Tumgik
yazi-yazan · 4 years
Text
Küçük Bir Çocuk Gibiyim
Fakir bir çocuğun ulaşamadığı o dondurma gibidir sarılmak. Yalnızca bir kereye mahsus arkadaşının ikram etmesidir. Dili, damağı, dişleri hepsi tadar ama mideye ulaşıncaya kadar çoktan bitmiştir. Ve arsızca devamının gelmesini beklemektedir. Arkadaşıysa bir sonraki dondurmaya kadar tüm ikramları kapatmıştır. İhtiyacım olan her şey bir sarılmaya bakıyor gibi sanki. Ama o ihtiyacım hiçbir zaman karşılanmadı.  Bu yüzdendir ki sarılmak, içimde hep buruk bir his uyandırır.
11 notes · View notes
yazi-yazan · 5 years
Text
Ruh Döngüsü
Alacakaranlık vakti pencerenin önünde duruyor, aşağıyı izliyordu. Deniz, iskelenin yosunlu eteğine kara halini çırpmaktaydı. Sonra karşıya baktı. Göz hizasına... Griye çalan bulutların önünde, koca bir dağ uzanıyordu. Yürürse, bir saate tepe noktasına ulaşacak kadar yakın gelmişti. Tepenin üzerinde oyalanan gözünü tekrar denize kaydırdı. Kokusunu almak için derin bir nefes çekti. Koku gelmedi. Tekrar bir nefes... Yok. Yine... Hayır. Gelmedi. Son bir kez daha... Derin derin... Ve yine yok.
Bu kez aklına izin verip, odaklanmadan denedi. Başı dönmekteyken derince bir nefes daha. Ve eski bir koku ilişti burnuna, hem ölüm gibi hem de güzeldi. Heyecanlanıp dudaklarına dokundu. Ancak, hatıralarında bulduğu geniz yakan anıyı, bir anda savuşturarak, kaşlarını kaldırdı. Kurumuş dudaklarını fark edip, pütürlü ve sert yüzeyinde parmakları dolanırken "Su" dedi. "İçersem nemlenir." O anda içinde yanma hissetti. Göğüs kafesiyle kasıkları arasında bir yol vardı, yangın orada başlamıştı. Giderek büyümesinden korkup pencerenin açık camından kafasını çıkardı. Kokusuz ama nemli olan soğuk havayı hızlıca içine çekti. İyi gelmesini beklerken, alevler daha da körüklendi. Havasız ateş olmazdı. Nefes alış verişini durdurdu. Bu kez de terlemeye başladı. Elini alnına götürdü. Boncuk boncuk... Boyuna doğru birleşe birleşe gelen damlaların örgütünü bozmak için omzuyla kafasını birleştirmek, onları silmek istedi. Kafasını sağa çevirdiği sırada, pencerenin duvara yaslanmış camından yansımasını gördü. Gördüğüyle, gözleri - bir baykuşunkiler gibi- donuk kalmışken nefesini bırakıvermişti. Kollarını uzattı, titreyen ellerini gördü. Kafasını eğip bedenine baktı. Göğsüne, penisine, bacaklarına... Çıplaktı... Çıplak, savunmasız ve şaşkın...
Kafasını kaldırdı "Su! " dedi tekrar. Pencereye arkasını dönüp, yıllardır içinde olduğu odayı ilk kez gördü. Upuzun, bomboş... Ne bir dolap vardı ne de yatak. Yalnızca duvarlar, duvarları da kaplayan bordo kağıtlar bulunuyordu. Sanki daha önce kağıdın varlığından bir habermiş gibi dokunmak isterken aklı gitti geldi. Nasıl girdiğini ve bu pencereye kadar gelip de, uzunluğuna rağmen odayı neden hatırlamadığını düşünmeye, çalışmaya çalıştı. Düşüncelerine çomak olan bir nesne belirdi odanın içinde. Gözlerini kısıp incelemeye çalışırken bir yandan yürümeyi seçti. Nereden geldiği belli olmayan ışık hüzmesinin çarpmasıyla nesne ortaya çıktı. Küçük tahta bir masa, üzerinde de koca bir bardak dolusu su vardı. "Su"diye bağırdı. İşte tam o an alevler tekar nefes almaya başladı. İçinde kahkahalar kopuyor, bir dans pistindeki dansçılar gibi zıplıyorlardı. O ise masaya doğru attığı her adımda daha da terliyordu. Vardığı anda" Su " diye haykırarak bardağı eline alıp ağzına götürdü. Dudakları kavradığı sırada; bir el girdi göğüs kafesinden içeri, tek tek parmaklarıyla kavradığı ruhunun her bir zerresini, geriye doğru çekti. O yavaş yavaş havada süzülürken, bardak yerdeki tahtalarla buluşup bin parçaya ayrıldı. Yolunu bulan su ise evin başka bir bölümüne sürüldü. Ama o kendini yine aynı pencere önünde buldu.
