Tumgik
#tutkulu aşk hikayeleri
ruhsalseyler · 9 months
Text
tutkuku aşk hikayeleri
0 notes
onlyalperend · 2 months
Text
Tumblr media
Alperen Duymaz, Jorginho'nun Türkçe versiyonundaki Civan'ı canlandıracak. Çekici, zeki ve iyi huylu biri olan Jorginho, çocukluğunda bir çöplüğe terk edilmişti. Orada Rita ile tanışır ve ilk görüşte ona aşık olur, ancak daha sonra Jorge Tufão onu evlat edinince yolları ayrılır. Uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra nihayet yeniden bir araya gelirler ve birçok engelle karşılaşmalarına rağmen tutkulu aşk hikayeleri yeşerir.
Tumblr media
ALPEREN DUYMAZ AS JORGINHO :
Alperen Duymaz is s set to portray Civan, the Turkish version of Jorginho (originally played by #CauãReymond). Charming, intelligent, and good-natured, Jorginho was abandoned at a garbage dump as a child. There, he meets and falls in love at first sight with Rita, but they subsequently part ways when Jorge Tufão adopts him. After being apart for many years, they finally reunite, and despite facing numerous obstacles, their passionate love story blossoms. via dizilah
https://dizilah.com/article/turkish-remake-avenida-brasil-everything-you-need-to-know
0 notes
hazansohbet · 8 months
Link
0 notes
sensizligesensedim · 2 years
Text
Füsun ve kemal..
Ah bu hikaye ne gönüllerde yara açmıştır
Sonunda benim için de muhteşem bir yapıt oldu
Hikayeleri derin aşkları tutkulu
Böylemiyiz acaba biz de diye düşündüm
Birbirimizin gerçek aşkı mıyız
Sorma gafletinde bulundum
Ah benim canım ciğerim
Dünya uzerinde ki en güzel varligim
Tek bir fotoğraf ile yine kalbimi çiçek bahçesine çevirdi
Ellerinin arasında saçlarım
Yorumsuz bekledi
Sen gerçeksin dedim
Hayal sanmıştım kendimi dedi
Hayal demekten bin öte
Hayal demekten aciz bir dudaktan öte
Sen gerçeklerin en güzeli
Sen aşkların en tutkulusu
Sen benim yaşama sevincim
İyiki varsın aşk
İyi ki varsın sevgili
Olmasan çoktan gitmiştim
Sen geldin yaşattın beni
22.11.2022 1.22 #M
0 notes
keklikhayali · 4 years
Text
TARİFSİZ!
Kdrama, jdrama, Taidrama derken 2018 civarında gümbür gümbür gelen Cdramalar vardı ki ben onlara gözümü kulağımı kapatım. Taa ki 15 gün öncesine kadar. Arkadaşlar çok ısrar ediyor şu diziye bir bakayım dedim bakış o bakış saplandım kaldım. Evet The Untamed bir bataklık. Gönüllü olarak batalıkta debeleniyorsunuz. İş dışında tüm vaktimde The Untamed ile alâkadarım.
Grandmaster of demonic cultivation (boy love) romanıdır. BL dedik ama çinde bl'ye geçit yok, ciddi bir sansür uygulaması var o yüzdendir ki yönetmen harikalar yaratmış. Çinin bu konuda caydırıcı yaptırımları varken böyle bir eseri uyarlama ısrarı ve cesaretleri şaşırtıcı. Roman boy lovedir ama dizi o kadar ustaca anlatmış ki hangi kategoriye girer bilemiyorum. Tıpkı bulut kovuğu gibi tertemiz fedakarca bir aşk. Hemde romandan hiç kopmadan(smut bölümler dışında). Animesi, mangası tv dizisi yapılmıştır. 50 bölümlük dizi Çin kültürünün neredeyse tamamını hikayenin içinde gözümüze gözümüze sokmadan adeta bir örümcek ağı gibi işleyerek anlatıyor. Koreografi, kostümler, renkler, arınma müzikleri, ölüler dünyası, elementler, kadim bilgiler, gece avcıları, iblisler ve daha nicesi.
İzlerken ilk bölümlerde sabırlı olun hikaye ilerledikçe bağlanıyorsunuz. Özellikle wei wuxian ve lan wangji'nin duygularını tasvir etme şekli kusursuz. O kadar ki ikili sizin için aşılamaz tabuya dönüşüyor.
Dizi Çinde ve dünyada o kadar sevildiki sene-i devriyesinde kutlamalar yapılıyor yani 27 haziran 2019 ilk bölümün yayınlandığı tarih.
Hikaye, wei wuxian'ın ölümü ve 13 yıl sonra yeniden dirilişi ile başlıyor. Ne hikaye ama neffis.
Tumblr media
Çin mitolojisinde Yin ve Yang'ın sürekli enerjileriyle birlikte dans ederek kozmik dengenin uyumunu bile hissetirir dizi. Yan karakterlerinin ve hikayelerinin zenginliğiyle birlikte mitolojik bir zamanda epik bir aşk anlatılır.
Hem de ne anlatış tepeden tırnağa duygu. Gereksiz repliklerden uzak, sadece kalbin derinliklerinden gözlere yansıyan dokunaklı duygular. Ve bu uğurda çekilen çileler, vazgeçişler, vazgeçmeyişler...
Tumblr media
Gelelim oyunculara. Başroller bir filmin her şeyidir tezini doğruluyor adeta. Biri soğuk sandal ağacı diğeri sıcak şarap diye tabir ediliyor, işleniyor. Aralarındaki uyum bir tek doğada var. Ben daha önce bu derece bir birini tamamlayan bir çift izlemedim. Bakışları, beden dilleri, tıpkı bir puzzle gibi bütünü oluşturuyor.
Tumblr media
Wei wuxian karekterini Xiao zhan canlandırıyor demek bile haksızlık olur çünkü Wei wuxian'ın ta kendisi. Öldürücü gülüşü ve dünyanın en muazzam yan profiline sahip oyuncusu. O kadar yükseldi o kadar beğenildiki kendisine çin'in sahibi veyahut imparatoru da diyebiliriz.
