Tumgik
#türban
nevzatboyraz44 · 2 months
Text
Tumblr media
KUR’AN VE SÜNNET’TE TESETTÜR
Tesettür تستُّر kelimesi Arapça ‘da “örtmek, gizlemek, perdelemek, engel olmak” anlamlarına gelen (ر-ت-س) s-t-r kök harflerinden türemiştir. Kelime sözlükte “örtünmek, örtüye bürünmek, kuşanmak, başkaları ile kendisi arasına perde koymak, bir şeyin içinde ya da arkasında gizlenmek” manalarına gelir. Arapça ’da tesettür sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan başka kelimeler de mevcuttur. Bu bağlamda, رْ ست ِ sitr kelimesi gerçek anlamıyla “gizlenmeye yarayan engel, perde, siper vb. şeyler”, mecaz olarak da “çekinme, korku, edep, hayâ” manalarında kullanılmaktadır. Yine bu kökten türeyen رَ ست َseter “kalkan” demektir; يرِست َsetîr ve ورُ َ ْست م mestûr ise mecazen “iffetli, edepli, hayâ sahibi” anlamlarına gelir. Terim olarak ise tesettür kelimesi“insanın fıtrî, tabiî, örfî veya dinî bir gerekçe ile ilgilileri ve ölçüleri dinen belirlenmiş bir şekilde vücudunun belli yerlerini örtmesi” demektir. Bahsi geçen sözlük ve terim anlamları, örtünmenin fıtrî, doğal, sosyal, kültürel ve ahlâkî boyutları bulunan bir bilinç hali olduğunu göstermektedir. Böylelikle tesettür emrinin yerine getirilmesi Müslüman şahsiyetini görünür kılarak inanç değerlerine sadakati ve aidiyetiyle mümin olmanın temel şartlarından biri olmaktadır.
Örtünmek veya yerine, zamanına ve şartlarına göre giyinmek, yerine getirilmesi gerekli olan dinȋ bir vecibe olduğu gibi, ahlakȋ ve fıtrȋ açıdan da insan için gerekli olan ve insanı tamamlayan çok önemli bir unsurdur. Zaten insanın çıplaklık duygusu sebebiyle örtünmesi, avret yerlerini örtmesi ve durumuna göre güzelce giyinmesi onun özelliklerindendir. Bunun için giysiler insanın kimliğini ve karakterini ortaya çıkaran en etkili ve mükemmel bir göstergedir. İslȃm dini, fıtrat dini olup, avret yerlerini örtmek de insanın yaratılışında aslȋ olarak bulunmakta olduğundan, fıtratını çeşitli günahlarla değiştirmemiş her insan, hayȃ duygusu ile örtünme ihtiyacı hisseder. Şeytanın ve nefsi hevȃsının saptırmasına son derece meyledici olan İnsanoğlu, tesettür hususunda başıboş bırakılsaydı, toplumda aile diye bişey olmaz, ebeveynden bahsedilemez, bu nedenle de insan türünün bekası imkȃnsız hale gelebilirdi. İşte bu nedenle, Allah’u Teȃla ezelȋ ilmiyle, bazı insanların fıtratının saf bir halde kalmayıp, şeytana uymakla bozulacağını, hayrı-şerri karıştırıp, toplumda fitne sebebi olacaklarını bildiği için, tesettür ahkȃmını insanlara bırakmayıp, ölçülerini de Kur’ȃn-ı Kerim’de bizzat kendisi belirlemiştir.
Kur’ân’da tesettürle doğrudan ilgili olarak A‘râf Sûresi 26-27, Nûr Sûresi 30-31, 60, Ahzâb Sûresi 33 ve 59. âyetler zikredilmektedir.
A’raf Suresi 26. Ayet: “Ey Âdemoğulları! Size edep yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Asıl hayırlı olan ise takvâ elbisesidir. İşte bu (giysiler), hakikati anlasınlar diye Allah’ın (size ikram ettiği) ayetlerindendir.”
Takvâ: ‘Yüce Allah’a saygı göstermek, O’na karşı sorumluluğunun bilincinde olmak, O’nun âyetlerine karşı duyarlı davranmak ve O’nun koyduğu kuralları ihlal etmekten sakınmak’ demektir. Bu âyetten anlaşılmaktadır ki, insanoğlunun giydiği elbise belki bir şekilde bedeni örtebilir; ancak onun tesettür olarak tanımlanması ve dinî bir değer ifade etmesi takvâ elbisesi olup olmadığına bağlıdır. Zira bedensel örtü ancak ruhun örtünmesiyle anlam kazanabilir. Takvâ elbisesinin “çok daha hayırlı” olarak tanıtılmasındaki asıl amaç da bu olsa gerektir. Bu âyetteki takvâ elbisesi ifadesinden anlaşılmaktadır ki, örtünmenin ruhu takvâdır. Nasıl ki ruhsuz ceset bir anlam ifade etmiyorsa, takvâdan uzak bir örtünme de anlamsızdır.
A’raf Suresi 27. Ayet: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, edep yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve taraftarları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları yaptık.”
Şeytanın insanoğlunu doğru yoldan(sırat-ı müstakim) şaşırtmanın başlıca yollarından biri olarak insanların edep yerlerinin açılmasını sağlaması olduğu bu âyetten anlaşılmaktadır. Bunu bir önceki âyette geçen takvâ elbisesi ifadesiyle ilişkilendirmek gerekirse, ar perdesinin yırtılması şeklinde de yorumlanabilmektedir. Şeytanın Hz. Âdem ve eşini cennetten çıkarmak istemesinin temelinde de onları bu değerden uzaklaştırmak istediği anlaşılmaktadır. Ayrıca insan takvâ elbisesini çıkarıp edep ve hayâ duygularını kaybedince, onun maddi ve manevi anlamda daha pek çok şeyi yitirebilmesi ihtimali açığa çıkar. Şeytan bu durumu gayet iyi bildiğinden diğer insanlara da aynı açıdan yaklaşmak istemektedir. Tesettür ise bu hususta çok önemli bir duyarlılık göstergesi ve takvaya ulaştıracak bir üst bilinç halidir.
Nûr Sûresi 30. Âyet: “(Ey Peygamber!) Mü’min erkeklere söyle! Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar/kıssınlar ve namuslarını korusunlar. (Zira) bu, onlar için daha nezihtir/uygundur. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”
Tesettürün sadece kadınları ilgilendiren bir mesele olmadığı, erkeğin de tesettürünün olduğunu özellikle A‘râf 26. âyetteki takvâ elbisesi ibaresinden yola çıkılarak, bu elbisenin kadın-erkek tüm Müslümanlar adına önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte namusu koruma görevinin öncelikle erkeklere ait olduğunu, dolayısıyla hem kendilerinin hem de sorumluluğu altındaki insanların iffet ve namusunu korumakla mükellef kılındıklarını bildirmektedir.
Namahrem kadınlara bakmanın ölçüsü konusunda Hz. Peygamber’in Hz.Ali’ye yönelik şu ifadesi önem arz etmekte ve mü’minlerin önünü açmaktadır: “Ey Ali! Peş peşe bakma. Haydi diyelim birincisi senin hakkın olsun, ama diğeri (ikincisi) senin hakkın değildir.”(Tirmizi,Edep) Hz. Peygamber’in ifadesinden de anlaşılacağı üzere birinci bakıştan korunmak genellikle mümkün değildir. Ancak ikinci ve bunu takip eden diğer bakışların tehlikeli olduğu aşikârdır. Hem kadın hem erkek için hüküm aynıdır. Bu arada evlenmek niyetiyle bakmakta bir beis yoktur. Bu hususta Hz. Peygamber’in şu ifadesi mühimdir. “Sizden birisi bir kadına evlenme teklifinde bulunmak istediğinde ona sırf evlenmek niyetiyle bakarsa onun bakmasında bir sakınca yoktur.”(Ebu Davud, Nikah)
Nûr Sûresi 31. Âyet: “Mü’min kadınlara da söyle! Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar/kıssınlar, namuslarını korusunlar, (yüz ve el gibi) görünen kısımları müstesna zînetlerini teşhir etmesinler ve başörtülerini tâ yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zînetlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları , kendi oğulları , kocalarının oğulları , erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları , kendi kadınları , ellerinin altında bulunan (köleler), erkeklerden ailenin kadınına şehvet duymayan (hizmetçi vs.) tâbi kimseler ve henüz kadınların mahrem bölgelerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri zînetleri bilinip (farkedilsin) diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hep birlikte Allah’a yönelin ki kurtuluşa eresiniz.”
Bir önceki âyette erkeklerden istenen duyarlılık bu kez kadınlardan istenmektedir. Bu kapsamda kadınların da tıpkı erkeklere verilen talimatlarda olduğu gibi gözlerini (harama bakmaktan) sakınmaları /kısmaları ve namuslarını korumaları emredilmektedir. Bu kapsamda müfessirlerce, âyette geçen “gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar” ifadesi Yüce Allah’ın bakılmasını yasakladığı hiçbir şeye bakmamak, namuslarını korusunlar emri de kadınların kendilerine namahrem olan bütün erkeklere karşı son derece dikkatli bir biçimde hareket etmeleri ve örtünmeleri gerektiği şeklinde yorumlanmaktadır. Önceki âyete ilaveten bu ayette kadınlara mahsus hükümler yer almaktadır. Bunlar; (yüz ve el gibi) görünen kısımları müstesna zînetlerini teşhir etmemek, başörtülerini tâ yakalarının üzerine kadar salmak, zînetlerini mahrem ya da özel durumlu kişilerden başkasına göstermemek ve gizledikleri zînetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmamaktır.
