Tumgik
#ulan istanbul
Text
"Elimle koymuş gibi buldum
Hiç sevilmemişliğini
Ben sevdanın polisi
Sen kalbimin hırsızı."
~Ferdi.
3 notes · View notes
fairrytopiia · 23 days
Text
İSTANBUL SENİ YENİCEM ULAN
8 notes · View notes
derbederim · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
post atmak için arkadaştan foto araklayıp geldim.. çok keyifli bi gündü, zeki abim arada durup bi nolucak bu Beşiktaşın hali diyince herkes patladı, standupçılığa özeniyorum malum enflasyon da diyor ahshshdh yicem, çok mütevazı, çok içten ve samimi bir adam. çok ünlü bi italyan yönetmen için şey diyor, "geçen istanbul film festivalinde gördüm yavşağı, çok da kıl bi herif zaten" ahshahdhs birileri Samsun'dan geldik sizin için diyor, adam kendini öyle dümdüz bi insan olarak tanımlıyor ki utandı hayda niye öyle bi şey yaptınız ki, neyse olmuş olan diyor sbdhshfh filmlerini nasıl yazdığından ve nelerden beslendiğinden, birkaç anısından falan da bahsetti mest oldum dinlerken. bir de şey çok hoşuma gitti, çok samimi bir insan olmasının yanında bana film yönetmeniyim diye teknik şeyler sormayın, gece yalnızken kafanızı ne kurcalıyorsa, toplumda dışlanmaktan korkup içinize sindirdiğiniz tüm o kötücül düşüncelerin açtığı soruları yöneltin diyor. bayıldım başlarkenki bu tavrına. bir de utanç duygusunun üzerinde çok durduğunu fark ettim. kendine karşı dürüstçe sorguya girdiğinde utandığın ve kaçmaya çalıştığın şeyler tam da seni üretime sokan şeyler dedi de, durdum bi harbiden ulan dedim. kendi işlerime baktım, cidden öyle. büyük adamsın zeki abi..
16 notes · View notes
leyliii · 6 months
Text
Hâlbuki ben bu halde bile caizim onların hançerlerine
Bu halde bile boğulmadım boğdurulmadım
Eski tüfeklerden adım geçer de dönüp bakmazlarmış
Ateş olsun almazlarmış kırmızısı uçuvermiş dudaklarına
İstemedim tek buse ne nazda ne hazda gözüm var
Medrese cesetlerine nazır masallarda yıllar önce
Sene 99 ben İstanbul acemisi yıllar önce
İnmişim trenlerden adım yakama ilikli
Mustafa Kutlu’dan çıkmışım vermişim şiirlerimi
Talebeyim ama talip değilim ne yeşile ne ala
Yalnız şiir kartalların soyundan ama toy bir ağrı
Seğirtmedim bir güzele
Divan yolu tarihten başını uzatmış bir kuğu yansıması
Hava sıcak terim taze
İstanbul işte önce güzel sonra güzel sonra manidar
Ulan beni buraya alırlar mı telaşıyla Çorlulu Ali’de
Ama herkes biliyor sanki şairim ya!
Ne demek efendim burası sizler için
Buyurun tabi burası beceriksiz İslamcıların hatıralarını dinlendirmesi için
Burası gökyüzünün altında no mahrem barış çubukları için
Burası postmoderne ayna tutmak için şairler kız ayarlasın için
Şööle iç geçirsinler afallatsınlar kendilerinden kaçarken şiirlere tutulanları
O zamanlar Kanuni yeni sakal bırakmıştı halk farkında
Kanım bir uykuyu köpürtüyor ya nadasa bırakmışım mısralarımı
Masalara mekik dokuyan gözlerim bir kıza bir oğlana takıldı
Masada “Üç İstanbul”  oğlak yayınları kızda nargile
Mesnevi okuyan bir kız mı bilmem
Ama benim taşrada okuyan hayallerim ezbere almış bu manzarayı
Ben sanki dokunmuşum bilmem kaç sene sonraki serencama
Özenti deme Erkan biraz daha fazlası
Nargilesiz de olur kabul ama daha da fazlası
Çorlulu olmasa da olur ama daha fazlası
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar kiminle evlenir Erkan?
Mavi Marmara’dan galip dönen İslamcılarla mı?
Sakalları yüzüne nur katmışlarla yakışıklı mı?
Risale-i nur talebeleri değil Erkan olur mu?
Bak ben severim onları da onların evliliğini de
Onların yumuşacık Müslümanlıklarında semirttikleri saadetlerini de
Ben severim onların nefes alırcasına girdikleri sevapları da
Ben elbette severim nisa taifesinin pıtır pıtır çiçek açmasını
Dindar kocalarının kollarında
Ben niye sevmeyeyim Erkan evveli çile ahiri konfor olan Müslümanlığı
Ben niye beğenmeyeyim Rumeysa Nur ve Bilal’i çocukları Taha’yı
Öyle şey mi olur Erkan niye yüzüm ekşisin İsrail’i lanet mitinglerinde
4X4’lerde Filistin bayrağı bana neden vermesin gaza sevinci
İftarda Cola Turca içen kardeşlerim yıkacak bir gün İsrail’i
Kalbim mühürlendiyse o benim iman eksikliğim
Yoksa Numan Kurtulmuş iyi adam
Sen de kızma artık Başakşehir ümmetine
Mesnevi okuyan mütesettir güzel sigara içen kızlar kime âşık olur Erkan?