Tumblr media
Lan wangji'yi ise genç oyuncu wang yibo canlandırıyor. Doğrusu yibo'yu gördüğümde bu rol için soğuk duruşu çok uygun olsa da oldukça genç ve fazlasıyla babyface olması bana yanlış bir seçim gibi gelmişti. Ama, En iyi ismi yapmış, ödül canavarı aktörlerin bile zorlanacağı bir rolü 21 yaşındaki oyuncunun bu kadar muazzam canlandırması sihirli bir olay. Neredeyse repliksiz, mimiksiz ama aşık hemde ölümüne.
Tumblr media
Müzikleri ise cennet çıkma. Tüyler diken diken, kalbinizi, ruhunuzu sarıyor sizi alıp eski çok eski çağlara götürüyor.
Ha tamamen kusursuz bir dizi mi? Değil. Özellikle efektleri biraz yetersiz buldum. Ama yıllarca mükemmeli aramışta bulamamış tam vazgeçmişken pat diye karşınıza çıkmış gibi bir dizi. Kelimeler çoğu zaman kifayetsiz kalıyor. Defalarca durdurup ağlamamın kesilmesini bekledim😭
Derinden derine vuran bakışlar. Ve işte burada yatar aşkların en şahanesi.
Tumblr media
"Birini sevmek savunmasız hale gelmek demektir" derler. Buyrun ispatı ⬇️
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bir 50 bölüm daha hatta üç 50 bölüm daha olsa seve seve izlenir. Zaten yan karakterlerden en az 10 dizi çıkar. Yan karakterleri ve hikayeleri anlatmaya çalışsam binlerce satırı bulurum. Diyeceğim odur ki bugüne kadar izlediğim en güzel asya dizisi. Tüm duyguları en çokta aşkı iliklerime kadar hissettim. Tek bir sarılma hatta el ele tutuşma bile olmadan tutkulu, kuvvetli, ölümüne bir aşk anlatılmış. Birebir uyarlandığı eser de muhteşem. Dizinin şöyle bir yan etkisi var. Başka diziler izlemek içinizden gelmiyor. Avrupa dizilerine duygu eksikliğinden dolayı emsal olarak gösterilen dizi hem netflixte hem de imbd de pek çok batılının yere göğe sığdıramadığı dizi. Hatta En iyi kdramalar bile bu dizinin yanında sıradan kalıyor; tekdüze sahneler, boş bakışlar, klişeler. 100 kdramasına bedel. Jdramalar ise yavan, tatsız tuzsuz. Thaidramalar vıcık vıcık. İşte The Untamed etkisi.
32 notes · View notes
timurkaraca · 5 years
Photo
Tumblr media
Kitaplarım hakkında gelen bazı yorumlar şu şekilde: “Açık fikrim şu yönde bence senin çok ciddi psikolojik sorunların var ve en kısa sürede tedavi edilmeli. Düşünceye her zaman saygı durmama rağmen bu denli afişte edilmesi takdir edilesi değil kusura bakma ama ne yazık ki bu kitap toplum gençlerimizin nereye doğru gittiğinin kanıtıdır. Aklı fikri bel altında olan ve dinsiz bir genç toplum ne yazık ki. Böyle bir kitabı yazacak olgunluğa ulaştıysan en kötü eleştiriyi de değerlendirip, tartıp, düşünecek olgunluğa da ulaşmışsındır.Düşünen insanlara saygı duyarım ama senin yaptığın sadece düşünmek değil, senin yaptığın düşüncenin ötesinde olan bir şey ve yaşadıklarını düşüncelerin ile sınıflandırman -hele ki bu kadar aykırı sınıflandırman korkunç bir şey. Bazı şeyleri güzel açığa vurmuşsun, toplumu çok güzel kaleme almışsın ve bunun haricinde dönen olaylardan çıkardığın sonuçları da çok güzel anlatmışsın. Bu açıdan seni tebrik ederim. Ama dediğim gibi, bir an önce psikolojik tedavi alman sana daha iyi gelecektir. Kitabın boğuyor.” “Yaşından yola çıkacağım. Aklıma takılan soru şu; Bu yaşta nasıl bu kadar yoğun kitap yazabildin? Aklıma takılan en büyük soru da şu; Bu yaşta bu üsluba nasıl ulaştın? Nasıl yaptın bunu bilmiyorum ama kötü yapmışsın. Yine de şunu belirtmekten çekinmeyeceğim; ilk roman kitabın olmasına rağmen bu yaşta bu kadar iyi yazman tebrik edilecek bir durum ve bu kadarını beklemiyordum. İnsanları intihara sürükleyecek bir kitap diyebilirim… Ölümü o kadar çok güzel anlatmışsın ki bir an kendimi dördüncü kattan aşağıya atasım geldi fakat bu isteğim diğer cümleyi okuduktan sonra bitti. Harika bir üslup ile harika bir kitap yazmışsın genç! Devamını bekliyoruz…” “Kitabı cuma günü öğleye doğru bitirdim. Daha sonra arkadaşıma verdim okuması için hatta onda hala kitap. Benim için çok güzeldi. Hayata sürekli aynı pencereden bakmak yerine farklı bir yerden bakmayı gördüm diyebilirim kitabında. Yada aynı pencereden baksam dahi farklı şeyler görebilmeyi. İnsanların beklediğimiz şeyler yapabileceğini, yada beklemediğimiz insanların çok şeyler yapabileceğini. Ön yargıların insanları tanımaya engel olduğunu ve onların kişiliklerini yeterince anlamayıp kendi doğrularına göre yargılamanın , onları kendi düşüncelerimize göre kalıba sokmanın yanlış olduğunu gördüm. Arkadaşıma göreyse. hikayelerde bir konu bütünlüğü olsaydı ve olay örgüsü takip etseydi daha güzel şeyler ortaya çıkabilirmiş. Hatta senin çok güzel öyküler yazacağını düşünüyor. Sana selamlarını iletmemi istedi. Bir arkadaşımda kitap özeti ödevi için senin kitabını seçti. Kitabın bana da çevreme de iyi şeyler kattı. Teşekkürler Timur ,devamını bekliyoruz. Bunları göremeyen insanların seni vazgeçirmelerine izin verme ve biliyorum sen vazgeçmezsin.”
