Tumgik
tevhidigundem · 5 years
Text
2 notes · View notes
tevhidigundem · 5 years
Text
2 notes · View notes
tevhidigundem · 5 years
Text
1 note · View note
tevhidigundem · 5 years
Text
Sülük tedavisi
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Allah’a hamd, Resûlü'ne salât ve selam olsun. Bir önceki yazımızda sülüklerin genel olarak yapısından bahsettik ve sülüğün kendisinde yüz (100)'e yakın biyoaktif moleküller barındırdığını hacamat tedavisinin aksine sülüklerden bu maddeleri vücuda vermesiyle faydalandığımıza değinmiştik. Günümüzde bilimsel olarak etkinliği ispatlanmış olan sülük tedavisini başta Rusya, Japonya, ABD, Kanada, Avustralya, Fransa, Almanya, Hollanda olmak üzere birçok ülkede tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Çeşitli klinik durumlarda; iltihaplı doku, eklem kireçlenmesi, göz tansiyonu, kas ve kemik zayıflığı, diş iltihaplanması gibi durumlarda, kangrene gidişin önlenmesi ve diğer çeşitli damar bozukluklarında ve tıbbi tedaviye yardımcı olarak kalp, kadın hastalıkları, üroloji, cerrahi, ortopedi başta olmak üzere çeşitli branşlarda kullanılmaktadır. Sülük ile Tedavi Edilen Hastalıklar • Baş ağrılarında/migren, sinüzit, küme tipi başağrısı • Akciğer tedavisinde • Bel/Boyun fıtıklarına bağlı ağrılarda • Burkulmalara bağlı oluşan şişlik ve ağrılarda • Çıban, siğil ve yağ bezelerinde • Damar tıkanmalarında • Şeker hastalığında • Eklem (diz, omuz, el/ayak bileği) ağrılarında • Göz ile ilgili hastalıklarda • Alzheimer/parkinson • Hormonal rahatsızlıklar • Kalp rahatsızlıklarında • Karaciğer iltihaplanmasında • Kıl dönmesi • Kulak çınlaması • Sivilce ve çillerde • Cilt kırışıklarını giderme ve gençleşmede Sülükteki Maddelerin Başlıcaları • Kanın hareketlenmesini artırıcı (Hirudin) • Pıhtılaşmayı engelleyici (Antiagregan) • Oluşmuş pıhtıyı eritici (Fibrinolitik) • Ağrı kesici (Analjezik-Antiromatizmal) • Mikrop öldürücü (Bakteri, virüs ve mantar öldürücü) • Tansiyon dengeleyici (Antihipertansif) • Kas gevşetici (Miyorelaksan) • Bağışıklık sistemi düzenleyici (İmmun modulatör) • Stres giderici (Anksiyolitik) Sülük Tedavisi Uygulanmadan Önce Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar • Uygulanacak olan sülüklerin en az 2-3 gün evde bekletilip içerisinde bekletildikleri sularının siyah veya kırmızı olmadığını görmek gerekir. • Sülük tedavisi uygulanacak kişinin kan sulandırıcı ilaç kullanıyorsa 3-5 gün kadar kontrollü bir şekilde buna ara vermiş olması gerekir. • Sülük ilk defa uygulanıyorsa sülük sayısının çok olmamasına, tercihen 1-3 adet olmasına dikkat edilmeli ve bu tedricen artırılmalıdır. • Sülük uygulanacak kişinin parfüm vs. kimyasallar kullanmamış olması gerekir. Özellikle uygulanacak bölgede 3-5 saat içerisinde sabun/şampuan gibi kimyasallar kullanmış olması sülüğün o bölgeyi tutmamasına sebebiyet verebilir. • Sülük uygulanacak bölgenin damar veya göz gibi hassas bölgeler olmamasına dikkat edilmelidir. Sülük Uygulaması Sırasıyla Şu Şekilde Yapılır • Öncelikle sülük uygulanacak bölge su ile iyice temizlenir. Bu bölgeye daha önce kullanılmamış sülük uygulanır. • Uygulama alanı eğer soğuksa sülüğün temasını arttırmak için tampon benzeri bir ısıtma işlemi yapılır. • Bazen hastalığa göre uygulanacak bölgenin istenilen bir noktadan tutmasını sağlamak için enjektör veya bistürü ucu ile nokta şeklinde kanama odağı oluşturulabilir. • Sülüğün kan emmesi; uygulanacak bölgenin durumu, sülüğün özelliği gibi faktörlere bağlı olarak 15 dakika ile 3 saat arasında değişebilmektedir. • Hastane veya bazı kliniklerde sülüğü yerleştirmek veya yerleştiği yerden almak için özellikle pens, küçük maşa gibi sert cisimler kullanılmakta. Bu durum sülükleri fazlasıyla travmatize ettiğinden ezilme tehlikeleri olmakta hatta sülüğün tutunduğu bölgeye istifra etmelerine dahi sebep olabilmektedir. Buna benzer durumların yaşanmaması için uygulayacak olan kişinin herhangi bir alet kullanmadan sadece eldivenli ellerle (sülükler eldiven üzerinden ısırmadığından) yumuşak bir şekilde sülüğü tutması daha uygundur. • Sülükler sıklıkla uyuyabildikleri için ara ara uyuduğu düşünülen sülükler kuyruk kısımlarından yavaşça parmak veya pamuk ile dürtülebilir (alkolsüz olmasına dikkat edilmelidir). Bu hareket sülüğün uyanması ve tekrar aktif olması için yeterlidir. • Sülük uygulaması bittikten sonra uygulama yeri batikon veya distile su ile silinmelidir. • Sülük uygulanan nokta (1-3 dakika kanamasına izin verildikten sonra) sıkı bir tampon ile kapatılır. • Uygulama sonrası kullanılmış olan sülüklerin başka birileri tarafından kullanılma ihtimalinden dolayı sülükler imha edilir. Sülük Tedavisi Sonrasında Olması Muhtemel Durumlar • Sülük uygulanan bölgede 12-48 saat devam edebilen kanama olabilir (beklenen bir olay). Bundan dolayı yapılan tampondan sızma olmadığı sürece 24 saat çıkarılmaması gerekir. Gerek duyulduğunda tampon yenilenmelidir. • Kan sulandırıcı ilaç kullanan hastalar uygulama sonrası 24-48 saat kullanmamalıdır. • Uygulama sonrası 12 saat hareketli işlerden uzak kalınması daha uygun olur. • Kaşıntı hissi olabilir. Kişi kendini kaşımak zorunda hissediyorsa ısırılan noktanın etrafı kaşınabilir. Isırılan noktanın kaşınması kanama, enfeksiyon gibi istenmeyen durumlara sebebiyet verebilir. Bu durum geçici olup (2-10 gün), genellikle ilaç kullanımı gerekli olmayabilir. Kişinin sosyal hayatını etkileyecek kadar rahatsız edici ise doktor önerisi ile lokal antihistaminik kullanılabilir. • Nadiren Aeromonas bakterisine bağlı enfeksiyon oluşabilir. (Özellikle kaşımaya bağlı bölgesel bir enfeksiyon gelişebilir.) • Lenf nodlarında geçici bir şişlik, hafif ateş ve terleme olabilir. Bir haftaya kadar ilerlemeden gittikçe azalan bir durum ise endişelenilmemelidir. Bu durum çoğunlukla vücuttan toksinlerin atılmasının bir işareti olabilmektedir. • 12 saate kadar duş alınmamalı daha sonra ılık bir duş alınabilir. • Uygulama sonrası iki gün bol sıvı tüketimi tedavi etkisi açısından önemlidir. Halk arasında kullanılmış sülükler değişik yöntemlerle kusturulup tekrar kullanılmaktadır. Bu durum sülüğün içerisindeki faydalı maddelerin kalmamasına çoğu zaman da ciddi zararlara sebebiyet verebilir. Sülükler kullanıldıktan sonra tekrar kullanılabilmesi için bir önceki yazımızda belirtmiş olduğumuz sülüğün yaşayabileceği ideal yaşam şartlarında altı ay kadar bekletilmesi gerekmektedir. Hatta bu şekilde bekletilip tekrar kullanılacak olan sülüklerin, kanını emdiği hastanın bir sonraki dönemde en çok ihtiyacı olduğu molekülleri daha çok taşımakta olduğu düşünülmektedir. Yani, bekletilmiş olan sülük daha önce uygulanmış olan kişinin kendisine bir önceki hâlinden daha çok faydalı olabilmektedir. Sülük Tedavisinde Olması Muhtemel Yan Etkiler Sülük uygulanan kişilerde işlem sırasında veya sonrasında; ağrı, kaşıntı, tansiyon düşüklüğü, vasovagal ataklar (bayılma), enfeksiyonlar, alerji, yara izi oluşumu ve hafif ateş görülebilen durumlardır. Uygulanmaması Gereken Durumlar Sülük uygulanacak olan kişide; uzun zamandır kan sulandırıcı ilaç kullanımı, çok ciddi tansiyon düşüklüğü, gebelik, (6 aydan küçük) birçok durumda alerjiye yatkınlığı olan kişilerde sülük tedavisi yapılmaması daha uygun olur. Hacamat ve sülük tedavisi hastalığa göre bir veya birden çok (10 seansa kadar da sürebilir) uygulamaya ihtiyaç duyulabilmektedir. Bu tedaviler tek başına uygulandığında etkin olmakla beraber uygun başka tedavi yöntemleri ile kombine edilerek uygulandığında ise daha çok etkili olabilmektedir. Dualarımızın sonu; âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı2019-12-17 Hipnoz 32019-11-16 Hipnoz 22019-10-16 HİPNO TERAPİ2019-09-16 Nöral Terapi2019-08-19 Apiterapi2019-07-15 Hoş Geldin Ey Ramazan2019-05-15 Apiterapi2019-04-15 Ozon Tedavisi2019-03-15 Ozon (O3) Tedavisi2019-03-04 Akupunktur Tedavisi2019-01-26 Sülük Tedavisi -22018-12-27 Sülük Tedavisi2018-11-20 GETAT, Hacamat -22018-10-16 GETAT, Hacamat2018-09-19 Fitoterapi2018-08-16 GETAT-Fitoterapi2018-07-18 Global Tezgâhın Promosyonu Aşılar2018-07-18 Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp2018-05-17 Fıtık2018-04-07 Bel Fıtıkları2018-03-16 Fibromiyalji Sendromu2018-02-15 Yaşamın Ritmi2018-01-18 Antibiyotikler2017-12-16 Tuz ve Hayat -22017-11-15 Tuz ve Hayat2017-10-25 Su ve Hayat -22017-09-19 Su ve Hayat2017-08-16 Ramazanda Beslenme2017-06-18 Kulak Enfeksiyonları ve Buşon2017-05-16 Baş Ağrı Tipleri2017-04-21 Hipertansiyon - 22017-04-20 Hipertansiyon2017-02-17 Akıl Nimeti 2017-01-17 Sara/Epilepsi Hastalığı2016-12-16 Konversiyon Bozukluğu2016-11-19 Kaygı Bozukluğu 2016-10-19 Depresyon2016-09-20 Beynin Kimyası2016-08-19 Vitaminler -32016-06-16 Vitaminler -22016-05-17 Vitaminler -12016-04-15 Demir ve Eksikliği2016-03-15 Soğuk Algınlığı ve Grip2016-02-15 Obezite ve Sağlık Sorunları2016-01-17 Beslenme ve Obezite2015-12-16 Bağışıklık ve Anne Sütü2015-11-15 Bağışıklık Sistemi ve Beslenme2015-10-16 Çocukluk Dönemi Aşı ve Hastalıkları2015-09-15 Çocukluk Aşıları ve Hastalıkları2015-07-16 Allah Düşmanı ‘Demos'2015-06-06 Bağışıklık Sistemi ve Aşılar2015-05-05 D Vitamini ve Güneş2015-04-05 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Her zaman istediğimiz olmaz
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Her Zaman Her İstediğimiz Olmaz Bir çocuk kitabı... okumaktan hoşlandığım gibi yavrum da dinlemekten çok hoşlanıyor onu. Sık sık kitabı alıp getiriyor yeniden okumam için. Bu kitabın bir cümlesi aslında biz ebeveynlere çok büyük bir pedagojik ders veriyor: Çocuğun her isteğini yerine getirmeme ve hazlarını ötelemesini öğretme... 0-2 yaş aralığı çocuk için çok önemli bir süreçtir. Çocuk bu dönemde uyumaktan, annesinin göğsünü emmekten, tuvalet ihtiyacını gidermekten haz alır. Anne de bu ihtiyaçlarını vaktinde, zamanında ve yeterince karşılamalıdır. Sonra çocuk yeni bir döneme girer. İki (2) yaşından on iki (12) yaşına kadar olan bu dönemde çocuk isteklerini yani hazlarını devam ettirmek ister. • Yemek yemek haz verir. • Oyuncak almak haz verir. • Oyun oynamak haz verir. • Parka gitmek haz verir. • Tablet ile ilgilenmek haz verir ve çocuk bu hazlarının peşinde koşar durur. Ebeveynler ise bazen "Ben yemedim yavrum yesin." diyerek; bazen çocuğun ısrarına tahammül edemeyerek; bazen ağlamasına kıyamayarak ne istediyse eline verirler. Oysa işte tam da burada çocuklarına en büyük düşmanlığı yaparlar. Zira bu davranış nedeniyle hazlarını öteleyemeyen çocuk, onların esiri olur. Bu esaret nedeniyle: • Kendini kontrol edemez. • Ergenlikte kulluğunu iyi yapamaz. • İç disiplin geliştiremez. • Aklına geleni söyler. • İlk duyduğunu yapar. • Nerede durması gerektiğini bilmez. Şıpsevdiler, alışveriş tutkunları, sürekli eşya değiştirenler, madde bağımlıları, sigara tiryakileri, internet müptelaları, sık sık günah işleyenler, nefsine hakim olamayanlar, namazlarını aksatanlar, başladığı işi yarım bırakanlar hep bu haz öteleyememe hastalığına yakalananlardan çıkar. Bu hastalığın sloganı "anı yaşa"dır. Ve bu hastalık yukarıdaki satırlarda da değindiğimiz gibi çocuklukta bulaşır. Peki Çözüm Nedir? On üç (13) yaşını doldurmuş ve daha büyük olan çocuklarımız ve kendimiz için yapacağımız ilk şey hastalığımızın teşhisini yapmaktır. Yavrumuzu karşımıza alıp onunla birlikte nefis terbiyesi yapmak üzerine anlaşmaktır. Ve yol haritamızdan onu haberdar etmektir. Bundan böyle istediğimiz her şeyi yapmayacağımızı ve isteklerimizi erteleyeceğimizi söylemektir. Erteleme birkaç saat olabileceği gibi birkaç gün ya da hafta da olabilir. Burada dikkat etmemiz gereken bir kavram daha vardır ki o da çocuğumuzun isteklerine ulaşması için bir bedel ödememiz gerektiğini bilmesidir. Yani, nasıl ki para vermeden sevdiğimiz bir ayakkabıyı alamıyorsak çocuğumuzun ihtiyaç olmayan bazı isteklerini erteledikten sonra bedelini kendinin ödemesini istemelidir. Yani, ikinci bir ayakkabıyı istiyorsa bunun için para biriktirmesi gerektiği ona öğretilmelidir. Elbette ona yardımcı olunabilir. Fakat her istediğimizin her zaman olmayacağı kuralı, gerekçesiyle beraber mutlaka çocuğumuza izah edilmelidir. Bu aşamada ailecek nafile oruç tutmak, haftada bir gün gece namazına hep birlikte kalkmak, sadaka vermek için ayrıca bir birikim yapmayı teşvik etmek, hatta zaman zaman mülteci kamplarına giderek bizim dışımızdaki insanların yaşamlarını görmek ve göstermek de ilaçlar arasında sayılabilir. Ya Yavrumuz Daha Çok Küçükse Nasıl Bir Yol İzlemeliyiz? "Lokum Testi" bize yol gösterebilir. Nevzat Tarhan bir yazısında bu testten bahsediyor. Tek tek odaya alınan çocuklara lokum ikram ediliyor. Fakat bir de teklif sunuluyor. "Şayet bu lokumu şimdi değil de on beş dakika sonra yersen ikinci bir lokum daha yiyebilirsin." deniyor. Çocuklardan kimisi lokumları dayanamayıp hemen yerken bir kısmı da sabrediyor. Bu çocuklar tam yirmi yıl takip ediliyor. Sonuç ise hiç şaşırtmıyor: Sabreden çocukların hayatta daha başarılı, sosyal ilişkilerinin daha uzun süreli ve duygusal zekâları daha gelişmiş olduğu gözleniyor. Öyleyse ebeveyneler olarak bilinçli bir eğitim hareketi başlatalım. Hem kendimiz hem de yavrularımız adına. Ve "anı yaşa" sloganını "Her Zaman Her İstediğimiz Olmaz. Fakat Sahip Olduklarımız Bizi Mutlu Etmeye Yeter." sloganı ile değiştirelim.[1] [1] . Konunun detayı için lütfen Mehmet Teber, Nevzat Tarhan, Adem Güneş'in Haz Öteleme yazılarına başvurunuz. Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri Oyun İle İyileşme2019-12-17 Terapi! Hem de Bedava!2019-11-16 Büyüdüm/Küçüldüm2019-10-16 Altın Yaş2019-09-16 Çal Ey Kapı Bari Bu Bayram Çal2019-08-19 Gelişim Dönemleri2019-07-15 Eleştiri2019-05-15 Kellim Kellim La Yenfa'2019-04-15 7-14 Yaş Aralığı ve Pratik Bilgiler2019-03-15 Kısa ve Pratik Bilgiler2019-03-01 Özsaygı, Özdeğer ve Mutlu Kadın2019-01-23 Her Zaman Her İstediğimiz Olmaz2018-12-27 Değerliyim, Değerlisin, Değer(siz)li2018-11-20 Canınız İstediğinde Değil Vaktinde, Koşulsuz ve Yeterince2018-10-16 Hırsız Anne Babalar ve Çocukluğu Çalınan Çocuklar2018-09-19 Mutluyum Mutlusun Mut(lu)suz!2018-08-16 Hayret Bir Şey!2018-07-18 Hitamuhu Misk2018-05-17 Yan Yüreğim2018-04-19 Hastalık2018-03-16 Gözyaşım Sel Olunca2018-02-15 Veda Hutbesi2018-01-18 Veda Haccı -22017-12-16 Veda Haccı2017-11-15 Veda2017-10-25 Hafiye2017-09-19 Saatu'l Usra - 52017-08-16 Saatu'l Usra - 42017-06-18 Saatu'l Usra - 32017-05-16 Saatu'l Usra - 22017-04-21 Saatu'l Usra - 12017-04-20 Gözyaşım Sel Olunca2017-02-17 Adı Şerefle Anılanlar2017-01-17 Üç Binin Karşısında Yüz Bin2016-12-16 Filler ve Ebabiller2016-11-19 Huneyn Savaşı2016-10-19 Mekke'nin Fethi -32016-09-20 Mekke'nin Fethi -22016-08-19 Mekke'nin Fethi2016-06-16 Hırsız Var2016-05-17 Hudeybiye Barışı - 2 2016-04-15 Hudeybiye Barışı - 12016-03-15 Habeşistan'a Hicret - 22016-02-15 Habeşistan'a Hicret - 12016-01-17 Ahzab Savaşı'nın Ardından2015-12-16 Ahzab Savaşı2015-11-15 Zorlu Yolculuk Taif2015-10-16 En Acı Günler2015-09-15 Boykot2015-07-16 Üç Kitap Bir Yazar2015-06-06 Mekke2015-05-03 Uhud Savaşı2015-04-05 Bedir Savaşı - 22015-03-03 Bedir Savaşı - 12015-02-01 Zeynep Bayancuk ile Röportaj2015-01-05 Düşünme Molası2014-12-05 Bize Ayrılık Yazıldı - 62014-11-10 Bize Ayrılık Yazıldı - 52014-10-01 Bize Ayrılık Yazıldı - 42014-09-05 Bize Ayrılık Yazıldı - 32014-08-01 Bize Ayrılık Yazıldı - 22014-07-02 Bize Ayrılık Yazıldı - 12014-06-01 Namazda Gözü Olanın Ezanda Kulağı Olurmuş.2014-04-04 Ben Ne Yapmışım2014-03-01 Radyo Programı2014-02-01 Kendi için Yaşamak...2014-01-01 Beni Mutlu Eden Şey...2013-12-01 Gerçek Mutluluk2013-11-01 Rüya ve Tercih2013-09-01 İki Seçenek2013-08-01 Mehlika Ağlıyordu… - 32013-07-01 Mehlika - 22013-06-01 Mehlika - 12013-05-01 Yakalayın Zamanı! - 22013-04-01 Yakalayın Zamanı! - 12013-03-01 Aldanmayalım!2013-02-01 Merhem- Merhamet2013-01-01 Unutkanım, Unutkansın, Unutkan!2012-12-01 Dikkat! Sorunlular Değil Sorumlular Okusun2012-11-01 İki Dünya Arasında2012-10-01 Elinizdekinin Kıymetini Bilin2012-09-01 Çizgi Film Saati2012-08-01 Eşreften Esfele - 32012-07-01 Eşreften Esfele - 22012-06-01 Eşreften Esfele - 12012-05-01 Her Derde Deva İrade2012-04-01 Biri Bizi Gözetliyor!2012-03-01 Feminist miyim Müslüman mı?2012-01-01 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Tevhid ve sünnet daveti
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Tevhid ve Sünnet Daveti Her vesileyle yeniden ortaya çıkan bir gerçeği ifade etmekle başlayalım konuya. Hangi mekânda ve ortamda olursa olsun tüm resûllerin ortak çağrısı olan tevhid akidesine davet, son derece önemlidir. Tevhid ve sünnet daveti; insanlar arasındaki ilişkilerde her bir kişi için asıl olanın, bağlı bulunulan din olduğunu ortaya koyar. İnsanları parti, grup veya cemaat hâlinde bir araya getiren veya birbirlerine rakip ya da hasım kılan en önemli şey inançtır. İnanç aynı olunca diğer tüm ilişkiler de işler de yolunda demektir. Bu husus gayrı İslami diğer tüm inanç ve dinler için de geçerlidir. Çağdaş veya çağdışı yaftalı tüm putperestlikler tarih boyunca şekil değiştirerek tekerrür eden bir olgudur. Mekke müşrikleri bu hususta ilk akla gelen örnektir. Taştan ve tahtadan birer heykel oldukları hâlde o devirde Lat ve Menat'ı ilah edinenler ile günümüzde betondan veya bronzdan yapılan heykelleri veya toprağın serinliğinde gömülü ölmüş kişileri ilah edinenleri aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. Kendileri için ilah edinip ona tapındıklarına göre tüm Budistler için Buda bir "ilah"tır. Aynı şekilde kendisini tanrılaştırarak ona tapınanlar için Zerdüşt nasıl "ilah" olabiliyorsa kendisine ya da geride bıraktığı fikrî ve icraî mirasına ibadet bilinci ve disipliniyle tam bir bağlılık ve itaat gösterenler için Karl Marks veya Kamal Atatürk de bir "ilah"tır. Bunları ya da ölmüş veya hayattaki tağut (olan veya olmayan) kişilikleri ilah edinenlerin şer'î şerife göre hükmü ise açıktır. Zaman zaman müşahade edildiği üzere davetçi sıfatıyla arz-ı endam eden bir sürü insan işlerini güçlerini bırakmış çağdaş paganistlere laf yetiştirmeye çalışmaktadırlar. "Ve de ki: 'Hak Rabbinizdendir.' Öyleyse dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin…" [1] Tevhid ve Sünnet davetinde "Şu ilah değildir! Bu ilah değildir!" diye kendini paralamaya yer yoktur. Bırakınız kim neye ibadet ediyorsa etsin. Bizim için asıl olan, insanları Allah'ın subhanehu ve teâlâ ibadete layık bir ve tek hak ilah olduğuna davet etmektir. Somut ve soyut olanlarıyla beraber hâlen tapınaklarda, kiliselerde, zihinlerde, anıtlarda, meydanlarda ve kalplerde binlerce, belki de milyonlarca put varken "Şu ilah değildir! Bu ilah değildir!" diye saymaya kalkarsa bir mümin, hem emrolunmadığı bir işi yapmış olur hem de öyle bir hâle gelir ki "La ilahe illallah" demeye dahi fırsatı kalmaz. Bunun anlamı da pratik bir sonucu da olmaz. İtikaden, fikren ve uygulanan politikalar zemininde tarih boyunca gelmiş geçmiş olanlar ile günümüzde iş başında bulunan tağutların, bu tağutların avanesinin, yardakçılarının, tağutlara yaltaklananların, onların gölgesine sığınan acizlerin ve küresel güç pozisyonundaki tağut şeflerinin keyfini kaçırarak istikbal korkusunu depreştiren ve sonuç olarak onları tevhid ehli müminlere karşı daha da azgınlaştıran "Davet" nedir? Tevhid önderi peygamberlerin aleyhimusselam yaptığı ve dünya durdukça bu sünneti ihya edecek kişiye şeref olarak yetecek yegâne amellerden olan davetin mahiyeti nedir? Tevhid ve sünnet daveti, putlara tapanlar hakkında şirk hükmü verip onlardan tiksinirken aynı tavrın tağutun hükmünü benimseyenlere ve tağuta itaat edenlere karşı da gösterilmesidir. Tevhid ve sünnet daveti, geçmişte olsun günümüzde olsun koyu cahiliyenin düşüncelerini, değer yargılarını, gayrıfıtri istikamete doğru evrilen ahlaki ve toplumsal yapılarını, İslam dışı din ve kültürlerin etkisine girip değişen gelenek ve göreneklerini, ferdî, ailevî, toplumsal münasebetlerini ve hatta çevreyle ilişkilerini, birçoğu rüşvet ve fesat yuvası hâline getirilen devlet kurumlarını ve şirk akidesine dayalı zulüm rejimlerini baştan başa değiştirmek, yenilemek ve arındırmak demektir. Tevhid ve sünnet daveti, bugünün dünyasında egemen olan bozuk inanç ve fikirlere ve devlet politikası olarak gayrıfıtri ve gayrışer'i bir şekilde uygulanan her türlü tuğyana karşı; kişinin hayatı boyunca karşılaşıp nasiplenebileceği hayırların en büyüğü olan hidayet üzere zor, zahmetli, zaman zaman da ağır bedeli olan bir fıtrat başkaldırısıdır. Tevhid ve sünnet daveti bidatçi, hurafeci, münafık ve muhafazakâr müşriklerin kalplerini eleme sevk eden ve azıcık inşirah bulmak için tağutun nasihatleriyle kendilerine yeni menhecler ihdas edenlere karşı, müminlerin ağırlığını omuzlarında hissettikleri doğru sözün eğilip bükülmeden net bir şekilde açıklanmasıdır. Tevhid ve sünnet daveti, her halükârda "İslam dolmuş"unda bulunduklarını vehmeden ve kendilerini şimdiden cennetu'l firdevs'in vârisleri olarak gören çok sayıdaki partici, bidatçi, tasavvufçu, rafızi, hadis inkârcısı, demokrat, milliyetçi, diyanetçi, reisçi, bozkurtçu, gandici, asenacı ve her devirde her kılığa bürünebilen omurgasız kişilikleri ortaya çıkararak şeytani havzayı deşifre edip kurutmayı misyon edinmiş köklü bir devrimsel çağrıdır. Tevhid ve sünnet daveti, bâtılı bertaraf edebilmek için savaşmanın kuralının evvela hakkın ölçülerine göre hakkı oluşturmak, içtenlikle tabi olmak ve sulandırıp bulandırmadan insanlara takdim etmektir. Tevhid ve Sünnet daveti; adalete, hoşgörüye, sevgiye, fedakârlığa ve cömertliğe çağrıyı barındırdığı gibi küfrün elebaşı küresel şirk güçlerine karşı cihada, zalimlere karşı öfkelenmeye, şirkten ve müşriklerden nefret etmeye ve maddi imkânını fisebilillah seferber etmeye teşvik eder. Tevhid ve sünnet daveti; tağutu reddedip ondan yüz çevirmeyi, küfrü deşifre edip ötekileştirmeyi, vicdan pazarlamacılığına soyunan envai çeşit …izm militoşlarının emperyalistlerle iş tutarak mazlumlara yaptıkları vahşiliği deşifre ederek lanetlemeyi, engellemeyi ve mahkûm etmeyi, zulme karşı durmayı ve fitnenin ortadan tamamen kaldırılmasını emreder. Tevhid ve sünnet daveti, tüm insanlara maddi alanda çalışma ve üretimle, bilimle, sanatla, edebiyatla, devasa hastane, köprü ve havaalanı inşa etmekle, edebiyatla, mimariyle, felsefeyle ve benzeri diğer alanlarla uğraşmanın toplumsal hayatta başarılı sayılmanın yegâne yolu olmadığını gösterir. Tevhid ve sünnet daveti, bugün yeryüzü halklarının büyük çoğunluğuna akide ve yaşam tarzı bakımından İslam nazarında bir hiç olduklarını ilan etmektedir. Tevhid ve sünnet daveti, kendilerini İslam'a nisbet eden toplumun hayatının temeli ve emr-i bi'l maruf ve nehy-i ani'l münker amelinin zeminini hazırlayan asıl mesele, yani tevhidin aslı öcüleştirilip değersizleştirilmişken bazı cemaatler, partiler veya şahısların "dıdının dıdısının dıdısı" türünden teferruatlarla uğraşmasının boşa kürek sallamak olduğunu ortaya koyar. Tevhid ve sünnet daveti, Aziz ve Celil olan Allah'ın uluhiyetinin reddedilmesi ve sosyo ekonomik düzeni tümüyle Allah'ın hayat için koyduğu yasaların iptal edilmesi ve ilahi kanunların yerine ihdas edilmiş beşerî kanunlara dayalı olan bir toplumda ufak tefek ahlaki ıslah çalışmaları yapmanın cahiliye tortularından kurtulmak ve tevhidin aydınlığına ulaşmak için asla yeterli olmayacağını haykırır. Tevhid ve sünnet daveti, Allah'ın subhanehu ve teâlâ egemenliğini kabul etmeyen ve kanunları faizi, zinayı, içkiyi ve türlü sapkınlıkları helal sayan bir toplumda "şu haramdır… şu helal değildir…" demenin nebevi menhecle yüzde yüz çeliştiğini ve bu şekilde ortaya konan çabaların hedeflendiği şekilde müspet bir sonuç getirmeyeceğini bildirir. Tevhid ve sünnet daveti, Allah'ın subhanehu ve teâlâ hükümleriyle hükmetme ve tek ilahlık davasıdır. Çünkü ancak bu şekilde ilahlık makamı bire indirgenebilir ve tevhid akidesi de ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Tevhid ve sünnet daveti; bu davete samimi olarak icabet eden mümin toplulukta somut olarak ortaya çıkmakta ve tevhid akidesinin çağımızdaki doğru örneği ve hakiki tercümanı olmaktadır. Tevhid ve sünnet daveti, günümüz muvahhidleri tarafından muhafazakâr laikler ile zihinlerinde ve meydanlarında ürettikleri "ilah"larına tapınan çağdaş cahiliye yığınlarının yüzlerine karşı açıkça dile getirilmedikçe ve onlarla rızaya dayalı organik bir ilişkiden kaçınılmadıkça zafere ulaşmak ve yeryüzü hâkimiyetini elde etmeye ilişkin Allah'ın subhanehu ve teâlâ nihai vaadi gerçekleşmeyeceğini hatırlatır. Tevhid ve sünnet daveti, bugün yeryüzünde tevhidin tüm boyutları anlamında Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik etmeyen ve tevhidin tam ve eksiksiz anlamı gereği olarak Allah'ın dinini gerçek anlamda din edinmeyen fakat kendilerini yüzeysel olarak inatçı bir şekilde İslam'a nisbet eden milyon milyon insana sarsıcı bir mesajdır. Tevhid ve sünnet daveti, İslam coğrafyasında yaşayan halklar için bir patinaj alanı hâline gelen ve bir yanda La ilahe illallah ilkesinin ve İslam'ın anlamının çerçevesini öte yanda modern şirk ve ilhadın anlamlarını çevreleyen karışıklık ve kapalılığı ortadan kaldıran nebevi menhec üzere yapılan davettir. Tevhid ve sünnet daveti, tevhid ve sünnet ehli muvahhidler ile mücrim müşriklerin yolunun apaçık bir şekilde belli olmasını, hak ve bâtıl zümrelerinin özelliklerinin birbirine karışmasını ve itikad kavşağında yolların ayrılış noktasını seçemeyecek kadar bir şaşkınlığın hâkim olmasını engeller. Tevhid ve sünnet daveti, Allah'ın subhanehu ve teâlâ hâkimiyeti meselesiyle itikad meselesini birbirinden ayırmaz. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah'ın hâkimiyeti konusu ile inanç, ibadet ve şeriatı birbirinden ayrı tutmamıştır. Tevhid ve sünnet daveti, tağuta tabi olmayarak ve tağuta itaat etmeyi de reddederek tek ve kahhar olan Allah'ın dinine girmekle tüm zorluklarına rağmen üstlenilen sorumlulukların, tağutun dinine girmekle yüz yüze kalınacak tehdit ve tehlikelerden daha hafif ve daha az olduğunu gösterir. Tevhid ve sünnet daveti, gerçek özgürlüğün, tağutların tuğyanına, münafıkların nifakına, mücrimlerin cürmüne, bidatçilerin bidatine, zorbaların zulmüne ve bozguncuların bozgunculuklarına net ve nezih tevhid akidesi ile üstün gelinmesinden ibaret olduğunu ilan eder. Tevhid ve sünnet daveti, Allah'ın subhanehu ve teâlâ müşriklikle, hak dinden yüz çevirmekle ve "Allah'ı bırakıp başka ilahlar edinmekle" suçladığı İslam'ın düşmanı rejimler, ideolojiler ve kişilerin günümüzdeki takipçilerine her fırsatta ısrarla "İslam" yahut "Müslüman Kardeşimiz!" etiketini yapıştırmak için biribiriyle yarışan benzer tıynetteki acizlerin bu iddialarını reddeder. وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ "Ve bizim üzerimizde açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir şey (sorumluluk) yoktur." [2] [1] . 17/Kehf, 29 [2] . 36/Yâsîn,17 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri Kadın2019-12-17 Men Azze Bezze2019-11-16 Modern Şirk ve Laik Yaşam Tarzının Vazgeçilmez ''İbadet''i: Falcılık ve Medyumluk2019-10-16 Safevilikten Selefîliğe İran2019-09-16 Münafık!2019-08-19 Batı: Bu Bataklık Kurumalı/Kurutulmalı2019-07-15 Demokrasi Küçük İnsanlar ve Uzayan Gölgeler2019-05-15 Ramazan: Her Şey Bu Ayda Başladı!2019-04-15 Bizim Dinimiz Bize Batıl ve Batıni Dinleriniz Size2019-03-15 Sosyal Medya, Asosyal Nesil ve Sorumluluğumuz2019-02-28 Kitap Raporu2019-01-23 Tevhid ve Sünnet Daveti2018-12-26 Ümmeti Bölünmüşlüğe ve Kuşatılmışlığa Mahkûm Eden Yıkım Modeli: Ulus Devlet2018-11-20 Muhbirliğin Mahiyetine Dair2018-10-16 Demokrasi Gemisi İçin Batış Vakti2018-09-19 Afganistan Aynasında Osmanlı ve Cumhuriyet Silueti2018-08-16 Batılın Egemenliği ve Müslüman(sı)ların İktidarı2018-07-18 Tevhide Karşı Yükseltilen Dalalet Dalgaları: Deizm ve Tengricilik2018-05-17 Evladın İzzeti: Anne Baba Hukukuna Riayet2018-04-19 Mele', Melâ ve Ulema2018-03-16 'Asr-ı Bidat' ve İbadetleştirilen Bidatlar2018-02-15 İki Arada Bir Derede Çok Mezhepli Kadim Bir Din: Alevilik2018-01-18 Milliyetçiliğin Anavatanı Avrupa'da Milliyetçiliğin Bumerang Hali2017-12-16 Romalılardan Romacılara: Müslümanlara Karşı Bitmeyen/Bitmeyecek Savaş2017-11-15 Münzehim Zümrelere Dair2017-10-25 Yıkım Çemberinde Hiçleşen Gençlik2017-09-19 Nefsin Afetleri, İstismarı ve Marabalığı2017-08-16 Ramazan, Kur'an ve Bayram2017-06-18 Ramazan-ı Şerif: Değerli, Önemli ve Sevgili Bir 'Dost'u Karşılarken2017-05-16 Ahlaksızlığın 'Ahlaklaştırılması' ve Şer'i/Fıtrî Ahlak2017-04-21 Yeni Anayasa: Laik-Demokratik Sisteme Baş, Laikleştirilmiş Muhafazakâr Cumhura Başkan2017-04-20 Tevhid Davetinin Yeniden Gündeme Gelmesi2017-02-17 Tadımlık Özgürlük Hâlleri2017-01-17 Bahtiyarlık ve Bedbahtlığa Dair Şifa Niyetine Notlar2016-12-16 Hanedanlık veya Demokratik2016-11-19 Medrese Geleneği ve Kürdistan Medreselerine Kısa Bir Bakış2016-09-20 Nebi Örnekliğinde Fıtrî ve İmanî Bir Değer Olarak Vefâ2016-08-19 Tevhid ve Kulluk Bağlamında Sorumluluğa Dair Bir Mülâhaza2016-06-16 İki Kutuplu Dünya Şirk Sisteminden Eş Başkanlı Küresel Şer Koalisyonuna2016-05-17 Gözlük2016-04-15 Bayrak2016-03-15 Uzman Münafıklık Siyaseti ve Yediden Yetmişe Kaybettirdikleri2016-02-15 Demokrasi: Dikili Putu ve Takkeli Papası Olmayan Şirk Dini2016-01-17 Kardeşimden Bana Bir Tutam Nasihat2015-12-16 Tevhid Ümmetine Karşı Birleşi(r)k Laik Güçlerin Topyekün Taarruzu2015-10-16 Yakin Üzere Yakınlık2015-09-15 Dı Pêvajoya Hılbıjartına Demokratîk De Ji Nû Ve Bıbîranîna Laîlaheîllallah'ê2015-06-06 Selim Fıtrat, Rüşd ve Mürüvvet2015-05-04 Uzaktaki, Çevremizdeki ve Aramızdaki Batı2015-03-03 Şeytanizm2015-02-01 Kerem Çağlar ile Röportaj2015-01-05 Kaybolan Sınırlar Birleşen Hizipler ve İslam'ın ‘Devlet' Yürüyüşü2014-12-05 Yazıklar Olsun Şu Kavme...2014-11-09 Eğriltim-Öğütüm Yılı Başladı!2014-10-01 Recep Tayyip Erdoğan: Yeni Cumhurbaşkanı, Potansiyel ‘Halife'2014-09-04 Mümin Baba Çocuğuyla Ne Konuşur?2014-07-02 Demokrasi: Millet İradesi İle Tecelli Eden Zillet Halleri2014-06-01 Yakarış2014-05-13 CemiA(BD) CemaA(KP) ve Cemaat2014-04-01 Olağan Üstü Süreçler, Fetoperatif Manzaralar2014-03-01 Umut, Hakikat ve Akıbet2014-02-01 Durum ve Göreve Dair...2014-02-01 Dosta Vela, Düşmana Bera!2014-01-01 Naif'lere Mektup2014-01-01 Afganisşam2013-11-01 Müjdeler Olsun Size !2013-10-01 Ahdine Sadık Bahadır Yiğitler2013-09-01 Daru't Takrib'den İmhaya- Ahzabu'ş Şia2013-08-01 Her Yerde Var Olmaya Çalışan Hiç Bir Yerde Bulunamaz2013-07-01 Sırtını Halka Dayayan Ağır Siklet ve Garson Boy Tağutlar2013-06-01 ‘Makbul' Tağut ve Deve Yürekli Raiyeti2013-05-01 Haçlı Harekatına Yeni Mezar Yeri- Mali 2013-04-01 Garip İslam'ın Gurabası- Muvahhidler2013-03-01 Zulüm ve Zalim2012-12-01 Mele2012-11-01 Tevhidi ve Fıtratı Bozan Laik Bir Eğitim Kurumu Olarak Okul2012-10-01 Akıbet Müttakilerindir (28 Kasas, 83)2012-09-01 Nefsimiz ve Halkımız Hakkında Mülahazalar2012-08-01 İlahlaştırılan ‘İktidar’ ve Yeşillerin Savaşı2012-07-01 Tevhidi Bir Cemaat Ne Değildir2012-06-01 Ortadoğu’daki Hareket ve Suriye Aynasındaki İran2012-05-01 Buhranların Doğurgan Anası- Demokrasi2012-04-01 Çalışma Kamplarından Zihin Kamplarına- Okul Esareti2012-03-01 Yegane Davete, Bigane Kavimler2012-01-01 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
2 notes · View notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Akıbet muttakkilerindir
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Özcan YILDIRIM Özcan YILDIRIM [email protected] Akıbet Muttakilerindir بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ (1) وَطُورِ سِينِينَ (2) وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ (3) لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ (4) ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ (5) إِلَّا الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ (6) فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ (7) أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ (8) Er-Rahman ve Er-Rahim olan Allah'ın adıyla (okumaya başlıyorum). 1. Andolsun incire ve zeytine, 2. Sina'daki Tur Dağı'na, 3. Ve bu güvenli beldeye. 4. Andolsun ki insanı en güzel surette yarattık. 5. Sonra onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) çevirdik. 6. İman edip salih amel işleyenler müstesna. Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. 7. (Ey insan!) Bundan sonra dini/hesabı sana yalanlatan şey nedir? 8. Allah, hükmedenlerin en hâkimi değil mi? Allah'a hamd, Resûlü'ne salât ve selâm olsun… Ahsen-i takvim olarak yaratılan insandan bahsetmiştik. Geldik bir sonraki ayete. ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ "Sonra onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) çevirdik." [1] Bir anda farklı bir yöne evriliyor insan. Ahsen-i takvim iken esfel-i safiline çevriliyor. Peki, neden bu çevriliş? Ahsen-i takvim iken esfel-i safiline gidişin bir sebebi olmalı. Sebebi var. Ama önce ayette geçen bu ifadenin ne olduğuna dair kısa bir bilgi vermeye çalışalım. Ayetteki "Esfel-i safiline çevirmek" ifadesi hakkında kıymetli selefimizin (Allah onlardan razı olsun) kavillerine baktığımızda iki yaklaşım görürüz. Birincisi; "Esfel-i safilinden kastedilen erzel-i ömürdür" demişler. Yani başkasına muhtaç olunan ihtiyarlık dönemi. Bu dönemde birçok işten aciz kalındığı için de Araplar yaşı ilerlemiş olana aynı kökten gelen "Acûz" demişler. İkincisi; esfel-i safilin'den kastın cehennem olduğunu dile getirmişler. Onu esfel-i safilin/aşağıların aşağısı olan cehenneme çevirdik, diye ayeti anlamışlardır. İsabetli olan yaklaşımın bunun olduğunu söyleyebiliriz.[2] Hatta Ali radiyallahu anh: "O, tabakaları birbirinin altında olan cehennem ateşidir." demiştir. ■■■ Bir önceki ayette insanın yaratılışına dikkat çekmiştik. Allah subhanehu ve teâlâ ne buyurmuştu: "Andolsun ki insanı en güzel surette yarattık." Peki, hangi siyakta? Üç farklı mekâna işaret edip yemin ettikten sonra. Oralarda vahyin meşalesi tutuşmuştu. Tevhid ve şirkin arasındaki amansız mücadele o topraklarda boy göstermişti. İşte bu bağlamda "ahsen-i takvim" gibi ulvi bir sıfatla tavsif edilmişti insan. Ardından da "esfel-i safilin" gibi denî bir konuma gönderildiğinden bahsedildi. İnsana verilen bu güzel hilkatın yanında akıl ve irade gibi nimetler de verdi Allah. Bunun karşısında insandan istenen ise yeryüzündeki halifelik görevidir.[3] "Hani Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' demişti. Dediler ki: 'Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi (halife) kılacaksın? Oysa bizler seni tüm eksiklerden tenzih ederek sana hamd etmekte ve seni takdis etmekteyiz.' (Allah) dedi ki: 'Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi biliyorum.' " [4] "Sizi yeryüzünün halifeleri yapan O'dur. Size verdiklerinde sizi sınamak için kiminizi kiminize derecelerle üstün kıldı. Şüphesiz ki Rabbin, cezası pek çabuk olandır. Şüphesiz ki O, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm'dir." [5] "Yeryüzünde sizleri halifeler kılan O'dur. Kim de küfre saparsa kendi aleyhine küfre sapmış olur. Kâfirlerin küfrü, Rableri katında (Allah'ın) gazabından başkasını arttırmaz. Kâfirlerin küfrü (kendileri için) hüsrandan başka bir şeylerini arttırmaz." [6] ■■■ Yol ikidir. Ya ahsen-i takvim, yani fıtrat üzere kalıp tevhidi yaşayıp yaşatmaya gayret etmek. Ya da bundan yüz çevirmek. Sonu da esfel-i safilin… Aşağıların aşağısı. Çoğunluğun çılgınca talip olduğu mekân… Allah sana bir nimet verdi ey insan! Yaratılış güzelliği. Allah'ın halifesi olasın, yeryüzünde onun şahidi olasın diye. Sen ise nankörlük ediyor, azıyor ve azdırıyorsun. Her nimet O'na dönüş vesilen olması gerekir. Fakat her nimet seni azdırıyor. Bu da yetmiyor, tekebbür ediyorsun. Allah subhanehu ve teâlâ nimete nankör olan toplumları sana ne güzel kıssa etti bir bak: "Andolsun ki Sebe (halkının) yerleşim yerinde sizin için (ibret alınacak) bir ayet vardır. (Yerleşim yerleri) sağdan ve soldan iki bahçeliydi. Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve Ğafûr bir Rab... (Şükretmeyip) yüz çevirdiler. Onların üzerine 'Arim selini' gönderdik. Ve onların (dillere destan) bahçelerini, yemişleri acı ılgın ağacı ve az bir şey de sedir ağaçlarının olduğu iki (kötü) bahçeye çevirdik. Nankörlükleri nedeniyle onları böyle cezalandırdık işte. Biz, nankörlük edenden başkasını cezalandırmayız." [7] "Allah bir beldeyi örnek verdi. Onlar güven ve huzur içinde (yaşar) rızıkları kendilerine her taraftan bolca gelirdi... Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler. Yaptıkları (nankörlüğe) karşılık Allah onlara açlık ve korku elbisesini (giydirip iliklerine kadar hissedecekleri şekilde açlığı ve korkuyu) tattırdı." [8] Allah'ın tüm bu nimetlerine karşın yeryüzündeki "ruveybida" timsallerinin yeryüzünü zulüm ve istibdat ile doldurduklarını görürsün. Allah'ın arzında İslam ile kimlik düzeyinde bağı olanlara dahi tahammülleri yok. Neredeyse yarım asırdır mazlumların kanlarını siyasetlerine yakıt yaptılar, yapıyorlar. Öte yandan kâğıt üzerinde -veya başka bir söylemle- siyasi alanda gösterdikleri bir savaşları da var tabii. "Rabbim Allah'tır." diyen muvahhidleri düzmece, lanetli ve kokuşmuş kanunları ile zindanlara dolduruyorlar. Gariptir, kendi koydukları kanunlar dahi zulümlerine şahitlik etmektedir. Bunların hâl-i pür melâlleri Karakuş Kadı'nın ilginç kıssasına benziyor, anlatalım: "Bir hırsız etrafı kolaçan ettikten sonra balkondan içeri girmek ister. Tam tırmanmaya başladığında balkonun parmaklığı kırılır. Hırsız da düşüp, ayağını kırar. Bunun üzerine soluğu Karakuş'un yanında alır: _ Kadı Efendi, soymak için bir eve girecektim. Fakat balkonun parmaklığı koptu ve düşüp bacağımı kırdım. Ev sahibinden şikayetçiyim. Tamam, hırsızlık suç ama cezası balkondan düşüp ayak kırmak değil, der. Karakuş da ev sahibini çağırtır ve: _ Be adam, niçin balkonun parmaklığını sağlam yaptırmıyorsun. Sağlam yaptırsan bu adam düşüp bacağını kırmazdı, der. Ev sahibi: _ Aman efendim; parmaklığı marangoz yapmış, benim günahım ne? diye karşılık verir. Bu defa marangozu çağırtır ve sorar: _ Neden sağlam parmaklık yapmıyorsun? Marangoz: _ Efendim, ben balkonun parmaklığını çakarken yeşil başörtülü bir hanım yoldan geçiyordu. Başörtüsü o kadar parlak boyanmıştı ki gözüm ona takıldı. Çiviyi de boşa çakmış olacağım, der. Karakuş hemen emir verir, yeşil başörtülü kadını huzuruna getirtir. Kadın Karakuş'un karşısında endişeyle: _ Benim suçum ne, boyasın diye boyacıya verdim, o boyadı, der. Bu defa boyacı çağırtılır. Karakuş boyacıya çıkışır: _ Başörtüleri göz alıcı renge boyuyorsun, sonra marangoz çiviyi boşa çakıyor ve hırsız tırmanırken düşüp bacağını kırıyor. Boyacı verecek cevap bulamayınca Karakuş hükmü verir: _ Asın bunu! Biraz sonra cellât gelip: _ Kadı Efendi, bu boyacının boyu kısa geldiği için sehpaya yetiştirip asamıyorum, der. Karakuş: _ Öyleyse git uzun boylu bir boyacı bul ve onu as." [9] Günümüzde muvahhidlere yapılan bundan uzak değil. Fakat Allah'ın bu nimetlerine nankörlükle, dininin yardımcılarına zulmetmekle cevap verenlerin akıbeti de esfel-i safilin olacaktır. Güzel akıbet ise muttakilerindir. "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." duamız ile… [1] . 95/Tîn, 5 [2] . Bunu tercih nedenlerimizi anlatıp konuyu uzatmak istemedik. Dileyen buna dair İbnu'l Kayyım'ın Bedâu't Tefsir isimli eserine bakabilir. Kendisi bu konuya dair on açıdan delil getirerek, ikinci anlamın isabetli olduğu kanaatine varmıştır. [3] . Allah'ın yeryüzündeki halifesi olmak, O'nun hâkimiyetini yeryüzünde icra etmektir. Kula kulluktan men edip O'na kulluğa çağırmaktır. [4] . 2/Bakara, 30 [5] . 6/En'âm, 165 [6] . 35/Fâtır, 39 [7] . 34/Sebe', 15-17 [8] . 16/Nahl, 112 [9] . Rasim Özdenören'in yazısından. Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri Yaratan Rabbinin Adıyla2019-12-17 Bismillah2019-11-16 Üstün Zekâ Değil, Güçlü İrade!2019-10-16 O'ndan Bilmeli!2019-09-16 Acıların, İçindeki Güzelliktendir2019-08-19 En Kıymetli2019-07-15 Ahid-32019-05-15 Ahid-22019-04-15 Ahid-12019-03-15 Konmayı Bilmeli2019-02-19 Başkaldırı, Bedel, Dert=Mükâfat2019-01-17 Akıbet Muttakilerindir2018-12-26 En Güzel Varlık: İnsan2018-11-20 "İncire ve Zeytine Andolsun…"2018-10-16 Yalnızca Rabbine Rağbet Et!2018-09-19 Sana Dua Etmekle Asla Bedbaht Olmadım Rabbim2018-08-16 Birkaç Günüm2018-07-18 Kusurlu İnsan, Kusursuz Zaman2018-05-17 Zorlukla Beraber2018-04-19 Şân-ı Rasûl2018-03-16 Vizr2018-02-15 Biz Göğsünü Genişletmedik mi?2018-01-18 Üç Nimetin Karşılığı2017-12-16 Üç Nimet2017-11-15 Ahiret Senin İçin Daha Hayırlıdır!2017-10-25 Rabbin Seni Terk Etmedi!2017-09-19 Münafıklarla Mücadele Metodu - 42017-08-16 Münafıklarla Mücadele Metodu - 32017-06-18 Münafıklarla Mücadele Metodu - 22017-05-16 Münafıklarla Mücadele Metodu2017-04-21 Nifak Lideri'nin Ölümü Üzerine Birkaç Düşünce - 22017-04-20 Nifak Lideri'nin Ölümü Üzerine Birkaç Düşünce2017-02-17 Mescid-i Dırar ve Düşündürdükleri - 22017-01-17 Mescid-i Dırar ve Düşündürdükleri2016-12-16 Kab bin Malik'in Kıssası Üzerine Birkaç Düşünce2016-11-18 Tebuk Gazvesi Üzerine Birkaç Değerlendirme2016-10-18 Mescid-i Dırar Olayı ve İbni Ubeyy'in Ölümü2016-09-19 Nifakın Zirvesi; Tebuk Seferi2016-08-19 Nifak Hareketi'nin Mengene İçinde Kalışı: Ahzab Savaşı -32016-06-16 Nifak Hareketi'nin Mengene İçinde Kalışı: Ahzab Savaşı -22016-05-16 Nifak Hareketi'nin Mengene İçinde Kalışı: Ahzab Savaşı -12016-04-15 İfk Hadisesi Üzerine Mülahazalar2016-03-15 İfk Hadisesi'nde Münafıkların Rolü2016-02-15 Nifak Hareketinin İç Kaos Hamleleri - 22016-01-17 Nifak Hareketinin İç Kaos Hamleleri - 12015-12-16 Nifak Hareketinin Kitlesel Harekete Dönüşmesi: Uhud2015-11-15 Münafıkların Özellikleri: Alaycıdırlar!2015-10-15 Münafıkların Özellikleri: Korkaktırlar!2015-09-15 Münafıkların Özellikleri: Bahanecidirler!2015-07-16 Kufrun Dune Kufr Şüphesinin İzalesi2015-06-05 Münafıkların Özellikleri: Sözlerinden Dönerler2015-05-04 Münafıkların Özellikleri: “Hiçbir Hayır Olmayan2015-04-04 Münafıkların Özellikleri: “Hiçbir Hayır Olmayan2015-03-04 Münafıkların Özellikleri: Kalpleri Hastalıklıdır!2015-02-01 Zindan... Yatış mı? Diriliş mi? 2015-01-05 Cezaevi İmtihanında Sebat Etmek2015-01-05 Münafıkların Özellikleri: Yalancıdırlar!2014-12-01 Ondan Ancak Mümin Korkar! Nifakın Çıkış Sebepleri Üzerine Bir Değerlendirme2014-11-02 Ondan Ancak Mümin Korkar! (Nifakın Ortaya Çıkışı)2014-10-04 Ondan AncakMümin Korkar!2014-09-02 Allah'a Tevbe Etmek İstediğinZaman… - 22014-08-03 Allah'a Tevbe Etmek İstediğin Zaman… - 12014-07-02 Allah Sana Rüya Gösterdiğinde...2014-06-01 Allah Sana Rızık Verdiğinde... -22014-05-16 Allah Sana Rızık Verdiğinde... -1-2014-04-01 Allah ile Yalnız Kaldığında…2014-03-01 Allah Seni İmtihan Ettiği Zaman...2014-02-01 Allah Dünya Semasına İndiğinde...2014-01-01 Allah Sana Hidayet Ettiğinde...2013-12-01 Allah Sana Nimet Verdiğinde…2013-11-01 Allah Seni Kıskandığında…2013-10-01 Allah Sana Salat Ettiğinde…2013-09-01 Allah Senden Haya Ettiğinde…2013-08-01 Allah Seni Belaya Uğrattığında…2013-07-01 Allah'a Tevekkül Ettiğinde…2013-06-01 Allah'a Kulluk Ettiğinde…2013-05-01 Allah'ın Evine Girdiğinde…2013-04-01 Allah Duana İcabet Etmediğinde…2013-02-01 Allah ile Konuştuğunda…2013-01-01 Rabbin Günahlarını da Örterken…2012-12-01 Allah Seni Sevdiğinde - 22012-12-01 Yeniden İman Çağrısı – 42012-11-01 Allah Seni Sevdiğinde - 12012-11-01 Yeniden İman Çağrısı – 32012-10-01 Neo Putperestliğe Kan Pompalama Merkezleri- Milli Eğitim Kurumları2012-10-01 Yeniden İman Çağrısı – 22012-09-01 Allah Senden Razı Olduğunda...2012-09-01 Ramazan... Şehru'l Kur'an!2012-08-01 Allah'ın Gazabı2012-08-01 Yeniden İman Çağrısı – 12012-07-01 Allah Sana Merhamet Ettiğinde Onunla Nasıl Muamele Etmelisin?2012-07-01 İslami Durgunluğu, İslami Harekete Dönüştüren Şuur- UHUVVET – 32012-06-01 Allah'ı Ne Kadar Tanıyorsun2012-06-01 Allah ile Nasıl Muamele Etmelisin Mukaddime2012-05-01 İslami Durgunluğu, İslami Harekete Dönüştüren Şuur: UHUVVET 22012-05-01 İslami Durgunluğu, İslami Harekete Dönüştüren Şuur: UHUVVET2012-04-01 Cemaatin İç Mekanizması...2012-03-01 İslami Hareket Şahıslara Bağlı Olan Bir Hareket Değildir2012-01-01 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Müşriklerin Allah Resûlü'ne Suikast Girişimi ve Sonuçları -2
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Enes YELGÜN Enes YELGÜN [email protected] Müşriklerin Allah Resûlü'ne Suikast Girişimi ve Sonuçları -2 Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a salât ve selam O'nun Resûlü'ne olsun. Mekke'deki müminlerin İslami harekete can katacak, yeni bir ruh verecek hicret yolculuklarını büyük ölçüde tamamlamaları üzerine Allah Resûlü de sallallahu aleyhi ve sellem hicret hazırlıklarına başladı. Mekkeli müşrikler bu duruma engel olmak için bir toplantı düzenlediler ve bu toplantıya şeytan da yaşlı bir adam kılığında katıldı. Sonuç olarak müşrikler Allah Resûlü'nü öldürmeye karar verdiler. Biz de geçen yazımızda bu toplantı üzerinden müşriklerin suikast düzenleyerek İslami hareketi nasıl engellemeye çalıştıklarını anlatmaya başlamıştık. Bu yazımızda ise bu toplantı ile alakalı değerlendirmelerimizi tamamlamaya çalışacağız inşallah. İslami hareketin ve davanın mensuplarının, liderlerini kaybetmeleri hâlinde sarsılacakları bir gerçektir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde, Peygamber'in kontrolünde vahyin terbiyesinden geçmiş sahabelerin hâli bizlerin çok dikkatli olması gerektiğine işarettir. O gün, vahiy ile vakıayı beraberce okuyan duygularını kontrol etmesini bilen Ebu Bekir radıyallahu anh gibi öncü şahsiyetler olmasa idi, irtidat hareketinin etkisi daha kapsamlı ve kalıcı olurdu. Bu öncü şahsiyetler İslam ümmetinin başına gelmiş en büyük musibet olan Allah Resûlü'nün vefatının etkisini İslam cemaatinin kemikleşmiş yapısından silmelerine rağmen, Mekke, Medine ve Taif dışındaki beldelerin çeşitli bahaneler ile dinden çıkmalarına engel olamadılar. Öyleyse müşriklerin daveti engelleme girişimlerinden olan "liderleri ortadan kaldırma" maddesi, üzerinde önemli durulması gereken bir husustur. Peki, mümin bir fert sahabileri dahi derinden sarsan bu tarz bir hadise ile karşılaşır ise istikamet üzere kalabilmek için ne yapmalıdır? Öncelikle tevekkülün ilk kısmı olan sebeplere yapışma ilkesinin hakkını vermelidir. Liderlerin güvenliği başka herhangi bir sebep ile ikinci plana atılabilecek bir husus değildir. Burada özellikle fertleri duraksatan liderlerinin tavrı olabilir. Onun kendi güvenliği hakkında bir talepte bulunmasını beklemek ve talep gelmeyince de "Demek ki gerek yok." diye düşünmek ciddi bir yanılgıdır. Peygamber'in dahi kendisi için canlarını feda edebileceklerini kesinlikle bilmesine rağmen ashabına bu hususta bir şey söylemekten çekindiği zamanlar olmuştur. Aişe'den radiyallahu anha rivayetle, şöyle demiştir: "Resûlullah, bir savaş sonrası Medine'ye gelişinde uykusuz kalmış ve şöyle demişti: 'Ashabımdan salih bir kimse bu gece benim kapımın önünde nöbet tutup beni beklese…' Biz bu durumda iken bir ses duyduk. Peygamber: 'Kim o?' dedi. O kimse: 'Sa'd b. Ebi Vakkas!' diye karşılık verdi. Peygamber ona: 'Niçin geldin?' buyurdu. Sa'd: 'Peygamber'e karşı içime bir korku düştü ve kendisi için nöbet tutmaya geldim.' dedi. Bunun üzerine Resûlullah, ona dua etti ve uyudu. Hatta biz onun horlama sesini duyduk." [1] Öyleyse emirden bir talep gelmeden önce ihtiyaç ne ise ona göre hareket etmek her ferdin üzerine bir vucubiyettir. Müslüman bireylerin dikkat etmeleri gereken ikinci husus ise cemaatsel birlikteliği tembelleşmeye değil daha azimli bir şekilde harekete geçmeye vesile kılmaktır. Genellikle Müslüman fert bir cemaate tabiri caiz ise kapak attıktan sonra rehavete kapılmakta, sadece kendisine söyleneni yapmakla yetinmekte ve kendisini geliştirmek için özel bir çaba içerisine girmemektedir. Hâlbuki İslami hareketin her bir ferdi, cemaatsel çalışma içerisinde öyle bir birikim elde etmelidir ki yarın lidersiz kaldığında etrafındaki Müslümanların kalplerine sükûnet verebilecek şekilde davransın; cemaatsiz kaldığında ise kendisini ve ehlini muhafaza edip davet vazifesini imkânlar dahilinde sürdürebilsin. Böyle bir musibet karşısında alınabilecek başka bir tedbir ise ümitsizlikten bizi uzaklaştıracak nasları hatırda tutmak ve İslami mücadele tarihinden benzer vakıalara sabredilmesi hâlinde nasıl güzel neticeler ile karşılaşıldığına dair tabloları tefekkür etmektir. " 'Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser ki?' demişti." [2] "Gevşemeyin, üzülmeyin! Şayet inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz. Şayet size bir yara dokunduysa hiç şüphesiz (düşman) topluluğuna da yara dokundu. (Mutlak ve daimi galip Allah'tır. İnsanlara gelince) biz bu günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, iman edenleri açığa çıkarmak ve sizden şahitler/şehitler edinmek (için böyle yapar). Allah, zalimleri sevmez." [3] En son ve en önemli madde ise Müslümanın düşünce dünyası ile alakalıdır. İslami hareketin mensupları her şeyleri ile müşriklerden ayrıldıkları ve farklılaştıkları gibi düşüncelerinde de bunu sağlamaları gerekir. Müşrikleri Müslüman liderlere suikast düzenlemeye iten etken dünyevi bakış açıları idi. Eğer Müslüman da aynı bakış açısına sahip olursa o zaman hakikaten müşrikler amelleri ile başarıya ulaşmış olurlar. Bu dava Allah'ın davasıdır. Bu davanın ve fertlerinin üzerinde bizzat Allah'ın eli ve kontrolü vardır. Şahısların, cemaatlerin, nesillerin tarih sahnesinden çekilmesi O'nun subhanehu ve teâlâ takdir ettiğini gerçekleştirmesine engel olamaz. Müslüman sorumluluklarını yerine getirmek için çabalarsa Allah'ın vaadini gerçekleştirmesi hak olur. Birilerinin ölmesi ya da öldürülmesi ile bu vaadin gerçekleşmesinin gecikeceğine inananlar Allah'ı hakkıyla tanıyamamış, insanlık tarihinden bîhaber yaşayan kişilerdir. Bu dava, temelleri Mele-i Ala'da atılmış ve kıyamete kadar sürecek köklü bir davadır. Tarihin seyrinde Allah subhanehu ve teâlâ hiçbir dönemde inananları kendi hâllerine terk etmemiştir. "Nice nebiyle beraber birçok Rabbani (âlim ve mücahit) savaştı. Allah yolunda başlarına gelen sıkıntılar nedeniyle gevşekliğe düşmediler, zayıflamadılar ve (düşman karşısında) alçalmadılar. Allah, sabredenleri sever. (Başlarına gelen sıkıntılarda) sadece şöyle söylemekle yetindiler: 'Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizde var olan aşırılıklarımızı bağışla! Ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler topluluğuna karşı bize yardımcı ol.' (Dualarına karşılık) Allah, onlara dünya sevabını ve ahiret sevabının en güzelini verdi. Allah, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever." [4] "Allah: "Andolsun ki ben galip geleceğim ve resûllerim de (galip geleceklerdir)." diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah, (güç ve kuvvet sahibi olan) Kaviy, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz'dir." [5] Tüm bunlarla birlikte karşılaşılan hadiseleri zafer/yenilgi, başarı/hüsran olarak değerlendirirken ölçümüz ne olmalıdır? Mesela, Müslümanlardan birinin dava uğruna canını vermesi geride kalanlar için bir yenilgi ya da hüsran mıdır? Hiç imtihana maruz kalmadan yaşamak başarı mıdır? Nuh aleyhisselam 950 senenin sonunda sadece bir avuç insanın hidayetine vesile olabildiği için başarısız mı idi? İbrahim aleyhisselam ateşe atılınca yenildi mi? Kıyamet günü tek başına diriltilecek nebileri hangi gözle değerlendirmeli? Ashab-ı Uhdud'daki çocuk can verdiğinde aslında kim kaybetti? Ya güçlerinin zirvelerinde iken Hud'un, Salih'in, Şuayb'ın aleyhimusselam kavimleri zafer ehli miydiler? Kazıkların sahibi Firavun rahimlere dahi zulmünü bulaştırmışken yenilgisiz mi idi? Bugün dilediği beldeyi tarumar eden mücrim elebaşları kime, neye göre güçlü ve başarılı? Evet, bu soruların cevabı bizi tek bir noktaya götürür: İslami hareketin karşılaştığı tüm zorluklar gelecek zaferin adım sesleridir. En öndekiler en değerlilerini feda ettiklerinde ise zafer artık an meselesidir. Öyleyse mümin başına gelen her musibeti Allah'ın vaadinin bir alameti olarak görmeli ve asla şeytanın vesveselerine kapı aralamamalıdır. "(Bu,) Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez fakat insanların çoğu bilmezler." [6] "Dikkat edin! Muhakkak ki Allah'ın yardımı pek yakındır." [7] Allah Resûlü'ne suikast planı yapılan toplantı ile alakalı dikkatimizi çeken bir diğer husus ise şeytanın bizzat sahaya inme ihtiyacı hissetmesidir. Siyer tarihine baktığımızda sadece birka�� yerde bu tarz bir vakıa ile karşılaşırız. Bunların ikisi hicret sırasında bir diğeri ise cihad meydanındadır. Bu durum hicret ve cihad aşamalarının İslami hareketin diğer merhalelerine göre çok daha çetin geçeceğine işarettir. Şeytan insanlık tarihinde bir dönüm noktası olan hicretin hemen öncesinde, müşriklerin elebaşlarının yaptığı toplantıya katılarak asırların verdiği tecrübe (!) ile Mekkelileri yönlendirdi. Müşrikler peygamber için sürgün ve cezaevi seçeneklerini konuştuklarında bunlara karşı çıktı. Çünkü şeytan çok iyi biliyor ki ne cezaevleri ne de sürgünler davayı engelleyebilir. Aslında şeytan yine tecrübesi ile liderlerin öldürülmesinin de İslami mücadeleyi bitiremeyeceğini biliyordu. Ancak o tüm çaresizliği ile beraber sapkınlığının ona alternatifler arasından gösterdiği en iyi (!) seçeneği yoldaşlarına sunuyordu. İnsanoğlu ile şeytan arasındaki savaş Mele-i Ala'da başlamış ve kıyamete kadar sürecek bir savaştır. Müslüman fert bu mücadelede Allah'ın safında olduğu için güven duygusunun hazzını sonuna kadar yaşamalı, bundan izzet duymalı ama tedbiri elden bırakmamalıdır. Çünkü şeytan, Rabbine mümin ile mücadele edeceğine dair çok kuvvetli sözler vermiştir. "Dedi ki: 'Beni saptırmana karşılık, ben de onları (saptırmak) için senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra kesinlikle onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulamayacaksın.' " [8] " 'Onlardan gücünün yettiklerini sesinle kışkırt, atlı ve yaya (ordularınla) onlara saldır, mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol ve onlara vaadlerde bulun.' Şeytanın onlara vadettikleri aldatmadan başka bir şey değildir." [9] "Dedi ki: 'Rabbim! Beni saptırmana karşılık, yeryüzünde (sapkınlığı) onlara süsleyecek ve hepsini saptıracağım.' " [10] Şeytan sözünde durmakta, her an İslami mücadeleyi sekteye uğratacak ameller peşinde koşmaktadır. "Böylece her peygambere insanların ve cinlerin şeytan olanlarını düşmanlar kıldık. Bazısı diğer bir kısmını aldatmak için sözün yaldızlısını fısıldar. Şayet Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. (Öyleyse) onları uydurdukları iftiralarıyla baş başa bırak." [11] Fakat netice itibari ile ihlaslı kullar bu savaştan galibiyet ile ayrılacak, şeytanın dostları ise hüsrana uğrayacaklardır. "Şüphesiz ki benim kullarım üzerinde senin bir otoriten yoktur. (İşlerin kendisine havale edileceği bir) vekil olarak Rabbin yeter." [12] "Senin muhlas/arındırılmış/ihlaslı kılınmış kulların hariç." [13] "Şüphesiz ki şeytanın tuzağı zayıftır." [14] Bu bölümden çıkartabileceğimiz diğer bir ders ise Allah Resûlü'nün müşriklerin emanetlerine gösterdiği ihtimamdır. O, Ali'yi radiyallahu anh geride bırakmış ve müşriklerin emanetlerini teslim ettikten sonra Medine'ye gelmesini emretmiştir. Aslında bu olayın bize şaşırtıcı gelmesi başlı başına bir sorundur. Vahyin iniş sürecine ve kapsadığı konulara bakan her Müslüman itikad ile beraber ahlaki ilkelerin de çok kuvvetli bir şekilde vurgulandığı görecektir. Vahiy ile inşa edilen bu toplum, lider ve tebası ile eşsiz bir ahlaka sahipti. Cahiliyede güzel hasletlere sahip olanlar İslamları ile beraber güzelliklerini ziyadeleştirmişler; cahiliye yaşantıları çok kötü olanlar ise ahlaki bir devrim ile bambaşka fertler hâline gelmişlerdi. İşte bu hakikat müşriklerin elini kolunu bağlıyordu. Çünkü bu yeni inanç, lider ve tebası hakkında söyledikleri her menfi şey, eşsiz ahlak abidelerine çarpıp geri dönüyordu. O yüzden Peygamber'in emanetler karşısındaki tutumu şaşırılması gereken bir durum değildir. Asıl düşünülmesi gereken ümmet olarak hangi ara böyle vakıaları hayretle karşılayacak kadar İslam'ın vazettiği güzel ahlaktan uzaklaştığımızdır. Burada bir parantez açarak farklı bir konuya değinmek istiyoruz. Mekke'nin ileri gelenleri risaletin öncesinde de sonrasında da Allah Resûlü'nün güzel ahlakına şahitlik ediyorlardı. Her ne kadar risalet sonrasında bunu açıkça söylemeseler de mallarını emanet bırakmak gibi örneklerden gerçek düşünceleri anlaşılıyordu. Ancak hem Peygamber ile ilk muhatap olanların onu sallallahu aleyhi ve sellem dinlememesi hem de Mekke halkının işittiklerinin kalplerine ulaşmaması için Allah Resûlü'nün şahsı hakkında çeşitli iftiralar atıyorlardı. Deli, kahin, şair, sihirbaz gibi. Peki, nasıl oluyor da gerçeğe taban tabana zıt bu iftiraları rahatlıkla atabiliyor ve o toplum içinden bir kişi de çıkıp buna itiraz etmiyordu? Bu, şirk toplumlarının efendilerinin kendilerine biçtikleri rolün hakkını vermeleri, halkların da mustazaflaşmaya, hakir görülmeye razı olmalarının bir sonucu idi. Her azgın toplumun elebaşları kendilerini halkın adına konuşmaya yetkili görür. Toplumun yerine düşünür, onların adına karar verir ve harekete geçer. "İleri gelenler harekete geçti ve: 'Yürüyün, ilahlarınıza sahip çıkın (onlara bağlılıkta direnç gösterin). Şüphesiz ki bu, (sizden) istenen bir şeydir.' (dediler.)" [15] "Ve dediler ki: 'Sakın ha ilahlarınızı bırakmayın. Ved, Suva, Yeğus, Yauk ve Nesr'i de bırakmayın.' " [16] "Çünkü o düşündü, ölçtü. Kahrolası, nasıl ölçtü biçti! Bir daha, bir daha kahrolası, (bu) nasıl ölçüp biçmek! Sonra baktı. Sonra surat asıp yüzünü ekşitti. Sonra arkasını döndü ve büyüklendi. Ve dedi ki: 'Bu, (sihirbazlardan) aktarılan bir büyüden başkası değildir. Bu, yalnızca bir beşer sözüdür.' " [17] Tebaya düşen ise sadece koşulsuz itaattir. Zaten mustazaflığı kabullenmiş kitleler bir zaman sonra kişiliksizleşir, güce tapar, hakkın değil baskın tarafın peşinden giderler. Bugün düne ne kadar da çok benziyor! Tağutlar hedefe koydukları muhaliflerine bol keseden ithamlarda bulunuyor ve tabilerine de bunlara inanmalarını salık veriyor. Öyle ki bazı şahıslar veya olaylar hakkında aynı gün içinde tamamen zıt şeyler söylense dahi hiç kimse bunu sorgulamıyor. Dün "kardeşim" diye tanıtılanlar bugün "hain" ilan ediliyor. İşte böyle toplumlarda davetçi sadece itikadi değil aynı zamanda ahlaki bir mücadele de vermektedir. Öncelikle kendisi de bu beldede bir ömür tükettikten sonra hidayete eriştiği için bu bozukluğun kalıntılarını tedavi etmekle işe başlar. Sonra da topluma itikad ile beraber ahlakı da götürür ve çok kaypak bir zeminde hareket ettiğini aklından çıkartmaz. Yazımızı bitirmeden önce elbette Ali'nin radiyallahu anh itaati, cesareti ve fedakârlığına da değinmek gerekir. O, çok büyük ihtimal ile öldürüleceğini bilmesine rağmen Peygamber'in sallallahu aleyhi ve sellem yerine geçmekte tereddüt etmedi. Bu olayda başrolde Ali'yi görüyoruz. Ama o kesinlikle yalnız değildir. Biraz geriye gittiğimizde Taif'te taşların önüne kendisini siper eden Zeyd de Ali'nin radıyallahu anhuma fedakârlığını ve cesaretini görüyoruz. Onu: " 'Rabbim Allah'tır!' dediği için mi Muhammed'e zulmediyorsunuz?!" diyerek Peygamber'i korumaya çalışan ve komalık olan Ebu Bekir'de görüyoruz. Bedir günü: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana safların arkasında bir çadır yapalım. Bizler öldürülür ve yenilir isek sen hemen Medine'ye dönersin." diyen Sad bin Muaz'ın radıyallahu anh sözlerinde de Ali'yi görüyoruz. Uhud günü birer birer Peygamber'in önüne geçip müşrikleri uzaklaştırmak için kılıçlar parçalayan, toprağa düşen o sahabilerin her birisinde ve daha nicelerinde… "Nebi, müminler için kendi nefislerinden daha evladır." [18] Sahabe her hususta zirvelere adaydı ve amelleri ile bu adaylığın hakkını verdi. Onlardan sonra gelecek hiçbir nesil bir bütün olarak onların derecesine çıkamayacak. Ancak fert fert bazı nasipli kullar sahabelerin iman ve ahlakının derecelerine erişebilecekler. Muhtaç olduğumuz ve sahip olduğumuz anda, bizi her alanda öncü yapacak formül işte bu hayatlarda gizlidir. Gözlerimizi o kutlu neferlere dikmeli, yoruluyor isek onlar gibi olmak için yorulmalıyız. Şüphesiz ki Allah ihlasla ortaya konulan her çabayı zerre kadar dahi olsa bereketlendirecektir. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamddır. [1] . Buhari, 7231; Müslim, 2410; Tirmizi, 3756. [2] . 15/Hicr, 56 [3] . 3/Âl-i İmran, 139-140 [4] . 3/Âl-i İmran, 146-148 [5] . 58/Mücadele, 21 [6] . 30/Rûm, 6 [7] . 2/Bakara, 214 [8] . 7/A'râf, 16-17 [9] . 17/İsrâ, 64 [10] . 15/Hicr, 39 [11] . 6/En'âm, 112 [12] . 17/İsrâ, 65 [13] ". 15/Hicr, 40 [14] . 4/Nîsa, 76 [15] . 38/Sâd, 6 [16] . 71/Nûh, 23 [17] . 74/Müddessir, 18-25 [18] . 33/Ahzâb, 6 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri Kıblenin Değişme Hadisesi 32019-12-17 Kıblenin Değişme Hadisesi 22019-11-16 Kıblenin Değişme Hadisesi2019-10-16 Abdullah Bin Cahş Seriyyesi2019-09-16 İlk Seriyyeler ve Hikmetleri2019-08-19 Medine’deki İlk Ekonomik ve Sosyal İcraatlar2019-07-15 Muhacir ve Ensar Arasındaki Kardeşlik2019-05-15 Allah Resûlü'ne Olan Sevgimizi Arttırmanın Yolları2019-04-15 İslam'da Mescidin Önemi2019-03-15 Hicret Sırasında Gerçekleşen Olaylar Hakkında Birkaç Değerlendirme2019-02-20 Kutlu Sefer2019-01-18 Müşriklerin Allah Resûlü'ne Suikast Girişimi ve Sonuçları -22018-12-26 Müşriklerin Allah Rasûlü'ne Suikast Girişimi ve Sonuçları2018-11-20 Hicretten Geri Kalanlar Üzerine Birkaç Değerlendirme2018-10-16 Medine'nin İlk Yolcuları2018-05-17 İkinci Akabe Biatı -22018-04-19 İkinci Akabe Biati'ne Dair Bazı Değerlendirmeler2018-03-16 İkinci Akabe Biatı2018-02-15 Daru'l Erkam'ın İlk Mezunu: Musab b. Umeyr2018-01-18 Birinci Akabe Biatı2017-12-16 Kabilelere Davet Dönemi -22017-11-15 Kabilelere Davet Dönemi2017-10-25 Taif Seferi - 42017-09-19 Taif Seferi - 32017-08-16 Taif Seferi - 22017-06-18 Taif Seferi2017-05-16 Ömer ve Hamza'nın radiyallahu anhuma Müslüman Olmaları - 22017-04-21 Ömer ve Hamza'nın radıyallahu anhuma Müslüman Olmaları - 12017-04-20 Boykot Yılları Üzerine Bir Değerlendirme - 22017-02-17 Boykot Yılları Üzerine Bir Değerlendirme - 12017-01-17 Boykot Yılları 2016-12-16 Birinci ve İkinci Habeşistan Hicreti2016-11-18 Müşriklerin Daveti Engelleme Girişimleri; İşkence ve Eziyetler2016-10-18 Müşriklerin Daveti Engelleme Girişimleri; Uzlaşma Çabaları2016-09-19 Daveti Engellemek için Müşriklerin Aldığı Tedbirler2016-08-19 Genel/Açık Davet Döneminin Başlangıcına Dair Bazı Dersler 32016-06-16 Genel/Açık Davet Döneminin Başlangıcına Dair Bazı Dersler 22016-05-17 Genel/Açık Davet Döneminin Başlangıcına Dair Bazı Dersler2016-04-15 Genel Davet Dönemine Dair Bazı Dersler2016-03-15 Hicr ve Şuara Sureleri Işığında Genel Davet2016-02-15 Genel/Açık Davet Döneminin Başlangıcının Tespiti2016-01-17 Gizli/Açık Davet Dönemi Ayrımı ve İslami Harekete Yansıması2015-12-16 İlk Müslümanlar Üzerine Birkaç Not2015-11-15 İlk Müslümanlar ve Bireysel Davet Dönemi2015-10-16 Müzzemmil Suresi2015-09-15 Davetçi'nin Sabır Azığına Olan İhtiyacı2015-07-16 Necaşi Kıssası ve Hılfu'l Fudul Şüphesi2015-06-05 Davetçinin Vasıfları2015-05-04 Mekkeli Müşriklerin Allah İnancı2015-04-05 Fetret Dönemi2015-03-03 Davetçinin Salih Amele ve Yol Arkadaşına Olan İhtiyacı2015-02-01 Cezaevlerinde Emr-i bil Ma'ruf Nehy-i ani'l Münkerin Usulü2015-01-05 Başarı Sadece Allah'tandır2014-12-03 İlk Vahyin Öğrettikleri2014-11-03 İlk Vahiy2014-10-03 Mekke Toplumunun Haniflere Muamelesi2014-08-02 Risalet Öncesinde Dertli İnsanlar2014-07-02 Kâbe'nin İnşası2014-05-14 Peygamberin Ticarî Yaşantısı2014-04-01 HILFU'L FUDÛL2014-03-01 Bİ’SETTEN ÖNCE ALLAH RASÛLÜNÜN HAYATI2014-02-01 Bİ’SETTEN ÖNCE GERÇEKLEŞEN BAZI HADİSELER2014-01-01 PEYGAMBERİN DOĞUMU SIRASINDA GERÇEKLEŞEN HADİSELER2013-11-01 PEYGAMBER’İN DÜNYAYA GELİŞİ2013-10-01 BAHÎRE, SÂİBE, VASÎLE ve HÂM’IN KUR’AN’DA İŞİ NE?2013-09-01 HEVA ve HEVESE TABİ OLMA2013-08-01 TEFEKKÜR MÜ’MİNİN HER ANINI KUŞATMALIDIR2013-07-01 Sorumluluk Bilinci2013-06-01 VESVESELER KARŞISINDA MÜSLÜMANIN SIĞINAGI: TEFEKKÜR2013-05-01 KUR’AN KISSALARI BİZE NE ANLATIYOR?2013-04-01 VAHYİN VE KAİNATI, RABBİN RIZASINA UYGUN OKUYABİLME SANATI: TEFEKKÜR2013-03-01 SAĞLIKLI KALBE ve BERRAK ZİHNE ULAŞTIRAN VESİLE TEFEKKÜR2013-02-01 MERHAMET TELLALLARINDAN ŞİRK TOPLUMUNU TOPLAMA OPERASYONLARI2013-01-01 MEKKE ŞİRK TOPLUMUNUN KÖR CEHALETİNDEN 21. YÜZYILIN DİPLOMALI CAHİLLERİNE2012-12-01 ŞİRK TOPLUMUNA CEHALET POMPALAYAN MERKEZLER: OKULLAR2012-11-01 ASIL CAHİL ALLAH‘ I TANIMAYANDIR!2012-10-01 MÜŞRİKLERİN DÜNYA HAYATINDAKİ ZİNDANI: TAKLİTÇİLİK2012-09-01 ASIL GÜÇ KİM? İKTİDAR SAHİBİ TAĞUTLAR MI, MÜ’MİN BİR KUL MU?2012-08-01 GENEL OLARAK ARAPLARIN DURUMU, CAHİLİYE – 62012-07-01 GENEL OLARAK ARAPLARIN DURUMU, CAHİLİYE -52012-06-01 GENEL OLARAK ARAPLARIN DURUMU, CAHİLİYE – 4 2012-05-01 GENEL OLARAK ARAPLARIN DURUMU, CAHİLİYE - 32012-04-01 GENEL OLARAK ARAPLARIN DURUMU,CAHİLİYE - 22012-03-01 Genel Olarak Arapların Durumu, Cahiliye -12012-01-01 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
İslami harekette basiret
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi BAŞYAZI BAŞYAZI [email protected] İslami Harekette Tecrübe/Hikmet/Basiret Allah (cc) insanı farklı merhalelerden geçirerek yaratmıştır. "Oysa O, sizi merhale merhale yaratmıştır. (Nutfe merhalesi, embriyo merhalesi...)" [1] Dünyaya gelen insan, kendisi için takdir edilen hayatı da merhaleler şeklinde yaşar. "Sizi zayıflıktan yaratan, zayıflıktan sonra size kuvvet veren, sonra kuvvetin ardından size zayıflık ve yaşlılık veren Allah'tır. Dilediğini yaratır. O, (her şeyi bilen) El-Alîm, (her şeye güç yetiren, mutlak kudret sahibi olan) El-Kadîr'dir." [2] Malumdur ki, insanın çocukluk, yetişkinlik ve olgunluk dönemleri arasında fark vardır. Yaş ilerledikçe insan olgunlaşır; daha isabetli kararlar vermeye başlar. Hiç şüphesiz bu olgunlaşmada tecrübenin payı büyüktür. İslami kavramlarla konuşacak olursak, insan tecrübe kazandıkça olgunlaşır/kemale erer; olgunlaştıkça hikmet ve basiret sahibi olur. Hikmet; düşünce, söz ve davranışların kontrollü ve isabetli olmasıdır. Basiret ise; olaylara bilgi, tecrübe ve Rabbani yardımla bakabilmektir. Yaşadıklarından ders çıkarıp tecrübe edinmeyen insan; biyolojik olarak olgunlaşabilir fakat akli olarak olgunlaşmaz. Toplumlar/Cemaatler, insan gibidir. Seyirlerini merhale merhale tamamlarlar. Kimisinin toplumsal hafızası güçlüdür; yaşadıklarından ders alır, tecrübe edinir; hikmetli ve basiretli bir toplum oluşturur. Tecrübe sahibi toplumlar "İnsanlara yarar sağlayacak olan (hak) ise, yeryüzünde kalıcıdır." [3] ayetinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Hizmetleri kalıcı, kapsayıcı ve nesillere fayda sağlayacak şekilde muhkemdir. Kimi toplumlar, hafızalarını yitirmiştir; yaşadıklarından ders almaz, hikmet ve basiret hanelerine tecrübe kaydetmezler. Böylesi toplumlar şirk cephesinin saldırıları ve kaderin pis ile temizi ayıran imtihanları karşısında savunmasızdırlar. Onlar ise "Köpük, atılır gider." [4] ayetinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Yeryüzüne halife olma, orayı imar etme ve adil şahitlik vazifesini yerine getiremezler. İlk Nesil ve Tecrübe Sahabi nesli, yüce Allah'ın (cc) terbiye ve yönlendirmesiyle olgunlaşmış bir toplumdu. Bu öyle bir olgunluktu ki geçmişten devraldıkları tevhid davasını zirveye taşıdılar, yaşadıkları çağın adil şahitleri oldular, gelecek nesillere ise muazzam bir örneklik ve tecrübe mirası bıraktılar. Tüm bu güzel hasletleri yanında onlar da insandı. Hata yaptılar, günah işlediler, itaatsizlik yaptılar… Kendilerini vahyin terbiyesine bıraktılar. Allah (cc) hatalarını ve hataya düşmelerine neden olan sebepleri onlara gösterdi. Tevbeyle Rablerine yöneldiler. Hatanın manevi ağırlığından ve kalbi karartan pasından tevbeyle arındılar. Sonra hatalarından ders aldılar, her olay onları biraz daha olgunlaştırdı. Bunlara ek olarak, vahyin öğretilerine kulak verdiler. Bireyi ve toplumu tecrübe, hikmet ve basirete ulaştıran sebeplere yapıştılar. Allah (cc) onların çabalarını (fiili dua) takdir etti, isteklerini (kavli dua) kabul etti. İnsanlık, Allah'ın övgüsüne mazhar olan en olgun toplumla tanıştı. Şimdi bu sebepleri beraber inceleyelim: 1. Geçmiş Ümmetlerin Kıssalarını İbret Nazarıyla Okumak Kur'an, genel anlamda bir insanlık tarihi, özel anlamda ise bir İslam tarihi kaynağıdır. Tarihi bir bütün olarak ele almaz. İnsana faydalı olacak örnekleri işler. Kısa, etkili ve mesaja yönelik bir anlatım üslubu vardır. Müminlerin bu kıssalar üzerinde düşünmesini ve ibret almasını ister. "… İyice düşünsünler diye kıssaları anlat." [5] "Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) öyle uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki (kitapları) doğrulayıcı, her şeyi detaylı açıklayan, mümin topluluk için de hidayet ve rahmettir." [6] Kur'an'ın emrettiği tefekkür ve itibar, felsefik bir zihin faaliyeti değildir. Onun emrettiği düşünme pratiktir, vakıaya dönüktür. Önce düşüneni daha sonra vakıayı ıslah etmeyi gaye edinir. "Sana, rasûllerin kıssalarından her (vahyettiğimizi), kalbini sağlamlaştırmak için anlatıyoruz. Bunda sana hak, müminler için öğüt ve hatırlatma gelmiştir." [7] "Bunlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların yolunu takip et. De ki: 'Ben, bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O, yalnızca âlemlere bir hatırlatmadır.' " [8] Müminin kıssayla bütünleşmesini ister. Mücadelenin karşılaştığı zorluklarda, daha önce anlatılan kıssalara gönderme yapar. "Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus peygamber) gibi olma! Hani dert ve sıkıntıyla (Rabbine) dua etmişti." [9] "Ulu'l Azm peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret…" [10] Tecrübe/hikmet/basiret sahibi olmak isteyen toplum, tarihi bilmek zorundadır. Gerek Kur'an'da anlatılan İslam tarihi, gerekse ön dört asırdır yaşanan tarih gündelik hayatın parçası olacak şekilde iyi bilinmelidir. Geçmişi olmayan toplum; bugününü ve yarınını kaybetmiştir. 2. Kendi Tarihini İyi Bilmek Kur'an; uzak tarihe dikkat çektiği gibi, yakın tarihe de dikkat çeker. Yaşanmış hadiselerin neticeleri üzerinde tefekkür edilmesini ve olaylardan ders çıkarılmasını ister. Neredeyse sahabenin yaşadığı her toplumsal olay, Kur'an tarafından kritik edilmiş ve müminlere o olaydan çıkaracakları dersler Allah (cc) tarafından gösterilmiştir. Bedir savaşından sonra Allah onlara şöyle seslenmiştir: "(Hatırlayın!) Hani Allah (biri güçlü, diğeri zayıf) iki topluluktan birini size vadetmişti. Siz, (yorulmadan) elde edebileceğiniz güçsüz topluluğu istiyordunuz. Oysa Allah, kelimeleriyle hakkı üstün kılmak ve kâfirlerin (kökünü kurutup) arkalarını kesmek istiyordu. Suçlu günahkârlar hoşlanmasa da (Allah) hakkı (her daim) üstün kılmak ve batılı geçersiz kılmak (istiyordu). (Hatırlayın!) Hani siz Rabbinizden yardım istemiştiniz. O da: 'Şüphesiz ki peş peşe inen bin melekle sizi destekleyeceğim.' diye duanıza icabet etmişti. Allah bunu ancak bir müjde ve kalplerinizin mutmain olması için yapmıştı. Yardım/zafer yalnızca Allah katındandır. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Aziz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakim'dir. Hani Allah'tan bir güven içinde olasınız diye sizi bir uyku hâli bürümüştü. Ve (Allah) sizi onunla temizlemek, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizi (yakin ve kararlılık ile) pekiştirmek ve ayaklarınızı sabit kılmak için gökten sizin için yağmur indirmişti. Hani Rabbin meleklere vahyediyordu: 'Şüphesiz ki ben, sizinle beraberim, iman edenleri sabit kılın. Ben, kâfirlerin kalplerine şiddetli bir korku salacağım. (Öyleyse) vurun boyunların üstüne, vurun onların bütün parmaklarına!' " [11] Uhud savaşından sonra onlara şöyle seslenmiştir: "Andolsun ki Allah size verdiği sözde doğru söyledi. Hani (Allah'ın) izniyle onların kökünü kurutuyordunuz. Çok istediğiniz (zaferi) size gösterdikten sonra bozguna uğradınız, verilen emir hakkında çekiştiniz ve isyan ettiniz. İçinizden kimi dünyayı kimi de ahireti istiyordu. Sonra (Allah) sizi denemek için onlardan çevirdi. (Yenilmeye başladınız. Buna rağmen) sizi bağışladı. Allah, müminlere karşı lütuf ve ihsan sahibi olandır. (Hatırlayın!) Hani siz dönüp hiç kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Resûl, (savaşa dönmeniz için) arkanızdan sesleniyordu. Kaçırdığınız (hayırlara) ve başınıza gelen musibetlere üzülmeyesiniz diye (Allah) sizi keder üstüne kederle sınadı. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Bu sıkıntılı hâlden sonra, (içinde bulunduğunuz) topluluktan (bir kısmını) bürüyen güvenli bir uyuklama indirdi. Bir topluluk da kendi canlarını dert ediniyor, Allah'a dair hak olmayan cahiliye zannına kapılıyorlardı. Diyorlardı ki: '(Bu savaşla ilgili) bizim bir karar yetkimiz var mı?' De ki: '(Savaş konusunda) yetki tamamen Allah'a aittir.' (Böyle söylüyorlar ama) nefislerinde sana açık etmedikleri şeyler gizliyorlar. Diyorlar ki: 'Şayet (kararlar alınırken) bizim de yetkimiz olsaydı (savaşmak için Medine dışına çıkmayacak ve) burada öldürülmeyecektik.' De ki: 'Siz evlerinizde olsaydınız dahi, haklarında ölüm yazılanlar evlerinden çıkacak ve ölecekleri yere geleceklerdi.' (Tüm bunlar) Allah'ın sinelerinizde olanı sınaması ve kalplerinizde olanı temizlemesi içindir. Allah, sinelerde olanı bilmektedir. İki ordunun karşılaştığı gün, sizden (savaşı bırakıp) kaçanlar var ya; şeytan onların ayaklarını kazandıkları bazı (günahlar) sebebiyle kaydırmak istedi. And olsun ki Allah, onları affetti. Hiç şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafur, (kulların hak ettikleri cezayı erteleyen) Halîm'dir." [12] Ahzab savaşından sonra şöyle seslenmiştir: "Ey iman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de onların üzerine fırtına ve görmediğiniz ordular salmıştık. Allah, yaptıklarınızı görendir. Hani size hem üst tarafınızdan hem de alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış, yürekler ağza gelmişti. Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte tam orada, müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar diyorlardı ki: 'Allah ve Resûlü bizi aldatmaktan başka bir şey vadetmedi.' " [13] "Müminler, orduları gördüklerinde dediler ki: 'Bu, Allah'ın ve Resûlü'nün bize vadettiğidir. Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.' (Bu) yalnızca onların iman ve teslimiyetlerini arttırdı. Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah'la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir." [14] Aişe annemize atılan iftirayı zikrettikten sonra şöyle seslenmiştir: "Şayet müminler iseniz Allah, ebediyen böyle bir şeye dönmemeniz için size öğüt veriyor." [15] "Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim de şeytanın adımlarına uyarsa şüphesiz ki o, fuhşiyatı ve münkeri emreder. Şayet üzerinizde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı içinizden hiç kimse ebediyen arınamazdı. Fakat Allah, dilediğini temizleyip arındırır. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi', (her şeyi bilen) Alîm'dir." [16] İslam toplumu, yaşadığı hadiselerden ders almalı, tecrübe ve hikmet olarak yarınlara miras bırakmalıdır. Bir hareket, kendi tarihini çok iyi bilmelidir. Mümin ahlakı olan 'bir delikten iki defa ısırılmamak' ancak bu yolla kazanılabilir. Bilmeliyiz ki El-Hakîm olan Rabbimiz boş, amaçsız ve abes fiillerden münezzehtir. O'nun (cc) takdir ettiği her imtihan, İslam toplumunu arındırmak ve terbiye etmeye yöneliktir. Arınma, imtihanın kendisiyle gerçekleşir. Ancak terbiye kulların çabasıyla mümkündür. Buna binaen; her imtihan bizi temizler, arındırır. Rabbimize karşı hüsnüzannımız bu yöndedir. Tecrübe kazanmak, yaşananlardan ders almak, hikmet ve basirete ulaşmak içinse özel çaba lazımdır. Düşünmemiz, ibret almamız, İslam tarihinde yaşanmış örneklerle karşılaştırma yapmamız ve tecrübeleri somutlaştırmamız gerekir. Ta ki kendimize ve gelecek nesillere açık ve anlaşılır bir tecrübe mirası bırakalım. 3. İstişare Tecrübe/Hikmet/Basirete ulaşmanın bir diğer yolu istişaredir. Rabbimiz (cc) hayatın her alanında bizlere istişareyi emreder. "… Anne baba karşılıklı anlaşarak ve istişareyle çocuğu sütten kesmek isterse, ikisi için de bir sakınca söz konusu değildir…" [17] "Onlar Rablerinin (iman ve salih amel) çağrısına icabet eder, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri, aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler." [18] "Allah'ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak oldun. Şayet kaba, katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile, işlerinde onlarla istişare et. (Bir konuda) karar verdiğin zaman Allah'a tevekkül et. (Ve onu uygula. Çünkü) Allah, tevekkül edenleri sever." [19] İstişare ortak aklı kullanmak, toplumsal tecrübeden istifade etmektir. Hiç şüphesiz akıl akıldan üstündür. İnsanlar farklı alanlarda becerilere sahiptir. İstişare İslam toplumunda saklı olan potansiyeli açığa çıkarır. Binlerce, on binlerce göz ve akılla olayla bakma fırsatı sunar. İstişarede manevi bir bereket de vardır. Allah (cc), emrine icabet eden ve istişareyle hareket eden müminleri hakka muvaffak kılar. 4. Dua ve Basiret Açıcı Ayetleri Tilavet Etmek Buraya kadar saydıklarımız, hikmet ve basiret sahibi olmanın maddi sebepleri kabul edilebilir. Bunun yanında manevi olan sebepler vardır: Dua ve Kur'an tilaveti. Allah (cc) şöyle buyurur: "Hikmeti (olgunluğu, söz ve davranışta isabetli olmayı) dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse ona çok fazla hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alırlar." [20] Hikmet hazinesi El-Hakîm olan Allah'ın (cc) katındadır. Kullarından dilediğine dilediği kadar hikmet ihsan eder. O'nun El-Hakîm ismi hikmet hazinesinin anahtarlarından biridir. Allah'a çokça niyazda bulunup hikmet istemeliyiz. "Ey El-Hakîm olan Rabbimiz! Sen hüküm ve hikmet sahibisin. Ayetlerin hikmetli, nebilerin hikmetli, hükümlerin hikmetlidir. Hikmet hazineleri senin katındadır. Kullarından dilediğine dilediğin kadar hikmet verirsin. Rabbimiz! El-Hakîm isminle sana tevessül eder, senden isteriz. Bizi muhtaç olduğumuz hikmet hayrından mahrum eyleme. Bizleri hikmetle rızıklandır, hikmetli kulların arasına dahil et." Rabbimiz şöyle buyurur: "Şüphesiz ki Rabbinizden size (feraset ve derin görüş kazandıracak) basiretler geldi. Kim görürse kendi lehine kim de görmek istemezse kendi aleyhinedir. Ben, üzerinizde bir koruyan/gözetleyen değilim." [21] Allah (cc) kitabını "Basair" diye isimlendirir. Basair; basiret kelimesinin çoğuludur. Basiret; uzak ve derin görüşlü olmak, olaylara ferasetle bakmak, geçmişin tecrübesiyle geleceğe dair isabetli öngörülerde bulunmaktır. Rabbimiz Kur'an'ın basiretler barındırdığını ve dileyenin Kur'an'ın basiretiyle olaylara bakabileceğini söyler. Kur'an "Rahman olan Allah'ın öğrettiği" şeydir. O, insanın kalp ve zihin dünyasını hikmetle inşa eder. İnsana rabbani bir bakış açısı kazandırır. Aklın ve kalbin derinliklerine hitap eder. İnsan, Kur'an'la Allah'ın (cc) değişmez yasalarını öğrenir; bugünü dünle ilişkilendirmeyi ve yarın için olacakları isabetle öngörmeyi öğrenir. Bu basireti elde etmenin yolu, Kur'an'ı tertil üzere okuyarak ve onun ayetleri üzerinde tefekkür/tedebbür ederek elde edilir. Sonuç İslami hareket, Rabbine kulluk ve dinine yardım ederken çeşitli zorluklarla karşılaşır. Bu zorlukların başında nefsin zaafları ve şeytanın iğvası gelir. Buna ek olarak şirk cephesinin şiddetli düşmanlığı ve Allah'ın yolundan alıkoymak için gece gündüz aralıksız kurduğu tuzaklar vardır. Ayrıca İslam toplumunu arındırıp terbiye etmek için kaçınılmaz imtihanlar ve fitneleri zikretmek gerekir. Tüm bu zorluklar karşısında, hareket için tecrübe hayati öneme sahiptir. Benzer hataların tekrar edilmemesi, müminlerin emek ve zamanlarının zayi olmaması, saptırıcı hadiseler karşısında istikameti korumak Allah'ın (cc) yardımı ve tecrübeyle mümkündür. Tecrübe elde etme çabası bir ibadettir. Zira arzumuz Allah'ın (cc) sevip razı olduğu ve kullarını teşvik ettiği hikmet ve basirete ulaşmaktır. Arzuladığımız tecrübe yine Allah'ın razı olduğu bir yerde kullanılacaktır. O da tevhid davası uğruna verdiğimiz mücadeledir. Her birimiz bireysel olarak olgunlaşma gayreti içinde olmalıyız. Ayrıca içinde bulunduğumuz yapının olgunlaşması için çabalamalı, kardeşlerimizle tecrübe paylaşımında bulunmalıyız. Çaba bizden başarı Allah'tandır. [1] . 71/Nuh, 14 [2] . 30/Rum, 54 [3] . 13/Rad, 17 [4] . 13/Rad, 17 [5] . 7/A'raf, 176 [6] . 12/Yusuf, 111 [7] . 11/Hud, 120 [8] . 6/En'am, 90 [9] . 68/Kalem, 48 [10] . 46/Ahkaf, 35 [11] . 8/Enfal, 7-12 [12] . 3/Âl-i İmran, 152-155 [13] . 33/Ahzab, 9-12 [14] . 33/Ahzab, 22-23 [15] . 24/Nur, 17 [16] . 24/Nur, 21 [17] . 2/Bakara, 233 [18] . 42/Şura, 38 [19] . 3/Âl-i İmran, 159 [20] . 2/Bakara, 269 [21] . 6/En'am, 104 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri İslami Harekette Tecrübe/Hikmet/Basiret2018-10-12 Dijital Oyunlar ve Çocuklarımız2018-09-19 Fetih 29 ve Örnek İslam Cemaati2018-08-10 24 Haziran Seçimleri Üzerine2018-07-11 Dindar Nesilden Deist Nesile2018-05-11 Rejim Maske Değiştiriyor2018-04-07 Afrin2018-03-07 Genel Bakış2018-02-15 Peygamber Adına İşlenen Cürüm: Noel/Yılbaşı2017-12-29 Başarı2017-12-16 Coğrafya Diyor Ki2017-11-10 Muvahhid Öğretmenlere Nasihatler2017-10-25 Tehlikeli Ahlaki Hastalıklar2017-09-19 Kur'an İklimine Çağrı2017-08-10 Hatırlat! Hatırlatma Müminlere Fayda Verir2017-06-18 Fırsatlar Ayı Ramazan2017-05-16 Okumak2017-04-21 Küfür Ehlinin Değişmez Karakteri: Tuzak Kurmak2017-03-07 Dini Ayakta Tutun Onda Ayrılığa Düşmeyin2017-02-09 İlim Hazinesini Açacak Anahtar: Soru Sorma Adabı2017-01-09 İnsan Karakterleri Üzerine Bir Değerlendirme2016-12-06 Diriliş Sancısı2016-11-06 Melhame-i Kubra/Armageddon/Büyük Dünya Savaşı Üzerine Bir Değerlendirme2016-10-04 Muvahhid Öğretmenlere Tavsiyeler2016-09-06 Şeriat ve Maslahat Açısından Gösteriler ve Gayri İslami Yapılarla Ortak Çalışma2016-08-02 Ramazan Ayını Nasıl Karşılamalıyız?2016-06-01 İslam Ümmetine Açılmış Haçlı Savaşının Kodları2016-05-05 'Hakk'ın Özellikleri2016-04-06 Suriye Masasında Şubat Soğuğu2016-03-05 İcmanın Nasla Çatışması Durumunda İzlenecek Metot2016-02-04 Faruk Beşer Hoca'nın İddialarına Cevap2016-01-06 1 Kasım Seçimleri ve Sosyal Yardımlaşma Politikaları2015-12-05 Masiyetiyle Cennete, Taatiyle Cehenneme Gidenler2015-11-05 Eski Dost, Düşman Olmaz; ABD-İRAN Yakınlaşması2015-10-05 İç ve Dış Operasyonların Değerlendirilmesi2015-09-05 Unutulmuş Sünnet: İtikaf2015-07-07 Beraber Çalışma Bilinci ve Adabı2015-05-04 Ortadoğu'ya Sıçrayan Kan: Safevi İran2015-04-03 İnternet Kullanma Adabı2015-03-02 Allah Rasûlü'ne Hakaret Edenler Karşısında Müslümanca Tavır2015-02-01 Fiten/Melâhim Hadislerine Yaklaşım Metodu2014-12-05 İstikamet ve Rabbani Duruş İçin Ölçü ve Bilgi2014-11-01 Ehli Tevhidin İmtihanı: Çözüm Süreci2014-10-02 Ortadoğu’nun Bağrında Kanlı Hançer: Yahudi Sorunu2014-09-01 İtikadi ve Amelî Vesvese2014-08-02 Suriye'de Yaşananların Değerlendirilmesi “Şam ehli bozulursa sizde hayır yoktur.2014-07-02 Tatil Ta'til Olmasın2014-06-01 Vasat Kılıflı Ortacılık2014-05-08 Hizmet Çağrısı2014-04-01 “Bu, Senin Kendi Ellerinle Yaptığının Karşılığıdır. Allah Kullarına Zulmetmez.2014-03-01 Gündeme Dair2013-12-01 Korunakların En Zayıfı- Maslahat2013-11-01 Çocuklarımız ve Eğitim Sorunu2013-10-01 Küresel Satrancın Ortadoğu Piyonu- PKK2013-09-01 Akletmeyecek Misiniz_ Acıkan Avrupa'ya Demokrasi Helvası2013-08-01 Büyük Resmi Tek Kareye Sığdıran Objektif Gezi Parkı Olayları2013-07-01 Bitişi Başlangıç Olan Yolculuk- Ölüm2013-06-01 Kirli Gündem2013-05-01 İslamî Davette Ciddiyet ve Sorumluluk2013-04-01 Bela ve İmtihan Fıkhı2013-03-01 Malum Olan Meçhul- Tevhid ve Cihad Ehli Selefiler2013-02-01 Vela_Dostluk, Bera_Düşmanlık Bağlamında Kâfirlere Benzemek2013-01-01 Hicri ve Miladi Takvim2012-12-01 “Nebi, Mü’minler için Kendi Nefislerinden Daha Evladır.”(33/Ahzab, 6)2012-11-01 Tağutlara Kulluğun Modern Mabedleri2012-10-01 Suriye'nin Öğrettikleri2012-09-01 Ramazan Mektubu2012-08-01 Gündemin Tefsir Ettiği Ayetler- Muhammed 29-302012-07-01 Vahdet mi Kalabalık mı?2012-06-01 Kendi Yörüngesinde Dönen Çark- SİSTEM2012-05-01 ‘Sen Onların Bir Sanırsın Kalpleri Paramparçadır. ’(59.Haşr, 14)2012-04-01 Kürtler ve Sorumluluklarımız2012-03-01 Arap Baharı!2012-01-01 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
2 notes · View notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Diyanetin Cemaatlerle İlgili Hazırladığı Raporu Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Halis BAYANCUK (Ebu Hanzala) Halis BAYANCUK (Ebu Hanzala) [email protected] Diyanetin Cemaatlerle İlgili Hazırladığı Raporu Nasıl Değerlendiriyorsunuz? Allah’ın adıyla! Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam olsun. Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu Her birinizin avf ve afiyet içerisinde olmanızı umuyor, sizin için Rabbimden rahmet ve bereket diliyorum. Yüce Allah’a hamdolsun, ben iyiyim. Sizlerin salih dualarıyla daha iyi olmayı ümit ediyorum. Bu sayımıza başlarken bir grup kardeşimizi/bacımızı hususi olarak selamlamak ve onlara teşekkür etmek istiyorum. Onlar, bu davetin yayılması için terceme yapan kardeşlerimiz. İşlerinden, ailelerinden ve sorumluluklarından arta kalan vakitlerde, istirahat etmek yerine, bu davaya Ensar olmak için çabalayan insanlar… İsimleri bilinmeyen, şahsen tanınmayan, hiçbir ücret istemeyen, ecirlerini yalnızca Allah’tan bekleyen yiğit erkekler ve kadınlar… Onlar bu davanın sessiz ve isimsiz kahramanları… Medyada çalışan kardeşlerimiz gibi… Binlerce insanın hidayetine vesile oldular. Ama çoğu insan onları tanımıyor bile… Gece gündüz demeden aralıksız çalıştılar; ürettiler, yaydılar, kilitli kalplerin anahtarlarını buldular… El-Hadi olanın bir tecellisi olarak rahmet olup kurak kalplere yağdılar… Ulaştıkları yerde iman bitirdiler, tevhid çiçekleri olup açtılar… Şimdi bu kutlu çabanın meyvelerini topluyoruz... Sayısız insan bana/bize ulaşıyor… Teşekkür ediyor… Ben tüm teşekkür ve duaları davanın sessiz ve isimsiz kahramanları adına kabul ediyorum… Ve biliyorum ki; bana yazılan bir ecir varsa, o kardeşlerimize de aynısı yazılıyor. Dahası, ihlasları zedelenmediği için belki de kat kat fazlası yazılıyor. Subhanallah! Onlar vesilesi ile dilimizi bilmeyen, bizi tanımayan insanlar İslam’ı kabul ediyor. Bir terceme, evet kısa bir terceme dikkatlerini çekiyor… Cahiliyenin kof ve karanlık tünellerinde bir ışık yakalıyorlar… Adım adım takip edince, esenlik yurdunun saf, pak ve sade çağrısıyla buluşuyorlar… İşte bu kardeşlerimize teşekkür etmek, onları selamlamak ve kutlu çabalarından ötürü tebrik etmek istiyorum… “Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”[1]müjdesiyle müjdelemek istiyorum. “Siz Allah’ı koruyun ki Allah da sizi korusun. Allah’ı koruyun ki yöneldiğiniz her yerde O’nu bulasınız.”[2]müjdesiyle müjdelemek istiyorum… Demek istiyorum ki; belki hiç ummadığınız bir anda, hidayetine vesile olduğunuz birinin duası, sizi fitnelerden koruyacak ve ayaklarınızı sabit kılacak… Ateşin sıcaklığı derileri kavururken ve ateşin hırıltısı kulakları sağır ederken davete yaptığınız katkılar salih amel olarak mizanınızı ağırlaştıracak, sizi o günün dehşetinden koruyacak… Rabbim amellerinizi kabul etsin, ihlasınızı arttırsın, dilinize/kaleminize kuvvet versin. Sizi, çocuklarınızı, eşlerinizi korusun… Sevip razı olduğu kullarının arasına katsın. Soru: Muhammed b. Abdulvehhab’a ait Dört Kaide ve Üç Esas kitaplarını şerhettiğiniz için bazıları size Vahhabi diyor. Siz Vahhabi misiniz? Hayır, biz Vahhabi değiliz. Şayet kendimizi tanımlamamız istenirse şunu söyleyebiliriz: Biz, şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen Müslimleriz. “Müslim”ismi, Allah’ın (cc) bize verdiği bir isimdir. O’nun (cc) verdiği isimden razıyız. “Atanız İbrahim’in milletine (uyunuz!) O (Allah) sizleri bundan önce de bunda da Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar diye isimlendirdi ki Resûl size, siz de insanlara şahitlik edesiniz.” [3] Muhammed b. Abdulvehhab (rh) bir din âlimidir. Toplumun ıslahı için çabalamış ve ortaya birçok faydalı eser koymuştur. Bizler de bu eserlerden faydalandık, faydalanmaya da devam ediyoruz. Herhangi bir âlimin kitabını şerh etmemiz veya onu sevmemiz, onun mezhebinden olmamızı gerektirmez. Zira ben, daha önce İbni Recep El-Hanbeli’nin “Kalp Katılığının Yerilmesi” risalesini şerh ettim. (Kitap olarak basıldı.)[4]Yine İmam Beykuni’nin “Manzumetu’l Beykuniyyesi”ni[5], Zemzemi’nin “Manzumetu’l Zemzemi”sini[6]de şerh ettim. Yineleyelim; bir âlimin risalesini şerh etmek, ona mensup olmak anlamına gelmez. Kaldı ki; dini anlamda Kur’ân ve sünnet dışındaki hiçbir mensubiyeti kabul etmiyoruz, doğru da bulmuyoruz. Burada, yeri gelmişken bir noktaya da temas etmek istiyorum: “Vahhabi” ismi şeriat ve lügat açısından yanlış bir isimlendirmedir. Bu ismi verenin cahil, daha doğrusu zır cahil olduğunu gösterir. Zira şeyhin adı Vahhab değildir. Hâliyle “Vahhab’a müntesip” anlamındaki “Vahhabi” yanlış bir kelimedir. Şeyhin adı Muhammed’dir. Arap dil kurallarına göre biri ona nispet edilecekse “Muhammedi” denmelidir. Abdulvehhab şeyhin babasının adıdır. Biri ona nispet edilecekse “Abdulvehhabi” denmesi gerekir. Sonuç olarak “Vahhabi" demek, Vehhab olan Allah’a mensup demektir. Zira El-Vehhab yüce Allah’ın güzel isimlerindendir. Soru: Muhammed b. Abdulvehhab ve sonrasında torunlarının siyasi mücadele anlayışına katılıyor musunuz? Takdir edersiniz ki bu soruyu soranlar genel bir soru soruyor gibi görünse de, şeyhin ve torunlarının Osmanlı’ya karşı verdiği mücadeleyi kastediyorlar. Bu soruya birkaç adımda cevap vermek isterim: Allah Resûlü (sav), kendisinden sonra hilafetin otuz yıl süreceğini, bundan sonra zulüm ve istibdat döneminin başlayacağını haber vermiştir. Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Sizin aranızda nübüvvet, Allah’ın olmasını dilediği kadar olacaktır/bulunacaktır. Sonra Allah kaldırmayı dilediği vakit onu kaldıracaktır. Sonra nübüvvet menheci/yolu üzere olan hilafet gelecektir. Bu da Allah’ın dilediği bir süreye kadar devam edecektir. Sonra Allah kaldırmayı dilediği vakit onu kaldıracaktır. Sonra ısırıcı hükümet gelecektir. Bu hükümet Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra baskıcı/zorba bir hükümet gelecektir. Bu hükümet Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra nübüvvet menheci üzere olan bir hilafet ortaya çıkacaktır.” [7] Sefine’den rivayetle denmiştir ki: “Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: ‘Nübüvvet üzere olan hilafet otuz sene sürecektir. Sonra Allah mülkü veya mülkünü dilediğine verir.’ Said dedi ki: Sefine bana dedi ki: ‘Şunu iyi belle: Ebu Bekir’in hilafeti iki senedir. Ömer’in hilafeti on senedir. Osman’ın hilafeti on iki senedir. Ali’nin hilafeti de aynı şekildedir.’ Said dedi ki: Ben Sefine’ye dedim ki: ‘Şunlar Ali’nin halife olmadığını iddia ediyorlar.’ Sefine Mervanoğullarını kastederek dedi ki: ‘Ben-i Zerka’nın duburları yalan söylemiştir.’ ” [8] Hâliyle Kur’ân’ı ve sünneti ikrar eden bir Müslim’in, Emeviler ile başlayan ve Osmanlı’yı da kapsayan zulüm ve istibdat yönetimlerini sevmesi mümkün değildir. Bu nebevi haberler olmasa dahi, mezkûr yönetimlerin siyreti onları tanımak için yeterlidir. Hutbelerden Ali’ye (ra) lanet okutturan, Allah Resûlü’nün (sav) ailesini katleden, onlara uygun fetva vermeyen ulemaya hayatı zindan eden Emevi ailesini nasıl sevebiliriz? Ebu Hanife’ye (rh), İmam Ahmed’e (rh) ve birçok âlime işkence yapan, satın alamadığı için onları katleden Abbasi kaçkınlarını nasıl sevebiliriz? Saltanatın bekası için kundaktaki bebekleri öldüren, kendilerine Allah’ı hatırlattığı için Kadızadelileri susturan, sapkın tasavvuf anlayışını devlet eliyle yaygınlaştıran bir yönetim anlayışını nasıl sevebiliriz? Bu anlamda İmam'ın ve torunlarının Osmanlı’da bulunan şirk ve bidat unsurlarına karşı giriştikleri ıslah faaliyeti yerindedir, olması gerekeni yapmışlardır. Muhammed b. Abdulvehhab sonrası yaşanan siyasi ve askerî çekişmeler ise; zamanlaması yanlış, şer’i siyaset anlayışını yansıtmayan ve bizim de katılmadığımız bir süreçtir. Şöyle ki bu süreç, tevhid davetinin evrenselliğine engel olmuş ve onu siyasi bir meselenin aracı hâline getirmiştir. Hatta Suud ailesi hâlâ bu daveti kullanmaya, kirletmeye ve bozmaya devam etmektedir. Bu süreç, küresel tuğyanın ve müstekbir emperyalistlerin Ortadoğu’ya yerleşmesine ve o gün bugündür süren zulümlerine zemin hazırlamıştır. Osmanlı’nın veya tarihte İslam’a müntesip herhangi bir devletin kesip çöpe attığı tırnak, İngiltere vb. küresel tuğyanın tamamından daha hayırlıdır. Zira Osmanlı ve öncesinde kurulmuş tüm İslami saltanatlar, İslam’ı bilerek tahrif etmemiş, cehalet ve hevanın kurbanı olmuşlardır. Elbette mazur değillerdir. Ancak cehalet ve teville dine zarar verenlerle, bu dini yeryüzünden silmek için çalışan İngiltere’yi aynı kefeye koymak siyasi bir akıl tutulmasıdır. Hatta daha ileri gidip, İngiltere’yi Ehl-i Kitap olarak Osmanlı’ya tercih etmek, akıl tutulmasından öte bir duruma işaret etmektedir. Zira İngiltere Ehl-i Kitap değildir. Kapitalist, Seküler, Laik, hiçbir kutsalı olmayan; tek kutsalı sömürü ve İslam’ı yeryüzünden silmek olan bir barbarlar topluluğudur. Kaldı ki; yukarıda belirttiğimiz gibi İngiltere (ve bugün Ortadoğu’da cirit atan batılı devletler) İslam’ı yeryüzünden silmek için uğraşmaktadır. Osmanlı (ve bugün bölgede var olan muhafazakâr demokrat yapılar) ise cehalet ve teville bu dine zarar vermiştir. Evet, tekrar ediyorum. Tevhidden sapmaları nedeniyle mazur değillerdir. Ne dünküler ne de bugünküler. Ancak onları küresel tuğyanla eşitlemek, dahası Ehl-i Kitap diyerek bunları tercih etmek, bize göre ciddi bir yanlıştır. Dün dünde kaldı, onu geri getiremeyiz. Ancak bugün için, yaklaşık yüz elli yıldır yaşanan süreçten dersler alabiliriz. Dergi yazılarımızı takip edenler, uzun zamandır yaptığımız uyarıları fark etmişlerdir.[9] a. Yaşadığımız coğrafyada savaşın durması ve bu bölgeden taşınması gerekir. b. Bu ateş; coğrafyayı yakıp küle çevirenlerin, emperyalist batılı devletlerin tutuşturduğu bir ateştir. Bize ait değildir. Hâliyle ne bizi ısıtmakta ne de aydınlatmaktadır. Bizi, coğrafyayı, şehirleri... yakıp yıkmaktadır. c. Allah’a (cc) açıkça şirk koşan ve onun sınırlarını çiğneyen, İslam’a müntesip gruplar mazur değildir. Ancak, kesinlikle ve kesinlikle bu gruplar arası savaş doğru değildir. Bu savaş yalnızca batılı emperyalist devletlerin rahat içinde yaşamasına, savaşı coğrafyalarından uzak tutmalarına ve bu bölgenin karışıklığından istifade etmelerine katkı sağlamaktadır. d. Silahların ve bombaların konuştuğu bir yerde, tevhid davetinin sesi duyulmamakta, tevhid anlaşılmamaktadır. Bu da ülkelerinde “İslamlaşma” tehlikesi gören batılı emperyalist devletler için bulunmaz bir nimettir. Zira İslam’ı merak eden kitlelere sürekli coğrafyamızın içler acısı hâlini göstermekte ve “İşte İslam budur.” demektedirler. e. Allah Resûlü (sav) sürekli küfre giren, düşmanlarla işbirliği yapan, Müslimleri sırtından vuran ve küfürleri Kur’ân ayetleriyle tescillenen münafıkları dahi öldürmemiş, hak ettikleri şer’i cezayı uygulamamıştır. Gerekçe olarak da şunu söylemiştir: “Bırakın onları! İnsanlar, ‘Muhammed ashabını öldürüyor.’ demesinler.” [10] Zira münafıkların durumu Kur’ân okuyan müminler için açıktı. Ancak, İslam’ı ve Müslimleri izleyen Medine dışındaki kabileler, onları tanımıyordu. Dışarıdan bakınca namaz kılan, mescide giden, Müslimler gibi yaşayan insanlar görüyordu. Bunlar öldürülecek olsa, Allah Resûlü’nün (sav) ashabını öldürdüğünü düşüneceklerdi. Bu da İslam’ı yanlış anlamalarına ve ondan uzaklaşmalarına neden olacaktı. Bu sebeple Allah Resûlü (sav) münafıklara dokunmadı. İslam’a müntesip gruplar arasındaki savaşa bu açıdan bakıldığında, Allah Resûlü’nün (sav) korktuğu şeyin bugün ayniyle yaşandığı görülecektir. f. Batılı devletler, “a” veya “b” grubuna değil, tüm İslam’a müntesip olanlara savaş açmışlardır. Bunu hem sözlü olarak hem de fiilleriyle göstermektedirler. Onlar için Afganistan’da Maturudi ve Hanefi bir Taliban’la, sufi Diyabendi bir derviş arasında fark yoktur. Selefi bir IŞİD/El-Kaide ile, her şeyden biraz karışık İhvan arasında bir fark yoktur. Saddam gibi Baasçı bir diktatör ile Muhafazakâr Demokrat Hamas arasında bir fark yoktur... Hâliyle; kimse bu savaşı kendi grubuna açılmış gibi görmemelidir. Bu İslam’a açılmış bir savaştır. Ona müntesip herkes (demokrasi vb. küfürlerle İslam'la bağını koparsa da) bu savaştan payına düşeni almaktadır. g. İslam’a savaş açılmış olması sabit akide esaslarından taviz vermemize neden olmamalıdır. Mazlum oldukları için şirk ehline"Müslim" dedirtmemelidir. “Madem vuruluyoruz, hepimiz kardeşiz.” arabesk söylemine savurmamalıdır. Din, Allah tarafından indirilmiştir. Her şart ve mekânda geçerlidir. Ancak siyaset, hareket fıkhı ve menhecî tercihler şartlar ve mekâna göre değişebilmektedir. Allah Resûlü’nün (sav) münafıklara yönelik siyaseti bunun örneğidir. Yine bu durum davet ve ıslah çalışmalarına engel olmamalı, tüm grupları hak ve adalet olan tevhide davet etmeye devam edilmelidir. h. Tüm bu sayılanlar düşünüldüğünde Osmanlı ve Necd uleması arasında yaşananları doğru bulmamız söz konusu değildir. Bugün İslam’a müntesip gruplar arasında yaşananları doğru bulmadığımız gibi. Her türlü iç çekişme, küresel tuğyanın coğrafyamıza iyice yerleşmesine ve İslam davetinin yanlış tanınmasına zemin hazırlamaktadır. Soru: Hocam! Yenilenen İstanbul (İBB) seçimleriyle ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Daha önce bu köşede 31 Mart seçimlerine dair bir değerlendirme yazısı yazmıştım. Okumadıysanız, o yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Yenilenen İBB seçimlerine dair, orada söylediklerime ek olarak şunları söyleyebilirim: Bizim açımızdan A veya B partisinin seçim kazanmasının veya kaybetmesinin hiçbir değeri yoktur. Zira bu partiler birer rejim partisi; hâkimiyet konusunda Allah’la (cc) çekişen Demokrasi aparatıdırlar. Adına Laiklik, Demokrasi, Liberalizm… deseler de bizim yanımızda onlar cahiliyedir, cahiliyenin taktığı farklı maskelerdir. Şunu unutmamak gerekir: Nasıl ki İslam Allah’ın boyasıdır; nasıl ki İslam’a giren onun rengini alır; aynı şekilde Demokrasi’nin şirk ve masiyet renginin de bir boyası vardır. Demokratlaşanlar şirkin ve masiyetin tüm renklerini zaman içinde üstlerinde taşımaya başlar. Bu söylediğimizin en hayırlı şahidi AK Parti değil midir? Vesayet rejimini sonlandıracak, Devlet faşizmine son verecek, yoksulluk ve yasakları kaldıracak, zulmün yerine adaleti ve kalkınmayı ikame edeceklerdi. Sonuç? Herhangi bir sistem partisinden ne farkları kaldı? Tevhid ehli Müslimler hangi dönemde bu kadar zulüm gördü? Yolsuzluk ve adaletsizliğin bu kadar açıktan işlendiği bir dönem oldu mu? Doğrudur, tuzu kuru olanlar AK Parti güzellemeleri yapmaya devam ediyorlar. Siz ne derseniz deyin onların elinde iki argüman var. İlki; tek parti dönemi zulmüyle bu dönemi kıyaslıyorlar. Efendim neymiş, nereden nereye gelmişiz. Camiler ahıryapılmışda, sakal çarşaf yasaklanmışda, ezan Türkçe okutulmuşda, âlimler idam edilmişde… BunlarıAK Parti mi düzeltmiş, diye sorduğunuzda bakıyorlar…Bu uygulamalar 70 yılönce bitti (AK Parti’den 50 yılönce) diyorsunuz, yine bakıyorlar. Hem insanın, partisini