Aynı dağa aynı denize baktı. Havayı süzdü burnu. Buram buram yanık kokuyordu. Eli siper oldu kokuya karşı. Pencereden hala bakınırken, denizin dalgalarını vurduğu duvarın üzerinde bir ışık gördü. Kıpır kıpır hareket eden sarı bir ışık. Hayır hayır, bu alevdi. Ama yanık kokusu daha yakından geliyordu. Hemen arkasına döndü. Boş oda artık o kadar da boş değildi. Yerde boylu boyunca uzanmış çıplak bir beden yatıyordu. Ürperti sardı etrafını. Neden geldiği duymadığını sorguladı. "Ya da hep oradaydı da neden görmedim? " dedi. O bunları düşünürken sırtından soğuk soğuk terlemeye başladı. Tam beline ulaştığı sırada huylandı. Sağ elini istemsizce attı oraya ve soğuk, metal bir şey hissetti. Ne olduğunu anlamadı başta. Eli hala belindeyken düşündü : Neydi o? Önceden evliydi. Bir yüzük olabilir miydi? Elini yavaşça göz hizasına getirdi. Evet, yüzüktü.
Diğer elini burnundan çekip yüzüğe dokunduğunda ciğerleri yanık kokusuyla tutkulu bir ilişkiye adım attı . Yüzüğe gelince, çok zarifti. Bir hikaye anlatır gibi, altının üzerinde iki damat oyuntusu vardı. Pahalıydı da. Ama o kokuya odaklanmak için dikkatini topladı.
İki elini yana salmış, burnunu dikip derin derin soluyordu. Gözü bir yandan yerdeki bedendeydi. Kim olduğunu anlamıyordu. Ama içinden bir ses kokuyu takip etmesini söylüyordu. Bedeni biraz geçince koku azalmaya başlıyordu. Anladı ki; yanan bir şey yoktu, sadece üzerine sinmiş kokuydu bu. Yavaş ve temkinli bir şekilde yaklaştı, odanın karanlığından doğru düzgün bir şey göremiyordu. İyice yanına sokulmak zorunda kalınca gördüklerine inanamayıp geri kaçtı. Yerde yatan kendisiydi.
Daha da çok terlemeye başladı. Neler olduğunu anlayamıyordu. Korkusu utanmasa vücut bulacaktı. Derin derin nefes alıp vererek kendini sakinleştirmeye çalıştı. Tekrar yaklaştı bedene. Dokunmak istedi."Ölü müyüm ben?"dedi
Acaba ölü müydü? Kafasının yanında bir zarf vardı. Eline aldığında onun bir mektup olduğunu düşündü. Okusa ayıp olmazdı herhalde. Bulunduğu ev kime ait bilmiyordu ama burada ondan ve " kendinden " başkası yoktu. Zarfı açıp kağıdı çıkardı, okuması için ışık lazımdı. Hüzmeyi hatırladı. Uzun odanın bitiminde, hala orada duruyordu. Artık masa ortalıkta yoktu. Koşarcasına gidip kağıdı okudu "Sana lazım olan bedenin içinde. Onu parçala ve kilide ulaş." "Kilitli miyim?" dedi, kilitli miydi? Ama demek istenene uyarak harekete geçti. Bu onu korkutsa da yapacaktı.
Kendine doğru yürüdü. Kafasından, elleriyle parçalamak geçiyordu. Ama onun yerine, mektubun olduğu yerde artık bir neşter vardı. Gördüğü anda soğuk alete elini atıp aldı. İki parmağı arasında tutup inceledi. Yüz ifadesi yoktu, mimikleri silinmişti adeta. Bir elini bedenin göğüs kafesine yerleştirdi, diğer eliyle neşteri canlandırdı. Uzunca bir çizgi çekti. Derisi kuru mısırın patlaması gibi ayrıldı.
Yaptığını izledi, kendini kesmişti. Peki, kesik olan yerde kan olurdu değil mi? Burada neden yoktu? Sonra düşündü. "Beni kan tutar, iyi ki kanamadı" dedi. Yüzündeki siliklik devam ediyordu. Ardından küçükçe bir nefeste boğulmaya başladı. Öksürük... Öksürük... Yanık kokusu artmıştı. Eli tekrar burnuna siper oldu. Hızla bedenin yanından kalkıp pencereye gitti. Ciğerlerini tazelemek istemişti. Öksürük... Derin nefes... Öksürük...Nefes... Nefes... Bunları yaşarken arkasında bıraktığı alevler pencereden gelen havayla büyümüştü.
Kokunun yayıldığını fark ederek hızla arkasına döndü. Artık o beden için bir şey yapamazdı, külleşmesini izlemekten başka. Ateş öyle narin narin sevdi ki yerdeki kendisini, kimi zaman çığlığı basmak istese de, mimiksiz kaldı. Çok geçmeden alevler söndü. Beden, baş kollar ve bacaklar olarak kalmıştı. Elleri yanmış etlerin arasına saldırıp anahtarı aradı. Külleri eşelerken karanlığı delip, parlayan bir şey gördü.
