Makina Mühendisi - Petrolhead - Hayatı 4 tekere endeksli olan insan. Sorularınız için: [email protected]
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
2020 Rally Turkey
WRC hikayesi bir rüya ile başladı. Covid-19 nedeniyle hayatlarımız topluca değişmeye başlamış, 2020 sezonu sponsorluk arayışlarım olumsuz sonuçlanınca yarışma hayallerim ertelenmişti. Bu sezon yarışmak hiç aklımda yokken, bir gece gördüğüm alakasız bir rüya beni buralara sürükledi. Rüyamda yıllar sonra Hitit Rallisi Ankara’ya dönmüş, ben ise bir Rover 216 kiralayarak ralliye katılmıştım. Bu rüyanın sabahında, güne başlangıç kahvemi yudumlayıp iş planı yaparken, not defterimden yeni bir sayfa açıp WRC için maliyet analizi yapmaya başladım sebepsizce. Sonrasında arkadaşım Murat Can Şen’i arayarak yeni oluşumu olan “Rallyabroad” bünyesinde yarışmak ile ilgili görüştüm. Başlangıçta yüksek maliyetler nedeniyle sıcak bakmadığım organizasyon yaklaştıkça fikrim değişmeye başlamıştı.
Yarışa yaklaşık 1 ay süre kala Murat Can beni aradı. “Katılıyor muyuz?” dedi. Bir gün düşünme süresi istedim. Bu esnada değer verdiğim ralli pilotu dostlarımı arayıp beyin fırtınası yaptım. Herkes “yarışı bitiremezsin, girme bence” diyordu. Sevgili Cem Alakoç ve Berkay Şavkay ise aynı düşüncede olmalarına rağmen son anlarda girmem konusunda olumlu katkılarda bulundular bana. Ertesi gün kaydımızı yaptırmaya karar vererek ilk adımı atmış olduk. Şimdi dönüp bakınca iyi ki girmişim diyorum bu yarışa.
Road to İzmir
Yarış haftasından 1 hafta önce, Çarşamba günü Murat ile beraber yola koyulduk.

Gece İzmir'e vardığımızda Harun Abi karşıladı bizi. Otel ana yolun dibinde olduğu için biraz gürültülü idi. Yarış öncesi klima çarpar korkusu ile Murat'a klimayı açtırmadım. Mecburen pencere açık uyumak zorunda kaldık böyle olunca. Murat gürültüden söylenirken, en son tepemizde inişe geçen uçağın sesi ile kahkahalara boğulmamız bir oldu :)
Perşembe sabahı garajda aldık soluğu. Otomobilimiz bir cadde otomobilinden ralli otomobiline çevrilmişti ve ilk kez biz yarışacaktık bu otomobille. Durum böyle olunca işin içine benim mesleki takıntılarım da girdi. Bir çok detayı bizzat kendim sil baştan yapmak istedim.

Murat Can da bana güvenerek otomobilini ellerimize teslim etti. Öncelikle tamponu söktük, elektrikli fan ve fan müşürü revize edildi. Elektrik tesisatı düzenlendi. Wrc gibi Zorlu bir yarışta otomobili korumamız gerektiğinin bilinci ile tampon üzerinde bulunan hava girişlerine deli bağlarcasına ızgara tel monte ettik. Sevgili Erkan Güral abimin Evosunun tamponuna giren Kaya hala aklımdaydı.
Perşembe akşamı çok komik bir olay oldu. Murat Can gecenin ilerleyen saatlerinde İstanbul’dan İzmir’e geldi. Çalışmalarımızı bitirip yanımızda götüreceğimiz yedek parçalar hakkında konuşmaya başlamıştık. Depoya çıkıp parçalara bakalım dedik. Önde Murat Can, arkada Murat Yılmaz, en arkada ben depoya girecektik. Murat Can kilidi açıp telefonunun feneri yardımıyla karanlık depoya girdi. Murat Yılmaz da arkasından içeri girdi. Tam kapıya yaklaştığım esnada içeride içeride resmen kıyamet koptu. Bağırışlar, ahh sesleri, yerlere düşen eşyalar, çok hızlı hareket eden telefon feneri ve kedi çığlıkları :) Tam kapının ağzındayken üzerime doğru gelen kedi can havliyle kendini dışarı attı. Dışarı çıkarken de Murat Yılmaz’ın kaba yerini tırmalayıp çıkmış bir de. Sonra Murat Yılmaz çıktı dışarı tırmalanmış halde. En son Murat Can çok ciddi ve resmi bir ifadeyle hiçbir şey olmamış gibi çıktı dışarı. Beni bir gülme krizi tuttu anlatamam. Yaklaşık yarım saat ağlaya ağlaya güldüm. Bu olay tüm yarış boyunca istisnasız her gece uyumadan önce aklıma geldi ve yatakta uyku öncesi kahkahalara boğuldum.

Kalan süreçte otomobilin koltuk baglanti raylari monte edildi. Egzoz sistemi onarıldı. Sıfır alt kaplama yapıldı. Hazırlıkların majör kısımları tamamlandıktan sonra kalan minör eksiklikleri Marmaris’te teknik ekibimiz tamamlayacaktı.
Covid Kabusu
14 Eylül günü çalışmalarımızı tamamlayıp gece 22.00 gibi yola koyulduk. Gün içerisinde Covid testi için randevularımız alınmıştı. Marmaris’e vardığımızda gece 01.00 gibi PCR testi için numune verecektik. Marmaris’e doğru yol alırken stresten nefesim daraldı. Okaliptüslü pastilde aradım rahat nefes almayı. Haftalardır aklımda dönüp duran “ya pozitif çıkarsam ve yarışamazsam” fikri beni ciddi strese sokuyordu. Gece 01.00 sularında Marmaris’e vardık. PCR testi için numunelerimizi verip otele yerleştik. Sonuç çıkana kadar içim içimi yemeye devam edecekti. Bu tedirginlik yeni başlamamıştı. Yarışa girme fikri kafamda yer edindikten sonra da Ankara’da stres dolu günler geçirdim. Hatta durum psikolojik bir sıkıntı halini aldı, alerjik astımımı tetikledi. Nefessiz kaldığım zamanlar oldu. Sevgili eczacı dostum Ümit ile konuşana kadar sıkıntılı bir süreç geçirdim. Sonrasında alerji ilaçları ile huzura kavuşabildim.
Sabah olduğunda servis alanına doğru yola koyulduk. Test sonuçlarımız çıkmadığı için servis alanına girmemiz yasaktı. Bu nedenle ormanın içinde kendimize geçici bir servis alanı kurduk.

Çorlu’dan gelen mekanik ekibimiz Drag Service, burada otomobillerimizin kalan eksikliklerini tamamladılar. Akşam saatlerinde negatif test sonuçlarımız çıkınca bilekliklerimizi takarak servis alanına girdik.
Antreman
Normalde co-pilot olarak yol notu antremanı yapmayı sevmem. Bu sefer direksiyonda olunca durum değişti. Kiralık otomobilimiz Fiat Egea ile antreman yaptık. Ben hızlı not yazdırmaya alışkın olduğum için, ilk gün ilk etapta bir sapağı kaçırdık. Harika manzaralı dik bir yokuşta otomobilimiz kuma saplandı.