Yüce Allah bu âyette kadınların başörtülerini yakalarının üzerine salmalarını açık ve net bir şekilde emretmektedir. Câhiliye dönemi kadınları da başlarını örtüyorlar yani başörtüsü kullanıyorlardı; ancak başörtülerini yakalarının üzerine değil de gerdanları açık kalacak şekilde arkalarına doğru salıyorlardı. Kadınların başlarını örttükleri o örtülerle açıkta bıraktıkları gerdan ve yakalarını da kapatmaları kendilerinden istenmektedir. Bu durumda inkâr edilmediği sürece örtünmemek kişiyi günahkâr yapar; ancak “örtünmeye gerek yoktur” kabilinden sözler, sahibini âyetleri inkâr eder konuma getirir. Bu nedenle konunun hassasiyetini görmezlikten gelmemek, Yüce Allah’ın insanlıkla yaşıt bu emrini mutlak surette önemsemek ve gereğini yapmak gerekir. Bu doğrultuda başörtüsü bizzat Hz. Peygamber’in evinde ve diğer Müslümanların hayatında uygulanmış, yaşayan sünnet olarak da o günden bugüne kadar uygulana gelmiştir.
Âyette ayrıca vurgulanmak istenen husus takvâ elbisesine bürünmek için sadece örtünmenin yeterli olmadığı; tesettürü davranışlara yansıtmak ve yaşam biçimine dönüştürmek icap ettiği ve kurtuluşa ermek için hep birlikte Yüce Allah’a yönelmek gerekliliğidir.
Nûr Sûresi 60. Âyet: “Nikâh ummayan (yani evlenme ümidi taşımayan) yaşlı kadınların, zînetlerini teşhir etmeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ancak yine de iffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah her şeyi işitendir; her şeyi bilendir.”
Allah’u Teala tesettür konusunda yaşlı, yani cinsel ihtiyacı kalmayan ve dolayısıyla evlenme ya da nikah arzusu duymayan kadınlara yönelik istisnai hükümlerden söz etmekte ve bu bağlamda yaşlı kadınların zînetlerini teşhir etmeksizin dış elbiselerini çıkarabilecekleri ruhsatının yanında; kadının yaşı ne olursa olsun, iffetini korumasının esas olduğunu vurgulamaktadır.
Ahzâb Sûresi 33. Âyet: “(Ey Peygamber’in hanımları!) Evlerinizde oturun, önceki cahiliye (âdetinde olduğu) gibi açılıp saçılmayın. Namaız kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. (Ey Peygamber’in) ev halkı! Allah sizden, ancak günah gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”
Hz. Peygamber’in (sav) eşleri üzerinden ümmetin tüm kadınlarına sosyal hayat, tesettür ve ibadet konularında bir dizi uyarıda bulunulmaktadır. Allah Rasûlü’nün hanımlarına atfedilen evlerinde vakarla oturmak, cahiliye adetlerindeki gibi açılıp saçılmamak, namaz kılmak, zekat vermek, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmek gibi emirlerle diğer bayanlara da ve hatta tüm müminlere de aynı istikamette bulunmanın onları temiz kılmak için verilen bir emir olduğu anlaşılmaktadır.
Ahzâb Sûresi 59. Âyet: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle! (Herhangi bir ihtiyaç için dışarı çıkarken) dış elbiselerini giysinler. Bu (elbise) onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah çok bağışlayandır; çok merhamet edendir.”
Bu âyetin iniş sebebi hakkında kaynaklarda şu bilgiler aktarılmaktadır: Medine’de bazı münafıklar, görüntüsü ve elbisesi kötü bir kadına rastladıklarında, onun hür mü yoksa cariye mi olduğunu ayırt edemezlerdi. Dolayısıyla bu kadını cariye zannederek ona sarkıntılıkta bulunurlar ve böylelikle mü’min kadınlara eziyet verirlerdi. Âyet bunun üzerine indirilmiştir. Medine’de evler hem küçük hem de dardı ve içinde tuvalet yoktu. Kadınlar da tuvalet ihtiyacı için dışarı çıkarlar ve bu ihtiyaçlarını kırda giderirlerdi. Bazı fâsıklar bu kadınları takip ederler; üzerinde cilbâb/dış elbisesi olan kadınların hür olduklarını bildiklerinden kendilerine ilişmezler; fakat cilbâb olmayanların cariye oldukları gerekçesiyle onlara sarkıntılık eder ve böylece eziyet verirlerdi. İşte âyet bu gibi davranışlar üzerine indirilmiştir.
Bu âyet, vahyin indirildiği dönemde kadınların toplumsal hayatın bir parçası olduklarının ve dış ortamlarda bulunabildiklerinin en önemli delillerindendir. Yüce Allah kadının toplumda saygın bir şekilde nasıl bulunması gerektiğinin sınırlarını belirleyerek temiz bir toplumun nasıl inşa edileceğini göstermektedir.
Tesettüre Bürünmenin Amaçları
1-Takvâ elbisesine bürünmek (el-A‘râf 7/26).
2-Edep yerlerini gizlemek (el-A‘râf 7/26).
3- Süslenmek (el-A‘râf 7/26).
4-Şeytan ve taraftarlarının saldırılarına karşı tedbirli olmak (el-A‘râf 7/27).
5- Gözleri harama bakmaktan sakındırmak (en-Nûr 24/30-31).
6-Namus ve iffeti korumak (en-Nûr 24/30-31, 60).
7-Zîneti teşhir etmemek (en-Nûr 24/31, 60).
8-Yüce Allah’a yönelmek (en-Nûr 24/31).
9-Tertemiz arınmak (el-Ahzâb 33/33).
10-Yüce Allah’ı n emrine itaat etmek (el-Ahzâb 33/59).
11- Tanınmak ve sözlü ya da fiili tacize uğratılmamak (el-Ahzâb 33/59).
12-Güzel görünmek (el-A‘râf 7/31).
Böylece Kuran’da tesettürle ilgili ayetlerden bizlere aktarılmaya çalışılan İslâmî öğretide toplum hayatının huzurunu sağlama, dinî-ahlâkî değerleri koruma ve muhtemel bazı olumsuzlukları önleme amacıyla erkek için de kadın için de çizilmiş sınırların varlığıdır. Örtünme ise bu sınırların korunması amacıyla alınmış tedbirlerden biridir. Kadınlarla ilgili bazı hükümlerin ve sınırlandırmaların gerekçesi olarak çoğu kaynakta fitne endişesi konusu gündeme getirilir. Dinî literatürde fitne, Türkçe’deki yaygın anlamından farklı olarak insanların hayatın tabii akışı içinde karşı karşıya kalabilecekleri, sabır ve metanetle aşmaları gereken her türlü sıkıntı, imtihan, zor durum; imkân veya mahrumiyeti ifade eden anlamı hayli geniş bir kavramdır. Burada dillendirilen fitne endişesi ise dinin temel ahlak kurallarınca hoş görülmeyen bir durumun ortaya çıkması, böyle bir durumun muhtemel olmasıyla alâkalıdır. Bu bağlamda gerçekleşmesinden endişe edilen fitne zinadır. Zina yasak olunca yasaklanan bu sonuca götürebilecek yolların kapatılması da bu yasağın tamamlayıcı parçası haline gelmektedir. Böylelikle İslâmî öğretide her iki cins açısından da örtünme, hem İslâm’ın temel yasaklarından olan zinaya götürmesi muhtemel bütün yolların kapatılması, hem de kişilerin rahatsız edici bakış ve algıdan korunarak toplumda huzurlu bir sosyal ilişkiler düzeninin kurulması hedeflenmiştir. Örtünmenin salt cinselliğe, kadının baştan çıkarıcı bir fitne sebebi olarak görüldüğüne ve oradan kadın bedeninin nesneleştirilmesi ve denetlenmesine indirgenmesi doğru bir bakış açısı değildir. Çünkü Kur’an’da kadın için örtünme hükmünü getiren âyetin öncesinde erkeklere yönelik gözlerini kısma ve avret yerlerini örtme buyruğu yer almaktadır, yani kadınların örtünmesinden önce erkekler gözlerini kısmaları ve namuslarını korumaları emrine muhatap kılınmıştır. Bu sebeple örtünme hükmünün tek yanlı olduğunu ve kadını erkeğe karşı koruma amacı güttüğünü veya erkeğe kadını denetleme yetkisi verdiğini öne sürmek doğru değildir; örtünme hükmünün gerisinde toplumu ve aileyi ayakta tutacak ahlâkî bir ilke ve amaç vardır.
Tesettür’ün şekli ve rengi yoktur fakat sınırları Allah(c.c) tarafından net çizgilerle belirlenmiştir. Biz inananların bu sınırlara riayet etmesi ise imanlarımızın göstergesidir.
Âyetler ve hadislerden yola çıkarak âlimler örtünmede dikkat edilmesi gereken hususları maddelendirerek açıklamışlardır. Biz de kısaca Muhammed Es-Sabuni’nin Revaiul Beyân Tefsirindeki açıklamasına bakalım:
Örtü, bütün vücudu örtmelidir. Zira âyette kullanılan cilbâb bütün vücudu örten elbiseler için kullanılmaktadır. Yine âyette geçen “İdnâ” kelimesi, örtüyü baştan aşağıya doğru salıvermektir.
Örtü, alttaki elbiseyi gösterecek kadar ince olmamalıdır. Zira hicaptan maksat gizlemektir, ince örtü alttaki elbisenin görünmesini önleyemez. Bakışlara da mani olamaz. Nitekim Hz. Ayşe, “Ebubekir Sıddık’ın kızı Esma, üzerinde ince bir elbise ile Hz. Peygamber’in yanına gelince Hz. Peygamber ondan yüzünü çevirdi.” ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Bir kadın buluğ çağına girince-yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi doğru olmaz.” Elbisenin ince olmaması gerektiğini ifade Dihyetü’l-Kelbî’nin (ö. 50/670) anlattığına göre Hz. Peygamber’e Mısır’dan beyaz renkli ve ince olan kubâtî kumaşlar getirilmişti. Hz. Peygamber kendisine de bir parça verdi ve şöyle dedi: “Bunu ikiye böl, bir parçayı kendine gömlek yap, diğerini hanımına ver. Bununla kendine bürgü yapsın. Hanımına söyle, bunun altına bir astar koysun da bedenini açık etmesin!”
