Note
Bu yeni yazdıklarınız daha sıkıcı ama merak uyandırıcı diill
Sana göre öyle olabilir ama çoğunluk memnun çok iyi geri dönüşler alıyorum
8 notes
·
View notes
Text
“Ne iş yapıyorsun?
Ne zaman bir insanla tanışsam, daha cümle bitmeden geliyor o soru: “Ne iş yapıyorsun?” Öyle sıcak bir meraktan değil… Bir tür tartı sanki. Kiminle konuştuğunu ölçen, biçen, sınıflandıran bir sistem.
Ben bu ülkenin en büyük ayrımcılığının ne ten rengine, ne dile, ne dine yapıldığını fark ettim. Bu ülkenin asıl ayrımı… ekonomik. Görünmez bir duvar örmüşüz birbirimize: Zengin ve diğerleri. O duvar öyle şeffaf ki, çarptığında anlıyorsun varlığını. Bir kıyafete bakışla, bir semt adıyla, bir telefon modeliyle. Ve elbette: “Ne iş yaptığınla.”
Seninle konuşmaya değer mi, ona göre karar veriyorlar. Çünkü burada insan önce “geliriyle” ölçülür. Sonra da “değeriyle.” Ama o değer, kalple değil, cüzdanla hesaplanır.
Bir flört başlar mesela... Seni değil, hayat standardını sever. Bir arkadaşlık doğar... Seninle bir yerlere gidip gidilemeyeceği tartılır önce. Bir iş görüşmesi bile değil bu; bu, bir hayat görüşmesi.
Kimse senin neler yaşadığını, nasıl bir karaktere sahip olduğunu, ne hayaller kurduğunu sormaz. Kimse demez ki “ne tür bir insansın sen?” Herkes sadece şu sorunun peşinde: “Sen bana fayda sağlar mısın?”
Bu sistemin adı konmamış bir kast sistemi. Burası Hindistan değil ama, sen hangi “iş sınıfındansın?” diye bakılıyor yüzüne. Ve eğer sen; bir esnafsan, bir kuryeysen, bir memursan, veya işsizsen — gözler küçülüyor, ses tonu değişiyor, mesafe artıyor.
Ama eğer sen; bir yazılımcıysan, bir doktor, bir mühendis, bir CEO adayıysan — o zaman kıymetli oluyorsun, daha konuşmadan bile.
Oysa ben sadece insanım. Bir meslek değilim. Sınıfım yok, sektörüm yok, departmanım yok. Yüzüm var, gözüm var, kalbim var, vicdanım var. Ama onlar bunlara bakmazlar. Çünkü CV’siz duygu, hikâyesiz beden gibidir bu topraklarda.
Ve sonra susuyorsun... Cümlelerini geri yutuyorsun… İçinden diyorsun ki: “Beni tanımak istemiyorlar. Sadece işimi bilip, ona göre yakın ya da uzak durmak istiyorlar.” Ve bu seni yaralıyor. Görünmeden yaşamak gibi… Dinlenmeden konuşmak gibi… Değerlendirilmeden yaş almak gibi…
Ama biliyor musun? Ben her şeye rağmen kendimle gurur duyuyorum. Çünkü ben hayatı kazançla değil, insanlıkla yaşıyorum. Ben birilerine kazandırmadım belki, ama kendimi kaybetmedim. Ben yükselmedim ama çürümek nedir bilmedim.
Bu dünyada işimle değil, duruşumla yer edinmek istiyorum. Ve bir gün biri bana “ne iş yapıyorsun?” diye sorduğunda… Belki şöyle cevap vereceğim:
“İnsan gibi yaşamaya çalışıyorum. Ve bu işin patronu yok, maaşı yok… Ama onuru çok.”
47 notes
·
View notes
Text
Sorun Şarkılarda mı, Filmlerde mi?
Ben artık dizi izleyemiyorum.
Ciddi söylüyorum, midem bulanıyor.
Hepsi aynı.
Zengin oğlan, fakir kız.
Ya da tersi.
Sanki başka hayat yokmuş gibi.
Sanki başka hikâye anlatılmaya değmezmiş gibi.
Ve hep bir aldatma.
Başroldekiler asla sıradan insanlar değil.
Ya metres oluyorlar, ya eşini aldatıyorlar,
Ya da kocasının sevgilisiyle savaşıyorlar.
Kadınlar sürekli ya ağlıyor, ya soyunuyor.
Kameralar hep aynı yerde: kalçada, göğüste, dudakta.