Yaklaşık yarım saatlik bir uğraş sonrası buradan kurtulup antremanımıza olması gerektiği gibi devam ettik. Yokuşun sonuna kadar inen diğer yarışmacı arkadaşlar bizim kadar şanslı değillerdi. Yolun aşağısında mahsur kalarak antremanın kalan kısmını kaçırdılar. Bir etabın çıkışında yakıtımız bitti, menzil göstermemeye başladı. Akaryakıt istasyonuna kendimiz zor attık.
Antremanın 2. günü bizim için çok zor geçti. Henüz sabah etabında yol notunu kontrol ederken küçük bir tepecikten geçtik. Sağ arka lastiğimizden bir ses gelmeye başladı. Şansımıza etap çıkışı servis alanının yanından geçiyorduk. Servise uğrayıp lastiğimizi değiştirdik hızlıca.

Antremanın son kısmına geldiğimizde Fiat Egea’nın ESP sistemi bizi yoldan çıkardı. Pandülle döneceğimiz bir sağ - sol viraj ikilisine kayarak biraz hızlı girdim. Tam otomobili ikinci viraja sokacakken ESP çalıştı ve dümdüz yol yanındaki bankete girdik.

Otomobil buraya saplandı. Çıkarabilmek için etapçı arkadaşlardan yardım istedik. Neyse ki hasarsız şekilde otomobilimiz buradan çıktı ve antremana devam edip günü tamamladık.

Zorlu antreman sonrası antreman otomobilimizin debriyajı zayıflamıştı ve kullandığımız toprak lastikleri neredeyse bitmişti.

1.Gün Yol notlarını temize çekip, otel odasında yaptığımız yol notu çalışmaları sonrası beklediğimiz zaman gelmişti. Marmaris merkezden start aldık. Seramonik start noktası tel örgülerle çevrilmiş ve seyircilerden izole edilmişti. 2017 senesinde aynı yerde adım atılamayacak kadar kalabalık içerisinde start almıştık. Şimdi ise etrafta doğru düzgün insan yoktu.

Seremonik start sonrası yarışın ilk özel etabına geldik. Startta uzun bir kuyruk vardı. Belirsiz olan nötralizasyon süresi, yerini özel etap iptaline bırakmıştı. Bu etabı karanlıkta gazlamadan geçmek durumunda kaldık. Etaba girince resmen şok olmuştum. Yol notunu çıkardığımız etap resmen yok olmuş, yerine bambaşka bir etap gelmişti. Gazlamadığımız halde, yer yer derinliği yarım metreye yaklaşan kanallar nedeniyle otomobili yolda tutmakta çok zorlanıyordum. Otomobilin dar iz düşümü yolumu seçmeme izin vermiyordu çoğu zaman. Bazı yerlerde yavaş gitmek riskliydi. Kanala oturup bir daha çıkılmayacak durumdaydı sert virajlar. Bu etabı kazasız belasız tamamlayıp servise dönünce sürprizler çıktı karşımıza. Torsiyon bilyamız dağılmıştı ve sol arka teker pinpon topu gibi oynuyordu. Yarışın geri kalanını bu şekilde tamamlamak zorundaydım. Elektriksel bir kaç sıkıntı daha vardı, bunları mekanik ekibimiz başarıyla onardılar.

Servis sonu kapalı parka giderken önümüze WRC otomobili denk gelmesi hoş olmuştu.
2.Gün 2.gün ilk etaba geldiğimizde her şey çok güzel başlamıştı. Otomobili kırmayacak şekilde iyi bir tempoda gidiyorduk kendimizce. Yarışa gelirken sponsorsuzluk nedeniyle tercih etme durumunda kaldığım 9 veya 10 yıllık Lassa lastikler beni yolda bıraktı.

İlk lastik bir taşa temas edip patladı. Diğer lastikler ise düzlükte patladı. Evet, 1 ertabın içerisinde tam 3 kere lastik patlattık.

İlki sağ ön, ikincisi sol ön, üçüncüsü sol ön olmak üzere. Son lastik çok kötü bir şekilde veda etti bize. Az kalsın takla atacaktık. Uzun, dar ve inişli bir düzlükteyken birden sol taraf kilitlendi. Otomobilin sağ arkası öne doğru savruldu. Bu şekilde biraz kaydık, sağ tekerler üzerine havaya kalkıp tekrar 4 teker üstüne düştük.

Jant kırıldığı için otomobil hareket edemiyordu ve yol tıkanmıştı. Bu nedenle etap durduruldu. Yarışın son gününe kalmıştı ümitlerimiz.
3.Gün Önceki gün yaşanan şanssızlıklar sonrası Murat Can bana elindeki Yokohama marka lastikleri teklif etti sağolsun. Bu lastiklerle en azından bayat lastik faktörünü ortadan kaldırıp kafamı rahatlatmayı başarmıştım.


İlk etapta çok güzel bir tempo ile keyifle yol alıyorduk. Yarışın en uzun etaplarından birisiydi bu etap.

12.km de bulunan yokuş yukarı sağ viraja geldiğimizde otomobilimizin şanzımanı kırıldı. Böylece WRC hikayesi bizim için son buldu. Kaldığımız yer tam olarak şöyleydi:


Yarış sonunda etapları anlatırken abarttığımı düşünen arkadaşlarım vardı. Neyse ki seyirci dostlarımdan etapların durumu ile paylaşımlar yapılmıştı. Bu fotoğraf hatıralarda yerini aldı:

Kurtarıcı gelip bizi tahliye yolundan dışarı çıkardı. Bu sırada ikinci loop için gelen WRC otomobilleri yanımızda duruyordu. Murat yolun kenarında beklerken Evans geldi, Murat’a su verip geçmiş olsun dedi. Uzun bir bekleyiş ardından çekici ile servis alanına döndük. Ödül törenini izledikten sonra otele döndük ve istirahate çekildik. Ertesi gün ise ekibimizle ayrılarak Ankara’ya doğru yola koyulduk.
Teşekkür Faslı Öncelikle yarış bana güvenip yarış otomobilini bana emanet eden arkadaşım Murat Can Şen’e, Sadece co-pilotluk yapmayıp, hem organizasyon hem mekanik işler hem de her bir konuda bana yardım eden değerli dostum, kardeşim Murat Yılmaz’a, Ankara’da yapılması gereken işleri kovalayan Mustafa Gürdal’a, Yarış süresince garajı emanet ettiğim Okan Özyüksel abime, Ankara’dan koordinasyona başlayıp, Marmaris’te koca takımın işlerine koşturan sevgili dostum Ozan emre Yazıcı’ya, Yarışa yetişip her bir işimize koşturan Dağhan Kutluata’ya, Ali Doğukan’a, Doğu’ya, Deniz’e, Tüm Drag Service ekibine, Tüm rallyabroad ekibine, Özkan ve Furkan’a, Yarışa psikolojik olarak hazırlanmamı sağlayan biricik abim Berkay Hakkı Şavkay’a, Beni gaza getiren can dostum Cem Alakoç’a, Ankara’dan bizi izlemeye gelen Yiğit’e ve organizasyonda emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. (Bu satırları büyük bir yorgunlukla çok geç saatte yazıyorum, atladığım dostlarım varsa ne olur kusura bakmasınlar. )
Son söz:
İyi ki katılmışım! Aynı imkanlar bir daha olsa bir daha start almak isterim :)
2 notes
·
View notes
Text
Tanrılar Çıldırmış Olmalı
90′ları hatırlayan çoğu insan için sıradan bir komedi filmi serisiydi "Tanrılar Çıldırmış Olmalı". Çocukken beni çok güldürdüğünü hatırladığım ve 90'lardan bu yana bir daha izleme şansı bulamadığım bu unutulmuş seri çok özelmiş aslında.