“Tanrı’m… Hiç intihar etmeyi düşündün mü?” diye soracak kadar aciz ve bir yandan bir o kadar da tutkulu, öfkeli, gezgin ve serseri. Kitabın inanılmaz bir şekilde akıcı ve su gibi yuttum. Ancak şunu belirtmeliyim ki sen tam anlamıyla bir delisin. Kliniğe yatırılman şart. İlerleyen zamanlarda sadece yazarak topluma inanılmaz derecede zarar vereceğini düşünüyorum. Kitaplarının yasaklanmasını da olumlu buluyorum. Hayır, bunu kendi açımdan söylemiyorum. Bende kitabın olağanüstü bir yerde. Sadece bu ülke bu kitabı kaldıracak seviyede değil. Kitap yazarak insanları delirtmekten başka bir işe yaramazsın kanımca.“
"Öncelikle tebrik ederim. Eh, aslına bakarsan ben de bazı cümlelerin yüzünden biraz rahatsız oldum, açıkça söylemek gerekirse. Dini açıdan değil, hayır, yahut toplumsal açıdan da değil; sırf kitabının kapağıyla toplum eleştirisi yapmayı uygun bulmuyorum. Ancak, yaşam hakkında böyle düşüncelere sahip olman (ve elbette, ölüm hakkında), bu tarz düşüncelere zamanında sahip olmuş biri olarak bende "eski ben"i hatırlatan kötü bir etki bıraktığını itiraf ediyorum. Bu yorumu yazmamda dahi hafif bir tereddüte düşürmedi değil. Yine de, düşünceler değişir. Sadece, düşüncelerinin mutlak doğru olduğuna inanmamalısın; zira kimsenin düşüncesi tüm gerçekliği kavrayacak kadar düzgün değildir. Düşünmeye devam ettikçe -ki eğer bu şeyleri düşünebiliyorsan, zekanın belli bir seviyede olduğunu kabul ediyorum- yeni şeyleri fark edecek ve bazı fikirlerden kurtulacaksın. Dilerim ki dediğin gibi bağnaz bir kişiliğe -ve kibirli bir kişiliğe- sahip değilsindir. Tüm bunlara rağmen, seni tekrar tebrik ediyorum: Kendi düşüncelerini toplayarak bir kitap haline getirmek ve bunu yayınlatacak cesarete sahip olmak herkesin harcı değildir. Muhtemelen ben böyle bir eser yazsam, bir yayınevine gönderemezdim; en sonunda da raflarımın birinde çürürdü. Yeni kitaplarını da görmek dileğiyle.”
“Yeraltı edebiyatının Türk yazarlarından biri gibi gözüküyorsun.Hayatının kimsede bulunmayan bir bunalımla geçtiğini mi düşünüyorsun? Kadınlar, tanrı, ölüm. Kadınlar hariç diğer ikisine, ne kadar bakmıyorum desende, romantik bir şekilde bakıyorsun. Bilir misin bilmem. Filmlerde karakterler ve tipler vardır. Karakterlerin filmde kendine has özellikleri vardır. Tipler her olağan filmde bulunur ve özellikleri hep aynıdır. Benim etrafımı izlenimim ve konuştuğum kişileri varsayarsak sen tip kategorisine giriyorsun. Hayat romantik eylemlerden epey uzakta kalıyor. Daha yazacağım çok şey var ancak elbet başından savacak bir şey bulacaksın.” “Tüm detaylar üstünde az da olsa yorum yapmak istiyorum. Dedikleri gibi kitap yeraltı edebiyatına kayıyor biraz. Kitabın içeriğinden dolayı bir hayli eleştiri almışsın. Bunlar gayet normal. Nasıl üçüncü sınıf aşk hikayeleri benim midemi bulandırıyorsa senin yazdıkların da başkalarının midesini bulandırabilir. Ama yazdıkları otobiyografi şeklinde olsa da insanları yargılamamak gerektiğini düşünüyorum. Kimi yazılarını beğendim, bazılarıysa sıkılıp öteki yazıya atlamama sebep oldu. Farklı, tuhaf bir tarzın var. Kotu değil, sadece alışılmışın biraz daha dışına çıkmış gibisin. Noktalama işaretlerini kullanış tarzın gözümü rahatsız etti biraz. Demek istediğim "Sigarasını yaktı , ölümü düşündü . Ne yapacağına karar veremiyordu .” yerine “Sigarasını yaktı, ölümü düşündü. Ne yapacağına karar veremiyordu.” şeklinde olsa daha iyi olabilirdi. Umarım anlatabilmişimdir aklımdakini.
Genel olarak son bir yorum yapmam gerekirse iyi gidiyorsun. Yazmaya devam et, ne kadar istiyorsan o kadar yaz. Ve kimseyi umursama. Eleştirilere açık ol; ama seni kısıtlayanlara değil, yolunu açanlara. Belki yazıların çok da benim tarzım değil; fakat beğenerek okuduklarım da oldu başta dediğim gibi.“
"Hepsinin ana noktası aynı bence. Tanrı ve ölüm. Hayata karşı bu kadar soğuk aslında kendini öldürmüş ama hala intihara teşebbüs etmeyi düşünen, bileklerini çoktan kesmiş ama farkında olmayan veya farkında olsa bile nefretini hala tam anlamıyla kusamamış biri gibi görünüyor. Hayatta daha bizlerin tatmadığı acılar, zorluklar olmasına rağmen yaşamaya, ayakta kalmaya çalışıyorken gencecik birinin Tanrı olarak bildiği ve üstüne kumarlar oynadığı, insanların inançlarına bu kadar belaltı yaklaşması bence kişilik bozukluğunun göstergesidir. Bir insanın bu kadar nefret dolu olması hayata karşı duruşunun bu kadar ölü olması. Yaşamaya ve yaşayanlara karşı bu kadar karşı olması kişide büyük problemlerin olduğu göstergesidir. Evet Goth_Stone'nun dedikleri de düşünülesi bu durumda. Ailesinin maddi durumundan dolayı her istediğine sahip olmuş bu yüzden de bu denli isyankar görünebilir. Ya da hayatın ona gösterdikleri onun ruhsal yapısının kaldıramayacağı şeyler olduğu için ölmeye ve hatta öldürmeye sempati duyuyor olabilir.” Sonuç itibari ile basılmış bir kitap. Tebrikler. Şahane fikirleri olan kişilerin maddi zorluklar veya sansasyon yaratmaz ön yargısıyla kitaplarını bastıramadıkları bir ülkede sen bunu başarabilmişsin. Nasıl ya da ne şekilde olduğu önemli değil. Kitabın olası iki geleceği var. Birincisi sabah kadın programlarında kitap tartışılır psikologlar veya çeşitli bu dalda ün kazanmış bir kaç doktor bu konuyu konuşur. Haberlerde mikrafon uzatılan halk kınar ve kitap binlerce satar. Yazar kazanır. İkinci olasılık; kitap yazan kişinin yakın çevresi tarafından alınır. Okunur veya bir yerden sonra aşırılık yüzünden raflarda çürümeye bırakılır. Alınan her kitaptan yazar kazanır.“ "Tartışılacak tek şey ailenin bu kitabı okuyup ta seni takdir edip etmediğini merak ediyorum. Benim oğlum yada kızım, kardeşim veyahut arkadaşım hiç fark etmez bu tarz bir kitap yazsa elbette okurum ama kolundan tutup kenara çeker problemlerini, neden bu şekilde bitik olduğunu sorar ve doktora götürürüm. Bence birazda yazar ilgisiz ve amaçsız kalmış dünyada. Çok fazla ikinci plana atıldığı için kendini ön plana almanın bir yolunu bulmuş kendisince. Kalabalık bir ortamda kendi haline bırakılmış ilgisiz bir çocuğun tutarsız bir şekilde ilgi çekmek için vazo yada bir benzeri eşyayı kırması gibi geliyor bana.”
