Tumgik
yedinciisanat · 13 days
Text
Sinematik Düşünce: Challengers/ Rekabet
Tumblr media
Geçtiğimiz ay vizyona giren ve hâlâ vizyonda olan Challengers, Luca Guadagnino tarafından yönetilen bir film. Yönetmen Luca Guadagnino’nun filmleri arasında yer alan 2017 yapımı “Call Me by Your Name” (Beni Adınla Çağır) adlı filmini daha önce izlemiş ve başarılı bulmuştum. Yönetmenin görselliği ön planda tuttuğu ve karakterlerin iç dünyasına inmeyi sevdiğini bu filminde daha net kavradım. Karşılaştırabileceğim kadar çok filmine hâkim olmasam da “Call Me by Your Name” adlı filminde 1980’lerin İtalya’sının yaz dönemini ve rustik atmosferini yansıtan bu filmi birçok unsuruyla “farklı” bulmuştum. Bu yüzden Challengers’da işlediği atmosfer bana kendi tarzından farklı bir atmosferi işliyor hissiyatı verdi. Challengers, profesyonel tenis dünyasında geçen bir aşk üçgenini konu alıyor. Bu aşk üçgeninin, gerçek hayatta da farklı yollarla ve şekillerde karşımıza çıkabileceği düşünüldüğünde, konunun bu kadar "gündelik" seçilmesi, izleyicilerin karakterlerle bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Geniş bir tür yelpazesine sahip Challengers, romantik, spor, komedi ve drama türlerini bir araya getirerek bizi perdede karşılıyor.
Film eleştirime gelecek olursak, bu eleştirinin benim fikirlerime dayandığını belirterek başlamak isterim.
Film için toparlanan teknik ekibi çoğu yönüyle eksik buldum. Yönetmenin sıkı çalıştığını ancak gerçek potansiyelini ortaya koymadığını düşünüyorum. Görüntü yönetmeni Sayombhu Mukdeeprom, ismini bu film ile duyduğum bir görüntü yönetmeni olsa da ben genel olarak görsel estetiği başarılı buldum. Yine görüntü yönetmeni için de potansiyelini ortaya koyabileceği bir atmosfer oluşturulmadığını düşünüyorum. Zaman zaman ışıklandırmanın doğru kullanılmadığını düşünsem de filmde kullanılan renk paletinin atmosferle uyumlu olduğunu ve görsel anlamda estetiğime uyduğunu söyleyebilirim. Filmin kurgusu ve düzenlemesinde ise eksik bulduğum parçalar oldu. Bazı sahnelerde geçişleri yeterli ve uygun bulurken, bazı sahnelerde kendimi “Bu geçişi bilmeyen birine mi yaptırdılar?” diye düşünmekten alıkoyamadım. Özellikle etkili sahne geçişleri gördükten sonra, sahne değişimlerinde eksiklik olduğunu gördüğümde ekibin çok iyi kurulmadığını, yönetmeninin gerçek potansiyelini hiçe saydığını ve kendini yeteri kadar filme veremediğini düşünmeye başladım. Bir de geçmişe yapılan git gelin senaryoyla senkronizasyonunu kaybettiği sahneler oldu ve bana, sahne senaryoya sonradan eklenmiş hissiyatı verdi. Artık sonlara yaklaştığımızda ise kamera hareketlerinin hızlandığına şahit oluyoruz. Bu kadar yoğun çekim hareketleri, sona hareket katması gerekirken aksine baş döndürücü ve takip edilemez olmuş. Sanırım yeterli bulduğum tek ekip tasarım ekibiydi. Seçilen kıyafetler, setin kullanımı, dekorasyon her şey birbiriyle uyumluydu ve detaya önem verildiğini hissettim. Parçalar sıra sıra birbirini takip etti ve bence genç/yetişkin dönemini çok güzel izleyenlere aktardı. Son kısım olarak da senaryoyu ele almak istiyorum. Bence bir eksikliği yoktu ancak “Amerikan Sineması” oluşunu sonuna kadar hissettirdi.
Challengers filminin senaryosu, tam anlamıyla bir Amerikan sineması örneği. Bana göre Amerikan sineması, genellikle ticari yönüyle ortaya çıkıyor ve bu filmlerden büyük kazanç elde ettikçe her türlü konuyu filme çekmeye başlıyor. Bu tür filmler, toplumu harekete geçirme amacı gütmüyor. Bu nedenle, Challengers’ın tipik bir Amerikan sineması ürünü olduğunu düşünüyorum. Hatta Amerikalıların yemek yeme tarzıyla filmi tüketme tarzlarının aynı olduğunu düşünüyorum: Her ikisinde de oturup, tüketip kalkıyorsunuz. Düşünmeye veya derinlemesine bir şeyler hissetmeye ihtiyaç duymadan sadece orada bulunuyorsunuz. Bu tür filmlerde senaryo asla tıkanmaz, her zaman akar. Ancak, bu akış o kadar hızlıdır ki karakterlerle bağ kurmak zorlaşır. Ben de filmdeki karakterlerle tam olarak bu sebepten bağ kuramadım. Cinselliğe ve çıplaklığa açık olmama rağmen, filmdeki bu unsurların çok ve yersiz olduğunu düşündüm. Senaryoyu kapsayan olay örgüsü dışında, bu unsurlar senaryodan bağımsız olarak zihnimizi fazlasıyla dolduruyor. Filmi izlerken, senaryo hakkında bir kere bile düşünememiş olmaktan rahatsızlık duydum. Kısacası, bu film fast food gibi tüketilmek için yapılmış. Seyirciyi müşteri, filmi ise bir ürün olarak gösteriyor: Otur, tüket ve kalk. Filmlerin bu şekilde tüketilmesinden hoşnut olmadığım için, Challengers benim tercih edeceğim bir yapım değil. Ancak, Amerikan sinemasını seviyorsanız ve yoğun bir günün ardından senaryoyu düşünmeden film izlemek istiyorsanız, bu film listeniz için ideal olabilir.
