Tumgik
yeterinceiyilesmistim · 8 months
Text
Doğu'ya insanoğlunun attığı adımların izini sürüp tarihi kavramak, sanat ve edebiyat eserlerini incelemek için gideriz; Batı'ya ise girişim ve serüven ruhuyla atılır, yüzümüzü geleceğe döneriz.
3 notes · View notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
12 Mart'ta İstiklal Marşı kabul edildi. Mehmet Akif İstiklal Marşını mehter müziğine göre kaleme almıştı ve uzun bir metinden oluşmuyordu. Mecliste okunduğunda alkışlarla karşılandı. Akif'in İstanbul'dan Ankara'ya kadar her gittiği yerde Ankara hükümetinin desteklenmesi yolunda vaazlar ve hutbeler okuyarak gelmesi Mustafa Kemal'i fazlası ile memnun etmişti. Müslüman bir şairdi ve Ankara'yı destekliyordu. İstanbul'a karşı böyle dostlara ihtiyacı vardı. Mustafa Kemal'in bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de, Kur'anı Kerimi Mustafa Kemal'in ilkelerine, duygu ve düşüncelerine ve icraatlarına göre yorumlayarak tercüme edecek kabul edilebilir bir din bilgini idi. Bu konuda Akif'ten yararlanabileceğini ümid etti ve Mehmet Akife Kur'anı Kerimi tercüme etme görevi verdi. Ne var ki Akifin heyecanla başladığı bu iş yarıda kalacaktı. Çünki Akif'in yorumları bir çok yerde Mustafa Kemal'in beklentilerine cevap vermiyordu ve Mustafa Kemal açıkça bu beklentilerini ifade ederek bu yönde bir tercüme getirmesini istiyordu. Akif kendinden istenileni geç farketti. Çaresizdi. Bir bahanesini bulup Mısır'a gitti ve orada da Şeyhülislam Mustafa Sabri ile karşılaşarak Ankara Hükümetini teşkil eden zevat hakkında ilginç hatıralar dinledi. Çanakkale savaşını destanlaştıran şairin dünyası başına yıkılmıştı. Artık Bülbüllerle konuşmaya başladı. Tekrar Türkiye'ye döndüğünde yalnız bir adamdı. Öldüğünde bir İstiklal Marşı'nın şairi değildi sanki. Ve onun yazdığı marşa avrupai bir beste uygun görülmüştü. Özü ile müslümanca duygularla dolu, şekil olarak batı müziğinin unsurlarını taşıyan yeni bir armoni sözkonusu idi. Sanırım biz o idik. Bizim bu günki durumumuzu ifade ediyordu marşımız.
5 notes · View notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
Ankara hükümeti ilk kez kendi adına, kendi arasından çıkan bir komutanla doğrudan cephede düşmanla boy ölçüşüyordu. İnönü savaşları olarak bilinen bu savaşa ilişkin çok farklı iddialar ve rivayetler sözkonusudur. Bu konuda Times 7 Şubatta (1921), konu ile ilgili olarak şu haberi veriyordu: "Bolşevik dostları tarafından akıl verilen Kemal hiçte zafer olmayan (İnönü zaferi) bir durumdan bir propoganda zaferi imal etti." Ankara acil ve mutlak bir zafere ihtiyaç duyuyordu. Etkinliğini ve gücünü kanıtlaması için buna muhtaçtı. Sonunda cephede olmasa da masabaşında mesajlara geçen, kutlanan bir zafer kazanıldı.
Mustafa Kemal bu aşamada milli bir savaşa hazırlanıldığı için halka ağır vergiler koydu. Zirai ürünlere, mallara, taşıma araçlarına büyük ölçüde vergi getirildi. Bu şekilde Ankara Hükümeti kararları için bir finans kaynağı da oluşturmuş oluyordu. Konunun bir diğer önemli yanı ise, ilk kez halk Ankara hükümetine vergi ödemek sureti ile yeni Hükümetin meşruiyetini tanımış oluyordu. Zaten daha önce de Osmanlı maliye kaynakları kullanılmakta idi. Ancak Ankara hükümeti aldığı bu kararla, kendine ait bir bütçe oluşturma yolunda ilk önemli adımını atmış oluyordu.