"İşte buldum seni!" dedi. Üzerine yapışmış küllerle avucuna koydu, üfleyerek temizledi. Beklediği sıradan bir anahtardı ama karşısına çıkan garip oyukluğu olan bir metaldi.
Evirdi çevirdi "Bu nereye takılacak?" diyerek baktı. İyi görebilmek için yine ışık hüzmesine ilerledi. Tam o sırada yine bir el girdi göğüs kafesinden içeri. Ruhunu kavrayıp pencerenin önüne bıraktı.
Dağa baktı, denize baktı. Bu kez bir de elindeki yüzükle tamamlanan anahtarla baktı. Oyuklar ve çıkıntılar, bir biri içine girmiş mutluydular. "Çıkı�� var mı bu dünyadan?" dedi. Kafasını esen soğuk ve nemli rüzgarla kaldırdı. İskeleye baktı, duvarın üzerine oturup, ayaklarını denize doğru sarkıtmış, pencereye bakıp, elinde yanmakta olan sarı ışığı sallayan bir adam vardı. (😂) Sonra ayağa kalkıp elindekini yere bıraktı. Denizin hırçın dalgalarının kollarına atladı.
Pencerede duran adamın içi bir anda hop etti. Gidip kurtarma istemiyle, elindeki altın renkliye baktı. Arkasını pencereye dönüp hızla odanın -aslında ezbere bildiği- kapısına ilerledi. Artık oda küçülmüştü ve tamamen doluydu. Yatak, kapıyla pencere arasındaki boşlukta, duvara yaslı başlığı ve her iki tarafında da birer komodinle duruyordu. Kapının tam yanında başlayan uzun duvarda aynalı bir dolap vardı. Yatağın karşısındaysa en sevdiği tablo. Boş oda içinde minik bir masa ve üzerinde de su...
Kapıya gelince anahtara gerek duymadan kolu çevirip açtı.
Koşa koşa merdivenlerden inip iskeleye ulaşıncaya kadar duraksamadı. Vardığındaysa ışığın kaynağının bir fener olduğunu gördü, eğildi aldı. Kararmış denize doğru "Geri Dön. Beni bırakma" diye bağırırken elindekiyle denizi aydınlatmaya çalışıyordu.
Ağlayarak dizlerinin üzerine çöktü. Kendine engel olma gibi bir niyeti olmadığından ağlamaları bağırışla karışmıştı. Daha sonra bir ışık hüzmesi yükseldi denizden. Göğüs kafesinden içeri bu kez iki el girdi. Sol el sağ eldeki yüzüğü çıkarıp adamın kalbine astı, ardından sessizce rüzgara karışıp günü doğurdu. Adamsa hala yanmakta olan feneri alıp kokusunu içine çeke çeke pencereye döndü.
.
.
.
2 notes · View notes
yazi-yazan · 6 years
Text
Karanlık Ve Aydınlık...
İkisi de birbirinin zıttı karakterler. Birisi tüm birleştiriciliğiyle ve eşitliğiyle karşımıza çıkarken, diğeri ayrım ve eşitsizlikle gelir.
 Karanlık, size eşitliği sunandır. Öyle ki gece olunca, ışıklar sönükken, sizin ne giydiğiniz, nasıl göründüğünüz, ne türlü ilişkiler kurduğunuz, libidonuz dikkat çekmez. Çünkü  gecenin karanlığı sizi ve etrafınızda olanları yutar. O saatten sonra kim neymiş , ne düşünüyormuş, ne giymiş, umurunuzda olmaz.
 Ya da bir diğer karanlık; sokakların derinliklerinde, yerin altında, farelerin üzerindeki mafyalar, hırsızlar.
Bunları da yutar. Kimse görmez nereden girdiğini bir eve, nereden çıka gelip seni öldürdüğünü.
O karanlığın içinde hem bir hiçsindir, hem de eşit.
Aydınlıksa sana kendin olma fırsatı sunar. Şafak vakti hava aydınlanmaya başladığı o andan itibaren, yanındaki, çevrendeki tüm insanlarla yarışırsın. Düşünceni belli etmen gerekir ki var olabilesin. Hata yapmamalısın çünkü; aydınlık hatanı öylesine sağlam yüzüne vurur ki istemeden karanlığa yem olur yutulursun.
 Ne giydiğin çok önemli olur bir anda. İnsanlar ona göre yargılar ve ilişki kurarlar. Aydınlıkta o kadar varsın ve görünürsün ki kimi  öldürsen ne hırsızlık yapsan, karanlığa nispeten daha erken, belki de hemen cezanı çekersin.
  Aydınlıkta hem varsın, görünüyorsun, hem de büyük bir ayrımcılık içindesin.
Size göre hangisi daha yaşanır geliyor kulağa bilmiyorum ama bildiğim tek şey ikisi de bana, bize lazım. Çünkü ağlarken görünmez kılmak karanlığın işidir. Gülmeyi ise güzelleştiren aydınlıktır. ( Sosyal mesaj da verildi. :)
9 notes · View notes
yazi-yazan · 6 years
Text
...