Sevgiyle kalın, Yedinci Sanat.
6 notes · View notes
yedinciisanat · 1 month
Text
Sinematik Düşünce: TransSiberian/ Sibirya Ekspresi
Tumblr media
Transsiberian 2008 yılında, yönetmen Brad Anderson tarafından perdelere kazandırılmış bir film. Brad Anderson 2004 yılında “El Maqunistia” (The Machinist/ Makinist) filmiyle ünlenmiştir. Yönetmen Brad Anderson filmlerine çok hâkim olduğum bir yönetmen değil, ancak izlediğim ve yansıtılan kadarıyla temalarında karakter odaklı olmayı seven bir yönetmen. Karakterlerin iç dünyalarına inmeyi, karışık insan ilişkilerini, gizem ve gerilim ile beraber izleyicilerine sunmayı seviyor. Filmlerinin atmosferi izlediğim kadarıyla temaya çok uygun, bizleri de atmosfere tutup götüren ve karakterle aynı bunalıma sokan atmosferler. Filmin atmosferi hedeflendiği gibi yansıtılırsa, bizi karakterlerin iç dünyasına çeker. Çoğunlukla karakter ile yaptığımız empati sonucu kendimizden parçalar bulur ve karakteri daha iyi anlarız. Transsiberian filmi neo-noir tarzı psikolojik gerilim filmidir. Noir, genellikle siyah beyaz olarak çekilmiş karanlık atmosferli, kentsel ortamda geçen suç ve gerilim ögelerini barındıran filmleri tanımlar. Neo-noir ise, bu ögeleri günümüz sinemasına taşıyarak yeniden yorumlar. Neo-noir genellikle renkli olarak çekilir ve noir tarzını, temalarını günümüz izleyicisine uyarlar.
Film eleştirime gelecek olursak, bu eleştirinin benim fikirlerime dayandığını belirterek başlamak isterim.
Film için çok başarılı bir ekip toplandığını düşünüyorum. Yönetmenin işini severek yaptığı ve işine saygı duyduğu, verdiği özenden belli oluyor. Ben, görüntü yönetmeni Xavi Giménezi de çok başarılı buldum. Kendisi “El Maqunistia”nın görüntü yönetmenliğini de üstlenmişti ve iki filmde de o atmosferi çok iyi yansıtmış. Transsiberian film atmosferini oluştururken, renk paleti, ışıklandırma gibi hususlar ile beraber görsel estetiğini de ortaya koymuş ve bunun atmosferik bir ortam yakalamak için bu kadar önemli olacağını düşünemezdim. Yaratılan atmosfer filme bambaşka bir göz, bir nefes katmış. Filmin kurgusu ve düzenlenmesini de çok başarılı buldum. O döneme göre, gayet başarılı geçişler yapılmış. Flashbacklere de yeteri kadar zaman verildiğini düşünüyorum. Tasarım konusunda ise, bence ekip harikalar yaratmış, görsel olarak çok iyi planlanmış, dekorasyon, seçilen kıyafetler, yapılan makyajlar, her şey o kadar uymuş ki adeta yapboz parçaları gibi detaylardan bütüne birbirlerini tamamlamışlar. Özellikle ”Abby” karakterine yapılan plastik makyaj bence zamansız bir makyaj olmuş, sadece o dönemlerin iyisi olmakla kalmayıp, bana göre günümüzde bile iyi bir makyaj olarak nitelendirilebilir konumda, ben buna inanıyorum. Filme ayrılan bütçenin yeterli olup olmadığını bilmiyorum. Yine de bütçenin dışında harikalar yaratıldığı çok belli, her bir sahnesi karakterler ile yürümemi sağlarken, görsel olarak da tam göz estetiğime uydu. Ancak bu kadar güzelliğin arasında her zaman bir zayıf nokta vardır değil mi? Bana göre zayıf nokta senaryo.