Örtünün kendisi bir ziynet (aşırı süslü)olmamalıdır. Şayet dış elbise olarak kullanılan elbisenin kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa o tesettüre uygun olmayan bir elbisedir. Zira örtünmekten maksat, ziynetlerin yabancılar tarafından görülmesini önlemektir. Bu açıdan süslü, parlak ve cazip olan veya çok pahalı olan kumaşlardan yapılan elbiseleri giymek tesettür emrinin vermek istediği mesaja aykırıdır. Bu yönüyle tesettür sade ve temiz olmalı fitneye sebep olmamalıdır.
Örtü, vücudun hatlarını belli edecek ve fitneye sebep olacak kadar dar olmamalı aksine geniş olmalıdır. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İki sınıf insan vardır ki onlar cehennem ehlidirler. Sığırların kuyruğuna benzer sopalarla halkı dövenler ve vücut hatlarını tamamıyla belli edecek elbise giyen kadınlar ki bunlar bu elbiselerle erkeklerin kalplerini çelmek için gezerken kırıtarak yürürler. Saçlarını da deve hörgüçlerine benzetirler. Onlar cennete giremeyecekleri gibi çok uzaklardan duyulabilen cennet kokusunu bile duyamazlar.” (Müslim-Ebu Davud,Libas) Bu hadisin Arapça ifadesinde geçen “kâsiyâtün âriyât” terkibine, “Görünüşte giyinik fakat hakikatte çıplaktırlar.” anlamı verilmiştir. Zira giydikleri elbise öyle ince ve dar bir elbisedir ki ne avretlerini ne de vücutlarını örtmektedir.
Örtüden güzel koku gelmemelidir. Çünkü güzel koku, erkekleri etki altında bırakmaktadır. Bu hususta Hz. Peygamber, “Harama bakan göz zina etmiştir. Güzel koku sürünerek erkeklerin arasına çıkan kadın da.” (Tirmizi,Edep) buyurmak sureti ile buna dikkat çekmiştir. Diğer bir rivayette de, “Bir kadın güzel koku sürünerek dışarıya çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına giderse, zinaya adım atmış olur.” (Tirmizi,Edep) buyrulmuştur. Diğer bir hadiste “Kendisine buhur değen kadın sakın bizimle yatsı namazına katılmasın.” (Müslim,Salat) buyrulmuştur.
Kadın ne erkek elbisesi giymeli, ne de giydiği elbise erkek elbisesine benzemelidir. Zira Ebû Hüreyre Hz. Peygamber’in, “kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet ettiğini” bildirmektedir. (Buhari-Ebu Davud, Libas) Yine Hz. Peygamber “Kadınlardan erkeklere benzeyenler, erkeklerden kadınlara benzeyenler bizden değildir.” (Buhari,Libas) demek sureti ile konunun önemini vurgulamaktadır.
Tesettür’ün Kur’an ve Sünnet ışında bizlere nasıl aktarıldığına ince detaylarla değinmekteki maksadımız dinimizi en doğru kaynaklardan öğrenmek ve tatbik etmektir. Doğru tatbik ederken Allah’u Teala’ya yaklaşmak niyeti ve istikametlerimizi fitri tutma gayesiyle yürüdüğümüz her yol aştığımız her yokuş ecir hanelerimize şahit olarak yazılacak ve bizleri din gününde ‘emin’ kılınan kullarından olma şerefine nail edecektir biiznillah. Duamız, temennimiz ve gayretimiz bundandır. Rabbim o yürekleri sarsan, gözleri dehşete düşüren günün şerrinden bizleri emin kılsın.
Hatice Sena Üstün
Tumblr media
39 notes · View notes
cemakkilic · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Müslüman ahali Takunya Libidocusu Türbanlı kızlar kanalı hizmete girmiştir.
38 notes · View notes
yolhikayelerim · 1 year
Text
Tumblr media
Az önce bir Facebook grubunda gördüğüm ve doğruluğuna yıllardır inandığım ama paylaşan arkadaşın çok tepki aldığı bu paylaşımı bende ondan alıp paylaşmak istedim.
Neden bu kadar yoldan izandan çıktı bu insanoğlu.Neden evli barklı iken başkalarıyla ilişki yaşar ki insanlar.Mutlu değilseniz boşanın,sonra ne halt yerseniz yiyin. Sayısız insan tanıdım bende orada ve en az 25 kişinin şu itirafını biliyorum.
SEVGİLİMDEN HAMİLE KALDIM AMA KİMSEYE SÖYLEYEMEDİM,MECBUREN ADAMIN ÜSTÜNE KALDI....
Peki şimdi kim nasıl kime güvenecek. Evlenmek isteyen adamlar nasıl evlensin. Sadece bu korkudan birçok erkek evlenmiyor, biliyorum. Ve en acısı, bunların içinde Anadolu'nun ücra köşelerindeki türbanlı kadınların da var oluşu. Bunca afet,bunca dert kimseye ders olmamış sanırım.
Sosyal medya yuvaları bitiriyor. Eşlerinize sahip çıkın
2 notes · View notes
ysnyslyrt · 1 year
Text
TÜRBANA ÖZÜR?
KK, BabalaTV'de başörtülü kesimden özür diledi. "Haksızdık, hatalıydık, o yüzden helalleşelim dedim" mealinde konuştu.
CHP'li değilim, sosyalistim ama bu özürden rahatsız oldum.
Düşündüm, bunda beni rahatsız eden nedir diye...
Sayayım;
1. Kamu kurumlarında genel ahlak adına örneğin etek boyuna karışılıyor, zorunlu din dersleri (sistematik ikna odaları?) sürüyor, Alevinin ibadethanesi ibadethane bile sayılmıyor (caminin ibadethane sayılmadığını hayal et), Aleviye-ateiste günde beş vakit megafonla ezan dinletiliyor, konserler ve festivaller iptal ediliyor, dinsiz sözcüğü hakaret olarak kullanılıyor... Daha sayabilirim. Bu uygulamaları muhafazakar kesimin desteklediği hükümetlerin sürdürdüğü de açık. Yani karşı taraf pataküte vuruyor ama senin tek yumruğun (türban yasağı) için özür bekliyor! Bu, kendi yediği naneleri yok sayan bir tavra işaret ediyor. Başörtülü birinin çıkıp karşısındaki Marksist ateiste yahut bir Aleviye kendini mağdur sunarak özür beklemesi benim için çok fazla.
2. Başörtüsünün serbestleşme sürecinde hükümet bir paket hazırlayıp üstte sıraladığım sorunları da çözebilirdi ama öyle yapmadı. Sadece kendi sorunlarını çözüp bencillik ettiler. Sorunları çözüldü, hatta başörtüsü ilkokula dek girdi ama varlığı sapkınlık sayılan ateistten, ibadethanesi tanınmayan Aleviden özür istiyorlar. Esasında onlara benzemeyen herkesin özür dilemesini istiyorlar.
3. Başörtüsü takanlar, dinin böyle emrettiğine inandığı için takıyor. Yani; a. giyim hürriyetini dinsel gerekçeyle iptal ediyorlar, b. bunu ahlakla ilişkilendirip yapmayanların -sırf bu nedenle!- ahlaksız olduğunu, 'öte tarafta' ceza göreceklerini savunuyorlar, c. bu emrin sadece kadınlara dönük olan cinsiyetçi içeriğini de dert etmiyorlar. Bu sebeplerle başörtüsü sıradan bir kıyafet değildir. İdeolojik bir anlamı var ve bu ideoloji yasakçı, nefret içeren ve cinsiyetçidir. Böyle bir şeyle fikren (yasakla değil fikren) mücadele edilmelidir. Bunu gözardı edip sanki şapka takmaktan hiç farkı yokmuş gibi ele alıp önünü daha evvel açmadığın için özür dilemek yanlıştır düşüncesindeyim.
4. Bu konuda beni rahatsız eden son husus da muhafazakar kadınların başörtüsünü bunca önemsemiş ve mücadele konusu yapmış olmalarıdır. Bu kadın kesimi, başörtüsü için verdikleri mücadelenin onda birini kadın olarak kendi hak ve hürriyetleri için vermedi. Destekledikleri siyasetçi defalarca "Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum" dedi mesela, bunu yuttular. Ne İstanbul Sözleşmesi iptal edilirken ne bekar kadınları sahiplendirmekten bahsedenlerle ittifak kurulurken mücadele etmediler. Ama kumaş için ülkeyi salladılar, halâ dertleri bu konuda özür duymak! Baştaki kumaşa kadının kendisinden daha çok kıymet verdiler adeta. Bunu bilmek de rahatsız edici.
5. Devletin "başını aç!" emrine karşı çıkarken dinin "başını ört!" emrine boyun eğmek, hürriyeti değil emir-yasak tekelini dinde tutma ısrarını savunduklarını gösteriyordu. Nitekim iktidar oldukça dinciliğin ve otoriterliğin dozu arttı. Güya hürriyet dediler ama bu hürriyeti gayrı-Sünni kesimler için hiç gözetmedikleri gibi, muhafazakar aile baskısıyla istemeden örtünen kadınları da görmezden geldiler.
Özür şartsa karşılıklı dilenmelidir ve karşı tarafın özür başlıkları bir hayli fazladır. Lakin kendilerinin farkında değildirler. Neden? Çünkü CHP oy kaygısından ötürü hiçbir zaman bu konulara girmemiş, "Benim ninem de başörtülüydü" çiğliğini aşmamış, gayrı-Sünni olan hiçbir şeyi açıktan savunmamış, mücadele örgütlememiştir.
Dinin hegemonik etkisinin önünü açmak "özgürlükçülük" değildir. CHP'liler özür dileyebilir, sosyalistleri bağlamamalıdır. Kadınların dinsel ve töresel örtünme zaruretlerinden kurtulması da eşitlik ve özgürlük mücadelemizin başlıklarından biridir.