CHP ile kıyaslamasıbir utançtırdiyorsunuz, yine bakıyorlar. Peki, AKP’nin kapattığımescidler, yasakladığıdini kitaplar, teravih esnasında postallarıyla çiğnettiği mescidler ne olacak diyorsunuz, bakmaya devam ediyorlar… AKP’ye muhalefet etti diye iftira edilen ve zindanlara atılan âlimler ne olacak diyorsunuz, bakma hâline devam… Vasat cemaatine, Hizbuttahrir’e, Furkan Vakfı’na, Tevhid Dergisi’ne reva görülen zulümler diyorsunuz…Polisin her beğenmediği yabancıuyrukluyu IŞİD diye tutuklatmasıve cezaevlerinin yabancıkadınve çocuklarla dolup taşmasıdiyorsunuz… FETÖadıaltında işinden edilen, zindanlara atılan, sonra “pardon” denilip bir gecede bırakılan on binler diyorsunuz… Sırf sermaye sahibi mustekbir/mutref azınlığırahatlatmak için onlarca avukatıDHKP-C diyerek zindanlara doldurmak diyorsunuz, sanki onlara değil duvara konuşuyorsunuz. İkinciargümanları; Türkiye mazlumları himaye eden bir devletmiş. Yerelde görülen zulümler konusunda haklıymışız, ama ümmetin maslahatı açısından sabretmeliymişiz. Çünkü mazlumların son sığınağı Türkiye, yani AK Parti’ymiş… Hâliyle soruyorsunuz: AK Parti yokken Türkiye’ye sığınan mazlumlar kapı dışarı mı ediliyordu? Saddam’ın zulmünden kaçanlar, Sırp zulmünden kaçanlar, Sovyet veya Çin zulmünden kaçıp Türkiye’ye gelenler, kapı dışarı mı edildiler? Mazlumlar bu ülkeye geliyorsa bu, AKP’den dolayı değil, milletin bir kesiminin Muhacir duyarlılığındandır. Buna rağmen Rusya’nın Türkiye’de Çeçen komutanlardan dilediğini öldürüp dilediğini kaçırdığını bilmiyor musunuz? Çeçenlere kapılarınıaçan Türkiye’nin, Rusya’yla ilişkileri düzelince ne yaptığınıda mıduymadınız? Orada öldürüleceklerini bile bile, yüzlerce insanıiade ettiler, etmeye de devam ediyorlar… T.C. nin bu iki yüzlüve zalim politikasının, binlerce çaresiz muhaciri IŞİD saflarına ittiğini duymuşmuydunuz? Ne oldu Türkistan sorunu? Ülkemize sığınan Uygurlar? Çin’le aramızdüzelince, Uygurlar’ınsorunu nasılda bitiverdi! Çin’in Uygurlar’la değil, radikal İslamcı ve ayrılıkçı Uygurlar’la sorunu var, öyle mi? Allah muhafaza, yarın Esed’le araları düzelse ne olacak? Ya da ekonomik çıkarlar Sisi’yle sulh yapmayı gerektirse? Hiç düşündünüz mü Suriyeliler niye size güvenmiyor? En küçük bir dedikoduda Avrupa sınır kapılarına yığılıyorlar? Siz hiç, Ensar’ını (!) bırakıp kaçmaya yeltenen Muhacir duydunuz mu tarihten? Çünkü sizi Ensar görmüyorlar. Size mecbur oldukları için susuyorlar ama güvenmiyorlar. Çünkü Çeçenlere ve Uygurlara yaptığınız gibi, sıkışınca Mavi Marmara davasını sattığınız gibi, onları da satabileceğinizi biliyorlar. Suskunluklarına ya da uzatılan mikrofonlara söylediklerine değil; Türkiye’den kaçmak için gösterdikleri çabaya bakın, anlayacaksınız…[11] CHP zihniyetinin bu topraklarda karşılığı yoktur. Bu nedenle CHP girdiği her seçimi kaybetmeye mahkûmdur. Kazanmak için milliyetçi (Ankara’da olduğu gibi) ya da muhafazakâr rolü yapan (İstanbul’da olduğu gibi) adaylarla seçime girmek zorundadır. Hâliyle bu seçimi CHP değil, milliyetçilik ve muhafazakârlık kazanmıştır. Bunun bize bakan yönü şudur: Bu ülkede hiçbir zaman bir Laiklik sorunu olmamıştır. Laiklik; toplumda hiçbir karşılığı olmayan, toplumdan kopuk bir azınlığın zihniyetidir. Davetin ve davetçinin gündemini meşgul etmemelidir. Bu toprakların cahiliyesi milliyetçilik ve gösterişçi dindarlık/muhafazakârlıktır. Mustekbir tağutlar varlıklarını sürdürmek için bu iki bataklığı derinleştirmektedir. Toplumu uyandırmak ve içinde bulundukları karanlığı tevhidin nuruyla aydınlatmak için, milliyetçilik ve muhafazakârlık/gösterişçi dindarlık, davetin ve davetçinin ana gündemi olmalıdır. Seçim sonuçları göstermiştir ki; mağduriyetler usulünce gündemleştirilir ve insanların anlayacağı şekilde anlatılırsa, toplumda karşılık bulur. Şöyle ki: Ekrem İmamoğlu ilk seçimi 13.729 oy farkıyla kazandı. Ak Parti’nin devlet imkânlarını kullanarak yaptığı zulüm; aynı şahsın, aynı söylemlerle ve aynı seçmenle seçimi 806.014 farkla kazanmasını sağladı. Çünküadalet fıtri bir duygudur. İnsanlar birinin mağdur edildiğine inanırsa, fıtri olarak ona destek olur, yanında dururlar. Ki, İmamoğlu’na oy veren milyona yakın insan, CHP’li değildir. Birçoğu Cumhur İttifakı’na oy veren veya ilk seçime katılmamış muhafazakâr, milliyetçi, Kürt seçmendir. Bunun bize bakan yönü şudur: Şirk ve zulüm siteminden kaynaklı mağduriyetler usulünce dillendirilmeli, insanların görmesi sağlanmalıdır. Bu, birçok insanın İslamdavetine merak duymasını sağlayacaktır. Davete en uzak insanların dahi, şahit oldukları mağduriyetler sonucunda, İslam’ave Müslimlere destek oldukları, bazısının tevhid davetine gönül verdiği bir vakadır. Burada Allah Resûlü’nün (sav) hayatından bir örnek vermek isterim. Ekonomik boykot, hepimizin malumudur. Tam üç yıl süren ve İslamcemaatini her yönden kuşatan, tarihte eşine az rastlanır bir zulümdür. Allah (cc) bu zulme karşı, sabrı emretti. Zulme karşı sabır, Arapların alışık olmadığı bir direniş biçimiydi. Zira onlar şöyle biliyordu; güçlü bir aile (veya fertler) haksızlığa karşı çıkmalı, gerekirse zor kullanarak hakkını aramalıydı. Allah Resûlü’nün (sav) akrabaları da güçlüydü; Allah Resûlü’nün (sav) ashabı arasında da güçlü kimseler vardı. Ama beklenen olmadı. Sahabe, Allah Resûlü’ne itaat etti ve sabrettiler. Sonunda Kureyş içerden bölündü. Bazıları bu zulüm antlaşmasına karşı seslerini yükselttiler. Zira Müslimler sabır göstererek toplumun dikkatini çekmeyi başardı. Müslimlerin sabrı, vicdanlı müşriklerin sabır taşını çatlattı. Bu sahifeyi yürürlükten kaldırıp, antlaşmayı feshettiler. Aynı zamanda Kureyş’in zalimliğini yine Kureyş’in eliyle tescil etmiş oldular. Bugün Müslimler, milliyetçi ve muhafazakâr bir parti tarafından olmadık zulümlereuğruyor, çeşitli mağduriyetler yaşıyorlar. İtikadlarından ve duruşlarından taviz vermeden, vicdan sahiplerinin dikkatini çekebilmeli, yaşanan mağduriyetin anlaşılmasını sağlamalıdırlar. Başta söylediğimizi tekrar söyleyelim: Adalet fıtri bir duygudur. Toplumun adalet duygusunu harekete geçirebilenler; hem mağduriyetlerine hem de -ki bu daha önemlidir- davetin içeriğine dikkat çekmiş olurlar. Seçim sonuçları göstermiştir ki; mevcut siyaset İslamiolmadığı gibi, ahlaki de değildir insani de değildir. Siyasetçinin dini de imanı da bir oy daha fazla alabilmektir. Bu konuda eski rejim partileriyle, İslam(!) adına ortaya çıkmış partiler arasında hiçbir fark yoktur. “Beka” söylemiyle toplumu seçime davet edip, Abdullah Öcalan’ın mektubundan medet ummak, ahlaksızlık ve insani değerleri aşındırmanın ötesine işaret etmektedir. Osman Öcalan’ıTRT’ye çıkarmak, sonrada kırmızı bültenle arandığını bilmediğini söylemek ise, hiçbir dilde hiçbir kelimenin izah edemeyeceği bir yozlaşma olsa gerektir. Seçimlere Kur’âni açıdan baktığımızda şunu görürüz. Bir tarafta mustekbirler (büyüklenenler), mele (aristokratlar/seçkinler), mutrefin (zenginlikle şımarmış/sosyete) ekabire mucrimiha (ele başı günahkârlar) vardır. Öte tarafta mustazaf (zayıf bırakılmış), istihfaf edilmiş (hafife alınmış/onursuzlaştırılmış), gece gündüz tuzaklar kurularak müşrikleştirilmiş halk vardır. Partiler, siyasetçiler, seçim sonuçları… değişse de, değişmeyen birşey vardır. Azgın azınlık imtiyazlarını korumaya, servetlerine servet katmaya, güçlenip semirmeye devam etmektedir. Şer’an hiçbir özürleri olmamakla beraber, mustazaf halk ise sefil ve onursuz bir hayat yaşamaktadır. Unutmamak gerekir ki; kapitalist düzenlerde, asıl yöneticiler sermaye sahipleridir. Siyasetçiler ise birer vitrin süsüdür. Vazifeleri; mustazaf halkı uyutmak/uyuşturmak, imtiyazlı zümrenin çıkarlarını korumak ve mustazaf halkın yerel ve küresel tuğyana karşı biriken fıtri öfkesini yatıştırmak, bir necip (!) siyasetçimizin deyimiyle gazını almaktır. Kitabın tam ortasından konuşacak olursak garibanın ekmeğinden/çöpünden/cikletinden vergi alıp, mustekbirleri elmas vergisinden muaf tutmaktır. Dikkat edin! Türkiye’de sermayeyi elinde bulunduran birkaç aile vardır. Menderes kazansa da bunlar kârdadır, asker on yıl sonra darbe yapsa da bunlar kârdadır. Ecevit kazansa da bunlar büyümektedir, Süleyman Demirel kazansa da… Kenan Evren sağın ve solun üzerinden silindir gibi geçtiğinde de bu aileler zenginliklerine zenginlik katmaktadır, Özal seçim kazanıp yeni bir ekonomik düzene geçtiğinde de… 28 Şubatcuntası iş başındayken de bu aileler imtiyazlıdır, Erdoğan on yediyılboyunca işbaşında olduğunda da… Menderes’in ihalelerle zenginleştirdiği aileler Menderesle; Özal’ın ihalelerle zenginleştirdikleri de Özal’laberaber silinip gitmektedir. Erdoğan’ın oluşturduğu zengin sınıf da Erdoğan’a bağlıolarak varlıksürdürmektedir… Ancak mustekbir, mutref, mele ve ele başıbu birkaç aile semirmeye devam etmekte; neredeyse her krizden biraz daha büyüyerek ve kâr etmiş olarak çıkmaktadırlar. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Kureyşcahiliyesinde olduğu gibi, Türkiye’dekibütün pisliklerin arkasında bu mustekbir aileler ve bağlıolduklarıküresel sermaye sahipleri vardır. Bunlarınbir dini, imanıve dünya görüşüyoktur. Yerine göre Kemalist, muhafazakâr, faşist veya demokrat olabilmektedirler. Güç ve para kazandıracak her neyse, onun rengini alabilmektedirler. Şuana kadar Erdoğan kazandırdığı için Erdoğan’a yatırım yaptılar. Ancak 2008’de yaşanan küresel ekonomik kriz; 2011’de başlayan halk ayaklanmaları; Arap ülkelerinde İhvan’ın seçimleri kazanması ve İsrail’in güvenlik endişeleri; Postmodernist neslin modernizmin oluşturduğu katı kuralları tanımaması ve yeni bir dünya düzeni arayışı; Çin, Rusya ve Hindistan’ın alternatif bir düzen arayışına girmesi; mevcut dünya düzenin bir ayağı olan Avrupa nüfusununhızla yaşlanmasıve yabancınüfusa teslim olma tehlikesi; bu mustekbir azınlığı alarma geçirdi… Şunu kesin olarak biliyoruz ki;Demokrasicilik oyununa son verdiler. Dünyanın büyük çoğunluğunda ırkçı, muhafazakâr ve iş insanı kökenli siyasetçilerin sahneye çıkması ve seçim kazanması bunu gösteriyor. Erdoğan’ın tedavüle soktuğu milliyetçi daha doğru bir ifadeyle faşist dili bu yeni düzenden bağımsız düşünmeyin. Türkiye küresel mustekbir azınlığa göbeğinden bağlıdır ve orada yaşanan her dönüşüm, Türkiye siyasetini direkt etkilemektedir. Erdoğan’ın yeni dili azgın azınlığın takdirini kazanır mı, bilmiyoruz. Ama şunu kesin olarak biliyoruz: Bu yeni dilin ne genel olarak halkta ne de AKP tabanında bir karşılığı var. Bu yeni dilin, İslamiolmayan Erdoğan’ın siyaset anlayışını, insanilik ve ahlakilikten uzaklaştırmaktan başka bir yararı da olmaz. Soru: Diyanetin cemaatlerle ilgili hazırladığı raporu okuyabildiniz mi? Şayet okuduysanız değerlendirebilir misiniz? Size yönelik söylediklerini nasıl yorumladınız? “Dinî Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler”isimli raporu okudum. Ancak Diyanet’in hazırlayıp hazırlamadığından emin değilim. Bildiğim kadarıyla Diyanet, resmîolarak bu raporu hazırladığını kabul etmedi. Yalnız raporun Devlet tarafından hazırlandığı anlaşılıyor. Hangi kuruma hazırlatıldığının bir önemi yok. Rapor, hacimli bir çalışma. Hâliyle tamamını değerlendirmem mümkün değil. Dikkatimi çeken bazı noktaları zikredeceğim. a. AK Parti, FETÖ ile değil “cemaat” kavramıyla kavga ediyor. Kurulan bir tuzağa mı düştü yoksa kendi iradesiyle mi cemaatlere savaş açtı, bilmiyoruz. Ancak rapor, önümüzdeki dönemde cemaatlere yönelik bazı operasyonların habercisi… Zannımca rapor bu operasyonların psikolojik alt yapısını hazırlıyor. Şu gerçeği unutmayın!Cumhuriyet kadrolarının dini ve cemaatleri ortadan kaldırmak için çıkardığı kanunlar hâlâyürürlükte. Şuan herhangi bir savcı istediği cemaate soruşturma açabilir, herhangi bir mahkeme istediği cemaati mahkûm edebilir. Mevcut yasalara göre bırakın tevhidî bir çalışmayı, Kur’ân okumak için toplanmak ya da zikir meclisi oluşturmak dahi suç. Kemalist, ulusalcı ve 28 Şubatartığı birinin söylediği üzere yargı altın çağını (!) yaşıyor. Yargının altın çocukları fırsatı buldukları anda, Erdoğan’la palazlanan üfürükçütaifeyi, STK’ları ve İslamiçalışma yapan cemaatleri bir gün içinde kapatabilecekler. Sırtını Allah’a dayayan muvahhidler her hâlükârda hizmete ve mücadeleye devam edecekler. Sırtını Erdoğan’a ve konjonktüre dayayanlar köpük gibi silinip gidecekler. b. Bildiğimiz gibi; Türkiye’deki cemaatlerin akide sorunu yanında ahlaki sorunları da var. Son çeyrek asırda kavuştukları refahla beraber, var olan ahlakı da kaybettiler ve zenginlikle şımarmış “mutref” ahlakına sahip oldular. Bu ahlaksızlığın yansımalarından biri şudur: Bir kısım akılcı/mealci, sufileri; bir kısım sufiler de akılcı/mealci tayfayı devlete şikâyetedip duruyor… Mahalle ortasında/ekranlarda kavgaya tutuşuyor, işin içinden çıkamayınca da çocuklar gibi babalarını/devleti yardıma çağırıyorlar. Rapordan anlıyoruz ki devlet baba; mızmız akılcıları da mızmız sufileri de defterden silmiş. Akılcıları yeterince “yerli ve milli” olmamakla; sufileri de yeterince diyanete uyum sağlamayıp fazla Ehl-i Sünnetçilik yapmakla suçlamış. c. Devlet’in yeni gözdesi Erenköy Cemaati ve Bitlis/Siirt yöresi medreseli tarikatlar… Gözden çıkardıkları İsmailağa, Menzil ve Süleymancılar… Yakın zamanda İTÖ, METÖ veya SETÖ operasyonları duyarsanız şaşırmayın. Anlaşılan o ki Devlet fazla Ehl-i Sünnetçilik (İsmailağa), fazla zenginlik/kalabalık/kapalılık (Menzil) ve fazla muhalefet/kapalılık (Süleymancılar) istemiyor. Her türlü yoruma açık olan, elde ettiği zenginliği ilgililerle paylaşan, Erdoğan’a muhalefet etmeyen, tam bir teslimiyetle teslim olmuş cemaatler istiyor. d. Sisteme muhalefet eden ve muhalefetini İslamiargümanlarla yapan cemaatlere zulümhızkesmeden devam edecek. Sadece cumhurun değil yeryüzündeki her şeyin reisi olan (!) zatın, bir türlü demokratlaştırıp gazını alamadığı cemaatlere karşı şahsi kin ve nefreti raporun ilgili bölümlerine sinmiş, hissediyorsunuz. Hasmene tutumuna devam etsin bakalım. Allah’a yemin olsun kikıyamet gününde ve Allah’ınhuzurunda, biz de onun hasımlarıve davacılarıyız. Bakalımonun mahkemeleri mi, Ahkemu’l Hâkimin olan Allah’ın mahkemeleri mi daha çetin. Bakalım onun bize reva gördüğü zindanlar mı, Allah’ın zulümleri karşılığında onun için hazırladığı cehennem hücreleri mi daha zor. Beklesin bakalım, hiç şüphesiz biz de beklemedeyiz. e. Bizimle ilgili yazılan bölüme gelince[12]şunu söyleyebilirim: Görüyorum ki davetimizi çok iyi anlamış ve çok net cümlelerle ifade etmişler. Yine görüyorum ki Tevhid ve Sünnet Cemaati’nin başlattığı davetin bu topraklarda maya tuttuğunu ve karşılığının olduğunu anlamışlar. Dün bize karşı farklı bir tutum içindeydiler. Oysa bugün bambaşka bir tutum içindeler. Dün bizi küçümsüyor, yok sayıyorlardı. Davet Allah’ın lütfu ve yardımıyla yayılınca tehdit etmeye başladılar… Sonra tuzak kurdular… Daveti yok etmek için her yola başvurdular… Ama biz Âdem’in (as) ektiği tevhid ağacının dallarıyız. Budandıkça gürleşiyor; budandıkça uzuyor; budandıkça insanlığın sığınacağı bir gölgeye dönüşüyoruz… Şimdi inkâr edemiyor, yok sayamıyorlar. Zindanla, tehditle, yasakla önüne geçemeyeceklerini de biliyorlar… Yeni tuzaklar kuruyorlar. Şeytancave sinsice yollara başvuruyorlar. Cemaat, program ve disiplin içinde yapılan davetin karşısına; cemaatsiz, programsız ve disiplinsiz yani bireysel daveti koymaya çalışıyorlar. İlginçtir; bazı insanları davet yapmaya teşvik ediyor, imkân sunuyorlar… Sesler çoğaldıkça ihtilafın artacağını, yüzler çoğaldıkça insanların tek bir noktada toplanmayıp gücün dağılacağını hesaplıyorlar… Onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı var elbet. Onlar tuzak kuruyor Allah da tuzak kuruyor. İstiyorlar ki davetçi olup da dava adamı olmayan, ağzı laf yayıp da ameli zayıf olan, davayı anlatan ama temsil edemeyenler çoğalsın… Biz bu filmi daha önce Suud’da, Suriye’de, Mısır’da, Cezayir’de izlemiştik. Allah onların tuzaklarını başlarına geçirdiği gibi, sizin tuzaklarınızı da başınıza geçirecek. Sizin ellerinizle insanlar hidayet bulacak, sonra toparlamak isteyeceksiniz ama iş işten geçmiş olacak. Gelen davetçiler gidenleri aratacak, Allah’a karşı hüsnüzannımız budur. (Şimdi siz diyorsunuz ki “Yahu hoca ne anlatıyor?” Siz okumaya devam edin, anlayan anlıyor, kuduran kuduruyor. Hep size konuşacak değiliz ya, biraz da kendini akıllı sananlara konuşalım…) Beyler, beyler! Sizin anlamadığınız şey şu: Bu dava Allah’ın davası! Dinini koruyacak olan da O’dur (cc). Bu iş bizle başlamadığı gibi bizimle de bitmez. Çocukça işler yapmak yerine, biraz Kur’ân okuyun… İslam tarihi okuyun… Solculara karşı kullanılsın diye, devlet bütçesiyle Seyyid Kutub’un (rh) kitaplarını terceme ettiniz. O kitaplarla yepyeni bir muvahhid nesil zuhur etti. Ne tekliflerinize kanıyor ne de tehditlerinizden korkuyorlar. Aman dikkat, yine elinize yüzünüze bulaştırmayın. Demedi demeyin, tevhid daveti bu… Ne S-400 dinler ne S-500 ne de Demir Kubbe… Bir kalbe yol buldu mu veya insanın özüyle (fıtrat) buluştu mu… gerisini anlatmama gerek yok. Şu an uğraşmak zorunda olduğunuz şey oluyor… Bu ay da bu kadarla iktifa ediyor sizleri Allah’a (cc) emanet ediyorum. Rabbim Zilhicce'nin ilk on gününde yaptığınız amelleri kabul buyursun. On gününüzü bereketli kılsın. Bayramınız mübarek olsun. [1] . 47/Muhammed, 7 [2] . Tirmizi, 2516 [3] . 22/Hac, 78 [4] . Kalp Katılığının Zararları, Tevhid Basım Yayın [5] . https://tevhiddersleri.org/kategori/usul/mustalahu-l-hadis [6] . https://tevhiddersleri.org/kategori/usul/ulumu-l-kur-an [7] . Ahmed, 18406 [8] . Ebu Davud, 4646 [9] . Bu konuyla alakalı şu yazılara da müracat edebilirsiniz. Tevhid Dergisi, 8. sayı, Başyazı, Suriye’nin Öğrettikleri; Tevhid Dergisi, 18. sayı, Başyazı, Büyük Resmi Tek Kareye Sığdıran Objektif, Gezi Parkı Olayları; Tevhid Dergisi, 26. sayı, Başyazı, “Bu senin kendi ellerinle yaptığının karşılığıdır. Allah kullarına zulmetmez.” (22/Hac, 10); Tevhid Dergisi, 33. sayı, Başyazı, Ehl-i Tevhid’in İmtihanı, Çözüm Süreci; Tevhid Dergisi, 49. sayı, Başyazı, İslam Ümmetine Açılmış Haçlı Savaşının Kodları; Tevhid Dergisi, 51. sayı, Başyazı, Şeriat ve Maslahat Açısından Gösteriler ve Gayri İslami Yapılarla Ortak Çalışma; Tevhid Dergisi, 65. sayı, Başyazı, Coğrafya Diyor ki; Tevhid Dergisi, 68. sayı, Başyazı, Genel Bakış [10] . Müslim, 63 [11] . Bu yazı kaleme alındıktan bir hafta sonra İstanbul’da Suriyeli avı başladı. Zira Ak Parti, İstanbul seçimlerini kaybetmenin faturasını Suriyeli mazlumlara kesti. Düne kadar “Muhacir” olan Suriyeliler “kaçak göçmen” oluverdi. Düne kadar “huzurun ve bereketin teminatıydılar", şimdi “Huzur Operasyonuyla" yaka paça sınırdışı ediliverdiler. “15 Temmuz’da onlar sayesinde Allah bizi korudu.” diyenler, “Kayıtsız kuyutsuz kimse kalmayacak.” deyiverdiler. Bize de şunu demek kaldı: Rabbim! Seninle bağını koparmış “Allah’sız siyasetten”, ahlakla bağını koparmış “ahlaksız siyasetten” ve insanlıkla bağını koparmış “gayr-i insani siyasetten” ve zulümden sana sığınırız. [12] . Dinî Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler, s.79 Halis Bayancuk (Ebu Hanzala) 1. Biyografi Ebu Hanzala künyesiyle bilinen Halis Bayancuk, 1984 yılında Diyarbakır’da doğdu. Türkiye’deki Hizbullah Örgütü’nün ileri gelen isimlerinden olan Hacı Bayancuk’un oğludur. Halis Bayancuk, Diyarbakır İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra Mısır’a gitmiştir. Bayancuk’un Mısır’da özel gayretiyle ve medreselerde almış olduğu İslamî ilimler eğitimi sayesinde dini kaynaklara vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Bayancuk kendisini bir örgüt üyesi olarak kabul etmemesine rağmen el-Kaide, DEAŞ gibi terör örgütlerinin üyesi olmaktan ve onlara eleman kazandırmaktan dolayı birçok kez gözaltına alınmış olup, son olarak müebbet hapisle yargılandığı basından öğrenilmektedir. 2. Öne Çıkan Görüşleri Geleneksel İslami çizgiden farklı olarak, din-devlet ilişkisini itikadî bir mesele gibi ele alır. Dinî/şerî bir yönetimin zorunluluğuna ve bunun da bir halife önderliğinde olması gerektiğine inanır. Bunun dışındaki yönetim biçimleri ona göre tağuttur, tevhide aykırıdır ve şirktir. Zira hüküm sahibi Allah’tır. Bunu kabul etmeyen küfre girer. Bayancuk’un bu bağlamda bireysel tekfirden ziyade “genel tekfir” söylemine daha yakın olduğu görülür. Demokrasiyi, Yahudilik, Budizm vb. gibi bir din olarak nitelendirir. Onun, İslam dinini inanç, ibadet, ahlak ve muamelat olmak üzere bir bütün olarak algıladığı görülür. Buna dayalı olarak “Hilafet” ve “İslam Devleti” anlayışına bir iman esası ya da farz ibadetler gibi telakki ettiği anlaşılmaktadır. Bu düşüncesinden hareketle bütün farklı yönetim şekillerini küfür ilan etmekte, demokrasiyi din; oy vermeyi de demokrasinin ibadeti olarak görmektedir. Ona göre demokrasi küfür ise buna rıza göstermek de küfrü gerektirmektedir. 3. Faaliyetleri Açtıkları mescitler ve ‘Ribat’ adlı “Sıbyan Mektepleri”, aylık çıkardıkları ‘Tehvid Dergisi’ ve Ankara-Etimesgut ‘ta bulunan binası gruba eleman kazandırmak ve çocuklan eğitmek konusunda önemli bir yer tutar. İnternet ortamında video kayıtları ve sokak röportajları yoluyla propaganda yapmak da Bayancuk ve taraftarlarının faaliyetleri arasındadır. 4. Değerlendirme Bayancuk’un, Selefi-tekfirci bir çizgide olduğu anlaşılmaktadır. Görüşlerinin temelinde din-devlet ilişkisi yatmaktadır. Dinî/şerî bir yönetimin gerekliliğine inanan Bayancuk hilafeti itikadî bir mesele olarak görür ve bunun dışındaki yönetim biçimlerini küfür kabul eder. Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Yazarın Makaleleri Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır?2019-12-10 Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği2019-12-10 Toplumsal Cinnet Hâli2019-11-06 Maneviyat ve Kardeşliği Artıracak Etkenler Nelerdir?2019-10-16 Müslim'in Çevre Bilinci Nasıl Olmalıdır?2019-09-07 Diyanetin Cemaatlerle İlgili Hazırladığı Raporu Nasıl Değerlendiriyorsunuz?2019-08-03 Dava Adamı Olmak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz?2019-07-06 31 Mart Seçimlerini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?2019-05-07 Psikolojik Rahatsızlık İtikad Zayıflığı Mıdır?2019-04-04 İhsan Üzere İslam'a Nasıl Hizmet Edebilirim?2019-03-07 Korkularımızı Nasıl Terbiye Edebiliriz?2019-02-05 İslami Yapılarda İtikadi, Menhecî ve Ahlaki Çözülmeler Neden Kaynaklanır?2019-01-05 Tevhid ve Sünnet Cemaati'nin Hedefleri Nelerdir? Hedeflerimizin Neresinde Olduğumuzu Düşünüyorsunuz?2018-12-13 Her Mümine Yardım Etmek Zorunda mıyız?2018-11-14 Sizin İlahınız Tek Bir İlahtır2018-10-12 Bayram Mektubu2018-09-19 Savunma2018-08-10 Saçıp Savuranlar Şeytanların Kardeşleridirler!2018-07-11 Firavun2018-05-17 Allah ve Ayetleri2018-04-07 Biz'e Benden Bir Hatırlatma!2018-03-08 Mümtehine 4-6. Ayetler Bağlamında Millet-i İbrahim2018-02-15 Ey Nefis!2018-01-18 Zor Günler ve Hasbunallah 2017-12-16 Fatiha Tefsiri - 32017-11-10 Fatiha Tefsiri -22017-10-25 Fatiha Tefsiri2017-09-19 Zindandan Mektup Var2017-06-22 Peygamberlerin Hikmet Pınarından - 32017-06-18 Peygamberlerin Hikmet Pınarından - 22017-05-16 Peygamberlerin Hikmet Pınarından - 12017-04-21 Nasihat2017-03-08 Üzülme! Allah Bizimle Beraber2017-02-09 Allah Katında Tek Din İslam'dır -42017-01-09 Allah Katında Tek Din İslam'dır -32016-12-06 Allah Katında Tek Din İslam'dır -22016-11-05 Allah Katında Tek Din İslam'dır -12016-10-06 Ferid Aydın ile Tasavvuf Üzerine Röportaj2016-09-06 Tasavvuf ve İstiğase/Allah'tan Başkasından Medet Umma2016-08-08 Tasavvufta Rabıta2016-06-01 Tağutların Kıskacında Tasavvuf2016-05-05 Tasavvufta Keramet Tasavvuru2016-04-06 Tasavvuf ve Kabir Tasavvuru2016-03-05 Üç Günüm2016-02-04 Tasavvuf ve Ahlak Tasavvuru 2016-01-06 Tasavvufta Veli/Şeyh Tasavvuru2015-12-05 Tasavvufta Kitap ve Vahiy Tasavvuru2015-11-05 Mutasavvıfların Allah Tasavvuru2015-10-05 Tasavvuf Ehlinin Yanında Tasavvufun Menşei2015-09-05 Tasavvufun Menşei2015-07-07 Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Allah'ındır2015-06-05 Tasavvufun Menşei/Kaynağı2015-05-04 İnsanlık Tarihinde Mistisizm ve Tasavvuf2015-04-03 Ümmü Seleme ve Ümmü Umara'yı Hatırlatan Bacılara…2015-03-02 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed ﷺ Allah'ın Rasûlü'dür Bidat Hakkında Varid Olan Şüphelerin Giderilmesi2015-02-01 Cezaevi Röportajı2015-01-05 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür-102014-12-08 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür2014-11-01 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (sav) Allah'ın Rasûlü'dür2014-10-01 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (sav) Allah'ın Rasûlü'dür - 72014-09-01 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (sav) Allah'ın Rasûlü'dür – 62014-08-01 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (sav) Allah'ın Rasûlü'dür - 52014-07-02 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi - 42014-06-01 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed 3 Allah'ın Rasûlü'dür - 3 -2014-05-07 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi - 22014-04-01 Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah'ın Rasûlüdür2014-03-01 Zindandan Mektup2014-02-01 Kardeşlerim! Şüphesiz Ben Sizler İçin Güvenilir Bir Nasihatçiyim''2014-01-01 İhtilaf Fıkhı-Menheci İhtilaflar - 82013-12-01 İhtilaf Fıkhı-Fıkhi İhtilaflara Dair Bazı Mülahazalar - 72013-11-01 İhtilaf Fıkhı-Fıkıh İmamlarının İhtilafı ve Sebepleri - 62013-10-01 İhtilaf Fıkhı-Fıkhi Meselelerde Vuku Bulan İhtilaf ve Mücmel Sebepleri - 52013-09-01 İhtilaf Fıkhı Akaidde Vuku Bulan İhtilaf - 42013-08-01 İhtilaf Fıkhı İtikatta İhtilaf - 32013-07-01 İhtilaf Fıkhı Akaid Meselelerinde Vuku Bulan İhtilaf - 22013-06-01 İhtilaf Fıkhı - 12013-05-01 “...Ruveybida Konuşacaktır...”2013-04-01 Allah'a Adanmış Gençlikler- Nasihatleşme (2) - 92013-03-01 Allah'a Adanmış Gençlikler Nasihatleşme -82013-02-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 72012-12-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 62012-11-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 52012-10-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 42012-09-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 32012-08-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 22012-07-01 Allah'a Adanmış Gençlikler - 12012-06-01 Örnekleri Yaşama Aktarmak2012-05-01 İslami Davetin Özellikleri ve Meşru Araçların Kullanımı2012-04-01 Ey İman Edenler Allah'a Ensar Olun - 22012-03-01 Ey İman Edenler Allah'a Ensar Olun - 12012-01-01 Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Hicab:Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara 10-12-2019 Sayfa : 62-64 / Yazar : Bedirhan EREN Kitabın Künyesi Kitabın Adı: Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Kitabın Yazarı: Bekr B. Abdullah Ebu Zeyd Türkçe Çeviri: M. Beşir Eryarsoy Yayınevi: Guraba Yayınları Yayın Tarihi: 2012 Basım Yeri: İstanbul Sayfa Sayısı: 184 Kâğıt: Ivory Kapak: Karton Ebat: 13,5x21 Yazar Hakkında Güncel Meseleler Fıkhında Uzman Bir Fakih Şeyh Bekr B. Abdullah Ebu Zeyd Arabistan'ın Riyad şehri yakınlarındaki bir beldede ilim ehli bir ailede doğup büyümüş ve ömrü ilim tahsili ve ilmî çalışmalarla geçmiştir. Kendisi uzun yıllar Medine'deki Mescid-i Nebevi'nin imamlığını yapmıştır. Muhakkik (araştırmacı) bir ilim adamıdır. Araştırma ve telif çalışmalarından ötürü sınırlı sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Bununla beraber mesaisini daha ziyade araştırma-inceleme eserlerin telifine hasretmiştir. Onun Arabistan dışında tanınmasına vesile olan hadise; bazı eserlerine takriz yazdığı Rebi' b. Hadi El-Medhalî isimli bir yazarın, başta Seyyid Kutub olmak üzere tevhid ehli ulemaya dil uzatması karşısında sert tepki gösterip hem bu şahsa hem de buna benzer saldırı amaçlı yazılan diğer risalelere karşı reddiye vermesi olmuştur. Şeyh Bekr b. Abdullah Ebu Zeyd, güncel fıkıh meselelerinde uzmanlaşmış muhakkik bir âlim idi. Fıkıh alanında yaptığı araştırma ve incelemeler neticesinde tüp bebek meselesinden bankacılık işlemlerine kadar geniş yelpazede bir literatürün oluşmasına ciddi katkıları olmuştur. Bu ayki tanıtım konusu olan "Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara" isimli kitapta da aynı usulü takip etmiştir. Bu kitap dışında "İlim Talebesinin Süsü" isimli başka bir kitabı, aynı yayınevince Türkçeye çevrilip yayımlanmıştır. Hicap: İslâm'ın Kalesinde Açılan İlk Gedik Geçtiğimiz yıllarda vefat eden müellif; Batı'da ve İslam coğrafyasındaki Batı hayranı toplumlarda Orta Çağ'da bile eşi görülmemiş bir aşağılamaya maruz kalan kadını; İslami fazilet ve erdemlerle donanarak, içerisine düştüğü kötü durumdan kurtulmaya davet etmektedir. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, toplamda on ayrı başlık altındaki esaslardan oluşur. Müellif, bu esaslarla, İslam'ın kadın için öngördüğü onurlu ve değerli hayat tarzının çerçevesini sunar okuyucuya. Kitabın ikinci bölümü ise yirminci yüzyılın başlarından itibaren ümmetin kadınlarını hayâsızlığa çağıran ve bu işin öncülüğünü yapan -başta Mısır olmak üzere- İslam coğrafyasındaki Batıcı mürted yazar ve akademisyenlerin ifşa edilmesi ve onların eleştirilmesi hakkındadır. Bu kitap ile iki şey amaçlanmaktadır: İlki, mümine hanımların erdem yolu üzerinde sebat göstermelerine katkıda bulunmak; ikincisi ise hayâsızlığa çağıran mürted, laik ve Batıcı fesat önderleri ile onların ileri sürdüğü "kadının özgürleşmesi, kadın erkek eşitliği, kadınlar için pozitif ayırımcılık, kadının istihdamı" vb. kof iddiaların üzerindeki maskeleri ifşa etmek. Müellif, hicabın; şer'i zorunluluğu, önemi, değeri ve mümine hanımların erdemli olmalarının asli unsurlarından biri olduğunun açıklanması hususlarında zihinleri berraklaştıran bilgileri okuyucuya takdim etmektedir. Kitaba erkek ile kadın arasındaki farkları ve bu farkların hiçbir surette değiştirilemeyeceği hakikati üzerine giriş yapar. İlerleyen sayfalarda genel hicap ile özel hicabı tarif eder. Özel hicap hakkında bazı ayrıntılı malumatlar verirken her bir konuyla ilgili delilleri de sıralar. Kadının evde oturması ile ihtiyacı kadar dışarı çıkması hususundaki şer'i ölçüyü izah etmeye çalışır. Kadının namahrem erkeklerle ihtilat hâli, süfûr (açılmak) ve teberrüc (saçılmak) gibi zinaya götürme ihtimali olan gayrişer'i tutum ve davranışların da haram olduğuna dair güzel açıklamalarda bulunur. Evlilik müessesesinin başta genç hanım kızlar olmak üzere tüm gençler için erdemli bir hayatın başlangıcı olduğunu savunur. Yazarın özellikle dikkat çektiği başka bir husus da çocukları sapıklığa sürükleyebilecek başlangıç noktalarından/gayrifıtri ve gayrişer'i ortamlardan koruma gereğidir. Erdemli ahlaka ve özellikle de hicaba zararlı olan bu hususlardan bazılarını şöyle sıralar: "Mürted veya fasık öğretmenlerin eğitimci ve terbiyeci olduğu okullar ve kreşler; çocukların belirli bir yaştan sonra aynı yatakta yatırılmaları; yurtlarda, kreşlerde ve ilkokullarda kız ve erkek öğrencilerin ihtilatı (tevhid-i tedrisat/karma eğitim); temyiz çağındaki küçük kız çocuğuna ve büluğ çağındaki kıza haram olan açık saçık kıyafetlerin giydirilmesi." Hicabı atarak hayâsızlığa çağıran mürted, laik ve Batıcı fesat önderlerinin ilk kafilesi Mısır'da zuhur ettiği için, bu tipleri ifşa etmek amacıyla genellikle Mısır'dan örnekler vermiştir. Ümmet içerisinde hicabın atılmasının ve Batı tarzı yaşamı yaygınlaştırmanın lokomotif ülkesi (tahmin edilenin aksine) Hidiv M. Ali Paşa yönetimindeki Mısır olmuştur. Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa'nın bundan tam yüz elli yıl önce eğitim için Fransa'ya gönderdiği öğrenci gruplarının Mısır'a dönüşüyle beraber bu alandaki fesat ve bozgunculuk, yerli marabalar eliyle yoğun ve organize bir şekilde devam etmiştir. Tahrir (Özgürlük) Meydanı'nın Hikâyesi Mısır'ın başkenti Kahire'deki Tahrir Meydanı'nın hikâyesini de aktararak yazımızı tamamlayacağız. Mısır'ın Batılılaştırılması fitnesinin baş propogandistlerinden biri de ülkede bir dönem başbakanlık yapmış olan Sa'ad Zağlul'dur. Bu zatın eşi -ki bu kişilik Mısır'da bir başka irtidat ve fesat elebaşısı olan Mustafa Fehmi'nin de kızıdır- Safiyye, Kahire'deki Nil Kasrı'nın önünde kadınların hicap attıkları gösterinin en ön safında bulunmaktaydı. Bu müennes varlık, örtüsünü yerlere atıp ayakları altında çiğneyenlerin öncüsüydü. Gösteriden sonra oradaki kadınlar yere attıkları örtülerini ateşe vermişlerdi. Böylece hicaptan kurtuluşlarını kutlamış oluyorlardı! İşte bundan dolayı bu meydana Tahrir (Özgürlük) Meydanı adını vermişlerdir. Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Semavi Kitaplar/Sahifeler
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Semavi Kitaplar/Sahifeler 10-12-2019 Sayfa : 59-61 / Yazar : Ömer AKDUMAN "… Cibril: — Bana imanı anlat, dedi. Allah Resûlü dedi ki: — İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır…" Kitaplara İman Allah'ın peygamberlerine verdiği kitap ya da sahifeleri kabul edip bunların Allah tarafından indirildiğine inanmak, kendisi ile hayat ölçülerimizi belirlememiz emredilen Kur'ân-ı Mubin'i bireysel ve toplumsal hayatta zahir/görünür kılmak ve yaşamaktır. Sahih kaynaklar tarafından bize bildirildiği kadarı ile ilk indirilen semavi –Allah (cc) katından gelen- kitabın Musa'ya (as) indirilen Tevrat, sonra Davud'a verilen Zebur, sonra İsa'ya verilen İncil ve ardından Muhammed'e (sav) verilen Kurân olduğunu biliyoruz. Yine Halilu'r Rahman İbrahim'e sahifelerin verildiğini, Musa'ya da Tevrat dışında başka sahifelerin verildiğini biliyoruz. Dikkat çekilmesi gereken bir mesele şudur: Tevrat, İncil ve Zebur'a; hatta Musa'ya (as) verilen sahifelere iman ettiğimizi söylerken kastımız, Allah'tan indiği ilk hâline olan imanımızdır. Şu an muharref olarak bulunan Tevrat, İncil ya da Zebur'a iman etmiyoruz. İnsanların kendi elleri ile istek ve arzuları doğrultusunda değiştirdikleri bir kitap Allah'ın (cc) kelamı değil, kendilerinin uydurmasıdır. Kur'ân-ı Kerim dışında diğer kitapların korunmasını Rabbimiz kendi üzerine almamış, insanları bunun ile sorumlu tutmuştur. İnsanlar da az bir dünyalık karşılığında ahiretlerini satmaya razı olarak tağyire/tebdile/değişime gitmişlerdir. Kur'ân'a gelince Rabbimiz, lafzının korunmasını kendisi yüklenmiştir: "Şüphesiz ki bu (öğretiler), önceki sahifelerde de vardır. İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde." [1] Ortak Çağrılar Kendilerine Kitap/Sahife verilen ya da verilmeyen bütün resûllerin bazı ortak çağrılarının olduğunu biliyoruz: Tağuttan içtinap edip Allah'a inabet etmek/yönelmek: "Andolsun ki biz her ümmet arasında: "Allah'a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının." (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir. Allah içlerinden kimisine hidayet bahşetti, kimisine ise sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezip dolaşın ve yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın." [2] Muhammed'e (sav) tabi olmaları: "(Hatırlayın!) Hani: 'Size Kitap ve hikmet verdikten sonra, sizin yanınızda olanı doğrulayıcı bir resûl gelirse ona iman edecek ve yardımcı olacaksınız.' diye Allah nebilerden söz almıştı. Demişti ki: 'Bunu ikrar edip bu sözün ağırlığını kabul ettiniz mi?' Dediler ki: 'İkrar ettik.' Dedi ki: 'Şahit olun! Ben de sizinle beraber şahitlik edenlerdenim.' " [3] Deccal'e karşı uyarı: "Nebilerin hepsi kavimlerini Deccal'in şerrinden korkutup sakındırmıştır. Yemin olsun, Nuh da kendi kavmini Deccal'e karşı uyarmıştır. Ancak ben size hiçbir nebinin söylemediği bir şey söyleyeceğim. İyi bilin ki Deccal şaşıdır, Allah şaşı değildir." [4] Tahrif Tahrif, yani Allah'ın kelamını değiştirmek, lafzi anlamda Kur'ân için mümkün değildir. Çünkü Rabbimiz koruduğunu söylemiştir. Ancak anlamda yapılan, Kitap'ta olmayanı varmış gibi göstermek, Kitap'ın ortasından konuştuğunu iddia ederken kendi şahsi arzularını ya da tağutların taleplerini Kitap'a söyletmek mealindeki tahrif, Kurân için de söz konusudur: "Onlardan öyle bir grup vardır ki (okuduklarını) Kitab'ın ayetlerinden sanasınız diye dillerini Kitap'la eğip bükerler. Oysa (ağızlarında geveledikleri şeyler) Kitap'tan değildir. (Ağızlarında geveledikleri şeyler için:) "Bu, Allah katındandır." derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler." [5] Kur'ân'ı hakkı gizleyerek, eksik anlam vererek tahrif etmeye bir örnek: Bir zat-ı muhtereme (!) tağutu soruyorlar. Manada tahrif ne ise işte onu yapıyor: "Efendim, tağut, şeytandır. Kur'âni bir kavramdır; yani Kur'ân, tağuta muhalefet etmemizi emreder. Tağut, şeytandır. Tağut, Allah'ın dışında tapınılan, ardından gidilendir. Tağut, azgınlıktır. Allah'ın dışında insanlara emirler yağdırandır vb. Tağut kelimesi budur. Tağut dediğim gibi şeytandır, Allah'ın dışındaki tapınılan her şeydir, Allah'ın dışına götüren her şeydir…" "Hocaefendi, bu yuvarlak lafızlar, sözü ağızda eveleyip gevelemeler nedir?" diye soracak olursanız ne cevap verir Allahualem; ancak biz bunun adının manevi tahrif olduğunu biliyoruz. Bir başka zata soruyorlar: ''Oy kullanmanın şirk olduğunu söylüyorlar. Bu doğru mudur?" Cevabı şöyle: "Bir Müslüman, insanları ilah olarak görmeden 'Eğer ben filanları desteklersem bunlar belki bu bozuk düzeni biraz değiştirirler.' ümidi içerisinde, Allah'ın istediği bir toplum meydana gelmesi için ve bu gibi niyetlerle destekliyorsa tabii ki bu şirk değildir. Müslümanlar tekfirci olmamalılar. Birbirlerini küfür ile itham etmemeliler. Bırakalım bu tekfirci anlayışları..." diye devam ediyor anlatmaya. Başı bu şekilde olan bir konuşmanın sonunu tahmin etmek zor olmasa gerektir. Oy kullanmak en basit tabirle "kanun koyucular olarak milletin, vekillerini meclise göndermeleri eylemi" olarak tanımlanır. Allah şari'/kanun koyarken ona bu konuda ortaklar kılmak nasıl niyete göre değişecektir? Değil Allah'a ortak kılmak konusunda, bir haramda bile iyi niyet geçerli değildir. Sahibini vebalden, sonucun da cezadan alıkoyamaz. Bu şahsın yaptığı tahriftir. Bir başka sapkın, Kur'ân'a istediğini söyletemeyince başka bir yol deniyor, dini tahrif etmek adına: "İbnu'l Arabî Dımaşk'a yerleştikten sonra kendisine vaki olan mübeşşiratta, Peygamber'in elinde bir kitapla zuhur ederek 'Bu elimdeki, hikmetlerin yuvalarını (Fusûsu'l Hikem) gösteren bir kitaptır, bunu al ve faydalanacak kimselere açıkla!' dediğini nakleder ve bu işaret üzerine Fusûsu'l Hikem'i 627 (1230) yılında burada telif eder." [6] Söz buraya gelmişken Celaleddin Rumi'yi hatırla(t)mamak elde değil! "Şüphe yok ki mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir... Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır… Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler… Mesnevi âlemlerin Rabbinden inmedir… Batıl ne önünden gelebilir, ne de ardından… Tanrı onu korur ve gözetir." [7] Selam ve Dua ile… [1] . 87/A'lâ, 18-19 [2] . 16/Nahl, 36 [3] . 3/Âl-i İmran, 81 [4] . Buhari, 2850 [5] . 3/Âl-i İmran, 78 [6] . TDV İslam Ansiklopedisi, İbnu'l Arabi maddesi [7] . Mevlana, Mesnevi, Mukaddime, VII. Mesnevi, MEB, 1991 İstanbul, 1/7 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Getat Disi Tedaviler: Titreşim Tibbi
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı 10-12-2019 Sayfa : 55-58 / Yazar : Dr. Seyfullah İSLAM Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Resûlü Muhammed'e salât ve selam olsun. Getat içerisinde yürürlüğe giren ve sağlık bakanlığınca ruhsatlanan kliniklerdeki en yaygın uygulamaları önceki yazılarımızda tek tek kaleme aldık. Bu yazımızda ise Türkiye'de daha çok tıp doktorlarına yönelik olan, ruhsatlandırmaya alınmayan, tıbbi uygulama kapsamında değerlendirilmeyen "Titreşim Tıbbı"nı kaleme alacağız, inşallah. Titreşim Tıbbı, bu yöntemi uygulayanlar tarafından geleceğin tıbbı olarak nitelendirilmektedir. Bu tedavi yönteminin etki mekanizması bir önceki yazımızda değindiğimiz "frekanslar" ile işlemektedir. Her ne kadar Türkiye'de çok bilinip yaygın uygulanmasa da dünyada birçok ülkede yıllardır uygulanmaktadır. Alışkın olduğumuz klasik yöntemlerin dışında bir mekanizmaya sahip olduğu için çok yakından bilmediğimiz bu yöntemi anlayamayabilir ve pratikte olabilirliğini pek idrak edemeyebiliriz. Bu sadece tıp camiası dışındaki insanların değil, neredeyse tıp doktorlarının bile büyük bir kısmının anlayıp kabul edebilecekleri bir yöntem değil… Dolayısıyla bu tedavinin hakkıyla anlaşılması ve tedavilerde oturaklı bir şekilde kullanılması belli ki zaman alacaktır. Titreşim Tıbbı Nedir? Canlı ve cansız olarak kabul edilen her şey enerji ile titreşir ve tüm bu enerjiler bir bilgi içerir. Fiziksel beden de bir enerji alanı ile çevrilidir. Bu alan bir bilgi merkezi olmasının yanı sıra son derece hassas bir algılama sistemi özelliği de taşımaktadır. Bundan dolayı, başkasının enerji bedeninden bilgi alabilmek de imkân dâhilindedir. Bedeni çevreleyen bu alan, iç ve dış deneyimler sonucunda zuhur eden olumlu ya da olumsuz hislerden kaynaklı duygusal titreşimleri de içinde barındırmaktadır. Bu sürecin neticesi ise kendini fizik bedende görünür hâle getirdikten sonra kişinin yaşantısını, deneyimlerini, travmalarını; kısaca biyografisini ve biyolojisini belirlemektedir. Aynı şekilde her bir düşünce, biyolojik sisteme geçer ve fizyolojik bir tepkiyi başlatabilir. İnsanın kendisini sürekli yorgun hissetmesi, tükenmişlik hâli, fizik bedeninde bir şeylerin yolunda gitmediğine işaret etmektedir. Örneğin, güne hep yorgun başladığını söyleyen ve sürekli hâlsizlikten şikâyet eden bir kişinin, "enerjik olarak hasta" olduğu ve farkında olmadan enerjisini sürekli tükettiği söylenebilir. Çünkü insanın enerjisini hem duygusal hem de fiziksel anlamda gereksiz yerlere harcaması, kısa zamanda kendisini tüketmeyi de beraberinde getirmektedir. Duygusal enerjiler, son derece karmaşık bir süreç sonucunda, biyolojik bir maddeye dönüşmektedir. Bu bağlamda fiziksel beden de aslında çok iyi bir alıcıdır. Buna bağlı fizik beden de duygusal ve psikolojik etkileri algılayarak, hissedebilir ve fizik bedende görünür hâle getirebilir. Başka bir deyişle fiziksel bedenin herhangi bir bölgesindeki frekans yoğunluğunda meydana gelen bir değişiklik, bize hastalığın özellikleri konusunda bazı bilgiler sunabilir. İşte, bu noktadan hareketle yorumlamalarda ve müdahalelerde bulunan tıp sistemine "Titreşim Tıbbı" denilmektedir. Biyorezonans Terapileri "Biyorezonans Terapi" terimi (BRT), ilk kez 1987'de Brugemann Enstitüsü Tarafından "Hastanın Kendi Titreşimleriyle Tedavisi" olarak kullanılmıştır. Günümüzde insanı frekans, yani titreşim boyutuyla değerlendiren, mekanizmaları hemen hemen aynı olan çok değişik cihazlar mevcuttur. Söz konusu BRT cihazları hem dünyada hem de Türkiye'de gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Bu cihazlar, canlı organizmayı elektromanyetik titreşimlerden oluşan bir sistem olarak görür ve cihazlar yardımıyla yapılan bu tedaviler, organizmada titreşim bazlı değişiklikler yapmayı ama��lar. Biyorezonans terapileri; vücutta titreşimlerle değişimler oluşturan ve cihazlar yardımıyla uygulanan getat dışı tamamlayıcı tıp uygulamalarına verilen genel bir tanımdır. Yukarıda da değindiğimiz üzere, her maddenin kendine özgü bir titreşimi, dolayısıyla da bir dalga modeli vardır. Belirli hastalıklar, insanın kendine ait doğal titreşimlerinin bozulmasına yol açar. Sonuç olarak da normal olmayan bir dalga modeli ortaya çıkmış olur. Bu bozulmuş elektromanyetik titreşim dalgası, insan vücuduna yapıştırılmış elektrotlar yoluyla alınarak biyorezonans cihazına aktarılır. Bu bozuk olarak algılanan dalga modeli, biyorezonans cihazı yardımıyla ters çevrilip, güçlendirildikten sonra, hastanın bedenine geri gönderilerek elektromanyetik titreşim dalgası yeniden ayarlanır ve mevcut sorunun giderilmesine ciddi destek verir. Biyorezonans tedavisinde insan bedenindeki tüm sorunlar için değişik frekanslar yardımıyla vücutta bir denge sağlanabileceği ileri sürülmektedir. BRT'de kullanılan elektrotlar genellikle birkaç katmandan oluşur, dünyanın manyetik alanına karşılık gelen bir alan kuvvetine sahiptir ve özel olarak hazırlanmıştır. Manyetik alan, vücut dokusuna tamamen nüfuz ettiği için sadece cildin yüzeyinden değil, aynı zamanda dokunun içinden de sinyaller alınır ve terapi cihazına iletilir. BRT cihazlarının ayırt edici özelliği, hastadan alınan ultra ince elektromanyetik titreşimleri uyumlu ve uyumsuz salınımlara ayırabilmesidir. Bu da demek oluyor ki bu cihazlar, sadece "uyumlu/sağlıklı" frekansları değil, aynı zamanda hastalığa neden olan etkenleri de tespit edip tanımlayabilir. Peki, mekanik titreşimle iyileşme nasıl gerçekleşmektedir? İnsan vücudunun tamamında bulunan dokularda, piezoelektrik etki denilen bir sistem mevcuttur. Piezoelektrik etki, aslında kristal yapıdaki maddelerin "mekanik bir baskı" durumunda ortaya çıkardıkları elektrik enerjisidir. Bunun en basit örneklerinden birisi, manyetolu çakmaktır. Çakmakta uygulanan mekanik baskı, elektrik deşarjı üreterek yanıt verir. Sonrasında oluşan kıvılcım da ateşi yakar. Vücudumuzdaki bu piezoelektrik yapı, içinde yaşadığımız fiziksel alandaki tüm mekanik olaylardan etkilenmekte ve "transduser" olarak adlandırılan algılayıcılarla sinir sistemi ile iletişim sağlanarak bir refleks geliştirilmektedir. Burada aslında anlatmak istediğimiz, mekanik etki ile vücutta bir takım iyileştirici etkilerin başlatılabileceğidir. Özet olarak, BRT'yi anlamak için sırasıyla şu maddeleri gözden geçirelim: İnsan vücudunun içinde ve çevresinde fizyolojik elektromanyetik titreşimler vardır. Bu titreşimler, biyokimyasal süreçleri -hücresel düzeyde işlemleri- koordine eder ve onları güçlendirir. Fizyolojik elektromanyetik titreşimlerin yanı sıra toksin yükleri, yaralanmalar, enfeksiyonlar, kronik hastalıklar, yapılan ameliyat kesileri nedeniyle de her insanda patolojik olarak ortaya çıkan olumsuz titreşimlerde vardır. Fizyolojik ve patolojik salınımlar, tamamıyla hastanın kendi salınımları olarak adlandırılır. Hastanın kendi salınımları, vücudun yüzeyinden alınır ve bir iletken ile terapi cihazına iletilir. Terapiye dönüşen hastanın kendi salınımları, BRT cihazından hastanın vücuduna geri beslenir. İyileştirici etki terapi cihazında değil, hastanın kendi vücudunda gerçekleşir. Terapi salınımları, öncelikle hastanın vücudunda, patolojik salınımları baskılayarak veya azaltarak ve ikinci olarak da fizyolojik salınımları güçlendirerek terapötik bir etki sağlar. Biyorezonans tedavisinin amacı patolojik salınımları azaltmak veya ortadan kaldırmak ve aynı zamanda fizyolojik salınımları güçlendirmektir. Biyofiziksel enerji seviyesindeki iyileşmeler, genelde biyokimyasal süreçlerde normalleşme ve iyileşme yönünde gelişme ile takip edilir. BRT'nin temel amacı, bedendeki düzenleyici kuvvetleri aktive etmek ve onları, sağlığa geri dönüş için gereken ölçüde müdahale eden patolojik etkilerden arındırmaktır. Hastalık Tespitinde Biyorezonans Cihazlarının Yeri Tüm tedavilerde olduğu gibi doğru tedavinin uygulanabilmesi için vazgeçilmez ön koşul, doğru tanıdır. Genelde BRT denildiği zaman tedavi üzerine daha çok konuşulduğu için, hep söz konusu cihazların tedavi edici etkinliklerinden bahsedilmiştir. Ancak bu cihazlar hastalıkların tanısı konusunda da oldukça yardımcıdır. Bununla birlikte her zaman, koyulan tanının yanılma payını düşünerek hareket etmeli ve olabilecek ihtimalleri dikkate alarak tedavi planlanmalıdır. Tanı koyarken test teknikleriyle ilgili olarak BRT'yi uygulayan doktor, kendisine en iyi görünen teknikleri uygulayabilir. Ancak tek bir test tekniğine bağlı kalınmamalıdır. Bununla birlikte, hastanın mevcut enerji durumunu mümkün olduğunca kaydeden test teknikleri çok faydalıdır. Test tekniği, tedavi sonucunda ortaya çıkan değişikliklerin kolayca tanımlanmasına izin vermelidir. Biyorezonans tedavisiyle; eski yaraya bağlı olarak oluşan doku, ışın tedavisi, yara izleri ve enfeksiyonların vücutta oluşturduğu ve ''blokaj'' olarak adlandırılan organ ve meridyen fonksiyonlarının dengesizlikleri iyileşebilmektedir. Biyorezonansla ilgili; gıda alerjileri başta olmak üzere tüm alerjik hastalıklarda, yeme bozukluklarında, madde bağımlılık -sigara, alkol, uyuşturucu vb.- tedavilerinde, bazı psikolojik hastalıklarda, spor hekimliğinde, ağrı tedavisinde, bağışıklık sisteminde ve hormon sistemi dengesizliklerinde, akciğer hastalıklarında, mide ve bağırsak hastalıklarında, kas ve iskelet sistemi hastalıklarında, kronik toksin yüklenmesinde, iyileşmesi zor yaralar ve daha birçok durumda uygulayıcılar tarafından pozitif tecrübeler bildirilmiştir. BRT Uygulamasının Uygun Olmadığı Durumlar Öncelikle, kişide ağır cerrahi gerektiren travma olduğunda BRT uygulanmamalıdır. Bunun dışında akut inme (ani felç), kalp krizi, zehirlenme gibi insan hayatını tehdit eden durumlarda BRT uygulamak uygun değildir. Ayrıca organ naklinde ve beraberinde bağışıklık sistemi baskılayıcı ağır ilaçların kullanılması gibi durumlarda da uygun bir yöntem olarak kabul edilmemektedir. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında BRT uygulamasından uzak durulmalıdır. Hatta tüm gebelik boyunca ertelenmesi, gebelik sona erdikten sonra yapılması daha uygun olur. Hangi tedavi yöntemi olursa olsun; mucize etkiler, bedendeki tüm hastalıklara kesin çözüm gibi sunumlar tamamen reklam içeren ve doğruluk payı olmayan söylemlerdir. Tüm diğer tedavilerde olduğu gibi bu yöntemde de tek başına değil, diğer tedavilerle beraber destekleyici bir tedavi olarak uygulanmalıdır. Tedavinin etkinliği; cihazın doğru yer ve zamanda kullanımıyla, uygun tedavilerle kombine edilmesiyle, doktorun bilgisi ve tecrübesiyle yakından ilişkilidir. Dualarımızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdetmektir. Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Seni istiyorum:varlığına ihtiyacım var !
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var 10-12-2019 Sayfa : 51-54 / Yazar : Psikolog Aysun TUNÇ Havadaki soğuk iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Ee, ne de olsa artık mevsimlerden baharın sonuydu. Evde de eskisi gibi durulmuyordu, durulmuyordu ki; Muhammed meşhur abdest oyunundan sonra çoraplarını giymenin kesinlikle iyi bir fikir olduğunu düşünmüştü. Sonrasında oyuncak sepetinin yanına gidip babasıyla hangi oyunu oynayacaklarına karar vermeye başladı. Ahşap bloklar mıı, yoksa arabalar mııı? Bu aralar seçim yapmaya ayrı bir bayılıyordu ve sonunda ahşap bloklarda karar kıldı. "Babaa, hadi gel hazırladım!" diye odaya gönderdiği nida sonrasında, tüm gün oğlunu çok özleyen babası geliverdi ve başladılar ahşaplarla inşaata..." önce akhtar (yeşil), sonra ahmar (kırmızı)" diye diziyordu Muhammed, bir yandan da göz ucuyla yeni öğrendiği Arapça renkleri babasının anlayıp anlamadığına bakarak… Derken… bir anda ev çok şiddetli bir sesle sarsılmaya başladı, evet evet kapıdan geliyordu bu korkunç sesler! Subhanallah bu da neyin nesiydi!.. Neler oluyordu böyle? Gördüğü manzara karşısında Muhammed'in elindeki ahşaplar patır patır yere düşüverdi… ■■■ Çocuk psikolojisini gündemimize getirdiğimizde aslında birçok zaman temelde bahsetmeye çalıştığımız şey, "varken yok olan ebeveynin" çocuk üzerinde ne gibi hasarlar meydana getirdiğidir. Zira fiziken yanında; ama ruhen yok olan ebeveynlik çerçevesinde birçok kayıp çocukluk anısı oluşabiliyor, şüphe yok. Bir de öyle bir durum vardır ki tüm bunların dışında kalır. Okumalarımızı değiştirir, o da fiziken yanında olamadığı için ruhen de yanında olmakta oldukça güçlük çekilen ebeveynlik. Aylar yıllar gibi çok uzun süre fiziken yanında olamamanın birçok sebebi vardır elbet; ölüm, boşanma, hicret, iş... Bu yazımız özelinde konumuz, sebeplerden spesifik olarak cezaevi mahkumiyeti. Birçok güruha oranla özellikle Müslim erkeklerin daha çok karşılaştığı zorlu bir imtihan olan cezaevi mahkûmiyetinin, geride kalan eşler ve çocuklar açısından ne gibi etkilere vesile olduğundan, onların ne gibi sıkıntılar yaşadıklarından, neye dikkat edebileceklerinden ve buna şahit olan bizlerin de payına neler düşebildiğinden bahsetmeye çalışacağız inşaallah. Anne ve çocukların, sabrı cemil göstermeleri gereken bu imtihanlarında bilişsel, cinsel kimlik, duygusal, ekonomik ve sosyal pencerelerine bakabiliriz: Bilişsel/Zihinsel gelişim açısından; özgül öğrenme güçlükleri, okul başarısızlıkları gibi sorunlara bu tarz çocuklarda zaman zaman rastlayabiliyoruz. Bunun en temel sebeplerinden biri, organizmamızın yoğun duygusal yoksunluklar yaşarken akademik tarzdaki öğrenmelere genelde eskisi gibi yer açmamasıdır. Bu yetişkinler için de geçerlidir, yani vücudumuz bir anlamda bize şunu söyler: "Yaşamını sürdürmen için kendini sekine hâle getirmen oldukça önemli; önce sakinleş, sonra öğren." Bunun dışında, babayla yeterli bilişsel temas sağlayamamak birtakım eksikler doğurabilir; zira görüyoruz ki bazı çocukların özellikle uzamsal, matematiksel zekâlarına -babaların "erkek" olmaları hasebiyle- farklı bir katkıları var. Örneğin araştırmaların bir tanesinde baba katılımının çocukların sosyal bilişsel açıdan olumlu fark oluşturduğu, problem çözme becerilerini artırdığı gözlemlenmiştir.[1] Cinsel kimlik gelişimi açısından baktığımızda ise özellikle bu konuda duyarlı olan anneler, oğullarının baba rol modelinden uzakta büyümesini dert edebiliyorlar. Bu konuda haksız da sayılmazlar; zira bunun gerçekten bir etkisi var. Konuyla alakalı yapılan bazı araştırmalarda da baba figürünün yokluğunda, beklenen tarzda erkek cinsel kimlik gelişimini göremeyebiliyoruz. Belli bir erkek figürüyle kaliteli bir etkileşimde bulunamamak sıkıntılı olabiliyor. Bu sadece erkek çocukları için değil, kız çocukları için de önemli aslında. Çünkü "Hemen her şey zıddıyla kaimdir." düsturu gereği, kız çocuğunun iki farklı cinsel gelişimden etkilenmesi sonucunda annesiyle beraber fıtraten getirdiği "kızlık"figürünü kafasında tam oturtabilir. Duygusal açıya geldiğimizde şöyle bir soru sormak istiyorum: Duygu kelimesinin bir insan ile eşleştirilmesini isteseydik, kimle eşleştirirdik? Örneğin, erkekle mi, kadınla mı; yoksa küçük bir çocukla mı? Şahsen birçoğunuzla aynı fikirde olduğumu düşünüyorum. Kendi cevabımı vereyim; bir çocukla, hemen akabinde ise kadınla. Hâl böyleyken duygu yoğunluğu yoğun olan iki varlığın bu konuda neler yaşayabileceğini tahmin etmek pek de güç değil aslında… Anne ve çocuk birbirilerinin duygu durumunu oldukça etkileyebiliyorlar. Hele küçük bir çocuk, pek çok anlamda annesinin yansımasıdır; annesindeki depresif, kaygılı ve stresli hâl onu çok kolay etkileyebilir. Babanın evde olmayışı; evin ve çocukların sorumluluğunun tek bir kişinin omzunda oluşu; babasını özleyen, ağlayan çocuğu mutlu etmeye çalışma çabası; ne yapacağını bilememe ve yalnız hissetme gibi durumlar -özellikle de anne hassas bir kişilik yapısına sahipse- anneyi çok kolay bir şekilde yoğun stres içerisine sokabilir. Bunun akabinde de çocuk daha çok etkilenir, derken birbirlerini etkileme devam eder ve kısır bir döngü oluşur. Bu süreçte oldukça riskli bir grup da hamile annelerimizdir. Yapılan araştırmalarla görüyoruz ki hamile olan kişideki yüksek seviyede salgılanan kortizol hormonu (stres hormonu), bebeğin gelişimini oldukça olumsuz yönde etkileyebiliyor. Eğer anne hamileyken depresif, kaygılı veya stresli ise bu durum, çocuğunun pek çok duygusal problem yaşama riskini artıyor.[2] Ekonomik açıdan ise bu süreçte ciddi maddi sıkıntılar yaşanabiliyor. Maddi sıkıntılar içerisinde ihtiyaçlarını karşılayamaz bir hâldeyken utanmak, isteyememek ve bu döngünün içinde kıvranmak; durumu daha da zorlaştırabiliyor. Âlemlerin Rabbi "Yakın akrabaya, yoksula, yolda kalmış kimseye hakkını ver" [3] der. Yapılan şey, onların hakkını onlara teslim etmek aslında... Sosyal açıdan baktığımızda babanın olmamasından dolayı, fayda sağlayacak birtakım mekânlara, ortamlara kolay kolay gidememeleri; kimi zaman bazı Müslimlerin aileleri ve akrabaları tarafından dışlanmaları; kimi zaman toplum tarafından gayriahlaki birtakım etiketlemelere maruz kalınması; hatta Türklüğün dışında başka ırka -Kürt gibi- mensup olan çocukların cezaevi vesileyle daha fazla ırkçı imalara maruz kalabilmeleri mümkündür. Sosyal ortamlarda maruz kalınan hemen her "baba" kelimesiyle boynun aşağıya düşmesi… Kısmen yetim bir hâl… Bu konuda yaşanan en büyük hüzünlerden biri, aslında insanlar tarafından yeterince anlaşılamama duygusudur. Evet, buraya kadar birçok açıdan "Cezaevi mahkûmiyeti yaşayan kişilerin birinci dereceden yakınlarının ne tarz sıkıntıları olabiliyor/olabilir?" bundan bahsetmeye çalıştık. Bununla beraber şunu hatırlatmakta fayda var: Mahkûmiyetin çocuklar üzerine etkisine dair uzun uzadıya çalışma yapmış olan araştırmacıların[4] da kastettiği gibi, yaşanan tüm sıkıntılar için doğrudan "Bu yüzden oldu, sebep cezaevi mahkûmiyeti." diyemeyiz; ama bu olay, yani cezaevi, çocukların gösterdiği bazı tepkilerin öncülü olabiliyor. Hâlihazırda var olan birtakım problemlerin ciddi bir tetikleyicisi olabiliyor yani. Bununla beraber bu kayıpta "Çocuklar kesin şunu yaşar" demek güçtür. Çünkü çocuğun yaşı, mizacı ve belki de en önemlisi nasıl bir bağlanma örüntüsü -güvenli, kaygılı, kaçınmacı, karmaşık- içinde olduğu, çocuğun tepkilerini oldukça etkiler. Misal, doğum öncesi kortizole maruz kalan bebeklerin, bundan negatif bir şekilde etkilendiğini öngörüyoruz. Fakat bu sıkıntılı durumun, elhamdulillah muhteşem bir yapı olan güvenli bağlanma ile -biiznillah- bozulduğu sonucunu görüyoruz. Bunun dışında, güvenli bağlanan çocuklar genel itibarıyla kendi duygularını regule edebilme (düzenleyebilme) becerisine sahiptir, ki self-regulation (öz düzenleme), çocukların travmatik olayları daha kolay atlatmalarına muhteşem bir vesiledir. Hâsılı, bu konu birtakım problemlerin üstesinden gelmemizde -biiznillah- büyük bir yardımcıdır. Bu konunun dışında, anneler kısaca şunları hatırlayabilir: "Ağlayabilirim." Zayıflık ve acizlik insan olmanın bir gereğidir. "Ben güçlü olacağım!" diye erkeksi bir tavra girmek doğru olmaz, ki yeri geldiğinde erkekler de ağlar… Çocuğunun yanında naifçe gözyaşlarını akıtmak onlara zarar vermez. Bunun dozu önemli. Kendini salıp sürekli ve yoğun bir şekilde ağlamadıktan sonra sıkıntı yoktur. "Evet yavrucum, biraz hüzünlendim." vb. bir açıklama yapılabilir. Çocukların sorduğu "Babam neden orada, ne zaman gelecek?" vb. sorularına kısa cevaplar verilebilir: "Bir zulüm oldu, babacığını maalesef aldılar, bu adil değil. Umut ediyoruz ki inşaallah bir süre sonra gelecek." gibi… Bunun dışında, "Çıkar artık, gelir artık, alacağız, getireceğiz" şeklinde daha net ifadeler kullanmamak, gün belirtmemek lazım; zira gerçekleşmediğinde onu çok daha fazla hayal kırıklığına uğratabilir. Çocuğun duygularını anlamaya yönelik, çok sıkmadan sorular sorarak, gönülden dinleyerek açık iletişimi benimsemek oldukça faydalıdır. Çocukların çocukluklarını yaşamasına izin vermek, hem en doğal hakları hem de sağlıklı gelişimleri için elzemdir. Bir gün tekrar her şey eskisi gibi olup düzelebilir; fakat çocuğun kişiliğinin şekillenmeye başladığı altın yaşları uçup gider, bu fırsatı kaçırmamalı. Yoğun dert, keder yaşadığımızda düşünebiliriz: "Olgunlaşmak mı istiyorum, yoksa şeytanın beni dibe çökertmesini mi?" İnsanın gücü nispetince ayağa kalkıp yaşadığı imtihanını okuması, bunu olgunluk yokuşlarından bir yokuş olarak görmesi -biiznillah- ona imkân açar. Bu acı verici batıl mahkûmiyet olayına dışarıdan şahit olan bizler ise ayağa kalkarak irili ufaklı yapabileceğimiz pek çok şey olduğunu bilmeliyiz: Bize ihtiyaç duyulduğunu, bu minvalde ne kadar değerli olduğumuzu ve bunun bize değer katacak olduğunu da... Bu konuda duyarlılığı yayarak, Gerçekten duyarlı olarak, Annelerin hassasiyetini gözeterek, Yük değil, güç olarak, Sabrı tavsiye ederek, Maddi ihtiyaçlarını gidererek, , Çocuklara, gençlere babacan bir tavırla ağabeylik yaparak pek çok konuda yardımcı olabiliriz. Burada, çocuklarla ilgilenme sorumluluğu almış herkes için önemli bir konunun altını naçizane çizmek isterim: Çocukla kaliteli bir şekilde ilgilenmek demek, önüne oyuncaklar yığıp yığıp onu kendi hâline terk etmek değildir. Mevzu daha çok; sabırla, emek vererek, zaman ayırarak, onun ihtiyaçlarını anlayarak doğal ve dozunda kaliteli bir ilişki kurmakla ilişkilidir. Özellikle belli travmatik hadiseler yaşamış yaralı çocuklarla olan ilişkimizde bunu hep hatırlamalıyız: Yaraya merhem olmakla morfin olmak farklı şeylerdir. Merhem yaraya –biiznillah- yavaş yavaş emekle sürüldüğünde şifa verirken morfin anlık bir etkiye sahiptir, anında o anlık acıyı keser; ama yaraya merhem olamaz, iyileştirme olmaz ve en kötüsü şudur ki çok kullanıldığında bağımlılık bile yapar. Son olarak söylemek gerekirse Muhammed, yere düşen ahşap bloklarını alıp uzatacağı ve tüm yumuşaklığıyla "Devam edelim mi?" diye soracağı, uzak kaldığı ebeveynini istiyor; o gelene kadar da bu konuda belli ölçüde bunu devralacak ağabeylere/ablalara ihtiyaç duyuyor. Yani diyor ki: "Seni istiyorum: Varlığına ihtiyacım var." [1] . Easterbrooks, M. A., & Goldberg, W. A. (1984). Toddler development in the family: Impact of father involvement and parenting characteristics.Child Development. [2] . Glover V. (2015) Prenatal Stress and Its Effects on the Fetus and the Child: Possible Underlying Biological Mechanisms. [3] . 17/İsrâ, 26; 30/Rûm, 38 [4] . Joseph Murray, David P. Farrington Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Manaya Kelimei tevhid
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî 10-12-2019 Sayfa : 45-50 / Yazar : Osman SADIKOĞLU Beşa (6.) Şeşemîn Îlâh ew e ku îbâdet lê tê kirin e. "Lâîlâheîllallah" îlân kirina wê tiştî ye ku; ji Allah azze we celle pê ve qet tu heyînî ne layiqê îbâdetê ye. Me di rêzên jor de der heqê maneya îbâdetê de hin mîsalan dabû. Em vîya bizanibin; ew tiştên ku Allah jê qaîl e û li mûmînan jî emîr kirîye, navê wê tiştê îbâdet e. Yanê heyat bi tevahî îbâdet û abdîtîya Allah e azze we celle. Dema ku em dibêjin "Lâîlâheîllallah" em bi vê gotinê di heman demê de soz û ehdekî didin Allah azze we celle. Bi vê gotinê re em van soz û ehdan jî didin: "Emê abdîtîyê di temamê qada jîyana xwe de teqdîmê te bikin. Her çi xêr û zerar hebe em enceq ji te dizanin. Em destê xwe tenê bitenê ji te re vedikin û dûa û daxwazîyên xwe ji te hêvî dikin. Em enceq tewekkûlê te dikin û rexbeta me jî ji te re ye. Hezkirina me jî û bûxza me jî tenê bitenê ji bo te ye. Em vîya jî dibêjin û dipejirînin ku; Allah wê di her halûkarî de tevlî perwerdehîya (talîma) me û cil û pêçana me û hûner û kêfa me û herb û sulha me û ekonomî û sîyaseta me jî bibe." Pejirandina/qebulkirina ulûhîyeta Allah azze we celle di heman demê de pejirandina serwerîya Allah e. Bi vê gotinê em vîya jî qebûl dikin ku temamê qal û karên me yê qelbî û bedenî tenê bitenê wê ji bo wî be. قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ "Bibêje: 'Nimêja min û îbadeta min û heyata min û mirina min ji bo wî Allahê Rabbê âlemân e. Tu şirîkê wî tune ye. Ez bi vêya hatim emirkirin û ez ji muslîm ên pêşîn im." [1] Lâîlâheîllallah; tewhîd bixwe ye. Tewhîd; yekgirtina, yanê tewhîd kirina çavkanîya heyatê û mirinê û nimêjê û qurbanê û nezirê û tewafê û duayê û tewekkulê ye. Heyat bi temamî ji îbâdetê pêkhatî ye û bi tevahî aîdê Allah e azze we celle Di heyata muwehhîdekî de tu qadekî ku di derê ubûdîyetê de bê nirxandin tune. Lewre tewhîd heyata mûmînan bi gelemperî dorpêç dike. Di her mijarê de rayeya mudaxeleya heyatê xweserê Allah e. Ev rayeya mudaxeleyê/têkilî bûnê; welew di mijara zewacê de an di mijara perwerdehîya wî de an di mijara şixul û karên wî de an di mijara qezenca rizqê wî de an di mijara ku dê wê qezenca xwe li ku derê xerc bike de an jî di mijara sîyasetê de be… Lewre ew kes carek gotîye Lâîlâheîllallah û bi vê kelîmeyê Allah azze we celle wek îlâh qebûl kirîye û di heman demê de îlân kirîye ku wê abdîtîya xwe bi dilsozî teqdîmê Allah bike. Daxuyanîya Peyva Tewhîdê Ya Çewtî/Ya Xeletî Gelek însan dema ku der heqê maneya kelîmeya tewhîdê de ji wan bê pirsîn dê wiha cewabê bidin: "Ji Allah pê ve tu îlâh nîne!" Eger hûn ji wan re bêjin "Belê, 'Ji Allah pê ve tu îlâh tune' tê ser çi maneyê?" dê wiha bersiv bidin: "Yanê ê ku em xuliqandîye û rizkê dide me Allah e." Lê belê weke ku me berê de diyar kiribû maneya kelîmeya tewhîdê ne ev e. Muşrîkên Mekkeyê jî dizanibûn ku Allah azze we celle hem xaliqê hemû heyînîyan û hem jî razîqe bê dest û pa û mar û mûr e. Ev zanîn û bawerîya wan tu feyde ne da wan û ewana ne xist çarçova îslâmê û ne bû asteng ku ji şûra Rasûlullah aleyhîssalâtuwesselâm xwe xelas bikin Di van ayetan de Allah azze we celle ji me re diyar dike ku muşrîkên Mekkeyê qenc dizanibûn ê ku wan xuliqandiye jî û ê ku rizqê dide wan jî Allah e: وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ "Bi sond eger tu jî wan bipirsî: 'Kî erd û asîman xuliqandiye û kî roj û heyv di bin emrê xwe de digire?' Bêşik wê bibêjin 'Allah!' Her weha çawa ji heqîyê berê xwe dizivirînin? Bi sond eger tu jî wan bipirsî: 'Kî ji esmanan av daxistiye û di piştî mirina wî de erd ji nû de vejandîye (zindi kiriye)? Bêşik wê bibêjin 'Allah!' Bibêje: '(Nexwe) Hemd bitenê ji Allah re ye. Lê belê pirên wan hiş di ber de nabin/fêm nakin.''[2] قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللَّهُ فَقُلْ أَفَلَاتَتَّقُونَ "Ji wan re bibêje: 'Ma ji erd û esmanan kî riziq dide we? Yan jî kî xwediyê çav û guhan e? Kî yê zindî ji mirîyan û yê mirî jî ji zindîyan derdixe? Kî fermana xwe dimeşîne (û kâinatê îdare dike)? Wê bibejin 'Allah!' Bibêje: 'Wê gavê hûn çima xwe naparêzin?' " [3] Ayetên ku ji van herdu sûreyan wek mîsal me dan ev tê fêmkirin: Mirovek bizanibe ku Allah azze we celle Xaliq e û Raziq e û ê ku hemû karan bi rê ve dibe û ê ku sax dike û dimirîne ew e; bitenê ev zanîna hanê wî mirovî naxe daîreya îslamê. Eger maneya peyva tewhîdê bitenê ev buya wê çima bi muşrîkên Mekkeyê re şer bihata danîn? Lewre ewan muşrîkên Mekkeyê jî van peyvan bilêvdikirin û digotin. Wekî ku me di rêzên borî de diyarkiribû mane û cewhera vê peyvê ev e; di îbadetê de yekgirtîya (tewhîd kirina) Allah azze we celle û înkar kirina temamên "îlahên'' sexte ku ew jî bi gotina "La!" pêk tê. Belê, em werin rewşa civakên îroyîn. Gelo ew însanên ku peyva Lâîlâheîllallahê dibêjin û ji vê peyvê bitenê xaliqbûna Allah azze we celle fêmdikin tenê bi vê awayê dikevin daîreya îslamê? Eger evan însanên bi ramanên xwe yên rêşaşîtî bikevin daîreya îslamê, ecêba ew tiştê ku muşrîkên Mekkeyê li derveyê daîreya îslamê de hiştîye, ew tişt çi bû? Lewre ji bo wan muşrîkan qebul kirina xaliqbuna Allah azze we celle ne pirsgirêk bû. Pirsgirêka wana ev bû, ku di mijara abdîtîyê de/îbadetê de berê xwe didan hin tiştên cûda. Mesela dema ku dixwestin dua bikin berê xwe didan saneman û peykeran. Digotin ev peyker/ev heykel yê wan kesan e ku di dewrên borî de pir salih û qenc bûn. Muşrîkan wiha difikirîyan: "Em evdên serereş û gunehkar in. Divê navbera me û Allah de navbeynkar hebin da ku ew navbeynkar şefaetê li me jî bikin." Duh û îro çawa dişibin hevdu! Îro jî gelek însan ji peyva Lâîlâheîllallahê bitenê xaliqbûna Allah azze we celle fêmdikin. Însanên îroyîn jî diçin ser gor û gumbetên wan kesên qenc ku di dewrên borî de li heyatê bûn û hewar û gazîya xwe digihîjînin wan. Hinceta civakên îroyîn jî eynî ye: "Ma em kî ne? Em hemû, însanên situ xwar û gunehkar in. Lê belê ev însanên qenc li cem Allah azze we celle bi qedr û qîmet in. Wê jî me re jî şefaetê bikin." أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌكَفَّارٌ "Baş bizanibin ku dînê xalis bi tenê yê Allah e. Ew ên ji Allah pê ve ji xwe re dost û alîkaran çêdîkin û dibêjin: 'Ji bo ku me nêzî Allah bikin, em ji wan re îbadetê dikin; wê Allah li ser wî tiştê ku îxtîlaf kirine, dê hûkmê xwe bide. Allah mirovên nankor û derewîn nagihîne ser rêya rast.' '' [4] Dua, di Qur'anê de di maneya îbadetê de tê amilandîn. Însanên wê dewrê îbadetên xwe berpêyî saneman kiribun û bi vê awayê bibûn ji kafiran. Muşrîkên wê dewrê Allah azze we celle nasdikirin û îman bi hebûna wî dianin. Tevlî vê yekê kufra wan eşkere bû. Rayeya hakimîyetê di nav xwe de didan mezine eşîrên xwe û rayedarên xwe. Dema ku bi vê awayê tevdigerîyan, tevlî ku hebûn û yekîtîya Allah nas dikirin û îman pê dianîn jî, dîsa ne diketin bergeha tewhîd û îslâmê. Îro jî ew însanên ku jî kelîmeya tewhîdê bitenê xaliq bûn û raziq bûna Allah azze we celle fêm dikin, rayeya hakimîyetê belkî nadîn mezine eşîra xwe lê vê rayeyê bi wesîleya dengan/rayan didin lîderê partîyên demokratîk û parlamenteran. Lê pir tiştekî balkêşe ku ew kes di daîra îslâmê de tên nirxandin û di bergeha tewhîdê de tên dîtin. Gelo ev torpîla (!) hanê ji wan re ji ku derê tê? Cihûyan digotin: "Em ji Allah re abdên ezîz û xoşewîst in û zaruyên wî ne, lewma tu carî agir nêzî me nabe." Lê belê ev zenna wan û îftîrayên ku li Allah kirin jî, wana ji xezeb û ezabê xelas nekir: وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ إِلَّا أَيَّامًا مَعْدُودَةً قُلْ أَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللَّهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ عَهْدَهُ أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ بَلَى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونََ "(Beni Îsrailiyan) Gotibun: 'Ji xeynî çend rojên bi hejmar pê ve agir li me nakeve.' (Jî wan re) Bibejê: 'Qey we li ser vê yekê ji Allah peymanekî sitendiye -ku Allah ji peymana xwe navegere- yan jî hûn der heqê Allah de tiştên ku hûn pê nizanin dibêjin? Nexêr; çi kesê ku gunehekî bike û gunehên wî, dor lê bipêçê, êdî ew kes ehlê cehennemê ye. Wê ew di wir de ebedî bimîne.'' [5] Ji van tiştên ku me hejmartin ev hate fêmkirin; ji bo însan bikeve daîra îslamê lazime ku kelîmeya tewhîdê bi maneya wî yê eslî bê zanin û fêmkirin û amelkirin. Têgehên (qewramên) îlah û îbadet lazime ku qenc bê hînbûn da ku rengê tewhîdê bide heyata însan. Hînbûn û amel kirina van têgehan/qewraman (Îlah û Rab) ne bi awayê kevneşopîya ji bav û kalan mayî bê fêmkirin. Hînbûn û di heyatê de amel kirina van têgehan (Îlah û Rab) ger rasterast ji Qur'an û ji sunneta Rasûlullah aleyhîssalâtuwesselâm bê hînkirin û fêmkirin û amel kirin. Tarîfa Kelîmeya Tewhîdê û Şertên Wê Emê di vê qismê de tarîf û şertên kelîmeya tewhîdê bidin dest. Bi rastî, zanîna şertên kelîmeya tewhîdê; herî kêm weke zanîn û serwext bûna maneya kelîmeya tewhîdê giring e/muhîm e. Kesên ku nizanibe şirk çiye û tewhîd çiye û îbadet çiye û îlah çiye şeytan wan kesan bi hêsanî û zû dixapîne û dixerifîne. Weke ku emê di rêzên jêr de diyar bikin, şertê tiştekî "nebe nebeya" wê tiştê ye. Mesela weke ku destnimêj şertê nimêjê ye. Em tev dizanin ku nimêja bê destnimêj li îndallah qethîyen ne meqbûl e. Weke vê, eger ji şertên Lâîlâheîllallahê yek jî bê terk kirin kelîmeya tewhîdê qet tu feyde nade wî kesî ku vê kelîmeyê dibêje. Em dikarin feydeyên kelîmeya tewhîdê li ser du madeya bifesilînin: Feydeyên kelîmeya tewhîdê a li jîyana dinyayê. Feydeyên kelîmeya tewhîdê a ku li axîretê pêk tên. Feydeyên kelîmeya tewhîdê a li jîyana dinyayê ev in ku ew kes êdî dibe ji ûmmeta îslâmê. Ji wê gavê pê de can û malên wî di bin emn û emana muslîman de ye. Feydeya kelîmeya tewhîdê a ku li axîretê pêk tê jî ev e ku; ew kes ji ezab û agirê dojê/cehennemê diparêze û dibe sebebê wî kesî ku dikeve cenneta bê dawî. Çawa ku şert û mercên nimêje pêk newe ew nimêj batil e û tu feyda wê dê ji xwediyê wê re tune be weke vê; eger şert û mercên kelîmeya tewhîdê jî pêk newe ev amel jî batil e û tû feyda wê ji xwedîyê wê re tûnê ye. Di hiqûqa îslâmê de tarîfa şert wiha tê kirin: "Şert ew tîşte ku; dema ew tune be tiştê ku pê hatibe şertandîn betal dibe. An ew tiştê ku ji holê hat hilanîn hûkmê wê tiştê ku pê bixwe hatîye şertandin betal dike.'' [6] Destnimêj şertê nimêjê ye. Nimêj dema ku bê destnimêj bê kirin ew nimêj batil û fasid e. Dema ku şertê nimêjê pêk newe hûkmê wê amelê li îndallah tune ye. Lewre ew nimêj ji wê şerta ku dibe sebebê sihheta wê mehrûm e. Herweha berî pêk anîna amelekî divê ku şertên wê di nav xwe de bihawîne û hetanî dawîya wê amelê jî ewan şerta mihafeza bike. Pêkanîna şertên Lâîlâheîllallah jî wisan e. mirovek dema ku bêje Lâîlâheîllallah, divê ku şertê wê pêk bîne û hetanî nefesa xwe yê dawî li ser vê halê bimîne. Gotina wî yê Lâîlâheîllallah enceq di vê rewşê de sehîh e û li îndallah dê meqbûl be. Di mijara şertên Lâîlâheîllallah de nuqteyekî giring jî ev e: Taxutên dewrê berê dixwesti ku xelkên xwe/gelên xwe ji Lâîlâheîllallah dûr bigirin. أَجَعَلَ الْآَلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ "Ma ew îlahan dike yek îlâh. Bi rastî ev tiştekî pir ecêb e." [7] وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آَلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ "Giregirên wan ketin tevgerê û wiha gotin: 'Bimeşin û ji bo îlâhên xwe li ber xwe bidin, (di girêdayîbûna wan îlâhên xwe de) xweragirin û sebatê bikin. Bêguman tiştê ku ji we tê xwestin jî ev e." [8] إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ "Dema ku ji wan re Lâîlâheîllallah dihat gotin qurretîyê dikirin." [9] وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوا آَلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍ "Û digotin: 'Ma em ji bo şaîrekî dîn, dev ji îlâhên xwe berdin?" [10] Taxûtan di demeke kurt de fêm kirin ku ev xebata wan bê feyde ye. Lewre banga Lâîlâheîllallahê, bangeke fitrî ye. Kesên guh dide vê bangê di kurahîya qelbê xwe de hestên xweşik hes dike. Dema ku sênc û bendên di navbera însanan û daweta tewhîdê de ji holê radibûn, xelk, fewc fewc diketin îslâmê. Taxutan fêm kirin ku êdî wê nikaribin li pêşîya dawa Lâîlâheîllallahê bisekinin, serî li rê û rêbazên cûrbicûr dan. Xwestin ku naveroka Lâîlâheîllallahê vala bikin. Ew her sê tiştên ku kelîmeya tewhîdê li ser gel mûessîr dike, bi bandor dike xwestin ku bi însanan bidin jibîrkirin û xera bikin. A yekemîn; maneya Lâîlâheîllallahê tehrîf kirin. Ew maneyên wê ya eslî ku bingeha îslâmê ye; weke şirîk neçêkirina ji Allah re û tewhîd girtina wî yê di îbâdetê de û red kirina/înkar kirina taxûtan tehrîf kirin. Kelîmeya Tewhîdê, bi bawerîya muşrîkên Mekkeyê ku digotin "Allah xaliq e, raziq e…" wekehev girtin. A duyemîn, ewan taxûtan şert û mercên kelîmeya tewhîdê dan jibîrkirin. Wiha gotin: "Her kî bêje Lâîlâheîllallah dê bikeve cennetê." Belê Lâîlâheîllallah, dibe sebebê ketina wî kesî ku vê kelîmeyê gotîye, lê ev jî enceq bi pêkanîna şertên wê mimkun e. Berevaj, wê bibe weke nimêja bi destnimêj ku ew jî qet tu feyde nade xwedîyê xwe. A sêyemîn, ewan hêmanên/ewan unsurên ku kelîmeya tewhîdê xera dikin dan jibîrkirin. Vê tiştê hînê însanan kirin ku: Hema hûn çi jî bikin piştî ku we gotîye Lâîlâheîllallah qet tu zerarê nade we. Hetanî hûnê jê feyde jî wergirin. Taxutên vê dewrê, yên esrî, bi van tehrîf û tewîlên xerab kelîmeya tewhîdê îro anîne asteke wisan ku, li ber çavê gelek însanan ev kelîme wek tiryak, yanê wek narkotik tê nerxandin û xuya dibe. Rasûlan aleyhîmûsselâm duh gelên xwe bi vê kelîmeyê ji xewa mirinê hişyar û îhyâ dikirin; lê belê taxutên îro dîsa bi vê kelîmeyê gelên xwe bi jehrê dixin û û narkoz/tiryak dikin. Ew kesên ku bi vê kelîmeyê dibûn kâbus û xewnereşk; lê îro, ew ên vê kelîmeyê dibêjin bi piranî ji taxûtan re bûne girêdayîyê dilsozî. Wêzifeya dawetvanê îslâmê ev e ku; li hember tehrîfa sêmend/sêbare, bibe pêşîyê tevgera îhyaya sêmend/sêbare. Ger bi însanan bide naskirin ku; mane û şert û hêmanên/unsurên ku tewhîdê xera dikin çi ne. Dawîya Beşa (6.) Şeşemîn Dê Berdewam Bibe Înşâallah [1] . 6/En'am: 162-163 [2] . 29/Ankebut, 61 û 63 [3] . 10/Yûnus, 31 [4] . 39/Zumer, 03 [5] . 2/Baqara, 80-81 [6] . Wehbe Zuheylî, Usulu'l Fikhu'l Îslamî, 1/104 Abdulkerim Zeydan, Wecîz, 58 [7] . 38/Sâd, 05 [8] . 38/Sâd, 06 [9] . 37/Saffât, 35 [10] . 37/Saffât, 36 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Kadın