Ben yine de eleştirimi koyayım buraya. Okursa okur; okumazsa kendisi bilir. Timur, yeraltı edebiyatı dahi yazacak olsan yazacağın dile hâkim olman her şeyden önemlidir. Aksi türlü kendine “yazar” diyemezsin. Yazı yazmayı seven, yazacak çok şeyi olan, hayata bakış açısı farklı, biraz da bunalım takılan her gencin girişebileceği şey değildir edebiyat. Üzgünüm ama sert eleştireceğim: Şu ana kadar izlenimim berbat. Türkçe nedir, edebiyat nedir, bilmiyorsun. İmlâ berbat, üslup yerlerde… Yalnızca kaba, argo sözcükler kullanarak, ilgisiz, sıkıntılı, bunalımlı görünerek bir yere varamaz, yazın dünyasında yükselemez, adını duyuramaz, yeraltı edebiyatında dahi seni takip edecek şuurlu bir kitle oluşturamazsın. Sana baktığımda sadece saldırgan, ilgisiz, sorunlu, kasvetli, Türkçesi iyi olmadığı hâlde kitap çıkartacak kadar küstah birisi görüyorum. Seçkinci gibi görünebilirim fakat konu edebiyat olduğunda okuyucular olarak da yazarlar olarak da hepimiz seçkinci olmak durumundayız. Bir yazarın ne anlattığı ne de anlatma şekli hoşuma gidiyorsa ben o yazarı neden okuyayım? Sen daha noktalama işaretlerinden önce boşluk bırakılmaması gerektiğinden bihaberken kalkmış kitap yazıyorsun. Rahatsız edici bir kapak, sinir bozucu bir arka kapak yazısı… Tumblr hesabını inceledikten sonra içerik hakkında da biraz fikrim oldu doğrusu. Sövgü sözcükleriyle, bunalımla, kasvetle dolu, “post-modern” şeyler yazmışsındır. Yeni zamanların modası da bu: Düzene, kurallara, eskiden yazılmış şeylere uymayan, kafasına göre takılan, karanlık yalnızlık edebiyatı. Edebiyata adımını atmadan önce “edebiyat” kelimesinin anlamını öğren. Sana, yazdıklarına baktığımda hissettiğim tek şey “rahatsızlık”. Üzgünüm. Bu şekilde devam edeceksen ben yazmaman taraftarıyım. Çünkü sana baktığımda yazın dünyasının Ajdar'ını görüyorum. Rahatsız edicilikle dikkat çekeceksen hiç çekme.
Açıkçası, ben arkadaşın kitabını okumadım. Araştırdığım kadarıyla izlenim edindim, sizin yazdığınız yorumlardan yola çıkarak mesaj yazma gereksinimi duydum. Oturduğunuz yerde yazdığınız kelimelerin arkasında o kadar anlam keşvettim ki, o kadar itici yorumlara ev sahipliği yaptı ki gözüm. Karamsar, dinsiz, terbiyesiz, küfürbaz, ergen ve daha nicesi. Ahlaksızlık denilen kavram nedir kim bunu açıklayabilir? Küfür etmek mi? Karşı cinsle gönül eğlendirmek, bunu göstermek midir ahlaksızlık? Sizin dinsiz kelimesini hakaret olarak kullandığınız bu forumda edebiyata gönül vermiş insanların, özgürce kendi iradesinden çıkmayarak bir şeyler paylaşması ne kadar doğru olur? Ben arkadaşın kitabını okumadım. Kaçımız okudu ki zaten? Sadece arkada yazana bakarak, fotoğrafa odaklanıp bu sıfatları rahatlıkla kullanarak halkımızın seviyesini belli etmiyor musunuz zaten? Ön yargıya kucak açmıyor musunuz? Benim eleştirim ise gereksiz betimlemeler kullanarak cümlenin anlam akışını bozmaktan bir adım öteye gitmez. Neden mi? Arkadaşım sen okumadığın, sonunu görmediğin emeğin karşılığını vermediğin bir kitaba karşı nasıl bu kadar ağır cümleler kullanırsın? Ön yargıyı nasıl evine çağırırsın. İlk önce ahlaksızlık kavramının ne kadar ağır bir terim olduğunu arıştırmanızı tavsiye ederim. Yoldan geçen bacılarınıza sarkan kişilerdir ahlaksız, terbiyesiz. Yaratıcıyı sorgulayan değildir. Kapak fotoğrafından bende rahatsız oldum. Ama bu şekilde bıraktım duygularımı. Bir adım öteye giderek aşağılamadım, soyutlamadım arkadaşı. Bu onun fikri vardır bir bildiği diyerek geçtim. Siz bayağı iyisiniz bu meslekte anlaşılan. Hepiniz eleştirmensiniz arkadaş. Hepiniz terbiyeli, günlük namazını kılan, tanımadığı kızlara bakmayan, ilgi duymayan aklından hiç AHLAKSIZ kelime geçirmemiş kişilersiniz. Sen nasıl böyle bir kapak fotoğrafı çekinirsin? Bizi rahatsız ediyorsun derken aslında bu ne öz güven demek istiyorsunuz belli. Söylemek istemediğiniz şeyleri, üstünü hakaret dolu kelimelerle kapatarak vurguluyorsunuz. Bu söylediklerim sadece kitabı okumamış, oturduğu yerden pijamasıyla yorum yapan arkadaşlar için geçerlidir. İlk olarak SAYGI kelimesini öğreninde, daha sonra ahlaksız, dinsiz kelimeleri üzerinde yoğunlaşırsınız arkadaşlar. Ha son olarak, benim size yaptığım bu eleştiriye karşı “ haklısın, olabilir, halledeceğim, kendime dikkat edeceğim” gibi kelimeleri kendinizde bulamazsınız yaptığınız eleştirilere karşı yapılan cevapları bir gözden geçirin derim ben. Belki mertlik kavramınıda öğrenmiş olursunuz. Hadi kolay gele.