Fırat Bayram
3 notes · View notes
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
veganlogicdinamo · 2 years
Photo
Tumblr media
AKP’NİN TÜRBAN TEKLİFİNE KARŞI ÇIKMAK, “ALLAH’IN EMRİNİ” REDDETMEK MİDİR? Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, AKP’nin türban ile birlikte, çarşaf ve peçeye de kamuda serbestlik kazandırma sonucunu yaratacak anayasa değişikliği teklifine hayır oyu verenlerin Allah’ın emrine karşı çıkmış olacağını söyledi. DAVUTOĞLU’NUN YAKLAŞIMINDA ÖNEMLİ SORUNLAR VAR Türban “izzet, onur sembolü” olarak gösterilince onu kullanmayan kadınlar dolaylı olarak onursuz olarak mı algılanıyor? Türban ve örtünme konusunda ilahiyatçılar arasında da farklı yorumlar mevcutken onu “Allah’ın emri” olarak nitelemek doğru mudur? AKP’nin türban ile birlikte, çarşaf ve peçeye de kamuda serbestlik kazandırma sonucunu yaratacak anayasa değişikliği teklifine hayır oyu verenler, Allah’ın emrine mi karşı çıkmış olacak? Bir siyasetçinin türban üzerinden insanları dine karşı ya da dinsiz olarak gösteren bu ifadeleri kullanması, anayasadaki laik devlet ilkesine aykırıdır. Faslıya haklı olarak tepki gösterilirken Davutoğlu’nun çok daha fazla insanı etkileyebilecek tehlikeli ifadelerine sessiz kalınması çifte standarttır. Davutoğlu’nun kabul edilmesi için çağrıda bulunduğu, AKP’nin anayasa değişikliği teklifinde çokeşliliğin önünü açabilecek düzenlemeler var! Bu açıkça laikliğin sonu olur farkında mısınız? (Yazımın tümü için bağlantı hikayede.) #laiklik #türban #siyasalislam https://www.instagram.com/p/CmgLNn6I2mL/?igshid=NGJjMDIxMWI=
3 notes · View notes
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
Mitolojiden Felsefeye Giyim ve Kuşam
✍🏻 Prof. Dr. Doğan Göçmen
https://www.gundemarsivi.com/mitolojiden-felsefeye-giyim-kusam/
Bir taraftan moda gösterilerine tanık oluyoruz. Kadına ve erkeğe, daha çok kadına nasıl giyinmesi gerektiğini öğütleyen pahalı son moda gösteriler. Diğer taraftan erkeğe ve kadına yönelik farklı otoriteler tarafından kılık kıyafet yönergeleri düzenlendiğini görüyoruz. Bunların bazıları mesleki açıdan güvenlik nedeniyle doğru kabul edilebilse de; başkaları sadece otorite ve seçkinliği ifade ettiği için gerekliliği elbette sorgulanabilir.
Başka bir yerde, bakıyoruz, giyim ve kuşam konusunda kadının ve/veya erkeğin belli bir şekilde giyinmesi kutsal nedenlerle açıklanmaya çalışılır. Öyle ki, sanki insan bedenini dış doğal koşullara karşı korumak için değil de, giyim ve kuşamıyla toplum içinde kendine has özel bir yer edinmek için değil de ahiret için giyinir. Bu eğilim o kadar ileri götürülmüş bulunuyor ki özellikle kadının giyim kuşam bakımından tek tipleştirildiğine tanık oluyoruz. Bu ne yazık ki öyle boyutlar aldı ki, giyim kuşam konusunun etrafında dünya çapında büyük politik kampanyalar düzenleniyor ve bu uğurda çok büyük kitlesel hareketler örgütleniyor.
Giyinmek bir gereksinimdir. Sadece korumak ve kendini estetik bakımdan göstermek için değil. Giyinmek ahlaki bakımdan da bir gereksinimdir. Bu bakımdan bir zorunluluk olduğu kadar her bakımdan bir özgürlük meselesidir de. Bu açıdan giyinmenin nedenini araştırırken, insan doğal olarak ‘insan nedir?’, ‘insan nasıl insan oldu?’ sorusuna yanıt ararken buluyor kendini.
Giyinme üzerine bugün kendi kültür coğrafyamızda yürütülen tartışmalara açıklık getirmek için, konuyu dar bağlamından çıkarıp insanlığın kültür tarihi kapsamına yerleştirmek istiyorum. Konunun başka türlü gerçek içeriği ile kavranması ve bu bağlamda oluşan çoğu yapay sorulara çözüm geliştirmek mümkün gözükmemektedir. Bu konuda özellikle iki İskoç filozofuna David Hume’a ve Adam Smith’e bakmak yerinde olacaktır. Böylece dini bakışlardan farklı olarak felsefenin konuya dair nasıl bir bakış geliştirdiğini görebiliriz. Ama konuya dair bizzat insanlık tarihi üzerine yapılan araştırmaların yanında felsefi düşünceye kaynak oluşturan Yunan mitolojisinin kaynağı olan Hesiodos ve tragedya yazarı Sophokles’e de başvurmak yerinde olabilir. Son olarak bu söylenenlerin ışığında Gordon Childe’a da başvurarak genel kültür teorisi bağlamında giyinmeye bakacağız.
Bu konuda yapılan tüm çalışmaların tarihsel olarak yaşanmış olan bir gerçeği açıklamakla yükümlüdür. Kadın hakları savunucusu sosyalist Clara Zetkin, 20. yüzyılın başlarında, 1920’lerde İslam kültürünün etkisinde olan Kafkasya’da kadın hareketi örgütlenirken, kadınların topluca ‘esaretimin sembolü olan bu bez parçasını yakıyorum’ deyip başörtülerini ateşe attıklarını yazıyor. İnsanlık kültürü bu duruma neden geldi, nasıl geldi? Giyim kuşam üzerine yapılan çalışmalar bu soruya bir yanıt vermek zorunda. Bu yazının konusu doğrudan bu konu olmasa da, yazının sonunda konuya ilişkin kısa bir açıklama olacak elbette.
Giyinmeye Yol Açan Zorunluluk ve Motifler
Giyinmenin elimizdeki verilere göre 130 ile 170 bin yıllık tarihi var. Örtünmek insanın üç temel gereksiniminden birisidir. Beslenmenin ve sığınmanın yanında giyinmek başlarda kendini korumak amacıyla yapılırdı. Daha sonraları kendini gösterme aracına da dönüştü. İlk olarak Neandertalerin 130-170 bin yıl önce kendisini yaşa, yağmura ve soğuğa karşı korumak için işlenmemiş hayvan derisiyle öttüğünü biliyoruz. Örtünmenin tarihi çok daha eski de olabilir. Fakat başlarda kendini koruma amaçlı olan örtünme gereksinimi zamanla kendini gösterme aracına da dönüşmüştür.
On sekizinci yüzyılda yaşamış olan İskoç tarihçilerinden John Millar, “Tabakalara Ayrılmanın Kökeni” adlı eserinde toplumda ahlaki duyguların gelişmesiyle birlikte giyinmenin de zamanla cinselliğe bağlı olarak geliştiğine dikkat çeker. Bu, giyinme gereksinimin ahlaki boyutuna işaret ediyor. İnsanların zamanla ahlaki duygular geliştirmeye başlamasıyla örtünmenin ve giyinmenin koruyucu ve estetik işlevinin yanında ahlaki yanı da oluştu. İnsanlar ilk defa belki de bu amaçla giysilerini 35 bin yıl önce deriden, ağaç kabuğundan ve bitkisel liflerden kendilerine giysilerini işlemeye başlamıştır.
Kendini korumanın yanında kendini gösterme arzusunun oluşması, giysiyi boyama, belli bir biçimde ve örneğe uygun yapma gereksinimini de beraberinde getirmiştir. Bundan sonra vücudun örtülmesi koruma işlevinden çok daha fazlasıydı. Bundan sonra örtü aynı zamanda bir çeşit süs eşyası idi ve insanın topluluktaki konumunu da gösteriyordu. Bugün tarihçiler, giyimin zamanla insanın toplumdaki yerini, insanın bireyselliğini gösteren giyim nesnesine de dönüştüğünden hareket ediyorlar. Bugün moda endüstrisinde neredeyse yalnızca estetik amaçlı giyim yapılmaktadır. Bunları da herkes giyemez.
Giyinmenin estetik ve ahlaki motiflerinin oluşması için insanın kendi kendisiyle yansısal veya reflektif ilişki kurması gerekiyordu. Eş deyişle insanın kendisini kendisinin karşısına koyup kendisine bakabilmesi gerekiyordu. Bu aynı zamanda insanın kendisini kendi türüyle bilinçli bir şekilde ilişkilendirmesi anlamına gelmektedir. İnsanın diğer insanda türdeşini keşfedebilmesi için gereklidir kendisine bakışta kazandığı bu mesafe. Eldeki bilgiler insanın duvarlara resim yapmadan önce kendisinin heykelini yaptığını gösteriyor ki bu bizi 30-35 bin yıl geriye götürüyor.
Hesiodos ve Giyinmenin Temelde Olan İşlevi
Arkeolog Neriman Deniz, giyinmeye dair mitolojik bir efsaneyi şöyle anlatıyor: Canlılar yaratıldıktan sonra onları doğaya ve birbirlerine karşı korunabilmeleri için donatma işi Epimetheus ile Prometheus adlı iki kardeşe verilir. İsmi “sonra düşünen” anlamına gelen Epimetheus önüne gelen hayvana elindeki diş, tırnak, post ne varsa bol keseden dağıtır. Sıra insana gelince elindekilerin hepsi tükenmiştir. İnsan çıplak bedeni, elleri ve kollarıyla korunmasız öylece dımdızlak kalıverir. Bunu gören ve ismi “önce düşünen” anlamına gelen akıllı Prometheus yetişir insanın yardımına. Olimpos’a çıkıp tanrılardan ateşi ve zanaatları çalarak insanlara verir. Böylece insan kendini koruyabilecektir.