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Kadın 10-12-2019 Sayfa : 36-42 / Yazar : Kerem ÇAĞLAR İslam'ın, kadınların içinde bulunduğu hâli düzeltmeyi amaç edinen tedbir ve nizamını hakkıyla takdir etmek için evvela İslamsız bir toplumda kadının ne hâllerde olduğunu bilmek gerekir. Kadınların da İslam dışındaki hayat nizamlarında nasıl büyük mahrumiyetler içerisinde bulunduklarının ayırdına vararak İslam gibi bir nimete yeniden kavuşabilmek namına bilinçlenmeleri ve bu istikamette gayret göstermeleri, kendileri için hayati önemi haizdir. Birçok insan için genel geçer olan bir hakikat vardır. İnsanlar gündüzün kıymetini gece olunca, nimetin kıymetini de elden çıkınca anlar. İşin kötü tarafı, böyle bir durumda çoğunlukla iş işten geçmiş olur. Hikâye olunur ki yavru balık bir gün annesine gelerek "Anneciğim, arkadaşlarım sudan ve denizden söz ediyorlardı az önce. Deniz nerede acaba, beni de bir gün oraya götürür müsün?" diye sormuş. Anne balık denizin içinde birlikte özgürce yüzdükleri yavrusuna denizin ne olduğuna dair bir şeyler söylemenin yararsız olacağını düşünüp "Merak etme yavrum, bir gün gelir denizin ne olduğunu kendin anlarsın." demiş. Aradan uzun bir zaman geçmeden, bir balık sürüsü kabaran dalgalara kapılmış ve bu balık sürüsünün içinde yavru balık da varmış, kendini kumun üstünde buluvermiş. Oksijensiz kaldığı için neredeyse boğulacak gibi oluyormuş minik balık. Su olmadığı için solungacına oksijen alamıyor, bu da yavaş yavaş takatini kesiyormuş onun. Artık öleceğini ve kendisini çok seven annesini bir daha göremeyeceğini düşünüp üzülürken denizden gelen yeni bir dalga onu ve neredeyse can çekişmekte olan diğer acemi balıkları tekrar denize doğru çekivermiş. Denize yeniden kavuşup annesini gördüğünde daha önce sorduğu soruyu hatırlamış ve çok utanmış yavru balık. İşte cahiliyenin katran karanlıklarında bir o bataklıkta bir bu bataklıkta debelenip duran çağdaş (!) kadın ile İslam nizamı arasındaki münasebet biraz da bu hikâyedeki minik balığın durumunu andırır. Cahiliye Kadını Tevhid ve Sünnet nizamı dışındaki tüm sistemlerde kadının değeri herhangi bir metaya verilen değer (!) kadardır. Günümüz toplumunda da müşahede edildiği üzere cahiliyenin etkin, yaygın ve hâkim olduğu her yerde kadına gerçek anlamda kişilik hakkı verilmemekte, hor görülmekte, hakkı yenmekte ve aşağılanmaktadır. Tüm bu olumsuzluklar da Batılı yaşam tarzı ve sahte özgürlük söylemlerinin gölgesinde kalmaktadır. Böylelikle kadının toplum içerisindeki trajik konumu perdelenmekte ve âdeta yok sayılmaktadır. Cahiliye sistemi -veya sistemsizliği- kadın için ölümden beter pozisyonlar üretir ve hem kadına hem de kadının merkezde olduğu aile kurumuna tamiri ve telafisi mümkün olmayacak ağır hasarlar verip darbeler indirmektedir. Bu devasa ahlaki ve zihinsel enkazın insanlık tarihinin derinliklerine uzanan uzun bir geçmişi vardır. Çok kısa misallerle değinmek gerekirse örneğin, Hammurabi kanunlarından Brahman nizamına; Arap cahiliyesinden Manu efsanelerine; Antik Yunan'dan Eski Romalılara, Mısır uygarlığından Yahudi yasalarına ve Çin medeniyetinden Avrupa'nın batısına kadarki toplumlarda kadının alınıp satılan ve ortaklaşılan bir "mal" olarak görüldüğünü ve her türlü hak ve hukuktan mahrum bırakılmaktan başka bir yaşam alanının olmadığını söz konusu kavimlerin tarihinden öğrenmekteyiz. Brahman toplumlarda kocasının ölümü hâlinde kadın da ölmek zorundaydı. Bu zulüm uygulaması Brahman uygarlığından on yedinci yüzyıla kadar süren çok eski bir gelenek idi ve bunun kaldırılması ancak halkın ayaklanmasıyla gerçekleşmiştir. Babillerin hazırladığı ve tarihte bilinen -iki yüz seksen iki maddelik- ilk yazılı kanun metni olan Hammurabi kanunları kadınlara bir hayvan muamelesi öngörüyordu. Bu kanunların bir maddesinde kadının konumu şöyle resmedilmiştir: "Eğer bir adam başka bir adamın kızını öldürürse, kendi kızını isterse öldürebilen isterse köle olarak tutabilen isterse cezayı erteleyebilen ölen kızın babasına vermek zorundadır." Hem somut/klasik putperestliğin hem de demokrasi gibi soyut paganizmin önemli merkezlerinden olan Antik Yunan'da kadın ne özgürlüğe ne de herhangi bir hakka sahipti. Kadınların yaşaması için ana yollardan uzakta, birkaç havalandırma penceresi olan ve kapısına gardiyan dikilen büyük evler yapılırdı. Kadınlar sosyal aktivitelere katılamazlardı. Öyle ki kadınlar, o dönemde çok yaygın olan ve sıradan bir sosyal faaliyet olarak görülen felsefe ders halkalarına dahi asla katılamazdı. Serbest fahişeler, boşanmış kadınlar ve üst sınıfa hizmet eden kadrolu fahişeler evli ama sıradan kadınlardan daha fazla saygı duyulan bir sıfata sahipti. Aristo, Spartalıların kadınlara miras, boşama ve hür olma hakkı vermelerini ve onlara karşı kibar olmalarını eleştirmiş ve bunları gücü, düzeni ve disipliniyle meşhur Sparta'nın düşüş sebepleri olarak göstermiştir. Eski Romalılar kadına babasına, kocasına ve oğluna bağlılığı hususuna tıpkı Hindular gibi yaklaşıyordu. Şaşaalı günlerinin yükseliş döneminde dahi Romalı kadınlar ne ellerindeki zincirleri kırabilmişler ne de boyunlarındaki esaret tasmasından kurtulabilmişlerdi. Roma'da kadınların kısmi özgürlüğü ancak kölelerin ayaklanıp haklarını zorla almalarından sonra mümkün olabilmiştir. Mısır'da yazılı olmayan toplumsal kurallar İslam'ın gelişinden önce kendi seyrinde ilerliyordu. Roma uygarlığının düşüşüyle ve bu medeniyetin aşırı lüks ve azgınlığına tepki olarak Mısır'da ve Ortadoğu'da dünya hayatını küçümseyen güçlü bir eğilim meydana geldi. Hayatın kendisi, eş dost ve akraba bağı önemini kaybetmişken manastır hayatına yönelen genel eğilim; eti haram, kadını da günahkâr ve kendisinden uzaklaşılması gereken bir varlık olarak kabul etmeye başlamıştı. Orta Çağ olarak adlandırılan devirde kilisenin din adamları on beşinci yüzyıla kadar kadının insan olup olmadığını ciddi ciddi sorgulamaktaydı. "Kadın bir ruha sahip miydi yoksa ruhsuz bir ceset miydi? Kadın kurtuluşa erebilir miydi yoksa lanetli olmaya mahkûm muydu?" Bunun gibi sorular kilise meclisinde hararetle tartışılıyordu. Çoğunluğun görüşü, sadece İsa'nın (as) annesi Meryem hariç olmak üzere, kadının kurtuluşa elverişli ruha sahip olmadığı üzerineydi. Bazı müsteşrikler İslam şeriatının Yahudi şeriatına dayandığını iddia ederler. Ancak kadının Kur'ân'daki ve (Muharref) Tevrat'taki yeri karşılaştırıldığında bu görüş kolayca çürütülmektedir. Tevrat'a göre, ölen babanın erkek bir oğlu varsa kızın miras hakkı yoktur. Bir kişinin vârisi olarak sadece kızı varsa malının başka aileye (kızının ailesine) geçmemesi için ölmeden önce vasiyetini yapmış olması gerekir. Yahudi kanunları vesayet hususunda, ölenin erkek çocuğu olduğu sürece kızını vâris kabul etmez ve kız vâris olduğu zaman ise diğer kabileden biriyle evlenmesine müsaade etmez. Benzer şekilde kadın miras kalan malını başka kabileye götürememektedir. Bu yasa Torah'ta birkaç yerde uygulanmıştır. Şüphesiz ki Resûlullah'a (sav) yirmi üç yıl boyunca vahyin nazil olduğu Arabistan'da da durum kadınlar açısından pek iç açıcı değildi. Arabistan'da kadına yapılan muamelenin yeryüzündeki diğer ülkelerden daha kötü olduğunu dahi söylemek mümkündür. Arap kabileleri arasında bir kadın ancak çok güçlü bir kabile reisinin kızı ya da meşhur bir erkeğin annesi olursa saygı görebiliyordu. Sırf kadın olduğu için açık bir şekilde cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadına onur ve saygı anlamını çağrıştıran hiçbir isim ve unvan verilmez ve bu manaya gelebilecek bir muameleye tabi tutulmazdı. Kadın şüphesiz babası, kardeşi ve oğlu tarafından korunuyordu; fakat bu koruma sahip olunan herhangi bir eşyayı korumaktan farksızdı. Kadın âdeta ölen bir erkeğin kendisinden sonraki vârislere bıraktığı bir mal gibiydi. Arabistan'da da kadınların sosyal hayatta yeri yoktu. Hatta yeni doğan kız çocuklarını, kendi sapkın inançlarına göre verdiği utanç sebebiyle diri diri toprağa gömerlerdi. Arabi bir adam parasını mala, eşyaya, köle ve cariyelere harcarken cimrilik yapmazken kız çocuklarının bakım masrafını bir yük olarak görüyordu. Kızının yaşamasına izin veren bir baba bile kızını, takas edilebilir bir maldan daha değerli görmüyordu. Bir kadın küçük düşürülmekten ancak onu korumaya niyetli güçlü bir kabileye ait olursa kurtulabilirdi. Hristiyan dünyanın kadına karşı tutumu yakın zamana kadar (Muharref) İncil'in öğretilerine göre belirlenmişti. Kadın, kilise tarafından günahın ve ayartmanın en kuvvetli kaynağı olarak görüldüğü için kınanırdı. İddia edildiğine göre, Âdem'i (as) ayartan Havva idi, yasak meyveyi yemesi için Âdem'i o ikna etmişti. Ve böylece ilk günahı erkeğe işletmişti. Bu yüzden bazı Yunan Ortodoks manastırları sadece kadınların değil, dişi ev hayvanlarının dahi manastırlarına girmelerine müsaade etmemişlerdir. Bugün dahi devasa bir Ortodoks manastırı görünümünde olan Yunanistan'daki Aynoroz Adası'na neredeyse bin yıldır herhangi bir kadının veya dişi bir hayvanın dahi girmesine izin verilmemektedir. Batıda kadınların miras, yeniden evlilik, boşanma, mülk edinme, veraset hakkına sahip olması yakın zamana kadar söz konusu dahi değildi. Son yüzyılda kadın hakları ve özgürlük bayrağını dalgalandırıyormuş gibi yapan Batılılar ile onların İslam ümmeti içerisindeki marabalarının başta kadın ve aile olmak üzere insanlık âlemine verdikleri zararın bilançosu oldukça ağırdır. Modern Batı'da Kadın On Sekizinci yüzyılda Fransa'da filozoflar ve bazı kadın yazarlarca ortaya atılıp savunulan, daha sonraki yüzyıllarda İslam coğrafyasına da ihraç edilen ve hemen hemen her toplumda yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle mutlak anlamda eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan Feminizm akımı bu anlamda envai çeşit kötülükler üretmiştir. Feminist hareket, modern batı tarafından tantana ile övülmüş ve Amerika ile Avrupa'nın, kadının tamamen özgür olacağı ve şerefiyle mutlu bir hayat yaşayacağı bir kadın cenneti olacağına inanılmıştır. Ancak basında çıkan haberlere ve batılı/batıcı yazarçizer takımının tek yanlı değerlendirme ve gözlemlerine bakmak, her parıltının elmas olmadığını anlamak için yeterlidir. Sanayi ve teknolojik gelişmişliğin zirvelerinde bulunan Batılı toplumlar ve onları körü körüne taklit eden Müslimimsi toplumlar yeni ve ciddi bir tehdit ile karşı karşıya bulunmaktadır: "Aile içi Şiddet" olarak adlandırılan evlilik nefreti dalgası. Bu dalga, iki arada bir derede ıkınıp duran ve bir tarafta kendilerini tevhid dini İslam'a nispet ederken öte yanda Batı kökenli ideolojilerden ve laik yaşam tarzından ödün vermeyen toplumumuzda da her gün aileleri dağıtmaya ve ocaklar söndürmeye devam etmektedir. Boşanma sayılarında Müslimimsi toplumlardaki istatistikler de ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Batılı toplumlarda geniş aile yapısı bozulmuş, çiftlerin hayatları sevgi heyecanından yoksun kalmış ve tarafların her ikisi de diğerinin en ufak sorumluluğunu üzerine almayı istemekten kaçar hâle gelmiştir. Gelişmiş ülkelerde yükselen, hanımlara şiddet trendine, cinsel tatmin için fiziksel güç kullanımına ve çocukların bakımı ve yetiştirilmesinde gösterilen vurdumduymazlık da ayrı bir sorundur. Tüm bunlar Batı'da ailenin parçalanmasından dolayı ortaya çıkmaktadır. Ne yazık ki son yıllarda ülkemiz için de benzer şeyler daha çok konuşulmakta ve gündeme gelmektedir. Doğrusu kadın, bugün iki cahiliye arasında ezilmektedir. İki cahiliyenin ilki Doğu toplumlarında -Doğu toplumlarındaki kasıt Türkiye de dâhil Fas'tan Hindistan'a kadar olan coğrafyadır- hüküm süren örf/gelenek adı altındaki kadının aşırı baskıcılığa ve ikinci sınıf insan muamelesine maruz kalmasıdır. İkinci cahiliye örneği de Batı toplumlarında egemen olan sapkın anlayıştır. Batı dünyasında hüküm süren bu cahiliyede kadın, çıplaklığı ve cinselliğiyle âdeta bir reklam ve şehvet aracı hâline getirilmiştir. Müminler Nezdinde Kadın Mümin kimse, kadınlarla ilgili hususları şu bilinçle değerlendirmelidir: Şer'i şerifin kadına vermiş olduğu hakları kullanmasına imkân sağlamak ve bu hakları kendilerinden esirgememek Allah'ın (cc) dinine en ciddi hizmetlerdendir. Her şeyden önce kadın, mümin ferdin annesidir, bacısıdır. Ayrıca hanımıdır ve kızıdır. Halkayı daha da genişletebiliriz. Bu özellikleri bir arada düşününce İslam nazarında kadının değeri daha iyi anlaşılır. Allah'ın (cc) ve Resûl'ünün (sav)değerli kıldığını değerli görmek ve bunu hayatında tatbik etmek müminin şiarı olmalıdır. Kadın, tüm insanlık âleminin yarısıdır. Ancak İslam dışı inançlar ve ideolojilerin İslam coğrafyasında yerleşip yaygınlaşmasıyla bu "yarı" da devre dışı bırakıldı. Aişe (r.anha) Ajda'ya, Rojda'ya; Hatice de Hadise'ye, Havin'e dönüşünce Müslime kadın; mümin, aydın ve mücahid nesillerin yetişmesinde saf dışı bırakılmıştır. Davet ümmetinin manevi, toplumsal, siyasi ve ahlaki uyanış ve dirilişinde kadına rol verilmeyerek etkisiz eleman hâline getirilmiştir. Bu durum otomatikman erkeğin de devre dışı kalmasına sebep olmuştur. Bu sebeple mümine kadının özgürlüğü demek; aslında -ilk mürebbiye olmaları hasebiyle çocukluklarından itibaren- erkeğiyle kadınıyla tüm toplumun özgürlüğü, uyanışı ve dirilişi demektir. Bu özgürlüğün, uyanışın ve dirilişin asıl dinamiği de kadın ve erkeklerin Allah'ın (cc) dinini sadece seccade üzerinde değil, hayatın her alanında din edinmeleridir. Bilinmelidir ki eğer kendilerine irşatta bulunulup doğru yol gösterilirse Allah (cc) kadınlara İslam'a karşı kendilerini duyarlı kılan ince bir şuur vermiştir. İslam'ı, ahlâkı ve türlü hayırları öğrenip uygulamaya oldukça müsait bir yapıya sahiplerdir. Hatta uygun şartlar oluştuğunda Müslime kadınlar, İslam'a erkeklerden daha çok ihtimam gösteriyor, denilebilir. İslam'ın Kadını Kadının hakları ve itibarı en ideal biçimde İslam tarafından iade edilmiştir. İslam, kadına içerisinde bulunduğu toplumda kendisi için en uygun ve seçkin bir konum tahsis etmiştir. Yine İslam, kadını erkeğin kibrinden ve bazı toplumlarda mevcut olan akıl dışı ve acımasız geleneklerden korumuştur. İslam kaynaklarına yüzeysel bir bakış bile bireysel ve toplumsal her hususta İslam'ın kadına karşı tutumu ile şirk sistemlerinin kadına muamelesi arasındaki farkı ortaya çıkarmak için yeterlidir. Kur'ân ayetleri, kadınları insanlığın yarısını oluşturanlar olarak adlandırarak, kadında daimi olarak kendine güven hissini oluşturmuştur. Kadına sosyal alanda yer vermiş ve dinî ve ilmî hizmetlerde bulunabilmesi için onu cesaretlendirmiştir. Hayrı, iyiliği ve güzel ahlakı yaymak için iş birliği yapmış ve temelleri sağlam yeni ve sağlıklı bir toplumsal hayat inşa etmiştir. Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın (cc) salih amelleri kabul etmesine, selamete ermeye, ahirette iyi akıbete değindiğinde erkekleri ve kadınları eşit şekilde muhatap almıştır: وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَقِيرًا "Erkek ve kadınlardan kim mümin olarak salih ameller yaparsa bunlar, cennete girerler ve kıl kadar da olsa zulme uğramazlar." [1] فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لَا أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى "Rableri onların (duasına) icabet etti (ve dedi ki): 'Sizden erkek olsun, kadın olsun amel yapanların amelini zayi etmeyeceğim. Siz birbirinizdensiniz…' " [2] Kur'ân, erkeğe ve kadına eşit ölçüde "cennet hayatı" vadetmiştir. Bu "cennet hayatı", bir anlamda dünyadaki huzurlu bir hayat, memnuniyet ve onuru ifade eder: مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ َ "Erkek ya da kadın, kim bir mümin olarak salih amel yaparsa hiç şüphesiz ona güzel bir hayat yaşatırız ve mükâfatlarını yaptıklarının en güzeliyle veririz." [3] Kur'ân, erdem kazanmada, yapılan iyi işlerin ve dürüstlüğün karşılığını alma hususunda kadın ve erkeğin eşit olduğuna, ibadetlerin sadece kadınla erkeğin arasında fark olmadığını vurgulamak için tasarlanmadığını ayrıca kadının iyilikleri sayesinde daha üstün olma kapasitesine sahip olduğunu ve erkeğin kadına üstünlüğünü reddettiğini değinmeye özen göstermiştir. إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَوَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا "Şüphesiz ki teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, gönülden ve sürekli Allah'a kulluk yapan erkekler ve gönülden sürekli Allah'a kulluk yapan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah'tan) saygıyla korkan erkekler ve (Allah'tan) saygıyla korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetini koruyan erkekler ve iffetini koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı) çokça zikreden kadınlar; Allah onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." [4] Kur'ân, kadınlar hakkında yalnızca onların ibadetlerinden ve iyiliklerinden bahsetmekle kalmamıştır. Bunların yanında kadını, ilme ve üstünlüğe erişmekte, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamakta erkeklerle beraber anmıştır. Kur'ân, erkeklerin ve kadınların, iyiliği ve dürüstlüğü ihya etmek için beraber çaba göstermelerini istemiştir: وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللَّهُإِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. Allah'ın rahmet edecekleri bunlardır işte. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm'dir." [5] Kur'ân yeni bir üstünlük sırası ilan etmiştir. Üstünlük renkte, ırkta, cinsiyette değil; takvadadır: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ "Ey insanlar! Şüphesiz ki sizleri bir erkek ve dişiden yarattık. Karşılıklı olarak tanışıp kaynaşmanız için sizleri halklara ve kabilelere ayırdık. Gerçek şu ki Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeyden haberdar olan) Habîr'dir." [6] Kadın erkek tüm insanlık âlemi için hayat düsturu olan Kur'ân'ın bu ayetleri kadına özgüven, şeref, cesaret aşılamakta ve psikologların deyimiyle -eğer kendilerinde varsa- aşağılık kompleksini de yok etmektedir. Bu öğretilerin sonuçlarını Resûlullah'tan (sav) bugüne her çağda Müslimler tarafından en yüksek saygıyı görmüş, öğretmen olup itibar kazanan, mürşit olan, Allah yolunda savaşan, savaş alanında hemşirelik yapan, edip olan, Kur'ân hafızı olan, muttaki ve dürüst olan kadın örneklerinde görebilmekteyiz. Hevasını ilah edinen "öz putperest" birilerinin sınırlı çok eşliliğe izin verdiği için İslam'ı kötü olarak ilan ettiklerini görebilirsiniz. "Yasak aşk" veya "kaçamak" diye basitleştirilmeye çalışılan fuhuşla harmanlanmış tek eşliliğin ikiyüzlülük olduğuna ve fıtratı tümüyle bozulmamış insanlar nezdinde de rüsva edici bir şey olduğuna aklı başında hiç kimse itiraz etmez. İslam her şeyden önce kadını bağımsız bir şahsiyet olarak tanır ve değerli bir pozisyonda konumlandırır. İslam Hukuku'nun kadınlarla ilgili ahkâmı kadınlar için en uygun ve ideal olanıdır. Misal olarak İslam, kadına eğitim öğretim hakkı tanır. Kadının cemaatle namaza katılma hakkı yanında toplum hizmetine katılma, kendi doğalarına uygun işler yapma, evliliği onaylama ve bazı durumlarda feshetme hakkı; miras hakkı; mülkiyet edinme ve kullanma hakkı; veraset hakkı ve bunlara benzer başka haklar tanımıştır. Hiç şüphe yok ki bu haklar, kadına haklar ve özgürlükler vermekle ünlenen Batı uygarlığının çok ilerisindedir. Kaldı ki bu tür söylemlerin Batılılar arasında ortaya çıkışının en fazla yüz elli-iki yüz yıllık bir geçmişi vardır. İnsanlar tek eşlilik ve çok eşlilik üfürükleriyle hipnotize edilirken bunlar unutulmakta ve insanlar bu sözlerin arkasında neler yattığına bakmamaktadır. Evet, bu şamatanın arkasında şunlar vardır: Zalim ve zinakâr kocalarından bıkmış, ilk koruyucuları tarafından artık yardım edilmeyen, modern cahiliye toplumunun şehvet değirmeninde un ufak olmuş ve âdeta sokağa mahkum edilen kadınların korkunç düşüşü... Kur'ân'ın ayetlerinde ve Resûlullah'ın (sav) hadislerinde bildirilen adalet ve fıtrat temelli kadın erkek eşitliği anlayışı o kadar inkılabi idi ki kadın âdeta yeni bir toplumda yeniden doğmuştu. İslam'ın gerçekleştirdiği köklü değişimle kadına toplumda ve ailede hak ettiği değer ve konum verildi. Bu değişim dünyanın diğer bütün toplumları arasında hoş karşılandı. Özellikle İslam'ın zafer elde ettiği ve yönetimin dizginlerini ele aldığı fetih bölgelerinde daha çok destek gördü. Bu değişim, kadının üçüncü sınıf mahluk muamelesi gördüğü toplumlarda reformist bir etken olarak hayati rol oynadı. Anneler mekteptir, onları iyi yetiştirir isen Seçkin bir toplum yetiştirmiş olursun sen [1] . 4/Nisâ, 124 [2] . 3/Âl-i İmran, 195 [3] . 16/Nahl, 97 [4] . 33/Ahzâb, 35 [5] . 9/Tevbe, 71 [6] . 49/Hucurât, 13 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes
tevhidigundem · 5 years
Text
Gençlerimizi Dua İle Desteklemek
Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına... Künye İletişim MENÜTevhid Dergisi Tevhid Dergisi Gençlerimizi Dua İle Desteklemek 10-12-2019 Sayfa : 33-35 / Yazar : Emre ACAR Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adı ile… Allah'a hamd, Resûl'üne salât ve selam olsun. Muhabbetimizin konusu değerli gençlerimizdir. Onları muhafaza etmenin yöntemlerine değiniyoruz. Bu zamana kadar şu konuları konuştuk: Gençleri dinleyip anlamaya çalışmak, gençlerle diyaloğumuzu güzelleştirmek ve gençlerin düşüncelerine önem göstermek. Rabbim, gençlerimizin ıslahını bütün velilere kolay kılsın. Bizlere verilen emaneti en güzel şekilde korumayı nasip etsin. Allahumme âmin. Değerli Kardeşim! Her ne olursa olsun bir şeylerin değişmesini istiyorsak kıblemiz sema olsun. Her azamızla gökyüzüne yönelelim. Elimizle, gözümüzle, sesimizle ve bütün benliğimizle semanın kapılarını çalalım. Dilimiz kuruncaya kadar, gözümüzde yaş bitinceye kadar, kolumuz karıncalanıncaya kadar sıkıntılarımızı zikredelim. Semaya şöyle seslenelim: "Ya Rabbi! Sen kalplere hâkim olansın. Her şey, senin 'Ol!' demene bağlıdır. Kolay, senin kolay kıldığın; zor, senin zor kıldığındır. Ben de olan emanetini muhafaza etmeyi, onu güzelleştirmeyi bana kolay kıl. Emaneti benim nefsime terk etme. Ben aciz bir kulum. Musa'yı kendi himayenle Firavun'un evinde büyüttüğün gibi benim evladımı da bizim gençlerimizi de bu tuğyanın içinde kendi himayene al, davanda onları kök kıl. Yusuf'u kuyudan himayene alıp Mısır'a vezir kıldığın gibi benim evladımı, bizim gençlerimizi de davamın, İslam'ın veziri kıl. Meryem'i; İsa'yı dünya getiren, ümmetin iffetli kadını kıldığın gibi benim kızımı da İsaları dünyaya getiren, ümmetin iffetli Meryem'i kıl. Allahumme âmin." Dua, zorlukları aşmayı kolaylaştıran bir kudrettir. Dua, Rabbimize yakınlaştıran, yardımını üzerimize sağanak sağanak indiren muhtaçlık hâlimizdir. Dua küfre, şehvetlere, şüphelere karşı kendimizi koruduğumuz semavi bir kalkan, silahtır. Dua, Müslim için yaşam kaynağıdır. Duası olmadığı zaman Müslim eksik kalır, hiçbir şeyi sonuca ulaştıramaz. Bu, evladını kendi safına çekmek, beraberce baba-evlat olarak yaşamak olsa bile! İşte bu şekilde evlatlarımızın değişmesi, hidayet bulması için duaya yapışacağız. Resûl'ümüzden (sav) böyle öğrendik. O, hayatını dua üzerine kurmuştu. Bedir'de müşriklerle karşılaştığında aradaki sayı ve güç farkını dua ile tamamladı. Bedir'e beş bin meleği dua ile indirdi. Eşine acımasızca atılan zina iftirasını dua ile temizledi. Yahudilerin övünüp üstünlük tasladığı Mescid-i Aksa kıblesini, Mescid-i Haram'a dua ile çevirdi. Yine Resûlullah (sav) etrafındaki gençleri dualarında unutmadı. Onların değişmesi veya dinlerinde sabit kalması için el açıp dua etti. Allah Resûlü, İbni Abbas için, "Allah'ım! Ona Kitap'ı, Kitap'ın tefsirini ve hikmeti öğret. Allah'ım! Onu dinde ince anlayış sahibi kıl!" diye dua etti. Hakeza zina etmek için izin alan genç adına Resûlullah şöyle dua etti: "Ya Rabbi! Bu gencin günahlarını affet, kalbini pak et, iffetini muhafaza et!" Resûlullah (sav) daha birçok genç için duada bulunmuştur. Değerli Kardeşim! Dert ortağın, dertleştiğin, sıkıntılarını arz ettiğin, her sorununda yardım istediğin kişi Rabbin olsun. Evladınla anlaşamadığın zaman hemen pedagoğa, hocana, abine, amcana gitme. Önce bu sıkıntıyı senin kaderine yazan ve yine çözümü kendisinde olan Allah'a arz et! Kaderi elinde bulunduran, "Ol!" diyerek şekil veren Allah (cc) varken başkası ile dertleşmek olur mu? Hem derdi var eden hem de derde şifa veren Allah varken çözümü başkasında aramak ne kadar sıhhatli olabilir ki? Derdine şifa verdiği gibi sıkıntılarını, sırlarını gizleyen; ifşa etmeyen Allah varken en küçük anlaşmazlıkta senin sorunlarını ifşa edecek insanla paylaşman ne kadar korunaklı olabilir ki? Minnet etmeyen, her şeyi cömertliği ile karşılıksız ikram eden Allah varken bir gün bu sıkıntılarını başına kakabilecek minnet ahlakına sahip olan insanla dertleşmen olabilir mi hiç? Bu sebeple kardeşim, ilk önce derdimizi Allah'a (cc) arz etmeliyiz. Daha sonra sebeplere yapışarak gerekli yerlere müracaat etmeliyiz. Kıymetli Kardeşim! Sıkıntılarımızı Rabbimize anlatmak için namazlarımız fırsattır. Kulun, Rabbine en yakın olduğu an secde anıdır. İşte burada duamızı fazlalaştırmalı, dertlerimizi açmalıyız. Böylelikle ağır yüklerden kurtulmuş, rahatlamış olacağız. Peygamber'imiz (sav), canı sıkıldığı ya da bir sorunla karşılaştığı zaman namaza yönelir ve namaz ile rahatlardı. Resûlullah'ı namazda rahatlamasını sağlayan, Rabbine olan dualarıdır. Bugün bizlerin namazdan lezzet alamamasının, namaz ile rahatlayamamasının tek sebebi namazda dua etmememiz veya nasıl dua edeceğimizi bilmememizdir. Hepimiz Allah (cc) katında değer görmek isteriz. Peki, bu değere nasıl ulaşacağız? El-cevap, dua iledir. Allah, kullarına duası oranında kıymet verir. Duası olmayanın Allah katında bir değeri yoktur: "De ki: 'Şayet duanız olmasaydı Allah katında bir kıymetiniz olur muydu?' " [1] Hakeza geceler, Rabbimizle dertleşmek için bir fırsattır. Sıkıntıların, sorunların, dertlerin seni uyutmadığı zamanlarda gecelerini değerlendir. Dua ile rahatla. Ne isteğin varsa onu Rabbinden iste. Çünkü gece vakti Allah (cc), sana daha yakındır. Senin için, isteklerine icabet etmek için dünya semasına inmiştir ve şöyle nida eder: "Bana dua edene icabet ederim, benden isteyene veririm, benden bağışlanmayı dileyeni bağışlarım." [2] Değerli Kardeşim! Evladının dinde sebat etmesi, kötü amellerini terk etmesi ve salih olarak yaşaması için ellerini duaya açıp derdini Allah'a zikretmeye başladığın zaman duanda ısrarcı; ancak icabetinde sabırlı ol. Birkaç dua ile bir şeylerin değişmesini bekleme. "Dua ediyorum, olmuyor!" diye kenara çekilme. Israrlı bir şekilde iste. Sen iste, Allah (cc) hayırlı bir zaman da onu sana verecek, sana yardım edecektir. "Rabbinize gönülden (yalvara yakara) ve gizlice (için için) dua edin." [3] Rabbim, gençlerimizi davamızın mirasçılarından kılsın. Bizleri onlar için hayırlı dua eden velilerden eylesin. Gençlerimizi içinde bulunduğumuz kötülükten ve fuhşiyattan korusun. Allahumme âmin. Bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile… Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdetmektir. [1] . 25/Furkân, 77 [2] . Buhari [3] . 7/A'râf, 55 Bu Sayfayı Paylaş : Tevhid Dergisi Hakkımızda Künye Duyurular Arşiv İletişim Son Sayı Makaleler Sayfa - 04-10Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır? Sayfa - 11-13Müslümanlığın Doğmasına Zemin Hazırlayan İlk Neden Sayfa - 15-19Yaratan Rabbinin Adıyla Sayfa - 21-24Kıblenin Değişme Hadisesi Sayfa - 25-32Nasların Işığında Köpek ve Domuzun Necisliği Sayfa - 33-35Gençlerimizi Dua İle Desteklemek Sayfa - 36-42Kadın Sayfa - 43-44Oyun İle İyileşme Sayfa - 45-50Maneya Kelîmeya Tewhîdê A Berfirehî Sayfa - 51-54Seni istiyorum: Varlığına İhtiyacım Var Sayfa - 55-58GETAT Dışı Tedaviler: Titreşim Tıbbı Sayfa - 59-61Semavi Kitaplar/Sahifeler Sayfa - 62-64Hicab: Erdem Bekçisi Müslüman Hanımlara Footer İkon Mobil Uygulama Bize Ulaşın İletişim Tevhid Dersleri Tevhid Meali Ebu Hanzala Bizi Takip Edin facebook facebook Google+ google+ Twitter twitter Youtube youtube Instagram instagram Issuu Issuu E-Bülten Aboneliği Adınız Soyadınız E-Mail Adresiniz Telefon Numaranız Gönder Copyright 2019 - tevhiddergisi.org
0 notes