Filmin beni yönlendirmeye çalıştığını çok net bir şekilde anladım ve izlerken “yersiz” yönlendirmeler olduğunu düşündüm. Senarist bu yönlendirmelere gideceğimizi düşünerek, bizi yanıltmak adına farklı bir yol izliyor ancak o farklı yol da bana “Bu sahnede tam olarak ne gerçekleşti?” hissiyatı verdi. Bana göre senaryo eksik kalmıştı ve diğer her şey bu kadar güçlüyken senaryonun eksikliği beni hayal kırıklığına uğrattı. Her sahnede, senaryonun, oyuncuların sırtına yük olduğunu düşünmeye ve hissetmeye başladım. Çıkmaza girdikleri noktada “Ama biz Amerikanız?” repliği sanki yangına su götürülmüş gibi hissettirdi. Ateşi söndürmek adına verilen uğraş daha da körüklüyordu. Kısacası bazı sahneler benim için abartılı ve tahmin edilebilir kaldı. Öne çıkan çekim planları, kusursuz tasarımlar ve iç tasarımın harika kullanılması filmi çok ileri taşımış, ancak senaryonun zayıflığı, filmi mükemmellikten uzaklaştırmış. Senaryonun güçlü olmasına önem veriyorsanız, bence izleme listenizde ilk tercihiniz olacak bir film değil. Ancak gerilim sevenler için yakalanan atmosfer ilgi çekici bir seçenek olabilir.
Sizin görüşlerinizin ve fikirlerinizin benim için değerli olduğunu belirtmek isterim. İlginiz ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın, Yedinci Sanat.
2 notes · View notes
yedinciisanat · 1 month
Text
Sinematik Düşünce
Merhaba Dostlarım,
Bugün sizlerden gelen film önerilerini değerlendireceğim "Sinematik Düşünce" yazı köşeme hoş geldiniz! Sinema dünyası bir okyanus gibi ve içerisinde çeşit çeşit canlı ve cansız varlıklar barındırıyor. Bu okyanus herkes için aynı heyecanı yaratmasa da, biz bu köşede birlikte aynı heyecanı paylaşacağız. Bu köşede yeni filmler keşfetmek ve sizlerden gelen önerileri incelemek istiyorum. Sizden gelen önerileri sıraya koyarak izleyip, her izlediğim filmden sonra eleştirilerimi sizlerle paylaşacağım. İzlediğim filmleri farklı bir gözle izlemek ve sizinle yeni filmler keşfetmek benim için heyecan verici bir deneyim olacak.
Önerilerinizi bekliyorum! Sizce "Sinematik Düşünce" köşemize hangi film uygun? Sizden gelen her öneri, bu köşede değerlendirilecek ve diğer dostlarımıza ilham olacak.
Ayrıca, hangi yönetmenin eserleri sizi sinema dünyasına daha fazla çekiyor?
6 notes · View notes
yedinciisanat · 1 month
Text
Yedinci Sanata Hoş Geldiniz!
Merhaba Dostlarım,
Bugün burada, heyecan verici bir yolculuğun başında berberiz. Benim için büyük bir tutku olan sinema ve görsel sanatları keşfedebilmeniz için bu blogu açtım. Bu blog benim dünyama hoş geldiniz demekle kalmayıp, sizlerle bu tutkuyu paylaşabilmem için bir araç olacak.
Yedinci Sanat Blogunun amacı sizlere çektiğim fotoğrafları aktarmak, amatör film yorumlarımı paylaşmak ve kendimce sinema, fotoğraf makineleriyle ilgili bilgilerimi paylaşmak. Bu yolda sizin de önerilerinizle ilerlemek istiyorum. Bazen çekeceğim fotoğraf için bir tema isteyeceğim sizlerden, bazen yorumlayacağım film için öneri isteyeceğim, bazen de görsel sanatlara dair bilmek istediğiniz konular ya da bildiğiniz konular hakkında yorumlarım olacak. Burada ben sizin istediğiniz sanatı size sunmaya çalışacağım ve bunu yaparken büyük keyif duyacağım. Umarım siz de bloğumu takip ederken büyük keyif duyarsınız.
Hayatımı renklendiren, etkileyen ve beni, çoğu zaman düşündüren sanatın sizlerin de hayatına doluş hızına şahit olacağız. Fotoğraf karelerimdeki derin duyguları hissedecek, onları kucaklayacak ve objektifimin önündeki hayatın derinliğine inerek gözle gördüğümüz gerçeği gönlümüzle görmediğimiz sırlara anlamlar yükleyeceğiz.
Her birinizin benimle bu yolculukta sadece el ele değil, gönül gönüle yürüyecek olması bana sonsuz minnet ve mutluluk veriyor. Burada birbirimize yabancı olmayacağız çünkü aslında hepimiz aynı yolun yolcusuyuz, birer sanat sever, yeniliğe açık, fikirlere açık, her an bir şey keşfetmeye meyilli birer maceracılarız. Bu yolda, deneyimlerimizi, duygularımızı ve fikirlerimizi iğnelemeden, aslına uygun üslubunca paylaşacağız.
Birlikte sanatın büyülü dünyasında zihnimizi boşaltırken, aynı zamanda benimle bu yolculuğa katıldığınız için de sonsuz minnettarım. Önerilerinizi, keşif ve paylaşımlarım için bekliyorum.
Sevgiyle kalın, Yedinci Sanat.
2 notes · View notes