90'lı yıllarda TV'de denk gelirse izleyebildiğiniz bir film düşünün. Oyuncuları hakkında hiç bir fikriniz yok ve işin kötü tarafı araştırma şansınız da yok. Bugün bilgiye ulaşmak çok kolay. İşte geçmişten gelen merakımla, unutmuş olduğum bu eski filmi izlerken biraz araştırma yaptım. Uzun yıllar sonra film hakkında öğrendiğim detaylar çok şaşırttı beni.
Serinin tüm filmlerinde oynayan sevimli ve güler yüzlü yerli adamın ismi Nǃxau (Nikau) imiş. Bu sevimli adamın oyunculuğunun doğal ve başarılı olmasının en büyük sebebi gerçekten kendisini oynamasıymış. Özetle Namibya'da yaşayan bu adam, film ekibi çekim için yaşadığı yere gelmeden önce medeniyet ile tanışmamış diyebiliriz. Vikipedia'da yer alan bilgiye göre daha önce sadece 3 insan ile görüşmüş dış dünyadan. Filmde oynayan diğer yerli oyuncular da gerçek ailesiymiş. Biraz araştırma sonucu bulabildiğim diğer bilgiler ise şu şekilde: Kendisi muhtemelen 1944 yılında doğmuş bir Namibya yerlisi. 70’li yılların sonunda Kalahari Çölünün güneybatısındaki Tsumkwe bölgesinde kabilesiyle yaşıyormuş. Nikau tam bu yıllarda, o bölgede çekilen ‘Tanrılar Çıldırmış Olmalı’ filminde oynayarak tüm dünyada üne kavuşmuş. Hayatında gördüğü ilk parayı, oyunculuğu karşılığında O’na verilen 300 doları bu filmden kazanmış. ilk başta paranın ne olduğunu anlayamadığı için harcayamayan Nikau, hızlı bir şekilde parayı ve kapitalist hayatı öğrenerek devam filmi için 80.000 dolar talep etmiş. Film sonrası gelen şöhretle bütün dünyayı dolaşmış ve başka filmlerde de oynamış. 1997 yılından sonra eşi Kora, dört kızı ve iki oğlu ile Kalahari çölüne geri dönmüş. 2003 yılına kadar burada kabilesi ve ailesiyle beraber, çiftçilik yaparak mütevazı bir hayat yaşamış. Nikau, 2003 yılının Temmuz ayında, evinden odun toplamak için uzaklaştığı bir gün evine dönmemiş. Yapılan aramalar sonucu cansız bedenine ulaşılmış. Ölüm sebebi ise açıklanamamış.
Film serisinin 3. bölümü TV'de yayınlandıktan sonraki gün okula gittiğimde tüm çocuklar filmdeki uzak doğulu vampir gibi zıplıyorlardı okulda. Hatta birisi sarı renk post it getirmişti okula. Post it' i zıplayan kişinin alnına yapıştırınca olduğu yerde hareketsiz kalıyordu. İlk okulda Serkan isimli bir arkadaşımın zıplamasını hala hatırlıyorum.

İlk filmdeki Land Rover Series 1 sahneleri bilinçaltıma işlemiş olacak ki ne zaman bir yerde Series 1 görsem iç çekerek garajımda olmasını hayal ederim.

youtube
Serinin ikinci filminde yer alan Scania kamyon da çok güzeldi.


İlk filmin sonunda yıllar sonra fark ettiğim detay çok derin düşüncelere götürdü beni. Filmin sonunda Nikau’ya yaptıkları için teşekkür eden Andrew Steyn, O’na para vermek istedi. Israra dayanamayan Nikau parayı aldı. Arkasını dönüp giderken elindeki şeytani objeden kurtulmak istediğini söyleyerek uzaklaştı. Bu mutlu yerli ailenin huzurunu bozan, mutsuzluk ve bencillik getiren şey medeniyet objesi basit bir şişe idi. Kendince dünyanın sonunu bulan Nikau, bu şişeyi uçurumdan aşağı fırlatarak tüm problemi kökünden çözmüş oldu.
İkinci filmin sonunda Nikau’nun çocuklarına kavuştuğu sahnede dökülen göz yaşları çok saf ve temizdi. Filmle ilgili unutamadığım güzel sahnelerden birisidir bu sahne.

Acaba kendi hayatlarımızı kendi ellerimizle mi zora sokuyoruz? Mutlu mesut yaşayan bu ailenin içine giren dış dünya objeleri ve medeniyetin dayatmaları; bencillik, saygısızlık, sürekli düşünsel korunma mekanizmasının durmadan çalışmasını ortaya çıkaran şeyler değil miydi? Gülüp geçtiğimiz şu filmde,yaşananların gerçeklik payını düşününce, gerçek mutluluğun sadece saf sevgi olduğunu anlıyorum. Sanırım bu da günümüz tüketim topluluğunun "kalabalık içinde yalnız olma" gerçeğini bizlere kanıtlıyor. Evlerimiz, arabalarımız, statü göstergesi şeylerimiz var ama bir çoğumuz yalnızız ve belki de mutsuzuz.
Çocukluğuma dokunup geçen bu filmde emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. Hayatlarımıza çok uzaklardan dokunmayı başaran, bu dünyadan göçüp giden değerli Nikau huzur içinde uyusun.
2 notes
·
View notes
Text
2010 Rally of Turkey
2009 yılının sonunda sevgili Suha Büyükoğlu’nun Palio Kit Car yarış otomobilini satın almak için, Pegasus Racing adına Atilla Gökçen ve Murat Altuntaş gelmişlerdi İstanbul'dan. Yeni tanıştığım ve Palio Kit Car’ı satın alan bu iki kişi ile yeni sezonda maceradan maceraya koşacağımızı kim tahmin edebilirdi?

