Tumgik
#yil-1955
haytaogluyunus · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA
BUGÜN 29 MART (1966)
TÜRK TARHİNİN ROMANCISI
ABDULLAH ZİYA KOZANOĞLU’NUN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM
HAYATI:
Abdullah Ziya Kozanoğlu
(d. 16 Ocak 1906 / ö. 29 Mart 1966)
Yazar, Mimar, Müteahhit, Ressam, Gazeteci
İstanbul’un Beşiktaş semtinde dünyaya geldi. İlköğrenimini 1916'da Nişantaşı İttihat ve Terakki Mektebi'nde, ortaöğrenimini ise 1919’da Beşiktaş Genç Osman Paşa Ortaokulu'nda tamamladı. 1922'de Kabataş Lisesi'nden mezun olan yazar, daha sonra Yüksek Mühendis Mektebi'ne (Mühendis Mekteb-i Âlisi) girdi; ancak buradan mezun olamadan ayrılmak zorunda kaldı (Angın 2017). Mühendis Mekteb-i Âlisi'nden mezun olamadan ayrılma gerekçesi, burada öğrenimine devam ederken meydana gelen bir öğrenci ayaklanmasıdır. Abdullah Ziya Kozanoğlu, yükseköğrenimi sırasında yüksekokullar talebe birliğinin kurulması için mücadele etti. Bu mücadele esnasında gelişen bir vapur kaçırma olayı dolayısıyla okulundan ayrılmak zorunda kaldı. Mühendis Mektebi'nden ayrılmasının ardından Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'ne kaydoldu. Bu okulu başarı ile bitirerek 1929'da mezun oldu ükseköğrenimini kısa bir sürede başarıyla tamamlayan Kozanoğlu, Avrupa’ya giderek eğitimine burada devam etmek istedi. Ancak bu isteğini gerçekleştiremedi. Çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Adana Belediyesi Fen İşlerinde müdürlük, Maarif Vekâletinde kontrol şefliği görevlerinde bulundu.
Spora ve sanata ilgili olan Kozanoğlu, 1942-1950 ve 1952-1955 yılları arasında Beşiktaş Jimnastik Kulübünün başkanlığını yaptı. Ardından bir arkadaşının tavsiyesi ile Arena Tiyatrosunun kurulmasını sağladı (Kaya 2010). Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğrenci iken dünyaca ünlü İsveç asıllı mimar Arnold Ernst Egli’den ders aldı. Sonraki yıllarda bu kişiden saygıyla bahsetti. Kozanoğlu, ayrıca bitirme projesi olarak Güzel Sanatlar Akademisi binasını tasarladı.
Kozanoğlu’nun Adana’da görev yaptığı dönemde verdiği mimari eserler arasında Adana Gazi Anıtı; Salihli, Manisa, Akhisar yatı mektepleri ile Akhisar Ortaokulu gibi çalışmalar yer alır (Angın 2017). Diğer önemli eserleri arasında Adana’da Kimyager Ali Rıza Bey Evi, Adana’da Foto Coşkun fotoğrafhanesi iç mekân düzenlemesi, Adana Şehir Stadyumu, Ziraat Haşarat Laboratuvarı, Adana Çınarlı İlkokulu sınıf ilavesi, Adana’da kira evi, İstanbul’da Son Posta Matbaası binası, Adana Erkek Muallim Mektebi tadil inşaatı ve cephe tasarımı, Adana Gazi Abidesi, Moda’da villa projesi sayılabilir. Taslak hâlinde olup yapılmamış projeleri de bulunan Kozanoğlu, bir süre sonra mimarlığı bırakıp müteahhitliğe yönelir. Mimari alanda ileri sürdüğü en önemli fikir, "Cumhuriyet Konutu" projesidir Kozanoğlu edebiyat dünyasına on dört yaşında iken Bizim Mecmua adlı dergide yayımlanan "Şairle Ekmekçi" adlı şiirle girdi. Mühendis Mekteb-i Âlisi'ndeki öğrencilik yıllarında Resimli Mecmua adı dergide dergi ressamı olarak çalıştığı dönemlerde ilk tarihî romanı olan Kızıl Tuğ’u kaleme aldı (Kaya 2010). Kozanoğlu’nun yazdığı tarihî romanlar çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinin en fazla okunan ve aynı zamanda en fazla basılan eserleri arasındadır. Abdullah Ziya Kozanoğlu, yazdığı romanların sinemaya ve çizgi romana aktarılması için de gayret gösterdi. Senaryoları ve uyarlamaları bizzat kendisi yaptı. Bu yönüyle Türkiye’nin ilk çizgi roman yazarları arasında yer aldı.
Türk sinema tarihinde Cüneyt Arkın ile birlikte birer kült hâline gelen Malkoçoğlu ve Battal Gazi sinema filmleri, Kozanoğlu’nun eserlerinden ilham alınarak hazırlandı (Tolu 2011). Pek çok çalışmaya imza atan, farklı mecralarda ürün veren yazar, ardında gerek edebî gerekse mimari pek çok eser bıraktı.
Abdullah Ziya Kozanoğlu, tarihî roman yazarlığı ile öne çıkar. Roman, Abdullah Ziya için bir araç olup, yazarın esas amacı, eserleriyle Türk insanına millî şuuru aşılamaktır. Yazarın roman kahramanları, bu nedenle millî özellikler ile doludur. Kendi millî kimliklerini her şeyin üzerinde tutan kahramanlar, güzel vasıflarla ve doğruluk, yardımseverlik, dürüstlük vb. gibi erdemlerle donatılmışlar, halka hizmet etmek için çalışmaktadırlar, bir diğer deyişle âdeta hayatlarını millete hizmete vakfetmişlerdir (Metin 2007). Ulusalcı bir yazar olan Kozanoğlu, 1930’larda oluşturulan ve Türklerin Osmanlı ve Selçuklu’dan önceki Orta Asya kökenine işaret eden Türk Tarih Tezi gündeme henüz gelmeden önce, Orta Asya’dan Avrupa’ya uzanan bir tarih hayalini popüler roman diliyle canlandırmıştır. Bu anlayışın, yazarın eserlerindeki mekân ve kahramanları olduğu kadar konu seçimini de etkilediği görülmektedir. Kozanoğlu, Cumhuriyet’in ve inkılâpların iyi bir savunucusu olmakla birlikte, ümmet anlayışından millet anlayışına geçmeye çalışan topluma eserleri ile millet olma şuurunu aşılamaya çalışmaktadır (Angın 2017). Eserlerinden hareketle Osmanlı Devleti'ni ve onun mirasını reddeden Kozanoğlu, bazı tarihsel gerçekleri çarpıtması ya da olduğundan farklı göstermeye çalışmasından ötürü edebiyat ve sanat camiasından çok eleştiri toplamıştır.
Kozanoğlu’nun, rejimin âdeta bir misyoneri olarak benimsediği ulusçu yaklaşım, laiklik ilkesi ve Osmanlı’yı redd-i miras anlayışı, romanlarını olduğu gibi mimarlık yazılarını da şekillendirmektedir (Angın 2017). Kozanoğlu’nun, eserlerinde inkılapları benimsediği ve bunları halka da aşılamaya çalıştığı görülür. Ümmet anlayışının yaygın olduğu topluma millet bilincinin aşılanması için kendi ırkının üstünlüğünü özellikle vurgular. Kozanoğlu için Türklük ve Türk kültürü yüce bir değerdir. Türk birliği ve Türk'ün yüceltilmesi için çalışılmalıdır. Romanları konu, kahramanlar, dil ve anlatım bakımından hep Türk kültürü ve tarihi ile ilişkilidir. Birçok romanında özellikle de Kızıl Tuğ’da Türklüğü övmek adına Arapların yerildiği ve aynı eserin bazı yerlerde de İslam’a “Arapların dini'” gözüyle bakıldığı görülür. Kahramanları sonradan Müslüman olmuş tipler ise Türklüğünü unuttuğu için kötü olarak kabul edilir (Kaya 2010). Kozanoğlu’nun romanları pek çok araştırmacıya göre estetik kaygıdan uzak, popüler eserlerdir. Özellikle şahsi ideolojisinin ön planda olması, bu anlayışı doğrular niteliktedir. Eserlerinde sık sık tarihî şahsiyetlerin isimlerinin geçtiği, hatta bazılarında kahramanların gerçek birer tarihî şahsiyet olduğu görülür. Dolayısıyla Kozanoğlu’nun eserlerinde kahramanlar, gerçek ve kurmaca olmak üzere ikiye ayrılabilir. Benzer şekilde konu seçiminde de yazarın bazı eserlerinde gerçek olaylardan esinlendiği anlaşılmaktadır.
Kozanoğlu’nun Patronalılar adlı eseri, konusunu tarihteki Patrona Halil İsyanından alır. Yazar, bu eseri ile Lale Devrindeki Osmanlı Devletinin -yönetici ve halk boyutuyla- bir portresini çizmeye çalışır. Fatih Feneri'nde; bir korsanın, Bizans tarafından öldürülen babasının kılığına girerek, İstanbul’un fethi için mücadele etmesi anlatılır. Hilal ve Haç, konusunu tarihten -Üçüncü Haçlı Seferinden- alan bir başka tarihî romandır. Kızıl Kadırga'da, Osmanlı donanmasının kontrolündeki Akdeniz’de hüküm sürmeye çalışan Kızıl Kadırga adlı korsan gemisinin yok edilmesi ve Kıbrıs’ın fethi, İnebahtı Deniz Savaşı gibi tarihî hadiseler anlatılmaktadır. Arena Kraliçesi'nin konusu Orta Asya'da yaşanan maceralara dayanır. Yazarın radyofonik olarak yazılan romanı Kubilay Han'ın Gelini, Kubilay Han ile Timur Barak Han arasında geçen olaylardan oluşur.
Yazarın, en fazla okunan eserlerinden biri olan Kızıl Tuğ adlı romanını, Resimli Mecmua'da yayımlanan bir resmi ile alay eden yazarlara kızarak kaleme aldığı, daha sonra yazma serüvenine devam ettiği bilinmektedir. Bu eser kendisinden sonra yazılan eserlere ilham vermiştir. "Mesela, Suat Yalaz’ın 'Karaoğlan'ı, Kızıl Tuğ’daki Otsukarcı tiplemesinin bir uyarlamasıdır" (Türkmen 2008). Yazarın romanlarının yanı sıra konusunu tarihten alan çizgi romanları (Cengiz Han’ın Hazineleri, Tibet Canavarı, Altın Saçlı Kız, Kız Kulesi Kahramanı, Hülâgu’nun Gözdesi, Agahan’ın Yüzüğü vb.) ve tiyatro eserleri (Kozanoğlu, Tavşan Başı vb.) de mevcuttur.
Romanlarının dili süslü anlatımdan uzak ve yalındır; ancak zaman zaman özellikle Türklüğü vurgulamak ve yüceltmek amacıyla eski Türkçe kelimelere yer verildiği de görülür. Eserleri millî şuurun oluşmasında ve gençler arasında okuma kültürünün yaygınlaşmasında etkili olsa da kahramanların ve bazı noktaların tarihsel gerçeklikle uyuşmaması, Kozanoğlu’nun sıkça eleştirilmesine neden olur.
Başlıca Romanları
• Kızıltuğ (1927)
• Seyyid Battal (1929)
• Boğaç Han (Tahsin Demiray ile birlikte, 1929)
• Kaniıoğlu Kanturalı (1929)
• Boz Aygırlı (1929)
• Kara Çoban (1929)
• Küçük Korsan (1930)
• Kurtlar (1935)
• Küçük Kahraman (1935)
• Gültekin, Orhun Barkı Kahra¬manı (1936)
• Küçük Uçman (T. Demiray iie birlikte 1936)
• Kuduzlar Kraliçesi (T. Demiray ile birlikte, 1938)
• Kuş Adamın Maceraları (T. Demiray ile birlikte, 1938)
• Atlı Han (1942)
• Kozanoğlu (1943)
• Lâle Devrinde Patronalılar Saltanatı (1943)
• Malkoçoğlu (1943)
• Savcı Bey (1944)
• Kolsuz Kahraman (1945)
• Battal Gazi (1946)
• Türk Korsanları (1948)
• Şeydi Ali Reis (1951)
• Dağlar Delisi (1952)
• Fâtih Feneri (1952)
• Sencivanoğlu (1957)
• Hilâl ve Salip (1961)
• Algaya’nm Ölümü (1962)
• Altın Saçlı Kız (1962)
• Cengiz Han’ın Hazineleri (1962)
• Hülâgû’nun Gözdesi (1962)
• Kız Kulesi Kahra¬manı (1962)
• Tibet Canavarı (1962)
• Ağahan’m Yüzüğü (1963)
• Altın Hançer (1963)
• Boz kurt’un İntikamı (1963)
• Kızıl Kadırga (1963
• Arena Kraliçesi (1964)
• Sarı Benizli Adam (1964)
• Kubllay Han’ın Gelini (1965)
+20
İstatistikleri ve reklamları gör
Gönderiyi Öne Çıkar
0 notes
cinaraslan · 2 years
Text
♾️6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARININ ÜZERİNDEN 67 YIL GEÇTİ...SAHTE BİR HABERLE BAŞLAYAN DÖNEMİN İKTİDARI DEMOKRAT PARTİ TARAFINDAN YAPTIRILAN GAYRİMÜSLİMLERE SALDIRI GERÇEKLEŞTİRİLDİ...OYSA ATAMIZIN EVİ NE BOMBALANDI NE DE TAŞLANDI....ONCA MASUM İNSANLARI ÖLDÜRTMEK NE ACI BİR ŞEY... İNSANLARI BİRBİRİNE KIRDIRMAK ÇOK ETİK OLMAYAN BİR DURUM..MASUM İNSANLARI BİLEREK ÖLDÜRMEK....♾️
Tumblr media
1 note · View note
maho0326 · 3 years
Text
Amerikalı bir fotoğrafçısınız ve öyle bir fotoğraf çekiyorsunuz ki yıllar boyu en çok etkilendiğiniz fotoğraf o oluyor. İşte Joe O’Donnell’in çektiği bu fotoğrafın da onun için tam da böyle bir anlamı var. Nagasaki’de öyle bir fotoğraf çekti ki o fotoğraf onun için hep ayrı bir yere sahip oldu. Ölen kardeşini sırtında taşıyan çocuk fotoğrafının arkasındaki hüzünlü hikaye…
Tumblr media
Ölen kardeşini sırtında taşıyan çocuğun hikayesi
Joe O’Donnell, Amerikan Ordusu tarafından atom bombasının zararlarının belgeleştirilmesi için Japonya’ya gönderilmiş genç bir fotoğrafçıydı. Eylül 1945’ten itibaren 7-8 ay boyunca bomba sonrası Japonya’daki yaralı, ölü ve yetim kalmış birçok insanın fotoğraflarını çekti. Bir fotoğrafçı olarak bazı anlarda duygularını gizlemesi gerekiyordu fakat o bu fotoğrafları çekerken kimi zaman duygularına yenik düşüp çok duygulandığı anlar oldu. Yakınlarının aktardığına göre, bu fotoğraf da çektiği fotoğraflar arasında onu en çok etkileyen fotoğraf oldu. Fotoğraftaki büyük çocuk, sırtında kardeşinin naaşını taşıyarak onu ölülerin yakıldığı alana götürmekle görevliydi. Cesur durmaya çalışıyordu fakat kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu Japon çocuğun.
Yıllar sonra Japon muhabirlere bu fotoğraf hakkında konuşan O’Donnell, onlara şu sözleri aktardı:
“10 yaşlarında yürüyen bir çocuk gördüm. Sırtında bir bebek taşıyordu. Japonya’da o yıllarda çocukların kardeşlerini sırtlarında taşıyarak oyunlar oynamaları çok sık karşılaşılan durumlardandı; fakat bu çocuk kesinlikle farklıydı. Bu çocuğun oraya ciddi bir mesele için geldiğini görebiliyordum. Ayakkabıları yoktu, yüzü kaskatıydı. Bebeğin küçük kafası uyuyormuşçasına sırtında devrilmişti. Çocuk orada 5-10 dakika dikildi.”
“Beyaz maskeli adamlar çocuğa doğru yürüdüler ve usulca bebeği tutan ipleri çözdüler. İşte o an bebeğin ölü olduğunu anladığım andı. Adamlar bebeğin ölü bedenini elleri ve ayaklarından tuttular ve ateşin üstüne koydular. Abisiyse oracıkta kalakaldı ve sadece alevleri izledi. Alt dudağını öyle sıkı ısırıyordu ki dudakları kanamaya başladı. Ateş, güneşin batışı gibi sönmeye başladı ve abisi arkasını dönüp yavaş yavaş oradan uzaklaştı.”
Sadece onun bu sözleri bile savaşın boyutlarının ve o anın korkunçluğunun göstergeleriydi. Küçük kardeşinin ölü bedenini taşıyan bu çocuğun dramının fotoğrafı, savaşın aslında en masumlara bile ne kadar büyük zararlar verdiğini gösteren tarihe kazınmış önemli fotoğraflardan biri olmuştur.
Kaynak: https://indigodergisi.com/2018/05/olen-kardesini-sirtinda-tasiyan-cocuk/
https://youtu.be/dQLo1-_bWl0
youtube
Hiroşima’ya ‘Küçük Çocuk’ düşeli 76, Nazım ‘Kız Çocuğu’nu yazalı 66 yıl oldu
ABD, 76 yıl önce bugün 2’nci Dünya Savaşı sırasında Japonya’nın Hiroşima kentine ‘Küçük Çocuk’ isimli Uranyum 235 tipi atom bombasını attı ve 140 bin insan hayatını kaybetti. Japonya’da ve dünyanın farklı yerlerinde Hiroşima’da hayatını kaybedenler anıldı.
Hiroşima Belediye Başkanı Mayor Kazumi Matsui, Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin de katıldığı anma törenlerinde Japonya hükümetine ve tüm dünya liderlerine nükleer silahların kullanımının sonlandırılması için daha fazla çaba sarfetmeleri çağrısı yaptı.
Matsui okuduğu barış bildirisinde şu ifadeleri kullandı: “Bugün dünyanın her tarafında ben merkezci bir ulusalcılığın yükseldiğini, uluslararası tekelcilik ve rekabet nedeniyle gerilimin arttığını görüyoruz fakat nükleer silahsızlanma konusunda hala gelişme kat edemiyoruz.”
Japonya’da 50 bin ABD askeri bulunuyor ve ABD’nin nükleer koruması altında. Ülke henüz ‘Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması‘nı imzalamadı. Anlaşma kapsamında aralarında Türkiye’nin de olduğu nükleer silah sahibi olmayan 185 ülke bu silahları edinmekten kaçınacaklarına dair söz vermiş, o dönem nükleer silah sahibi olduğu bilinen beş ülke ise – Çin, Fransa, Rusya, Britanya ve ABD – bu ülkelerin nükleer silah edinmelerine yardımcı olmayacaklarına, ve nükleer silahsızlanma amacı doğrultusunda hareket edeceklerine dair söz vermişti.
Tumblr media
Nazım, felaketin sembolü Sadako Sasaki için ‘Kız Çocuğu’nu yazdı
Hiroşima felaketinde hayatını kaybeden masum insanların sembolü haline gelen ve 12 yaşında kanserden hayatını kaybeden Sadako Sasaki öleli ise 66 yıl oldu. Atom bombası atılan Hiroşima’da felaketin insani boyutu bugüne kadar bir çok esere konu oldu.
Usta şair Nazım Hikmet Ran, Hiroşima’ya atom bombası atıldığında sadece iki yaşında olan ve herhangi bir sağlık sorunu yaşamayan, ancak 12 yaşına geldiğinde birden hastalanan ve kan kanseri teşhisi konulan Sadako Sasaki anısına ‘Kız Çocuğu’ adlı şu şiiri yazmıştı.
Tumblr media
Sadako Sasaki, 25 Ekim 1955’te 12 yaşında hayatını kaybetti.
Kapıları çalan benim 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem 
göze görünmez ölüler. 
Hiroşima’da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar. 
Saçlarım tutuştu önce, 
gözlerim yandı kavruldu. 
Bir avuç kül oluverdim, 
külüm havaya savruldu. 
Benim sizden kendim için 
hiçbir şey istediğim yok. 
Şeker bile yiyemez ki 
kâat gibi yanan çocuk. 
Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin 
şeker de yiyebilsinler.
Nazım Hikmet Ran
Kaynak: https://www.diken.com.tr/hirosimaya-kucuk-cocuk-duseli-74-nazim-kiz-cocugunu-yazali-64-yil-oldu/
5 notes · View notes
ramazanserdar · 3 years
Text
KAÇ YIL GEÇTİ (6)…
Susurluk’un iki mahalleye ayrılarak birinin Sultaniye, diğerinin Burhaniye olarak isimlendirilmesinin üzerinden 114 yıl geçti. (3 Mayıs 1907)
Şeker Fabrikamızın açılışını yapan Adnan Menderes’in anı defterine; “Susurluk Şeker Fabrikasının açılış merasiminde bulunmaktan, bu mesud günü yaşamaktan duyduğumuz bahtiyarlık büyükdür. Her bakımdan ileri Türkiyenin ehemmiyetli temel taşlarından biri olan bu güzel eserin başarılmasında bütün emeği geçmiş ve gayret sarfetmiş olanlara hepimizin müteşekkir olmamız lazım gelir. En iyi duygular ve en güzel ümidlerle buradan ayrılmaktayız.” diye yazmasının üzerinden 66 yıl geçti. (28 Eylül 1955)
Bugün terkedilmiş durumda olan Askeriye kışlasının, Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından temellerinin atılmasının üzerinden 107 yıl geçti (1914)
Sayıları yüz altmışı bulan atlı arabacılarımızın sayısının, motorlu araçların çoğalmasıyla doksanlara kadar düşmesi üzerine 24 Haziran gazetesinin “Atlı arabacılar üzgün…” manşeti atmasının üzerinden 45 yıl geçti. (1976)
Bölgemizde tarım, ticaret ve madencilik sektörünün gelişmesine önemli ölçüde katkı sağlayan, Okçugöl ile Susurlukistasyonları arasında 180 metrelik köprüsü de bulunan Susurluk demiryolu hattının faaliyete geçmesinin üzerinden 109 yıl geçti. (16 Ekim 1912)
Sultan Abdülaziz’in annesi Valide Sultan tarafından Aziziye Köyünde cami yaptırılmasının üzerinden 119yıl geçti. (1902)
Trafik Necmi, Ziko İsmail, Kaptan Nejat, Arap Nuri, Kıyık İsmet, Çıkrık Şinasi, Kürt Kazım, Malcılar Salim, Conson İhsan, Beykozlu Cemal, Baba Arif, Adalı Sebahattin’in ayrıca sinema sanatçısı Tamer Güney’in futbol oynadığı Şekerspor’un kurulmasının üzerinden 65 yıl geçti. (1956)
Babaköy, Yıldız, Bozen, Karaköy ve Sülücek köylerinin, İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararıyla haşhaş ekilecek ve afyon sütü toplanacak bölgelere ilave edilmesinin üzerinden 65 yıl geçti. (26 Temmuz 1956)
1951 yılında kurulan Hastane Derneğinin o dönemki başkanı Hüsnü Aykut’un, hastane yapılması için arsalarını bağışlayan Nuri Eroğlu ve Tahir Eroğlu’na bir teşekkür mektubu yazarak “Susurluk Merkezinde inşasına teşebbüs edilen Sağlık Merkezi binasına ait arsayı dernek adına bağışlamanızı, Susurluk Halkı her zaman minnetle anacaktır. Bu vesile ile dernek idare heyeti tarafından verilen size teşekkür kararını duyururum.” demesinin üzerinden 67 yıl geçti. (20 Aralık 1954)
Kaymakam Hüseyin Poroy’un önderliğinde, şehrimizdeki süt üreticilerinin haklarını korumak için “Süt Pazarlama Komisyonu”nun kurulmasının üzerinden 31 yıl geçti. (Mayıs 1990)
Sabahattin Ali’nin “Yeni Dünya” isimli kitabındaki öykülerden birinde, “…Balıkesir’den gelirken Susurluk’ta bir handa kahve içiyorlarmış…” diye yazmasının üzerinden 81 yıl geçti. (1940)
Ramazan S.TOPRAKTEPE
2 notes · View notes
yusufserkan · 5 years
Text
“Lozan Antlaşması, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasal bir zafer oluşturan bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde eşi yoktur… Lozan Antlaşması imza gününün ‘milli bayram' olarak kabul edilmesi uygundur.” (Mustafa Kemal Atatürk, 26 Temmuz 1927)
24 Temmuz 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr Gazetesi. Gazete Lozan Antlaşması'nı şu cümlelerle manşete taşıyor: “Bu gün sulh bayramı, hakiki halas (kurtuluş) ve istiklal bayramıdır.”
Birkaç gün önce Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'li Alinur Aktaş, “30 Ağustos halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir” dedi. AKP'li Başkan'ın tepki çeken bu açıklaması, aslında AKP'nin milli bayramlara bakışını özetliyor. AKP iktidarı 17 yıldır “milli bayramlarla” kavga ediyor. 23 Nisanları, 19 Mayısları, 29 Ekimleri, 30 Ağustosları unutturmak istiyor. Bunun için örneğin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın ve 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nın karşısında önce bir FETÖ projesi olan Kutlu Doğum Haftası ve Türkçe Olimpiyatları, sonra da Kut Zaferi çıkarıldı. Birkaç yıldır da 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın karşısına Malazgirt Meydan Muharebesi çıkarılmak isteniyor. Atatürk Cumhuriyeti'nin milli bayramları unutturulmak istenirken “Yeni Türkiye”nin yeni milli bayramı olarak 15 Temmuz öne çıkarılıyor.
Aslında Cumhuriyet'in milli bayramlarını unutturma işi, kökleri 1950'lere Demokrat Parti (DP) dönemine kadar giden bir iş… Örneğin DP iktidarı, önce Lozan Barış Bayramı'nın (Lozan Günü'nün) karşısına başka bayramlar çıkardı, sonra Lozan Günü'nü tamamen yasaklayarak unutturdu.
İşte Lozan'ın 96. yıl dönümü anısına bu yazımda “Lozan Günü”nün nasıl yasaklanıp nasıl unutturulduğunu anlatacağım.
27 YIL KUTLANAN LOZAN BARIŞ BAYRAMI
İsmet İnönü'nün 24 Temmuz 1923'te imzaladığı Lozan Antlaşması, 1683 Viyana Bozgunu'ndan sonra Batı karşısında sürekli gerileyen ve her bakımdan Batı'ya bağımlı hale gelen Türklerin, sınırları belli bağımsız bir vatana sahip olmalarını sağladı.
Atatürk 26 Temmuz 1927'de Lozan'ın “milli bayram” olarak kutlanmasını istedi: “Lozan Antlaşması, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milletli için siyasal bir zafer oluşturan bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde eşi yoktur. (…) Bu nedenle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasal mücadelelere göğüs vererek sonucu elde etmede büyük bir anlayışlılık göstermiş olan İsmet Paşa'yı yücelterek anmak görevimdir… Lozan Antlaşması imza gününün milli bayram olarak kabul edilmesi uygundur.”
Aslında 24 Temmuz 1923'ten itibaren Lozan, “Sulh (Barış) Bayramı”, “Lozan Günü” olarak kutlanmaya başlandı. Gazeteler Lozan'ı bayram coşkusuyla kutladılar. Örneğin, 24 Temmuz 1923 tarihli Tercümanı Ahval Gazetesi Lozan'ı “Bugün Sulh Bayramıdır” manşetiyle, Tevhid-i Efkar Gazetesi ise “Bugün Sulh Bayramı: Hakiki Halas (Kurtuluş) ve İstiklal Bayramıdır” manşetiyle kutladı.
“Lozan Sulh Bayramı” kutlamaları, 23 ve 24 Temmuz'da iki gün sürerdi. O günlerde devlet kurumlarında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde devlet adamlarının da katıldığı Lozan toplantıları yapılırdı. Her yer tatil edilirdi. Atatürk, İnönü'ye kutlama telgrafları çekerdi. 1930'lardan itibaren Halk Evleri'nde de Lozan coşkusu yaşandı. Bazı Halkevi şubeleri yüzme yarışları düzenledi. Birçok ilde Lozan kutlaması yapıldı. İzmir bayraklarla donatıldı. Gazeteler uzun uzun Lozan'ın öneminden söz etti. Gazetelerde “Lozan” konulu yazılara, şiirlere yer verildi.
Lozan, 1924-1950 arasında, tam 27 yıl, resmen olmasa da fiilen milli bayram olarak kutlandı. 23 Temmuz 1939'da Hatay'ın anavatana katılması ile Hatay'ın kurtuluşu ve Lozan Günü birlikte kutlanmaya başlandı.
İsmet İnönü karşıtlığı Lozan ve Amerikancılık
Atatürk sonrasında CHP'nin başına İsmet İnönü geçti. Artık CHP demek İnönü demekti. Bu nedenle DP, CHP'yi yıpratmak için doğrudan İnönü'yü hedef aldı. DP'liler, İnönü ve ailesiyle ilgili asılsız iddialar ortaya attılar. İnönü'nün camileri ahır yaptığından tutun da Türkiye'yi II. Dünya Savaşı'na sokmayarak “halkın erkekliğini öldürdüğüne”, hatta “asker kaçağı” olduğuna kadar birçok yalan söylediler. İnönü karşıtı DP'nin, İnönü ile özdeşlemiş Lozan'a sahip çıkması kolay olmadı.
1923-1950 arasında 27 yıl Lozan ‘bayram' olarak kutlandı.
Bu nedenle DP önce Lozan-İnönü özdeşliğini yok etmek istedi. DP basını, Lozan'ın, İsmet İnönü'nün değil, Atatürk'ün ve milletin zaferi olduğunu yazdı. Ancak Lozan-İnönü özdeşliği bir türlü bozulmadı. Bunun üzerine DP, İnönü'yle birlikte Lozan'a da savaş açtı. Aslında DP'ye göre de Lozan bir zaferdi. Ancak İnönü karşıtlığı, DP'yi Lozan karşıtlığına savurdu.
Ancak DP'nin Lozan karşıtlığını sadece İnönü karşıtlığıyla açıklamak yanlış olmasa bile eksiktir. Çünkü bilindiği gibi Lozan bir “bağımsızlık” belgesidir. Türkiye Lozan'la tüm bağlarından, zincirlerinden kurtuldu. DP döneminde ise Türkiye NATO'ya üye oldu ve her bakımdan ABD'nin dümen suyuna girdi. İşte Türkiye'nin ABD'ye bağımlı olduğu o günlerde DP, “bağımsızlık belgesi” Lozan'ın yıl dönümlerini “bayram” olarak kutlamaktan vazgeçti.
Alternatif bayram kutlamaları
23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı Hürriyet Bayramı olarak kutlanıyordu. 1923-1950 arasındaki tek parti döneminde de “Hürriyet Bayramı” kutlamaları devam etti.
1950'de iktidara gelen DP, Lozan Barış Bayramı'nın yerine Hürriyet Bayramı'nı kutlamaya başladı. 24 Temmuz 1950'de Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, Hürriyet Abidesi'ne giderek Mahmut Şevket Paşa ile Talat Paşa'nın kabirlerini ziyaret ettiler. DP İstanbul İl İdare Kurulu da Hürriyet Bayramı nedeniyle Hürriyet Tepesi'nde bir tören düzenledi.
DP iktidara gelir gelmez Lozan Günü kutlamalarına son verdi.
1951'den sonra Lozan'ın yıl dönümlerinde basında çıkan Lozan yazıları da azalmaya başladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki Lozan toplantısı ise yapılmadı.
1952'den itibaren Lozan'ın yıl dönümlerinde Lozan eleştirileri başladı. Örneğin DP'nin Zafer Gazetesi, “Lozan ruhunu koruyalım” diyen Ulus Gazetesi'ni şöyle eleştirdi: “Tuz ruhu, nane ruhu, limon ruhu bilirdik, ama demek ki bir de Lozan ruhu varmış! Lozan ruhu bozuldu mu ki muhafaza edelim diye kıvranıyorlar?”
1953'ten itibaren Lozan'ın yıl dönümlerinde basın Lozan'dan değil, aynı tarihe denk gelen II. Meşrutiyet'in ilanından söz etmeye başladı. İttihat ve Terakki mensuplarına yöneltilen suçlamalara cevaplar verildi. DP iktidarı, Cumhuriyeti kuranları değil, meşrutiyeti ilan edenleri (İttihatçıları) anmaya başladı.
1950'lerde Lozan Günü kutlamaları yerine, Hürriyet Bayramı törenleri gazete sayfalarını süsledi.
DP iktidarı Lozan'ı unutturmak için sadece 23 Temmuz Hürriyet Bayramı'nı değil, 23 Temmuz Hatay'ın kurtuluş gününü, 24 Temmuz basında sansürün kaldırılmasının yıl dönümünü ve muharipler gününü öne çıkarmaya çalıştı.
DP bu alternatif kutlamalarla Lozan'ı gölgelemek istedi.
Lozan Günü'nün yasaklanması
Lozan Günü 1930'larda Halk Evleri'nde de coşkuyla kutlanırdı.
Ulus, 25 Temmuz 1939.
1955'ten itibaren DP iktidarı, “Lozan Barış Bayramı”, “Lozan Günü” kutlamalarını yasakladı.
1955'te CHP'nin İstanbul Üsküdar'da ve İzmir'de Lozan Günü'nü kutlamasına izin verilmedi. Yasak gerekçesinde “Lozan zaferi milletin malıdır, CHP'nin kutlaması doğru değildir” denildi.
1956'da Kıbrıs sorunu nedeniyle Lozan mecburen gündeme geldi. Çünkü o günlerde Lozan'a aykırı olarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasından söz ediliyordu. Eğer Kıbrıs, Lozan'a aykırı olarak Yunanistan'a bırakılırsa Türkiye de Batı Trakya ve 12 Adalar konusunu tartışmaya açabilirdi. Böylece siyasi gelişmeler DP iktidarına, unutturmak istediği Lozan'ı hatırlattı. Ancak DP'nin Lozan'ı hatırlamaya hiç
niyeti yoktu.
1957'de DP, Lozan Günü'nü yine kutlamadı ve kutlatmadı.
1958'de CHP Beşiktaş İlçe Teşkilatı Lozan Günü'nü kutlamak istedi. Valilik, “Millete mal olmuş bir zaferin bir parti tarafından kutlanmasının doğru olmadığı” gerekçesiyle CHP'nin Lozan Günü'nü kutlamasına yine izin vermedi.
1959'da DP, Lozan Günü'nü yine kutlamadı, kutlamak isteyenlere de izin vermedi. CHP İzmir Eşrefpaşa İlçe Teşkilatı'nın Lozan Günü'nü kutlama isteği İzmir Valiliği'nce reddedildi. Bunun üzerine CHP Genel Başkanı İsmet İnönü şöyle bir açıklama yaptı: “Yani İzmir Valisi, Lozan gibi bir tarihi hadiseden bahsedilmesini kabul etmiyor! Ne anlayıştır bu! Ne haktır?”
İzmir'de Lozan Günü kutlamalarına izin verilmemesini Demokrat İzmir Gazetesi de şöyle eleştirdi: “Lozan'ı anmayı unutursak, İsmet Paşa'yı değil, fakat Türk milletinin bizzat kendisini küçük düşürmüş oluruz. (…) Unutmayalım ki, şu dünyada, emirle, fermanla yaptırılamayacak sayılı işlerin belki en başlarında şu da vardır: Bir millete kendi şereflerini, kendi zaferlerini unutturmak…”
DP, 1950'lerde Lozan Günü'nü yasaklayıp unutturmaya çalışsa da İsmet İnönü, Lozan'ın her yıl dönümünde gazetelere demeçler verdi, gençlerle buluştu, Lozan'ı anlattı. İnönü, Lozan kutlamalarından birinde aynen şöyle dedi: “Altıyüz milyonluk Çin ülkesine kadar, bütün Şark'tan kapitülasyonların kalkabileceğini Türkler Lozan'da ispat etmiştir”.
Günümüzde Lozan Günü, İnönü Vakfı
tarafından Heybeliada'da her yıl
kutlanmaya devam etmektedir.
Özetlersek; bizzat Atatürk, Lozan'ın “milli bayram” olmasını istedi. Lozan'ın yıl dönümleri 1923-1950 arasında, tam 27 yıl “Lozan Barış Bayramı (Lozan Günü)” olarak kutlandı. 1950-1960 arasında DP döneminde Lozan Günü kutlanmadı, hatta yasaklandı ve Lozan unutturulmak istendi. Ancak 1959'da Demokrat İzmir Gazetesi'nde denildiği gibi emirle, fermanla bir millete kendi şerefini, kendi zaferini unutturmak mümkün değildir.
24 Temmuz Lozan Barış Bayramı, Lozan Günü kutlu olsun.
3 notes · View notes
tarik-bahadir-61 · 2 years
Text
Tumblr media
ALPER TUNGA UYTUN’U ŞEHİT EDİLİŞİNİN 43. YIL DÖNÜMÜNDE RAHMETLE, ÖZLEMLE, SAYGIYLA, MİNNETLE, ÖZLEMLE, ŞÜKRANLA ANIYORUZ. RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN! 1955-13 NİSAN 1979
Tunceli'nin Çemişkezek kazasından olup 24 yaşındaydı. Ailece İstanbul - Erenköy'de oturuyordu. İstanbul Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi'nin son sınıfında okuyordu. Okulun Öğrenci Derneği'nin başkanıydı. Olay günü, arkadaşlarıyla birlikte Cuma namazını kılmak için gittikleri okul yakınındaki bir camii'den çıkarlarken; camii önünde bekleyen bir grup komünist militanın saldırısına uğradılar. Üç yerinden bıçaklanarak ağır yaralandı. Hastaneye kaldırıldıysa da kurtarılamayarak şehit oldu... Cenazesi, İstanbul Çengelköy Mezarlığı'na defnedildi. Yaralandıktan sonra camiden çıkan ve olayı tepkisiz seyreden cemaate hitaben söylediği; ''Bir Müslümana saldırılıyor, hiçbiriniz müdahale etmiyorsunuz! Bu böyle giderse, korkarım sizler de aynı akıbete uğrarsınız.'' sözü gerçekleşmiş ve cemaatten birçok insan daha sonra komünistlerin saldırılarına uğramışlardır.
Çağımıza ışık tutan Alper Tunga UYTUN destanı için söylenebilecek ve şehidimizin aziz hatırasına saygı ile ithaf edilecek birkaç cümleyi ifade etmek gerekirse tarihe altın harflerle geçen Ülkücü Şehitlerin destansı mücadelesini bilmek yeterli olacaktır. Çağımızın Ergenekon'u sayılabilen kısa ve etkin bir dönem yaşanmıştı. Bu dönemde Türklük Gurur ve Şuuru ile İslam Ahlak ve faziletlerine bezenmiş bir avuç ocaklı Türk Milleti‘nin var olma mücadelesini vermişlerdir. Gönüllerinde Allah C.C‘nin rızasını kazanmaktan başka hiçbir endişeye yer vermeyen bu iman erleri binlerce şehide on binlerce gaziye ve mağdura rağmen sadece ve sadece Ülkülerinin gereğini yapmışlardır. Alper Tunga UYTUN da bu Ülkü Devlerinden biridir.
Şehidimiz Alper Tunga Uytun, Cuma namazı çıkışı uğradığı hain saldırıya tepkisiz kalan cemaate söylemiş olduğu "Bugün bir Müslümana saldırıyorlar ve hiçbirinizin sesi çıkmıyor yarın aynı akıbete sizlerde maruz kalabilirsiniz" sözleri daha sonraki dönemlerde aynı cemaatten insanların saldırılara uğramasıyla doğruluk bulmuştu. Atsız Hocanın deyişiyle "Er kişiysen görevin neyse başar, zevke, eğlenceye hayvanda koşar" mısralarında ifade bulduğu gibi Alper Tunga Uytun yaşıtları oyunda oynaşta olduğu ve Türk Milleti'nin namusunun tehlikeye girdiği bu dönemde vatan, bayrak ve din için canını seve seve feda edebilmişti…
"Allah yolunda savaşanları ölüler sanmayınız lakin onlar diridirler; sizin bilmediğiniz bir şekilde yaşarlar" ayette ifade edildiği gibi bugün vatanlı ve devletli bir şekilde yaşayabiliyor isek bunları Şehit yaşayanlar ile yaşayan Şehitlere borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Onların yolunu rehber bilip aydınlattıkları ışıkta onlara yaraşır Ülkücüler olarak kutlu yarınlara ulaşabiliriz.
0 notes
modafm · 5 years
Quote
Fok balıkları 64 yıl sonra geri döndü Ünye'de son kez 1955 yılında görülen fok balıkları aradan geçen 64 yılın ardından yeniden görüldü. http://www.modafm.com.tr/k37-gundem/h4242-fok-baliklari-64-yil-sonra-geri-dondu.html
Tumblr media
0 notes
Text
New Post has been published on Eskişehir Medyası | Eskişehir Yerel Haber ve Emlak Portalı
New Post has been published on http://www.eskisehirmedyasi.com/dunya/uzayda-yuruyus-yapan-ilk-insan-leonovun-52-yil-sonra-anlattigi-detaylar/
"Uzayda yürüyüş yapan ilk insan" Leonov'un 52 yıl sonra anlattığı detaylar!
“Uzayda yürüyüş yapan ilk insan” Leonov’un 52 yıl sonra anlattığı detaylar! Alexei Leonov, 30 Mayıs 1934 tarihinde Rusya, Bada’da dünyaya geldi. 1936 yılında ailesiyle birlikte Kalinigrad’a taşındı. 1953 yılında lise eğitimini tamamladı. Leonov ailesinin 9. çocuğu olan Alexei, erken yaştan beri sanat ve havacılığa ilgi duyuyordu.Bir havacılık teknisyeni olan ağabeyi sayesinde de aero motorları, uçak yapımı ve hatta uçuş teorileri hakkında bilgiler öğrendi. 1955-57 yılları arasında Ukrayna’da savaş pilotları için eğitim veren bir yüksek ihtisas okulunda okudu. Çok yetenekli bir pilottu. 1960 yılında ise Sovyet Hava Kuvvetleri, ordusundaki askerler arasından bir kozmonot grubu oluşturuldu. Seçilenlerden biri olan Alexei Leonov, 18 Mart 1965 yılında uzaya giderek 10 dakika süren uzay yürüyüşü ile “uzayda yürüyüş yapan ilk insan” ünvanını aldı.
Ünlü astronot aradan 52 yıl geçmesine rağmen yaşadıklarını detayları ile hatırlıyor ve şu sözlerle anlatıyor:
“Dışarı adım attım. Tutundum. Şu an hatırlamıyorum ama kayıtlara geçmiş ağzımdan ilk çıkan laf “Sonuçta Dünya yuvarlaktır!” olmuş. Sonrası sessizlik. Kalbimin atışlarını duyabiliyordum. Bir de ağır nefes alış verişlerimi. Başka da bir şey yok.
Burada bir sorun çıkıyor. Parmaklarım eldivenin ucuna dokunmuyor. Ayaklarım serbestçe sallanıyor. Nasıl geri döneceğimi düşünüyorum. Sonra anlıyorum ki tek yol basıncı düşürmek. Basıncı 0.27 ile hafiflettim ve kendimi azotun kanda kaynadığı noktaya getirdiğimi farkettim.
En büyük izlenimim ise şunlar: evren, zaman, uzayda sonsuzluk, çok kara gökyüzü hatta kömür gibi siyah, parlak, titrek yıldızlar ve birçoğu. Ve filmde söyledikleri gibi “Sonra tamamen sessizlik!”
Leonov uzayda yürüyüş yapan ilk insan olmasının yanı sıra uzayda uzayda ortaya koyduğu sanat eseriyle bu alanda da “ilk” olmayı başarmıştır.
Kaynak: http://bit.ly/2t8JlAc
0 notes
haytaogluyunus · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA
BUGÜN 29 MART (1966)
TÜRK TARHİNİN ROMANCISI
ABDULLAH ZİYA KOZANOĞLU’NUN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM
HAYATI:
Abdullah Ziya Kozanoğlu
(d. 16 Ocak 1906 / ö. 29 Mart 1966)
Yazar, Mimar, Müteahhit, Ressam, Gazeteci
İstanbul’un Beşiktaş semtinde dünyaya geldi. İlköğrenimini 1916'da Nişantaşı İttihat ve Terakki Mektebi'nde, ortaöğrenimini ise 1919’da Beşiktaş Genç Osman Paşa Ortaokulu'nda tamamladı. 1922'de Kabataş Lisesi'nden mezun olan yazar, daha sonra Yüksek Mühendis Mektebi'ne (Mühendis Mekteb-i Âlisi) girdi; ancak buradan mezun olamadan ayrılmak zorunda kaldı (Angın 2017). Mühendis Mekteb-i Âlisi'nden mezun olamadan ayrılma gerekçesi, burada öğrenimine devam ederken meydana gelen bir öğrenci ayaklanmasıdır. Abdullah Ziya Kozanoğlu, yükseköğrenimi sırasında yüksekokullar talebe birliğinin kurulması için mücadele etti. Bu mücadele esnasında gelişen bir vapur kaçırma olayı dolayısıyla okulundan ayrılmak zorunda kaldı. Mühendis Mektebi'nden ayrılmasının ardından Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'ne kaydoldu. Bu okulu başarı ile bitirerek 1929'da mezun oldu ükseköğrenimini kısa bir sürede başarıyla tamamlayan Kozanoğlu, Avrupa’ya giderek eğitimine burada devam etmek istedi. Ancak bu isteğini gerçekleştiremedi. Çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Adana Belediyesi Fen İşlerinde müdürlük, Maarif Vekâletinde kontrol şefliği görevlerinde bulundu.
Spora ve sanata ilgili olan Kozanoğlu, 1942-1950 ve 1952-1955 yılları arasında Beşiktaş Jimnastik Kulübünün başkanlığını yaptı. Ardından bir arkadaşının tavsiyesi ile Arena Tiyatrosunun kurulmasını sağladı (Kaya 2010). Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğrenci iken dünyaca ünlü İsveç asıllı mimar Arnold Ernst Egli’den ders aldı. Sonraki yıllarda bu kişiden saygıyla bahsetti. Kozanoğlu, ayrıca bitirme projesi olarak Güzel Sanatlar Akademisi binasını tasarladı.
Kozanoğlu’nun Adana’da görev yaptığı dönemde verdiği mimari eserler arasında Adana Gazi Anıtı; Salihli, Manisa, Akhisar yatı mektepleri ile Akhisar Ortaokulu gibi çalışmalar yer alır (Angın 2017). Diğer önemli eserleri arasında Adana’da Kimyager Ali Rıza Bey Evi, Adana’da Foto Coşkun fotoğrafhanesi iç mekân düzenlemesi, Adana Şehir Stadyumu, Ziraat Haşarat Laboratuvarı, Adana Çınarlı İlkokulu sınıf ilavesi, Adana’da kira evi, İstanbul’da Son Posta Matbaası binası, Adana Erkek Muallim Mektebi tadil inşaatı ve cephe tasarımı, Adana Gazi Abidesi, Moda’da villa projesi sayılabilir. Taslak hâlinde olup yapılmamış projeleri de bulunan Kozanoğlu, bir süre sonra mimarlığı bırakıp müteahhitliğe yönelir. Mimari alanda ileri sürdüğü en önemli fikir, "Cumhuriyet Konutu" projesidir Kozanoğlu edebiyat dünyasına on dört yaşında iken Bizim Mecmua adlı dergide yayımlanan "Şairle Ekmekçi" adlı şiirle girdi. Mühendis Mekteb-i Âlisi'ndeki öğrencilik yıllarında Resimli Mecmua adı dergide dergi ressamı olarak çalıştığı dönemlerde ilk tarihî romanı olan Kızıl Tuğ’u kaleme aldı (Kaya 2010). Kozanoğlu’nun yazdığı tarihî romanlar çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinin en fazla okunan ve aynı zamanda en fazla basılan eserleri arasındadır. Abdullah Ziya Kozanoğlu, yazdığı romanların sinemaya ve çizgi romana aktarılması için de gayret gösterdi. Senaryoları ve uyarlamaları bizzat kendisi yaptı. Bu yönüyle Türkiye’nin ilk çizgi roman yazarları arasında yer aldı.
Türk sinema tarihinde Cüneyt Arkın ile birlikte birer kült hâline gelen Malkoçoğlu ve Battal Gazi sinema filmleri, Kozanoğlu’nun eserlerinden ilham alınarak hazırlandı (Tolu 2011). Pek çok çalışmaya imza atan, farklı mecralarda ürün veren yazar, ardında gerek edebî gerekse mimari pek çok eser bıraktı.
Abdullah Ziya Kozanoğlu, tarihî roman yazarlığı ile öne çıkar. Roman, Abdullah Ziya için bir araç olup, yazarın esas amacı, eserleriyle Türk insanına millî şuuru aşılamaktır. Yazarın roman kahramanları, bu nedenle millî özellikler ile doludur. Kendi millî kimliklerini her şeyin üzerinde tutan kahramanlar, güzel vasıflarla ve doğruluk, yardımseverlik, dürüstlük vb. gibi erdemlerle donatılmışlar, halka hizmet etmek için çalışmaktadırlar, bir diğer deyişle âdeta hayatlarını millete hizmete vakfetmişlerdir (Metin 2007). Ulusalcı bir yazar olan Kozanoğlu, 1930’larda oluşturulan ve Türklerin Osmanlı ve Selçuklu’dan önceki Orta Asya kökenine işaret eden Türk Tarih Tezi gündeme henüz gelmeden önce, Orta Asya’dan Avrupa’ya uzanan bir tarih hayalini popüler roman diliyle canlandırmıştır. Bu anlayışın, yazarın eserlerindeki mekân ve kahramanları olduğu kadar konu seçimini de etkilediği görülmektedir. Kozanoğlu, Cumhuriyet’in ve inkılâpların iyi bir savunucusu olmakla birlikte, ümmet anlayışından millet anlayışına geçmeye çalışan topluma eserleri ile millet olma şuurunu aşılamaya çalışmaktadır (Angın 2017). Eserlerinden hareketle Osmanlı Devleti'ni ve onun mirasını reddeden Kozanoğlu, bazı tarihsel gerçekleri çarpıtması ya da olduğundan farklı göstermeye çalışmasından ötürü edebiyat ve sanat camiasından çok eleştiri toplamıştır.
Kozanoğlu’nun, rejimin âdeta bir misyoneri olarak benimsediği ulusçu yaklaşım, laiklik ilkesi ve Osmanlı’yı redd-i miras anlayışı, romanlarını olduğu gibi mimarlık yazılarını da şekillendirmektedir (Angın 2017). Kozanoğlu’nun, eserlerinde inkılapları benimsediği ve bunları halka da aşılamaya çalıştığı görülür. Ümmet anlayışının yaygın olduğu topluma millet bilincinin aşılanması için kendi ırkının üstünlüğünü özellikle vurgular. Kozanoğlu için Türklük ve Türk kültürü yüce bir değerdir. Türk birliği ve Türk'ün yüceltilmesi için çalışılmalıdır. Romanları konu, kahramanlar, dil ve anlatım bakımından hep Türk kültürü ve tarihi ile ilişkilidir. Birçok romanında özellikle de Kızıl Tuğ’da Türklüğü övmek adına Arapların yerildiği ve aynı eserin bazı yerlerde de İslam’a “Arapların dini'” gözüyle bakıldığı görülür. Kahramanları sonradan Müslüman olmuş tipler ise Türklüğünü unuttuğu için kötü olarak kabul edilir (Kaya 2010). Kozanoğlu’nun romanları pek çok araştırmacıya göre estetik kaygıdan uzak, popüler eserlerdir. Özellikle şahsi ideolojisinin ön planda olması, bu anlayışı doğrular niteliktedir. Eserlerinde sık sık tarihî şahsiyetlerin isimlerinin geçtiği, hatta bazılarında kahramanların gerçek birer tarihî şahsiyet olduğu görülür. Dolayısıyla Kozanoğlu’nun eserlerinde kahramanlar, gerçek ve kurmaca olmak üzere ikiye ayrılabilir. Benzer şekilde konu seçiminde de yazarın bazı eserlerinde gerçek olaylardan esinlendiği anlaşılmaktadır.
Kozanoğlu’nun Patronalılar adlı eseri, konusunu tarihteki Patrona Halil İsyanından alır. Yazar, bu eseri ile Lale Devrindeki Osmanlı Devletinin -yönetici ve halk boyutuyla- bir portresini çizmeye çalışır. Fatih Feneri'nde; bir korsanın, Bizans tarafından öldürülen babasının kılığına girerek, İstanbul’un fethi için mücadele etmesi anlatılır. Hilal ve Haç, konusunu tarihten -Üçüncü Haçlı Seferinden- alan bir başka tarihî romandır. Kızıl Kadırga'da, Osmanlı donanmasının kontrolündeki Akdeniz’de hüküm sürmeye çalışan Kızıl Kadırga adlı korsan gemisinin yok edilmesi ve Kıbrıs’ın fethi, İnebahtı Deniz Savaşı gibi tarihî hadiseler anlatılmaktadır. Arena Kraliçesi'nin konusu Orta Asya'da yaşanan maceralara dayanır. Yazarın radyofonik olarak yazılan romanı Kubilay Han'ın Gelini, Kubilay Han ile Timur Barak Han arasında geçen olaylardan oluşur.
Yazarın, en fazla okunan eserlerinden biri olan Kızıl Tuğ adlı romanını, Resimli Mecmua'da yayımlanan bir resmi ile alay eden yazarlara kızarak kaleme aldığı, daha sonra yazma serüvenine devam ettiği bilinmektedir. Bu eser kendisinden sonra yazılan eserlere ilham vermiştir. "Mesela, Suat Yalaz’ın 'Karaoğlan'ı, Kızıl Tuğ’daki Otsukarcı tiplemesinin bir uyarlamasıdır" (Türkmen 2008). Yazarın romanlarının yanı sıra konusunu tarihten alan çizgi romanları (Cengiz Han’ın Hazineleri, Tibet Canavarı, Altın Saçlı Kız, Kız Kulesi Kahramanı, Hülâgu’nun Gözdesi, Agahan’ın Yüzüğü vb.) ve tiyatro eserleri (Kozanoğlu, Tavşan Başı vb.) de mevcuttur.
Romanlarının dili süslü anlatımdan uzak ve yalındır; ancak zaman zaman özellikle Türklüğü vurgulamak ve yüceltmek amacıyla eski Türkçe kelimelere yer verildiği de görülür. Eserleri millî şuurun oluşmasında ve gençler arasında okuma kültürünün yaygınlaşmasında etkili olsa da kahramanların ve bazı noktaların tarihsel gerçeklikle uyuşmaması, Kozanoğlu’nun sıkça eleştirilmesine neden olur.
Başlıca Romanları
• Kızıltuğ (1927)
• Seyyid Battal (1929)
• Boğaç Han (Tahsin Demiray ile birlikte, 1929)
• Kaniıoğlu Kanturalı (1929)
• Boz Aygırlı (1929)
• Kara Çoban (1929)
• Küçük Korsan (1930)
• Kurtlar (1935)
• Küçük Kahraman (1935)
• Gültekin, Orhun Barkı Kahra¬manı (1936)
• Küçük Uçman (T. Demiray iie birlikte 1936)
• Kuduzlar Kraliçesi (T. Demiray ile birlikte, 1938)
• Kuş Adamın Maceraları (T. Demiray ile birlikte, 1938)
• Atlı Han (1942)
• Kozanoğlu (1943)
• Lâle Devrinde Patronalılar Saltanatı (1943)
• Malkoçoğlu (1943)
• Savcı Bey (1944)
• Kolsuz Kahraman (1945)
• Battal Gazi (1946)
• Türk Korsanları (1948)
• Şeydi Ali Reis (1951)
• Dağlar Delisi (1952)
• Fâtih Feneri (1952)
• Sencivanoğlu (1957)
• Hilâl ve Salip (1961)
• Algaya’nm Ölümü (1962)
• Altın Saçlı Kız (1962)
• Cengiz Han’ın Hazineleri (1962)
• Hülâgû’nun Gözdesi (1962)
• Kız Kulesi Kahra¬manı (1962)
• Tibet Canavarı (1962)
• Ağahan’m Yüzüğü (1963)
• Altın Hançer (1963)
• Boz kurt’un İntikamı (1963)
• Kızıl Kadırga (1963
• Arena Kraliçesi (1964)
• Sarı Benizli Adam (1964)
• Kubllay Han’ın Gelini (1965)
Tüm ifadeler:
8İsmail Hakkı Asiltürk, Kenan Seçen ve 6 diğer kişi
0 notes
sfizle-blog · 10 years
Text
Yönetmen: Ralph Thomas Oyuncular: John Mills,John Gregson,Donald Sinden,James Robertson Justice,Michael Medwin,James Kenney,O.E. Hasse,Lee Patterson,William Russell,Theodore Bikel,Harry Towb,Cyril Chamberlain,Tony Wager,Leslie Weston,Lyndon Brook Türler: Dram,Savaş Kraliyet deniz kuvvetleri konoya yapilan surekli ataklarla ilgili olarak Alman deniz altilairndan gelen yardimi kaldirmaya calismaktadir. Hatali bilgilere ragmen Kumandar Fraser minyatur denizaltilarla Tirpiz’e atak baslatmak icin gerekli izin ve planlari arastirmaktadir …
Above Us the Waves – (1955) izle Yönetmen: Ralph ThomasOyuncular: John Mills,John Gregson,Donald Sinden,James Robertson Justice,Michael Medwin,James Kenney,O.E. Hasse,Lee Patterson,William Russell,Theodore Bikel,Harry Towb,Cyril Chamberlain,Tony Wager,Leslie Weston,Lyndon Brook…
0 notes
haytaogluyunus · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
ANMA:
12 MART (1997) BUGÜN
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN BÜYÜK İSİMLERİNDEN, DAVASI İÇİN
KENDİNİ UNUTAN ADAM
GALİP ERDEM'İN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. ESERLERİNİ, YAZILARINI ZEVKLE OKUDUĞUM GALİP AĞABEYİME ALLAH'TAN RAHMET DİLİYOR, SAYGIYLA ANIYORUM.
HAYATINI ANLATAN YAZI AŞAĞIDA
GALİP ERDEM
(d.10 Mart 1930, Fındıklı, Rize) – (ö.12 Mart 1997),
TÜRK MİLLİYETÇİSİ-YAZAR
Galip Erdem, Fındıklı ilçesinde "Ofluoğlu", adı ile tanınan bir aileye mensuptur. Babası, Rasim Bey, annesi ise Zekiye Hanımdır. Ailenin tek çocuğu olan Galip Erdem, İlkokulu Fındıklı 11 Mart ilkokulunda bitirdi. Babasının memuriyeti dolayısıyla, ortaokulu Bitlis ve Siirt gibi farklı illerde tamamladı. Babası Rasim Erdem Narman nahiye müdürlüğüne tâyin edilince, Galip Erdem de Erzurum da lise tahsiline başladı ve 1949 yılında bu liseden mezun oldu.
8 Kasım 1951'de yedeksubay olarak askerlik görevine başlayan Galip Erdem, 31 Ekim 1952'de teğmen rütbesiyle bu görevini tamamladı. 27 Nisan 1953 tarihinde PTT Genel Müdürlüğü Ankara Yenişehir Merkezi'nde ilk memuriyetine adımını atan Erdem, 7 Temmuz 1954 tarihinde memuriyetten istifa etti ve Maliye Bakanlığı Milli Emlâk Genel Müdürlüğünde tekrar memuriyete başladı. 6 Ocak 1955 tarihinde bu görevinden de ayrıldı ve daha sonra da İETT idaresinde takip memuru olarak işe başladı. Ertesi yıl bu görevinden de ayrılarak GlMA TAŞ'ne girdi. Buradaki çalışması da 16 ay kadar sürdü. Bu arada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
Galip Erdem, Demokrat Parti'nin son dönemlerinde, 23 Kasım 1959'da Bayındırlık Bakanlığı'nda kısa süre Tevfik İleri'nin müşavirliğini yaptı.
1 Ağustos 1961'de Tercüman Gazetesi 'inde "Tercüman" imzasıyla ilk fıkrasını yazdı. 1 Ocak.1962'de Yeni İstanbul Gazetesinde fıkra yazarlığına devam etti.
10 Mart 1965'te günlük siyasi Zafer Gazetesinde fıkra yazarlığını devam ettiren Galip Erdem, daha sonra Sabah Gazetesi 'nde yazmaya başladı.
1 Temmuz 1966 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Müdürlüğü'ne müşavir oldu, 2 Nisan 1969 tarihinde tekrar fıkra yazarlığına başladı ve "Bizim Anadolu" Gazetesindeki bu çalışması, 31 Aralık 1969'a kadar devam etti.
Şubat 1971'de MHP fikriyatını savunacak yeni bir gazetenin finansmanına destek temini çalışmalarında bulunmak üzere Almanya'ya gitti. Bu vesile ile Almanya'nın birçok kentinde yapılan toplantılarda konferanslar verdi. 12 Mart 1971 muhtırası ile birlikte çalışmalarını yarıda bırakan ekiple Türkiye'ye dönen Galip Erdem, Devlet (Dergi) 'sinde bu seyahate ait notlarını "Biz Evropadayken" başlığı altında dizi halinde yayınladı.
Galip Erdem, 31 Aralık 1969'da Başbakanlık Plân ve Prensipler Dairesinde danışman olarak başladığı görevini istifaen ayrıldığı 30 Haziran 1973 tarihine kadar sürdürdü.
Galip Erdem, 1 Şubat 1974 te Ortadoğu Gazetesi 'nde tekrar fıkra yazarlığına başladı. 10 Eylül 1975'te Başbakanlık Müşaviri oldu ve 22 Temmuz 1981 tarihinde Turizm ve Tanıtma Bakanlığı nda Genel Müdürlük Müşavirliği görevi sırasında emekli oldu ve serbest avukatlığa başladı. Mamak'ta görülmekte olan ünlü MHP ve TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ Kuruluşlar Dâvasının avukatlığını üstlendi.
1987'de Meray'da (Merzifon Yağlı Tohumlar A.Ş) yönetim kurulu üyeliği, Konya Şeker Fabrikasında denetçilik görevinde bulundu. 1987 yılında Sosyal Güvenlik Eğitim Vakfı Başkanlığı görevinde bulundu.
15 Ağustos 1989'da Namık Kemal Zeybek 'in bakanlığı döneminde Kültür Bakanlığı APK Başkanlığı'nda uzman olarak görev yaptı. 12 Mart 1997'de Çarşamba gecesi saat 22.10 da Ankara Gazi Hastahanesi'nde vefat etti. Cenazesi Cebeci Asri Mezarlığına defnedildi.
• Galip Erdem 1966'da evlendi ve 1974'te boşandı. Galip Erdem'in bu evlilikten 1969 doğumlu Bilge Erdem adında bir kızı vardır.
• Galip Erdem, Karakedi (1950). Tercüman (1960). Ölçü (1960) Son Havadis (1961), Yeni İstanbul (1962-1963). Düşünen Adam (1962) Sabah (1965), Zafer (1966), Devlet (Dergi) (1969), Töre (1971), Bozkurt (1974), Ortadoğu/(1974), Her gün (1978), Ocak (1978), Yeni Sözcü (1981), Bakış (1981), gazete ve dergilerinde köşe yazıları, fıkra ve makaleler kaleme aldı.
• Milliyetçi Hareket Partisi doğrultusunda yayın yapacak bir gazeteye finansman sağlamak için; Hasan Sami Bolak, İbrahim Metin ve Nihat Yazar'dan oluşan ekibin başında, Şubat 1971'de Batı Almanya'ya gitti. 12 Mart muhtırası üzerine,4 aylık bu programı tamamlayamadan dönen ekip, yeterli finansmanı sağlayamadığından MHP adına müstakil bir gazetenin yayınlanması fikri de suya düşmüş oldu.
• 1958-1960 yıllarındaki Türk Ocakları Merkez Heyetinin yayın organı Türk Yurdu Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü görevinde bulundu.
• 6 - 7 Eylül olayları (1955) sırasında, Topkapı - Çapa dolmuşunda iken sebepsiz yere içindekilerle birlikte Emniyet Müdürlüğü'ne getirilen Galip Erdem, 45 gün Selimiye Kışlası 'nda gözaltında tutuldu ve daha, sonra suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakıldı. Bu süre içerisinde 54 kilodan 39 kiloya düştü..
Galip Erdem'in ilk yazısı "Beşsanat" adlı bir dergide yayınlandı. 1948 de yayınlanan şiirinin adı ise "Bayrak" tır.
• TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ nün Çilesi (1975)
• Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar (1975)
• Suçlamalar (iki cilt) (1975-1976) Mektuplar (1984)
• Galip Erdem'in kitap haline gelmemiş yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanmamış elliye yakın şiiri vardır.
• Galip Erdem'in yazılarında kullandığı takma adların bazıları: Bilge Erdem, İlteriş Metin, Elif Bilge, Murat Bilge, Mehmet Rasim, Aptali.
0 notes
haytaogluyunus · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA:
BÜYÜK TÜRK MİLLİYETÇİSİ
AZERBAYCAN TÜRK CUMHURİYETİNİN
KURUCUSU VE CUMHURBAŞKANI
MEHMET EMİN RESULZADE'NİN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ SEBEBİYLE ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUM.
SAYGIYLA ANIYORUM...
TEŞEKKÜR:PAYLAŞTIĞIM MEZAR RESİMLERİ: DEĞERLİ AĞBEYİM
Mehmet Emin Resulzâde, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olmakla beraber Müsavat Partisi'nin ilk lideri.
Doğum tarihi: 31 Ocak 1884, Novxanı, Azerbaycan
Ölüm tarihi ve yeri: 6 Mart 1955, Ankara
Defin tarihi ve yeri: Cebeci Asri Mezarlığı, Ankara
0 notes
haytaogluyunus · 4 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 26 ŞUBAT(1994)
OSMANCIK, KÜÇÜK AĞA, ROMANLARIN YAZARI
TARIK BUĞRA'NIN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
HAYATIMDA ESERLERİ İLE ÖNEMLİ YERİ OLAN BÜYÜK EDEBİYATÇI YAZAR TARIK BUĞRA'YI RAHMETLE ANIYORUM.
ESERLERİNİN TÜRK OKUNMASI DİLEĞİ İLE..
TARIK BUĞRA 1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de Ağır Ceza Reisi olarak bulunan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehir Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir de , sanat yaşamına nüfuz etti ve eserlerinin çoğunda mekân olarak bu şehri tercih etti.
İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933’de ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. “Tarık Nazım” takma ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra Hukuk Fakültesi'ne geçti.bir Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.
1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, “Akümülatörlü Radyo” adlı piyes idi. Şehir Tiyatroları tarafından eser çevrilince onu roman haline getirmiş; böylece ilk romanı “Yalnızlar” ortaya çıkmıştı.
Askerliği bittikten sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliğinde bulundu. 1948'de yazdığı “Oğlumuz” adlı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan “Oğlumuz”'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, “Sanat Hareketleri” başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.
1949-1952 arasında babası ile birlikte Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.
1952-1956 arasında Milliyet Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir. Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında (1954)'yı yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar ile romana geçti. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre tekrar roman yayımlamadı.
Gazetecilik yaşamı 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürlüğü yaparak devam etti. 1958'de Milliyet Gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından “Türkiye Spor” isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında “Yol” adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.
Ankara'da Milli Kütüphane önündeki Tarık Buğra heykeli
Küçük Ağa 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edilmiş ve böylece yazar, Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü'nden diploma almıştır. Küçük Ağa'nın ardından Buğra dördüncü öykü kitabı Hikâyeler (1964)'i, Küçük Ağa'nın devamı olan “Küçük Ağa Ankara'da” (1967)'yı ve ardından "Komik-i şehir” Naşit'in hayatından yola çıkarak yazdığı İbiş'in Rüyası(1970)'nı yayımladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.
Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman Gazetesi]]'ndeki işinden ayrıldı ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte' (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.
Yazarın Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı. Yazarın ayrıca Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı “Patron” isimli bir piyesi, yarım bıraktığı “Mimar Sinan” senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele aldığı bir romanı da mevcuttur.
Buğra Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Milli Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de Devlet Sanatçısı unvanını aldı.
1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş;2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Milli Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.
Eserleri
Hikâye
Oğlumuz (1949)
Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
İki Uyku Arasında (1954)
Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro
Ayakta Durmak İstiyorum
Akümülatörlü Radyo
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979)
Gezi Yazıları
Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)
Fıkra ve Deneme
Gençlik Türküsü (1964)
Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
Politika Dışı (1992).
Bu Çağın Adı (1990)
Roman[değiştir
Siyah Kehribar (1955)
Küçük Ağa (1954)
Küçük Ağa Ankara da (1966)
İbiş'in Rüyası (1970)
Firavun İmanı (1976)
Gençliğim Eyvah (1979)
Dönemeçte (1980)[6]
Yalnızlar (1981)
Yağmur Beklerken (1981)
Osmancık (1973)
Dünyanın En Pis Sokağı (1989)
Senaryo ve oyunu
Sıfırdan Doruğa-Patron (1994)
0 notes
haytaogluyunus · 4 months
Text
Tumblr media
ANMA
BUGÜN 11 ŞUBAT (1992)
BÜYÜK TÜRK MİLLİYETÇİLERİNDEN VE AYDINLARINDAN
PROF. DR. HİKMET TANYU’NUN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
(d. 9 Ocak 1918, Ankara - ö. 11 Şubat 1992, İstanbul) Türk akademisyen, şair ve yazar.
HAYATI
Hikmet Tanyu doğduğu şehirde Gazi İlkokulu ve Gazi Lisesi'ni bitirdi. Babasının ölümü üzerine eğitimine ara vererek memurluğa başlamıştır. Üç yıl süren vatani görevini yedek subay olarak tamamlamıştır. Terhisinden sonra İçişleri Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Köycülük Bürosu'nda çalıştı.Türkçü hareketlere katıldığı iddiası ile 29 Haziran 1944’te tutaklandı ve İstanbul’a götürüldü. Irkçılık-Turancılık Davası kapsamında yargılandı ve suçsuzluğu kanıtlandığı için beraat etti. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nü 1948 yılında bitirdi. Pınarbaşı ve Kayseri’de ilkokul, Osmaniye’de ortaokul öğretmeni olarak çalıştırıldı. Daha sonra Ârifiye İlköğretmen Okulu’nda değişik derslerin öğretmenliğini yaptı. 1955 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne “Dinler Tarihi” asistanı oldu. Doktorasını 1955 yılında tamamladı.Hikmet Tanyu, Türkiye’de Dinler Tarihi sahasında doktora yapan ilk akademisyendir. 1966 yılında doçent, 1973’te profesör oldu. 1960 yılında Almanya’da, 1962-1963 yıllarında İsrail’de, 1971-1972 yıllarında da Almanya, İngiltere ve Fransa’da bilimsel çalışmalarda bulundu. 1972 yılında üstlendiği Dinler Tarihi Kürsüsü başkanlığı görevini emekli oluncaya kadar sürdürdü. Ayrıca, 1977-1980 yıllarında A. Ü. İlâhiyat Fakültesi’nin dekanlığını yaptı. Birçok kitap yazmıştır. Kitap olarak yayınlanmış eserlerin dışındada, çeşitli konularda yazılmış 300'den fazla makalesi bulunmaktadır. Makaleler, genel olarak Dinler Tarihi, Din Fenomenolojisi, Etnoloji, Türk Dini ve Kültürü, Türk Halk İnanışları (Dinî Folklör) ve Türk Dünyası ile ilgilidir. 1980’de başlayan emeklilik dönemini ölümüne kadar Heybeliada'da bilimsel çalışmalarını sürdürerek, yeni eserler yazarak ve bazı eserlerin yeni basımlarını hazırlayarak geçirmiştir.
Eserleri
• Türkçülük ve Gerçek Demokrasi (1945)
• Türk Gençliğinin Kükreyişi (1947)
• Türkçülük Davası ve Türkiye'de İşkenceler (1952)
0 notes
haytaogluyunus · 5 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUÜN 03 ŞUBAT (1961)
TÜRK SANAT MÜZÜĞİNİN ÖNEMLİ BESTECİLERİNDEN
SADETTİN KAYNAK’IN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Sadettin Kaynak (15 Nisan 1895, İstanbul – 3 Şubat 1961, İstanbul), klasik Türk müziği bestecisi.
Aslen Rize'nin Derepazarı ilçesinden olan Ali Alâaddin Efendi ve Havva Hanım'ın oğludur. 1895 yılında İstanbul'un Taşkasap semtinde doğmuştur. Sesinin güzelliği nedeniyle henüz 10 yaşında iken hafız olan Sadettin Kaynak, yine o yaşlarda babasını kaybeder.[2] Öğretmenleri; Hafız Melek Efendi, Kasımpaşa Küçükpiyale Cami İmamı Hafız Cemal Efendi, Neyzen Emin Dede ve Muallim Kâzım Uz'dur. Dinî müzik ile din dışı müziği birlikte yürütmüş, ilk bestesi olan hüzzam şarkısı "Hicran-ı Elem"i 1926 yılında yazmıştır. Döneminde Türkçe Ezan seslendirenlerden biridir. 
1940-1950 yılları arasında seksenin üzerinde film müziği bestelemiştir. 1955 yılında felç geçirmiş; 3 Şubat 1961 tarihinde İstanbul'da Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde ölmüştür. Merkezefendi Mezarlığı'nda gömülüdür.
0 notes
haytaogluyunus · 5 months
Text
Tumblr media
ANMA:
18 OCAK (2010) TARİHİ
BÜYÜK TÜRKÇÜ YAZAR
REHA OĞUZ TÜRKKAN'IN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ
RAHMETLE ANIYOR, MAKAMININ CENNET OLMASINI DİLİYORUM.
(d. 12 Ekim 1920, İstanbul - ö. 18 Ocak 2010, İstanbul),
Türk hukukçu, tarihçi, yazar, Türkolog, psikolog, senarist, gelecekçi (futurist) ve Ordinaryüs Profesör. Doğum tarihini daha sonradan Türkçülük Günü olarak kutlanan 3 Mayıs olarak değiştirmiştir.
St. Joseph Lisesi ve akabinde Kabataş Erkek Lisesi'ne kaydoldu. Galatasaray Lisesi'ne geçtikten sonra babası Halit Ziya Türkkan'ın Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne tayin edilmesiyle Ankara'ya Gazi Lisesi'ne geçti. Gazi Lisesi'ndeyken Türkçü "gizli" örgütü "Gürem"'i kurdu.
Atatürk'ün ölümünden bir gün sonra Ergenekon dergisini çıkardı. Kendisinin "Faşizm Tehlikedir" yazısından dolayı bu dergi kapatılınca, Kitap Sevenler Kurumu'nu kurdu. Bu kurum Halkevleri'ne ilhak edilince Bozkurt dergisini çıkardı. Hüseyin Nihal Atsız'ın yazılarının da yayımlandığı bu dergide, Atsız başta olmak üzere önde gelen Türkçüler ile polemik yaşanınca ayrılarak Gök Börü dergisini çıkardı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı. Sorbonne Üniversitesi'nde tarih ve Türkoloji dallarında, Columbia Üniversitesi'nde deneysel psikoloji dalında uzmanlık çalışması yaptı.
1944 - 1945 arasında Irkçılık-Turancılık davasında yargılandı. Beraat ettikten sonra 1947-1972 yılları arasında Columbia üniversitesinde, 1975-1976 yıllarında İstanbul Üniversitesi'nde ve daha sonra da 1996 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı.
Pek çok makale, dizi ve araştırmaları yayımlandı. Türkçülük alanında çeşitli sosyal faaliyetlerin yanı sıra yazarlık ve yayıncılık yaptı. 1997 yılında Orta Asya ve Kafkas Türkleriyle ilgili olarak "Türk Dünyası Parkı" ve "Türkler" adlarıyla ABD'de ve Türkiye'de resim sergileri açtı.
İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak yayımlanmış 41 kitap, 9 film ve 6 televizyon senaryosu vardır.
Medine müdafii olarak tanınan Ömer Fahrettin (Türkkan) Paşa'nın yeğenidir.
17 Ocak 2010 gecesi rahatsızlanmasının ardından yaşamını yitirmiştir.
Kitaplar
• 4 İçtimai Mesele, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1939
• Türkçülüğe Giriş, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1940
• Irk Muhite Tabi midir?, İstanbul, 1941
• (Race et Milieu), Paris (ve İngilizce dergilerde), 1942
• Les Summeriens et les Rites Funéraires, Paris, 1942
• Les Armes Serétes, Paris-La République, 1943
• Milliyetçiliğe Doğru, İstanbul, 1943
• Solcular ve Kızıllar, İstanbul, 1943
• Kızıl Faaliyet, İstanbul, 1944
• Tabutluktan Gurbete, İstanbul, 1950-1974-1985
• İleri Türkçülük ve Partiler, Rafet Zaimler, İstanbul, 1947
• Correlation in Twin Psychology, New York, 1951
• One America, New York, 1951
• Talking Turkey, New York, 1955
• Turkish Literature, New York, 1956
• Türks in Retrospect, New York, 1956
• Conditioned Learning, New York, 1964
• Revolution in Education (Programmed Instruction & Multi-Media), New York, 1967
• Progr. Instruction Based Courses (Atoms & Electrons, French I, How to Recognize Names & Faces) Chicago
• Turkish National Character, New York, 1971
• Kitle Halinde İşlenen Suçlarda Cezai Mesuliyet ve Kitle Psikolojisi, İstanbul, 1974
• Pre-Columbian Americans & Turks-Cultura Turcica, 1975
• Türk'ün dışarıda kalan mirası (Avrupa bölümü: film-çekim Balkanlar)
• Psikoloji, Yaykur, Ankara, 1976
• İkna Psikolojisi, Ankara, 1976
• Eğitim Teknolojisi Planı, Ankara, 1976
• Yenilenmiş Türk Destanları ve Hikâyeler - "6 Minik Kitap ve Müzik Kaseti", 1977
• Biz Kimiz?, İstanbul, 1987
• Libya-Türkiye El Ele, Çözüm Yayınları, İstanbul, 1975 (Faiz Türkkan, Uzman, Libya Elçiliği Görevlisi, Reha Oğuz Türkkan, Ahmet Aydınlı, Saadettin Topuzoğlu, Mine Yener)
• Biz Kimiz (1987)
• 21. Yüzyılda Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1988
• Çok Hızlı Okuma, İstanbul, 1989
• Siyasi Kargaşadan Gün Işığına, İstanbul, 1992
• Türk Milliyetçiliğinin Kısa Tarihi, İstanbul, 1992
• Yükselen Milliyetçilik/21. Yüzyıl Türk Milliyetçiliği, İstanbul, 1995
• Yükselen Milliyetçilik, Türkkan Yayın, İstanbul, 1995
• Kolay ve İyi Öğrenme Teknikleri, Alfa Yayınevi, İstanbul, 1996
• İkna ve Uzlaşma Sanatı, Hayat Yayınları, İstanbul, 1998
• Anlayarak Çok Hızlı Okuma, Alfa Yayınları, İstanbul, 1998
• Kızılderililer ve Türkler, E Yayınları, İstanbul, 1999
• Tunç Işığında Aşk, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2005
• Uyuyan Dev Türk Dünyası, Pozitif Yayınları, 2006
• Cengiz Han'ın Kimlik Şifresi, Birharf Yayınları, 2007
• Etkin Hafıza Teknikleri, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2007 (Reha Oğuz Türkkan, Tuğrul Türkkan)
• Arayan Adam, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2009-2011 (2 cilt)
• Atlantisliler Sümerler Etrüskler Türk mü?, Nokta Yayınları, İstanbul, 2012
Dergiler[değiştir | kaynağı değiştir]
• Milli Kültür Dergisi (dizi), 1975
• Kızıl Derililer ve Türkler, Hürriyer (dizi), 1996
İzletiler[değiştir | kaynağı değiştir]
• Tarihimizin Akışı, Ankara, 1979
Filmler (yapım, yönetim ve senaryo)[değiştir | kaynağı değiştir]
• To be Born Again (Uyuşturucu tutkunluğu üzerine), 1970
• Rions Ensemble (Türk mizahı üzerine), 1973
• First steps of the Moon (Aya ilk inişin canlı yayından çekimi ve yorumu)
• Türk Çocukları İçin (Yurtdışındaki çocuklar için Türk kültürü), 1974
• Öyle bir Özleyiş ki (Yöneten Reha Oğuz Türkkan ve Yücel Çakmaklı, Senaryo Reha Oğuz Türkkan), 1977
• Stranger in Paradise (turistik belgesel), 1977
• İpek Kadife, 1978
• Türkün Dışarıda Kalan Mirası, 1976
• Tercihimizin Akışı, 1985
• Too Early for Death (NBC-N.Y.) (Ölüm için çok erken), 1954 (Sadece senaryo)
• İçtiğimiz Çay, 1976 (Sadece senaryo)
• Altın Yumurta, 1976 (Sadece senaryo)
0 notes