Esmer yüzleri cool bakarken delikanlıların
Hayatın tam içinden fırlayan tam pratik tam yerinde
Yani şiiri kullanacağı yeri iyi bilen
Biraz monna biraz rosa yani aşkı nasıl servis edeceğini iyi bilen
Kitaplarda saklı yaralar gibiyken o kızların yüzleri
Sadra şifa şeylerden güneşin gördüğü şeylerden bahseden
Aşkı 12den vurup o yüzleri yere seren
Onlara mı onlar çok onlar adisyonlara incelikler indiren
Onlar beni daha da ben seni daha da sen yapan
Deli olmadığımızı ikna için bizlere tetik düşürten
Öğrenemedik Erkan kalbin bu işlerle alakası olmadığını
Kalbin de var yeri ve zamanı olduğunu
Kalbin zamanında 7/24’ün çok fazlalığını
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmez Erkan
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevemez Erkan
Geceleri hepsi benim sevgilimken gündüzün bozgunu ne o zaman
Aşk ayrı hayat ayrıysa kaldık bu yakada o zaman
Şairlerin gerçekten varlığına kimleri ikna etsek Erkan
Bizi gömdükleri şiirlerden hortlasak da korkutsak mı o zaman
İlham denen o......a arayı açsak mı bir zaman
Çok yorgun bir estetiğe kurban aramak değil
İsmet Özel’i seven bir kız tanıdım Erkan
Manyak mısın oğlum bu kadarı yeter mi dersen
O kadarı çok bile gerisi bonus Erkan
7 notes · View notes
layezalll · 2 years
Text
Soğuğu düşleri terleten yurdumun en güney doğusunda esmer suretim değdi dünyaya 
Yıldızlara aşinalığım hatta aşka sıcaklığımın varisi
Yaşlılığımın çocuk olma hevesi Çocukluğum ise yaşlılığımın ertesi
Koynumdaki goncaların nefesi toprak damlı evlerinde bir çay molası
Annemin yaprak sarması
İçli köfte ve salata arası
Çocukluğum kıyamet yarası
Sonra daha büyümenin çaresi bulunmadan hayal edilen, hayallerle dolu, hayaller ülkesi
Ah ulan İstanbul …
Ne de güzeldir adı
Hiçbir şey dokunmaz insana dalgasız bir deniz kadar İstanbul da
Korna sesleri arasında yakası sararmış önlükler içinde mavi çocuklar
İstanbul ’un hüviyetidir  sisli havalar sonra bir aşk telaşı büyüme hazzı
Kadıköyün ıssız sokaklarında devrimci yazıları defter arkası kıyak cümleler
Hiçbir resim o kadar fiyakalı olmayacak bir daha çünkü megapixeller arttıkça, azalacaktır gülüşlerin sadeliği
Raylar üzerinde kısa uykular geleceği durağa kadar saf kalanlar
Ve mesai başlar
Pembe rüyalar biter
Bir düdük ile son bulur kısa bir arada yaşananlar şakaklarında kar
Amaç biletsiz öğrencilerle bir heyecan yaşamak değil
Ay sonu bakkalın borcunu kapatmak olan biletçi amcalar…
Ve kara gözlerine umut misafir etmiş yorgunluğun yanı sıra misafirperver
100 simidi bitirmek niyetiyle sabahçı, elleri bereket nasırlı
Çoğu esmer, çoğu doğuştan buralı aslında
Aslını unutmuş ne çocuk olma nede büyüme telaşı
Çocuklar…
İstanbul ’un hüviyetidir sisli havalar
Herkesin cebinde bir tutam umut biraz tütün kırıntısı yüzler utangaç, hayaller safran sarı
Ve hiçbir şey eritemeyecek çocukluğumuzda bu koca şehre yağmış olan karı
Sonra aşk telaşı, şiirler yazılmış olmamış sevdalara
Avuçlarına hohlayan üşümekten ziyade
Tutulacak diye bir ay parçası tarafından
Sıcak olsun eller hesabı,
Arkadaşıyla ortak kullandığı ağır parfüm kokusuyla emanet olmasına rağmen kıyak bir ceket ile parkta çok önceden rezerve edilmiş kıç donduran bank üzerinde elele tutuşmuş, üşümelerini birbirlerinde saklayan Sevdalılar…
İstanbul’un hüviyetidir sisli havalar
Ağız dolusu yalanlar
Umut edenler öldü umutsuzdur geriye kalanlar kızgın, ağzında küfür dolu naralar
Yine de bilmeyene ağır gelir İstanbul’a duyulan aşklar
Ülkemin dağlarından doğdu bu cümleler
Belki bir daha hiç güneydoğusu olmayacak ömrümün
Lakin İstanbul kadar fiyakalıdır sevdası gönlümün
Ve gönlümden süzülür bu yazılar
Bilirim İstanbul’un hüviyetidir sisli havalar
Biraz sis, biraz aşk, biraz sitem, biraz telaş, biraz İstanbulludur bütün yazılarım … 
116 notes · View notes
visale · 8 months
Text
ulan İstanbul ex bile bu kadar soguk yapmadi bana
15 notes · View notes
mutecevvil · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Merhaba ulan İstanbul
72 notes · View notes
delifurkan · 2 years
Text
ulan istanbul, senle mutlu anilarim var da mutlu sonlarim hic yok
24 notes · View notes
vinceverbatim · 10 months
Text
"
Her sınıf, belli bir yer belliyor, ilkyaz ekimine yetiştirmek üzere hızlı çalışılıyordu. Çayır bellenip bitirilmek üzereydi ki Beykoz çayırlarında bir tabur kuvvetinde bir yunan birliği görüldü. Her gün Beykoz'un içinden gelip bellenmemiş çayırlarda eğitim görüyor, çoğu zaman tatbikat için dağlara çıkıyorlardı. Çocuklar ilk günlerde çayırda beyzbol oynayan İngiliz denizcilerine yaklaştıkları gibi onlara da yaklaşmak istedilerse de çok ters biçimde sövüntülerle karşılaştılar. Musa da o meraklı çocuk grubunun içindeydi. Hemen bütün Yunan askerlerinin öz Türkçe konuşması, Musa'yı iyice şaşırtmıştı . Bütün Yunanlılar da acaba Türkçe mi konuşuyordu? Buna uzun zaman bir anlam veremedi. Bütün bu Yunan askerleri, Musa ile arkadaşlarına gözleriyle tükürür gibi bakıyorlardı . Hele birisinin Musa ile arkadaşlarına tiksinti yüklü bir sesle söylediği sözleri Musa yaşadıkça unutmayacaktı :
"Ulan, piç kuruları, açıkta bir şey mi gördünüz de bakıyorsunuz? Gidin, ananızın donunu seyredin. Ankara'ya gidip sizin Mustafa Kemal'inize bir yular takarak dönelim de o zaman hepinizin anasını belleyeceğiz."