Yav benim anlamadığım, sizin bu kitabı normal bir kitap; yazarını da normal bir insan olarak değerlendirip buna göre eleştiri yapmanız! Ulan herif zaten kendini belli ediyo. Psikolojisi bozuk, sorunları olan, belki biraz sosyopat belki de psikopat bi insan. E kitabını da tanıtmış “Yeraltı Edebiyatı.” Siz buna rağmen kalkmış diyorsunuz ki, bu adam ahlaksız, terbiyesiz, kötü örnek, efendim işte benim evladım, kardeşim böyle bi eser verse okurum ama kolundan çekip sorunun ne diye sorarım da da da da. Merak etme senin evladın asla böyle bir başarıya imza atamayacak çünkü senin gibi bir ebeveyne sahip. Kalkmışsınız bu nasıl ahlaksız bir kapak. Yok ergen, yok tüysüz çocuk. Zart zurt! Onca eleştiri arasından birkaç tanesinin haricinde tek bir tane bile yapıcı yorum görmedim. Ya bu yorumcular yeraltı dünyasından bihaber, ya da ülkemiz bu akımı reddediyor. Adamın kitapta kullandığı noktalama işaretleri bile eleştrilmiş. Yuh dedim artık Yuhhhh!!! Timur'un o imla hatalarını kasti olarak yaptığını anlamayabilirsin tamam bir şey demiyorum ama kardeşim yayınevinin editörleri de mi düzeltmeyecek bu hataları. Bu noktada uyanmanız lazımdı. Herif marjinalliğini diline yansıtmış, anlamıyor musunuz!!?? Hiçbirinizin kitabı okumamış olmasının yanı sıra (ki ben de okumadım) böyle destursuz yorumlar yapmış olmanız esas kınanacak noktadır. Timur'u zengin züppe ilan edenlerdir kınanacak insanlar! Kurtulun artık ön yargılarınızdan. Ajdar demiş yukarıda bir arkadaş. Ajdar'ın nesi var? Ajdar'daki özgüven kimde var, sorarım size? Adamın yeteneği yok belki ama kendine inanıyor ve yolundan da dönmedi helal olsun. Ama belli ki bu tartışmanın sonu yok. Ülkemiz hala köhne, tutucu, yıpranmış zihniyetlerle dolu ve uzun bir süre de öyle kalacak gibi. Türkiye tam olarak bilinçlendiğinde, özgürleştiğinde ve modernleştiğinde Timur ve Timur gibi insanlar kıymete binecek. Ama şimdi değil, bu zamanda değil!..
Tepkim aynen"Ne oluyor lan böyle?“ oldu. Kardeşim sen benim bilmediğim bir kabahat işledin de benim mi haberim yok? Yapıcı eleştiriden çok, senin kişiliğine, aile yapına ve ruh sağlına yapılan yorumlar beni üzdü. Ben senin yerinde olsam o yorumları böyle sükunet ile karşılamazdım bu yüzden seni tebrik ederim. Kitabını okumadım. Okumayı da düşünmüyorum zira ilgimi çeken bir tarz değil.(Yani kişisel bir şey değil zaten olamazda) ama yapılan yorumları haklı bulmuyorum. Bir kendini bilmez Ajdar demiş, noktalamaya bilmem neye laf etmiş. Arkadaşa öncelikle edebiyatı araştırmadan önce-yeraltı edebiyatını- araştırmasını öneririm. Post-modern hakkında bilmediği şeyleri, bu tarzı kullanarak kendi tezini savunması, nasıl bir ironi içinde olduğunun kanıtıdır. Takma sen o kendini bilmeze. Bugün okuduğum bir yazı geldi aklıma kısaca yazayım tam bu başlık için. Ünlü bir ressamın çırağı artık kendi eserlerini yaratmaya karar verir. Ustası da "ilk resmini çizdiğinde kalabalık bir yere bırak onu ve yanına kırmızı kalemle bir not bırak” der. Notta hatalı yerlere çarpı koyun yazmaktadır. Ertesi gün resmin çoğu yerinde çarpılar görür. Ustası bu kez aynı resmi aynı yere tekrar bırakmasını ister. Lakin bu kez boya ve fırça bıraktırır. Bu kez notta"hatalarımı düzeltin" yazmaktadır. Ertesi gün resmin hiçbir değişikliğe uğramadığını görür. Çünkü ilkinde herkes kendince hata bulmuştur lakin ikincisinde hatayı düzeltecek birikimleri olmadığından bu işe kalkışmaya cesaret edememişlerdir. İşin aslı eleştiri çok olur. Her alanda bu böyledir. Sen yapıcı eleştirileri dinle, onlara kulak ver. Neyse yine söylüyorum umarım istediğin noktalara erişirsin ve bizde buna şahit oluruz. Biraz uzun oldu kusura bakma. Hadi kal sağlıcakla Edit: O arkadaş şöyle bir cümle kurmuş.“Yazı yazmayı seven, yazacak çok şeyi olan, hayata bakış açısı farklı, biraz da bunalım takılan her gencin girişebileceği şey değildir edebiyat” Aksine tamda budur edebiyat. Herkes ilk romanında Tolkien, Hemingway veya Lack London olmuyor dostum. Yazdıkça kendini geliştirirsin ve topluma kendini kabul ettirirsin. İşte bu yüzden güzeldir edebiyat. Senin düşüncenle yola çıksaydı herkes piyasa da bir tane yazar bulamazdın. Eleştiri yapıyorsan bari mantıklı yap.