3 notes · View notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
26 Ağustos'ta da, Enver Paşa Moskova'dan Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. Ankara ile Enver Paşa arasında yoğun bir mektup trafiği başlayacak ve Mustafa Kemal Enver Paşa'ya karşı bölgedeki arkadaşlarını uyaracaktır. Özellikle Cemal Paşa'yı Enver Paşa'yı durdurmak için kullanmayı deneyen Mustafa Kemal bunda başarılı olacaktır. Enver Paşa ve Kazım Karabekir, en başından beri Kurtuluş hareketinde insiyatifi ele geçirmek isteyen isimlerdi ve henüz Mustafa Kemal bu konuda hiç bir somut karar almamışken, bu kişiler kendi planlarını uygulamaya koyulmuşlardı bile. Ancak Ankara hükümetinin ortaya çıkması ile birlikte, özellikle Enver Paşa bütün ümidlerini kaybetmiş olmanın tedirginliğini yaşıyor, İstanbul Hükumeti üzerindeki baskılarına benzer bir baskı oluşturarak İttihat ve Terakki içindeki arkadaşları eli ile Ankara'da yönetimi ele geçirecek bir plan hazırlığı içinde bulunuyordu.
Kazım Karabekir Paşa ise, önce Mustafa Kemal'e yardımcı olur gibi gözükmesine karşın, sessiz bir şekilde Ankara'da muhalefet hareketini örgütleme hazırlığı içinde gözüküyordu. Mustafa Kemal başlangıçta Kazım Karabekiri karşısına alarak onunla çatışmaya girmedi ve aksine hemen hemen tüm önemli kararlarında Kazım Paşa'ya bilgi vermek ve akıl danışmak siyasetini izledi. Mustafa Kemal Lozan Konferansı'ndan sonra Kazım Karabekirden de kurtulmak isteyecektir. CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) na karşı Serbest Fırka'yı kuran Kazım Paşa, ilk kez Mustafa Kemal'le karşı karşıya gelecek ve İzmir Suikastı olayından sonra ise partisi kapatılarak köşeye sıkıştırılacaktır.
Mustafa Kemal ise Kurtuluş Savaşı'nın ardından bütün gücü ile iç isyanlara ve Ankara hükümetine yönelik eleştiri odaklarına yönelecek ve onları ezdikten sonra da İttihat ve Terakki artıklarınin tasfiyesine öncelik verecektir.
1 note · View note
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
Sevr'in hükümleri, yeni Ankara hükümetinin ülkeyi hangi noktada bulup nereye yükselttiğini gösteren bir kıyas imkanı olarak her zaman işe yaramıştır. Ve bu gerçek Mustafa Kemal'in ve Ankara hükümetinin önemini ve rolünü göstermek açısından önemli bir imkan ve fırsat oluşturmuştur.
0 notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
Yaşar Aksoy bir yazısında bu konuda şu görüşleri ileri sürüyor. "Türk ulusal kurtuluş savaşı yurtsever ilericilerle, yurtsever tutucuların bir hassas koalisyonu sonucunda başarıya ulaştırılmıştır. Kemalistler, eski ittihatçılar, TBMM içinde ikinci grub diye adlandırılan tutucular, saltanata bağlı olanlar, din adına döğüşenler ve çeteciler düşmana karşı omuz omuza savaşmışlardır. Dış düşmanın varlığı birleştirici bir unsurdur. Mücadele edenler arasındaki fikir ayrılıklarını erteleyici niteliktedir. Evet, Türkler, Kürtler, Araplar, Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar hemen herkes Milli mücadelede Anadolu'nun kurtarılmasında yerini aldı. Dolayısı ile Kurtuluş Savaşı tek başına Ankara hükümetinin eseri değildir. Kurtuluş savaşı bir bütündür ve kişilerle kaim değildir. Kişiler bu savaşın bir parçası olarak varolmuşlardır. Herkesin hesabı farklı idi. Herkesin kendi mücadelesini adadığı bir şey vardı. O işin ayrı yanı. Ama Milli Mücadele kesin olarak çoğulcu bir halk hareketi idi. Birinci Mecliste de Bu çoğulculuk kendini bir ölçüde ifade ediyordu. Mesela, Maraş ve Gaziantep kurtuluş hareketi hangi kanadın ve hangi liderin önderliğinde gerçekleştirilmiştir. Bunun açık bir cevabı yoktur. Daha doğrusu bu halktır!
