çağıracak ses kalmadı, ‘çağrıldım, geldim’ diyemeyiz artık. Ahlayıp, oflayıp, ben diyerek kendimi herhangi birinden daha çok acı çekiyor sanışımla, ben dervişlikten ne kadar uzağım. Acımı sessizce çekeceğim bir yol bulursam, dervişlik işte orada saklı. Kırılan kalbimizin hesabını tutmaktan sıkılıp, kırdığımız kalplerin hesabını tutarsak, belki orada saklı. Fuzuli’nin söylediği gibi ‘iyi ile kötü sayma işi bitince mescid de birdir meyhane de.’ Belki dervişlik, bu sayma işini bitirmemde saklı.
“Ahlar ağacıyım, gibisi fazla./Başka bir şey istemem/Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,/Hesabımı tam vermekten başka.” (…)Vasiyetimdir:/Bin ahımın hakkı toprağa kalsın.” diyen sevgili şair, sanki son sözlerini söyleme çabası içindedir. Peki “ne diyecek”tir, “ne söyleyecek”tir bundan sonra?
Evet yaşlanmak benim için bir ütopya gibi. Yaşlanınca ‘kötü bir efendinin elinden kurtulmuş bir köle gibi olacağım.’ Minibüs edebiyatında meşhur bir laf var hani: Hızlı yaşa, genç öl, cesedin güzel olsun. Genç ölemediğim için hızlı yaşlanmaya başladım sanırım.
İnsan eğer bir sırdaşı varsa ve her şeyini paylaşıyorsa, onu çok sevmekle birlikte bu paylaşımın kendisi için tehlikeli olduğunu da düşünür. Neden her şeyimi anlatıyorum ona diye sorarsın kendine, anlatmamalıyım, bazen kendime bile söyleyemediklerimi ona niye söylüyorum. Ne diye kurcalayıp duruyor her şeyi, diye düşünürsün. Acı söyleyen dostlardan hızla uzaklaşıldığını çok gördüm. Eğer biriyle çok yakın ve içli dışlıysan ilişkin gitgide gerilir. Ne onla ne de onsuz durumu çıkar ortaya. Benim şiirle ilişkim buna benziyor biraz. Ben ona, bana bunca lafı boşa söyletiyorsun, diyorum. O da bana asıl konuşmasan kötü olurdu, diyor.
Bir münzevi olma yolunda biraz erken ve biraz hızlı ilerliyorum. Bu seçim değil, tamamen beceriksizlikten kaynaklanıyor. Gitgide daha çok susuyorum. Kitap okuyorum, sonra ebru teknesinin başına geçip ebru ile uğraşıyorum. Suyun üzerine resim çizmek beni rahatlatıyor. Bazen yemek yapıyorum. Bazen yatağımda bir taşa dönüştüğümü hissediyorum. Dünyanın bir yerlerinde benim ulaşamadığım bir hafiflik olduğunu düşünüyorum.
Susmam için bir bedel ödemem gerekseydi susardım. Ama gerekmez. Susmanın sağlayacağı rahatlığı çok özlüyorum, ama rahat batar bana biliyorum. Tam olarak susamıyorum. Bu yüzden mutlaka ‘Ah’lar Ağacı’nı gömeceğim bir yer bulacağım.
Bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilerim. Vesselam.
13 notes · View notes
egeninizmiri · 3 years
Text
Seni benden alan kadere küstüm canım..
3 notes · View notes
1teksenn · 4 years
Text
Yaşar gibi yapıyorum..
Susarak Sevdiğim gibi..💔
☕🥀🎶📚
87 notes · View notes
kavsaktandonenida · 3 years
Note
bizi bu hale getirenler utansin.(nokta)
Seni benden alan kader utansin.(nokta)
2 notes · View notes