Ankara’dan Pegasus Racing’e satılan Fiat Palio Kit Car
Yeni yıl geldi, yarış takvimi açıklandı. Bir gelenek haline gelen, yarış öncesi kayıtların açılmasına hatta kapanmasına kadar, kiminle ve hangi otomobil ile yarışacak olmanın belirsizliği ile geçiyordu günler. 2009 sezonunda Berkay Şavkay ile çok istediğimiz halde start alamamıştık. Son dakikaya kadar O'nun sponsor ve yarışma durumu netleşmemişti. Durum böyle olunca Berkay Abimin de yönlendirmesi ile Delta Sport takımından gelen teklifi kabul ederek sevgili Cem Özdemiroğlu ile yarışmıştım 2009 sezonunda. 2009 sezonu yarışlarının bir kısmına Fiat Bravo otomobili ile katılmıştı Berkay Abi. Sesine ve çizgilerine hayran olduğum bu güzel otomobil ile denk gelip start almak kısmet olmamıştı. 2010 sezonunda ise, Berkay Abim ile yarışacağım Rally of Turkey yarışı öncesi kesinleşti. Pegasus Racing takımında Fiat Palio Kit Car ile start alacaktık. Yarışa bir kaç hafta kala, sürpriz bir gelişme ile Renault 19 ile start alacağımız şeklinde bir haber gelmişti bana. Arkadaşım Aydoğan Savcıer beni aradı. Büyük bir mutluluk ve heyecanla Renault 19 ile yarışacak olmama çok sevindiğini söyledi. Otomobili telefonda bana anlatırken sesinin titremesini ve yaşadığı heyecanı dün gibi hatırlıyorum. Kendisine sorduğum "Renault 19 mu yoksa Palio Kit Car mı?" sorusuna sesini yükselterek verdiği cevaptan otomobilin ne kadar muhteşem bir otomobil olduğunu tahmin etmem gerekirdi. Söz konusu Fiat Palio Kit Car ile sevgili Bülent Gürkan ve Burak Koçoğlu takım arkadaşımız olarak start aldılar.

Start alacağımız otomobilimiz Nejat Avcı'nın 1997 yılında Avrupa - Balkan Ralli Şampiyonası yarışlarında başarıdan başarıya koştuğu otomobildi. Safkan bir yarış otomobili idi.
youtube
2008 ve 2009 sezonlarında tırmanma yarışlarında start almış, izleyicileri sesi ve gidişi ile büyülemişti. 2009 sezonunun bir yarışında otomobilin yaşadığı yol dışı nedeniyle elektrik tesisatının bir kısmı yanmış, bunun bahanesiyle de üzerindeki 2.0 lt yaklaşık 200 hp gücündeki motor yerine 1.8 lt grup N 160 hp motor takılmıştı. Biz de bu yeni konfigürasyonda full sezon ralli yapacaktık.
Yarış haftası bir sınavım vardı. Nisan ayı olması nedeniyle üniversitede vizeler başlamıştı. Ölçme ve Veri Değerlendirme dersinin vizesine giremeyecektim. Bu sınavın telafisine girebilmek için Tosfed'den bir yazı aldım. Bu yazı ile rektörlük üzerinden onay alarak telafi sınavına girmeye hak kazandım. Fakat yarış sonrası girdiğim telafi sınavında kötü bir muamele ile karşılaştım. Sınavı hazırlayan hoca küçümser şekilde kendince alaycı sorular ile neden sınava girmediğimi sordu. Yarışı anlatınca "sana madalya mı takmamı bekliyorsun?" diyerek soru kağıdını önüme koydu. Ben de sivri dilime hakim olamayarak "teşekkürler hocam, bana madalyayı yarışta taktılar zaten" dedim. Soru kağıdında puanlar yazmıyordu. Yapabildiğim 2 soru bitince kendisine soruların kaç puan olduğunu sordum. Aldığım cevap şok ediciydi. "Puanları bilerek yazmadım, yapamadığın soruya fazla puan vereceğim" dedi. Böylece Ölçme ve Veri Değerlendirme dersinden kaldım.
Yarış haftası geldiğinde otobüs ile Istanbul'a doğru yola çıktım. Ataşehir'de otobüsten indim. Bir süre bekledikten sonra mavi bir Palio belirdi ufukta. Berkay Abi özellikle bu yarış antremanında kullanmak için Delta Sport'un 3 kapı Palio Sporting antreman otomobillerinden birisini satın almıştı.

Antreman otomobilimiz Palio Sporting
Bu güzelim otomobiller o yıllarda homologe olmadığı için yarışlara katılamıyorlardı. Gecenin karanlığında hiç bilmediğim dağ ve orman yollarında gazlaya gazlaya gidiyorduk. Yokuş aşağı bol virajlı bir yere geldik. Buralarda limitlerde cayır cayır giderken içten içe endişelenmiyor değildim. Sonradan öğrendim ki bu harika virajlar efsanevi Mahmutşevketpaşa etabına aitmiş. Bu etap yolu da insanın evinin yolu olunca bir baska keyifli olmuyormuş. Iniş bitti. Köy içinden geçtikten sonra karanlık ve uzun bir düzlükte giderken Berkay Abi birden yolun ters tarafına doğru pandül verdi. El frenini çekerek otomobili yolun ters tarafına çevirip, sağ tarafındaki bankete fırlattı. Bu esnada indiğimiz yerde bulunan elektrikli bahçe kapısı yarısına kadar açılmıştı ve otomobilin burnu tek hamlede açılan kapıdan silme geçerek bahçeye girmişti. Tek kelimeyle büyülenmiştim bu hareket karşısında. Bu şekilde adrenalinle başlayan WRC macerası antreman hazırlıkları ile devam etti. O gece uyumadan önce düşük bütçeli Peltor kulaklık imal ettik. Kulak koruması olarak kullanılan Peltor kulaklıklar içine, eski kasklardan söktüğümüz mikrofon ve kulaklıkları yerleştirdik. Böylece normal etapta kullanabileceğimiz harika Peltor setimiz olmuştu.
Yarışın en zorlu kısmı antremandı. Uzun ve zorlu etaplarda zamanın gerisinde kalmadan notlarımızı yetiştirmeye çalışıyorduk. Normalde disiplinli bir şekilde rahatlıkla yetiyordu zaman. Fakat bir aksilik çıkması durumunda işler zora giriyordu. Seraların olduğu bölgede bir etaptan çıktık, normal etapta giderken resmen bir hendeğin içine girip çıktı Palio. Bir süre sonra şanzımanın yağ eksilttigini farkettik. Mecburen bu şekilde devam ettik. Şanzımandan yanık kokuları geliyordu artık. Hal böyle olunca Berkay Abinin gündelik kullandığı jip ile Palio yu değiştirmek durumunda kaldık etap arasında. Palio tamire gitti, biz Nissan Patrol ile antremana devam ettik. Bu koşturmaca arasında Berkay Abi gözüne kestirdiği bir tepeye jiple tırmanıp tam 5 dk uyuyup enerji topluyor ve hemen yola devam ediyordu. Ertesi gün şanzımanı değişmiş Palio ile antremana devam ettik. Hatırlamadığım bir problem nedeniyle son etabın son geçişine geç kaldık. Sanırım bu yarışta yarışmacılarla ilişkiler sorumlusu sevgili Serhan Acar idi. Kendisini arayıp durumu izah ederek organizasyonun bilgisi dahilinde son etabı tamamlamak istediğimizi belirttik. İznimizi aldıktan sonra aceleyle başladık etapta yol almaya. Etabın sonunda FF noktasını geçince yokuş aşağı sert 2 tane viraj vardı ve bu virajlarda hem sağ taraf hem de sol taraf düzgünce dizilmiş kütükler ile dar hale getirilmişti. Bu iki kombine virajı pandül ile keyifle dönmüştük. Unutmadığım güzel anılardan birisidir. Antreman bitti. Yorgun geçen koca günün sonunda Berkay Abi evde muhteşem bir pizza yaparak ödüllendirdi bizi. Hamur açtı, malzemeleri tek tek hazırladı. Koca bir tepsi pizzayı gömdük gitti. Hayatımda yediğim en güzel pizzalardan birisiydi bu pizza kesinlikle.
Yarışın seremonik startı için vapur iskelesine gittik yarış otomobilimiz ile. Koca bir arabalı vapur ve vapurun içinde sadece ralli otomobilleri. Dünyanın en iyi ralli pilotları ve son teknoloji ralli otomobilleri ile bir aradaydık.