Tuttum bileğinden, kendime en yakın mesafeye kadar çektim. Bedeninin bedenime yakınlığı o kadar çekiciydi ki... Verdiği nefesi duymak , hissetmek beni oldukça insansı hissettiriyor. Ve zihnime dayattığı o düşünce:  Geri Dönüş.
Yıkımların içinden ilerlediğim bu yolda bana ilk silahı veren oydu.  Katile dönüştüren ve karanlığın derinliklerinden yeniden tünel açıp, çıkış yönümü bataklığa çeviren oydu ve oyundu.
Müzik devam etti. Dansımıza devam ediyoruz. O gidiyor ben tutup geri getiriyorum. Düşerken tutup kaldırıp kollarıma sarıyor ve müziğe uygun ayak hareketlerimize onu döndürüyorum. Koluma yapışıyor sanki asla bırakma dercesine. Yalan olduğunu bile bile kanmak istiyorum. Oyun olduğunu bile bile yakınında olmak istiyorum. Son kısımda artık tamamen benimle. Ne ben gidiyorum ne de o gidiyor. Olması gerektiği gibi.
Bakıyoruz birbirimize ve son bulması alkışlarla oluyor. Piste çıkan çiftler bizi görünce izlemek isteyip danstan vazgeçmiş olacaklar ki arkamı dönüyorum kimse yok. Kırmızı elbiseli bir kadın en arkada masasında oturuyor. Mavi takım elbiseli bir adam ise elinde içkisi ile piste yakın bir kolona yaslanmış, bardağı tuttuğu eline vurarak bizi alkışlıyor. Yalanlarımızı ve oyunlarımızı...
Biz de siyahlar içinde bir çift olarak alkışları kabul edip yerimize gidiyoruz. Sonuçta siyah kanı göstermez. Siyahlı sarışın çantasını aldı ve makyaj dediği beslenme süreci için tuvalete doğru gideceğini söyledi. Takip etmem gerekiyordu. Verilmiş bir emir vardı. Kale kapısı korunmalıydı.  O yürüdü takip ettim. Ben yürüdüm o ilerledi.
Tuvaletin girişinde iki adam bekliyor. Sarışın, etrafa bakınıp adamlara "gidebilirsiniz" işaretini yapıyor ve adamlar hiç duraksamadan gidiyorlar. Tuvalete giriyoruz, sol tarafta kusan, sağ tarafta ise rujunu tazeleyen bir kadın var. Kadınlar beni görünce çıkmam için bağırıyorlar. Sarışın kapıyı kapatıyor ve ardından kilitliyor. Kadınlar daha da korkmuş durumda bağırıyorlar çünkü Sarışın dönüp bacağından bıçakları çıkarıp bana uzatıyor. Sarışın "İşte beslenme saati" diyor ve elimdeki bıçağı göstererek ekliyor " Dük'ün karısını mı istersin?" diyor.
Dük'ün karısı bu zamana kadar görüp görebilceğiniz en hain ve en  işgüzar kadındır. Sarışın devam ediyor " Yoksa iyilik sever rahibimizin sevgilisini mı? Zevkini anlayamıyorum. Hadi seç birini de başlayalım" diyor. Az önce kusan rahibin  biricik sevgilisi ne olduğunu anlamadan boğazına bıçağı saplıyorum. Dük'ün karısı çığlık çığlığa bağırırken Sarışın, bıçağı kadının boğazına dayıyor o sırada gözleri sadece bıçaklanıp yere düşmüş olan kardeşini görüyor.  
Buz gibi olan bıçağın sırtı az önce düşen kadının ablasına değdikçe Sarışın, zevk alıyor. Bıçağı yavaşça omuz hizasına getirip, hızlıca yandan kadının boğazına saplıyor ve kadın yavaş yavaş yere düşüyor. İki kız kardeşin ihanetleri sonucu aldıkları cezanın fotoğrafını çekiyorum.
Sarışın kapıyı açıp çıkıyor. Adamlarımıza seslenip yerdeki kalıntıları temizlemelerini istiyor. Kapının çıkışında bir siyah arabanın şoförü binmemiz için yanımıza geliyor. İçerde mavi takım elbiseli adam ve kırmızı elbiseli kadın otuyor.  Kadın önce rahibin sevgilisini soruyor. " Abimin sevgilisi ne durumda?" diyor. Sarışın, eliyle sıfır yapıyor. Kadına bir rahatlık çöküyor. Adam karısını sorunca da Sarışın aynını yapıyor ve "Artık Dük lütfen gidip doyasıya yaşayın" diyor. Dük sahte bir gülüşle Kırmızı elbiseli kadının elini tutup diğer eliyle silahı başına dayıyor " Ailesine ihanet edenle işim olmaz " diyor ve Kırmızı elbiseli kadını vuruyor. Ardından bu kalıntının da fotoğrafını çekmek istiyorum ve çekiyorum. Ödememizi alıp arabadan ayrılıyoruz.