Timur Karaca'yı üç yıldır tanıyorum. Hakkında yazılanları okuyunca dayanamadım siz ne kadar şerefsiz ne olduğu belli olmayan orospu çocuklarısınız. Bu çocuğun yapmış olduğu şeylerin yüzde kaçını yaptınız acaba gerçekten merak ediyorum. Biz dışarıya çıkıp partylerde eğlenmeye giderken bu çocuk kendini eve kilitleyip saatler boyunca kitaplardan kafasını kaldırmıyordu. Biz paintball oynamaya gideceğimiz vakit bu çocuk sokak çocuklarına okuma yazma öğretmek için uğraşıyordu. Kimsesiz çocuklar yurtları için kütüphane oluşturmak adına kampanyalar başlatıyordu. Yazıklar olsun bu ülkeye. Hangi birini, bunları siktir edin lan siz ne yaptınız bu hayatta? Söyleyin de bilelim. Namussuz şerefsizler.
Hakkında yazılanları okuyunca kötü oldum. Ne istiyorlar senden bilmiyorum ama sen benim hayatımda tanıdığım en temiz insanlardan birisin. Umarım yazılanları umursamıyorsundur. Yolundan şaşma, sen hep yaz.
Şu sıra görmeye başladığım tek şey sürekli bir şeylerle dalga geçildiği. Arkadaşlar, gerçekten sakin olun önce. Bu bir. İkincisi, hepimiz “eleştirmeyin beni” kafasındayız. Pekala, hepimiz kendimizi olduğu gibi ifade etmek isterken neden bunu deneyen insanlara karşı bir düşmanlık beslemek? Yok şu kadar yaşında, yok bu ergen, yok şöyle de böyle… Bir şeyleri anlamamak onu saçma veya kötü yapmıyor. Bahsi geçen kişinin yaptığı şey de fikrimce edebiyattan çok öte. Kalıpların dışında yaşamayı savunan genç nesilin bir şeyleri bu kadar kalıplar ve aşılanan klasik algılar içerisinde eleştirmesi beni üzdü mü desem, güldürdü mü… Kimsenin avukatı değilim de, hanginiz gerçekten bu derece duyarlı veya gerçekçi olabiliyor merak ediyorum. Hiç araştırıp okumuyor musunuz anlamıyorum, ama ben gördüğüm kadarıyla konuşayım, bilgeler için iyi veya kötü yok. Sadece gerçeklik varolur. Ve bazı şeyleri yeri geldiğinde sertçe sunabilen birilerine bu düşmanlığınız nedendir? Bu derece eleştirebiliyorsanız, lütfen elinize kağıdı ve kalemi alın da sizi görelim. Ne denli “hissederek” yazacaksınız çok merak ediyorum. Gerçek hayatta iki cümleyi kurmak için yoğun çabalar sarf ederken… Kimse annesinin karnından “mükemmel” çıkmıyor ya. Ki mükemmellik algısı da kime ve neye göre demek düşüyor içime… Fazla görebilip, fazla hissedip de kendince bunun savaşlarını verebilen ve yansıtmaktan korkmayan birisidir benim gözümde Timur Karaca. İçinde bulunduğunuz sürüye ters düşüyor diye onu lanetlemek gerçekleri değiştirmiyor. “sürüden ayrılan koyun her zaman daha değerlidir çobanın gözünde”. Ve yine, bana göre, cevaplardan önce soruların derinliğini önemseyen birisidir. İnsan beyni/ruhu çok karışık. Bazen kelimeler yetemez. Bunu da herkes anlayamaz. Bakınca “komik” görünür belki size, yeteri kadar hissedemediğiniz içindir.
239 notes · View notes
modestane · 4 years
Text
Trendeki yabancı
Kolumuzun altında buruşmuş hasır şapkalar, sırt çantamızın ağzında sabah serininde giydiğimiz kot ceketler, birkaç adım arkamızda sürüklediğimiz bavullarla trene biniyoruz. 
Birbirine dönük ikili koltukların arasına yerleştirilmiş katlanabilir masanın üstünde sıcacık kruvasan, kağıt bardaklarda espresso ve birkaç dergi; önümüzdeki üç saatlik yolculuğa hazırız. Sonrası Milan’da yağmurlu günler. Çatı katı dairemizin tepesine pıt pıt düşen damlaların sesini dinleyeceğiz. Belgesellerde ürkek hayvanın çevreyi kontrol edişi misali, tavandaki eğik açılı pencereyi açıp sadece çatılardan ibaret bir manzaraya bakacağız. Sabah kahvaltısı sırasında dinlediğimiz hüzünlü müziklerin hatırlattığı tatlı-ekşi anılardan bahsedeceğiz. Yağmurdan kaçıp sığındığımız alışveriş merkezinde dünyanın en lezzetli affogatosunu içeceğiz. Akşam mum ışığı eşliğinde hindi şekli verilmiş bir yığın alüminyum folyo içinde gelen tuhaf balığa şaşırıp güleceğiz. Hamam gibi nemli banyoda çiş yaparken odadan odaya konuşacağız. Sıcaktan klimayi kökleyip karşısındaki ranzarada battaniyelere sarınarak, ranzanın üst katında hangimiz yatıyorsak onun telefon ışığıyla aydınlanan, bir kamarayı andıran dairemizde günü bitireceğiz. Ama o an tüm bunlardan kilometrelerce uzakta, rayların üstünde, yoldayız.
Dağ eteğine konuşlanmış küçük köy evlerinde izlediği muhteşem gün batımlarından ve hesapla birlikte gelen limoncello shotlarından sarhoş düşmüş turistlerin ve turistlerden kolayca ayırt edilebilen İtalyanların ağır ağır doldurmaya başladığı vagonda iki kadın tam yanımızda duruyor. İngilizce aksanlarından Avustralyalı olduklarını anlıyorum. Bavullarını nereye koyabileceklerini hararetle tartışıyorlar. Birkaç gün önce Roma’da öğrendiğimiz taktikle nereye nasil yerleştirilebilecekleri gösteriyoruz. Ellerinin boşalmasıyla sakinleşiyor, yerlerine oturuyorlar. Zayıf ve kıvırcık saçlı olanı bize dönüp gereksizce uzayan bir teşekkür ederken gözleriyle masamızı tarayıp ne okumayı planladığımıza bakarak kim olduğumuzu tartmaya çalışıyor. Derken vagonda bir gürültü. Başımı koltuktan kaldırıp koridora uzatınca çoktan yerlerine kurulmuş, bacaklarını sallayan sabırsız yolcuların koltuktan taşan tüm uzuvlarına çarparak ilerleyen altmışlarında bir kadının, kolunun altına sıkıştırdığı kaniş köpeğiyle bize doğru yürüdüğünü görüyorum. Kadın bunca kargaşayı kendi yaratmamış gibi acelesizce, boncuklu gözlük zinciriyle boynuna asılı okuma gözlüğünü kaldırıp biletindeki numaraya bakıyor, Avustralyalıların karşısındaki koltuğa varınca da köpeğini yere bırakıp küçük çantasını başının üstündeki rafa yerleştirmek için bize arkasını dönüp yukarı uzanıyor. 