Fakat aradan bir süre geçince insanlar yaptıkları silahlarla sadece kendini korumakla kalmaz, birbirlerini de öldürmeye ve zarar vermeye başlarlar. Çünkü bir düzen ve yasa içinde yaşama bilgisinden yoksundurlar. Yukarıdan durumu gözleyen Zeus bakar ki insan soyu kendini yok edecek hallerine acıyıp, tanrı Hermes’le “devlet bilgisi” gönderir onlara. Hermes bilgiyi kimlere vermesi gerektiğini sorduğunda, tüm insanlara diye söyler.
Giyinme kendini koruma ve kendini gösterme olarak tanımlanan iki anlamı Hesiodos’un “İşler ve Günler” adlı mitolojik şiirinde ilginç bir forma bürünmüştür. İki kavga türünden bahseder orada Hesiodos. Biri bugün bizim savaş dediğimiz kavgadır. İnsanların birbirlerini katlettiği savaş. Hiç bir ölümlü istemez bu savaşı. Ölümsüzler tarafından insanın başına bela edilmiştir. Bu savaş kötüdür ve insanlar bundan muhakkak kaçınmalıdır.
İkinci kavgayı Kronos oğlu toprağın özüne katmıştır. Bu kavga insanın doğayla yürüttüğü yaşam kavgasıdır. Giyim ve kuşamın iki anlamı anlattığı mitolojik hikâyenin bu kısmında karşımıza çıkar ve son derece öğreticidir.
Korunma amaçlı giyimin işlevi ve önemi kışın poyraz ayında anlatılır. Giyimin daha çok gösteriş amaçlı ikinci anlamı Pandora Efsanesi’nde betimlenir.
Mevsim kıştır. Poyraz ayı ayların en belalısıdır. Toprak donar. Koca koca çınarlar fırtınanın gücüne dayanamayıp yere serilir. O kadar güçlüdür poyraz. Ormanda hayvanlar titreşir. Sırtında postu kalın olanların bile içine işler poyraz soğuğu. Tüylü müylü dinlemez. O kadar keskindir, güçlüdür soğuğu poyrazın. Poyraz soğuğu öldürücüdür. Öküzün gönünü bile deler geçer. Keçinin kıllarının kalınlığına bakmaz. İnce ince işler hayvanın içine. Poyraza karşı yalnızca ince ve bol yünlü koyunlar iyi giydirilmiştir doğa ana tarafından. Fakat insanın ihtiyarı ne kadar iyi giyinirse giyinsin. Poyraz geldi mi alır götürür onları acımasız.
Hayvanlar eskiden insanların yaptığı gibi sıkı fundalık, derin mağara bulup sığınmaya çalışır bu durumda. Göç ederler her tarafı kaplamış ak karların soğuğundan kurtulmak için. Sanki üçayaklıymış gibi adeta yerlerde sürünürler. İşte bu tabloyu çizdikten sonra Hesiodos, gelin beni dinleyin, der ve insana şunları önerir, şu tavsiyelerde bulunur.
İnsan ne yapmalıdır, kendi korumak için nasıl giyinmelidir? Burada söz konusu olan can pazarıdır. Gösterişe yer olamaz. Canın korunması gerekmektedir. Yumuşak urbalar, uzun, dizimizi çoktan geçen hırkalar giyilmelidir. Giysiler sıkı dokunmuş kumaştan olmalıdır ki üşümesin insan.
Sıkı dokunmuş kumaşlardan olursa giysisi, insanın tüyleri diken diken olmaz, tir tir titremez soğuktan insan. Derisini kıskıvrak kuşatan soğuktan tüyleri diken diken olup buyup kalmaz insan kendisini sıkıca sarmalarsa giysiyle. Giyinmek deyince akla hemen üst baş gelmesin. Ayak da giydirilmek ister korunmak için, hem de iyi giydirilmek.
Ayaklarınıza, diyor Hesiodos, sıkı saran pabuçlar geçirin. Öküz derisinden ve içi de keçeli olsun. Ya eller! Korunmazsa insan kışın soğuğa karşı buyar gider, boylar öbür dünyayı valla! Giyinmek bu dünyaya tutunmak, ne olursa olsun bir defa bahşedilen bu yaşamı yaşamak içindir, yaşamak…
Ayrıca giyinen, dokuyan, elbise yapan tek varlık insandır tüm canlıların içinde. Ve başlarda “ahiret” için giyindiği görülmemiştir insanın. Eğer insanlar buna rağmen giyinirken buna ahirete ilişkin anlamlar yüklüyorsa, bu onların kişisel anlamlandırmasıdır ve kimseye evrensel ödev olarak yüklenemez. Giyinmek daha çok yağmurun yaşına, kışın buydurucu soğuğuna ve yazın sıcağına, güneşin yakıcı gücüne karşıdır. Hesiodos’a göre sıcağa karşı giyinmek güneşin daha uzun kalmayı “sevdiği” kara adamın diyarında geçerlidir.
Helenler dünyasında kışa karşı giyinilir, soğuğa karşı korunur. “Kara adamın diyarında” bugün şemsiye güneşe karşı kullanılır. “Beyaz adamın diyarında” yağmura, kara, doluya karşı. İskoçlar gibi bazı “beyaz adamlar” da vardır ki, yağmurlu havada bile şemsiye kullanana gülerler. Hesiodos’un eski zaman Helenlerine dönelim.
Kışın dondurucu en soğuk günleri özel giyim ve kuşam ister. Bu dönemlerde oğlak derileri öküz bağırsağıyla dikilmeli. Ancak o zaman sırtımıza bir kalkan gibi alıp yağmura karşı korunuruz. Poyraz sabahları soğuk olur. Kadın, erkek, çoluk çocuk demeden başını iyi korumalı insan, başına keçeden külah geçirerek.
Giyinme tarihine bir katkı Hesiodos’tan. Modern insan giyimi üzerine kavga ederken burada anlatılan en temelde olanını unuttu gitti. Kendini de unuttu bu en temelde olanı unutunca.
Kendini göstermek için giyinmeye ve kuşanmaya gelince durum daha vahim hal aldı, mesele daha karmaşıklaştı.
David Hume ve Doğanın “Üvey Evladı” İnsan
İskoç filozofu David Hume, “İnsanın Doğası Üzerine Bir İnceleme” adlı eserinde insan ile onun tabiriyle “diğer yaratıkları” karşılaştırır. İnsanın bir benzersizliğine dikkat çeker filozof. Doğa insana karşı zalimce davranmıştır. Doğanın diğer yaratıklara yüklediği gereksinim ile onları doğal olarak donattığı araçlar kıyaslanırsa büyük orantısızlık kendisini hemen gösterecektir. Hume’a göre insana sayısız gereksinimler ve zorunluklar yüklenmiştir. Fakat doğa bu sayısız gereksinimleri ve zorunlulukları karşılamak için insanı çok kötü, çok zayıf, çok sefil bir şekilde donatmıştır.
Diğer hayvanlarda gereksinimler, zorunluluk ve bunları karşılamak için var olan donanım arasında bir orantı vardır. Diğer hayvanlarda bunlar birbirini telafi etmektedir. İki hayvanı, aslanı ve koyunu alalım örneğin. Aslan da insan gibi sayısız gereksinimleri olan bir hayvandır. Fakat onun doğa tarafından donatılmış olan haline, gücüne, çevikliğine vs. bakınca gereksinim ile donanım arasında bir orantı olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde ilk bakışta son derece zayıf olan bir koyunu alalım. Aslanla kıyaslanınca bir koyunun aslana göre çok zayıf olduğunu göreceğiz. Fakat onun gereksinimi buna göre çok azdır. Aynı şekilde bir öküzün de.
Fakat insanda yetersizlik ile zorunluluğun birliğinin doğal olmayan bir şekilde en mükemmel olanı görüyoruz. Hume’un bu bağlamda söylediği doğrudan konumuz ile ilgili olduğu için, kendi cümleleri ile yorumsuz anlatmaya değerdir:
“Yalnızca insanda zayıflığın ve zorunluluğun doğal olmayan birliği kendi en mükemmelliğinde gözlemlenebilir. Yaşamını idame etmesi için gerekli olan yalnızca yiyecek, onun aramasına ve ulaşımına uzak değildir veya en azından üretimi için onun emek harcaması gerekmektedir. Fakat onun hava koşullarının yol açabileceği zararlara karşı korunmak için giyeceğe ve konuta sahip olması gerekmektedir. İnsanı kendi başına aldığımızda onun bu kadar zorunluluğa yanıt verecek ne silahla ne güçle ne de başka doğal kapasiteyle donatıldığını görüyoruz.”
İşte, Hume’un doğanın insana sanki “üvey evlat” gibi davrandığını anlatır gibi anlattığı bu oransızlıktır. İnsan tek başına gidermekten aciz bu noksanlarını ancak toplum dolayısıyla telafi edebilir ve onu dünyayı dolduran diğer yaratıklarla eşit, hatta onlardan üstün kılar. İnsanın tüm zayıf yanları toplum tarafından telafi edilmektedir. İnsanın, toplumda yaşıyor olmasından dolayı gereksinimleri daha da artmaktadır, fakat bu gereksinimleri giderecek kapasitesi daha çok artmaktadır. Bu nedenle insan toplum içinde tüm gereksinimleri bakımından tatmin ve mutluluk bulmaktadır. Aynı tatmini ve mutluluğu vahşi koşullarda ve tek başına bulması mümkün değildir. İnsan toplumdan ayrı tek başına çalışırsa yeterince üretemeyecektir. Ayrıca insanın gücü her zaman aynı değildir. Çalışamadığı zamanlarda ona toplum bakmaktadır. Tek başına toplumdan ayrı çalışıyor olursa bu durumda ona bakacak kimse olmayacaktır.
Toplum içinde güçlerimiz tahmin edebileceğimizin çok üstüne çıkmaktadır. İşbölümü ve işbirliği sayesinde yetenek ve becerilerimiz artmaktadır ve ancak toplum içinde mümkün olan karşılıklı yardım sayesinde kaza ve talih kurbanı olmak daha az olasıdır. Gereksinimlerin giderildiği daha kalıcı ve güvenilir bir yaşam ancak toplum içinde mümkündür.