Sarışın bana dönüp " Hain olmakta zor iş. Masraflı bir kere" diyor ve kendi arbasına binip gidiyor.
5 notes · View notes
yazi-yazan · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
18K notes · View notes
yazi-yazan · 6 years
Text
Bölüm 4  Fantastik-1
       Başta günlerdir uyuduğu gecelerde yıldızlara anlatıyordu derdini. Ama her “Büyücü” kısmına geldiğinde içinden anlatmaya devam ediyordu. Sesli olarak  söylese sanki biri onu bulup öldürecekmiş gibi geliyordu.Yakılmaktan korkuyordu aynı zamanda da Sera’ ya yardım edememekten 
       Yakılma korkusu saçmalıktı. Bunu biliyordu ama geçmişi de biliyordu. Salem’ i duymuştu. Yakılanlar, damgalananlar vardı. Sera ona kaç kere anlatsa da olmuyor yine de korkuyordu. Yeni şeylere alışmaya çalışıyordu.
      ARADAN İKİ HAFTA GEÇTİ...
Bir takım korkuları - Yakılma senaryoları ve ölüm acıları- gidiyordu. Sera’ yı aradı. Ulaşmakta zorluk çekiyordu. Eve dönmesi gerekiyordu. Şu an olduğu yerden, yazlıktan hiç memnun değildi. Odasına gidip bavulunu hazırladı.Buz dolabını boşalttı. Anahtarları alıp çıktı.
Bir kaç üst sokağa giderken bir ses duydu. Göz ucuyla baktı sadece. Eski arkadaşları Yağız ve Yavuz kavga ediyordu. Durmadı, ilerledi kendi işi daha önemliydi. Durağa giderken önünden geçen dolmuşu durdurdu. Bindi, parayı verip en arka koltuğa geçti. Tekrar Sera’ yı aramak için telefonunu buldu.
Çaldı. Çaldı. Çaldı. “Hıh” dedi Burak. “Efendim” dedi bir adam. “Sera nerede Rasim amca” dedi Burak Sera’ nın babasına. “Burak buraya gelsen iyi olur. Müsait değil Sera şu anda” dedi Rasim. “Sera’ ya bir şey olmadı değil mi ?” dedi Burak. “Yok yok. Olmadı iyi, hatta çok iyi. Ama olan bize olacak” dedi Rasim eğlenceli bir sesle. “ Nasıl yani?” dedi Burak. “Gelince anlarsın. Sevgili daha tanımıyorsun” dedi Rasim ve kahkaha attı. “Tamam Güzelbahçe’den çıkmak üzereyim şu an 1 saate Bornova’da olurum”dedi Burak bu kadar gülünecek ne var diye düşünürken. “Tamam. Görüşürüz.”dedi Rasim. 
ARADAN BİR SAAT GEÇTİ...
Burak eve yaklaştı. Üç dört dakika daha yol gittikten sonra indi. Apartmanın önünde durdu ve balkona doğru kafasını kaldırdı. “Oha sarmaşıklar ne zaman geldi?” dedi Burak.Hemen kapıyı açtı. Önce kendi katına 2.kata çıkıp bavulunu bıraktı. Sonra 5. kata koşarak çıktı. Kapı açıktı ve her yerde sarmaşık vardı.Rasim elinde baltayla sarmaşığın kalın kollarını kesiyordu. İçeriden Betül -Sera’nın annesi- geldi “Bize yardım et zaten her şeyi biliyorsun”dedi.  
Elindeki baltayı verirken “Hızlı hızlı halletmemiz gerekiyor”dedi. Arka odadan Sera’nın ablası ve iki tane kuzeni çıktı. Rasim onların ellerindeki demetlere bakarak “Çöpe atılacaklar” dedi. Ardından Rasim “Berrak sendekiler saklı odaya” dedi. Berrak “Tamam amca”dedi ve bir odaya doğru gitti. “Burak sen kesmeye başla. Demetleri bana göster ayrılacak türleri göstereyim. Ne olursa olsun apartmandan birine yakalanma. Sonra bu kadar sarmaşık nereden çıktı diye sorguya çekilmeyelim”dedi Rasim gülerek. Burak “Umarım sonunda açıklarsınız neler olduğunu değil mi?” dedi ve Rasim evet şeklinde kafa salladı. “4 saatimiz var bitirebilmek için istersen başla” dedi Berrak kızgın bir şekilde.
Burak kaslı kollarına teşekkür etti. Herkesten daha iyi kesebiliyordu. 