İşte o an beyaz keten pantolonunun altından seçilen dantelli iç çamaşırı bir anda sinema perdesi misali önümüze geriliyor. Kafamın içinde bu çekici kadına türlü ikinci bahar aşk hikayeleri yazmaya başlıyorum: Peronda tutkulu kavuşmalar, yaz boyu panjuru açılmayan serin yatak odaları, deniz gibi yer yer dalgalanmış saten çarşaflar, yere fırlatılmış yastıklar, yataktan çıkmadan geçen günler, Paris’te Son Tango renkleri... Koyu kızıl saçlarını savurarak yerine oturduğunda olgun kadınlara has o ten kokusu geliyor burnuma ve hemen üstünde de annemin sürdüğü cinsten, klasikleşmiş bir parfüm -- adı dilimin ucunda. Kulaklarında keten ceketine uygun tonlarda, turkuaz taşlarla süslenmiş küpeler. Fettan gözlerinde belli belirsiz bir makyaj. Boynundaki fuları çıkarıp kenara koyan elinin narçiçeği ojeyle boyanmış tırnakları. Topuklu terliğini çıkarıp kenara attığında görüyorum ki biçimli ayak tırnakları da aynı renge boyalı. Zaten başka türlüsü olamazdı. 
Ben detayları incelerken birkaç kere göz göze geliyoruz. Bakışlarımdan rahatsız olmuyor, aksine seyirciden hoşlanır gibi bir hali var. Karizması karşısında dut yemiş bülbül kesilen Avustralyalılara dönerek İtalyan aksanlı, grameri düzgün bir İngilizceyle konuşmaya başlıyor. Köpeğinin rahatsızlık verip vermediğini soruyor, ama vücut dili soru sormaktan çok, emreder gibi. Avustralyalılar gülümsüyor, onların da evde birer köpekleri var, sorun yok. Köpeği sevmek için kolumu uzatıyorum, tasması müsaade ettiğince o da bana doğru hamle ediyor. Sırtını sevebilmek için yanımdaki boş koltuğa doğru kayıyorum ve sohbetin içine çekiliyorum.
Köpekten laf kadının kedisine, kedisinin onu Milan’daki evinde beklediğine, bunun kadın için yaz tatilinin son günü olduğuna geliyor. Kadın anlattıkça isminin “Pipi” olduğunu öğrendiğim köpek, ikimizin arasında bir yere uzanıyor ve bu sohbeti defalarca duymuş da sıkılmış gibi arada bir derin derin iç çekmeye başlıyor. Bana bunların hepsi yeni, ben sıkılmıyorum. 
Otuz senedir ayni apartmanda eski sevgilisiyle üstlü altlı oturduğunu söylediğinde köpekten başımı kaldırıp ona bakıyorum. “Her sabah kahve içmeye uğrar bana, uzun uzun dertleşiriz” diye devam ediyor. “Onlarca yılın sonunda aldattığını öğrenince önce yıkıldım, ama sonra hayatın çok kısa olduğunu fark ettim ve affetmeye karar verdim.” Böyle bir bağışlayıcılık anca eski filmlerde olur sanmıştım. Demek senelerce bize olmayan bir şeyi, bir hayali satmamışlar! “Fakat artık aşk aramıyorum. İnsanın hayatı zaten öyle dopdolu geçiyor ki, inanın aşka vakit kalmıyor!” 
Aşka vakit kalmayan, dopdolu hayatını hayal ediyorum. Öncelikle, evini. Zevkli tablolarla donatılmış duvarlar, tik taklarıyla evin sessizliğini düzenli parçalara bölen eski saat, gün ışığının parlak gölgesini taşıyan tül perdeler, kahve sehpasının incecik bacaklarıyla kırıtır gibi üstünde durdugu kilim, birkaç kuşak büyüğü olan uzak bir akrabadan yadigâr antika yemek masası, gündüzleri kedinin işgal ettigi, birkaç senede bir yüzü değiştirilen sandalye, rafları kitaplarla esnemiş, gümüş çerçeveli, siyah beyaz fotoğraflarla ve küçük heykellerle bezeli kitaplık, kadife kanepenin üstünde sıcak renkte, kenarları püsküllü bir yastık, varaklı antika aynanın önünde bir şamdan, orta sehpasında duran ikiz kül tablaları ve gümüş sigara tabakası, mavi renkte ahizeli bir telefon, telefonun yanında uzun telefon sohbetleri için küçük bir puf. Mutfakta kahve yapmak için kullandığı demlikten mütemadiyen yükselen fokurtu. Tezgâhta içkinin yanında ikram edilmeyi bekleyen taze meyveler veya sıkma portakal. Kısa hayatı dopdolu geçiyor. Sabah uyanır uyanmaz ilk iş açtığı salon penceresinin perdelerinin rüzgardan kabardığı sırada kapı kibarca çalınıyor (parmakla, zil değil) ve eski sevgili sabah kahvesine geliyor. Uzun uzun dertleşmeye. Kimbilir hangi dermansız derdi sigaranın dumanıyla tütsüleyecekler. Sonuçta pütürlü bir kahkahayla gülüp geçecekler ve sonraki satıra ilerleyecekler. 
Ben dalıp gitmişken bir anda bize dönüyor.
“Peki ya siz, kızlar? Milan’da neler yapacaksınız?” 
Merserize kazağını cama dayadığı başının üstüne sarıp uyuyakalmış kuzenime bakıyorum. Yutkunup konuşmaya hazırlanıyorum. 
Tumblr media
0 notes
ilgincseyler15 · 7 years
Video
youtube
Merhaba arkadaşlar ben nygma, yaşam sandığınız aksine hızla akıp gidiyor ve ölüm bir gerçek. Tıpkı birazdan göstereceğim daha dün yaşamakta olan fakat artık sadece hatıraları kalan youtuberlar gibi. EDD GOULD Kendi dünyası yani edd's world un yaratıcısı olan Edd gould Youtube için Komik Flash animasyonlar yapmaktaydı. Eğlenceli işler yaptığı bu videolarına yardım eden 2 de arkadaşı vardı.thomas ve matthew. 18 yaşında daha youtube yeniyken yayınladıkları videolarla 50.000 aboneyi geçtiler. Aynı yıl Edd goulda akut lösemi teşhisi kondu. Hastalığı iyi gitti ve 3 yıl içerisinde tamamen atlattı. Fakat 2012 yılında tekrar ortaya ��ıktı. Edd, kemoterapi seansları sırasında bile çalışmaya devam etti ve daha fazla Eddsworlds animasyonu tamamlandı ve yayınlandı. Fakat kanser ilerledi ve 25 Mart 2012 Pazar günü, Edd henüz 23 yaşındayken hastalığına yenildi. Arkadaşları Thomas ve Matthew edd gould'un ölümünden 2 gün sonra özel bir video ile öldüğünü ilan ettiler. 2016 yılında Eddsworld - The End isimli video ile faaliyetleri son buldu. Caleb Logan Leblanc Henüz 13 yaşında olan caleb youtube da eğlenceli vlog videoları yapmaktaydı. Genellikle ailesiyle çektiği eğlenceli videolardı bunlar. Videoları birden kesildi ve takipçileri merak içindeydi ne olduğu hakkında. Caleb Logan Leblanc hipertrofi olarak adlandırılan kalp yetmezliği sonucu ölmüştü. Genellikle zor tespit edilen bu hastalık kalbin daha az kan pompalaması sonucu oluşur ve ani heyecanlanmalar yada korkular kötü sonuçlar doğurabilir. Tıpkı Logan'a olduğu gibi. Esther Grace Earl 1994 doğumlu Esther'e henüz 12 yaşındayken troid kanseri teşhisi konuldu ve ciğerinde geniş kapsamlı tümörler oluşmuştu. Esther inanılmaz işler yapan muhteşem bir kızdı. Bu hastalıkla savaştı ve savaşanlara güç vermek için nerdfighter adı altında bir topluluk kurdu , bağışlar topladı. Fakat ciğerlerinde ilerleyen hastalık nedeniyle 2010 yılında öldü. Ölümünden sonra Star Will Not Go Vakfı, ailesi tarafından onuruna, kanserle mücadele eden diğer gençlere maddi yardımda bulunmak için kuruldu.2012 yılında aynı yıldızın altında isimli kitap Estherin hayatından esinlenerek oluşturuldu. Her yıl Esther'in doğum günü olan 3 Ağustos'ta dünyadaki insanlar Esther gününe katılırlar. Esther günü, Esther'in hayatının bir kutlaması ve Esther'in isteği gibi, sevgi ve aile. Jam Sebastian Jjam 1986 yılında filipinlerde doğdu. YouTube'da Jam ve Michelle'nin birleşimi olan Jamich kanalını kurdu. Bu kanal ile ünlendiler. Videolarında farklı aşk hikayeleri anlatıyorlardı ve kendilerine ait anılardan bahsediyorlardı. tutkulu bir izleyici buldular daha sonralarda. Jam Sebastiana 2014 yılında akciğer kanseri teşhisi konuldu. jam günden güne erimekteydi. Ailesi ve nişanlısı sürekli onun yanındaydılar. Henüz 28 yaşında olan jamich in ölümünü annesi şu şekilde duyurdu' savaş bitti, savaşı kaybettik oğlum Jam Sebastian 4 mart sabahı 10:30 da öldü. nişanlısı 10:20 de facebooktan Jam'i yaşam desteğinden çekeceklerini duyurdu ve sevgilisini sonsuzluğa uğurladı. Natron Onur ismiyle bildiğimiz bu youtuber bir süredir gündemde. Bunun sebebi kanalındaki videoların bir anda kesilmesi ve hiçbir açıklamama yapılmaması. Hakkında öldü haberleri bile çıkan bu youtuber, kanalında yayınlanan yeni bir video ile ölmediğini açıklamıştır ve bu listeler arasında yer almamıştır. Umarım hiçbir zaman da yer almaz. Sizi en etkileyen kişi kimdi yorumlarda yazabilirsiniz. Kanalıma abone olmayı ve videoyu beğenmeyi unutmayın. Diğer videolarım şimdi ekranda olacak. Görüşmek üzere SUBSCRİBE DİĞER VİDEOLARIMI İZLEMEYİ UNUTMAYIN ►POPPY İFŞA VE MANYAK ARKADAŞI https://www.youtube.com/watch?v=nqxBZvxxenY&t=135s ►KAMERAYA YAKALANAN MELEKLER https://www.youtube.com/watch?v=3MHplXdKnwM&t=3s ►LUNAPARKTAKİ İNANILMAZ ANLAR https://www.youtube.com/watch?v=LM1S2SKxFSw ►EVLİLİK PROGRAMLARININ REZİLLİKLERİ VE İFŞA https://www.youtube.com/watch?v=zZvluNfjgEs&t=25s ►NOVA PROSPEKT İFŞA VİDEOSU https://www.youtube.com/watch?v=GYs4ATXdBtw ►ESRARENGİZ ÖLÜM VE SES KAYDI https://www.youtube.com/watch?v=dkA1xfHM_b4 ►SORU-CEVAP VİDEOSU https://www.youtube.com/watch?v=sNPTMkcWHOk ►PSİKOLOJİMİ BOZAN KOMİK VİDEO https://www.youtube.com/watch?v=HlsYtvtl1oo&t=7s OYNATMA LİSTEMDEKİ TÜM VİDEOLAR ►https://www.youtube.com/channel/UCZy-oRYb_LGwW9MwqPz47Rg/playlists SOSYAL MEDYA HESAPLARIM ►https://www.instagram.com/nygmayoutube ►https://twitter.com/nygmayoutube ►https://www.facebook.com/Nygmayoutube ►Kanalıma ABONE olmak için : https://goo.gl/xfPwjv ►Kanalımdaki diğer videolar için :https://goo.gl/e4Xgq6 ilginç bilgiler ilginç olaylar ifşa videoları türk ifşa paranormal olaylar paranormal görüntüler sıradışı olaylar tüm gerçekler bilinmeyenler gerçek yüzü kanıtlar ve yalanlar
0 notes