0 notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
Ankara'da toplanan meclis yeni bir devletin kuruluş habercisi görünümünde değildi. Herşey hala Osmanlı idi. Para, pul, rütbe, yasalar! Osmanlı valileri, paşaları, hakimleri, subayları, onların kavramları ve kurumları görevlerinin başında idi. Hatta yeni Meclis bile, İstanbul'dan kaçan mebuslardan oluşmuştu. "Yoktan varedilen bir devlet" yoktu. Belki sadece etiket değişmişti. Hatta yeni Meclisin Mustafa Kemal'e ilk anda devrettiği ve daha sonra devredeceği yetkiler ve ünvanlar, herhangi bir ülkenin kralından şahından, padişahından daha az değildi. Giderek ona "kurucu, önder, muallim, varlık sebebi, kurtuluş vesilesi" gibi ünvanlar verdiler. Bu ünvanlar onu giderek tek adam yapmaya yetti.
Mustafa Kemal güçlü idi artık. Devlet ve iktidar onda idi. Uluslararası kamuoyu onun barışçı kişiliğine ve yeni Türk devletine vereceği yeni veçheye güveniyordu. Müslümanlar güveniyordu Hilafeti kurtaracak adam diye, herkes güveniyordu. Kendi aleyhinde bir takım olumsuz dedikoduların yayılmasını önlemek açısından 25 Nisan'da Millet Meclisi üyelerine hitap eden Mustafa Kemal "İngiliz casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalanlara kanmayın" diyordu.
Aynı gün İsmet İnönü, geçici icra encümeni içinde Albay rütbesi ve genelkurmay başkanlığı unvanı ile görev aldı. Fevzi Paşa atlanmıştı. Mustafa Kemal daha sonra, halkın gözünde dinine bağlı iyi bir Osmanlı Paşası imajı veren Fevzi Paşayı yanından hiç ayırmayacak ve onun dinci kişiliğinden büyük ölçüde yararlanacaktır. Fevzi Paşa'nın şahsında bir kısım müslümanlar ve ordu Mustafa Kemal'e duydukları güveni tazeleyeceklerdir. Fevzi Paşanın Mustafa Kemal'e sadık konumu sayesinde Kazım Karabekir Paşa gailesinden de kurtulunmuş olacaktır. Fevzi Paşa hiç bir zaman Kazım Paşaya umduğu cevabı vermeyecek ve Mustafa Kemal'i tercih edecektir
0 notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
11 Mart'ta da kendisine Fransız hükümeti tarafından şövalye rütbesinde "Legion d'honneur" nişanı verilecektir. Fransızların bu nişan için henüz yarbaylığa yeni yükselmiş bir askeri ateşeyi seçmesi Mustafa Kemal'in o zamanlarda nasıl bir üne sahip olduğunu gösteren bir işarettir. Mustafa Kemal Fransız nişanı ile taltif edildikten tam 12 ay 12 gün sonra Bulgar hükümeti tarafından Sen Aleksandr nişanı ve komandör rütbesi ile taltif edilecektir. 21 Temmuz 1913 de Bulgarları Edirneden çıkartan Bolayır kolordusunda görevli olan Mustafa Kemal yaklaşık 2 yıl sonra Bulgar nişanı ile taltif ediliyordu. Mustafa Kemal bir çok ülkeden bir çok takdir nişanları almıştır. Bunların en önemli ve sonuncularından biri de İngiliz dizbağı nişanıdır. Bu nişanı kabul edip etme- mesi konusu ölümünden önce İnönü ile aralarının açılmasına sebeb olmuştur. Mustafa Kemal son olarak, İngilizler'in de takdirlerini kazanarak bu İngiltere'nin en büyük nişanını almayı hak etmişti.
