Tumgik
#uyku delisi
constantturtle · 7 years
Text
Hep uyumak zorundaymışım gibi, göz kapaklarım yapışmış gibi ..
2 notes · View notes
promisegrraveyard · 3 years
Text
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kalmayı hakettiğimi düşünmüyorum
4 notes · View notes
dolasabilenmahkum · 3 years
Text
Uyku uyku uyku delisi gibi sarhoşuyum..
4 notes · View notes
mchtdnlr · 4 years
Text
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kalmayı hakettiğimi düşünmüyorum
6 notes · View notes
vesevengitti · 4 years
Text
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kalmayı hakettiğimi düşünmüyorum
6 notes · View notes
sadece-3-harf · 4 years
Text
Uyku delisi bi insan olarak bu kadar uykusuz kalmayı hak ettiğimi düşünmüyorum.
3 notes · View notes
antikaplastik-blog · 6 years
Text
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kaldığıma inanamıyorum
12 notes · View notes
fkurfall · 2 years
Text
21.08.22
 Aylar aylar sonra merhaba sevgili...
En son görüşmemizden sonraki 4,5 aylık süreç o kadar boktan ve stresli bir şekilde geçti ki çok ufak detaylar vererek geçerim yüksek ihtimalle. Şimdi ben neredeyim ne yapıyorum ne yapmak istiyorum. İlk olarak ben mezuna kaldım (4 ay önce ki yazımda zaten kalacağımı net bir şekilde belirtmişim.) o uyku düzeni falan çöp oldu kankacım :) Ama dönüp baktığımda en çok verim aldığım zamanlar 3,4 saatlik uyku düzenini oturttuğum zamanlar olduğunu açık ve net bir şekilde görebiliyorum. He bir de 18 yaşına girmeme tam 2 gün kaldı. İkinci olarak ben ne yapıyorum :) Aga ben deli gibi ekonomi kasıyorum :D yani bundan tam 3 ay önce falan * Hocam BTC 40k ya düşmüş bence almalısınız* ya da *knk BTC ye ne olmuş ya battık resmen* falan diyerek sıfır bilgi ile tek yaptığım şeyler bir şeyler biliyor gibi davranıyordum. Yine de kendime saygı duyuyorum çünkü kendimi geliştirmeye çalışıyordum fakat yöntemim mix videolar izleyip etraftan bir şeyler öğrenmeye çalışmaktı. He burada ki hatam ne miydi? yeni başladığını sananların kaybetmesini sağlayan fomolanmak vb. ya da manipüle *Fear, uncertainty, and doubt (Fud) * falan filan işte. Konudan çok saptığımın farkındayım da çok fazla özlemişim yazmayı :) Şimdiye dönmek gerekirse Bugüne kadar 23 ağustosu deli gibi bekliyordum borsalara girdiğim gibi 3 kuruş param ile kaldıraçlı işlemlerden köşeyi dönmek için hahahah. Şuana kadar bir  eğitim serisi bitirdim ve böyle eğitimlerden alabileceğim tüm bilgileri aldım daha sonrasında izole çalışmayı seçtim ve tek tek takıldığım yerleri araştırmaya başladım. En çok sevdiğim ve videolarını beğendim kişi E. Şahin sağ olsun bugün tüm düşüncülerimi değiştirdim. Aslında bundan önceki düşüncem yani kaldıraçlı işlemleri de onun videosundan öğrenmiştim ama biraz realist bakmak gerekirse çok çok riskli. Şuan 1500 kişinin bulunduğu ve girişlerin kapandığı bir Trade gurubunun içindeyim ama işlem yapmıyorum sadece izliyorum. Evet sadede gel Fatih :) Bugün kararımı şu yöne çevirdim => *DCA* evet bu stratejiyi izleyeceğim. 23 ağustos yani bu salı günü 2750 tl ile yani ortalama 150 dolar ile borsaya girmiş olmayı planlıyorum. Evet elimde bulunan nakit paranın neredeyse %80 ile borsaya girmiş oluyorum. %20 lik kısmı acil lazım olma durumuna karşın nakitte tutuyorum. Peki neden DCA şimdi sizi bundan bir önceki metine götürmem gerekirse mezuna kalacağımı zaten söylemiştim ama bu yıl çok sıkı bir döneme geçiş yapıyorum ve benim artık grafik inceleyecek, makro ekonomik olaylara bakacak, trade grupları içinde cebelleşecek ya da araştırmasını beğendiğim insanların tweetlerini okuyabilecek her hangi bir vaktim olmayacak. Beğendiğim altcoinlerin projelerinin temelinde her hangi bir değişiklik olması durumu hariç açıkçası sepetim bile değişmeyecektir. Yani kısacası knk, başta *toplu* bir giriş yaptıktan sonra artık her hafta tak tak atacağım yıl sonuna kadar. Artık ben grafik delisi olmak istemiyorum :) gerçekten psikoloji bozan bir şey ve benim bu yıl psikolojimin son derece iyi olması lazım o yüzden zaten bir çok önlem alacağım bir sonraki yazımda bahsederim dershane başlamasına yakın bir zaman. Şimdi şu *tak tak atarım* noktaya gelelim. Bu kenardaki nakit harici bu yıl bana gelecek para dershane başlamam ile beraber  (9 eylül civarı)ailemden gelecek olan haftalık 200 civarı bir para olur. şimdi ben gidip tak tak her hafta 10 dolar atacağım dersem hem planım çöp olur hem de hevesim kırılır o yüzden şöyle bir strateji izleyeceğim eylülün ilk haftasından itibaren her hafta 2 dolar atmayı planlıyorum böylelikle ortalama bir hesap ile min 85 dolar atmış olurum yıl sonuna kadar tabi ki bu en az diye tahmin ediyorum. Mesela elime 100 200 500 artık neyse geçtiği gibi koyarım gibime geliyor ama onun harici eylülün ilk haftası itibari ile yani (2 eylül, cuma) 2 dolar atmış olurum öyle öyle seneye bu zamanlara kadar belli bir birikim yapmış olurum, amacım kısa vade değil hatta 2024 den önce asla ve asla 1 dolar dahi çekmek istemiyorum hesabımdan umarım buna mecbur olmam. Aslında her şeyi özetledim yaa :) Ders çalışacağım knk ders :D O yüzden sürekli grafiklerle vakit kaybedemem kafam rahat olacak bu şekilde. Evet belki daha az kâr alacağım ama hiç önemli değil derslerime odaklanıp kendime o şekilde de yatırım yapacağım. Daha yazmak istediğim çokkkk şey var ama bugünlük yeterli. Çok güzel bir tatilden çıktım şimdi biraz derslerime odaklanmam gerekiyor cuma günü kısa bir özet geçtikten sonra daha farklı konularda devam ederim...
0 notes
Text
AYÇA – HERŞEYIN BAŞLANGICI ( 3 )
http://sekshikayelerinioku.wordpress.com/
Ertesi sabah kuş cıvıltılarıyla uyandı Ayça. Kendini epeydir hissetmediği kadar iyi hissediyordu. 12 saatlik derin bir uyku çekmişti; dinlenmiş, her şeye hazır hissediyordu kendini. Bir süre yataktan çıkmadı. Beyaz çarşafların üzerinde çırılçıplak uzandı. Gece yarısı Mahmut’un gidişini hayal meyal anımsıyordu.
“Hayret” diye düşündü; “Bir kereyle yetindi. Sadık da yeniden gelmedi. Şansım varmış. Daha fazla seks yapacak halim kalmamıştı. Pestilimi çıkardı hayvanlar!” Kadınlık organı ve arka deliği hafif hafif sızlıyorlardı.
Yarım saat sonra duşunu almış, üzerine eşofmanlarını giymiş, kahvaltı salonunda çayını yudumlarken olanları düşünüyordu. Henüz bir kaç gün önce Piraye’yle birlikte çıkacakları tatilin planlarını yapıyorlardı. Hatta Piraye tatilde tanışmayı umduğu erkeklerden bahsettiğinde, ona ne kadar da kızmış, “tatile erkekler için mi çıkıyoruz?” diye takılmıştı. Güzel bir kadın olduğundan her zaman için erkeklerin ilgisini çekmiş, ve bundan keyif duymuştu. Asla hafif bir kadın olmamıştı ve bir ilişki içindeyken partnerini hiç aldatmamıştı; ne fiziksel ne de zihinsel olarak.
Son 2 günde olanlara inanamıyordu. Tolga’yla evliydi ve onu bir bakıma aldatmıştı. Her ne kadar yaşadıkları tecavüz gibi başlamışsa da sonunda zevk aldığı, hem de inanılmaz zevk aldığı ortadaydı.
“Tolga’ya sanırım biraz haksızlık ettim” diye düşündü, “Erkekler çok daha kolay tahrik olurlar. Ben Sadık ve Mahmut gibi iki hayvandan zevk alabildiysem, Tolga’nın Mirey’in baştan çıkarmalarına karşı koyması şaşılacak bir şey değil.”
İstanbul’a dönünce Tolga’yla bir kez daha konuşmaya karar verdi. Eğer yaptığından pişmanlık duyduğuna inanırsa, onu affedecekti. Kahvaltıdan sonra odasına çıkıp bavullarını aldı, lobiye indi ve otelden çıkışını yaptı. 1 saat sonra kalkacak otobüsle Antalya’ya, Piraye’nin kaldığı tatil köyüne gidecekti. Resepsiyondan kendisine bir taksi çağırmalarını istedi. Kapıya doğru ilerlerken, bir anda nereden çıktıysa Mahmut yanında belirdi.
– “Günaydın Ayça.”
– “…”
– “Küs müsün bana? Yapma ama. Ne güzel vakit geçirdik işte, fena mı oldu yani?”
– “Seninle konuşmak istemiyorum.”
– “Dün gece başka türlü konuşuyordun. Daha doğrusu konuşmuyordun da, inliyordun…”
– “Adileşme lütfen.”
– “Tamam tamam. Ben de seninle sohbete meraklı değilim. Nereye gidiyorsun?”
– “Sana hesap verecek değilim. Toplantı bitti.”
– “Evet, ama birlikte bir kaç gün daha geçirebiliriz diye düşünmüştüm. Kocana telefon edip, toplantının iki gün daha süreceğini söyleyebilirsin.”
– “Ne münasebet! Neden seninle iki gün daha kalacakmışım ki?”
– “Çünkü birlikte çok iyi vakit geçirdik. Ve daha yapacaklarımız bitmedi. Duyduğuma göre Sadık’a götten vermişsin. Bunu ben de denemek isterim.”
Ayça konuşamadı, boğazına bir şey gelip oturdu. Gözleri doldu ve ağlamamak için kendini güçlükle tutarak taksiye yürüdü.
– “İstediğin gibi olsun. Ama bu dediğimi mutlaka yapacağız, göreceksin. Senin de çok hoşuna gidecek. Ben Sadık’tan daha iyiyimdir. Ha ha ha….”
Ayça kendini taksiye attı ve şoföre terminale gideceğini söyledi. Mahmut’un söyledikleri kadınlık gururunu incitmişti. Elinden gelse onu öldürebilirdi…
Bir saat sonra Antalya otobüsünde, ortam değişikliği ve klimanın tatlı serinliği Ayça’nın daha soğukkanlı düşünmesini sağlamıştı. “Herşey bitti”, diye kendini avuttu. “Bir daha Sadık’ı da, Mahmut’u da görmeyeceğim. Benzer bir toplantı olursa bir bahane bulup katılmayacağım. Gerekirse Erman bey’e beni taciz ettiklerini söylerim. Bu serserilerden çekinecek değilim.”
O akşam tatil köyünün açık hava restoranında şaraplarını içerken, Ayça Adana’da başından geçenlerin hepsini çok fazla ayrıntıya girmeden Piraye’ye anlattı. Ayça’yı sonuna dek yorum yapmadan dinleyen Piraye,
– “Başına böyle şeyler gelmesine hem üzüldüm, hem sevindim. Sana fiziki zarar vermediklerine göre kaybedilmiş bişey yok. Aksine, yıllardır sürdürdüğün anlamsız bakire hayatına son vermiş olman çok iyi. Bundan sonra canının istediğiyle birlikte olabilirsin. Hem önemli bir ders aldın; Çirkin erkeklerden de öğrenilecek çok şey vardır. Çünkü onlar kadına daha çok ilgi gösterir ve ellerinden gelenin en iyisini yaparlar” dedi.
– “Sana inanmıyorum Piraye! İki gün boyunca tecavüze uğradım. Seninse şu söylediklerine bak!”
– “Hemen kızma! Anladığım kadarıyla olanlarda senin de kısmen sorumluluğun var. Bara gittiğiniz gece çok fazla içip, adamları resmen azdırmışsın.”
– “Fazla içtiğim doğru ama onları tahrik etmeye çalışmadım.”
– “Olabilir. Bazen insan farkında olmadan çok şeyler yapabilir. Neyse canım, seninle tartışmak istemiyorum. Tatilin tadını çıkaralım. Ama göreceksin, eğer biraz otokontrolünü gevşetirsen muhteşem bir hayat yaşayabilirsin. Hahaha! Bu arada Tolga’yı düşünüyorum da, senin onu 2-1 yendiğini bilse ne hissederdi acaba?”
– “Piraye, lütfen. Bunları konuşmayalım şimdi.”
– “Ok. Bak sana anlatacaklarım var. Sen yokken burada Sinan diye biriyle tanıştım. Çok tatlı bir adam. Yanında da bir arkadaşı var. Adı Tamer. O da yakışıklı bir çocuk. Bunlar İstanbul’da yabancı bir şirketin pazarlama bölümünde çalışıyorlarmış. Sinan evli, Tamer bekarmış. Biri karısını, diğeri sevgilisini İstanbul’da bırakıp tatile gelmişler. 2 gündür sahilde birlikte oturuyoruz. Beni çok güldürüyorlar. Sinan sanırım bana yazılıyor.”
– “Adam evliymiş. Bence yüz verme.”
– “Nedenmiş o? Bana ne evliliğinden? O kadar muhabbet kuşu olsalar, buraya tek başına tatile gelmezdi.”
– “Sen bilirsin. Yine de söylemedi deme.”
– “Seni de Tamer’le tanıştıracağım. Yarın dördümüz birlikte takılırız.”
– “Olmaz. Bütün bu olanlardan sonra bir ilişki istemiyorum.”
– “Sana ilişkiye gir diyen yok ki. Sadece biraz eğleniriz. İnsana tatilde arkadaşlar lazım.”
– ….
– “Bu gece yemekten sonra barda buluşacağız. Sonra da hep birlikte diskoya gideriz.”
– “Bilmiyorum. Hem bu gece erken yatmak istiyorum.”
– “Yine sen bilirsin. Ama en azından bara gel de adamlarla tanış. Sonra ne istersen onu yaparsın.”
– “Tamam.”
İki kadın aralarında konuşarak bara girdiler. Henüz ortalık kalabalık değildi. Köşede bir masada oturmuş iki adama doğru ilerlediler.
– “Merhaba çocuklar. Sizi Ayça’yla tanıştırayım.”
– “Merhaba Ayça. Nasılsın?”
– “Merhaba. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Böylece içkilerini söyleyip (Ayça sadece sütlü kahve istemişti) havadan sudan sohbete başladılar. Sinan ve Tamer 35-40 yaşlarında, normal boylarda sıradan görünüşlü adamlardı. 5-10 dakika konuştuktan sonra, Ayça bu adamlarla Piraye’nin ne ortak yönü olabilir, çok sevimsizler diye düşünmeye başlamıştı. Sanki aralarında anlaşmışlar gibi, Sinan Piraye’ye, Tamer Ayça’ya ilgi gösteriyordu. Piraye kıkırdayıp duruyor, Sinan’ın saçma sapan muhabbetine çanak tutuyordu.
Tamer ise kırk yıllık dostmuşlar gibi, Ayça’yla hemen senli benli olmuş, Ayça’nın hiç de ilgisini çekmeyen konularda konuşup duruyordu. Böylece neredeyse 1.5 saat oturdular. Bu sürede zarfında Ayça, Sinan ve Tamer’in küçük çaplı bir al-sat şirketinde, satış temsilcisi olduklarını, Sinan’ın 37, Tamer’in 36 yaşında olduğunu, ikisinin de futbol delisi olduklarını, Sinan’ın 6 yıllık evli ve 1 çocuklu olduğunu ama karısıyla kafalarının uyuşmadığını, çocuğun hatırına evliliklerine devam ettiklerini, Tamer’in sarışınlardan çok hoşlandığını, 3 gündür Piraye’yle çok iyi anlaştıklarını, Ayça’nın da katılmasıyla tatilin kalan kısmında süper eğleneceklerini, yarın sabah hep birlikte tekne turuna çıkılmasına oybirliğiyle karar verdiklerini (Ayça bunu ilk kez duyuyordu!), birazdan da diskoya gidip kurtlarını dökeceklerini öğrendi. Bu son bilgi karşısında,
– “Bu gece beni mazur görün. Çok yorgunum. Az sonra yatmaya gideceğim” diyerek onlara katılmayacağını bildirdi.
– “Olmaz ama. Hep birlikte eğleniriz. Yorgunluğun da geçer”, diyen Tamer’i epey bir uğraştıktan sonra ikna eden Ayça,
– “Siz bu gece bensiz gidin. Yarın inşallah ben de size katılırım,” diyerek konuyu kapattı.
Bunun üzerine, diğer üçü Ayça’yı üçüncü kahvesiyle baş başa bırakıp, diskoya yollandılar. Ayça, arkalarından yürüyüşlerini izlerken, Piraye’nin ne kadar güzel bir kadın olduğunu ve hayatından ne kadar mutlu göründüğünü düşündü. Beyaz mini eteği, iyice bronzlaşmış düzgün bacakları ve ayak bileğindeki zarif halhalı, bakımlı ayaklarını sergileyen seksi ayakkabılarıyla pek çok erkeğin başını döndürebilecek bir kadındı Piraye.
İstediği erkekle evlenip, rahat bir yaşam sürebilirdi. Ama o yalnız yaşamayı seçmiş, kendini rüzgara bırakmıştı. Son derece sıkıcı ve sıradan adamlar olan Sinan ve Tamer’in arasında yürürken, çevredeki bakışları üzerine topluyordu.
“Neyse. Ben kendi işime bakayım. Saat 11’i geçiyor. Gidip yatayım, yarın bol bol yüzmek istiyorum.”
Böylece hesabı ödeyen Ayça, tatil köyünü otel kısmındaki odasına giden asansöre bindi. Piraye ile yanyana odalarda kalıyorlardı. Odaları geniş ve konforluydu. İki oda aynı terası paylaşıyordu. Böylesi daha iyiydi. Herkes odasında yalnız kalıp, terasta bir araya gelebilirlerdi. Ayça ılık bir duş alıp, kendini serin çarşaflara bıraktı. Az sonra, tatlı bir uykuya dalmıştı.
Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu ama gecenin sessizliğinde birden uyandı Ayça. Bir an nerede olduğunu anlayamadı. Başucundaki lambayı yaktı ve saatini aradı. Saat 4’ü geçiyordu. Hava çok sıcaktı ve klima kapalı olduğundan Ayça epey terlemişti. Sanki 3-4 saatlik uyku ona yetmişti. Yatakta biraz dönüp durduktan sonra, uyuyamayacağını anlayınca kalkıp bir sigara yaktı. Hafif aralık olan balkon kapısından terasa vuran soluk ışığı farketti. “Piraye ışığı açık uyuyor herhalde” diye düşündü.
Biraz hava almak için terasa çıktı. İki odanın paylaştığı teras epey genişti. Uzaktan körfez boyunca hala ışıkları yanan tatil köylerini ve aşağıda iyice aydınlatılmış yüzme havuzunu seyrederek sigarasını tüttüren Ayça, kalan tatilinde çok iyi vakit geçirmeye karar vermişti. Bol bol güneşlenip, yüzecek, her türlü stresten kendini uzak tutacaktı. İstanbul’a dönünce Tolga’yı aramaya kararlıydı. Oturup ilişkilerini konuşmalıydılar. Çok uzun süredir birlikteydiler ve ilişkileri zaman zaman iniş-çıkışlara karşın iyi bir ilişkiydi. Her şeyi bu şekilde bitirmek doğru olmayacaktı. Eğer Tolga yaptığından gerçekten pişman olmuşsa ve bir daha tekrarlamayacağına söz verirse, ona bir şans daha verecekti. Kendi başına gelenleri kesinlikle anlatmayacaktı. Bu yaşananlar bir sır olarak kalacaktı.
Ayça derin düşüncelerinden sıyrılıp odasına dönmek üzere geri döndüğünde Piraye’nin odasından sızan ışığa gözü takıldı. Kapısı kapalıydı. “Herhalde klima çalışıyor, Allah vere de hasta olmasa” diye düşündü Ayça. Sonra pencereden içeri bir göz atma isteği duydu. Sessiz adımlarla balkonun Piraye’nin odası tarafına ilerledi. Pencerenin tülü yarı yarıya açıktı. İçerden gece lambasının ışığı geliyordu…
Ayça aralık tülden içeri baktığında gözlerine inanamadı. Gece lambasının aydınlattığı odada çırılçıplak bir erkek sırtüstü yatıyordu. Çok şaşıran Ayça, Piraye’nin başına bir şey geldiğini sanarak panikledi. Gözleri ışığa alışınca adamın Sinan olduğunu fark etti. Aklı karışmıştı. Peki ama Piraye neredeydi? Bir yandan ne yapacağını düşünürken, bakışları Sinan’ın penisine gitti. Büyüklüğü dikkat çekici boyuttaydı, sertleşmemiş olmasına rağmen. Aylardır temizlenmemiş gibi kıllıydı.
Sinan gözleri kapalı yatıyor, arada sırada komodinin üzerine koyduğu küllükte duran sigarasından bir iki nefes çekiyordu. Sonra banyo tarafına bakıp, birisiyle konuşmaya başladı. Ayça ne söylediğini duyamıyordu, ama iyice meraklanmıştı. Ses çıkarmamak için büyük özen göstererek iyice eğildi ve kiminle konuştuğunu anlamaya çalıştı. Eğer Piraye’nin başına bir şey geldiyse ne yapacağını düşündü. Birden şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi oldu.
Piraye banyo tarafından odaya girmişti ve çırılçıplaktı. Ayça, en yakın arkadaşını henüz 2 gün önce tanıştığı bir adam karşısında çırılçıplak bulunca bir an hayal gördüğünü sandı. Ne düşüneceğini bilemedi. İzlemeye devam etti. Bu arada Piraye’yi ilk kez anadan doğma gördüğünü fark etti. Kaç yıllık arkadaştılar ama birbirlerini kısmi çıplaklıklar dışında hiç böyle görmemişlerdi. Piraye’nin güzel bir kadın olduğunu hep düşünmüştü, ama bu kadar güzel olduğunu fark etmemişti. Loş odada antik Yunan heykellerinden biri gibi duruyordu. Uzun ve biçimli bacakları, yüksek ve sıkı bir poposu, ince bir beli, dolgun ve dik göğüsleri, omuzlarına inen dalgalı saçları vardı.
Ayça orada kalıp kalmama konusunda kısa bir kararsızlık geçirdi. Orada kalmasının insanların özel hayatına tecavüz olduğunu biliyor, ama merakını ve heyecanını yenemiyordu. Sonunda kalmaya karar verdi. Zaten uykusu da iyice açılmıştı.
Piraye mini bardan aldığı minyatür şarap şişesini açtı, bir dikişte bitirdi. Geniş yatağa ilerledi, yatağın ucuna oturdu ve Sinan’la konuşmaya başladı. Sinan hiç istifini bozmadan arkasına istiflediği yastıklara dayanarak uzanmaya ve sigarasını tüttürmeye devam ediyordu. Bir süre konuşup gülüştükten sonra Piraye dizlerinin üzerinde Sinan’a yaklaştı.
Ayça’yı hayrete düşürecek bir rahatlıkla Sinan’ın yarı-sert, iri penisini bir çırpıda ağzına aldı ve emmeye başladı. Sinan Piraye’nin saçlarıyla oynuyordu. Piraye gitgide büyüyen penisi ağzına sığdırmakta zorlanıyordu. İşini bilen tavırlarla bir süre kocaman olmuş başını yalıyor ve emiyor, ardından dilini boydan boya gövdesinde gezdiriyor, bir yandan da eliyle mastürbasyon yaptırıyordu.
Ayça kendini bir porno film izliyor gibi hissetti. Yaklaşık beş dakikalık bir oral seks seansından sonra Sinan’ın penisi patlamaya hazır bir bomba kıvamına gelmişti. Piraye, yarattığı canavara şöyle bir bakıp Sinan’ın göbeğinden boynuna doğru öpücükler ve dil darbeleriyle ilerledi. Sinan gözlerini kapamış, kendini Piraye’nin becerikli ellerine ve dudaklarına bırakmıştı. Sonunda yüzleri birbirine yaklaştı ve öpüşmeye başladılar.
“Aman tanrım” diye düşündü Ayça, “ne kadar ateşliler, sanki birbirine aşık bir çift gibiler.”
Gerçekten de Piraye ve Sinan öpüşmekten çok adeta birbirlerinin dudaklarını ve dillerini yiyorlardı. Ve birbirlerine inanılmaz derecede sert davranıyorlardı. Sevişmelerinde yumuşaklık, romantizmin zerresi yoktu. Çılgınca ve aceleyle sevişiyorlardı. Birden dilini Piraye’nin dudaklarından kurtaran Sinan, Piraye’yi altına aldı ve göğüslerine yöneldi. Meme uçlarını hızla yalıyor, uzun uzun somuruyordu. Saatlerce aç kalmış bir bebek gibi, göğüs uçlarının birini bırakıyor, diğerini emmeye başlıyordu. Emişleri gitgide şiddetlendi ve sonunda apaçık ısırmaya başladı. Artık sadece uçları değil, göğüslerin her yerini ısırmaya başlamıştı.
Sinan, Piraye’nin iri göğüslerini iki eliyle kavrayıp birbirine yaklaştırmış, dilini bir badana fırçası gibi üzerlerinde gezdiriyordu. Salyalarından Piraye’nin göğüsleri pırıl pırıl parlıyorlardı. Daha sonra tadını çıkara çıkara, göğüslerden aşağı, göbek deliğine indi. Bir süre dilini göbek deliğinde gezdirdikten sonra, daha da aşağılara kaydı ve Piraye’nin vajinasının başlangıç noktasındaki küçük tepeciği emmeye başladı. Bu hareket Piraye’yi çılgına çevirdi. Yüksek sesle inlemeye başladı. Öyle ki, Ayça inlemeleri duyabiliyordu.
Sinan büyük bir sabırla, Piraye’nin vajinasını uzun uzun emdi. Piraye yatakta kıvranıyor, Sinan’ın başına bastırıyor, onu devam etmeye zorluyordu. Biraz daha aşağı ilerleyen Sinan, dilini vajinanın her yerinde gezdirmeye, elleriyle de destek olmaya başladı. Piraye’nin uzun bacaklarını mümkün olduğunca yana açıp, iki eliyle vajinanın kanatlarını ayırıp, dilini ritmik hareketlerle içeri sokup çıkarmaya başladı. Piraye’yi resmen diliyle beceriyordu.
Ayça gördükleri karşısında adeta büyülenmişti. Piraye tüm güzelliğiyle poz verir gibi uzanmıştı ve Sinan inanılmaz bir beceriyle ve sabırla onu kendinden geçirmişti. Ayça bir an içinde yükselen arzuya engel olamayıp, içeri girmemek için kendini zor tuttu.
Sinan’ın Piraye’nin vajinasını yalama işlemi belki 10-15 dakika sürdü. Sonunda becerikli bir hareketle Piraye’yi yüzükoyun çeviren Sinan, önünde sergilenen muhteşem görüntüyü bir süre hayranlıkla seyrettikten sonra, Piraye’nin uzun bacaklarının her santimetrekaresini öperek, yalayarak, koklayarak baldırlarına ilerledi. Nefis baldırları hafif hafif dişleyerek yoluna devam etti ve Piraye’nin topuklarını emmeye başladı.
Piraye gözlerini kapamış, kendini tamamen erkeğine teslim etmişti. Sinan, ince gümüş halhalın ayrı bir güzellik verdiği ayak bileklerini, tabanları, parmak aralarını zevkle yaladı. Sinan, Piraye’nin ayaklarına o kadar uzun zaman ayırdı ki, Ayça, “acaba ayak fetişisti mi?” diye düşünmekten kendini alamadı. Sonunda, güçlükle ayaklardan ayrılan Sinan, diliyle boylu boyunca bacakları yalayarak, Piraye’nin biçimli poposuna yöneldi.
Piraye’nin kaba etlerini ısıra ısıra öpmeye, acımadan dişlerini geçirmeye başladı. Piraye, arzuyla inliyor, Sinan’ı daha da azdırıyordu. Sinan, Piraye’nin poposunun altına yastıkları koyarak popoyu yataktan yükseltti. Şimdi Piraye domalmış bir pozisyonda, kalçalarının tüm güzelliğini Sinan’a ve Ayça’ya sergiliyordu. Bu manzaraya kendini kaptıran Sinan, Piraye’nin poposunu elleriyle ayırarak, yalamaya başladı. Aynı anda hem ön hem arka delikleri yalıyor, Piraye’yi kudurtuyordu.
Piraye o kadar inliyordu ki, Ayça “Herhalde uyuyor olsam da uyanırdım. Birazdan sesten rahatsız olan birileri şikayet ederse şaşırmam” diye düşündü. İki sevgili kendilerinden geçmişlerdi. Nihayet daha fazla dayanamayan ve birleşmek aklına gelen Sinan, hızla doğruldu ve çatlayacak gibi büyümüş penisini Piraye’nin vıcık vıcık olmuş vajinasına tek hamlede soktu. Kocaman penisin dibine kadar içine girmesiyle Piraye bir an için acı çeker gibi inlediyse de bu durum çok kısa sürdü ve tatlı tatlı yaylanarak Sinan’la birlikte gidip gelmeye başladı.
Sinan kendinden geçmiş, müthiş bir hızla Piraye’yi beceriyordu. Başını Piraye’nin saçlarına gömmüş, iki eliyle göğüslerini avuçlamıştı. Bu penetrasyon durumu çok kısa sürdü ve Sinan elektriğe kapılmış gibi sarsılarak Piraye’nin içini doldurmaya başladı. Aynı anda hareketlerinden anlaşıldığı kadarıyla Piraye de orgazm oluyordu. Sinan’ın kasılmaları uzun sürdü. Sonunda ikisi de sakinleştiler.
Sinan Piraye’nin içinden çıkmadan yüzünü kendinden yana çevirdi ve derin derin öpüştüler. Sonra Ayça hala sertliğini kaybetmemiş ve iki sevgilinin seks sıvılarıyla yağlanmış gibi parlayan penisini Piraye’nin vajinasından çıkardı ve dizlerinin üzerinde doğruldu. Bunun üzerine Piraye’nin yaptığı şey Ayça’yı dumura uğrattı.
Piraye hiç iğrenmeden Sinan’ın ıslak penisini ağzına aldı ve uzun uzun emip, yalayarak tertemiz yaptı. Ayça bundan hep iğrenmişti. Hayatı boyunca yalnızca Tolga ve lisedeki sevgilisi Koray’a oral seks yapmıştı. O zamanlar bu işlerden pek anlamadıkları için kendilerini ayarlayamamışlar, Koray kısa sürede Ayça’nın ağzına boşalmıştı. Şimdi bile hatırlayınca Ayça’nın midesini bulandıran şey ise Ayça’nın da boş bulunup, Koray’ın spermlerini yutması olmuştu. Koray iki saat özür dilemiş, Ayça da öğürmekten bir hal olmuştu.
Bir daha asla sperm yutmamıştı Ayça. Oral sekse karşı değildi. Fakat sperm tadı hoşuna gitmemişti. Bunda bir aşağılanma hissediyordu Ayça. Tolga’yla sevişirken her zaman olmasa da oral seks yapıyordu ama Tolga istemesine rağmen asla spermlerinin tadına bakmıyordu. Bu yüzden bir kaç kez hafiften atışmışlardı bile.
Piraye’nin gayet zevk alarak, kendisinin ve Sinan’ın sıvıları karışmış, üzerindeki spermler bu mesafeden bile seçilebilen iri penisini yalayarak temizlemesi Ayça’yı hem iğrendirmiş, hem şaşırtmıştı. Piraye’nin bu kadar istekli, bu kadar pervasız olması Ayça’ya ilginç gelmişti. Kendisi hiç bir zaman az önce tanık olduğu ateşlilikte bir sevişme yaşamamıştı.
Rahatlayan ve yorulan aşıklar arkalarına yaslanıp, birer sigara yaktılar. Ayça sürünerek geri çekildi ve yavaşça odasına döndü. Gördüklerinden çok etkilenmişti. Kafası karışmış, şaşırmış, ne düşüneceğini bilemez olmuştu. O da bir sigara yaktı ve yanında getirdiği kitaptan bişeyler okuyarak aklını başka konulara yöneltmeye çalıştı.
*****
Harika bir yaz sabahıydı. Ayça yatağında doğruldu ve aklına ilk gelen dün gece tanık olduğu inanılmaz aşk sahneleri oldu. Gördüklerinin gerçek mi, yoksa düş mü olduğunu düşündü. Kalktı, kendine gelmek için duşa yöneldi. Duş yaparken de Piraye ile Sinan’ın sevişmeleri aklından çıkmıyordu. Hayatında bu kadar ateşli seks sahneleri görmemişti. Kendi kendine gülümsedi
“Vay be Piraye! Beni çok şaşırttın. Sen neymişsin be kızım?”
Kahvaltı salonunda masalar arasında Piraye’yi arayarak dolaşırken, kendisine yönelen bakışların varlığı Ayça’nın hoşuna gitmişti. Gerçekten de o gün çok çekiciydi. Turkuaz rengi bikinisini giymiş, kısa sarı saçlarını jöle ile geriye yapıştırmıştı. Kıyafetini oldukça dar bir kot şort ve lacivert plaj terlikleri tamamlıyordu.
– “Buradayız Ayça!”
Arkadaşının sesini duyan Ayça, gülümseyerek Piraye ve Sinan’ın oturdukları masaya yöneldi.
– “Günaydın arkadaşlar. Erkencisiniz.”
– “Yoo, şimdi oturduk biz de.”
– “Geceniz nasıldı, diskoda kurtlarınızı döktünüz mü?”
– “Harikaydı. Bunu mutlaka seninle de yapmalıyız.”
Sinan bu son cümleyi hafifçe sırıtarak mı söylemişti, yoksa Ayça’ya mı öyle geliyordu? Her halükarda, Sinan’ın sözleri bir an için Ayça’yı düşündürdü. Kendini Sinan’ın kocaman penisiyle gözünün önüne getirdi ve kıkırdayarak:
– “En kısa zamanda. Son zamanlarda çok yoruldum ve bunaldım. Biraz eğlenmek benim de hakkım.”
Kahvaltı boyunca Tamer ortalarda görünmedi. Acaba gitti mi diye aklından geçiren Ayça, tatilini Piraye ve Sinan’la başbaşa geçirmek istemediğini düşündü. Tamer’e bayılmasa da, en azından dengeleyici olurdu.
Kahvaltıdan sonra üçü birlikte plaja indiler. Şansları yaver gitti. Denize ve bara yakın, gölge bir yer buldular. Ayça ve Piraye eşyalarını gölgede bırakıp, kumlara yanyana uzandılar. Doğrusu Piraye yine çok güzel görünüyordu. Çingene pembesi bikinisiyle kuşkusuz Sinan’ın aklını başından alıyordu. Bu arada Sinan odasından birşey almak için uzaklaşınca, sabahtan beri bu konuyu açmak için fırsat arayan Ayça
– “Ee Piraye, söylesene neler yaptınız akşam. İyi eğlendin mi? Nasıl adamlar bu Sinan’la Tamer?”
– “Süper bir gece geçirdim. Diskoda doyasıya dans ettim. Ortam harikaydı.”
– “Sinan sana asılıyor galiba. Dün akşam lobide gözlerini senden alamıyordu.”
– “Benden etkilendiği doğru. Ben de ondan etkileniyorum. Mükemmel bir tatil aşkı olabilir. Her istediğimi yapıyor ve yatakta da süper!”
– “Yatakta mı? Onunla yattın mı?”
– “Evet. İkimiz de birbirimizden hoşlandığımıza göre neden birlikte olmayalım? Hayat kısa, tatil daha da kısa.”
– “İnanmıyorum sana Piraye! Ne kadar rahatsın. Adam evliymiş.”
– “Olabilir. Şahane bir evlilikleri olsa buraya tek başına gelmezdi. Zaten yürümeyen bir ilişki için keyfimi kaçıramam.”
– “İlginç kadınsın. Kendi doğruların var ve bildiğin gibi yaşamaktan çekinmiyorsun.”
– “Sana da kendini rahat bırakmanı tavsiye ederim. Düşünsene. Genciz ve güzeliz. Sağlığımız yerinde. Çok değil, 10 yıl sonra istesek de hızlı yaşayamayacağız. O zaman tatillerimde bol bol kitap okurum. Ama şimdi, fırsat varken her şeyin tadını çıkarmak istiyorum.”
– “Belki de haklısın. Yine de benim için alışması ve kabullenmesi zor bir düşünce. Hem ben evli bir kadınım.”
– “Boşversene. Tolga’nın şu anda o sekreter kızın kollarında olmadığını kim biliyor?”
– “Böyle söyleme Piraye. Ben evliliğimizi kurtarmak istiyorum. Herkes bir kez hata yapabilir.”
– “Bravo. Yalnız bence evliliğini İstanbul’a dönünce kurtar. Bu yaz bir daha tatile çıkamayabilirsin. Seneye kim öle, kim kala?”
Bu hararetli sohbet tepelerinde biten Tamer’in araya girmesiyle sona erdi.
– “Merhaba kızlar, muhabbetinizi bölmüyorum ya?”
– “Aa merhaba Tamer, biz de sen nerelerdesin diye meraklanmıştık.”
– “Sabah uyanamadım. Geç kahvaltıya kaldım. Bugün ne kadar sıcak değil mi?”
– “Berbat.”
– “Ben içecek bişeyler alacağım” diyen Piraye yanlarından ayrılınca, Tamer Ayça’nın yanına oturdu.
– “Dün gece keşke sen de bizimle diskoya gelseydin. Çok eğlendik. Hem Sinan’la Piraye o kadar iyi anlaşıyorlar ki, kendimi fena halde yalnız hissettim.”
– “Çok yorgundum dün. Kaç gündür bitmek bilmeyen toplantılar yüzünden pestilim çıktı. Şimdi iyiyim. Bundan sonraki eğlencelerde ben de varım.”
– “Buna çok sevindim. Söylemeden edemeyeceğim, bugün harika görünüyorsun.”
– “Teşekkür ederim.”
– “Bence hemen vücuduna güneş yağı sürmelisin. Sahilde ilk günün ve güneş inanılmaz yakıcı.”
– “Haklısın. Çeneye dalıp, unutmuşum.”
– “Dur sana yardım edeyim. Uzan şöyle.”
– “Bilmem…Boşver, ben yaparım.”
– “Sırtına filan elin uzanmaz. Bana bırak. Çekinmesene benden.”
– “Çekinmiyorum.”
Böylece Ayça yüzükoyun uzandı ve Tamer iki avucuna birden boca ettiği güneş yağını Ayça’nın sırtına ve omuzlarına ağır hareketlerle sürmeye başladı. Ellerini uzun uzun sırtında, belinde dolaştırdı. Ayça gözlerini kapamış, denizin sesini dinliyordu. Kendini epeydir bu kadar huzurlu hissetmemişti. Tamer’in masajı da hoşuna gitmişti. Adamın hareketlerinde bariz bir asılma hissediyordu. Buna aldırmadığına karar verdi. Sadece anın tadını çıkarmaya ihtiyacı vardı.
Tamer’in parmaklarının yanlışlıkla olmuş gibi bikinisinin içine bir an girmesiyle irkildi ama sesini çıkarmadı. Belki de bundan cesaret alan Tamer, ellerini Ayça’nın bacaklarının arkalarına götürdü ve normalde Ayça’nın ellerinin ulaşmakta hiç zorlanmayacağı bölgeleri yoğurmaya başladı. Yumuşak hareketlerle Ayça’nın kalçalarından ayak bileklerine kadar olan bölgeyi yağladı. Adeta her noktanın tadına varıyordu.
– “Oh ne güzel, bizi böyle yağlayan yok!”
Piraye’nin neşeli sesiyle Ayça gözlerini açtı.
– “Eline sağlık Tamer. Gerisini ben hallederim. Sen de kıskanmasana Piraye. İstesen Tamer senin de sırtını yağlar.”
– “Ben sabah odadan çıkmadan o işi hallettim. Bakın Sinan geliyor. Hadi hep birlikte muza binelim.”
Bu teklif herkesin hoşuna gitti ve böylece bizim dörtlü can yeleklerini takıp muza yerleşti. Yaklaşık 20 dakika süren muz macerasında defalarca suya düştüler. Çocuklar gibi eğlendiler. Bu arada muza tekrar çıkma çalışmaları sırasında Ayça’nın Tamer ve hatta Sinan tarafından ellenmeyen yeri kalmadı. Ayça kendine hayret ediyordu. Dün tanıştığı bu iki adama karşı hayatında hiç olmadığı kadar rahat davranıyordu…
Gecenin ilk saatleriydi. Ayça ve Piraye aralarında kıkırdayarak otelin merdivenlerinden lobiye iniyorlardı. Lobide Sinan ve Tamer’le buluşup Antalya’nın içine, şehrin ünlü diskolarından birine gideceklerdi. İkisi de son derece frapan giyinmişlerdi. Ayça; beyaz, vücudunu saran bir jean ve askılı pembe bir bluz, Piraye; dar bir bluejean ve göbeğini açıkta bırakan sarı bir t-shirt. Gerçekten çok alımlıydılar.Sinan ve Tamer kızları uzaktan görünce birbirlerini dürttüler.
– “Oğlum süper olmuşlar. Ayça’nın vücudu da Piraye’den aşağı kalmazmış.”
– “Bu gece sıra bende. Sen dün Piraye’yle uçuşa geçtin, bugün de ben Ayça’yı iyi edeceğim. Bana bak sakın kıza asılma!”
– “Ha ha ha…”
Yarım saat sonra şimdiden tıklım tıklım dolu olan diskonun kapısından girerlerken, Ayça uzun süredir bu tip bir ortama girmediğini düşünüyordu. Bu gece canının istediği gibi eğlenecekti. İçkilerini aldılar, piste biraz uzak, nispeten kuytu bir yere geçip oturdular. Yarım daire şeklindeki kanepenin ortasına denk gelen yerde küçük bir masa vardı. Masanın bir yanına Piraye’yle Sinan, diğer yanında Ayça’la Tamer oturmuşlardı. Müziğin sesinden insan yanındakinden başkasıyla konuşamıyordu.
Gözucuyla Piraye’ye bakan Ayça, onun Sinan’la hararetli bir muhabbete daldığını gördü. Yapabileceği tek şey Tamer’le ilgilenmekti. Böylece Ayça ve Tamer koyu bir sohbete başladılar. İyi de içiyorlardı. 2 saat içinde Tamer içkileri tazelemek için epey bir tur atmak zorunda kaldı. Etraflarındaki herkes kendi halindeydi. Genç çiftler pek de kuytu sayılamayacak yerlerde öpüşüp koklaşıyorlardı. Birden Tamer,
– “Evli olduğunu biliyorum. Piraye söylemişti. Sakıncası yoksa neden tatile yalnız geldiğini merak ettim.”
– “Piraye’nin de ağzında bakla ıslanmaz zaten. Neyse. Söylesene neden merak ediyorsun?”
– “Bilmem. Yalnızca merak işte.”
– “O zaman seni fazla merakta bırakmayayım. Şu anda Tolga ile ayrı yaşıyoruz. O yüzden tatile Piraye’yle çıktım.”
– “Ama neden ayrı yaşıyorsunuz?”
– “Gerçekten çok meraklısın Tamer. Herhalde Piraye nedenini de söylemiştir.”
– “Ee…Bir şeyler söyledi, evet. Yine de işin aslını senden duymak istedim.”
– “İşin aslı diye bişey yok. Tolga beni aldattı. Ben de evi terk ettim. Özetle bu işte!”
– “Şaşırdım.”
– “Neden?”
– “İnsan senin gibi bir kadını neden aldatır ki?”
– “Nasıl yani?”
– “Çok güzelsin, her erkeğin başını döndürebilirsin…”
– “Teşekkür ederim. Bugün bana ne çok iltifat ettin. Anlaşılan Tolga böyle düşünmedi.”
– “İltifat değil. Senden çok etkileniyorum. Eşin elindeki hazinenin değerini bilememiş.”
Ayça cevap vermedi. Sadece gülümsedi. İçkisinden büyük bir yudum aldı;
– “Hadi dans edelim. Beni dansa kaldırmayacak mısın?”
Böylece kalabalık dans pistine yöneldiler. İğne atsan yere düşmeyecek kadar doluydu pist. Ayça ve Tamer ritme kendilerini bırakıp, hafif hafif salınmaya başladılar. Kısa süre sonra slow bir parça çalmaya başlayınca, Tamer ellerini Ayça’nın beline doladı ve genç kadını kendine iyice yaklaştırdı. Az sonra Ayça Tamer’in önündeki sertliği hissedebiliyordu. İrkildi. Bu kadar ileri gitmemeliydi.
Kendini biraz geri çekip, etrafını incelemeye başladı. Birden gözleri faltaşı gibi açıldı. Az önce kalktıkları kanepede Piraye ve Sinan sarmaş dolaş olmuş, öpüşüyorlardı. Piraye Sinan’ın kucağına oturmuştu. Sanki çevrede kimse yokmuş gibi rahattılar; dünya umurlarında değildi. Ayça’nın böyle dikkatle bakmasıyla Tamer de başını o tarafa çevirdi ve kumruları gördü.
– “Bizimkiler iyice havaya girmişler.”
– “Evet. Aralarında bişeyler olduğunu bilmiyordum.”
– “Görmüyor musun, birbirlerinden çok hoşlanıyorlar.”
– “Belli oluyor.”
– “Yaz aşkı dedikleri bu olsa gerek. İnsanın aklını başından alıyor.”
Tamer bu son sözleri doğrudan Ayça’nın gözlerinin içine bakarak söylemişti. Ayça gözlerini ayırmadan, ilk defa, Tamer’in hoş bir adam olduğunu düşündü. Kendisi için deli olduğu her halinden belliydi. İçkiden biraz başı dönen Ayça, kendine hakim olmazsa işlerin kontrolünden çıkacağını düşündü. Ne istediğine karar veremiyordu. Birden müzik kesildi. Sahneye çıkan şovmen, sıranın gecenin bilmem ne yarışmasına geldiğini anons etti. Ayça ve Tamer yerlerine döndüler. Piraye ve Sinan çok samimi bir şekilde, adeta kucak kucağa oturuyorlardı. “Saat onikiyi geçti”, dedi Piraye. “Hadi otele dönelim. Kumsalda şarap içeriz. Dün çok yorulmuşum, bu gece dans edecek halim yok.”
– “Ok. Hadi şaraplarımızı alıp kumsalda muhabbet edelim.”
Yaklaşık 1 saat sonra dörtlümüz otelin yan tarafındaki kumsalda, sabaha hazırlık olsun diye bırakılmış şezlonglara oturmuş, koyu bir sohbete dalmışlardı. Piraye ile Sinan diğerlerinin duyamayacağı bir sesle fıkırdıyorlar, sanki Ayça’ya bakarak gülüşüyorlardı. Bunun üzerine Ayça,”Dedikodumu mu yapıyorsunuz bakayım? Ne konuşuyorsunuz öyle fısır fısır?”
– “Hiç canım. Sinan’a senin ne kadar saf bir kız olduğundan söz ediyordum.”
– “Neden saf olayım ki?”
– “Baksana. Seni aldatan kocandan intikam almak aklından bile geçmiyor.”
– “Piraye!”
– “Kızmasana canım. Yalan mı? Hem dünyanın senin gibi insanlara da ihtiyacı var.”
Ayça kendini salak gibi hissediyordu. Sanki liseli mahçup bir kızmış gibi muamele ediyorlardı ona. Şu Piraye’den ne eksiği vardı ki? Nasıl da eğleniyordu haspa!
– “Siz kendi işinize bakın bakayım. Benimle uğraşmayın.”
– “Bakıyoruz zaten. Hadi Sinan biraz yürüyelim.”
Böylece Sinan ve Piraye kumsalın karanlığında uzaklaştılar. Ayça nereye, daha doğrusu ne yapmaya gittiklerini gayet iyi tahmin edebiliyordu. Birden Tamer’in elini omuzlarında hissetti.
– “Üşümüyorsun değil mi? Sanki titredin gibi geldi.”
– “Yok, hayır. Sadece düşünüyordum.”
– “Fazla düşünme canım. Bırak, gecenin tadını çıkar.”
– “Haklısın.”
– “Biraz daha şarap? Serin serin iyi gidiyor.”
– “Peki.”
Ayçayla Tamer şaraplarını içtiler, sohbete devam ettiler. Bir süre sonra Ayça konuşacak bir şey bulamadığından sustu. Sessizliği bozan Tamer oldu
– “Senden çok hoşlanıyorum Ayça. İlk gördüğüm andan beri. Seninle olmak için çok şey feda edebilirim.”
Ayça karışık duygular içindeydi. Bir yandan yeni tanıştığı bu adama fazla yüz vermek istemiyordu. Üstelik İstanbul’a dönünce Tolga’yla barışmak istiyordu. Öte yandan ortamın, içkinin ve Piraye’nin söylediklerinin etkisindeydi. Ne yapacağını bilemiyordu.
Birden Tamer’in elini yanağında hissetti. Herşey çok çabuk oldu. Tamer, bir eliyle Ayça’nın yüzünü kendininkine yaklaştırdı ve dudaklarını genç kadınınkilerle birleştirdi. Yumuşak bir şekilde öpmeye başladı Ayça’yı. Bunu hiç beklemiyordu Ayça. Kendini geri çekmek istedi ama Tamer’in bırakmaya niyeti yoktu. Bir yandan Ayça’yı öpüyor, bir yandan da ellerini saçlarında dolaştırıyordu.
Ayça’nın direnci kırılıyordu. O da Tamer’in öpücüklerine karşılık vermeye başladı. Artık liseli iki sevgili gibi uzun bir öpüşmeye kaptırmışlardı kendilerini. Öpüşmeleri romantik bir tarzdan gitgide tutkulu bir hale dönüştü. Tamer dilini Ayça’nın ağzına sokmuş, partnerinin sıcak ve nemli ağzında derin araştırmalara girişmişti. Ayça kendinden geçmişti. Tamer’in saçlarıyla oynuyor, erkeğin dilini zevkle emiyordu.
Dakikalar süren bu ateşli öpüşmeden sonra nihayet dudakları ve dilleri ayrıldığında ikisi de nefes nefese kalmışlardı. Tamer,
– “Harikasın Ayça. Harika öpüşüyorsun, sana tapıyorum” diyerek yüzünü Ayça’nın boynuna ve çıplak omuzlarına gömdü.
Ayça’nın çıldırtıcı parfümünü içine çekerek, boynunu ve omuzlarını öpmeye, yalamaya girişti. Ayça artık tüm kontrolünü kaybetmek üzereydi. Tamer’in sıcak dudaklarının teması onu çılgına çevirmişti. Başını geriye atarak kendini zevke teslim etmeye hazırlanıyordu ki, aniden gözleri 10 metre kadar ilerdeki bir karaltıya takıldı. Birisi onları gözetliyordu. Hızla toparlandı. Şaşkınlıktan aptallaşan Tamer’e fısıldayarak,
– “Orada biri var. Bizi izliyor” dedi.
– “Kim, nerede?”
– “Bilmiyorum kim olduğunu. İşte orada, bak. Kaçıyor.”
Gerçekten de karaltı farkedildiğini anlayarak hızla karanlığa karıştı. Ama olan Tamer’e olmuştu. Ayça duyduğu tedirginlikle tüm heyecanını kaybetmiş, hatta gitmek için ayaklanmıştı.
– “Ayça, nereye gidiyorsun? Yalvarırım gitme. Beni böyle bırakamazsın.”
– “Özür dilerim Tamer. Bir an kontrolümü kaybetmişim. Birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Bu yaptığımız delilik!” diyerek ayağa kalktı, “Gitmem lazım.”
– “Kızdın mı bana? İncittim mi seni?”
– “Hayır. Sadece hazır değilmişim. Yarın görüşürüz. İyi geceler.”
– “İyi geceler Ayça.”
Ve Ayça kumsal boyunca uzaklaşıp, otele yöneldi. Tamer öylesine kalakalmıştı. Bir sigara yaktı.
“Bizdeki şansa bak! Tam işler yoluna girdi derken…”
Ayağa kalkıp denize doğru yürüdü. Uykusu yoktu. Ne yapacağını bilmiyordu. Acaba Ayça’nın peşinden mi gitmeliydi? Hayır, bu hiç birşeyi değiştirmezdi. Kumsalda biraz yürümeye karar verdi.
50 metre kadar yürümüştü ki, solundan bir takım sesler duydu. Gündüzleri insanların gölgesinden yararlandıkları bir kameriye vardı seslerin geldiği tarafta. Yavaşça yaklaştı. Bir ağacı kendine siper ederek kameriyeye baktı. Birden Sinan ve Piraye’yi gördü.
Piraye çırılçıplaktı! Sinan’ın ise pantolonu ve külodu dizlerine inmişti. Piraye Sinan’ın kucağına yüz yüze gelecek şekilde oturmuştu. Hafif hafif yaylanıyordu. Ayışığında kalçaları muhteşem görünüyordu.
“Vay canına” dedi Tamer, kendi kendine. “Resmen sikişiyorlar.”
Kasıklarında yükselen ateş tüm vücuduna yayıldı. Gördükleri aklını başından almıştı. Neredeyse onları izleyerek mastürbasyon yapacaktı. Ancak kendine hakim oldu. Geldiği gibi sessizce oradan ayrıldı. Daha fazla izleyerek moralini bozmak istemiyordu.
“Yarın Ayça’ya karşı başka taktikler uygulayacağım. Onu mutlaka elde etmeliyim. Yoksa…Yoksa ben de Piraye’ye mi yazılsam? Baksana ****** çatır çatır veriyor Sinan’a.”
Bu düşüncelerle otele yürüdü Tamer. Odasına çıktı. Hava çok nemliydi, ateşini söndürmek için duşa girdi. Soğuk su iyi gelmişti. Duştan çıkınca bir sigara yakıp, öylece yatağa uzandı. Ayça’yı ve az önce gördüğü manzarayı düşünmemeye çalışarak sigarasını içti. Az sonra horul horul uyumaya başlamıştı.
2 notes · View notes
nilconnill · 3 years
Text
Uyku delisi oldum resmen günün her saati uyuyorum.
0 notes
kenaryazari · 3 years
Text
Yemeğe kadar.
Ortaokul bilmem kaçıncı sınıf. Okulda öğlenci olduğumuz zamanlar. Kışın gündüzlerin kısa gecelerin uzun dönemlerde okuldan çıktığımız zaman havanın karanlık. Sırt çantasını tem omuza takarak büyüdüğümüzün sinyalini vermeye çalışıyoruz. ‘’Öğretmenim’’ yerine ‘’Hocam’’ diyerek çocukluğa veda ediyoruz.Pek siyasi bilgimiz yok.Babalarımız ne ise bizlerde o’yuz. Herkes bir futbol takımının delisi olmuş ve birbirimiz üzerindeki tek güç gösterimiz bu. Dini konularda çoğumuz aynı şeyleri biliyoruz.Birkaç alevi ailenin çocuğunu dinsiz gibi gösteren gözlüleri takmasaydı ailelerimiz onları da anlardık belki çocuk aklımızla.Artık okul kantininden simit ayran almak yerine 2. Dersin tenefüsünde okulun yakınındaki dönerciye kaçıp döner yaptırıyoruz. Derse ucu ucuna yetişip döneri derste yiyoruz.içinde tavuk olmayan tavuk yağına değdirilmiş içi marul dolu pideyi hala özlerim.
               Hava karanlık birkaç arkadaş kollarımızı birbirimizin omuzlarına atarak evlere doğru yürüyoruz.Herkesin evi yürüme mesafesinde. En uzağa gidenin evi 15 dk sürer. Okul çıkışı göz ucu ile kardeşlerimin nerede olduğuna bakıp kendimi garantiye almayı unutmuyorum. Yol boyunca bizim için çok önemli ama dünya için çok önemsiz konuları tıpkı büyüklerimiz gibi hararetli bir şekilde konuşuyoruz. Zorbey ‘’BMW’’ nin açılımını ve hikayesini anlatıyor. Ardından Selçuk ‘’AK-47 (keleş)’’ tarihçesini uzun uzun açıklayıp askerde bunu ezberlemeyenleri dövdüklerini anlatıyor.Ezberledğimiz araba markalarını yarıştırmaya başlarken ben eve yaklaşıyorum. El selamı ile ara sokağa sapıp yarına anlatacak bir konu bulmam gerektiğini düşünüyorum. Sırf eksik hissetmemek için bir keresinde Manga’nın ‘’Bir Kadın Çizeceksin’’ şarkısını VCD çalardan durdurup geri sara sara kağıda yazıp ezberleğimi bilirim.Güç savaşları zor çocukken de zordu. Elin kuvvetli olacak yoksa kalırsın köşede.
               Birkaç dakika ara ile kardeşlerimle eve doluşurduk. Akşam yemeğinde ne var merakı ile mutfağa sırtımda çantayla ile girip o çok önemli bilgiyi aldıktan sonra çantamı bir kenara fırlatıp oturma odasına giriyorum. Bu sırt çantasının fırlatılması konusu hep sorun olmuştur ama öğrenemedik bir türlü. Neyse sırtımızda eve getirdiğimize şükür. Ayakkabıları kapının dışında çıkarıp eğilip içeriye almak ne kadar zulümse sırt çantasının bir yerinin olması da o kadar zulümdü bana. Soba gürül gürül yanıyor. Akşam için atılan odunun tam görevini yaptığı zaman. Rastgele açık bir kanal karşısında okul kıyafetleri ile uzanıyorum. Kahverengi çizgili bir battaniyemiz var. Üzerine uyku kokusu sinmiş battaniyeyi çekince uyku ile bütünleşiyorum. Yemeğe kadar ne koparırsam kar. Kimin sesi ile nasıl uyanacağım mechul. Gözlerimi açıp da sofrayı yerde görmenin keyfi ile minik bir tebessümle uyanıyorum . Sıcağı oldum olası sevemedim .Sobanın en uzak noktasında yerimi alıp umarsızca yemek faslını tamamlıyoruz.
               Yemeğe kadar uyuduğum uyku yanıma hep kar kaldı.En tatlı , en dinlendirici, en kaygısız ve  en rahat uykumdu. Gözümü bir sofraya açacağımın garantisinde günün yorgunluğunu birkaç dakikada atabildiğim yaşlarımdı.
               Şimdi de severim kaçamak uykuları. Hilal Doğa’yı uyuturken sızarım. Hilal Doğa ile bir yere çıkarsa sızarım. Bir boşluk olsun yeterki 80’lik dedelere taş çıkaracak bir hızda başlarım horlamaya.Tek fark daha kaygılı, daha korkulu,düşünceli ve daha stresli. Uyuduğumdan bir şey anlamadan uyandığım çoğu gecenin bir ısırığı gibi oluyor bu uykularda. Uyandığım zaman yerde bir sofra olmayacağının da bilincindeyim artık. Ne zaman? Nerede ? Nasıl ? bıraktım bu grantiyi bilmiyorum ama. Özlüyorum…
               Kendimizin kendimize yarattığı zorunluluk ve görevleri hayatın sesinden hergün dinleye dinleye kaybettik tatlı uykuyu. Bir şeyleri başaracağımızı zanndettikçe kendimizi kaybettik. Çok daha rahat günlerin hayalini kurarken ruhumuzu yorduk. O sofra hep yerde de bizler kafamızı başka yönlere çevirdik. Şimdiki uykularımız değil yemeğe kadar artık ölene kadar. Bizi artık asla dinlendirmeden ayakta uyutan her şeye ,her düşünceye, her kurala, her şarta ince bir sitemle…
                                                                                                                                                                           27.02.2021
                                                                                                                                                            Hürel/MAMAK    21:36
0 notes
doktorunuzposts · 3 years
Photo
Tumblr media
Esadullah Faryap internetten hiç tanımadığı Batman daki Öğretmen Mustafa Şükür e Youtube daki seminer linkimizi yollar. https://youtu.be/ANcFE7bn634 Mustafa bey evde internet olmadığı için, internet kafeye gider. Çünkü hayatla ilgili tutumlarında son derece ciddidir. Semineri bir kez izler. Hemen ardından 2.kez izler. 3.defa izlerken son 10 dakikada internet kafenin sahibi gelir ve “Hocam kapatıyoruz” der. Eve gecenin bir vakti döner ama heyecandan uyku tutmaz Mustafa beyi. Ertesi gün beni aradı ve telefonda kendini tanıttı. Bu işi yapma kararı aldığını bildirdi. Linki kimin yolladığını sordum ve verdiği cevap sonrası; hemen Esat Bey in altına kaydolarak işe başlamasını söyledim. Mustafa bey sayesinde Batman da onun ekibinde bu işin delisi bir çok insan oluştu. Çünkü Batman semalarında tam inanmış dev bir kartal uçmaktaydı. Bu ekip aynen Van daki arkadaşlarımızın da yaptığı gibi Batman da kendi ofislerini açtılar ve hızla seminerlerine başladılar. O gün tebrik için Mustafa beyi aradım. Telefona çiçeği burnunda süpervisör Dilek hanım çıktı. Mustafa beyin seminerde olduğunu söyledi. Ben de Dilek hanımın şahsında oradaki tüm arkadaşlarımı tebrik ettim. Sonuç Öğretmen Mustafa Şükür ve Sigortacı Esadullah Faryap bugünkü günde Müdür Yardımcısı oldular. Esadullah da bu ay müdür olan Yunus gibi Afganistan Türkmenlerinden. Mustafa Şükür ise Diyarbakır ın köklü ailelerinden bir eğitimci. Bu üçlünün kariyer yolculuklarında takdirin en çoğunu hak eden en alt sıradaki Mustafa Şükür dür. Tabiki tüm olumsuzluklara rağmen pes etmeyen, altındakilerin sayesinde ve ağır aksak da olsa bırakmadan DEVAM EDEN diğer arkadaşlarımın başarıları da yadsınamaz. Ben arkadaşlarıma hep söylüyorum. SÜPERVİSÖR OLAN, DEVAM EDER İSE ALLAH IN İZNİYLE MÜDÜR OLUR.. Ve arka arkaya oluyorlar gördüğünüz gibi. Mustafa Şükür Asistant Manager. Dilek Kaya, Çiğdem Şimşek, Aynur Akın, Fatma Ekinci Süpervisör ler. Ve İnşaallah Mustafa Şükür Manager, Dilek Kaya ise Asistant Manager olarak Dip Dalgalarında yerlerini alacaklar. Selam ve sevgilerimle İŞTE BUDUR Dr Serdar Hakan Çiftçi 0532 346 2699 https://www.instagram.com/p/CW_SD3yNVGC/?utm_medium=tumblr
0 notes
biriyimbenbiri · 7 years
Text
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kalmayı hakettiğimi düşünmüyorum
44K notes · View notes
dandinidestana · 7 years
Quote
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kalmayı hakettiğimi düşünmüyorum
28 notes · View notes
tiny-caterpillar · 7 years
Text
Uyku delisi biriyken bu kadar uykusuz kalmayı hakettiğimi düşünmüyorum
1 note · View note
izbirakin · 7 years
Video
İçeri Şehir ya da eski Kale Şehir Bakü’de geçer hikâye. Epeyce yürüdükten sonra, çınar ağaçlarıyla gölgelenen bir meydana geldiler. Meydanın karşısında eski tarihi bir konak vardı. Emrah, “İşte bu bina dayı seni tanıştıracağım insanlar buradalar şu anda, haydi gidelim bizi bekliyorlar.” dedi. Emrah’la dayısı Mürsel, konağın kapısına gelir gelmez daha kapıyı vurmadan kapı açıldı. Ev sahibi, Emrah’ı öz kardeşi gibi sarılıp öptü. Mürsel’e baktı. “Bu efendiyi bir yerlerden tanıyorum ama şimdi çıkaramadım” dedi. “Hele buyurun içeri girin konuşur tanışırız.” Konuklar içeri girip ev sahibinin çalışma odasındaki sedirlere oturdular. Mürsel, “Ben sizi tanıyorum” dedi. “Kars’ta, Sarıkamış’ta, Ardahan’da Kardeş Kömeği Derneğinden. Ben o zaman yüzbaşıydım. Yüzbaşı Mürsel Ahıska’lı Hasan Ağa’nın oğlu.” Bu vefalı adam eski dostunu karşısında böyle görünce çok üzülmüştü. “Hey gidi seneler hey” dedi. “İnsanları nasılda değiştiriyor.” İki koca adamda ayağa kalktılar birbirlerine hasret kalmış küçük çocuklar gibi sarıldılar. Emrah, sevinçle ikisini seyrediyor, başını sağa sola sallıyordu. İçi mutlulukla dolmuştu. Orada bulunanların hepsi hayatlarının bir dönemini, topraklarını, sevdiklerini çok uzaklarda bırakmış, bezgin, yürekleri sızılı ve yorgunlardı. Yinede her şeye rağmen eski dostlar birbirlerini bulmanın heyecanı içinde sohbet ettiler, yemek yediler, kahvelerini içerken; ev sahibi Üzeyir Bey, bir kitaba uzandı. Arap harfleriyle basılmış bu antolojinin sayfalarından birinin arasına kalem koymuştu. Okumaya başladı. Okuduğu şiir, Azerbaycan’ın İstiklal Şairi Ahmet Cevat’ındı. Üzeyir Bey durdu. Kıtayı bir daha okudu. Kâğıda çizdiği resme baktı. Sonra piyanonun üstündeki resme baktı. Taşbasması resim ona Türkiye’den gönderilmişti. Hamidiye’nin resmiydi. Türklerin gururu gemi, Sivastopul’u bombalayan, Yunan Harp gemilerini bombalayan gemi… Odada bulunanlar merak etmişlerdi. Üzeyir Bey, büyülenmiş gibi neye bakıyordu? Herkes ayağa kalkmış piyanonun üstündeki resme bakmaya başlamışlardı. Üzeyir Bey konuklarına “Bugün 8 Eylül” dedi. “Türk Ordusu bir aydan fazladır harp ediyor. Ordularımız İzmir’e yaklaştı diye yazıyor gazeteler. Tanrım sen kötü gün gösterme, ordumuzu muzaffer eyle, kalemizi koru” diye dua etti. Hep bir ağızdan amin dediler. Üzeyir Bey ayaktayken piyanonun tuşlarına bastı. Bir segâh nağme üstünde parmaklarını dolaştırdı. Sonra oturdu. Gözünü Hamidiye’den ayırmadan tuşlarda parmaklarını gezdirmeye başladı. Yüreğinden gelen coşkuyla Ahmet Cevat’ın mısralarını söylüyor nağmesini çalıyordu. Misafirler büyülenmiş gibi dinliyorlardı. Birden odanın kapısı tıklandı. Çalıp söylemeyi kesti. Gelen yabancı değildi. Can dostu arkadaşıydı. Yeni gelen dost misafir, oradakilerin buğulu gözlerini, titreyen dudaklarını görünce telaşlandı. Konukların ellerini sıkıp, hal hatır sorduktan sonra döndü merakla “Üstat ne oldu? İyi misin?" diye sordu. Üzeyir Bey, “Hiiç! Dostum iyim. Korkacak bir şey yok merak etme” dedi. Adam piyanonun başına geldi, notaya baktı, melodiyi içinden okudu, güfteyi görünce çok endişelendi. "Üstat böyle şeyler yazılır mı? Adamı sürerler, hapislerde çürütürler, belki de asarlar” dedi. “Evet! Dostum deliyim. Burada bulunanların hepsi de delidir. Vatanının, milletinin, namusunun delisi,” dedi. Bu cevabı alan misafir, odadakilere şöyle bir baktı. Hepsi gözlerini yere indirdiler. Cebinden çıkardığı, kırmızı boncuk üzerine ay yıldız işlemeli tespihini öptü. “Eh öyleyse ben de deliyim! Çal” Üzeyir Bey, bu şiiri bestelediğinden beri hayatının hiçbir döneminde böyle çalıp söylememişti bu eseri. Odadakiler de katılmıştı hep bir ağızdan üç dört kez çaldılar söylediler. Neredeyse sabah olmak üzereydi. Hiç birinin gözüne uyku girmiyordu. Türk Ordusu Yunan’ı önüne katmış kovalıyordu. İzmir’in kurtuluşu an meselesiydi. O sabah bir ara konağın önündeki meydanda bir hareketlenme olduğunu fark ettiler. Topluluk gittikçe kalabalıklaşıyor ve evin önüne doğru geliyordu. Halk bağırıyordu. Camı açıp dinlediler. ”Üz-ze-yir Beyyy! Gözümüz aydııınnnn!” Üzeyir Bey telaşlanmıştı. "Ne oldu? Niye bağırıyorsunuz sabahın bu saatinde?” Kalabalık, hep bir ağızdan haykırdı. “Telgraf geldi, ordumuz galabe geldi! Türk Süvarileri, İzmir’e girmiş, Yunan askeri kaçıyor! Onlar kovalıyorlar!” Odada bulunanların hepsi sevinç ve coşkuyla birbirlerini kutladılar, sarıldılar, kiminin gözleri dolmuş, elini yüreğinin üstüne koymuş, sevinç çırpıntılarını dinliyor. Kimisi de göz yaşlarını koyuvermişti. Üzeyir Bey piyanonun başına geçti, bir daha çaldı hep bir ağızdan okumaya başladılar. Dağ pınarlarının sesi gibi bir ses yayıldı odaya. Bu sadece bir türkü değildi, geceyi yaran ışık gibiydi. Yükselen notaların her biri yüreklere dokunuyordu. Mürsel, daha önce hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden bu kadar etkilenmemişti. Bu adamın önünde diz çökmek, eline sarılıp öpmek istiyordu. Ama durdu, yanaklarından dökülen yaşları bastırmaya çalıştı. Emrah anlamıştı dayısının ne yapmak istediğini. Eğildi Üzeyir Beyin ellerine sarıldı ve öptü. Dayısına baktı. Mürsel memnun oldum der gibi gözlerini kırptı yeğenine. Onları bu derece etkileyen eser şuydu:                                        Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türkün Bayrağına                                        Ah diyerdim heç ölmezdim düşebilsem ayağına                                        Ayrı düşmüş dost elinden yıllar var ki çarpar sinem                                        Vefalıdır geldi giden yol ver Türk’ün bayrağına                                        İnciler dök gel yoluna sırmalar diz sağ soluna                                        Fırtınalar dursun yana selam Türk’ün bayrağına                                        Hamidiye ve Türk kanı hiç birinin bitmez şanı                                        Kazbek olsun ilk kurbanı selam Türk’ün bayrağına                                        Dost elinden esen yeller bana şiir selam söyler                                        Olsun bizim bütün eller kurban Türk’ün bayrağına Hepsi birden eski, yeni birçok türkü ve marş hatırlayıp söylüyor yorulmak nedir bilmiyorlardı. Herkes eğleniyordu herkes sevinçliydi. Hepside çevrelerindeki bütün insanların en yakınları olduğuna yürekten inanıyordu. Başka türlü nasıl olabilirdi ki? Ahmet Cevat Bey, Azerbaycan milli marşının da yazarıdır.
17 notes · View notes