David Hume’un giyim konusuna değindiği yerde giyimin dış hava koşullarının insan bedenine vereceği zararlara karşı bir önlem olduğuna dikkat çekmesi çok anlamlıdır. 18. yüzyılda Hume’un dikkat çektiği bu konu, M.Ö. 8. yüzyılda Hesiodos’un dikkat çektiği konudur hala. Giyinmenin bu işlevinin yanında estetik ve Millar’ın dikkat çektiği ahlaki anlamı da ancak toplum içinde oluşabilir. Zira insanda estetik kaygı ve ahlaki duygu ancak toplum içinde oluşabilir.
İnsan giyim ve kuşamıyla diğerlerinin karşısında görünüşüyle bile saygı uyandırmak istemektedir. Saygı insanın arzuladığı ve insan olmasından dolayı hak ettiğidir. Ve örtünmekle –ki söz konusu olan insanın tüm bedenidir- ahlaki duygularının yaralanmasını engellemek, onurunun kırılmasına mani olmak istemektedir. Saçın ahlaki değeri değil, ama ancak estetik değeri olabilir ve bu değer güzelce gösterildiği, sergilendiği zaman gerçekleşebilir. Her şeye rağmen kendisi aslında doğal bir örtü olan saça hala ahlaki değer yükleniyorsa ve örtünmesi isteniyorsa bu ancak kişisel bir tercih olabilir ve bu da bireysel özgürlük çerçevesine görülmelidir. Kimseye yasaklanamaz ve kimseye dayatılamaz. Kimse başörtülü olduğu veya olmadığı için kınanamaz. Bu nedenle başörtüsünü politikleştirmek de ahlaki suçtur, çünkü bu, bu konuda samimiyetsizliğin belirtisidir.
Sophokles veya İnsanın Kendisine İnsan Olmayı Öğretmesi
Adam Smith, Hume’un doğanın insana karşı üvey evlat gibi davrandığına dair tezini üstlenir. Aşağıda daha yakından göreceğimiz gibi doğal bir varlık olan insan giyim ve kuşamı da dâhil olmak üzere her şeyini kendisi yaratmıştır. Smith’in bu tezinin ilk tanımlayıcısı Sophokles’tir. Smith‘e göre, insan “herhangi bir hayvan” ile kıyaslandığında daha “yaşamın desteklenmesi ve rahatlığı bakımından biçare ve muhtaç durumda” bulunmaktadır. Fakat, diyor Adam Smith, insana doğa akıl ve yaratıcılık, sanat buluş gücü ve diğer hayvanlarda olduğundan çok daha üstün iyileştirme kapasitesi vermiştir. Sophokles, “Antigone” adlı tragedyasında insanı söz konusu iyileştirme kapasitesinden dolayı hayran olunası bir varlık olarak betimler.
Fransız filozof René Descartes hayranlık tutkusunu tüm tutkuların ilki ve böylece en temelde olanı olarak alıyor. Descartes’a göre, herhangi bir şey veya bir kimse karşısında hayranlık duygusu o şeyin veya o kimsenin faydalı olup olmadığına bakılmaksızın hissedilir. Bu nedenle onun tabiriyle ‘hayranlık tutkusu’ en temelde olan duygudur. Öyleyse insan en temelde faydacı ve çıkarcı bir varlık değildir Descartes’a göre. Ama “bu dünya” bağlamında ahlaki kaygılarla dahi olsa ahiret için giyinmek faydacı bir yaklaşımdır.
İnsan neden hayran olunasıdır, onun neyine hayran olunmalıdır? İnsan geçilmez sanılan denizleri ve deryaları aşar. İnsan köpüren derin ve kabarık devasa dalgaları geçer de gelir. İnsan toprağı işleyerek “tanrıların anası” Gea’yı, “yıpranmaz ve yorulmaz” yeryüzü tanrıçasını “atların çektiği kara sabanını” “ileri geri sürerek” dize getirir. İnsan gökyüzündeki kuşu, yeryüzündeki “vahşi hayvan milletini”, “denizin envai mahlûkatını avlar”. “Cin gibidir” insan. Kurnazlığıyla “dağın yabanlarını” kandırıp evcilleştirir, kendine bağımlı hale getirir, onları kendisi için çalıştırır.
Özgürlük tutkunu “uzun yeleli” atları da dize getirir, yorulmak bilmez dağ gibi boğaları dahi boyunduruk altına alır. İnsan doğal dilin ötesinde tamamıyla toplumsal bir kurum olan yeni bir dil geliştirdi ve bununla “rüzgâr kadar hafif düşüncelerini geliştirdi”, dile getirdi. İnsan, bugün uygarlık denen kentleri de kurdu. Yerleşik hayata geçtikten sonra sayısız yeni dertler de üretti insan toplumu. Ama insan her derdine çare bulmasını da biliyor zamanla. Çaresiz değildir insan. Her derdine çare bulmaya muktedirdir insan. Yarınlar gittikçe daha çok güven altına alınıyor ve böylece insan kaderin “gafil” avlamasından giderek daha çok kurtulabiliyor.
Sophokles’e göre insan “(a)kla hayale gelmez icatlar tasarlayacak kadar zekâsı” olan bir varlıktır. Bu zekâsı ve icatları sayesinde insan, doğanın kendiliğinden sunduğu şeylerin ötesinde barınak yapmış, hayvan derisinden, bitkiden ve ağaç kovuğundan elbise yapmış ve böylece Hesiodos’un uyardığı “kışların dondurucu ayazından” ve “inatçı yağmurun oklarından korunmayı başardı.” Ama, diyor Sophokles, zekasıyla insan doğanın yasalarına kafa tutup icatlarıyla kendisine özgürlük alanı yaratınca “nedense bir kötüye bir iyiye meyleder” oldu.
Bu bağlamda Sophokles’in, insanlık tarihinin belki de en anlamlı ve en derin sözlerinden biri olarak görülebilecek sözünü ifade ettiğini hatırlatalım: “İnsan, kendine insan olmayı öğretti.” Ve bu nedenle insan “insanların yasalarıyla” ve “tanrıların yeminleriyle korunan” doğruluğa/adalete “saygı gösterirse”, “yükselir kentin içinde”. Ama insan “bilinçli olarak kötüyü seçmeye cüret ederse kentsiz kalır.” Ve Sophokles, bilerek ve isteyerek kötüyü tercih edeni sofrasında istemez. İnsan sofrasında yeri yoktur kötü insanın. Öğretmenlik de öğrencilik de bitmiyor. İnsan kendisini yaratmaya devam ediyor.
İki şeye çare bulamadı insan tüm zekâsına ve bunca yıldır yaptığı icatlarına rağmen. İnsan deryaları, denizleri geçti. Dağı taşı aştı, toprak anayı dize getirip ekmeğini taştan çıkardı. Tarla takım sürmek için traktörü yokken hayvanı evcilleştirip çalıştırdı. Taşıyamadığı yükü hayvana taşıttı. Tekeri icat etti hareket gücünü artırdı, yani özgürlük alanını genişletti. Soğuktan ve sıcaktan korunmak için vücudunu sarıp sarmaladı. Bazen üşümemek, bazen ise güneşin sıcağından derisi kuruyup çatlamasın diye. Ev ve barınak yaparak can güvenliğini sağladı. Fakat iki şeye çare bulamadı. Bunlardan biri Hades’e, yani insanın ölümlü oluşuna. Diğeri Dike’ye, yani insanın zekâsı ve icatlarıyla yarattığı uygarlığın bir gereksinimi olarak oluşan doğruluk, ahlaklılık ve adalet gereksinimi. İnsan, insanın ölümlülüğüne çare bulamamış olsa da insanın ortalama yaşamını uzatabileceğini kanıtladı. İnsanlar artık kırkından sonra bir ayağım mezarda demiyor. Aynı şekilde adalet konusunda da büyük adımlar atıldı. İnsanlar hala dünyaya “adaletin bu mu?” diye isyan etse de adaletin ne olduğu ve nasıl sağlayacağı konusunda da büyük ilerlemeler sağlandı. Artık kimse “dişe diş, göze göz” demiyor; en azından açıkça. Peki, giyim konusunda kavganın anlamı var mı? Belki bu konuda Adam Smith’in yazdıklarını okuyunca zihnimiz biraz olsun aydınlanır.
Adam Smith veya Vücudu Etrafında “Atmosfer” Oluşturan İnsan
Doğanın donanım bakımından bir “üvey evlat” gibi davrandığı insan zekâsıyla ve icat yeteneği ile doğaya karşı kavga vererek diğer canlılar karşısında eşitlik hatta üstünlük elde etti. Adam Smith’in “Hukuk Felsefesi” adlı eserinde belirttiğine göre diğer tüm “hayvanlar yemlerini arzuladıkları şekilde buluyorlar”. Ya insan? İnsan daha “kırılgan” bir yapıya ve daha zayıf doğal bir “kuruluşa” sahip. İnsanın gereksinimi olan çok az şey doğa tarafından hazır olarak sunuluyor. İnsanın gereksinimlerini gidermesi için emek harcayarak, örneğin pişirerek, soslar hazırlayarak hazmını kolaylaştırması gerekmektedir. Bunun insanın “zayıf ve cılız midesi” için daha iyi olduğunu deneyim göstermiştir ve bu şekilde beslenme aynı zamanda insanı birçok hastalıktan da kurtarmış ve korumuştur. Diğer hayvanlar gereksinimlerini gidermek için gerekli olanları doğanın ürettiği şekilde olduğu gibi kullanmaktan memnunlar. Smith’e göre diğer hayvanların doğal ürünleri emekleri ile geliştirebileceklerine dair bir kavrayışları bulunmamaktadır.