0 notes
yeterinceiyilesmistim · 10 months
Text
Mustafa Kemal'in 1908-11 arası dört yılda 13 kez görev yerinin değiştiğini görüyoruz. 13 Eylül 1911 de geçici olarak Trablusgarb Tümeni Kurmay başkanlığına atanacaktır. Aynı yıl Kasım ayında İstanbulda Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulacak ve Mustafa Kemal de binbaşılığa yükseltilecektir. Bu kadar sık görev değiştirmesi, komitacılığı ile ilgili olarak kendisine duyulan kuşkudan da kaynaklanmakta idi. Bu kadar sık görev değiştirmesi, ona bir ün sağlamakla birlikte, hemen hemen hiç bir alanda kâmil bir başarı elde etmesine de fırsat vermemekte idi. Bir yanı ile de, Mustafa Kemal bu kadar sık görev değişikliğini bu konudaki başarısı için bir mazeret olarak kullanabilmekte, kazandığı çevre dolayısı ile de belli bir prestij kazanmakta idi.
0 notes
Text
"Adam geçen gün bize yirminci yüzyılda yaşanan iki büyük felaketin komünizm ve antikomünizm olduğunu söylüyordu."
Tarihçi yeni bir öngörüde bulundu: "Yirmi birinci yüzyılın iki büyük musibeti de radikal İslamcılık ve radikal İslamcılık karşıtlığı olacak. Seçkin gelecekbilimcimiz kusura bakmasın ama, bu durum gerileme içine girecek bir yüzyıl vaat ediyor."
6 notes · View notes
Text
Altın buzağının hâkimiyetindeki bir dünyada, öncelikler içinde birinci sıranın Tanrı'yı sınır dışı etmeye verilmesi gerektiğinden emin değilim. Savaşılması gereken altın buzağıdır, hem demokrasiye hem de tüm insani değerlere yönelik en büyük tehdit odur. Komünizm insanları eşitlik adına köleleştirmişti, kapitalizm de ekonomik özgürlük adına köleleştiriyor. Dün olduğu gibi bugün de Tanrı mağluplar için bir sığınak, başvurulacak son mercidir. Ne adına onları bundan mahrum etmek istiyorsun? Yerine ne koyacaksın?
2 notes · View notes
Text
Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir -koca koca laflar etmeye meraklı siyasetçiler ne derse desin. "Ülken senin için ne yapabilir diye sorma, sen ülken için ne yapabilirsin, onu düşün." Milyardersen, üstelik kırk üç yaşında ABD başkanı seçilmişsen bunu söylemek kolay! Ama ülkende ne çalışabiliyor, ne tedavi olabiliyor, ne barınabiliyor, ne eğitim alabiliyor, ne özgürce oy kullanabiliyor, ne görüşlerini ifade edebiliyor, ne de sokaklarda dilediğin gibi dolaşabiliyorsan, John F. Kennedy'nin bu meşhur sözü kaç para eder ki? Beş para etmez!
Önce ülken sana karşı belli taahhütleri yerine getirecek. Orada tüm haklara sahip bir yurttaş olarak görüleceksin, baskıya, ayrımcılığa, hak etmediğin mahrumiyetlere maruz kalmayacaksın. Ülken ve yöneticileri sana bunları sağlamak zorunda, yoksa sen de onlara hiçbir şey borçlu olmazsın. Ne toprağa bağlılık, ne bayrağa saygı. Başın dik yaşayabildiğin ülkeye her şeyini verirsin, her şeyi, hatta hayatını bile feda edersin; ama başın yerde ya-şamak zorunda kaldığın ülkeye hiçbir şey vermezsin. İster doğduğun ülke, ister seni kabul eden ülke söz konusu ol- sun. Yüce gönüllülük yüce gönüllülüğü, umursamazlık umursamazlığı ve aşağılama da aşağılamayı doğurur. Özgür varlıkların anayasası böyledir ve ben de başka bir anayasa tanımıyorum.