Senaryo desen zaten “kim kiminle yattı”dan ibaret.
İzleyici neye alıştırılıyor sanıyorsun?
Ama sonra ne oluyor?
Bir rapçi çıkıp "kadını şöyle böyle" deyince
Ortam yangın yerine dönüyor.
“Kadınlar seks objesi gibi gösteriliyor!”
Evet gösteriliyor.
Ama neden sadece şarkılara yükleniyorsunuz?
Filmler daha ne yapsın?
Kadını reklam malzemesi yapmışlar,
Evlilik dışı ilişkiyi prim yapar hale getirmişler.
Ve biz hâlâ bu dizileri izleyip,
“yaşanmış gerçek olaylardan esinlenmiştir” diye yutuyoruz.
Şunu söyleyeyim:
Asıl problem şarkılar değil, o şarkıların beslendiği bataklık.
Toplumun seksle tıkıştırılmış kafası.
Kadını “kullanılan” yapınca erkek “kazanan” oluyor.
Kadını yatağa atan erkek, arkadaş grubunda puan topluyor.
Seks başarıya eşdeğer hale gelmiş.
Ve en kötüsü, bunu izleyen herkes susuyor.
Herkes “sanat” diyor.
Ama dönüp bir şarkı sözüne kafayı takıyorlar.
Şimdi buradan soruyorum:
O şarkıyı yazan çocuk dizide büyüdü, reklamla beslendi.
Onun zihnini şekillendiren o senaristlerdi, o reytinglerdi.
Peki o dizilere neden laf etmiyorsun?
Çünkü diziler süslü.
Çünkü başroldeki oyuncu yakışıklı ya da güzel.
Çünkü bir tarafı "duygusal" gibi gösteriyorlar,
ama asıl sattıkları şey sadece ten.
Ve biz hâlâ bu düzeni izliyoruz.
Beğeniyoruz.
Paylaşıyoruz.
Sonra da kalkıp müzikteki “kadın düşmanlığı”na ses çıkarıyoruz.
Yok dostum.
Şarkılara gelene kadar…
O sahte dram dizilerine,
Ahlakçılığın arkasına saklanmış yozlaşmış filmlere
Bir bakmak gerek önce.
Taş atacaksan, ilk oradan başla.
49 notes
·
View notes
Text
Kendi Yalanında Boğulanlar
Bazen birileri gelir. Sana, hayatına, kararlarına, hayallerine karışır. Sana doğruyu öğretmeye çalışır... Ama o doğrunun gerçekten "doğru" olduğuna hiç emin misin?
Hayır. Çünkü o, sadece kendi kafasında bir hikâye yazmıştır. Bir masal anlatır sana. Ve bu masala önce kendisi inanır. Öyle kördür ki, kendi kurduğu yalan dünyayı gerçeğin ta kendisi sanır. Öyle cahildir ki, kendi hayalini mutlak bilgi gibi savunur. Ve senin hayatına bu sahte gerçeği dayatır.
Acıyorum onlara. Gerçekten acıyorum. Çünkü kendi hayatlarında o kadar çok boşluk var ki... Kendi hayatlarında o kadar büyük bir eksiklik var ki... Başkasının hayatına tutunarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Başkasının hikâyesini bozarak kendi eksiklerini örtüyorlar. Ve ne yazık ki, bir yalandan inşa ettikleri dünyayı gerçekmiş gibi yaşamaya devam ediyorlar.
Benim için gerçek açık: Sen kendi hayatında mutlu değilsen, başkasının hayatına doğruyu öğretemezsin. Sen kendi hayatında yüzleşemediğin acıların varsa, başkasının hayatına adalet getiremezsin. Sen kendi kurduğun hayalin içinde kaybolmuşsan, başkasının yoluna ışık tutamazsın. Kendini akıllı sanmak, gerçekten akıllı olmak değildir. Kendi söylediklerine inanmak, onları doğru yapmaz. Gerçek, senin korkularına göre şekil değiştirmez. Gerçek, senin eksik cesaretine boyun eğmez.
O yüzden susuyorum artık. O yüzden sadece uzaktan bakıyorum. Çünkü bazı insanlar kendi yalanlarında boğulmayı seçiyor. Ve ben, kimsenin yalanıyla boğulacak kadar küçük değilim. Ben kendi gerçeklerimi yaşıyorum. Kendi hayatımı. Kendi doğrularımı.
Kendi kafasında bir dünya kurup, başkalarının hayatına müdahele edenlere ise sadece üzülüyorum. Çünkü onlar bilmiyorlar... Gerçek, ne söyledikleri... Ne inandıkları... Ne de hayal ettikleri şey değildir. Gerçek, ancak kendi içindeki aynaya bakabilenlerin hakkıdır.
Ve bir gün... O aynaya bakacaklar. Kaçtıkları her şeyle yüz yüze gelecekler. Ama o gün geldiğinde, artık hiç kimsenin onları dinleyecek zamanı kalmayacak.
44 notes
·
View notes
Text
Kadınların Nasıl Doğuracağını Değil, Nasıl Hayatta Kalacağını Konuşalım
Ben bir erkeğim. Ve bu ülkede kadınların nasıl doğuracağı üzerine konuşan erkeklerden biri değilim. Çünkü önce şunu soruyorum kendime: O kadın… O doğum anına kadar yaşayabilecek mi?
Gece eve dönerken ayak seslerini kısan, Metrobüste arkasına yaslanamayan, Evinde bile “bugün sıra bende mi?” diye düşünen kadınların ülkesindeyiz.
Ve biz hâlâ doğumu konuşuyoruz? Yok efendim doğal olsunmuş… Sezaryen çokmuş… Ne kadar da “konforlu” bir yerden konuşuyorsun!
Konforun olduğu yerde adalet yok bu ülkede. Kadınlar adaletin kırık terazisinde tartılıyor. Kimi kardeşiyle, kimi kocasıyla, kimi yabancı bir adamın öfkesiyle öldürülüyor.
Ve biz hâlâ doğum konuşuyoruz. Doğurmaya sıra gelmeden öldürülen kadınları unutarak.
Bu ülkede kadın olmak doğurmak değil, Her gün ölmemeye çalışmak. Ve biz erkekler — evet, biz — ya onların kalkanı olacağız Ya da onların mezar taşı olacağız. Başka yolu yok.
Ben artık susmayacağım. Çünkü susmak, bir kadının daha hayattan kopmasına ortak olmak demek. Bu yükü taşımak istemiyorum.
Doğum şekli mi? O kadının kendi kararı. Ama önce yaşamalı ki, bir karar verebilsin.
Sen doğumu konuşmadan önce, Kadının hayatta kalmasını sağla. Söz hakkını önce cana ver. Sonra bedene.
Bu ülke kadınlara yaşamak için izin vermeyen bir cehenneme dönüştü. Ve biz erkekler… Bu cehennemi sessizliğimizle büyütüyoruz.
Ben artık sessiz kalmayacağım. Çünkü kadınların yaşamı, bizim utançlarımızdan daha değerli.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
70 notes
·
View notes
Text
Sormadan Gelen, Sormadan Giden Hayat
Bu dünyaya gelirken kimse bana sormadı.
"Gelmek ister misin?" diye bir soru yöneltilmedi.
Ne bir tercih hakkım vardı, ne bir pazarlık payı.
Bir sabah, bir annenin sancısı, bir doğumhanede çığlıkla başlayan o yolculuğun başrolüne yazılmıştım.
Ama bana hiç kimse demedi ki:
"Bu hayatı yaşamak istiyor musun?
Acıya dayanabilecek misin?
Kendini zaman zaman çaresiz, anlamsız, yorgun hissettiğinde, devam etmek isteyecek misin?"
Bilmiyorum... Belki sorsalardı, cevabım ne olurdu.
Belki yine gelirdim.
Belki de… sırf meraktan kabul ederdim bu bilinmezliği.
Ama işin acı yanı, hiçbir zaman seçme hakkım olmadı.
Ne doğduğum aileyi seçtim, ne de içine düştüğüm coğrafyayı.
Hayat bana verilmiş, ama benim seçmediğim bir hediye gibi.
Paketi gösterişli, ama içi zaman zaman darmadağın.
Yaşamak...
Bunu da kimse sormadı.
"Gerçekten yaşamak istiyor musun?"
"Hayatın yüklerini sırtlayacak mısın?"
Gözlerimin önünde hayallerim yıkıldığında,
en güvendiğim insanlar sırtımı döndüğünde,
sevdiğim birini toprağa verdiğimde...
O anlarda bile kimse çıkıp da demedi ki:
"İstersen ara ver, istersen git."
Hayat devam etti.
Ben istemesem de, ben haykırsam da, ben 'yeter' desem de…
Ve şimdi…
Düşünüyorum.
Bir gün gideceğim.
Yine sormadan.
Belki bir gece uykuda,
belki bir kaza anında,
belki de ağır ağır çürüyerek bir yatağın köşesinde…
Ama hiçbir şekilde “Hazır mısın?” diye soran olmayacak.
“Daha yaşanacak şeylerin kaldı mı?” diye kimse dönüp bakmayacak yüzüme.
Gelişim gibi gidişim de benim dışımda olacak.
İrade dışı.
Sorgusuz.
Sessiz.
Bu bana haksızlık gibi geliyor bazen.
Çünkü bir yolculuğun en başı ve en sonu, yolcuya hiç danışılmadan çizilmiş.
Ve arada kalan o belirsiz çizgide,
yaşamak zorunda kalıyorum.
Hem de çoğu zaman ne için yaşadığımı bile bilmeden.
Belki de bu yüzden bu kadar çok sorguluyorum.
Kendimi, insanları, hayatı…
Çünkü kimse bana bir şey sormadı.
O zaman bari ben sorayım:
“Neden?”
“Niçin ben?”
“Ve en önemlisi… eğer hiçbir şeyi seçemiyorsak, gerçekten özgür müyüz?”
Belki de asıl mahkumiyet budur.
Bir hayatı yaşamak zorunda kalmak,
ama o hayatın hiçbir parçasını gerçekten seçememiş olmak.
Ve en sonunda, yine seçemeyeceğin bir sona doğru sürüklenmek.
Ama tüm bu düşünceler içinde,
belki de tek teselli,
şu cümlede gizlidir:
“Madem bana sorulmadı… o halde bu hayatı nasıl yaşanacağına da ben karar veririm.”
İşte bu benim isyanım.
Benim kabulüm.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
45 notes
·
View notes
Text
Ben Bu Oyunu Oynamıyorum
Ben bu oyunu oynamıyorum. Kurallarını başkalarının koyduğu, kazananı olmayan, herkesin birbirine rol yaptığı bu oyunu istemiyorum.
İnsanlarla aynı odada olup da, kimsenin aslında kimseyi gerçekten görmediği ortamlarda bulunmak istemiyorum. Göz göze bakıp da gerçeği saklayan bakışlar, gülerken içten içe kıskanan yüzler, sırtını döndüğünde değişen cümleler… Ben bu sahneyi terk ediyorum.
Çünkü yoruldum. Birinin yanında başka birine dönüşen insanlardan. Cümlesinin sonunda nokta olmayanlardan. Savunduğu fikri anlamayanlardan. “Sen ne düşünüyorsun?” demeyenlerden.
Birbirini dinlemeyen insanlar arasında iletişim yoktur. Sadece ses gürültüsü vardır. Ve bu gürültü, içimdeki sessizliği bile kirletiyor.
Siyaset konuşuluyor, çünkü kendi fikrini dayatmak ego tatminidir. Din konuşuluyor, ama inanç değil üstünlük yarışı oluyor. Tüketim konuşuluyor, çünkü içi boş hayatlar dışarıdan dolu görünmek zorunda. Herkes bir şey anlatıyor, ama kimse bir şey hissetmiyor.
Ben hisseden insanları özlüyorum. Kırılgan olanları. Düşüncelerini yüksek sesle söylemeden önce bir kez daha düşünenleri. Sessizce yanında oturabileceğin, hiçbir şey demeden anlaşabileceğin insanları.
Ben o insanların dünyasında yaşamak istiyorum. O insanlar az. Ama varlar. Ve ben onlardan biri olmak için, diğerlerinden uzak duruyorum. Bu bir kaçış değil, bu bir seçim.
Evet, hayat uzun gibi görünüyor. Ama içeride zaman daha hızlı geçiyor. Dışarıdan 60 yıl gibi duran şey, içeriden bir göz açıp kapama süresi gibi. Ve bu kısa sürede, ben başkalarının kalıplarına girmeyeceğim.
Benim doğrularım cam gibi. Kırılabilir belki, ama şeffaf. Ben 1+1’in 2 ettiği bir dünyada yaşamak istiyorum. Gri yok, eğip bükmek yok, maske yok.
Ve biliyorum… Böyle bir hayat zor. Ama zor olan, genellikle gerçektir. Ve ben artık sadece gerçek istiyorum.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
48 notes
·
View notes
Text
Çözebilecekken Kaybettiklerimiz
Bir şeyi fark ettim.
Hayat, başlangıçta zor değilmiş aslında.
Çocukken daha kolaydı her şey.
İstemek vardı…
Bir şeyi isteyince ağlamak yetiyordu.
Ağlıyordun ve biri mutlaka seni duyuyordu.
Şimdi ağlıyoruz… ama kimse duymuyor.
Çünkü artık insanlar, duymaktan çok kaçmayı seçiyor.
Şu hayat dediğimiz şey…
O kadar sade ki aslında.
Sev, paylaş, dokun, dinle…
Bu kadar.
Ama biz, her şeyin içine korku koyduk.
Seversen kaybedersin.
Paylaşırsan azalır.
Dokunursan bağlanırsın.
Dinlersen kandırılırsın.
Ve sonra, yavaş yavaş öğrendik:
“Güvende kalmak için uzak dur.”
Ama uzak durdukça soğuduk…
Soğudukça unuttuk.
Unuttukça… insanlığı yitirdik.
Birbirimizi anlamak yerine yargıladık.
Bir hata gördüğümüzde, düzeltmek yerine ifşa ettik.
Birini ağlarken gördüğümüzde, omuz olmak yerine hikâyesini merak ettik.
Empati, ansiklopedide kalan bir kelime oldu.
Merhamet, reklamlarda kullanılan bir slogan.
İyi olmak… artık “saf” olmakla karıştırılıyor.
Oysa çözüm vardı.
İnan bana, vardı.
Her şeyin çözümü vardı.
Ama biz… konuşmak yerine susmayı seçtik.
Susmak yerine bağırmayı,
Bağırmak yerine vurmayı,
Vurmak yerine yok saymayı…
Ve yok saydıkça yok olduk.
İnsanlar neden bu kadar öfkeli sanıyorsun?
Çünkü kimse sevilmiyor.
Çünkü kimse duyulmuyor.
Çünkü herkes, bir diğerinin içinden geçip gidiyor;
arkasında hiçbir iz bırakmadan.
Biz… bir zamanlar birbirimizin sığınağıydık.
Şimdi birbirimizin yüküyüz.
Ve evet, bugün hayat zor.
Ama ne yazık ki en zor kısmı doğa değil, kader değil, sistem değil…
İnsan.
Çünkü biz…
Her şeyi çözebilirdik.
Ama önce birbirimizi çöpe attık.
Her yara, biraz daha büyüyordu.
Bir kelimeyle silinebilirken, biz karanlıkta bıraktık.
İçimizdeki öfkeyle, birbirimizin yavaşça yok olmasına seyirci kaldık.
Ve her kaybedilen dostlukla, bir parçamızı da kaybettik.
Fakat hep bir umut vardı.
Hep, her şeyin düzeleceğini düşündük.
Ama… biz, sadece zamanın geçmesini bekledik.
Ve zaman, hep kaybedenin yanında oldu.
Çünkü biz, çözüm aramaktansa, sorunu büyütmeyi tercih ettik.
Ve sonunda, çözebileceğimiz en değerli şeyi kaybettik:
Birbirimizi.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
55 notes
·
View notes
Text
Sonrası Ne?
Bazen durup düşünüyorum. Bir sabah daha uyanıyorum. Perdeden süzülen güneş ışığı yüzüme çarpıyor. Aynı kahvaltı, aynı yollar, aynı yüzler… Sonra diyorum ki: Eee? Yine mi aynı hikâye? Bana anlatılanlara göre hayat şöyle bir şeymiş: Doğacaksın. Büyüyeceksin. İyi bir okul, sonra iyi bir iş. Sonra evlilik, bir ev, belki iki çocuk. Tatillerde fotoğraf, bayramlarda kalabalık. Yaşlanacaksın. Ve bir gün… veda. Ama bu kadar mıydı gerçekten? İçimde öyle bir boşluk var ki… Herkes koşuyor, bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Ama kimse nereye gittiğini bilmiyor. Kimse durup da, “Neden?” demiyor. Ben soruyorum: Neden yaşıyoruz? Para mı? Elbette gerekli. Ama sadece karnımı doyurmak için değil. Statü mü? Sosyal medyada parlayan profillerin ardında kaç gerçek gülümseme var, biliyor musun? Sevmek mi? Evet, sevdim. Belki de en çok buna tutundum. Sevilmek? Onu da tattım. Ama her şey görev gibi gelmeye başladığında, hissizlik çöker insanın üzerine. Bir noktadan sonra her şey kopyalanmış gibi geliyor. Bir senaryo var elimde yazılmamış ama ezberletilmiş. "Okul, iş, evlilik, çocuk, emeklilik, veda…" Peki ya içimdekiler? Onları nereye gömeliyim? Bana doğru bilgileri verdiklerini söylediler. Ama öğrendiklerimin çoğu maskeymiş. Güzellik bile dayatılmış. İyi insan olmak bile, sanki bir taktik. Havalı görünmek, önemli insanlarla oturup kalkmak, lüks restoranlarda tabağa dokunmadan fotoğraf çekmek... Peki ruhum açken bu mideme girenler neye yarar? Ben gerçeği arıyorum. Ama herkes bir şeyler satıyor: mutluluk, huzur, aşk… Etiketli, paketli, indirimde. Ama içi boş. Ve ben bir türlü o gerçek “bir şey”e ulaşamıyorum. İşte o yüzden belki de gece sessizleşince, herkes uyuyunca, en çok o zaman var oluyorum. Kendi sesimi ancak o zaman duyuyorum. “Sen ne istiyorsun?” diyor bir ses. Ve ben… cevap veremiyorum. Çünkü bu hayatta her şeyi anlamaya çalışırken, en çok kendimi kaybettim. Ve en çok kendimi arıyorum. Eğer bu hayata bir geliş amacı varsa… Belki de o, sonsuz başarılar ya da bitmeyen sevinçler değil. Belki de sadece “gerçek” bir an içindir. Kendiyle dürüstçe yüzleşebilen, sahte ışıklardan kurtulup kalbini görebilen biri olabilmek içindir. Ve belki de o an geldiğinde… Tüm bu “Eee sonra?” sorusu, kendi kendine susar. Çünkü belki cevap da değildir önemli olan. Sadece o soruyu sormak bile, bir uyanıştır.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
50 notes
·
View notes
Text
3 YIL..
Üç yıl... Sadece takvimde silinen yapraklar değil bu. Üç yıl, bir insanın kendini unutabileceği kadar uzun bir zaman. Ve ben… seni severken kendimi nasıl da unuttum farkında bile değildim. Başlangıcı hatırlıyorum. Belki sen unuttun. Ama ben... O ilk mesajı, o ilk heyecanı, o ilk bekleyişi... Dün gibi değil, şimdi gibi. Sen yazacak mısın diye ekran ışığını yüzüme tutup geceyi uykusuz geçirdiğim saatleri... "Bugün de yazmadı" deyip içime çöken sessizliği... Ve sonra birden gelen o bildirimle, saniyeler içinde yeniden hayata tutunuşumu. Bu normal değil biliyorum. Ama aşk zaten hep biraz delilik değil mi? Ben seni severken, sen beni seviyor muydun gerçekten? Yoksa sadece… orada oluşumdan mı hoşlandın? Hep "var olmamı" istedin ama tam anlamıyla "ben" olmamı hiç istemedin sanki. Sustuğumda sakindin. Anlattığımda yoruldun. Sevdiğimde boğuldun. Gittim... sessizliğini sevdin. Döndüm... ilgisizliğini sürdürdün. Ve ben, bunu aşk sandım. Çünkü elimde o vardı. Senin verdiğin ne varsa, kırıntı bile olsa, ben ondan sofra kurdum kendime. Ama zamanla… Anladım ki, bazı insanlar seni sadece ihtiyaç duyduklarında severmiş. Peki üç yıl nasıl geçti? Gülerek… Ağlayarak… Yazarken… Silerken… Beklerken… Umut ederken… Vazgeçerken… Bazen seni sevmenin bana zarar verdiğini bile bile, seni sevdim. Bazen “Bu son mesajım” deyip sabah tekrar yazdım. Bazen seni çoktan unutmuş gibi davranıp, seni her gece düşündüm. Gülüşünü ezberlemiştim. Ses tonunu, kelimeleri vurguladığın o anları… Unutmadım. Unutmak kolay değil zaten. Çünkü sen sadece biri değildin benim için. Sen, günümün başlangıcıydın. Belki saat 10:45’te mesaj yazan biriydin sadece ama ben o mesajla nefes alıyordum. Saat 08’de gelen bir “günaydın” her şeyi değiştirebiliyordu. Çünkü sen bendin. En azından… ben öyle sanıyordum. Şimdi… Ne sen varsın, ne sesin. Ama alışkanlıklar hâlâ burada. Sabah telefonu kontrol ederken sana yazma isteğim burada. Gördüğüm her güzel yerde “Buraya onu getirmeliydim” diye düşünmek burada. Unutulmak korkusu değil bu… Hatırlamaya mahkum olmak. Çünkü sevmiştim. Karşılık beklemeden… Sadece sevilmeyi hak ettiğine inanarak. Ama sonunda şu gerçekle yüzleştim: Sevmek bazen bir tercih değil, bir yük oluyor. Ve bazı insanlar… o yükü omzuna bıraktıklarında, sen taşımaya devam ediyorsun. Şimdi üç yıl bitti. Geriye kalan sadece ben ve keşkeler. Ama bu sefer, senin için değil... Kendim için. Çünkü sonunda… Kendime dönmenin zamanı geldi.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
51 notes
·
View notes
Text
Bazen neye yorulduğumu bile bilmiyorum. Sadece yorgunum. Ama fiziksel değil, zihinsel değil… Daha derin bir yorgunluk bu. Adını koyamadığım, nerede başlayıp nerede bittiğini bile bilmediğim bir yorgunluk. Sabahları gözlerimi açarken bile içimde garip bir ağırlık var. Gün başlıyor ama benim içimde bir şeyler çoktan bitmiş gibi.
İnsan neden yorulur? Sevilmemekten mi? Beklemekten mi? Yanlış insanlara iyi gelmekten mi? Yoksa sadece hayal kırıklıklarını içselleştirmekten mi? Belki de hepsi birden. En kötüsü de ne biliyor musun? Bir noktadan sonra bu yorgunluk öyle sıradan hale geliyor ki, alışıyorsun. Ama kabullenemiyorsun. Hâlâ içinde bir umut kırıntısı var, hâlâ bir gün her şeyin değişebileceğine inanıyorsun. Saçma bir şekilde bekliyorsun. Ama beklediğin şeyin ne olduğunu bile bilmiyorsun.
Garip. Çoğu zaman güçlü olduğumu sanıyorum. Kimseye ihtiyacım olmadığını, tek başıma ayakta durabileceğimi söylüyorum kendime. "Sık dişini, geçecek" diyorum. Ama geceleri, uykuyla uyanıklık arasında bir yerde, zihnimde yankılanan tek bir cümle var: "İyi misin?" Ve o sorunun cevabını vermeye korkuyorum. Çünkü bir kere "hayır" dersem, içimdeki tüm duvarlar çökecek gibi hissediyorum. Kendi kendime itiraf etmekten bile kaçıyorum bazen. "İyi değilim" demek, sanki içimde tuttuğum her şeyi dışarı salacakmış gibi geliyor. Bir kere akmaya başlarsa, durduramamaktan korkuyorum.
Biliyor musun, bazı insanlar gerçekten hiç anlamıyor. "Niye bu kadar düşünüyorsun?" diye soruyorlar. "Her şeyi kafana takmak zorunda değilsin" diyorlar. Ama bilmezler ki insan düşünmekten ibarettir. Düşünmeden nasıl yaşayabilirim? Hissetmeden nasıl var olabilirim? Öyle kolay mı sanıyorlar, olanları görmezden gelmek? Belki onlar yapabiliyor. Belki bu yüzden ben daha yorgunum.
Sorun bende mi diye düşünüyorum bazen. Belki de fazla seviyorum, fazla düşünüyorum, fazla umut ediyorum. Oysa hiçbir şey beklemesem, hiçbir şey hissetmesem, her şeyi olduğu gibi kabullensem… Belki de daha az yorulurum. Ama yapamıyorum. İnsan, hissetmekten nasıl vazgeçebilir ki? İnsan, içinde kıpırdayan o duyguyu nasıl öldürebilir? Ben öldüremiyorum.
Ve en çok bu yoruyor işte. Bir şeyleri önemsemeye devam etmek. Değeri bilinmeyecek şeylere, insanlara, anılara hâlâ tutunmak. Hâlâ bir gün bir şeylerin değişeceğine inanmak. Biliyorum, geçecek. Bir gün tüm bunlar önemini yitirecek. Ama ne zaman? Ne zaman bu yorgunluk gerçekten geçecek?
Ve belki de asıl sorun, yorgunluk değil. Asıl sorun, her şeye rağmen hâlâ güçlü görünmek zorunda olmak. Hâlâ hiçbir şey olmamış gibi gülümsemek, hâlâ “iyiyim” diyerek kendini kandırmak. Biliyor musun? Bazen yorulmak değil, kimseye yorulduğunu belli edememek insanı daha çok bitiriyor.
Ama ne gariptir ki, en büyük çöküşler bile sessizlikle yaşanıyor. Ve ben de susuyorum. Çünkü bazen anlatmak bile daha yorucu hale geliyor. Ve işin en acı tarafı ne biliyor musun? Kimse fark etmese de, ben her gün biraz daha eksiliyorum.
#günaydın#artists on tumblr#beautiful#keşfet#amazing beauty#güzel sözler#color photography#yazılarım#anlamlı sözler#makale#books#cemal süreya#şiir#bir şair#dizelerdenkesitler#şairler#sevgi#love#eylül#flowers#visual novel#romance novels#novel writing#graphic novel#novel
33 notes
·
View notes
Text
Türkiye’de kadın cinayetlerinin önlenememesinin başlıca sebeplerinden biri, "iyi hal" ya da "haksız tahrik" gibi gerekçelerle uygulanan ceza indirimleri. Örneğin, bir kadını öldüren erkek, mahkemede düzgün giyinip “pişmanım” dediğinde bile ceza indirimi alabiliyor. Bu nasıl bir adalet? İnsanların hayatını alan, şiddeti sıradanlaştıran bir zihniyetin bu şekilde ödüllendirilmesi kabul edilemez! Katillerin serbest bırakılması, toplumda başka erkekler için de bir cesaret kaynağı haline geliyor. Suç işleyenler, hukukun kendilerini koruyacağını düşünerek şiddeti sürdürmeye devam ediyor.
Ayşenur Halil olayı da bunun en acı örneklerinden biri. Genç bir kadın, sırf bir erkeğin hastalıklı kıskançlığı yüzünden katledildi ve onunla birlikte başka bir kadın da aynı kişi tarafından öldürüldü. Bu canice eylemlerin arkasındaki kişi bir insan değil, bir cani! Peki bu katiller ceza indirimi mi alacak, serbest mi bırakılacak? Bizim adalet sistemimiz nasıl böyle işlemez hale geldi?
Kadınların öldürülmesi sadece bir bireysel suç değil, toplumsal bir travma. Bu cinayetler, kadınları sistematik olarak güçsüzleştiren ataerkil yapının sonuçlarıdır. Ancak asıl üzücü olan, suçluların yeterince ağır cezalara çarptırılmaması. Adaletin yerini bulmaması, kadın cinayetlerini durdurmak yerine daha fazla kadın için ölüm fermanı anlamına geliyor. Haksız tahrik ve iyi hal indirimi gibi saçmalıklara son verilmedikçe, toplumda gerçek bir güvenlik sağlanamaz.
Kadınlar ne kadar daha katledilecek? Daha kaç Ayşenur, İkbal ya da başka bir isim kurban gidecek? Bizim adalet sistemimiz ne zaman kadınların hayatlarını koruyacak?
#KADINAVEÇOCUĞADOKUNMA
150 notes
·
View notes
Text
youtube
Kendim yapmış olduğum amatör bir şarkım 🤗🥰
190 notes
·
View notes
Text
Gözlerimde hala senin izin var. Kalbimdeki yara, senin adınla kanıyor. Ne zaman aklıma gelsen, içimde bir fırtına kopuyor. Seninle geçirdiğimiz anılar, şimdi acı veren anılar haline geldi.
Bir zamanlar güneş gibi parlayan gözlerin, şimdi karanlık bir gölgeye dönüştü. Senin yalanların, ihanetin ve sakladığın sırların ağırlığı altında eziliyorum. Artık gözlerimdeki sevgi yerini nefrete bıraktı.
Zamanı geldiğinde, intikamın soğuk pençesiyle sana dokunacağım. Gözlerinin içine bakıp, yüreğinin titrediğini görmek istiyorum. Senin de benim kadar acı çekmeni istiyorum. Ama bu intikam, beni de yaralayacak. İçimdeki sevgi ve nefret arasında sıkışıp kalacağım.
Belki de intikamın getirdiği tatmin, içimi ısıtmayacak. Belki de seninle ilgili son bir umut ışığı kalmayacak. Ama yine de yapacağım. Çünkü senin yüzünden kaybettiğim güveni geri kazanmak istiyorum. Senin yalanların, beni paramparça etti.
Belki de bu yazı, sadece bir terapi. Belki de gerçek hayatta intikam almak yerine, içimdeki acıyı biraz hafifletecek. Ama bil ki, senin yaptıkların unutulmayacak. Gölgenin intikamı, sessizce bekliyor.
100 notes
·
View notes