Gerçekten bugün, yani 18. yüzyılda hala varlığını sürdüren bazı “vahşi” insan topluluklarının pratiklerine bakınca insanın da eskiden doğada diğer canlılar gibi doğal halde dolaştığını ve pişirmeden yediğini görüyoruz. Demek ki insan da bir zamanlar pişirmeden yiyordu, onun midesi de pişirmeden yeneni hazmedebiliyordu. İnsan uygarlığının kökeninde ateşin kullanımı var. Kendisini insanlık tarihinin “bebeklik devrinin düşünce tarihçisi” olarak tanımlayan Arkeolog Neriman Deniz’in dikkat çektiği gibi mitolojide de ve Adam Smith’in işaret ettiği gibi gerçek uygarlık tarihinde de insanın ateşi kullanımı birçok kötü şeye vesile olsa da kültürün yaratılmasında önemi ne kadar çok vurgulansa o kadar azdır.
Charles Darwin, “İnsanın Türeyişi” adlı eserinde 200 bin, belki de daha uzun bir süre önce insana benzer varlıkların tüylü olduğunu belirtiyor ve bu güncel araştırmaların sonuçları bakımından da çok yanlış değildir. Friedrich Engels “Doğanın Diyalektiği” adlı eserinde emeğin tarihteki rolünü betimlerken “İnsanın Türeyişi”ni çıkış noktası olarak alır. İnsandan farklı olarak giyinmeyi bilmeyen birçok varlık da doğal koşullara bağlı olarak kıllanabiliyor veya kıllarını dökebiliyorlar. 9 bin yıl öncesine tarihlendirilen Çatal Höyük’de yapılan kazılarda ortaya çıkan duvar resimlerinden birinde bir avcının kalçasının etrafı örtülü ve örtü muhtemelen leopar derisinden yapılmış bir kemer ile bağlanmış. Avcının bedeninin geri kalan kısmı çıplak. Demek ki farklı coğrafyalarda farklı dönemlerde farklı giyinme kültürleri oluşmuştur.
Smith ilgili eserinde diğer hayvanlar ile insanı karşılaştırmaya devam ediyor. ���Havanın doğal sıcaklığı/soğukluğu diğer hayvanların koşullarına uygundur”. Onların hava değişikliklerinden çok rahatsız olmuyorlar. Fakat “bu yumuşak ve ince akışkan” dahi “onun zarif ve kırılgan yapısı için ağırdır.” Smith’in devamında yazdığı birkaç cümle doğrudan konumuzla, yani insanın geliştirdiği giyinme kültürü ile ilgili olduğu için doğrudan çevirip aktarmak istiyorum. Şöyle diyor Smith, Sophokles’i de andırırcasına:
“Birisi bu ince ve uçuşan elementin insanın elinden gelen bir değişime tabi olmayacağını düşünebilir; fakat o, kendi kendisine vücudunun etrafında bir çeşit yeni bir atmosfer oluşturuyor, çevreleyen genel havadan daha yumuşak, daha sıcak ve daha rahat. Bu amaçla kendi kendisini bedenine sardığı elbiselerle donatıyor; bu atmosferi genişletmek için kendisini çevreleyen duvarlarla ev yapıyor. Bunlar başka hiç bir hayvanın ihtiyaç olarak hissetmediği buluşlardır.”
İnsan kendisine elbiseler yapıyor ve böylece bedeninin etrafında bir korunak oluşturuyor. İçine girip yaşayacağı ev yapıyor. Ev hem dış hava koşullarına karşı koruyor hem de can güvenliği sağlıyor. Bunu soğuk coğrafyasında olanlar da yapıyor sıcak coğrafyasında olanlar da. Hatta Alman filozofu Hegel’den hareketle denebilir ki, insanın dünyada varlığını sürdürmesi için giyinmesi, ev yapması yetmez. İnsanın dünyada insan olarak varlığını sürdürebilmek için nasıl ki kendisini ve ilişkilerini ahlaki bakımdan ve estetik olarak düzenliyorsa tüm dış dünyayı da estetik olarak düzenleyip, kırılganlığını almak zorundadır. Bu aynı zamanda onun ahlaki varlık olarak da var olmasının doğal çevresel koşuludur.
Şimdi, yukarıda tüm söylenenleri bir kültür tarihçisi olan Gordon Childe dönerek derlemek gerekiyor. Childe’a göre, diğer canlılardan farklı olarak “(i)nsan türü fizyolojik olarak kendini hiçbir özel çevreye uydurmuş değil.” Fakat diğer canlılar kendilerini “özel iklim, toprak ve bitki örtüsü koşullarına uydurmuş olarak” yaşamaktadırlar. Fakat insan, yukarıda da gösterdiğim gibi, daha çok çevreyi kendisine uyduran bir varlıktır. Bunu Childe’ın sözleriyle şöyle de ifade edebiliriz:
“İnsanın çevreye uyması, bedeninin bir parçası olamayan aletler, giysiler, evler ve benzeri donatımlarla sağlanır. Bulunduğu çevreye elverişli donatımlar yaparak bir insan toplumu, kendini hemen her türlü koşula uydurulabilir. Ateş, giyim, kuşam, barınaklar, uygun yiyecekler, insanlara kuzey kutbunun soğuğu kadar tropik bölgelerin sıcağına da dayanabilme yeteneği verir.”
Childe bu kısa pasajda nerdeyse tüm insanlık tarihini özetler gibidir. Childe‘a göre, görüldüğü gibi giyimin de parçası olduğu “maddi kültür” insanın çevreye göstermiş olduğu tepkiden doğar.
Fakat maddi kültürün yaratılması çok ağır bedellerle mümkün oldu kuşkusuz. Anaerkilden ataerkile geçiş aynı zamanda kadının insan olarak değersizleştirilmesi anlamına geliyor. Monogami kadının uymak zorunda olduğu bir ilişki biçimidir. Bu, erkek için geçerli bir kural değildir. Bu kendi başına bir araştırma konusudur. Fakat bilmek gerekir ki bu geçiş ile birlikte kadının giydiği çoğu aynı zamanda erkeğin onun üzerinde kurduğu hâkimiyetin aracına dönüşüyor. Bizim toplumumuzda insanın kendisini unutmuşluğunun, insanın kendisine yabancılaşmışlığının bir sembolü olarak başörtüsü erkeğin kadın üzerindeki tahakkümün son sembolüdür.
Prof. Dr. Doğan Göçmen
0 notes
chatsohbetodalari · 1 year
Text
Dini Sohbet Odaları ve Siteleri: İmanı Güçlendiren Online Topluluklar
Dini Sohbet Odaları ve Chat Siteleri Nedir?
Dini sohbet odaları ve chat sitelerinin tanımını yapabilir ve nasıl çalıştıklarını açıklayabilirsiniz. Ayrıca bu tür platformların insanların dini inançlarını güçlendirebileceğini ve birbirleriyle etkileşimde bulunarak destekleyebileceklerini vurgulayabilirsiniz.
İçindekiler
Dini Sohbet Odaları ve Siteleri: İmanı Güçlendiren Online Topluluklar
Dini Sohbet Odaları ve Chat Siteleri Nedir?
Dini Sohbet Odalarının ve Sitelerin Özellikleri
Dini Evlilik Siteleri ve Flört Sitelerinin Önemi
Dini Sohbet Odaları ve Sitelerindeki Etik Kurallar
Dini Sohbet Odalarında ve Sitelerindeki Güvenlik Önlemleri
Dini Sohbet Odalarının ve Chat Sitelerinin İnsanları Nasıl Birleştirdiği
Dini Evlilik Sitelerinin ve Flört Sitelerinin Dini Değerlere Uygun İlişkiler İçin Rolü
Dini Sohbet Odaları ve Sitelerindeki Güvenli İnternet Kullanımı
Dini Sohbet Odaları ve Sitelerindeki Sorumluluklarımız
Kapalı Bayanlarla Sohbet Odaları ve Siteleri: Özgürce İfade Edebilecekleri Online Topluluklar
Kapalı Bayanlarla Sohbet Odaları ve Siteleri Nedir?
Türbanlı Bayanlarla Tanışma Sitelerinin Özellikleri
Çarşaflı Bayanlarla Sohbet Odalarının Önemi
Kapalı Bayanlarla Sohbet Odalarında ve Sitelerindeki Etik Kurallar
Çarşaflı Bayanlarla Sohbet Odalarında ve Sitelerindeki Güvenlik Önlemleri
Türbanlı Bayanlarla Sohbet Odalarının ve Sitelerinin Toplumsal Etkisi
Tesettürlü Bayanlarla Chat Odaları ve Sitelerindeki Sorumluluklarımız
Sıkça sorulan sorular ve cevaplar
İslami sohbet odaları nedir?
Dini Sohbet odaları nasıl çalışır?
Dini Sohbet odaları ne tür konuları kapsar?
Dini Sohbet Odalarının ve Sitelerin Özellikleri
Dini sohbet odaları ve sitelerin kullanıcılar için sunabileceği özellikleri ve faydaları detaylı bir şekilde açıklayabilirsiniz. Örneğin, kullanıcıların dini konular hakkında bilgi alışverişi yapabilecekleri, sorular sorabilecekleri ve tecrübelerini paylaşabilecekleri bir platform olduğunu belirtebilirsiniz. Ayrıca, bazı sitelerin moderatörler tarafından yönetildiğini ve uygun davranışları teşvik ettiğini vurgulayabilirsiniz.
0 notes
boracansblog · 1 year
Text
Eş değiştirme pornosu
1 note · View note
inancdunyasi · 1 year
Link
0 notes
cemakkilic · 7 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İşte islam ve türbanlı kızlar karşınızda sayın seyirciler. 2024 model Takunya Libidocusu giyim modelleri.
CEM AKKILIÇ
Denizci eskisi, blog yazarı, bostan korkuluğu
2 notes · View notes
guzelhaber · 2 years
Text
ABD mahkemesinden orduda görev yapan askerlere 'sakal' ve 'türban' izni
ABD mahkemesinden orduda görev yapan askerlere 'sakal' ve 'türban' izni
ABD Federal Mahkemesi, ABD ordusunda görev yapan Sih askerlerin ‘dini inançları’ gereği sakal ve türbanlarını koruyabileceğine hükmetti.