3 notes · View notes
Text
Ekim 71'di, onun evinin taraçasındaydık. Gündüz denizin, gece de şehir işıklarının seyredilebildiği çok büyük bir taraçaydı. O akşamki bakışlarını hâlâ hatırlıyorum: Kamaşmış, doygun gözler. Bu ev onundu, ondan önce babasına, dedesine, büyük dedesine, hatta yapımı 18. yüzyıl başına uzandığına göre, daha önceki atalarına ait olmuştu.
Benim ailemin de eskiden Cebel'de güzel bir evi vardı. Ama bizimkiler için orası bir yuva ve mimari bir bildirgeydi. Onun ailesi içinse, bir vatan söz konusuydu. Murad orada her zaman, bir ülkenin kendilerine ait olduğunu bilen insanlarınkini andıran bir tür bütünlük duygusu içinde yaşamıştı..
Bense, on üç yaşımdan beri, her yerde kendimi bir konuk gibi hissetmiştim. Çoğunlukla kucaklanarak karşılanan, bazen sadece hoş görülen bir konuk; ama hiçbir yerde yüzde yüz hak sahibi bir sakin gibi görememiştim kendimi. Kimseye benzemez, çevreye uyumsuz -ismim, bakışım, hal ve davranışlarım, aksanım, gerçek veya varsayımsal aidiyetlerim. İflah olmaz derecede yabancı. Hem doğduğum toprakta hem de daha sonra sürgünde.
0 notes
Text
-Şu da var ki, hiç kimse bir şeyden-kitaplar da giriyor bunun içine- zaten bildiğinden çoğunu çıkarıp alamaz. Bir şey bize yaşantı yoluyla açık değilse onu duyacak kulak da yoktur bizde. Aşırı bir örnek verelim: Bir kitap düşünün ki, baştanbaşa yeni yaşantılardan söz açıyor, sık sık olsun, seyrek olsun, fırsatı çıkmayacak yaşantılardan, -bir dizi yepyeni yaşantı için yepyeni bir dildir; bu durumda kimse bir şey duyamaz; şu işitme yanılgısı da birlikte gelir: Bir şey duyulmayan yerde, bir şey yoktur da...
0 notes
Text
«Tanrı», «ruhun ölmezliği», «kurtuluş», «öte dünya», daha çocukken bile ne dikkatimi, ne de vaktimi verdiğim kavramlar hepsi, -belki de bunlar için yeterince çocuksu olmadım hiç? Benim için bir sonuç değildir tanrısızlık, hele olay hiç değildir; içgüdümden gelir düpedüz. Biraz çokca meraklıyım ben, sorunlarla doluyum, kendimi beğenmişim: Üstünkörü bir cevapla yetinemem. Tanrı ise, biz düşünürlere karşı üstünkörü bir cevap, bir kabalıktır, - aslına bakarsanız, üstünkörü bir yasaktan başka bir şey değildir bizlere: Düşünmeyeceksiniz!...
0 notes
Text
Kızıl Göz son karısını o kış döve döve öldürdü. Onu çok ilkel bir yaratık, bir atavik olarak nitelemiştim, ama o daha da beterdi, çünkü daha ilkel hayvanların bile erkekleri eşlerine kötü davranmaz ve öldürmezlerdi. Bu durumda Kızıl Göz'ü, korkunç geriliğine rağmen gelecekteki insanın habercisi olarak görüyorum, çünkü yalnızca insan türünün erkekleri eşlerini öldürür.
0 notes
Text
19. yüzyılda Doğu Akdeniz'in en önemli liman kenti haline gelen İzmir'in nüfusunda önemli bir artış gözlendi. Osmanlı Devleti'nin İstanbul'dan sonra en kalabalık ve en kozmopolit şehri olan İzmir'in nüfusunu kente ticaret yapmak üzere yerleşmiş Avrupalıların yanı sıra kentin eski sakinleri olan Levantenler, Rumlar, Ermeniler, Museviler ve Müslümanlar oluşturuyordu.
0 notes