Dostum Soner Tamer ile muhteşem manzara eşliğinde plastik kadehlerimizden şaraplarımızı yudumlarken, Ünsal Deniz'in objektifinden bu harika anlar ölümsüzleşti.

Arabalı vapurda yemek faslı bittikten sonra Galip Bilgin Abimizle sohbete başladık. Kendisi Renault 19 ile ilgili tecrübelerini paylaştı bizimle. Yanlış hatırlamıyorsam bu muhteşem otomobili zamanında tam 120.000 isviçre Frangı 'na satın aldığını söylemişti.

Otomobil ile birlikte bir fabrika takımına yakışır şekilde çok ciddi yedek parçaları olduğunu da sözlerine eklemişti. Renault 19 ile ilgili anlattıklarını nefesimizi tutmuş şekilde dinliyorduk. Edindiğim her bir bilgi ile içimdeki heyecan ve otomobili tecrübe edecek olmanın verdiği mutluluk kat kat artıyordu.

Bu güzel ortamda Ken Block ile tanışma fırsatı yakaladık. Tanışmadan önce kendisine karşı ön yargılı olduğumu itiraf edeyim. Dillere destan olan videolarını defalarca yapılan çekimlerle ve montajlarla piyasaya sürdüğünü bilmeyen dostlarım kendisinin muhteşem bir yetenek olduğunu söyleyip beni kızdırmayı başarıyorlardı. Yaptığımız kısacık sohbette kendisinin şovmen olduğunu belirterek ve üstadlara saygıda küsür etmeyerek kalbimi kazandı Ken Abi. Zaten o sezon yarışlarda elde ettiği sonuçlar da bunu kanıtlar nitelikteydi.

Ken Block ile net olmayan hatıra fotoğrafımız :)
Seremonik start muhteşemdi. Sultanahmet Meydanı'nda canlı yayın eşliğinde start aldık. Normalde trafikte bunalıp nefes alamayacağın yolların bomboş olması ve bu boş yollarda gazlamak çok değişik bir tecrübeydi.

WRC çok uzun soluklu bir yarış olduğu için Tosfed bu yarışı Türkiye Ralli Şampiyonası için 3 parçaya bölmüştü. Her gün 1 yarış sayılacak ve kazanılan puanlar bir katsayı ile çarpılarak Şampiyona hesabı icin kullanılacaktı.

İlk gün servis çıkışında Berkay Abiyle lastiklerimiz ile ilgili endişelerimiz vardı. Lastikler kullanılmamıştı fakat eski tarihliydi ve ne zaman imal edildiği konusunda net bir bilgi yoktu. Hatta bu konu ile ilgili kendi aramızda Nejat Abi zamanlarından kalmıştır diye şakalaşmıştık. Büyük zaman geldi ve Pendik'te bulunan servis alanından İstanbul Park'a doğru yola çıktık. Özel etaba yaklaştıkça heyecanım giderek artıyordu. İstanbul Park'ın yanından geçtik, köy merkezine doğru yaklaştık. Sapaktan sola döneceğimiz direktifini verdikten hemen sonra Berkay Abi yavaşladığı sırada sağ ön lastiğimiz bir anda patladı. Otomobilden indiğimizde lastiğin tabanının çember şeklinde yanaktan ayrılıp özgürlüğünü ilan ettiğini gördük. Zaman kontrol noktasına yaklaşık 3 km yol vardı. Süre olarak da 10 dakika zaman kalmıştı. Etaba kıl payı yetişip ceza almadan start aldık. Fakat start almadan önce tahmin ettiğimiz şekilde etabın içinde diğer lastik de patladı ve ciddi zaman kaybı yaşamamıza yol açtı. İlk gün Türkiye Şampiyonası kovalayanlar için resmen yaprak dökümü olmuştu. Mekanik arızalar, yol dışı kalanlar derken finiş gören sayısı çok azalmıştı.
Değişen yol notu
Etabın birisinde start aldık. Uzun düzlükler olan ve biraz kırıcı zemine sahip olan bir kısmına geldiğimizde çok ilginç bir şey oldu. Yol notu tutmuyordu. Verdiğim virajlar resmen kaybolmuştu. Hızlı kısımların sonunda bir virajdan tekrar yakaladım yol notunu. Meğer bir gece önce organizasyon bu kısımlar kırıcı diye greyder sokmuş etaba. Greyder de virajları silmiş süpürmüş yok etmiş. Bir baktık ki WRC ekipleri demeçler veriyor, herkes şikayet ediyor durumdan. Neyse ki bir sıkıntı yaşamadan atlattık bu durumu.
Bu yarışın en güzel yanlarından birisi doya doya yarışmaktı. Sabah 6'da kalkıp yollara düşmek ve gece yarısına doğru servis alanına ulaşmak. Servis alanı girişinde yorgunluktan otomobilin kaputu üzerinde uyumak. Çok güzeldi.

Yarışta önümüzde sevgili Ali Gülan vardı. Ahmet Yörük'le birlikte Citroen Saxo ile yarışıyordu. Refueling alanında Berkay Abi'nin başlattığı tatlı atışma hepimizi kahkahalara boğmuştu. Her etap sonunda birbirimizin zamanlarına bakarak tatlı bir rekabet de başlatmıştı farklı klasmanlarda olmamıza rağmen. Ertesi gün arkamızdan start alıyorlardı, stop noktasının çıkışında bekleyip zamanlarımızı değerlendiriyorduk. Berkay Abi şakaları ile gaza getirmeye çalışıyordu Ali Abiyi. Ikinci günün son etabı yol dışı yaşayıp gelememişlerdi. Çok üzülmüştük.

Hallı Jump
Start almadan önce arkadaşım Soner büyük bir iştahla sormuştu bana "Hallı nasıl? Beğendin mi?" diye. O zamanlar revaçta olan Richard Burns Rally simülasyonunda yer alan, adını hatırlamadığım zıplama noktası gibiydi burası. Fazla uçmak otomobili kıracağı gibi zaman kaybına da sebep olacaktı. Berkay’ı buralarda yavaşlatmam gerekiyordu. Çünkü bu noktalarda çok fazla gazlayacağı konusunda endişelerim vardı. Zamanı geldi ve bu etapta start aldık. Zıplama noktasına geldiğimizde yavaşladık ve neredeyse durma kıvamında geçtik burayı. Hatta bu noktada bulunan arkadaşlarımızdan bazıları zıplamadığımız için kızdılar bize. İkinci geçişte etapta tam atak yapıp gazlama kararı almıştık. Zıplama noktasına kadar çok iyi geldik. Tam yokuşun başında Berkay Abi "Atlayayım mı?" diye sordu. Ben de "Düzgün atlayacaksan atla" diye cevap verdim. Zıplama noktasına 4. viteste tırmanırken sonlara doğru fren ile 3. vitese düştük. Tam zıpladığımız anda resmen zaman durdu.
Masmavi gökyüzünden başka hiç bir şey gözükmüyordu. Derin bir sessizlik vardı otomobilin içinde. Sonra bir anda ön camda toprak gördük sadece. Tam bu anda bir korku sardı içimi, acaba yanlış yere mi iniyoruz diye. Büyük bir gürültü ile otomobil yere indi. Tam istediğimiz yere atlamıştık, yoldaydık.
Aldığımız darbe ile otomobilin hidrolik direksiyon pompası patlamıştı. İğne deliği kadar bir noktadan yağ fışkırıyordu pompa üzerinden.
Beşiktaş Nevzat Ayaz tesisleri önü buluşma noktasıydı. Burada trafik polisleri bekliyordu bizi. Tam bu noktadan Kadıköy özel seyirci etabına kadar olan yolun sol şeridi trafik polisleri tarafından kapatılmış ve yarışmacılara tahsis edilmişti. Trafikte mahsur kalan vatandaşların tepkileri eşliğinde polis eskortu ile inanılmaz hızlı bir şekilde özel seyirci etabına ulaştık. Fakat seyirci etabına girdiğimizde direksiyonumuz çok sert hale gelmişti.

Bu nedenle seyirci etabını çok düşük tempoda tamamlamıştık. Aynı etabın startında takım arkadaşlarımız Bülent Gürkan ve Burak Koçoğlu ikilisi aks kırılması ile yarışa veda etmişlerdi. Etap bitince sahil yolundan servis alanına doğru yol almaya başladık. Bu sırada Fıat 500 kullanan bir arkadaş gaza gelip makas ata ata bizimle servis alanına kadar gelmişti.
Gün sonunda etapta yaşadığımız problemler harici büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Hallı zıplama noktasının ikinci geçişinde nasıl olsa zıplamıyoruz diye hiç fotoğrafcı kalmamış, herkes seyirci etabına gitmişti. Nasıl zıpladığımızı anlattığımız arkadaşlar abartıyorsunuzdur diyorlardı. Neyse ki yarıştan bir kaç ay sonra birileri 2 adet zıplama fotosunu paylaştılar da bu efsanevi zıplama anının hatırası kaldı bende.


Zıplama noktasını izleyen arkadaşlar, en çok zıplayan 3. ekip olduğumuzu söylediler. 1. Saluk, 2. Ferhat Tanrıbilir idi dediklerine göre. Fotoğrafta poz veren gözetmen arkadaşın, fotoğrafı çeken kişinin verdiği tepki ile poz vermeyi bırakıp arkasını dönmesi ve fotoğrafın böyle çıkması ise bunu kanıtlar nitelikteydi. Bu fotografları çeken arkadaşlara tekrar teşekkür ederim.
Ikinci gün yağmur vardı. Efsanevi Bozhane etabı bana hep ürpertici gelmiştir. Bu etabı toprak lastiği ile ıslak zeminde geçecektik. Nitekim etabın içinde bir kaç aksiyon yaşadık. Dar kesimlerde hızlı gitmeye çalıştıkça bariyerlere daha çok yanaşıyorduk. Tek parça halinde sorunsuz finiş görebilmek güzeldi.
Yarışın son günü son etap olan Ballıca'ya geldik. Seremonik starttan yarışın son etabına kadar otomobili her çalıştırmada Berkay Abi garip bir şekilde "marş motoru gidici" deyip durdu. Işin ilginci bana gayet normal geliyordu marş motorunun sesi. "Bir şey yok abi" diyordum ve içimden kızıyordum her defasında. Son etaba yaklaşık 15 dakika varken otomobili Alparslan - Soner'in Citroen Saxo otomobillerinin arkasına çektik. Etap zamanı yaklaşınca herkes gitti, biz kaldık sadece orada. Güzelce giyindik, arabaya bindik. Berkay Abi marşa bastı, marş yoktu. "Bak ben sana demistim" dedi Berkay Abi. Ben de "diye diye bozdun abi" dedim. Indik ve otomobili vurdurarak çalıştırmayı denedik. Bulunduğumuz yer çukur şeklindeydi ve otomobili ileri - geri hareket ettirmek mümkün değildi. Berkay Abi tam pes edecekken bana garip bir rahatlık geldi bir anda. Çözümü bilmeden "dur sakin ol, halledeceğiz" dedim nedense. Kafamı kaldırdığımda arka taraftan gri bir Doblo'nun geldiğini gördüm. Içinde de 5 kişi vardı inanılmaz şekilde. Bu kahraman vatandaşlar sayesinde otomobili tekrar çalıştırmayı başardık ve tapa gaz etaba doğru yol almaya başladık. Yaklaşık 3 km yol vardı ama zaman kalmamıştı. Zaman kontrol noktasına ulaştığımızda tam 10 sn zaman kala karnemi vermeyi başardım ve ceza almadan etaba girdik. Bu curcuna içerisinde bagajda bulunan sırt çantası açık kalmış. Çantanın içinde alet takımları, yedek yağlar ve malzemeler vardı. Son etapta start aldık. Bir süre sonra sert bir frende çantanın ağzı öne doğru devrildi ve içindeki her şey arka taban sacına döküldü. Berkay Abi fren yaptığında pedalların altına çekiç, yağ kabı, tornavida, pense ve benzer aletler doluyordu. Gaza bastığı esnada sol ayağı ile pedalların altındaki malzemeleri geriye savuruyordu fakat ilk frende hepsi tekrar geri geliyordu buraya. Etabın sonuna geldiğimizde derin bir nefes aldık. Kazasız belasız güzel de bir zamanla etabı tamamlamayı başarmıştık. Geriye sadece otomobili stop ettirmeden servis alanına ulaşmak kalmıştı.

Yarışı başarıyla tamamlamıştık. Tarif edilemez bir tecrübe edindik. Pendik sahilde bulunan finiş tagından geçtikten sonra otomobilimizi kapalı park alanına bıraktık. Renault kendini kanıtlamıştı. Gerçekten muhteşem bir otomobildi. Kapalı park sonrası Ralli Merkezde organize edilen ödül töreninde madalyalarımızı aldık.

Işte heyecanlı ve unutulmaz Rally of Turkey 2010 yarışının hikayesi bu şekildeydi.
youtube
#berkaysavkay#rallyofturkey#rallyofturkey2010#tosfed#rally#renault1916s#2010#canherguner#pegasusracing#turkiyerallisampiyonasi#istanbul
2 notes
·
View notes
Text
90′lar 1.Bölüm
Bu ara eski günleri özlemek, eskileri mumla aramak çok klişe oldu kabul ediyorum. Fakat beni tanıyanlar bilirler ki kendimi bildim bileli eskilere olan ilgim ve alakam hep vardı. Toplumla paralel şekilde eskileri “Retro akım” adı altında yeni moda formatında anan bir tip hiç olmadım. Çok güzel günlerdi. Mutluyduk, ümitliydik, heyecanlıydık, milenyuma girecektik. Çok şanslı olan bizim jenerasyon, eski moda yaşam tarzının teknoloji ve hızlı hayat biçimiyle sentezlenmesi ile inanılmaz bir değişime canlı şahit oldu. Gerçek insanlığı, yardımlaşmayı, saygı ve sevgiyi hayatımızla bütünleşik şekilde yaşadık. Şimdiki gibi göstermelik şekillerde değil. O güzel günleri hatırlarken anıların bir kısmını kaleme almak istedim. Yaşananları ve hatıraları tek bir yazıya sığdırmak mümkün olmaz. Boş zaman bulabildikçe, anılar aklıma geldikçe yazabiliyorum. Bu nedenle 90’lar ile ilgili yazılarım kısım kısım devam edecek imkan bulabildiğim sürece.

Arka sokağımızda bulunan bilgisayar satıcısı… Aşağı yukarı 10 yaşımdayken her akşam eve dönmeden önce bu bilgisayarcının vitrininde uzun uzun hayaller kurarak vakit geçirirdim. O zamanlar piyasaya yeni çıkan Pentium MMX işlemcili demo bilgisayar ekranında dönüp duran “Kurtuluş Günü” filminin fragmanını hiç bıkmadan izlerdim. Vitrinde bilgisayarın hemen yanında duran Command & Conquer Red Alet ve Microsoft Flight simulator oyunları çok çekici geliyordu. Hemen yan apartmanda bulunan giriş katındaki bir ofisin camından Volfied oynayan genç elemanı izlerdik saatlerce.
Yılbaşı yaklaşırken hediye olarak bilgisayar gelsin diye dua ederdim. Hayallerimi süsleyen ilk bilgisayarıma kavuşmak 1999 senesinde Pentium III bilgisayar ile gerçek oldu. O zamanlar kredi kartına taksit olayı olmadığı için, sırf taksitle bilgisayar alabilmek adına Yapı Kredi Bankası’ndan “Taksit Kart” almıştı annem. İlk bilgisayarımı bu şekildetaksitli olarak satın almayı başarmıştık.

Apartmanımızın giriş katında bulunan, küçük bir atölye ile 80’li yıllarda büyük işlere imza atan ve 90’lı yıllarda başarıları konusunda zirve yapan Yestaş isimli firma. Bu firma yangın söndürme otomasyonları üzerine çalışıyordu. Dedektör, PIC otomasyon sistemlerini kendi bünyesinde imal ediyordu. Yine kendi bünyelerinde dedektör test düzenekleri , otomasyon kontrol sistemleri vardı. Küçükken buraya girip çalışanları izleyebilmek için can atardım. Çalışanlardan led, kablo ve kullanmadıkları malzemeleri isterdik. Bunlarla kendimce bir şeyler imal etmeye çalışırdım.Doksanlı yılların sonunda tavan yapan cep telefonu furyası neticesinde Kızılay’da her köşe başında telefon ve telefon aksesuarı satan firmalar kurulmaya başlamıştı. Apartmanımız bu değişimden nasibini alarak 1997 senesinde Atelkom isimli firmayı bünyesine katmıştı. Burayı meraklı gözlerle takip edip, yaptıklarına anlam vermeye çalışırken son model cep telefonlarını görmek beni gerçekten heyecanlandırıyordu. Yaz tatillerinde bu şirketin sahibi yanlarında çalışmama izin vermişti. Yaptığım işlerden hatırladığım cep telefonu kılıfı sayımı yapmaktı. Bu şirket işleri büyütmüş, bir sene sonra sıfır çift renk Hyundai H100 Deluxe satın almıştı. O yıllarda ne kadar güzel ve hoş bir araçtı anlatamam.
Mahallemizde yaşayan arkadaşlarımızla sürekli kulüpler kurardık. Arka sokağımızda bulunan bilgisayar toptancısından karton kutular ister, bu kutular ile apartmanımızın arka bahçesinde kendimize kulüp evi yapardık. “Tipo Cup Kulüp” gibi kendimizce beğendiğimiz şeylerin isimlerini verirdik. Harçlıklarımızı birleştirip marketten yiyecekler alır, bu kulüp evi içinde piknik yapardık.

Otomobiller. Yan apartmanda oturan VW 1303’ü olan, yıllarca aynı otomobili kullanan Ertuğrul Amca’nın bu otomobili 90’lar sonunda satması. Satar satmaz 0 km VW Polo Classic satın alması ve hala günümüzde aynı otomobili kullanması. Dün otoparkta meraktan göz gezdirdim içine, şu an yaklaşık 80.000 km’de. 1992 senesinde yan sokağımıza Renault 25 gelmesi. Biz oyun oynarken otomobilin sahibi amcanın kapıları uzaktan kumanda ile açması. Tek kelimeyle inanılmazdı :) Yıllar sonra otomobil eskidikçe hak etmediği şekilde gözden düştü. Hatta son zamanlarında IR uzaktan kumandalı saatlerle bu otomobilin kapı şifresini kopyalayıp, kapıları açıp kapatmak mümkün hale gelmişti. Yan sokakta Teoman’a benzer tarzı olan bir abi vardı. Yeşil renk eski bir Nova’sı vardı. Hep iç çeke çeke bakardık yanımızdan geçerken. Bir gün sokağın ortasında bir sokak köpeği duruyordu. Bu abi garajdan çıktı ve köpeği görünce heyecan yaptı. Yanımızda durup kapıyı açarak biz 3 çocuğa “arabaya binin, köpek saldırabilir, sokağın başında inersiniz” dedi. Bu fırsatı değerlendirip sokakta 1 tur atma keyfini yaşamıştık Nova ile. Anlata anlata bitirememiştik okulda.
1996 senesinde mahallemizde oturan zengin bir ailenin aldığı yeni seri E200 inanılmaz gelmişti. Bir tüm gün otomobilin sahibinin oğlu ile otoparkta otomobilin başında durduğumuzu hatırlıyorum.

1997 yılında BMC kamyonun Profesyonel serisi yeni çıkmış. İnanılmaz yakışıklı ve radikal bir tasarıma sahip. Yan sokağımızda bulunan Simtaş isimli firma bu kamyonu bir belediyeye satmış ve teslimat için apartmanın yan tarafında bekletmeye başlamıştı. Arkadaşlarımla bu kamyonun içine binip sıfır kokusunu içimize çektiğimizi ve iki kişi vites değiştirmeye çalıştığımızı hatırlıyorum. 1997 yılında Milliyet Gazetesi’nin Milpa adı altında kupon ile sattığı otomobil kampanyasına katılmıştık. Tipo 1.4 ie hayallerimi süslüyordu. Günlerim otomobilin hayalini kurmakla geçiyordu. Ancak bu masum bir çocuğun hayalleri yıkıldı, çekilişi beklediğimiz tarihten erken kazanınca babam bu otomobili başka birisine devretmek zorunda kalmıştı.