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
gazetelinkmedya · 2 years
Text
Veli BEYSÜLEN: Anayasaya uymayanlarla Anayasa değişikliği olur mu?
Veli BEYSÜLEN: Anayasaya uymayanlarla Anayasa değişikliği olur mu?
ANAYASAYA UYMAYAN İKTİDARLA ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ OLUR MU? Veli BEYSÜLEN yazdı: Türkiye, 2002 yılında iktidar olan AKP ile başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalefeti siyaset yapamaz duruma getirmek için izlediği ve özellikle 2015 yılından itibaren dozunu arttırdığı siyaset yapma biçiminden dolayı sürekli gerginlik yaşayan bir ülkedir. Özellikle 7 Haziran 2015 Milletvekili Seçimi’nde,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ysnyslyrt · 2 years
Text
Türban Konusu
İran’daki zulüm düzeninin bir kez daha dünyanın tepkisini çekmesi üzerine birtakım İslamcı çevreler ‘’Laikçi-Kemalist Türkiye’nin türban yasakları’’ ile İran rejimini benzeştirme, ilkine laf çarpmadan ikincisini eleştirememe yönelimine girdiler. Lakin iki rejim arasında benzerlik yoktur. İran’da İslamcılar tümüyle devlete egemen olup başörtüsüz sokakta dolaşmak bile yasaktır ve bunu kovuşturmak için ahlak polisleri bulunmaktadır.
Türban yasaklarını savunan kesim de İran’daki rejim ve olaylar üzerine ‘’Haklıydık, yasak doğruydu’’ savunusuna –adını koymadan, ima yoluyla- girdi.
Sanırım türban yasakları konusuna bilmem kaçıncı kez girmek durumundayız yine…
Türkiye'de eskiden türbanla üniversiteye girmek ve memur olmak yasaktı, evet. Alevinin de cemevi ibadethaneden sayılmıyordu, Alevi ve ateistin çocuğuna zorunlu din dersinde (yani ‘’ikna odasının’’ önde gideninde!) türbanlının inancı öğretiliyordu, günde beş vakit yüksek sesli ezan dinletiliyordu, türbanlının imamının maaşı ödetiliyordu, memura kılık kıyafet yönetmeliğinde ‘genel ahlak’ adına etek boyu ölçüsü dayatılıyordu (tüm bunlar hala sürüyor bu arada). Velhasıl türban yasağı ile gayrısünni kesimlere dönük yasak ve yaptırımlar bir tür "denge" oluşturmuştu ve bu dengede avantajlı (devletin has evladı) olan taraf türbanlılardı (İslamcılar hiç kitle katliamına uğramadılar mesela; ya Aleviler yahut ateistler/komünistler?).
Yani bir Alevi çıkıp "Benim cemevim yasaksa onun da türbanı yasak olacak!", bir ateist çıkıp "Ben zorunlu din dersi gördüysem o da ikna odasına girsin!", bir LGBTİ birey çıkıp "Ben birtakım haklarımı kullanamıyorsam türbanlılar da kullanamasın!", bir mini etekli kadın çıkıp "Ben genel ahlak adına memuriyette mini giyemiyorsam o da laiklik adına başını örtemesin!" derse çok mu haksız yahut irrasyonal bir şey söylemiş olur? Bu kesimlerin yaşadıkları mağduriyete destek verenin çoğu kez dinci kesim olduğunu da düşünürsek… Birinin kolunu kıvırmak yanlıştır ama sana yumruk atmışsa ve atmaya devam etme niyetindeyse yine yanlış mıdır? Bu kesimlere dönük yasakları savunan türbancılara karşı bu kesimlerin de türban yasağını savunması çok mu anlaşılmaz bir husus idi?
Türban yasağının bazı makul (‘haklı’ mı ayrı konu ama ‘makul’) gerekçeleri vardı. Sayalım:
1. Türban yasağının kalkışı farklı kesimler arasındaki "dengeyi" bozacak ve ülkede zaten ağır olan dinsel baskı iklimini artıracaktı (öyle de oldu). Laiklik türban yasağından ibaretti (sürekli dayak yiyen azınlık kesimlerin atabildiği tek yumruktu) ve yasağın kalkışıyla hepten tükenme yoluna girdi.
2. Örtünme emri, adı üzerinde bir *emir* idi, giyim özgürlüğüyle ilgisi yoktu, aksine giyim hürriyetinden dinsel gerekçeyle vazgeçişi anlatıyordu, türbanlılar devletin yasağına hürriyet için değil dinin saç yasağını savundukları için karşı çıkıyorlardı, türbanlılar fırsat bulsa ülkeyi İran'a döndürürdü, içlerinde şeriatçı çoktu, hal böyleyken onlara destek olmak kerizlikti, Aleviye ve ateiste konan yasakları savunmaya devam ediyorlar ve sadece kendi türbanları için özgürlük istiyorlardı (nitekim sadece bunu serbest bıraktılar).
3. Türban (dinin örtünme emri) pek çok kız çocuğu için aile ve mahalle baskısıyla hayata geçiyordu. Türban serbest bırakılırsa ilkokula dek serbestleşir, çocuklar baskıyla çok daha erken ve kapsamlı tanışırdı (nitekim ilkokula dek serbest bırakıldı). Burada mühim husus, bireyin aile ve çevresince başörtme emrine boyun eğmeye yönlendirilmesinin de bir baskı olduğu fakat "türbana hürriyet" tayfasınca bunun görmezden gelindiğiydi.
4. Dinsel örtünme emrinin erkeğe göbek deliği ile diz arasını kapamayı yeterli görürken kadını saçının teline dek örtmesi ayrımcılıktı (Zaten dünyanın her yerinde evvela bu sebeple tepki çekiyor). Türban serbestisi, cinsiyet ayrımcılığının önünü açmak gibi bir anlama geliyordu.
5. Türbancılar, örtünmeyenlerin ahlaken eksik olduğu ve cehennemde yanacağını iddia ediyordu. Sırf saçı görünüyor diye ahlaksızlık suçlaması ve nefret söylemine maruz kalmak insanları doğal olarak rahatsız ediyordu. Nefrete ve saç gösterme yasağına bir hayli kuvvetli olan dinden destek bulan bir kitlenin üniversite ve kamu kurumlarına sokulması "laik kalelerin fethedilmesi" korkusu verdi.
6. Üniversite bilim sahasıydı, buraya girecek kişinin dinsel dogmaya bağlılığının çok sıkı olmaması beklenirdi. Biz camiye yahut türbeye başımıza bir şey örtmeden girebiliyor muyduk?
7. Memurun, kamu hizmeti verdiği için tarafsız olması beklenirdi. Dini yahut siyasi bir sembole sıkı sıkı tutunmuş bir memur ne kadar tarafsız olabilirdi? Düşün: Solcu eylemine polis müdahale ediyor, bir kişi ölüyor, vuran polisin yakasında üç hilalli rozet var. Ülke karışmaz mı? Yahut türbanlısın, savcıya gittin, seninle ilgilenmedi, yakasına orak-çekiç arması var, içine kurt düşmez mi? Yahut adın "Ali Ekber" ve Dersimlisin, mahkemeye çıktın, hakimin başı türbanlı, aleyhine karar verdi, içine siner mi? Daha bunun "Erkek yaralıya suni teneffüs yapmam" diyen türbanlı doktoru var, psikiyatrik soruna "Cin girmiş sana" diyecek olanı var, var oğlu var...
Evet, "laikçi kesimin" argümanları kısaca bunlardı ve sanki son tahlilde bir ölçüde haklı çıktılar. İran’ın dinci baskı düzenine dönük tepkiler karşısında ''Laikçi-Eski Türkiye'' ile İran'ı baskıcılık yönünden aynı görmekte ısrar eden İslamcılar "Müslümanlar her zaman en mağdur, mazlum ve haklı taraftır" şartlanmışlığını kıramamış görünüyorlar. Lakin ‘’Eski Türkiye’’ ile Molla İran’ı birbirine benzemiyor.
‘’Türban yasağı haklı idi!’’ mi dedim şimdi?
O yıllarda savunduğum –ve hala doğru olduğunda ısrar ettiğim- kendi tutumu tekrar izah edeyim: Türban serbestisini, memuriyetteki ‘genel ahlak’ kısıtlarını kaldırmayı, LGBTİ haklarını, zorunlu din derslerinin kalkışını, cemevinin ibadethane sayılmasını, düşünce ve ifade hürriyetini gözetmeyi topluca içeren bir paketin hazırlanması savunulmalıydı. ‘Sadece türbanın serbest olması’ talebine ise –bencilce ve denge bozucu olduğu için- karşı çıkılmalıydı. Hükümet, sadece türbanı serbest bırakmak istiyordu. Bu sebeple ağırlık karşı çıkışa verilmeliydi. Lakin bu karşı çıkış, serbestiyeti içeren paket önerisine dayandığından hükümetin sadece türbanı serbest bırakıp diğer kesimleri hür bırakmaya yanaşmayan bencil ve takiyeci yüzü faş olacak, ‘’hürriyetçilik’’ başlığı İslamcıların istismarından kurtarılacaktı. Olmadı, laisizm adına yanlış politikalar izlendi, fırsat kaçtı…
1 note · View note
fetisturban · 5 months
Text
azgın hijab türban fetisi
Tumblr media
20 notes · View notes
veganlogicdinamo · 2 years
Photo
Tumblr media
Kadınları örtünmeye zorlayanların bunu siyasi amaçları için kullandığını anlatan ilahiyatçı Doç. Dr. Bahriye Üçok, 32 yıl önce bugün katledildi! Böyle bir ülkede CHP, “türbana yasal teminat” isteyerek laikliği bir kez daha baltaladı. #BahriyeÜçok #laiklik #siyasalislam #chp #türban https://www.instagram.com/p/CjXpeevIho_/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes