Tumgik
#yil-1947
haytaogluyunus · 5 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BÜYÜK TÜRK ALİMLERİNDEN
ALİ FUAT BAŞGİL'İN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ DOLAYISIYLA
DUALARIMLA VE SAYGILARIMLA ANIYORUM.
Ali Fuat Başgil, (d. 1893, Çarşamba, Samsun - ö. 17 Nisan 1967, İstanbul), Türk hukukçu ve siyaset adamı.
Babası Halis Şükrü Efendi, annesi Makbule Hanım’dır. Dedesi Bölükbaşoğullar gilden Hafız İbrahim Efendi’dir. İlkokulu Çarşamba'da okudu. Lise öğrenimine İstanbul'da başladı ve Paris'te tamamladı. İstanbul'da okurken I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla beraber eğitimini yarıda kesip 4 yıldan fazla süre Kafkas Cephesinde subay olarak görev yaptı. İstanbul'a döndükten sonra bir müddet ticaret ile uğraşdıktan sonra eğitimini tamamlamak için Paris'e gitti. Paris'te önce Saint-Barbe Lisesisonra Buffon Lisesi’nde gitti ve burada lise eğitimini tamamladı. Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Daha sonra Paris Edebiyat Fakültesi felsefe bölümü ile Paris Siyasi İlimler Merkezi'ni de bitirdi. Başgil ayrıca Lahey Devletler Hukuku Akademisi'nin derslerine devam edip, buradan da mezun oldu. Hatay'ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra 1937'de Hatay Cumhuriyeti'nin anayasasını hazırladı.
Türkiye'de İstanbul Üniversitesinde uzun yıllar Teşkilat-ı Esasiye Hukuku (Anayasa) dersleri verdi. 1939 yılında ordinaryüs profesör unvanını aldı. 27 Mayıs 1960askeri darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından çeşitli üniversitelerden uzaklaştırılan 147'ler listesinde yer aldı. Bir yıl sonra (1961) MBK'nın, 147'lerin tekrar üniversiteye belki dönebileceklerine dair özel kanun çıkarmasına rağmen bunu kabul etmedi ve Adalet Partisi hareketi içerisinde siyasete atıldı.
15 Ekim 1961 seçimlerinde AP listesinden bağımsız Samsun Senatörü seçildi. Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koyması, Em. Org. Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanlığında ısrar eden askeri kesimden gelen yoğun tepkilerle karşılaştı. 24 Ekim 1961 gecesi Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay tarafından götürüldüğü Başbakanlık'a bazı Milli Birlik Komitesi üyesi subaylarınca "hayatınızı garanti edemeyiz" denilerek tehdit edildikten sonra Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildi ve Cumhuriyet Senatosu üyeliğinden de istifa ederek yurt dışına çıktı. Bunu izleyen yıllarda Cenevre Üniversitesi'nde ders verdi, aynı üniversitede Türk Dili ve Türk Tarihi Kürsüleri'ne başkanlık yaptı. Adalet Partisi'nin %52 oy oranıyla tek başına kazandığı 1965 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçilip Türkiye'ye dönen Prof. Ali Fuat Başgil, 17 Nisan 1967 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Karacaahmet Mezarlığı'ndadır.
2005 yılında Çarşamba Anadolu Lisesi Ali Fuat Başgil'in adıyla kurulmuştur. 2007 yılında Kocaeli Sosyal bilimler lisesi Ali Fuat Başgil'in adıyla kurulmuştur. 2009 yılında Çarşamba'da yapılan köprü Ali Fuat Başgil Adıyla hizmete açılmıştır. 2012 yılında Çarşamba'da Hukuk Fakültesi ve İletişim Fakültesi Kampüsü Ali Fuat Başgil adıyla kurulmuştur ve aynı şehirde mahalle adı vardır. Habipler-Topkapı tramvay hattı bölgesinde Ali Fuat Başgil isminde durak vardır. Çarşamba Belediyesi, adına sempozyumlar da düzenlemekte olup en sonuncusunu 2011'de gerçekleştirmiştir. Bu sempozyumda başta Cavit Şadi Pehlivanoğlu olmak üzere birçok siyasi isim yer almıştır.
...............................
La Vie Juridique des Peuples (Belçika 1939)
Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi (1938)
Esas Teşkilat Hukuku Dersleri (3 cilt, 1940)
Türkiye İş Hukuku (1940)
Vatandaşın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Müracaat Hakkı (1944)
Hukukun Ana Müessese ve Meseleleri (1947)
Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1948)
Türkçe Meselesi (1948)
Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı (1948)
Demokrasi ve Hürriyet (1949)
Gençlerle Başbaşa (1949)
Din ve Laiklik (1954)
Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri (2 cilt, 1960)
27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri (1963)
0 notes
merzifontarihi · 2 years
Photo
Tumblr media
KARATEPE KÖYÜ MERZİFON Merzifon Karatepe köyü Geçmiş yüzyılda 1800 lu yıllarda Tepesiz oğulları ve Kurtoğlu ailelerin yaşadığı köyümüz kurtuluş savaşı na büyük destek vermiş bir köy dür Danişmendliler, 1071-1178 yılları arasında Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri ve Malatya arasında hüküm süren Müslüman Türkmen hanedanıdır. Hanedanın kurucusu, Danişmend Gazi’nin ismi dönemin kaynaklarda tam olarak “Melik-i Muazzam Danişmend Ahmed Gazi b. Ali et-Türkmani” şeklinde geçmektedir. Malazgirt Zaferi sonrası, Anadolu’nun fethi ve Türk-İslam kültürüyle yoğrulması Selçuklular ve Danişmentliler döneminde gerçekleşmiştir. Danişmend Gazi nin ilk olarak Merzifon ve bölgesine ve Türkleşmesi için 5 yil vergisiz olarak getirip köy alet ve gereçleri verilerek Türk lestirdigi köylerden ilklerinden oluşu Danişmend Gazi’nin kiliseden bozma yaptığı Samadolu camiisine ve samadolu hoyunude yakınlığı ile Türkleşmesi sürecinde yerleştirme yaptığı ilk köylerden birisi olan Karatepe köyü ve civarı Bektaş-i kültürünü günümüze kadar getiren bir köyümüz dür 1101 yılı ilk Haçlı savaşı sırasında da savaş meydanligida yapmış Karatepe köyü ve civarı Vakıflar Genel Müdürlüğü tescilli sıra tepeler olarakda bilinen Hitit ve asur dönemi höyüklerinede sahiplik yapmaktadır. Alıcık yolu üzerinden eski Çorum yolu üzerinde bulunan köy yerleşim olarak camisinin bahçesinde bulunan eski kilise Yunak taşı ve caminin eski selçuklu mimarisi tahta ahşap yapısı (96 depreminde yenilendi) ile 1000 yıllık bi yerleşim e sahibliginin kanıtı ve içinde Sersem Dede Komşu Dede Mahmut Baba Karağac Dede Sucuhatun Türbesi Bulunmaktadır Türbeler Ziyaretçilere açık olup değişik amaç ve isteklere bağlı ziyaret edilmektedir. Muhtarlar 1947-50 Hasan Ekim 1950- Ali Özmercan 1950-1963 Mehmet Karaarslan 1963-68 Bahri Ekim 1968-73 Rumi Ekim 1973-77 Nadir Karaarslan 1977-84 Ali Erikci 1984-87 Kani Ekim 1987-94 Kamil Ekim 1994-2009 Tuncer Korucu 2009-2014 Ali Özdemir 2014- Rumi Erikci devam etmekdedir. Köyde Temur Alaçam Taşdemir Yilmaz Mayda Özdemir Özbakir Ayvalı Kaya Dede Korucu Ekim Karaarslan Pektaş Erikci Çorumlu Çopur Celep Öcal sulaleri yaşamaktadir . Barış Aliplik https://www.instagram.com/p/Cn-EbO-L3rX/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
27 Yıl Önce (Dinar Depreminin Acılı Hikayesi)
Tumblr media
27 YIL ÖNCE 1995 tarihinde Dinarda meydana gelen depremde 94 vatandaşımızı kaybetmiştik. 250 vatandaşımızda yaralanmıştı.   21 Eylül 1995 saat 19.33 de 3.3 şiddetinde meydana gelen ilk deprem, 19.35 de ve 19.37 de üst üste meydana gelmesiyle halkı sokaklara dökmüştü. Bu tür sallantılara Burdur ve Denizli depremlerinden alışık olduğundan yine çevrede oluşan bir sarsıntıyı hissettiklerini sanmıştı Dinar’dakiler. 26.27.30 Eylül deki hissedilen depremlerden sonra halk geceyi sokaklarda, boşluk sahalarda ve meydanlarda geçirmeye başlamıştı.     1 Ekim 1995 günü Dinar 24 saatte 53 kez sallanmıştır. İşte bu depremlerden 18. saat 17.57 de 6.0 şiddetindeki deprem olmuştu. Bu depremi yaşayanlar gayet iyi hatırlarlar. Yıllar geçse de bu depremin bıraktığı İZ silinmeyecektir. Sokaklarından geçerken daima anımsanacak evlerin yerini göreceğiz, mezarlıkta mezarlarından başka onlar anısına yapılmış deprem şehitleri çeşmesini göreceğiz. 94 kişinin hayatını kaybettiği bu deprem çok İZ bırakmıştır. Bu deprem şehitlerimizden 93 ünün isimlerini soyadlarına göre yayınlıyoruz. Bir kişinin kimliği tespit edilememiştir.   DEPREMDE VEFAT EDENLER   1- ALDEMİR Meksan, Yusuf oğlu 1972 D. Burunkaya Köyünden- Galerici-Dinar   2- .AKÇAY Mustafa, Ökkaş oğlu 1952 D. Konak Mahallisi.- Çorapçı-Dinar   3- Akçay Erkan, M. Mustafa oğlu 1978 D. Çorapçı Mustafa’nın oğlu-Dinar   4- AKIN Şahin, M. Fahri oğlu 1965 D. SSK Doktoru – Merzifon   5- AKIN Melahat, Seyfettin Kızı 1945 D. (Doktorun Annesi)- Merzifon   6- AKSOY Erhan………………………………………………………. ?   7- AKSU Ahmet, Hasan oğlu 1929 D. Dikici Köyünden – Dinarda oturur   8- AYDOĞAN Cennet, Mehmet kızı 1947 D. Mahmarlı Abdullah’ın eşi-Dinar 9- BAĞIŞLI Aydın……………………………………………….. ?   10- BOYACİ Seher, Hüseyin kızı 1946 D. Adnan Boyacı’nın eşi-Dinar   11- CELAL Ayşegül,…………………………………………………. ?   12- CENGİZ Elif, (Sarraf Fikri’nin Torunu) – Dinar   13- CEYLAN Ali, ……………………………………………………Konyalı   14- CİHAN Adnan, Hasan oğlu 1961 D.Tapu Kds.M-Yeşilhöyüklü-Dinarda oturur 15- COŞKUN Hasan, Yılmaz oğlu- Veteriner Sağlık Memuru- Sandıklılı   16- ÇATAK Ayşegül,…………………………………………….. ?   17- ÇAVUŞ Orhan,Şükrü oğlu 1942 D.Lokantacı-Emin Çavuş’un ağabeyi,misafir. Gazeteci Ramazan Gürbüzün kayın biladeri.   18- ÇELİKER Bayram Gökhan, Muhammet oğlu 1984 D.- Dinar   19- DEMİR Gülizar, Bekir kızı 1969 D. Polis M. Kadir’in eşi – Amasya 20 – DEMİR Şerife, Kadir kızı 1985 D. Polis M. Kadir’in kızı- Amasya 21- DEMİR Şeyma, Kadir kızı 1993 D. Polis M. Kadir’in kızı-Amasya   22- DENGİZ İbrahim, 1937 D. Berber-Nuri ve Kunduracı-Süleyman’ın kardeşi   23- DENGİZ Songül, Yüksel kızı 1974 D. (Nuri’nin gelini) – Dinar   24- DENGİZ Ziynet Esrin, İbrahim kızı 1995 D. (Nuri’nin torunu-Songül’ün kızı)   25- DİNGİL Nimet, ( Kara Yusuf’un (Özdemir) ablası – Dinar –   26 – DOGRUSOY Zühre, Kazım kızı 1946 D.- Eroğuz’un dünürü-misf. Antalya   27- DOĞAN Emine, Dikici Köyünden- Dinarda oturur   28 – DOĞAN Hanife, İbrahim kızı 1326 D. – Dikici Köyünden – Dinarda oturur.   29 – DURGUT Ayfer, Yusuf oğlu 1965 D. (Dinar İcra Müdürü) – İzmir/Torbalı   30- DURGUT İlknur, İsmail kızı 1966 D. (İcra Müdürünün Eşi) – İzmir/Torbalı:   31- DURGUT Ece, Ayfer kızı 1989 D. (İcar Müdürünün kızı) – İzmir/ Torbalı   32-ERDAL Ali, Mehmet oğlu 1931 D. Cumhuriyet Köyünden- Üçlerce Mh.-Dinar   33- EROL Sadettin, Mustafa oğlu,1954 D.(Diş Dr.- Eroğuz’un damadı)- Dinar   34- EROĞUZ Necmi, Necati oğlu 1958 D. (Radyocu-TV’ci) – Dinar   35- EROĞUZ Zehra, İlhan kızı 1964 D. Necmi’nin eşi – Dinar   36- EROĞUZ Berk, Necmi oğlu 1993 D. – Dinar   37- EROĞUZ Zekiye, Osman kızı,1960 doğ. Necdet’in eşi Dinar   38- EROĞUZ Mehmet, Mustafa oğlu 1961 doğ. Isparta   39- GÖÇERLİ Mehmet, terzi Hamdi’nin oğlu 1959 doğ. Dinar   40- GÖÇERLİ Hamdi, Mehmet oğlu 1982 doğ. Hamdinin torunu   41- GOKGÖZ Emine, Osman kızı 1952 doğ. Misafir Antalya   42- GÖKGÖZ Fatma Ana, Bayram kızı 1977 D.Ün. Öğr. Antalya   43- GÜROL(LU) Mehmet,……………………………………?   44- GÜRDAL Mürşide,………………………………………..?   45- GÜRBÜZ Münevver,………………………………………….. ?   46- GÜRBÜZ Muammer,……………………………………..?   47- GÜNER Bülent, Hüseyin oğlu 1964 D.(MHP İlçe Başkanı)Sarraf-Pastaneci   48- İLHAN Emine, Celal kızı 1988 D. (Bekçi Muhittin’in Torunu) – Dinar   49- KARAÇALI Aslı, Ahmet kızı 1976 D. (Dinar Cezaevi Md. kızı) – Tokat   50- KARAÇALI Rukiye, Mehmet kızı 1951 D. (Ceza Ev. Müd. Ahmet’in Eşi)   51- KARAKAŞ Fatma, (Nasıfın eşi) Cerit yaylası Köyünden- Dinar   52- KARAKAŞ Masif, Mahmut oğlu 1939 D. Cerit yaylalı-Emk. İmam- Dinar   53- KARAKAŞ Nazmi, Nasifoğlu 1980 D. – Dinar   54- KARAKAYA Fatma, Mustafa kızı 1955 D. (Öğrt. Mehmet’in eşi) Yakaköy   55-KARAKAYA Bilge, (öğretmen) Mehmet kızı 1982 D. Yaka köyü – Dinar   56- KARABULUT Soner, Hüseyin oğlu 1964 D. (Şener Kitiş’in damadı)Dinar   57- KAYA Adnan, Tevfik oğlu 1962 D. Sarraf – Dombay Köyünden – Dinar   58-KAYGISIZ Burak, Sağlık Memuru Mehmet’in oğlu – Dinar   59- KEÇECİ H. Hilmi, İ Vasfi oğlu 1965 D. Hırdavatçı – Dinar   60- KEÇECİ Vesile, Ramazan kızı 1976 D. (Hırdavatçı H. Hilmi eşi) – Dinar   61- KEÇECİ Şerife, Fahrettin kızı 1928 D. (Hırd. H. Hilmi’nin annesi) – Dinar   62- KOLAMAN Feray, Süleyman kızı 1976 D. Üniversite Öğrencisi – Antalya   63- KOLAMAN Hatice,Hasan kızı 1941 D.(ünv.öğr. Feray’ın annesi)- Antalya   64- KUŞÇU Filiz, A. Cevat kızı 1970 D. Alpaslan Köyünden – Dinar   65- ONGUN Hayati, Mustafa oğlu 1963 D. DİYAŞ sahibi – Dinar   66- ÖZ Mülayim, Süleyman oğlu 1942 D.Bademli-Dörtyol’da Halıcı- Dinar   67- ÖZBOZDAĞLI Fatma, Ayten kızı 1954 D.(Eski Enin.Md.nün eşi- Adana   68- özdemir Zahide, Mustafa kızı 1944 D. (kara) Yusuf’un eşi – Dinar   69- öZTÜRK Ramazan,Ahmet oğlu 1960 D.Terzi-Çağlayan Köyünden-Dinar   70- öZTÜRK Fatma, Hüseyin kızı 1962 D. (terzi Ramazan’ın eşi) – Dinar   71- SAĞDIÇ Melahat………………………………………………. ?   72- SERTÇELİK Sultan, Ali kızı 1330 D.(Hast.mem.Yaşar’ın annesi) – Dinar   73- SEZEN Ramazan, (belediye işçisi)- Dinar   74- ŞİMŞEK Halil, Yusuf oğlu 1950 D. (öğretmen Rafet’in kardeşi) – Dinar   75- TOKER Hüsem Dede,………………………………………… ?   76- TOMBULOĞLU İrem, sarraf Ömer kızı – Dinar   77- TUNCAY Süleyman, Mehmet oğlu 1329 D. Dikici Köyünden – Dinar   78- TUNCAY Mehmet, Süleyman oğlu 1948 D. Dikici Köyünden – Dinar   79- TUNCAY Behiye Meryem, Mehmet kızı 1986 Dikiti Köyünden – Dinar   80- TUNCAY Mehmet Süleyman, Mehmet oğlu 1990, Dikici Köyünden   81- TUNCAY Emine, Yusuf kızı 1928 D. (Osman Tuncay’ın eşi) – Dinar   82- TUNCER Fatma, Halil kızı 1961 D. belenpınar Köyünden – Dinar   83- UYSAL Yusuf, Ali oğlu 1966 D. (Dev. Hast. memur) – Okçular Köyünden   84- VURAL Ahmet, İbrahim oğlu 1334 D. Cumhuriyet Köyünden – Dinar   85- YEŞİL Gülhan, Mevlüt kızı 1955 D. (Yeşiller Mğz. sahibi Ramazan’ın eşi)   86- YILDIZ İsmet, Bornova / İzmir   87- YILD1Z Türkan, Hüseyin kızı 1970 ( Dr. Şahin Akın’ın baldızı) Eskişehir   88- YURTER İbrahim, Ahmet oğlu 1933 D. (Patatesçi) Dombay Köyünden   89- YERTER Münevver, Ali kızı 1935 D. (İbrahim eşi) – Dinar   90 – YÜKSEL Halil Sami, Burhanettin oğlu 1959 D. Dinar   91- YÜKSEL Sibel, Ahmet kızı 1992 D. Germencik / Aydın   92- YÜKSEL Ziynet,…………………………………………….. ?   93- Mehmet DEMİREL(eşi Nevin 24.11.1996.tarihli sabah gazetesine yaptığı beyanı üzerine eşi Mehmetin depremde öldüğü meydana çıkmıştır.   94- Kimliği tespit edilemeyen bir erkek kişi mevcuttu.   Daha sonra Marmara’da meydana gelen deprem Dinar depremini unutturdu.Ne yazık ki bu depremde de on vatandaşımızı kaybettik.   MARMARA DEPREMİNDEKİ DİNARLI ŞEHİTLERİMİZ;   1- H.İbrahim Dinç, 1970, Yeşilhüyük-Gölcük;   2- Havva Filiz Karahan,1965 Toptepe mah.-Yalova;   3- Yaşar Erhan Karahan,1995,Toptepe mah. Yalova;   4- Ali Rıza Karahan, 1962,Toptepe mah. Yalova;   5- Mehmet Er 1959,İstasyon Mah. Yeniköy;   6- Müge Er,1984,İstasyon- Yeniköy;   7- Uğur Keskin, 1981-Alparslan- Gölcük;   8- Ali Osman Keskin–1976,Alparslan Gölcük;   9- Naife Keskin, 1957,Alparslan – Gölcük;   10- İsmail Keskin, 1954, Alparslan- Gölcük:   SİZLERİ UNUTMADIK VE DAİMA KALBİMİZDE YAŞAYACAKSINIZ, ASLA UNUTMAYACAĞIZ.DÜNYANIN NERESİNDE OLURSA OLSUN EN KÜÇÜK DEBREMDE İLK AKLIMIZA SİZLER GELİYORSUNUZ RUHUNUZ ŞAD OLSUN .   Jeoloji Mühendisleri Odası’nın Raporu   1 Ekim 1995 saat 17.57’de Dinar’da meydana gelen Richter ölçeğine göre 6 şiddetindeki depremde 94 kişi yaşamını yitirdi, 250 civarında insan yaralandı, yaklaşık 400’e yakın bina hasar gördü ve 10 trilyon TL, dolayında maddi hasar oluştu. Dünya standartlarında 6 şiddetindeki bir depremde asla oluşamayacak can ve mal kaybı, ülkemizdeki çarpık yapılaşma, teknik ve mesleki denetim mekanizmalarının çalıştırılmaması ve kaçak kontrolsüz   yapılardan çıkar sağlayan rant gruplarının denetlenmemesi sonucu oldukça ağır bir şekilde gerçekleşti.Jeoloji Mühendisleri odasının 2 Ekim 1995 tarihinde Dinar Depremi ile ilgili olarak hazırladığı aşağıdaki Basın açıklaması tüm görsel ve yazılı basına fakslandı.   BASINA VE KAMUOYUNA   Dinar’da Pazar günü Richter ölçeğine göre 6 şiddetinde bir deprem meydana geldi, Türkiye, jeolojik yapısının bazı özellikleri sonucu, önemli deprem kuşakları üzerinde yer almaktadır. Meydana gelen bu deprem ne ilk ne de son olacaktır. Ülkemizin % 92’si deprem riski i altındadır ve 1,1 yılda bir yıkıcı deprem meydana gelmektedir. Biz depremlerle birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız, Önemli olan deprem gibi doğal afetlere karşı hazırlıklı olmak, can ve mal kaybını en aza indirecek önlemleri baştan almaktır.   Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşmemesi için en önce bir DEPREM ‘POLİTİKASI oluşturmak, zorundayız. Böyle bir politikanın oluşturulmasında bilimsel çalışmalar temel alınmalıdır.   Odanın 7 sayfalık bu raporu sonuncunda son olarak şu bilgiler verilmektedir.   Yapılan bu etkinliklerin sonucunda ]MO olarak vurguladığımız başl��ca görüşler şöyle özetlenebilir,   * KENTLERDE YAPILAN YAPILAŞMALARDA JEOLOJİ-JEOTEKNÎKETÜTLER KESİNLİKLE   ZORUNLU HALE GETİRİLMELİDİR,   * 1 VE 2, DERECE DEPREMBÖLGESINE GIREN BÖLGELERDE ÖZELLIKLE MÜHENDISLIK   JEOLOJISI ÇALIŞMALARI YAPILMALIDIR.   • ‘DEVLET IHALE YASASIKESINLIKLE DEĞIŞMELI VE YENI DÜZENLEMEDE TMMOB VE ODALARIN GÖRÜŞLERI YER ALMALIDIR.* TÜRKIYE’NIN DEPREM POLITIKASI OLUŞTURUL- MALI VE IÇINDE ILGILI KAMU KURULUŞLARI ÜNIVERSITE VE MESLEK ODALARININ DA YER. ALDIĞI BİR ‘DEPREM DANIŞMAKURULU’OLUŞTURULMALIDIR.–YEREL YÖNETIMLERDE KESINLIKLE JEOLOJI MÜHENDISI ISTIHDAM EDILMELIDIR.   İsmail Yılmaz-Dinar
Tumblr media
Read the full article
0 notes
ilmisuffa · 4 years
Text
Tumblr media
1933 - 2019
KADİR MISIROĞLU KİMDİR?
1933 yılı Ramazan-ı Şerifi’nin yirmiyedisinde yani “Kadir Gecesi” seher vakti Dünya’ya gelmişim. O saat mahallemizin Câmii Şerifinde âdet üzere “Seher Mukabelesi” okunuyormuş. Bu mukalebeyi takib etmekte olan babamın kulağına o anda müjdeyi fısıldamışlar ki, tam “Sûre-i Kadir”okunuyormuş. Bu sebeple ismimin “Kadir” olarak konulmasını gönlünden geçirmiş.
Doğduğum ev Akçaabat’ın Dürbinar (1) Mahallesi’nin “Dere Mahallesi” denilmekle mâruf semtinde iki katlı, ahşap kağgir karışığı bir evdi. Hâlâ ayakta olan bu ev ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir. (2)
İsmimin Kadir olarak konulmasına babaannem itiraz etmiş ve Dedemin adını bana vermekte direnmiş, Dedemin adı aslında Kâzım‘mış. Fakat güzellik ve yakışıklılığından kinaye “Paşa, Paşa…” diye sevilirken Kâzım unutulup Paşa umûmileşmiş.
Bundan dolayı babaannemi de tatmin maksadıyla bana “Kadir Paşa” adını vermişler. Lâkin babam bu ismi nüfusa Paşa’sız olarak kaydettir miş. Esasen bir yıl sonra da çıkarılan bir kanunla paşa sözü diğer bir çok elkabla birlikte yasaklanmıştır. Buna rağmen, mahallede hep “Kadir Paşa” olarak anılagelmişimdir.Dedemin mezarı Dürbinar mahallesindeki aile kabristanı-mızdadır. 1975 yılında vefat eden babam 1991 sonlarında vefat eden vâlidem ve diğer akrabalarımız da orada yatmaktadır. (3)
Vâlidem Sâriye Hanım da ebâecdad Akçaabatlı olup kazanın en eski ve mâruf âilesi“Hacısâlihoğulları” ndandır. (4)
Vâlidemin anlattığına göre hiç ana sütü emmediğimden, çocukken gâyet cılızmışım. Hatta bu sebeble dört yaşına kadar yürüyememişim. Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri Vâlideme:
” – Bu çocuk neden hep oturuyor?”diye sormuş. vâlidem de cılızlıktan yürüyemediğimi izah edince adam:
” – Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vücûdunda üç gün kalsın. Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz. Allah (c.c.)’ın izniyle yürür!..” demiş.
Vâlidem kendisine bi, ikram için odaya girip çıktığında kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş. Bu işte bir fevkalâdelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece yürümüşüm.
KADİR MISIROĞLU'NUN EĞİTİM HAYATI
Cılızlığım sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim. Bu husustaki yalvarmalarım fayda vermedi. Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi ‘ne başladım. İslâm aleyhtarlığının en şiddetli bir sûrette yürütüldüğü zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur’an Hocası’na gitmiştim. Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildim.
İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi ‘nde bitirdim. O sene kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti. Babamsa beni okutmak istemiyordu. Bu sebeble devre arkadaşlarımdan bazıları orta mektep tahsili için Trabzon’a gittikleri halde, babam beni bir terzi yanına çırak olarak verdi. Fakat benim böyle bir işle vakit geçirmeye hiç de niyetim yoktu. Bu bakımdan sık sık terzi dükkânından kaçıyordum. O sıralarda başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursam okuyordum. O derece ki, her an elimde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri yanlış yapardım. Bir gün böyle bir halime kızan vâlidem biriktire-bilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır. Bu kadar anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı.
Ertesi yıl ortamektep ikmal edildi. Talebeler kaydolmaya başladılar. Babam beni okutmamak için hâlâ direniyordu.
” – Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur giderse ocağım söner” diyordu. Lâkin sağın, solun zorlaması, hocalarımın baskısı neticesinde O’nun mukavemetini kırabildik. Böylece yirmibir numara ile Akçaabat Orta Mektebi‘ne en son kaydolan bir talebe olabildim.
BÜYÜK DOĞU İLE TANIŞMASI
O yıl (1947) Büyük Doğu ile tanıştım. İlk mektepten itibaren parlak bir talebeydim. Hocalarım beni el üstünde tutarlardı. Hariçten ne bulabildimse okumam sebebiyle dâima sınıf arkadaşlarımın üstünde bir seviyem vardı. Büyük Doğu, CHP, M. Kemal Paşa ve inkılâplara bakış açımın teşekkül etmesinde mühim bir merhale oldu. Esasen öteden beri evimizin dindar havasında bunlar menfur ilân edilmiş olduklarından bende, bu istikamette bir temâyülün ilk nüvesi mevcuttu.
Hafta sonları, Trabzon’a gidip gelmeye başladım. Trabzon lisesi’nde ve Trabzon Muallim Mektebi’nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindim. Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçti mecmualarından haberdar oldum.
O sırada güdümlü demokrasi mücâdelesinin hızlanmasıyla dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini izhar etmeye başlamışlardı. Bu sebeple üç-beş sayı çıkıp batan birkaç sayfalık gazete ve dergiler görülüyordu. Bunların her birinden birşey kapmışımdır.
1950 yılında Trabzon Lisesi’ne başladığım zaman, şahsiyet ve fikirlerim ana hatlarıyla tebellür etmiş bulunuyordu. Kendime göre fikrî bir muhitim de vardı. Sık sık anma günleri yapar, Mehmed Akif, Kâzım Karabekir ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, alâkalar içinde davayı terennüm etmeye çalışıyordum ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmiştir.
Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle vücud bulan “Türk Milliyetçiler Derneği”nin Akçaabat Şubesi’ni açtım ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını deruhte ettim. En yakın arkadaşım bilâhere 27 Mayıs İhtilâli hengâmmda öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi. O’nunla gece gündüz beraberdik.
İSLÂMÎ MÜCÂDELE BAKIMINDAN DÖRT FIRTINALI YIL
Trabzon Lisesi benim için islâmî mücâdele bakımından dört fırtınalı yıl olarak geçmiştir. O zamanlar liseler dört yıldı. Heyecan ve asabiyetim had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğime hâlâ şaşarım.
1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalem mükâfat olarak aldım.
Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmişim. Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmet Saka Bey’lerdi. İdâre ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kalmışımdır. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler Bakanlıktan gelirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerlerini Giresun’da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi’nde Erzurum’a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi’nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim.
Lâkin lise devremdeki mücadeleler tâfsilatıyla okunmaya değer mâhiyet-tedir. Davamızın o günkü şartlarının anlaşılması bakımından hâiz-i ehemmiyet olan bu devreyi, çeşitli yönleriyle anlatan “Geçmiş Günü Elerken I-II” serlev-halı esere bakılabilir.
FAKÜLTE DÖNEMİ
Artık yüksek tahsil için İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Babamın bu husustaki muhalefetini bertaraf etmek kolay olmadı. O sırada mahallemizde bir kız delirmişti. Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği şâiası babamı biraz yumuşatır gibi oldu. Lâkin para vermeyerek Akçaabat’tan ayrılmamı önlemeye çalışıyordu. Zavallı anacağım aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi. Yediyüz lira para biriktirmiş imiş. Bunu bana verince, son müşkül de hallolmuş oldu.
Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul’a ayak bastım. Her taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü imiş. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata’da karaya ayak bastım. Bir müddet Edirnekapı’daki eniştemin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel’deki babamın teyzesi yanında kaldım. Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim.
Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücâdeleli geçti. Bunun bir kısım tafsilâtını da yine “Geçmiş Günü Elerken” adlı eserimde bulabilirsiniz. Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı. Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin yurdundaki ikâmetim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes’elesini öğrenmemi intaç eylemiştir. Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları “Vefa”, “Seyhan”, “Karadeniz” ve “Yıldız” Talebe Yurdlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en müsâid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mâhud dönme Ahmed Emin Yalman o tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş yazı yazmıştır.
EVLİLİK HAYATI
1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim. Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika(1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz oldu.
HUKUKÇULUKTAN TARİHÇİLİĞE
Fakülte yıllarından itibaren neşriyat ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylettim. Yakın tarihimiz üzerindeki araştır-malar daha çok alâkamı celbediyordu. Vâsıl olduğum kanaatleri, izhar ve ifadenin kanûnî güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadım. Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear adlarla yazılar yayın-lamıştım. Öz adımla matbuat âleminde ilk görünüşüm 1948 yılındadır. Bu çocuksu bir şiirdir ve Yeni Polathane Gazete’sinde yayınlanmıştır. Polathane, Akçaabat’ın eski adıdır. Fakülte yıllarımda merhum İlhan Darendelioğlu‘nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller nâm-ı müsteari ile birkaç yazı yazmıştım.
İlk eserim Lozan Zafer mi, Hezimet mi ? adlı araştırmanın birinci cildidir. İlk tabı 1964 yılında yapılmıştır. Aynı yıl “SEBİL YAYINEVİ”ni kurmuştum. Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu.
İSTANBUL MİLLİ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ “HARF İNKILÂBI” KONFERANSI
1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği‘nde “Harf İnkılâbı” ile alâkalı bir konferansım dava mevzuu yapılarak hakkımda Eski-şehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi‘nce yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir. Hem kanunî ikamet-gâhım ve hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir’in bir selâhiyet tecâvüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun de-faatle nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir. Şâhidlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri ha-kkında şahid olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın kumandan İrfan Özaydınlı’nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse tahvil edilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macerayı – inşallah – müstakil bir eser halinde kaleme alacağım.
Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevi‘nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastahânesi Adlî Servis merhale-lerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahânesi Psikiyatri Kliniği‘nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir. Lâkin bu benim ilk hapse-dilişim değildir. Merhum Necip Fazıl Bey‘le yakınlığım dolayısıyla resmî bir sürü istintak geçirmiş ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra hapsin hem de “Kızgın Askerler”kontrolündeki en şiddetli nev’ini tatmıştım. Aziz Nesin‘le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçir-dikten sonra benim Bursa’da Çekirce Kaplıcaları‘ndan alınıp İstanbul’a getirilmem, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmem, bilâhere Balmumcu Askerî Kışlası‘ndan tahliye edilmemle ilgili tafsilât da müstakilen yazılmaya değer mâhiyettedir.
SEBİL YAYINEVİ NE ZAMAN KURULDU?
1964 yılında “Sebil Yayınevi“ni kurup kendimi tamamen neşriyata verdim. 1970 yılında Harf İnkılâbı ile ilgili mezkûr konferansım yüzünden, mâruz kaldığım hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ettim ve 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi‘ni çıkarmaya başladım. Bu dergideki yazılarımdan dolayı kısa bir müddet sonra hakkımda M. Kemal Paşa ile ilgili mâhud kanun ve 163. maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 umûmî seçimlerinde MSP’den Trabzon mebus namzedi oldum. Listede ikinci sıraya konulmam sebebiyle kazanamadım. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato namzedi oldum. Yine ikinci sıraya konulmuş olduğum için kazanamadım.
GURBET HAYATI
1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyeti‘ne (Genel idare Kurulu) seçildim. Bu vazifedeyken 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün merkez Umûmî Heyeti hakkında tevkif kararı verildi. Bunun üzerine hakkımda daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarımızın ısrarı sebebiyle yurtdışına çıktım, Almanya’da ikâmet hakkım olduğundan Frankfurt’a yerleştim.
Böylece vatan-ı azizimden ayrıldığım zaman, arkada otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydım. Bilâhere çoluk çocuğumu yanıma getirttim. Almanların benden gayrısına oturma müsâdesi vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere’ye geçtik.
Gurbete hazır değildim. Mâlî imkânlarım mahduddu. Bu sebeble gâyet sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye dâvet olundum. Dâvete icabet etmediğimden bilâhere Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı‘ndan tard edildim. Bu sebeble İngiltereden siyasî iltica hakkı istedim. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete’yi göstermem kâfî geldi. Daha sonra ecdaddan kalma gayri menkullerim hazinece haraç – mezat sattırıldı. Bu yetmiyormuş gibi 1984 yılında da kitap depomuz yaktırılarak iktisaden çökertilmem için elden geleni yaptılar.
Çoluk çocuğumla Londra’da oturmaktayken geçimimi sağlayacak bir iş kuramadığımdan bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti beni tekrar Almanya’ya dönmeye zorladı. Böylece “Gurbet İçinde Gurbet” denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerimi geçirmek kaderimin garip bir cilvesi olmuştur.
1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu” ile TCK.ndan mâhud 163.madde çıkarılınca aziz vatana avdet edebildim.
Dipnotlar
(1) Aslı güzel kaynak sularından dolayı Dürpınar yani Incipınar olan bu kelime, zamanla Dürbinar’a dönüşmüştür.
(2) Ailemizin ebâecdad yaşamakta olduğu Lefka (Çınarlı) Köyün’den şehre inişinin garip bir hikâyesi vardır:
Dedem Paşa Efendi ile diğer erkek kardeşi Mehmed yetim kalmışlar. Babaları, dedeleri hayattayken öldüğünden, Hanefi fıkhına göre mülkten halefiyet tarikiyle bir hak alamadıkları için henüz çocuk denecek yaşta köyü terkedip şehre inmişler. Dedem fevkalâde zeki, çalışkan bir gençmiş. Kardeşiyle bir likte seyyarlıktan başlayarak ticâret hayatına atılmışlar. Bir ara kazanın mâruf zenginlerinden Hacı Mesud Efendi ile birlikte çalışmış, sonra ayrılmışlar ve çok ilerlemişler. O derece ki, son derece zeki ve çalışkan bir kimse olan Dedem 1930 yılında genç yaşta vefat ettiği zaman kazanan en ileri gelen zengin lerinden biriydi.
Dedemin Osman adındaki babası ise, vefat ettiği Galamina (Söğütlü) Köyü’nde medfundur. Mezarı köyün, eski Trabzon şosesi kenarındaki kabristanındadır. Daha evvelki cedlerimiz tabiatıyla hep Lefka (Çınarlı) Köyü’nde yatmaktadırlar.
Ben doğduğumda babam Eyüp Sabri Bey kendisine babasından kalan ticaret işlerini yürütüyordu. Dedem vefat ettiğinde O pek genç bir yaşta bulunduğundan işleri iyi yürütememiş, bilâhere – birazda – ikinci Cihan Harbi’nin karaborsayı umûmîleştiren, ticari ahlâkı bozan tesirleri yüzünden ticareti terkedip tamamen dinî bir hayat yaşamaya koyulmuştur. Fevkalâde dürüst bir insan olan babam, daha sonra meslek olarak müezzinlikte karar kılmış ve kazamızdaki Yeni Câmi’den emekli olduktan sonra 1975 yılı 29 Mayıs’ında rahmet-i Rahmana kavuşmuştur.
(3) Bir emrihak vâki olursa, ben İstanbul’da Yahya Efendi Dergâhı ile Eyüp Sırtları arasında muhayyerim. Bu iki yerden birine defnolunmak isterim. Tabiî hangisi mümkün olursa. Aksi halde, ben de Akçaabat’taki âile kabristanımıza defnolmak isterim.
(4) Akçaabat’ın ebâ ecdad yerlisi olan vâlidem hem ana tarafından ve hem de baba tarafından varlıklı bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Salihoğullanndan Küçük Mustafa Ağa’nın oğlu Ahmed Efendi nâmıyla yâd edilen çiftlik, çubuk sahibi bir insandı. Annemin annesi, hacdan gelirken Samsun dolaylarında vapurda vefat etmiş olan Gümüşhane’li zade Hacı Emin Efendi’nin kızı Münşine Hanım’dı. Anneannem Muhsine Hanım babasının bu suretle ölümüyle kundakta yetim kalmış, ailenin tek çocuğu imiş. Annesi Gülizar Hanım bu tek evlâdına üveylik sıkıntısı çektirmesin diye bir daha evlenmemiş ve Muhsine Hanım’ı hizmetçilerle çok nazlı bir suretle büyütmüş. Kaderin cilvesini bakınız ki; Muhsine Hanım da birisi annem olmak üzere üç yetim kız çocuğu bırakarak genç yaşta doğum esnasında vefat etmiş. Dedem, yani Mustafa Ağa’nın Ahmet Efendi Muhsine Hanım’ın vefatından sonra tekrar evlenmesiyle annem ve kardeşleri yetimliğin bütün ızdırabını en şiddetli bir şekilde tatmışlardır. Şehirde koca konaklan varken bu üç yetim kız çocuğu kasden köyde tutulmuş. Eski ve yeni, yazı veya Kur’an-ı Kerim nâmına her hangi bir şey öğrenmelerine imkân verilmemiştir. Bu sebeple bir çile çemberinden geçerek büyüyen vâlidem.biraz da kendi fıtratının iktizası olarak emsalsiz bir görüş, seziş, ahlâk, zekâ, feraset sahibiydi. O derece ki; birkaç üniversite bitiren bile O’nun eline su dökemezdi!… Vâlidemin üç kız kardeşime mukabil, tek erkek çocuğu olduğum için bana muhabbet ve düşkünlüğü çok aşırı idi. Ehl-i takva ve ehl-i tarik olan bu mübarek insanın bana düşkünlüğü ihtimal Rabbin “rakiyb”ismi şerifinin tecellisini davet etmiş ve O benimle hemen hemen hiç beraber olamamıştı. Kırk yıldan bu yana ancak iki üç yılda bir o da bir kaç günlüğüne yüzümü görebilen vâlidemle belki ancak kırk gün beraber olabilmişimdir. 12 Eylül hengâmından sonra, tam “yedi sene” gitgide katmerleşen bir hasretle zaman zaman hastalanıp yataklara düşen vâlidem bir defasında bizi cidden korkutacak bir şiddetle rahatsızlandı.
Büyük oğlum Abdullah Sünûsi, doğup büyüdüğüm cennet misali Akçaabat ve beş yüz yıl “Hilâfet-i İslamiye”ye makarr olmuş İstanbul ve bütün sevdiklerimle birlikte ve bilhassa vâlidemden de ayrılışın yedi yıllık hikâye ve blançosu kâğıda sığar bir facia değildir. Nihayet 1987 yılında büyük oğlum Sünûsi ile birlikte O’nu da az bir müddet Avrupa’da görebilmek, elini öpebilmek nasip olduğu için Cenab-ı Hak’la nihayetsiz hamd-ü senalar olsun!… 22 Haziran 1991 de vatana avdetimden tam altı ay sonra Rahmet-i Rahman’a kavuşan vâlidem, hayatta hiç kimsede müşahede edemediğim bir mânevi kemâl ve keramet sahibiydi. Üzerimde hak ve fazilet nâmına ne varsa, önce Rabbin lütuf ve ihsanı, sonra da bu mübarek kadının duası ve bereketiyledir. Mevlâ rahmet eyleye!…
KADİR MISIROĞLU'NUN ESERLERİ
Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi/ Kadir Mısıroğlu
Âşıklar Ölmez!.. / Kadir Mısıroğlu
Barbaros Hayreddin Paşa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Doğru Türkçe Rehberi yahud Bin Uydurma Kelimeyi Boykot / Kadir Mısıroğlu
Bir Mazlûm Pâdişah: Sultan Abdülaziz/ Kadir Mısıroğlu
Bir Mazlûm Padişah: Sultan Abdülhamid / Kadir Mısıroğlu
Bir Mazlûm Padişah: Sultan Vahideddin /Kadir Mısıroğlu
Cem Sultan’ın Papağanı (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Cemre (Şiirler) / Kadir Mısıroğlu
Düzmece Mustafa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Filistin Dramı'nın Düşündürdükleri / Kadir Mısıroğlu
Geçmiş Günü Elerken C-I / Kadir Mısıroğlu
Geçmiş Günü Elerken C-II / Kadir Mısıroğlu
Geçmişi ve Geleceği ile Hilâfet / Kadir Mısıroğlu
Gurbet İçinde Gurbet / Kadir Mısıroğlu
Hayat Felsefesi Yâhud Yaşamak Sanatı /Kadir Mısıroğlu
Hicret: Aziz vatandan ayrılışın hikâyesi/ Kadir Mısıroğlu
İslam Dünya Görüşü / Kadir Mısıroğlu
İslâm Yazısına Dair / Kadir Mısıroğlu
İslâmcı Gençliğin El Kitabı / Kadir Mısıroğlu
İthaflı Fıkralar / Kadir Mısıroğlu
Kanlı Düğün (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Kavuklu İhtilâlci: Şeyh Bedreddin (Tarihî Roman) /Kadir Mısıroğlu
Kırık Kılıç (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler / Kadir Mısıroğlu
Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-I / Kadir Mısıroğlu
Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-II / Kadir Mısıroğlu
Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-III / Kadir Mısıroğlu
Macar İhtilâli / Kadir Mısıroğlu
Makbul ve Maktul İbrahim Paşa (Tarihî Roman) /Kadir Mısıroğlu
Malkoçoğlu Kardeşler (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Mimar Koca Sinan (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Moskof Mezâlimi / Kadir Mısıroğlu
Muhtasar İslam Tarihi I / Kadir Mısıroğlu
Muhtasar İslam Tarihi II / Kadir Mısıroğlu
Muhtasar İslam Tarihi III / Kadir Mısıroğlu
Musul Mes'elesi ve Irak Türkleri / Kadir Mısıroğlu
Osmanoğulları'nın Dramı - 50 Gurbet Yılı - / Kadir Mısıroğlu
Of Lala (Masal) / Kadir Mısıroğlu
Osmanlı Tarihi I / Kadir Mısıroğlu
Osmanlı Tarihi II / Kadir Mısıroğlu
Osmanlı Tarihi III / Kadir Mısıroğlu
Perili Köşk (Masal) / Kadir Mısıroğlu
Piri Reis / Kadir Mısıroğlu
Sokollu Mehmed Paşa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-I / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-II / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-III / Kadir Mısıroğlu
Trabzon Meb'usu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey / Kadir Mısıroğlu
Uzunca Sevindik (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Üç Hilâfetçi Şahsiyet / Kadir Mısıroğlu
Üstad Necip Fâzıl'a Dâir / Kadir Mısıroğlu
Veli Bayezid’in Bedduası (Tarihi Roman) / Kadir Mısıroğlu
Yunan Mezâlimi - Türk’ün Siyah Kitabı - / Kadir Mısıroğlu
Zağanos Paşa (Târihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Zoraki Âsi - Şehzâde Bâyezid - (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Altı Oku İslâmî İmanın Altı Şartı Yerine Konulmak Üzere İcad Edilmiş Olan: CHP'nin Günah Galerisinden Sayfalar / Kadir Mısıroğlu
Asrın İhâneti: Paralel Yapı veya F. Gülen'in Günah Galerisinden Sayfalar / Kadir Mısıroğlu
Özlü Sözler "Akıllı Adamlar İçin" / Kadir Mısıroğlu
Kırk Bir Görgü Şahidinden Naklen Benden Tarihe Haberler / Kadir Mısıroğlu
KADiR MISIROĞLU'NUN MEZARI NEREDE
Kadir Mısıroğlu'nun kabri Üsküdar'da Mehmet Nasuhi Camii avlusunda bulunmaktadır.
Tunusbağı cad. Nu: 16 (Doğancılar Parkı karşısı) Doğancılar, Üsküdar – İstanbul
3 notes · View notes
newstfionline · 7 years
Text
North Korea’s Would-Be Olympics: A Tale of a Cold War Boondoggle
By Choe Sang-Hun, NY Times, Feb. 4, 2018
SEOUL, South Korea--During the Cold War, the one-upmanship between North and South Korea was so intense that it extended to the height of the flagpoles at their border. So when the South hosted the Summer Olympics in 1988, it was no surprise that the North tried to do it one better in 1989.
What followed was one of the biggest boondoggles in North Korean history, one that played a part in the economic catastrophe that soon engulfed the country, according to analysts and North Korean defectors.
By some estimates, the North spent $4 billion on the World Festival of Youth and Students, a kind of socialist quasi-Olympics and cultural extravaganza. It expanded its airport in Pyongyang, the capital. It laid new streets, built one of the biggest stadiums on Earth and started work on a hotel meant to reach more than 1,000 feet into the sky.
All of this was done at a time when the North’s centrally planned economy was already shrinking. The spending--directed by Kim Jong-il, then the country’s leader in waiting--would leave North Korea even more dismally prepared for the coming collapse of Soviet Communism, which deprived it of economic aid and trading partners, and for a string of droughts and floods that wiped out its agriculture. The famine that followed in the 1990s killed as many as two million people.
“Kim Jong-il went around talking about Pyongyang hosting its own Olympics and launched one building project after another that the country could hardly afford,” Hwang Jang-yop, a former secretary of the North’s ruling Workers’ Party who defected to the South, wrote in a memoir before his death in 2010.
“The World Festival would be remembered as the last grand party North Korea had,” he wrote.
For the South--now hosting a North Korean delegation for its second Olympic Games, which open Friday in the town of Pyeongchang--the 1988 Olympics were a watershed of a very different kind.
They were a coming-out party for South Korea’s fast-growing economy. A building boom the Games triggered in Seoul, which not so long ago had been a war-torn capital, would continue in the years that followed. And in the lead-up to the Olympics, the generals who ruled the South relaxed their iron-fisted rule, hoping to soften the country’s image.
That emboldened students and workers who had been calling for democracy to push their demands further. Historians say fears of an Olympic boycott led President Chun Doo-hwan to allow a historic free election, instead of launching a bloody crackdown, when huge crowds chanting “down with dictatorship” filled central Seoul in 1987.
The Summer Games were a success, the first since 1976 not boycotted by the Americans (as in 1980) or the Soviet Union and its allies (in 1984). Not only did the Soviets and China ignore North Korea’s call to boycott them, but they opened diplomatic ties with Seoul in the years that followed.
Unsurprisingly, the Olympics were not broadcast in the North. But they had their effects. Two young North Koreans studying in East Germany, who fled to South Korea after the Berlin Wall fell in November 1989, later said they had decided to defect after watching the Seoul Games on television.
There was no doubt that the North would try to outdo the Olympics, said Ra Jong-yil, a South Korean political scientist and former deputy director of the country’s National Intelligence Service.
“Since their division, South and North Korea have been interlocked with an invisible rope, with one side’s victory meaning the other’s failure,” Mr. Ra said. “The South’s Olympics were a major challenge to the North Korean government’s legitimacy. The North had to react. It had to host the World Festival at whatever cost.”
The World Festival of Youth and Students--dedicated to “anti-imperialist solidarity, peace and friendship”--had been held sporadically since 1947, usually hosted by a Communist country. Besides athletic contests, it featured movies, exhibitions, seminars and traditional folk performances. Participants came to Pyongyang from 177 countries, a record for the event (and, the North noted, more than the 160 that sent delegations to the Seoul Games).
The North had been pouring money into what was meant to be a global architectural landmark, hoping to finish it in time for the festival. The pyramid-shaped Ryugyong Hotel was to be the tallest in the world, at 105 stories and 1,080 feet. Construction began in 1987 (spurred, it seems, by a 63-floor office tower that opened in South Korea in 1985, then the tallest building in Asia).
But facing engineering problems and dwindling resources, construction on the hotel was never finished, though it did reach its full height. It still dominates Pyongyang’s skyline, the tallest unoccupied building on the planet.
North Korea did finish the World Festival’s main venue, the May Day Stadium, at a cost of $200 million. It has a capacity for 150,000 spectators, twice as many as Seoul’s Olympic Stadium holds, and is still used today, for events like the North’s dazzling Mass Games.
Still, the stadium and the festival’s other attractions could only distract from the North’s dire economic state, which would soon get much worse. Sung Hae-ryang, a sister-in-law of Kim Jong-il who fled the North in 1996, said there had been serious doubt among North Korea’s elite about hosting the World Festival in a city that “didn’t even have a coffee shop.”
“To hide the country’s poverty, citizens were made to wear their most colorful clothes and loiter in front of the places where the participants in the festival stayed,” Ms. Sung wrote in a memoir.
One South Korean attended the Pyongyang festival: Lim Su-kyung, a 21-year-old who went as a representative of an anti-American student group, in defiance of the South Korean government. Ms. Lim got a hero’s welcome in Pyongyang, including a parade; after returning home, she was imprisoned for three and a half years for violating the South’s National Security Law, which bars pro-North Korean activity. The North’s state media proclaimed her a martyr.
But Ms. Lim’s visit may not have been the clear-cut propaganda victory for the North that it seemed at the time. Lee Min-bok, a North Korean defector, said it was an eye-opening experience for many young people in the totalitarian state.
Ms. Lim’s casual style made such an impression that dressing like her, in loose pants, a T-shirt and white sneakers, became fashionable, Mr. Lee said. And North Koreans who had been taught to regard the South as a repressive country got a very different image of it from Ms. Lim, who gave impromptu speeches in Pyongyang boldly calling for Korean unification and taking aim at her own government for allowing nuclear weapons and foreign troops on its soil.
“When North Koreans were sending her off, we were sure she would be executed,” Mr. Lee said.
“We were shocked when we heard that she was fighting for her beliefs in prison,” he said. “We wondered, ‘How can that be possible?’”
0 notes
biyoteknolojitr · 7 years
Photo
Tumblr media
Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü'ne bağlı Sağlık Tehditleri Erken Uyarı ve Cevap Dairesi Başkanlığı, Türkiye'deki ‘zika virüsü' riskini masaya yatırdı. Kurumun #Zika virüsü raporuna göre, batıda Kocaeli'ye, doğuda Giresun'a yayılan vektörün 7 yılda Orta Anadolu'ya ulaşabileceği belirtildi. Özellikle Güney Amerika'da yaygın olarak görülen ve tüm dünyada ölümcül sonuçlara yol açan virüse ilişkin hazırlanan raporda, Türkiye'de Ekim 2017'de ayında, 4 ‘importe (dışardan gelen) zika virüs pozitif' vakasının tespit edildiği belirtildi. Milliyet'ten Arif Balkan'ın haberine göre, Zika virüsünün yayılmasında etkili olan ‘Aedes' cinsi sivrisineklerin Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Artvin'den başlamak üzere Giresun il sınırında ve Batum'dan Kırım Yarımadası'na doğru yayılmakta olduğu da saptandı. Zika virüsünün ilk kez 1947'de Uganda'daki Zika ormanında saptandığı aktarılan raporda şu ifadelere yer verildi: ‘Ae. albopictus sineğinin batıda Trakya ve İstanbul, doğuda Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki illerimizden Giresun'a kadar gelmiş olduğu saptanmıştır. Batıda Kocaeli'ye, doğuda Giresun'a kadar yayılmış olan bu vektörün 5-7 yıl içinde Orta Anadolu'ya kadar yayılacağı tahmin edilmektedir. Türkiye son olarak Dünya Sağlık Örgütü, ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri ile Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi'nin ortaklaşa yayımladığı ülkelerin Zika virüs sınıflandırmasına göre ‘Kategori 4'te yer alıyor. Bir diğer ifadeyle Türkiye, yerleşik vektörün bulunduğu ancak geçmişte ve şu anda bulaşan olmadığı bölgeler arasında. Kaynak: https://tr.sputniknews.com/turkiye/201801091031731166-zika-virusu-7-yil-icinde-anadolu-yayilacak/ #biyoteknoloji #bilim #bilimselçalışmalar #araştırma #biotechnology #science #research
0 notes
silverpirceant-blog · 8 years
Text
MERAL AKŞENER : AKP TEKFİR ETTİĞİ DÖNEMİ GERİ İSTİYOR
MERAL AKŞENER : AKP TEKFİR ETTİĞİ DÖNEMİ GERİ İSTİYOR
YIL 1947 İSMET PAŞA PARTİLİ CUMHURBAŞKANI MENDERES BU ADALETLİ DEĞİL DEĞİŞMELİ DEDİ İNÖNÜ PARTİ GENEL BAŞKANLIĞI’NDAN AYRILDI BUGÜN AĞLAYA AĞLAYA MENDERES’TEN ÖZAL’DAN BAHSEDEN AKPLİLER 1947’DE İSMET PAŞA’NIN TERK ETTİĞİ REJİME DÖNMEK İSTİYORLAR MERAL AKŞENER: RAHMETLİ ATATÜRK’ÜN YERİNDE BUNLAR OLSAYMIŞ ANAAAAA YANMIŞIZ Tarih: 24…
View On WordPress
0 notes
sfizle-blog · 10 years
Text
Yönetmen: Zoltan Korda Oyuncular: Gregory Peck, Joan Bennett, Robert Preston Türler: Eşi ve Margreth ile safariye çıkar ve bu sırada öldürülür. Genç ve güzel karısı da kocasının ölüm sebebini öğrenmeye çalışır ama birden kendini olayların içinde bulur.
The Macomber Affair – (1947) izle Yönetmen: Zoltan KordaOyuncular: Gregory Peck, Joan Bennett, Robert PrestonTürler: Eşi ve Margreth ile safariye çıkar ve bu sırada öldürülür.
0 notes
haytaogluyunus · 6 months
Text
Tumblr media
ANMA
BUGÜN 15 MART (1995)
TÜRK KÜLTÜRÜNE, TÜRK EDEBİYATINA HİZMETLER VERMİŞ YAZAR, ŞAİR
MUSTAFA NECATİ KARAER’İN ÖLÜMÜNÜN YIL DÖNÜMÜ RAHMETLE ANIYORUM.
Mustafa Necati Karaer (d. 1929 Kayseri - ö. 15 Mart 1995), Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Türk yazar, şair, otobiyografici, eleştirmen. Hisarcılar akımının kurucusu. Hisar şiirinin önde gelen temsilcisi.
Karaer, Kayseri Etiler İlkokulunu bitirdikten sonra, Kayseri Lisesi orta kısmından mezun oldu. Konya Askerî Lisesi (1947) ile Kara Harp Okulu’nu bitirdi (1949). Yurdun çeşitli yerlerinde İstihkâm subayı olarak görev yaptı. 1961 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1969'da kendi isteği ile ordudan ayrılıp sivil hayâta geçti. Basın-İlân Kurumu Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştı. 1978'de aynı kurumun Genel Müdür Yardımcılığını yürüttü.
Edebî hayatı
Mustafa Necati Karaer Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, edebiyatçı ve şairlerindendir. 1938'den beri şiir yazmaktadır. İlk şiiri "Yurdumun Dağlarına" 1942 yılında Çınaraltı dergisinde çıkmıştır. Şiirlerini Çınaraltı, Erciyes, Bayrak, Nilüfer, Kaynak, Pınarbaşı, Doğu, Yedigün, Şadırvan, Türk Yurdu, Varlık, Türk Dili, Elif, Çağrı ve Hisar gibi sanat dergilerinde yayımladı. 1950 yılında “Garip Şiir Akımı’na karşı doğan Hisar Grubu, Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu, İlhan Geçer gibi isimlerle birlikte Hisar dergisini çıkarmaya başladılar.” Titiz şairlerdendir. Yaşayan Türkçe ile millî kültürle beslenmiş, iç yapısı sağlam şiirler söylemiştir. Karaer, şiirde bütünlük fikrine ve ahenge dikkat etmiştir. Hemen her şiirinde dil-şekil-vezin-âhenk endişesini duyan şair, konuya da önem vermiştir. Hece ölçüsünü ve serbest ölçüyü kullanmıştır.
Eserleri
• Sevmek Varken (Hisar Yayınları, Dizgi: Gül Matbaası Baskı: Kardeş Matbaası İstanbul - 1972)
• Güvercin Uçurmak (Hisar Yayınları No: 27, Dizgi ve Baskı: Baha Matbaası İstanbul - 1977)
• Kuşlar ve İnsanlar (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Yonca Matbaası Ankara - 1983)
• Karacaoğlan (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara - 1988)
• Karacaoğlan (Otobiyografi, Dergah Yayınları, İstanbul - 1992)
• Karacaoğlan (Tercüman, İstanbul - 1992)
• Kerem ile Aslı (Destan, Dergah Yayınları, Emek Matbaacılık İstanbul - 1985)
• Ses Mimarlarımızdan (Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 1996)
• Bütün Şiirleri (Dergah Yayınevi, İstanbul - 2005)
• Karacaoğlan Hayatı Ve Bütün Şiirleri (Dergah Yayınevi, İstanbul - 2008)
0 notes
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 13 MART (1952)
TÜRK İSLAM AYDINLARINDAN
ÖMER RIZA DOĞRUL’UN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Ömer Rıza Doğrul (1893, Kahire - 13 Mart 1952, İstanbul), Türk siyasetçi.
Aslen Burdurlu olup Mısır’a yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak Kahire’de doğdu. El-Ezher Üniversitesi Dini İlimler Fakültesi mezunudur. Mısır El-Alem ve Al Şa'b Gazeteleri Türkçe çevirmenliği ve yazarlığı, Tasvîr-i Efkâr Kahire muhabirliği, Tasvîr-i Efkâr ve Sebîlü'r-Reşâd gazeteleri muharrirliği ve çevirmenliği, Mercan ve Vefa Sultânîleri İngilizce öğretmenliği, medrese müderrisliği, Darüşşafaka İngilizce hocalığı, İkdam, Akşam, Vakit, Son Posta, Tan Gazeteleri çalışanı, Türk İslam Ansiklopedisi yayıncılığı, haftalık Selâmet Mecmuası sahipliği, Cumhuriyet Gazetesi siyaset muhabirliği ve yazarlığı, Türk-Pakistan Kültür Cemiyeti başkanlığı, TBMM IX. Dönem Konya Milletvekilliği yapmıştır.
Mehmet Akif Ersoy'un kızı Cemile ile evli ve üç çocuk babasıdır. Uzun süren bir hastalık döneminden sonra İstanbul’da ölmüştür. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'ndedir.
Çalışmaları
Kur'an Nedir (1927)
Müslümanlık Nedir (1933)
Mehmed Âkif, Şahsı ve Aile Hayatı
Tanrı Buyruğu (1943)
Kanlı Gömlek (1944)
Ekber: Bir Türk Dâhisi (1944)
Cennet Fedaileri: İslâm Tarihinde Gizli ve Yıkıcı Teşekküller (1945)
İslâmın Özü ve Kur’an’ın Ruhu (1946)
Yeryüzündeki Dinler Tarihi (1947)
İslâmiyetin Geliştirdiği Tasavvuf (1948)
Hazret-i Rabiatü'l-Adeviyye (1976)
0 notes
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 26 ŞUBAT(1994)
OSMANCIK, KÜÇÜK AĞA, ROMANLARIN YAZARI
TARIK BUĞRA'NIN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
HAYATIMDA ESERLERİ İLE ÖNEMLİ YERİ OLAN BÜYÜK EDEBİYATÇI YAZAR TARIK BUĞRA'YI RAHMETLE ANIYORUM.
ESERLERİNİN TÜRK OKUNMASI DİLEĞİ İLE..
TARIK BUĞRA 1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de Ağır Ceza Reisi olarak bulunan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehir Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir de , sanat yaşamına nüfuz etti ve eserlerinin çoğunda mekân olarak bu şehri tercih etti.
İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933’de ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. “Tarık Nazım” takma ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra Hukuk Fakültesi'ne geçti.bir Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.
1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, “Akümülatörlü Radyo” adlı piyes idi. Şehir Tiyatroları tarafından eser çevrilince onu roman haline getirmiş; böylece ilk romanı “Yalnızlar” ortaya çıkmıştı.
Askerliği bittikten sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliğinde bulundu. 1948'de yazdığı “Oğlumuz” adlı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan “Oğlumuz”'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, “Sanat Hareketleri” başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.
1949-1952 arasında babası ile birlikte Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.
1952-1956 arasında Milliyet Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir. Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında (1954)'yı yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar ile romana geçti. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre tekrar roman yayımlamadı.
Gazetecilik yaşamı 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürlüğü yaparak devam etti. 1958'de Milliyet Gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından “Türkiye Spor” isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında “Yol” adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.
Ankara'da Milli Kütüphane önündeki Tarık Buğra heykeli
Küçük Ağa 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edilmiş ve böylece yazar, Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü'nden diploma almıştır. Küçük Ağa'nın ardından Buğra dördüncü öykü kitabı Hikâyeler (1964)'i, Küçük Ağa'nın devamı olan “Küçük Ağa Ankara'da” (1967)'yı ve ardından "Komik-i şehir” Naşit'in hayatından yola çıkarak yazdığı İbiş'in Rüyası(1970)'nı yayımladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.
Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman Gazetesi]]'ndeki işinden ayrıldı ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte' (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.
Yazarın Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı. Yazarın ayrıca Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı “Patron” isimli bir piyesi, yarım bıraktığı “Mimar Sinan” senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele aldığı bir romanı da mevcuttur.
Buğra Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Milli Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de Devlet Sanatçısı unvanını aldı.
1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş;2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Milli Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.
Eserleri
Hikâye
Oğlumuz (1949)
Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
İki Uyku Arasında (1954)
Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro
Ayakta Durmak İstiyorum
Akümülatörlü Radyo
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979)
Gezi Yazıları
Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)
Fıkra ve Deneme
Gençlik Türküsü (1964)
Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
Politika Dışı (1992).
Bu Çağın Adı (1990)
Roman[değiştir
Siyah Kehribar (1955)
Küçük Ağa (1954)
Küçük Ağa Ankara da (1966)
İbiş'in Rüyası (1970)
Firavun İmanı (1976)
Gençliğim Eyvah (1979)
Dönemeçte (1980)[6]
Yalnızlar (1981)
Yağmur Beklerken (1981)
Osmancık (1973)
Dünyanın En Pis Sokağı (1989)
Senaryo ve oyunu
Sıfırdan Doruğa-Patron (1994)
1 note · View note
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media
ANMA
BÜYÜK TÜRKÇÜ NEJDET SANÇAR'IN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ. MERHUMA ALLAH'TAN RAHMET DILIYORUM.
Ahmet Nejdet Sançar, Türk eğitimci, yazar ve düşünür. Nihal Atsız'ın kardeşidir
Mayıs 1910, İstanbul - ö. 22 Şubat 1975, İstanbul), Türk eğitimci, yazar ve düşünür. Nihal Atsız'ın kardeşidir.
Nejdet Sançar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. Askerlikten sonra Sivas Öğretmen okuluna edebiyat öğretmeni olarak tâyin edilmiş fakat zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'i karşılama törenine katılmadığı gerekçesi ile bu görevden alınmış ve Balıkesir Lisesi'ne atanmıştır.
1944 Irkçılık - Turancılık Davası
Balıkesir Lisesi'nde görevine devam ederken Irkçılık-Turancılık Davası altında Mayıs 1944'te başlayan ve Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Ankara Konservatuarı Direktörü Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Türk Tarihi Profesörü Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan gibi Türkçülerin de bulunduğu davada tutuklanmış ve Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yapılan duruşmalar neticesinde 14 aya mahkûm olmuştur. Askeri Yargıtay, Türkçüler hakkındaki kararı esastan bozmuştur. 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Kenan Öner-Hasan Âli Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir.
Mahkeme Sonrası
Nejdet Sançar, 1960 yılında 16 yaşındaki oğlu Afşin'i kaybetmesi üzerine felç geçirmiş, Afşin için 1962 yılında Yeni İstanbul gazetesinde "Türk Gençliği Nasıl Olmalıdır?" konulu ödüllü bir yarışma düzenlemiş, bu yarışma daha sonraki yıllarda da devam etmiştir.Felci atlatmak için uzun yıllar tedavi görmüş, kısmen iyileşebilmiştir. Bazı Türkçü dergilerde makale yazmıştır.
Ölümü
22 Şubat 1975 günü hayatını kaybetmiştir. Sançar, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Eserleri
Tarihte Türk-İtalyan Savaşları
Irkımızın Kahramanları
Türklük Sevgisi
Afşın'a Mektuplar
Gizli Komünist Belgeleri
Kızıl Cennet Masalı
Türkçülük Üzerine Makaleler
İsmet İnönü ile Hesaplaşma
Türk, Moskof ve Komünist
Nazım Hikmet Masalı
0 notes
haytaogluyunus · 8 months
Text
Tumblr media
ANMA
BUGÜN 11 ŞUBAT (1992)
BÜYÜK TÜRK MİLLİYETÇİLERİNDEN VE AYDINLARINDAN
PROF. DR. HİKMET TANYU’NUN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
(d. 9 Ocak 1918, Ankara - ö. 11 Şubat 1992, İstanbul) Türk akademisyen, şair ve yazar.
HAYATI
Hikmet Tanyu doğduğu şehirde Gazi İlkokulu ve Gazi Lisesi'ni bitirdi. Babasının ölümü üzerine eğitimine ara vererek memurluğa başlamıştır. Üç yıl süren vatani görevini yedek subay olarak tamamlamıştır. Terhisinden sonra İçişleri Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Köycülük Bürosu'nda çalıştı.Türkçü hareketlere katıldığı iddiası ile 29 Haziran 1944’te tutaklandı ve İstanbul’a götürüldü. Irkçılık-Turancılık Davası kapsamında yargılandı ve suçsuzluğu kanıtlandığı için beraat etti. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nü 1948 yılında bitirdi. Pınarbaşı ve Kayseri’de ilkokul, Osmaniye’de ortaokul öğretmeni olarak çalıştırıldı. Daha sonra Ârifiye İlköğretmen Okulu’nda değişik derslerin öğretmenliğini yaptı. 1955 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne “Dinler Tarihi” asistanı oldu. Doktorasını 1955 yılında tamamladı.Hikmet Tanyu, Türkiye’de Dinler Tarihi sahasında doktora yapan ilk akademisyendir. 1966 yılında doçent, 1973’te profesör oldu. 1960 yılında Almanya’da, 1962-1963 yıllarında İsrail’de, 1971-1972 yıllarında da Almanya, İngiltere ve Fransa’da bilimsel çalışmalarda bulundu. 1972 yılında üstlendiği Dinler Tarihi Kürsüsü başkanlığı görevini emekli oluncaya kadar sürdürdü. Ayrıca, 1977-1980 yıllarında A. Ü. İlâhiyat Fakültesi’nin dekanlığını yaptı. Birçok kitap yazmıştır. Kitap olarak yayınlanmış eserlerin dışındada, çeşitli konularda yazılmış 300'den fazla makalesi bulunmaktadır. Makaleler, genel olarak Dinler Tarihi, Din Fenomenolojisi, Etnoloji, Türk Dini ve Kültürü, Türk Halk İnanışları (Dinî Folklör) ve Türk Dünyası ile ilgilidir. 1980’de başlayan emeklilik dönemini ölümüne kadar Heybeliada'da bilimsel çalışmalarını sürdürerek, yeni eserler yazarak ve bazı eserlerin yeni basımlarını hazırlayarak geçirmiştir.
Eserleri
• Türkçülük ve Gerçek Demokrasi (1945)
• Türk Gençliğinin Kükreyişi (1947)
• Türkçülük Davası ve Türkiye'de İşkenceler (1952)
0 notes
haytaogluyunus · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media
ANMA
TÜRK SİYASİ HAYATINA DAMGASINI VURMUŞ VE PARTİ BAŞKANLIĞINDAN ÇEKİLDİKTEN SONRA MERHUM BAŞBUĞUMUZ ALPARSLAN TÜRKEŞ'İ YALNIZ BIRAKMAMIŞ OLAN VE SON ZAMANLARINDA BİZATİHİ TANIŞMA ŞEREFİNE ULAŞTIĞIM, EVİNDE BAŞBAŞA SOHBET ETME İMKANINA KAVUŞTUĞUM
OSMAN BÖLÜKBAŞI'NIN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE RAHMETLE ANIYORUM.
1913'te doğdu.[1] Doğum yeri o yıllarda Mucur, Kırşehir'e bağlı olan günümüzde ise Hacıbektaş, Nevşehir'e bağlı olan Hasanlar köyüdür. Orta öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Yüksek öğrenimini Fransa'daki Nancy Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü'nde yaptı. Buradan 1937 yılında mezun oldu. 1938 yılında Türkiye'ye dönerek Kandilli Rasathanesi'nde asistan olarak çalışmaya başladı. 1940 yılında Haydarpaşa Lisesi'nde öğretmenlik yapmaya başladı. 1946 yılında Demokrat Parti'ye girdi ve parti genel müfettişliğine atandı. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı sert bir politika izlenmesini isteyen bir grup ile birlikte 1947 yılında Demokrat Parti'den ayrıldı.
Temmuz 1948'de Millet Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 1949 yılında İsmet İnönü ve Celâl Bayar'a komplo düzenlemek iddiasıyla tutuklandıysa da kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. 1950 Türkiye genel seçimleri'nde Millet Partisi'nin tek milletvekili olarak Kırşehir'den TBMM'ye girdi. Partisi, laikliğe aykırı politika ürettiği gerekçesiyle 1953 yılında kapatıldı. Bunun üzerine Şubat 1954'te bir grup eski Millet Partisi üyesi ile birlikte Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni kurdu ve genel başkanlığına seçildi.
1954 genel seçimlerinde bu ilde %44 oy alarak yeniden Kırşehir milletvekili seçilince, Demokrat Parti hükûmeti Kırşehir'i ilçe yaptı ve Nevşehir'e bağladı. Kırşehir 3 yıl boyunca ilçe olarak kaldı. Bu dönemde hükûmete eleştiriler yöneltti. Temmuz 1957'de TBMM'ye hakaretten tutuklandı. Kırşehir, Haziran 1957'de yeniden il durumuna getirildi, ancak eski kazalarından Avanos, Kozaklı ve Hacıbektaş Nevşehir’de kaldı. Köyü Hasanlar köyü de yeniden il olan Kırşehir'e bağlanmayarak Nevşehir'e bırakıldı. Bu durumda, Ekim 1957 Türkiye genel seçimleri'nde, Cumhuriyetçi Millet Partisi'nden seçilen 4 milletvekilinin arasında yer aldı. Seçim günü hapiste olduğu için milletvekili yeminini Ankara Merkez Cezaevi 10. koğuşunda mahkûmların önünde yaptı.
1958 yılında DP'ye karşı güç birliği oluşturmak amacıyla Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Türkiye Köylü Partisi'nin ile birleşmesiyle kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin Genel Başkanlığına seçildi. 1959 yılında 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
27 Mayıs Darbesi'nden sonra 6 Ocak 1961 - 15 Ekim 1961 tarihleri arasında Kurucu Meclis Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Temsilciliği görevini yürüttü. 1961 genel seçimlerinden sonra uzlaşmaz bir tutum takınarak koalisyon hükûmetine katılmayı reddetti. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Haziran 1962'de İsmet İnönü'nün kurduğu koalisyon hükûmetine katılınca, 28 milletvekiliyle birlikte partiden ayrılarak yeniden Millet Partisi'ni kurdu ve genel başkanlığına seçildi. Millet Partisi, Şubat 1965'te Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükûmetine katıldıysa da kendisi kabinede görev almadığı gibi hükûmete eleştiriler de yöneltti. Arkadaşlarıyla beraber kurduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ise 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi adını aldı.
1972 yılında Millet Partisi genel başkanlığından ayrıldı. Yerine eski Genelkurmay Başkanı Cemal Tural geçti. 9 Eylül 1973 tarihinde de, 1961 yılından beri seçildiği Ankara milletvekilliğinden istifa ederek aktif siyasetten çekildi. 6 Şubat 2002 tarihinde Ankara'da öldü.
0 notes
haytaogluyunus · 8 months
Text
Tumblr media
ANMA:
18 OCAK (2010) TARİHİ
BÜYÜK TÜRKÇÜ YAZAR
REHA OĞUZ TÜRKKAN'IN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ
RAHMETLE ANIYOR, MAKAMININ CENNET OLMASINI DİLİYORUM.
(d. 12 Ekim 1920, İstanbul - ö. 18 Ocak 2010, İstanbul),
Türk hukukçu, tarihçi, yazar, Türkolog, psikolog, senarist, gelecekçi (futurist) ve Ordinaryüs Profesör. Doğum tarihini daha sonradan Türkçülük Günü olarak kutlanan 3 Mayıs olarak değiştirmiştir.
St. Joseph Lisesi ve akabinde Kabataş Erkek Lisesi'ne kaydoldu. Galatasaray Lisesi'ne geçtikten sonra babası Halit Ziya Türkkan'ın Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne tayin edilmesiyle Ankara'ya Gazi Lisesi'ne geçti. Gazi Lisesi'ndeyken Türkçü "gizli" örgütü "Gürem"'i kurdu.
Atatürk'ün ölümünden bir gün sonra Ergenekon dergisini çıkardı. Kendisinin "Faşizm Tehlikedir" yazısından dolayı bu dergi kapatılınca, Kitap Sevenler Kurumu'nu kurdu. Bu kurum Halkevleri'ne ilhak edilince Bozkurt dergisini çıkardı. Hüseyin Nihal Atsız'ın yazılarının da yayımlandığı bu dergide, Atsız başta olmak üzere önde gelen Türkçüler ile polemik yaşanınca ayrılarak Gök Börü dergisini çıkardı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı. Sorbonne Üniversitesi'nde tarih ve Türkoloji dallarında, Columbia Üniversitesi'nde deneysel psikoloji dalında uzmanlık çalışması yaptı.
1944 - 1945 arasında Irkçılık-Turancılık davasında yargılandı. Beraat ettikten sonra 1947-1972 yılları arasında Columbia üniversitesinde, 1975-1976 yıllarında İstanbul Üniversitesi'nde ve daha sonra da 1996 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı.
Pek çok makale, dizi ve araştırmaları yayımlandı. Türkçülük alanında çeşitli sosyal faaliyetlerin yanı sıra yazarlık ve yayıncılık yaptı. 1997 yılında Orta Asya ve Kafkas Türkleriyle ilgili olarak "Türk Dünyası Parkı" ve "Türkler" adlarıyla ABD'de ve Türkiye'de resim sergileri açtı.
İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak yayımlanmış 41 kitap, 9 film ve 6 televizyon senaryosu vardır.
Medine müdafii olarak tanınan Ömer Fahrettin (Türkkan) Paşa'nın yeğenidir.
17 Ocak 2010 gecesi rahatsızlanmasının ardından yaşamını yitirmiştir.
Kitaplar
• 4 İçtimai Mesele, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1939
• Türkçülüğe Giriş, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1940
• Irk Muhite Tabi midir?, İstanbul, 1941
• (Race et Milieu), Paris (ve İngilizce dergilerde), 1942
• Les Summeriens et les Rites Funéraires, Paris, 1942
• Les Armes Serétes, Paris-La République, 1943
• Milliyetçiliğe Doğru, İstanbul, 1943
• Solcular ve Kızıllar, İstanbul, 1943
• Kızıl Faaliyet, İstanbul, 1944
• Tabutluktan Gurbete, İstanbul, 1950-1974-1985
• İleri Türkçülük ve Partiler, Rafet Zaimler, İstanbul, 1947
• Correlation in Twin Psychology, New York, 1951
• One America, New York, 1951
• Talking Turkey, New York, 1955
• Turkish Literature, New York, 1956
• Türks in Retrospect, New York, 1956
• Conditioned Learning, New York, 1964
• Revolution in Education (Programmed Instruction & Multi-Media), New York, 1967
• Progr. Instruction Based Courses (Atoms & Electrons, French I, How to Recognize Names & Faces) Chicago
• Turkish National Character, New York, 1971
• Kitle Halinde İşlenen Suçlarda Cezai Mesuliyet ve Kitle Psikolojisi, İstanbul, 1974
• Pre-Columbian Americans & Turks-Cultura Turcica, 1975
• Türk'ün dışarıda kalan mirası (Avrupa bölümü: film-çekim Balkanlar)
• Psikoloji, Yaykur, Ankara, 1976
• İkna Psikolojisi, Ankara, 1976
• Eğitim Teknolojisi Planı, Ankara, 1976
• Yenilenmiş Türk Destanları ve Hikâyeler - "6 Minik Kitap ve Müzik Kaseti", 1977
• Biz Kimiz?, İstanbul, 1987
• Libya-Türkiye El Ele, Çözüm Yayınları, İstanbul, 1975 (Faiz Türkkan, Uzman, Libya Elçiliği Görevlisi, Reha Oğuz Türkkan, Ahmet Aydınlı, Saadettin Topuzoğlu, Mine Yener)
• Biz Kimiz (1987)
• 21. Yüzyılda Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1988
• Çok Hızlı Okuma, İstanbul, 1989
• Siyasi Kargaşadan Gün Işığına, İstanbul, 1992
• Türk Milliyetçiliğinin Kısa Tarihi, İstanbul, 1992
• Yükselen Milliyetçilik/21. Yüzyıl Türk Milliyetçiliği, İstanbul, 1995
• Yükselen Milliyetçilik, Türkkan Yayın, İstanbul, 1995
• Kolay ve İyi Öğrenme Teknikleri, Alfa Yayınevi, İstanbul, 1996
• İkna ve Uzlaşma Sanatı, Hayat Yayınları, İstanbul, 1998
• Anlayarak Çok Hızlı Okuma, Alfa Yayınları, İstanbul, 1998
• Kızılderililer ve Türkler, E Yayınları, İstanbul, 1999
• Tunç Işığında Aşk, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2005
• Uyuyan Dev Türk Dünyası, Pozitif Yayınları, 2006
• Cengiz Han'ın Kimlik Şifresi, Birharf Yayınları, 2007
• Etkin Hafıza Teknikleri, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2007 (Reha Oğuz Türkkan, Tuğrul Türkkan)
• Arayan Adam, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2009-2011 (2 cilt)
• Atlantisliler Sümerler Etrüskler Türk mü?, Nokta Yayınları, İstanbul, 2012
Dergiler[değiştir | kaynağı değiştir]
• Milli Kültür Dergisi (dizi), 1975
• Kızıl Derililer ve Türkler, Hürriyer (dizi), 1996
İzletiler[değiştir | kaynağı değiştir]
• Tarihimizin Akışı, Ankara, 1979
Filmler (yapım, yönetim ve senaryo)[değiştir | kaynağı değiştir]
• To be Born Again (Uyuşturucu tutkunluğu üzerine), 1970
• Rions Ensemble (Türk mizahı üzerine), 1973
• First steps of the Moon (Aya ilk inişin canlı yayından çekimi ve yorumu)
• Türk Çocukları İçin (Yurtdışındaki çocuklar için Türk kültürü), 1974
• Öyle bir Özleyiş ki (Yöneten Reha Oğuz Türkkan ve Yücel Çakmaklı, Senaryo Reha Oğuz Türkkan), 1977
• Stranger in Paradise (turistik belgesel), 1977
• İpek Kadife, 1978
• Türkün Dışarıda Kalan Mirası, 1976
• Tercihimizin Akışı, 1985
• Too Early for Death (NBC-N.Y.) (Ölüm için çok erken), 1954 (Sadece senaryo)
• İçtiğimiz Çay, 1976 (Sadece senaryo)
• Altın Yumurta, 1976 (Sadece senaryo)
0 notes
haytaogluyunus · 8 months
Text
Tumblr media
ANMA
BUGÜN 18 OCAK (1975)
TÜRK ARKELOGLARINDAN
ARİF MÜFİD TANSEL’İN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
 Arif Müfid Mansel (1905, İstanbul - 18 Ocak 1975, İstanbul) Türk arkeolog ve akademisyen.
Türk arkeolojisinin öncülerindendir. Lüleburgaz, Kırklareli ve Vize tümülüslerinde gerçekleştirdiği kazılarla Türkiye’nin klasik arkeoloji alanında yaptığı ilk metodik ve sistemli alan araştırmalarını başlatmıştır. Bunların dışında 1940’larda başlattığı Side ve Perge kazıları da Türkiye’de yapılan arkeolojik çalışmaların önde gelenlerindendir. Mansel ayrıca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Kürsüsünü kurmuştur.
1905 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Evde özel dersler görerek ilköğrenimini tamamladıktan sonra orta öğrenimine İstanbul Alman Mektebi’nde başlayıp 1925’te Fransız Saint Benoit Lisesi’nde tamamladı.
1925 yılında ünlü Alman arkeoloğu Theodor Wiegand’ın Almanya’da iki Türk gencinin arkeoloji alanında eğitim görmesi için sağladığı bursu almak üzere Halil Ethem Bey’in seçtiği iki gençten biri olarak Almanya’ya gitti.[1] Berlin Üniversitesi’nde öğrenim gördü. “Stockwerkbau der Griechen und Römer” başlıklı tezi ile 1929 yılında doktor unvanını aldı.
Doktorasının ardından hemen Türkiye’ye dönerek İstanbul Arkeoloji Müzeleri kadrosunda görev aldı. 1931 yılına kadar Müzeler Umum Müdürü Halil Edhem’in; 1946’ya kadar ise onun yerine alan Aziz Ogan’ın yardımcısı olarak görev yaptı. 1933 sonlarındada Dolmabahçe Sarayı’na çağrılan Arif Müfit Bey’den cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk Türk Tarihinin Ana Hatları'nın 4. bölümü olan, Orta Şark'ın B paragrafını, yani İran'ı yazmasını istedi. 1934 yılında yayımlanan İran'ın Tarih ve Arkeolojisi başlıklı yapıtı böylece ortaya çıktı.
1935'te Soyadı kanunuyla Mansel soyadını alman Arif Müfid, Türk Tarihinin Ana Hatları'nın Ege Medeniyeti bölümüyle ilgili malzeme toplamak üzere, Türk Tarih Kurumu tarafından Yunanistan'a inceleme yapmaya da gönderildi.[2]
Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının bölümleri üzerinde çalışmak, Arif Müfid'in de tarih çalışmalarına olan ilgisini perçinlemiş; ömrü boyunca, arkeolojinin yanı sıra tarih alanında da bir kısmı ders kitabı olarak da okutulacak yapıtlar üretmesini sağlamıştır.
Müzedeki görevi devam ederken 1935 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Eski Çağ Tarihi kürsüsünde ders vermeye başlayan Mansel, 1936 yılında doçent oldu. 1944’te kendi kurduğu Klasik Arkeoloji Kürsü’sünde Arkeoloji dersleri vermeye başladı ve kürsü başkanlığı yaptı. Aynı yıl profesör olan Mansel, 1946’da müzedeki görevinden ayrıldı. Ege ve Yunan Tarihi derslerini ve kürsü başkanlığı görevini ölümüne kadar sürdürdü. 1956'da ordinaryüs profesör unvanını aldı. Kazı çalışmalarına 1932’de Atatürk’ün ilgi duyduğu Yalova kaplıcalarında başladı; 1933 yılında İstanbul Laleli’deki Balabanağa Mescidinde kazılar yaptı.
1936’da Türk Tarih Kurumu tarafından Trakya kazıları başkanlığına atandı.[1] Trakya Tümülüslerindeki kazılar 1936-1940 arasında devam etti. 1938-1941/1948 yıllarında İstanbul Küçükçekmece'deki Rhegion kazı çalışmalarını gerçekleştirdi. 1943 yılından itibaren Türk Tarih Kurumu adına Pamfilya bölgesinin sistemli bir şekilde incelenmesi görevini üstlendi; bu konudaki çalışmalarını 1974 yılına kadar kesintisiz sürdürdü. Bu çalışmalar kapsamında 1946’da Perge, 1947’de Side kazılarını başlattı. 1954 yılında İstanbul Üniversitesi Antalya’da Arkeoloji Araştırmaları İstasyonu'nu kuran Mansel buranın ilk müdürü oldu.
Mansel, 18 Ocak 1975 tarihinde geçirdiği kalp rahatsızlığı sebebiyle öldü. Stockwerkbau der Griechen und Römer (1932, Berlin)
İstanbul’da Bulunan Bir Prens Lahdi (1934, İstanbul)
İran’ın Tarih ve Arkeolojisi (1934, İstanbul)
Yalova Kılavuzu (1936, İstanbul)
Arif Müfid Mansel (1938), Trakyanın kültür ve tarihi, Wikidata Q105988790
Mısır ve Ege Tarihi Notları (1938)
Silifke Kılavuzu (1943, İstanbul)
Ege ve Yunan Tarihi (1947, Ankara)
Türkiye‟nin Arkeoji, Epigrafi ve Tarihi Coğrafyası için Bibliyografya (1948, Ankara)
Perge’de Kazılar ve Araştırmalar (1949, Ankara),
Die Ruinen von Side (1963, Berlin)
Side Klavuzu (1967, Ankara)
Side 1947-1966 Yılları Kazıları ve Araştırmalarının Sonuçları (1978, Ankara)
0 notes