Musa, bunların İstanbullu Rum çocukları olduğunu çok daha sonra öğrenecekti. Bunlar, İstanbul palikaryalarından kurulması düşünülen Rum taburunun erleriydi . Sakarya Savaşı'nda hepsi tereyağı gibi eriyip gidecek, Musa ile arkadaşlarının analarını bellemek üzere İstanbul ' a dönmeye fırsat bulamayacaklardı.
Hasan İzzettin Dinamo, Öksüz Musa
3 notes · View notes
O kadar umursamaz demotiveyim ki... Sabahtan beri tek yaptığım bilumum sosyal medyada kaydırmak... Ulan kapıda var kaç tane araba istesem herhangi birini alır çıkarım, ama beklentim yok, motivasyonum yok hayal bile kurmuyorum aq, aşırı darlanmış bir vaziyetteyim, hiçbir şeyden gram zevk alamıyorum, başarısız olmayı eskisi kadar umursamıyorum ama başarılı olmayı da umursamıyorum umursayamıyorum; içimden gelmiyor hiçbir şey, ağzımı açıp konuşmaya halim yok... kaç zamandır kendim hakkımda tek üzüldüğüm şey bugün arabanın arıza lambası yanmasıydı... Babam arabayı vereyim sana git İstanbul'a diyor; ben ona tek başıma nasıl o kadar yol gideyim diyorum; sanki 45 yaşındayım aq, hayatımın en boktan dönemleri olan 3 4 sene öncesinde bile şunu dese bana havaya uçar, baba sen arabayı ver ben Mars'a bile giderim derdim... Su an o kadar boktan bir hayatım yok belki de ama hicbir şeye de hevesim isteğim yok, yavaş yavaş her şeyden soğuyorum; okuldan, okumaktan, yeni şeyler öğrenmekten, yeni insanlarla tanismaktan, bölümden ve özellikle bölümdeki insanlardan... Lisedeki arkadasliklarimi, o iyi kötü tatlı tatsız birbirimizi gülmekten guldurmekten kirdigimiz ama bazen de istemeden de olsa birbirimizi uzdugumuz zamanları, birlikte yaşadığımız en kotu an bile gerçekten üniversitede yaşadığım en iyi anlardan bile daha iyi hissettirmis gibi hissediyorum... Belki de geçmişe takili kaldım, artık yeniye alışmalı, yeniyle barismali; belki bunları da başardım ama şuna eminim aklımda hayalini kurduğum üniversitenin yakınına hiçbir şekilde yaklasmayan bir üniversite hayati yaşadım yaşıyorum ve görünen o ki yaşamaya devam edeceğim... İstanbul a gideceğim ama bir tane oradan tanıştığım bi insana ben İstanbul a geliyorum buluşalım mi diye mesaj atmadım, içimden gelmedi; sportif vücudumu, cevikligimi atikligimi tamamıyla kaybettim gibi, eskisi kadar iyi futbol oynayamiyorum, eskisi kadar güçlü değilim, eskisi kadar özgüvenim yok bazen hatta genellikle rol yaparak yaşıyorum, bir şeye birine odaklanamiyorum, yeni kurduğum arkadaşlık ilişkilerinin çoğunu kafamda çoktan bitirdim, iş desen sadece en iyi firmalarla görüşüyorum son aşamaya kadar, son mülakatı geçsem uluslararası şirketlerde part time staj artı iş şansım olacak mülakata sanki 101 oynamaya gider modda giriyorum... yurt dışı hayali kurmuyorum önceden istediğim arabaların hiçbirini istemiyormuşum gibi davranıyorum... bilmiyorum belki de insanların yaşadığı onca şeye rağmen yine de bir şekilde hayatlarına devam etmesinin yanında benim yaptığım simariklik gibi de hissediyorum bazen ama inanın buradan bu durumdan da çok çıkmak istiyorum ama çıkamıyorum ve artık çok ama çok yoruldum... Ara sıra çıkmaya ugrastigim bu durumu artık kabullendim ve çıkmaya da uğraşmıyorum ve korktuğum şeyin yani monoton bir hayatın bir parçası olmaya emin adımlarla ilerliyorum... Ne yapacağım, nasıl bunu yapacağım hiç bilmiyorum; çok yorgunum artık düşünme de düşünemiyorum, beynim adeta vücudumla beraber erimiş durumda, eski zekamin 10da biriyle falan idare ediyormusum gibi hissediyorum, bazen çok gereksiz konuşuyorum, bazen çok konuşuyormuş gibi hissediyorum... Artık bir yerlere giderken yavaş yürümeye başladım, hiçbir şeye acele etmiyorum; hayati kafamda bitirdim ve uzatmaları yaşıyor gibiyim... Gerçekten artık bu hayatta pek zamanımın kaldığını da düşünmüyorum, hep böyle düşünürdüm zaten de; hayatımda hayaller kurarken hep böyle üni son sınıfa kadar falan hayaller kurardım ve o sürenin sonuna geldik gibi olduğundan bu düşüncem son zamanlarda istemsizce çok daha arttı ve belki bu beni bu kadar demotive eden şey bilemiyorum... Her şeye rağmen ailemi, sevgilimi ve bana iyi anlar yaşatan bütün dostlarımı çok seviyorum iyi ki varsınız, beni ben yapan sizlerin yanında gerçekten büyümem ve hayati beraber ogrenmemizdi...
3 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year
Text
Hatırla sevgili ve makus talihimiz
Bu yazı bir yıl dönümü yazısıdır.
7. Yılım. 10 ağustos 2016. Hayatımın en kötü bir kaç gününden birisi. İkincisi de 11 ağustos. Üçüncüsü de 12 ağustos.
Allah daha kötüsünü göstermesin.
Kötü günleri tekrar yad etmek değil niyetim.
7. Yıl sonra. Ancak avukat olabildim. Müvekkil yok piyasada ama koşturuyoruz. Kendime vakit verdim 2 yıl içerisinde yat almazsam avukatlığı bırakacağım. Ahahaha. Şaka tabi ki sayın defterciğim. Ne yatı anam babam, evim olsun yeter. Ahahaha.
Biz hanımla eski dizileri seyretmeyi seviyoruz. Merlin ile başlamıştık evlendiğimizde. Sonra avrupa yakası. Bir ara kurtlar vadisi ilk 55 bölüm. Sonra ulan istanbul. Üstüne iki tur ikinci bahar. (Ne harika dizi yahu!) Şimdi de hanımın ısrarlarıyla hatırla sevgili. Oyunculuklar iğrenç. Ama konu güzel. Üstelik yıldönümüne rastgeldi.
Ben üniversitede idim yayınlandığı zamanlar. Boşuna dereceli öğrenci değilim ben sayın defter. 2003 ile 2013 arası tv izlemedim. Sadece futbol. Sıfır dizi. Film izledim ama (genç turkcell sağolsun haftanın 2 günü sinemadaydık) Günlük olan hiç bir şeyi bilmem. Sonra çalıkuşu ve kara sevda ile tanıdık dizi sektörünü. Ahahahqh. (Lan ne dizilerdi be. Bak bunlar da sıraya girsin.)
Hatırla sevgiliyi sadece adnan menderesle ilgili diye biliyordum. Meğer aşk meşk işleri varmış. Kötü oyunculuklar. Cansel kötü oyuncu napayım. Bereni de beğenmiyorum. Öyle de bir insanım: beğenmem.
Ancak konu güzel. Ben 2011e kadar keskin bir muhafazakardım. O zaman bile adnan menderese mesafeliydim. Ankara hukuk katkısı. Allah rahmet etsin ancak rahmetli anayasayı delik deşik etmiş, demokrasi katili bir hükümet. Aynı şekilde başka demokrasi katilleri tarafından ne yazık ki katledildi.
İşte ülkemin tüm meselesi burada başlıyor zannımca. Usulsüzlük. Usul esasa takaddüm eder. Usul her şeydir. Ve modern devlet diye tanımladığımız aygıtta ise bu usul demokratik bir hukuk devletinin uyguladığı hukuk sisteminin getirdiği kurallardır. Tarih boyunca bu usul şiddet ya da dini inanç oldu. Ama artık söylediğim gibi demokratik bir hukuk devletinin belirlediği hukuk kurallarından ibarettir.
Ülkemin meselesi burada saklı. Biz anti demokratik yönetimleri hukuk dışı yollarla çözmeye çalıştık daima. Evet adnan menderes anti demokratik faaliyetleri sebebiyle haksızdı. Ama ona darbe yapıp sonrasında katledenler ondan daha fazla haksızdı. Yargılayanları saymıyorum bile.
Ya da biraz daha eskiye gidelim. Silivrideyken bir kitap okumuştum. Atatürk suikastında mahkeme belgeleri ve meclis tutanaklarını baz alan bir araştırmaydı. Az önce bahsettiklerimin aynısı o zaman da olmuş. Suikast iddiası ve muhalefet temizliği.
Değiştik mi hiç? 80 darbesi, 28 şubat melaneti, ergenekon davaları ve nihayet 15 temmuzun saçma yargılamaları. Hiç değişmedik. Makamlarda oturan fikirler,ideolojiler, dinler değişti ama olay kurgusu hiç değişmedi. Hiç. Olaylar hep aynı.
Usul bilmezlik, yani demokratik hukuk devletinin olmadığı hukuk kurallarının uygulanması.
Makus talihimiz.
Hatırla sevgiliye dönersem, hapiste olan baba rızanın banyoda intihar sahnesi. Acemice. Çünkü bize intihar ederiz diye bornoz bağlarını vermediler çıplak geziyorduk koğuşta önümüzü bağlamadan. Ahahaja. Şaka şaka.
Acı gerçeğe gelelim.
Yaşadık güzel kardeşim. Bunu da yaşadık. Banyoda kendimizi asmadık ama meylettik ölmeye elimizde kırık uçlu adi meyve bıcağıyla. Onu da yaptık. Lanet iğrenç banyoda. Tavan yemyeşil yosun. Her yer sapsarı pislik. Orada gece gece ölmeyi de denedik. Yapamadık.
Değişmiyor ülke insanlar gibi. Zaman akıyor. Yaşamaktan başka kapımız yok. Camisiz kalsak da inanıyoruz hala allahımıza.
Ülke. Ülkem. Güzel ülkem. Çok seviyorum ülkemi. Yok oluşunu izlemek can acıtıyor. Kabullenişimiz daha çok acıtıyor. Yok oluş. Bu sürecin adı budur. Yok oluş. Ahlaken, mantıken, ekonomik, dinen, hukuken vb. Diğer her şey yönünden bir yok oluş. Engelleyebileceğimizi de sanmıyorum bunu. Yaşayacağız sadece. Güzel ülkem. Bir gözyaşından ibaret kaldın yüreğimde.
Mazot 40 oldu. Bakanlık tazminatımı yatırmadı hala. Müvekkil yok. Fındık zamanı geldi. Çekirgeler beni beklesin.
Sonunda 46 numara ayakkabı buldum. Ayakkabı benim yokluğum sevgili defter. 46 numara ayakkabı üretmiyor şirketler. Ürettikleri de palyaço ayakkabısı oluyor.
Diyet kaplumbağa hızıyla devam ediyor. 10 kilo verdik. Ama yiyorum bildiğin. Sen çaktırma sayın defter. Ahahah.
Tazminat yatınca ofis için yazıcı gibi ufak tefek şeyleri alacağım.
Bu sene yine kafayı rahatlatacak şey futbol olacak gibi. Beini aldım. Hanım maç izletir mi bilmem ama kusura bakmasın. Haftada iki gün hem galatasaray hem de samsunsporun maçlarını izlerim. Ayrıca diğer rakiplerin maçlarını da izlerim. Ayrıca İngiltere premier liginden haftada en az üç dört iyi maçı arkadan takip ederim. La ligadan derbileri izlerim. Alman ligi, italya ligi özetlerini izlerim. Eee yani bunları izleyince sevdiğim yorumcuları da mecbur izleyeceğim değil mi? Mecburum yani. Zaten adamlarla muhabbetim oldu. Hanım bir şey demez herhalde. Ahahahahah. Ben babamın oğluyum. Benim babam yan sahalarda amatör lig maçlarını izleyen adamdır, adama maç aç 24 saat izler. Oğlum topçu olsun inşallah. Ahahah.
Aşığım. Sahilde batıparkta kahvaltı yaparken ağaçlar altında yine farkettim. Çok aşığım. Oğluma ve annesine. Bu da hayatın güzelliği.
Tumblr media
Lanet ağustosu anarken böyle güzel anlarla bitireyim güncellenmemi.
Avukat serco bildirdi.
Vesselam.
6 notes · View notes
ryk34sworld · 2 years
Text
Eko istanbul susuz kalacak çare buldunmu projen ne ulan ibineler yine millete tankerle su dağıtacaksınız demi 20 yıl millet rahattı ama haklisiniz bu rahatlık istanbulluya battı 😂😂😂😂
Tumblr media
5 notes · View notes
baybaykus · 1 year
Text
ULAN HERGELE PUŞTLAR!
Müslüman postuna bürünerek Atatürk'e din üzerinden saldıranların hemen tamamına yakınının dedeleri, Türkiye’deki Rum, Ermeni, Gregoryen, Ortodoks, Katolik, Süryani, Musevi gibi değişik etnik köken, din ve mezheplerin mezarlıklarında yatmaktadırlar.
Yâni;
Türk düşmanı gayri Müslimlerin torunları bugün Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve kurucusu Atatürk'e karşı olan düşmanlıklarını, Müslüman kisvesine bürünüp sureti haktan gözükerek icra etmektedirler.
En azgınlarının ise yakın akrabaları, İstanbul– Üsküdar Bülbülderesi SABETAY MEZARLIĞINDA gömülüdürler.
22 Haziran 2023
ORHAN KILIÇOĞLU
2 notes · View notes
layezalll · 2 years
Text
Tumblr media
Soğuğu düşleri terleten yurdumun en güney doğusunda esmer suretim değdi dünyaya 
Yıldızlara aşinalığım hatta aşka sıcaklığımın varisi
Yaşlılığımın çocuk olma hevesi Çocukluğum ise yaşlılığımın ertesi
Koynumdaki goncaların nefesi toprak damlı evlerinde bir çay molası
Annemin yaprak sarması
İçli köfte ve salata arası
Çocukluğum kıyamet yarası
Sonra daha büyümenin çaresi bulunmadan hayal edilen, hayallerle dolu, hayaller ülkesi
Ah ulan İstanbul …
Ne de güzeldir adı
Hiçbir şey dokunmaz insana dalgasız bir deniz kadar İstanbul da
Korna sesleri arasında yakası sararmış önlükler içinde mavi çocuklar
İstanbul’un hüviyetidir  sisli havalar sonra bir aşk telaşı büyüme hazzı
Kadıköyün ıssız sokaklarında devrimci yazıları defter arkası kıyak cümleler
Hiçbir resim o kadar fiyakalı olmayacak bir daha çünkü megapixeller arttıkça, azalacaktır gülüşlerin sadeliği
Raylar üzerinde kısa uykular geleceği durağa kadar saf kalanlar
Ve mesai başlar
Pembe rüyalar biter
Bir düdük ile son bulur kısa bir arada yaşananlar şakaklarında kar
Amaç biletsiz öğrencilerle bir heyecan yaşamak değil
Ay sonu bakkalın borcunu kapatmak olan biletçi amcalar…
Ve kara gözlerine umut misafir etmiş yorgunluğun yanı sıra misafirperver
100 simidi bitirmek niyetiyle sabahçı, elleri bereket nasırlı
Çoğu esmer, çoğu doğuştan buralı aslında
Aslını unutmuş ne çocuk olma nede büyüme telaşı
Çocuklar…
İstanbul’un hüviyetidir sisli havalar
Herkesin cebinde bir tutam umut biraz tütün kırıntısı yüzler utangaç, hayaller safran sarı
Ve hiçbir şey eritemeyecek çocukluğumuzda bu koca şehre yağmış olan karı
Sonra aşk telaşı, şiirler yazılmış olmamış sevdalara
Avuçlarına hohlayan üşümekten ziyade
Tutulacak diye bir ay parçası tarafından
Sıcak olsun eller hesabı,
Arkadaşıyla ortak kullandığı ağır parfüm kokusuyla emanet olmasına rağmen kıyak bir ceket ile parkta çok önceden rezerve edilmiş kıç donduran bank üzerinde elele tutuşmuş, üşümelerini birbirlerinde saklayan Sevdalılar…
İstanbul’un hüviyetidir sisli havalar
Ağız dolusu yalanlar
Umut edenler öldü umutsuzdur geriye kalanlar kızgın, ağzında küfür dolu naralar
Yine de bilmeyene ağır gelir İstanbul’a duyulan aşklar
Ülkemin dağlarından doğdu bu cümleler
Belki bir daha hiç güneydoğusu olmayacak ömrümün
Lakin İstanbul kadar fiyakalıdır sevdası gönlümün
Ve gönlümden süzülür bu yazılar
Bilirim İstanbul’un hüviyetidir sisli havalar
Biraz sis, biraz aşk, biraz sitem, biraz telaş, biraz İstanbulludur bütün yazılarım …
147 notes · View notes
eskibirhirka · 2 years
Text
Bir kaç hafta önce Batu'nun ailesi bizdeydi. Kardeşi İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans yapıyor. Geçen sene bizde kaldı. O yüzden İzmit'ten üniversiteye gidiş geliş yaptı - ki bu aşırı mantıklıymış-. Bu sene tez yazma senesi olduğu için okula gitmiyor. Bize geldiklerinde tez danışmanıyla görüşmek için İstanbul'a gitmesi gerekti. "Pınar abla birlikte gidek mi?" diyince ben de "Gidek." dedim. İstanbul'un dibindeki şehirde oturmama rağmen daha önce gezmeye hiç gitmedim. Sadece üniversiteden çok yakın bir arkadaşım veteriner kliniği açacaktı bir süreliğine ona yardıma gittim. O kadar yoğunduk ki sadece ev ve klinik arasında mekik dokuduk. O yüzden kabul ettim Batu'nun kardeşinin fikrini. Dedim "beni bi İstiklal'e götür be." Dedi "Ayıpsın Pınar abla, seni sahafların bulunduğu bir çarşıya götüreceğim." Ulan abi-kardeş beni can evimden vurmayı nasıl da biliyorlar.
Bir gün öncesinde de burada Ormanya diye bir yer var. Oraya gittik. Hava yağmurluydu. Ormanya'da yürüyüş parkurları var. Eğer yolunuz o tarafa düştüyse genelde çoğu insanın takıldığı yerlerde takılmışsınızdır. Bir de kırmızı parkur denen yürüyüş parkuru var orası 8km uzunluğunda dik dik bayırları olan çok yorucu bir parkur. Ormanya'nın en ücra kısımlarından birisinde bir gölet var. Bizim amacımız oraya en kısa yoldan ulaşıp, orada yanımızda götürdüğümüz şeyleri yemek için mola verip kırmızı parkuru devam ederek çıkışa gitmek.
Tumblr media
Ormanya haritası bu. Bu haritadan yolları takip ederek gidiyorsunuz. 10 numaralı yer göletin olduğu yer. Oraya mümkün olan en kısa yoldan gittik. Ayrıca burada çıkış saati diye bir şey var. Eğer gitmek isterseniz saat 18.00'de bu bölgeden çıkmış olmanız lazım. Biz zaten gölete vardığımızda saat 16.00 civarıydı. Kırmızı parkurdan geri döneceğimiz için 16.45 gibi yürümeye başladık. Yürü yürü bitmiyor. Bir bayır iniyorsun bir bayır çıkıyorsun. Ayakkabılar ayağımı vuruyor falan. Kırmızı parkurda bir yerden sonra nerede olduğunuzu gösteren haritalar yok. Saat 18.00 oldu biz hala çıkışa gitmeye çalışıyoruz. Telefon bazı yerlerde çekmiyordu. Çeken yerlerde bu haritaya bakıp nerede olduğumuzu tahmin etmeye çalışıyorduk. Yağmur yağıyordu bir de. Sırılsıklam olduk ama çok eğlendik. Neyse sonunda 18.30 gibi bölgeden çıkışımızı yaptık. O gün bacaklarım kopacak gibi ağrıyordu, ayaklarım da ayakkabılar yüzünden sızlıyordu. Yolda Neslihan tez danışmanının yarın okulda olamayacağını söyledi ama biz zaten hızlı trene bilet almıştık gitmeye karar verdik o yüzden. İstiklal'e vardık dönüp Neslihan'a dedim ki, "Demek yurt dışına gitmek böyle bir his!" Etrafımızda herkes yabancıydı. Avrupa'dan, Asya'dan, Orta Doğu'dan falan bir sürü insan vardı. Yurt dışında gibiydim yani. Ağzımı aça aça yürüdüm tüm İstiklal'i. Neyse sahaflar çarşısına girdik, Aslıhanlar Pasajı'ydı sanırım. Orada bir tur kendimizi kaybettik. Sonra tekrar Galata' ya doğru yürümeye başladık. Yolda da şöyle bir kilise gördük.