4 saatin sonunda evde tek bir sarmaşık yaprağı bile kalmamıştı. Sera odasından çıktı Burak’ı gördü. Burak koltuktan kalktı hemen “Nasılsın?” diye sordu. Sera kahkaha attı “Evet hemde hiç olmadığım kadar” dedi. Burak herkesin gülmesinden rahatsız oluyordu “Birisi bana artık olanları anlatabilir mi ?”dedi sinirlenmek üzereydi. “Sera sana anlatsın”dedi babası. Burak Sera’ya döndü “Gel benimle” dedi Sera. Burak’ın elinden tutup odasına götürdü. 
Sera odaya girdiğinde Burak’a dönüp “Seni seviyorum” dedi ve dudağından öptü. Sonra da boynuna bir öpücük bıraktı. “Çok yorgunuz” dedi Sera. “Gel uzanalım ve anlatmaya başlayayım sözümü kesme sakın” dedi gülerek. Yatağa yan yana uzanıp  tavana baktılar. 
“Sana geçenlerde büyücü olduğumu ve sevişemeyeceğimi söylediğimde şaşkınlıktan ölüyordun, şimdiyse buradasın. Seni işte bu yüzden çok seviyorum. Tabi başka nedenleri de var. Mesela beni olduğum gibi kabul ediyorsun. Çok hoşlanıyorum senden. Ve beni yarı yolda bırakmayıp, merak edip geldiğin için de teşekkür ederim. Artık her şeyi bilmen gerek.Bu az önce temizledikleriniz benim çocukluk kabuklarımdı. Bugün benim doğum günümdü ve artık tam bir kadın oldum. Özür dileme hiç bu karmaşada unutman normal. Zor günler geçirttim sana biliyorum. Ama yine de beni önemsediğin için bugün buradasın. Evet şu an kalbini okuyorum. Saf ve çok sevimli... “dedi Sera ve konuşmasını hızlı hızlı bitirdi. Burak o konuşurken yüzü şekilden şekle giriyordu. Özellikle de kalp konusunda utanmıştı. Ama güzeldi, hissettiklerini bilmesi hoşuna gitmişti. Sera Burak’a döndü. 
     Burak’da Sera’ya dönüp “Sana yalan söyleyememek biraz zor olacak”dedi ve göz kırptı, yanağını okşadıktan sonra dudağından öptü. Sera “O kadar sarmaşık çıkardım yoruldum bana sarılır mısın?”dedi. “Sahi onları nereden çıkardın?” dedi Burak” Sera sus işareti yaptı, göz kırpıp gülümsedi. “Yok artık” dedi ve sarıldığı yerde - kuyruk sokumunda- yara olduğunu fark etti. “Uyursam geçecek” dedi Sera. Burak hemen göğsüne çekti Sera’yı. Kokusu toprak gibiydi. Soluması zor ve insanı kışkırtan, huzur veren bir kokuydu. Biraz sonra Sera’nın uyuduğunu fark etti ve kulağına “ Sana bir şey olmasından korkuyorum” dedi Burak.
. . .
Yazı-Yazan der ki; 
Sera’yı uyandığında bulamaz -  için 8.Bölüm’e
Sera’yı uyurken yalnız bırakır - için 11.Bölüm’e Gidiniz. Gidemiyorsanız bir sonraki Cumartesiye kadar bekleyiniz.
5 notes · View notes
yazi-yazan · 6 years
Text
Bölüm 3 hetero-1
Şezlonga oturdu. Ayağındaki kumları temizlemeye başladı. Bir süre sonra bikinisinin kurumuş olduğunu fark etti. Üzerine  tişörtünü ve altına da şortunu geçirdi. Yavaş yavaş eve gitmeyi planlıyordu.  Eşyalarını toplamaya başladı. Soğutuculu çantanın içinde tek kalan birasını açtı. "Sen de benim gibi tek kalmışsın. Bak ortalıkta kimseler yok"  dedi Ebru. Hızlı hızlı yudumlar almaya başladı. Yarıya kadar gelince kumların üzerine koydu ve çantasından poşet çıkardı. Bitmiş olan bir şişelerini içine attı. Şişeleri toplayan insanlar var diye çöpün yanına koydu. Şezlongun yanında ki diğer çöp poşetini aldı ve çantasının yanına koydu. Karışmış olan kulaklığı sakince açıp telefona sonra da kulağına taktı. Şarkıyı son sesine kadar getirdi. Arka cebine attı. Çantasını ve çöp poşetini bir eline aldı diğer eline de birasını aldı.
             Caddeye doğru giderken elinde ki çöp poşetini atmayı unuttuğunu fark etti. Şarkıya eşlik ederken bazı şeyleri unutuyordu Ebru. Karşı kaldırımın kenarında çöp konteynırı olduğu gördü ve yola atladı. Ebru şarkıdan arabanın geldiğini duymadı ve bir araba yanında belirdi. Çarpmamasına rağmen çok korktu ve bayıldı. Arabayı kullanan halasıydı. Hızlıca arabadan indi Ebru'nun yanına gitti. "Ebru, ebru. Kalk canım bak bir şey yok. Bak ben geldim, halan." dedi ama Ebru ayılmadı. Arabaya koştu ve kapının yanında duran kolonyayı aldı. Ebru'nun yanına dönüp ellerine, yüzüne sürdü. Burnuna kolonyayı dayadı. "Özgür" diyerek ayıldı Ebru. Sarıldı halasına. "Bu nasıl kaderdir anlayamadım gitti. Başkalarına yakışıklılar çarpar bana sen" dedi Ebru doğrulmaya çalışırken. "Beni sen çağırdın istemiyorsan giderim" dedi Özgür gülerek. "Bir yerin ağrıyor mu?" dedi Özgür. "Yok, iyiyim" dedi yerden eşyalarını aldı. "Sadece atmam gereken bir çöp var" dedi ve güldü. Özgür çöpü aldı. Yoldan geçen arabalar korna çalıyordu. Hızlı olabilmek için Ebru'yu araca bindirdi. Çöpü de arabaya aldı. "Yarın sabah gelirsin sanıyordum" dedi Ebru. "Planım öyleydi ama sen kötüyüm dediğin için hemen gelmek istedim" dedi halası. " İyi ki geldin. Hala." dedi ve omzuna kafasını yasladı. Özgür arabayı sağa çekip Ebru'nun yüzünü avuçlarının arasına aldı. " Sen benim yeğenimden çok dostumsun, kanımsın. Sen çağırınca tabii ki geleceğim." dedi halası. Özgür hala haklıydı. Dostu, arkadaşıydı Ebru onun belki bir yerde de çocuğu gibiydi. Birlikte büyümüşlerdi. Aralarında 4 yaş vardı. Ebru da, Özgür de yaşadığı ilkleri birbirlerine söylerler herkesten saklarlardı. Kendilerine ait cümleleri bile vardı. Mesela "Susadım" senin ki parkta bekliyor, " saat kaç" bu kızı/oğlanı sevmedim gönderelim gibi cümlelerdi.
                           Ebru’nun babası evlendiğin de, babaannesi 3. çocuğuna hamile olduğunu öğrenmişti. Özgür 2 yaşındayken annesi ve babası ölmüştü. Ebru'nun babası da en büyük çocuk olduğu için Özgür'ün vasisi olmuştu. Böylece yengesi ve abisiyle yaşamaya başlamıştı. Yengesi Özgür'e bayılırdı. Bir dediği iki olmazdı. Onunla çocuk olur oynardı. Şımartırdı sürekli. Bir gün Özgür 4 yaşına geldiğinde yengesi ona çok güzel bir hediye için isim seçmesini istedi. Kız bebek  için isim seçecekti Özgür. Bir gün "Ebru olsun" diye bağırdı. "Kardeşimin adı Ebru olsun" demişti. O günden sonra kardeşi olmuştu. Özgür Ebru'ya oyuncak bebekleri gibi davranıyordu. Yemeğini yediriyordu, alt alımına yardım ediyordu, konuşmayı bile o öğretiyordu. Hiçbir zaman kendisinden ayırmamıştı, ben büyüğüm tavırlarına bürünüp dışlamamıştı. Ebru kendini bu konuda şanslı sayıyordu. Kimsenin bilmediği şeyleri Özgürle keşfediyordu.
                    Eve geldiklerinde halası mutlu oldu. "Ebru üzgün olduğun için buradasın biliyorum ama burada olduğum için o kadar mutluyum ki. Burası bana iyi geliyor" dedi. "Biraz da bu yüzden çağırdım buraya. Çünkü Özgür sen mutlu olursan, rahat olursan beni de rahatlatacaksın demektir" dedi Ebru. Özgür gülümsedi, yanına gidip Ebru'ya sarıldı. "Sen işte bu fedakarlığın ve düşünceliliğinden çok seviyorum" dedi. "Özgür eğer sen benim halam olmasaydın, bu şekilde bu zihniyette bir insan olmazdım. Beni sevdiğin için seni çok seviyorum" dedi Ebru. "İyi bir dostsun" dedi Ebru'ya ve eve doğru ilerlediler.  
Eve girdiklerinde Ebru Özgür'e dönüp "Hanım, hanım  evine, Güzelbahçe'ne hoş geldin" dedi ve yanaklarından öptü. "Hoş buldum" dedi o da. "Açım ben denizden yeni çıktım" dedi Ebru. "Ne var yapabileceğimiz" dedi dolaba yürürken. "Çok şey yok. Doldurmadım daha ama süper bir şey var" dedi. Anahtarı ve cüzdanını tezgahın üzerinden aldı ve koşarak evden çıktı. Arka sokaktaki midyeciye gitti. "Özgür şimdi nasıl özlemiştir midyeyi" dedi.  "Mehmet abi bana büyük midyelerden, 50 TL'lik versene" dedi. "Tamamdır. Çok mu acıktın? "dedi Mehmet. "Hem ben açım hem de Ankara midye özlemi çekmiş Özgür aç" dedi sırıtarak. Özgür'ün gelişi daha şimdiden Ebru'yu mutlu etmeye başladı. "Oo Özgür mü geldi? Çok selam söyle bir ara uğrasın.  Bizim dükkanı yenilemek lazım birkaç çizim yapalım" dedi. "Bak bunlarda benden "dedi Mehmet on tane daha midye attı poşete. "Söylerim abicim. Teşekkürler, hadi görüşürüz" dedi parayı verirken.
. . .
Yazı-Yazan der ki; 
Eve döndüğünde Ebru kimle karşılaştı? 9.Bölüm ‘e 
Ebru’nun asıl derdi ne? 7.Bölüm’e 
1 note · View note
yazi-yazan · 6 years
Text
2.Bölüm Gay-1...
Yaptığı yanlış mıydı? Sadece bir kerelik miydi? Onu neden bu kadar çok özlüyor ve istiyordu?
Araştırdıklarına göre yanlış olan bunu bastırmak ve karşı çıkmaktı. İçinde bir sevinç hissetti bir de sevince karşılık kızgınlık.
Önceden çok yakın arkadaşlardı ya da o öyle zannediyordu. “Başından beri aşık mıydı acaba?” gibi sorular kafasının içinde koşuyordu. 
Derin, ciğerlerini yakan, tuzlu bir hava çekti içine. Biraz rahatlamak ve dinlenmek istiyordu. Havluyu ve yerde olan kıyafetlerini aldı. Kurumaya yüz tutmuş mayonun cebine evinin anahtarını attı.Terliklerini giydi ve eve doğru yürümeye başladı. Yolunun üzerinde ki YAKA MARKET’e sigara ve bir kaç Tuborg almak için girdi. 
“ Merhaba Samet, bir paket Malboro alabilir miyim?” dedi Yavuz.
“Tabi ki, bu ara da nasıl oldu ev bitirebildin mi işleri?” dedi eski arkadaşı.
“Evet, evet. Hallettim ama biraz zor oldu. Malum 2 yazdır kiraya veriyoruz duvarları boyatmak gerekti. Ee bir de tıkanmış borular falan vardı. Kas yaptım resmen değiştirinceye kadar”dedi kollarını göstererek. 2 adım arkasındaki dolaptan 5 tane bira aldı. Kasaya ilerledi.
“Senin kafan atmış belli ki. Yoksa uğraşmazdın sen bu işlerle. Neyin var? dedi Samet.
Bu soru içine dokundu Yavuz’un. Duraksadı. Yine de cevap vermeye karar verdi.
“Sadece kendimi tanımaya çalışıyorum. Birazda sınırlarımı öğrenmek istiyorum” dedi. “İyi bakalım. Bir ara gel de Köşk’e gidelim.”dedi Samet.
“Haha Köşk’ hala duruyor mu ya?” dedi. Bir an da küçüklüğü -Köşk’e girip bir birlerini korkuttukları günler- aklına geldi.
“Duruyor, duruyor” dedi Samet. “ E, iyi gideriz. Hatta cumartesi gidelim”dedi Yavuz.
“Olur, güzel olur”dedi Samet. Yavuz elini kafasına götürerek selam verdi “Ben kaçtım o zaman görüşürüz”dedi ve marketten çıktı.
...
Yazı-Yazan der ki: Başına yolda bir şey gelsin belki değişiklik olur diyenler 5.Bölüme geçsin. Yok uslu uslu evine gitsin yoruldu adamcağız diyenler 6. Bölüme geçsin. 
1 note · View note
yazi-yazan · 6 years
Text
Seç seçebildiğini...
Kıvırcık saçlarını sudan çıkardı.Bir kaç kez salladıktan sonra kıyıya doğru yürüdü. Ayağına gelen dalgalar onu nazikçe itip bacaklarının arasından geçiyordu.
Aniden durdu ve arkasında batmakta olan güneşe döndü. Kafasını kaldırıp havanın kızıllığından bir parça içine çekti. Nefesini verirken dalgalarla yürümeye devam etti ve kıyıya çıktı. Duvarın üzerindeki havluya sarıldı. Onu hala özlüyordu. İçin için kızsa da özlüyordu ve daha da kalbi kırılıyordu.
Bu durumlarda ne hissetmesi gerekiyordu bilmediğinden yeni olaylara alışmaya çalışıyordu ve yorulmuştu.
. . .
Yazı- Yazan der ki: Ey okuyucu eğer bu hikayede ki karakteri gay olarak okumak istersen 2. Bölüme git.  Ama bunlar bana ters ben hetero biriyim kıza erkek, erkeğe kız düşsün dersen 3. bölüme alalım seni.  Ya da dersen ki bu Türklerden nasıl fantastik bir karakter olur bilmek istiyorum, beyninden neler geçiyor yaz bakalım diyorsan bu kısımdan sonra seni 4. Bölüme alalım.  Bakalım neler olacak...  Ha bu arada ben bu bölümü sevmedim şöyle olsaydı dediğiniz ne varsa yazın ...
Kalbe tıklamayı unutmayın...
31 notes · View notes