Tumblr media Tumblr media
Fotoğrafları bok gibi çektim, çünkü sosyofobiklik bunu gerektirir. İstanbul'da kendimi çektiğim bir fotoğrafım bile yok. Zaten İstanbul'da çektiğim toplam 3 fotoğraf var. İkisi bunlar diğeri de bu:
Tumblr media
Neyse efendiler, çok uzattım. Biz kilisenin içine girerken turist kızın biri kapısında seksi pozlarla fotoğraf çekiliyordu. Garipsedim açıkçası. İbadethane burası sonuçta, saygı iyidir diye kızı bir kınadım kendi içimde. Şimdi saygı iyidir diyorum da hikayenin devamında bir amcamız beni mort etti. Yani önce iğneyi kendine batıracaksın bacım. Yok öyle millete atıp tutmak. Velhasıl girdik biz içeri, öyle az buçuk bakındık. İçeride mum yakanlar, dua edenler, bir de bizim gibi alık alık etrafına bakanlar vardı. En sonunda bakıp çıkışa yöneldik. O sırada da Neslihan'ın kulağına kendi kendimle dalga geçen bir espri yaptım, çıkışa da çok yakındık. Beynim kendini çoktan kapıdan dışarı çıkarmış olacak ki birazcık yüksek bir sesle gülmeye başladım. Taa ki arkamdaki amcanın biri "Gençleeerr sessiiizz!" diye bağırana kadar. Valla amca sen buraları okumazsın da yine de buradan sana iki çift lafım var. Birincisi, çok haklısın, ikincisi o kadar çok utandım ki Galata'ya varana kadar keyfim bir hayli kaçtı. Ona göre yani!
Ortaköy'e yürüdük sonra. Orada da turistin biri benden fotoğraflarını çekmemi istedi. "You can do this, you can do thiiiss" diyerek ekranda bana bir şeyler gösterdi ama "I can't" ablacım. Ne gösterdiğini gram anlamadım. "Hayır yani benim çektiğim fotoğraflar ahan da bunlar emin misin benim çekmemi istediğinize?" nin İngilizcesini bilmediğimden "okey, okey" dedim. Neyse sonra orada da sahaf bulduk. Yan yana küçük kulübelerde sahaflar vardı. Biz birine girdik içerisi boştu, öyle bakınırken adam "aradığınız bir şey var mı?" diyerek bizi başka bir sahafa soktu. Ne olduğunu anlamadan adamdan 2 tane kitap aldık. Yolda yürürken Neslihan ile aramızda "şimdi biz bu kitapları kendi irademizle mi aldık?" tartışmasını yaptık. Adam o kadar laf cambazıydı ki öz irademizin sahibinin o an o olduğuna karar kılıp, Üsküdar vapuruna bineceğimiz yere doğru yürüdük. Vapura binip karşıya geçince medeniyet değiştirdik zannettim. İstanbul'un Avrupa yakası ile Anadolu yakasında bu kadar farklılık olacağını hiç düşünmemiştim. Direkt farklı bir havası vardı. Ya da yoktu da ben yorgunluktan öyle hissetmiş olabilirim. 2 gün boyunca yarınlar yokmuşçasına yürüdüğüm için eve geldikten sonra 5 gün falan oturup kalkamadım.
Ne de uzun yazı yazmışım yahu! Neyse hani şu puzzle vardı ya o postu paylaştığımdan beri anca 10 parça eklemişimdir. Seneye bitiririm herhalde.
Tumblr media
17 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
HARİKA BİR HİKAYE
İstanbul'a ilk kez gelen Carlos Santana, alanda karşılanıp konaklayacağı otele getiriliyor. İlk gün serbest, akşama basın toplantısı yapılacak. Dinlenmek yerine, "Çıkalım İstanbul'u dolaşalım," diyor. Yanına bir rehber veriliyor, kendisine bir de araç tahsis ediliyor. Kapalıçarşı, Sultanahmet, Ayasofya derken Santana güzel bir çay bahçesi görüyor. Hem üstadı dinlendirelim hem de bir Türk kahvesi içsin diye bahçede bir masaya oturuyorlar.
O ana kadar koca Santana'yı bir Allah'ın kulu tanımıyor. Resimdi, imzaydı diye taciz eden de yok… Kendi de zaten bu durumdan şikâyetçi değil, çünkü adamın öyle kompleksleri yok... Rehberle beraber kahveleri höpürdeterek sohbet ediyorlar. Birden çay bahçesinin önünden geçmekte olan boyacı Roman çocuklar bağırmaya başlıyorlar: "Heyy !.. Hello Santana! Welcome İstanbul! I love you Santana!.."
Çay bahçesinin garsonları çocukları tersliyor. "Kesin ulan, bağırmayın, içeri falan da girmeyin, dağılın buradan, müşteriyi rahatsız etmeyin !" Santana rehberine diyor ki : "O çocukları buraya çağır, ben içeri gelmelerini istiyorum." Rehber çocuk hemen garsonlara durumu izah ediyor: "Aman abilerim, adam dünya starı, herkese rezil oluruz, boyacıları yanına istiyor, bırakın gelsinler..."
Çaresiz izin veriyorlar. Boyacı Roman çocuklar sandıklarıyla beraber dalıyorlar çay bahçesine... Rehber söylediklerine tercüman oluyor, başlıyorlar koca Santana'yla sohbete... Diyorlar ki, "Sen dünyanın en büyük gitar ustalarındansın. Senin çizmelerini boyayalım, kıyağımız olsun, beş kuruş istemeyiz.."
Santana çok mutlu oluyor, hem de çok şaşırıyor… Çocuklara gazoz, kola ısmarlıyor. Sonra da soruyor tabii : "Geldiğimden beri beni İstanbul'da kimse tanımadı. Peki bu çocuklar beni nasıl tanıdı?.." Çocuklar anlatıyorlar: "Biz boya yaparken bazı müşteriler gazete okur. Fırça sallarken arada gazetelere de bakıyoruz tabii. Resmini orada gördük. 'Dünya Yıldızı Santana İstanbul'a Geliyor' yazıyordu, oradan tanıdık seni."
Çizmelere boya cila yapılıyor. Santana para vermek istiyor ama çocuklar almıyor. "Peki," diyor Santana, "yarın akşam konserim var, beni dinlemek ister misiniz?" Çocuklar deli oluyor. "Hem de çok isteriz Santana. Sen delikanlı adamsın!.."
Rehberden ikişer kişilik davetiyelerden alıyor, çocuklara veriyor. Kardeşiniz varsa yanınızda getirebilirsiniz, diyor. Çocuklar çok mutlu, tabanları kıçlarına vurarak çıkıyorlar, çay bahçesinden caddeye doğru seğirtip kayboluyorlar...
Ertesi akşam Açıkhava'da müthiş bir izdiham var. Roman çocuklar ellerinde davetiyelerle konsere geliyorlar. Ana kapıdan giremiyorlar, çünkü Santana misafirlerine VIP davetiye vermiş, çocuklar nereden bilsin, VIP kapısına gelince kıyamet kopuyor... "Kimden çaldınız lan bu davetiyeleri ?" Çocuklar, "Biz kimseden çalmadık abey, biz Santana'nın misafirleriyiz, o verdi bunları bize…’’ deyince, ‘’Hadi ulan!’’ diyerek ve sille tokat tartaklayarak çocukların ellerinden davetiyeleri alıp kapıdan kovuyorlar.
Ama Santana'nın VIP misafirleri pes etmiyor... Sanatçıların arka giriş kapısını buluyorlar. Orada da aynı muamele tabii: "Hadi yürüyün lan!.." Çocuklar asla pes etmiyor. "Santanaaa ! Santanaaa !.. Help.. Help !.." diye hep bir ağızdan basıyorlar feryadı. Bir şekilde rehbere haber gidiyor, o da gidip durumu Santana'ya anlatıyor. Sonra da rehber gidiyor, çocukları alıp kulise, Santana'nın yanına getiriyor. Salya sümük, gözyaşları içinde başlarına geleni anlatıyorlar. Santana çok üzülüyor ve sinirleniyor: "Misafirlerim alın ve yerlerine oturtun."
Boyacı Roman çocuklar rehberle beraber sahne kenarından seyircinin arasına iniyorlar. Büyük sorun oluyor... Çocukları yerlerine çoktaan birileri oturmuş bile. Vali yardımcısının kızı, damadı… Belediye'den falancanın bacanağı, filancanın eltisi, görümcesi.. "Biz protokolüz kardeşim, kalkmıyoruz !" diyorlar.
Görevliler de durumun farkında ama korkudan bir şey yapamıyorlar... Dakikalar geçiyor ama sorun çözülemiyor. Sonunda merdiven basamaklarına birer minder koyulup Santana'nın VIP misafirlerini oraya oturtarak olayı bağlıyorlar.
Rehber tekrar Santana'nın yanına gidiyor ve olanları anlatıyor. Sanatçı diyor ki, "Git onlara söyle, benim misafirlerime kimse saygısızlık yapamaz... Eğer sahneye çıktığımda çocukları en ön sırada, koltuklarda görmezsem tek bir nota çalmam. Sahneye çıkarım, olayı anlatır, veda eder giderim. Tazminat falan da umurumda değil, bedeli ne olursa olsun öderim."
Konserin başlaması lazım ama bir türlü başlamıyor. Alkışlar, ıslıklar başlıyor. Ve işler karışıyor. VIP bölümünde bir kargaşa var... Bu defa görevliler durumun vahametinin farkında. Çocukların koltuklarına çöken baldız, bacanak, elti, görümce ve de enişte... Tek tek koltuklardan kaldırılıyorlar. En ön orta protokol koltuklarına Santana’nın VIP misafirleri olan Roman çocuklar oturuyorlar...
Arkaya "tamam" diye haber gidiyor, ışıklar açılıyor, sahne aydınlanıyor ve Carlos Santana sahneye çıkıyor… Yer yerinden oynuyor. İlk iş olarak ön tarafa bakıyor, misafirleri yerinde mi diye... Çocukları görüyor, bakıyor ki herkes mutlu… Başparmağını yukarı doğru çevirip VIP misafirlerine bir OK çekiyor. Sonrasında o sihirli parmaklar gitarının tellerine gömülüyor. Açıkhava'da sanki gitarından binlerce beyaz güvercin çıkıyor. Uçuyor, uçuyor, Santana'nın misafirlerinin üstünde sortiler yapıyor..
Onun içindir ki Santana gibi sanatçılara virtüöz, muhteşem, büyük star demeden önce ‘’Adam’’ diyorlar.
Gerçekten çok büyüksün... Viva Santana!..”
Öğretmen,
Doktor,
Mühendis,
Avukat,
İş adamı
Ve
Şöhretli olunabilinir.
Ama adam olmak her insanın olacağı bir zanaat değildir.
Yürek ister,
Mertlik ister,
Mütevazilik ister,
Bilgi ister.
Görgü ister
Ve bir de,
Gönül ister!..
~Alıntıdır~
4 notes · View notes