Bu kadar şeyden bahsederken o yılların rengarenk müziklerinden bahsetmemek olmaz. Mirkelam’ın merakla nereye koştuğunu düşünerek izlediğimiz klibi, sonrasında “Tavla” şarkısına çektiği w115 kasa Mercedes gördüğümüz klibi, Mustafa Sandal’ın hayatımızda iz bırakan “Araba” klibi, Levent Yüksel’in yeni albümünü merakla beklediğimiz günler, bekleyiş sonunda MAN kamyon eşliğinde yol temalı Zalim klibi, Ferdi Tayfur klibinde duvara ayakta tuvaletini yapan kadın!? (Jeton yıllar sonra düştü :D )
90’lı yıllara veda ederken ortaya Çernobil virüsü felaketi çıkmıştı. Bir çok bilgisayarın etkilendiği bu olayın sonrasında 2000’li yıllara başlarken dünyadaki tüm bilgisayarların çalışmaz hale geleceği konusunda şehir efsaneleri yayılmıştı.
Bu anıları hatırladıkça yüzümde önce tebessüm oluşuyor. Sonrasında ise özlüyorum o günleri. Daha zor imkanlarla daha çok mutluyduk. Merakla soruyorum kendime. Birlikte yaşadığımız, büyüdüğümüz o güzel insanlar nereye gittiler?
1 note
·
View note
Text
Porsche 944'ün Restorasyon Hikayesi
youtube
1 note
·
View note
Text
Tügsaş Didim Yaz Kampı
Ülkenin özelleştirilen değerlerinden birisiydi Tügsaş Didim Yaz Kampı. Benim açımdan bu cümle ile ifade edilecek kadar basit değil tabi. Çocukluğum, ergenlik dönemim, gençliğim. Açıldığı 80’li yıllardan 2002 yılına kadar aralıksız her yaz bu güzel tesise gitmişliğim vardı. İp bağlı kamyonumla kum çekip, kumdan kale yaptığım zamanlarım oldu. Kamptaki çocuklarla saklambaç oynadığım zamanlar oldu. Diskoda hiç tanımadığım ama beğendim bir kızı dansa davet ettiğim de oldu.

Kampın girişinde her gördüğümde heyecanlandığım tabela
Özetle 80′ler & 90’lardı benim için burası. Diskoda “Lambada” çalarken dans eden genç çifti izlerken hayallere dalmaktı, bir gün büyüyeceğim ve benim de kız arkadaşım olacak, ben de böyle dans edeceğim diye.

Disko’nun terkedilmiş hali.
Tatile gelen ailelerin otoparka bıraktıkları farklı farklı otomobilleri hayranlıkla incelemekti. O zaman sadece otomobil dergileri ve televizyonlarda görebildiğimiz birbirinden teknolojik harika otomobilleri incelemek. Sabah uyandıktan sonra balkonda mis gibi meltemi içime çekmekti. Kahvaltı sonrası heyecanla deniz ekipmanlarımı alıp dalış yapmak, ilginç deniz kabukları toplamaktı. İlk birkaç gün arkadaş bulmaya çalışmaktı. Tanıştığın yeni arkadaşların hikayelerini dinlemekti heyecanla, merakla. Çocukken arkadaşlarla yaramazlık yapmaktı. Yemekhanenin arkasındaki havalandırma fanına patates fırlatıp parçalanmasına kahkahalar atmaktı saçma bir şekilde. Lise zamanlarımda cep telefonunu yeni almışım, tüm kampta horlama sesi ile efsane olan amcanın horlamasını cep telefonuna kaydederken amcaya yakalanmak, amca tarafından kovalanmaktı. Tatilin sonunda tesisin giriş kapısında otobüsleri beklerken hayranlıkla seyrettiğim birbirinden güzel otobüslerdi. Üzerinde palmiye giydirmesi olan Prenses otobüsler, yeşil renk 304’ler, sıfır kilometre yeni çalışmaya başlamış Man otobüsler… Danışmadan para ile satın aldığımız jetonlar, bu jetonlarda tesis içinde yaptığımız alışverişlerdi. Kamp sokaklarında yapılan harika müzik yayınları idi. Oscar Harris - Alta Gracia, Matt Monroe – The Music Played gibi harika şarkılar eşliğinde gündüz şekerlemesi yapmaktı. Adını hatırlamadığım, kamptaki anonsları yapan spiker sesli abi idi. Kurt gibi acıkıp akşam yemeğini heyecanla beklemekti. Akşam ailemin yanında gittiğim Dalyan’da masadakilerin rakı mezelerini büyük iştahla tırtıklamaktı.

Dalyan
Yaz aşkıydı. Tertemiz duygularla masumca yaşanmış… Diskoda çalan harika şarkılardı. Hızlı şarkılar sonrası kapanış öncesi çalan unutulmaz slow şarkılardı. George Michael – Careless Whisper, Berlin – Take My Breath Away gibi… Kampın son senesinde diskoda DJ’lik yapmaktı. Döner Büfe’nin (yoksa Dönel miydi?) harika manzarası eşliğinde gün batımını izlemekti.

Döner Büfe
Geçen gün spor salonunda duşa girdiğimde akan soğuk suyun altında, suyun bir an önce ısınmasını temenni ederken aklıma geldi bunlar. Kendimi bir anda kampta suyun ısınmasını bekler gibi hissettim. Çok güzel günlerdi. Sade, basit ama büyük mutluluklardı. Sadece 1 gün bile olsa tekrar o kampta olabilmeyi, gün batımını izleyebilmeyi, yakamoz eşliğinde mis gibi deniz havasını içime çekebilmeyi, o harika şarkıları tekrar o ortamda dinleyebilmeyi çok isterdim. Geçen sene bu özlem ile 2018 tatil planları yapmıştım kafamda. Özelleştirilen ve yeni ismi “Aurum Moon Resort” olan tesiste güzel bir tatil hayalim vardı. Sonra düşündüm. Ne tesis o güzel tadı verecek eski tesisti, ne de ben o eski bendim.
1 note
·
View note
Text
Lise yıllarımda sahip olduğum en büyük zenginliğim umutlarımdı. Hayatının başında olan her bir bireyin sahip olduğu kadar. Üniversite, iş, aşk, aile… ÖSS sınavı sonrası yepyeni belirsiz ama mutlaka o günden daha iyi olacağına inandığım bir hayatın başlayacağına olan inancım... Evde annemin ve babamın olması… O zamana kadar ciddi bir ilişki yaşamamış olmanın getirdiği merak ile hayatımın aşkını bulacağım günün belirsizliğinin getirdiği heyecan. Mesela lisenin son günlerinde arkadaşım gitarında Düş Sokağı Sakinleri’nden “Sevdan Bir Ateş” çalarken hissettiklerim… İşte bunlar yok artık. Hayat standart hale gelmiş. Üst üste yoldaki sapakları geçip yolunu uzatmış bir sürücü misali hissediyorum artık. Günümüzün kirlenmiş ve bencilleşmiş insan profili daha çok ümitsizliğe sürüklüyor insanı. Günler geçiyor bir saat misali. Hayat akıp gidiyor kontrolsüzce avuçlarımdan.
0 notes
Text
Skoda 120L

Skoda markasına kendimi bildim bileli sempatim vardı. Ralli tarihinde azımsanmayacak yeri olan bu samimi markanın tasarımlarını beğenerek takip ederdim. Birkaç yıl önce Facebook’ta denk gelen bir video ile bir anda Skoda 120 modeline ilgi duymaya başladım.
youtube
Arkadan motorlu, eskiden çok çirkin bulduğum bu “basit” otomobil piyasada nadir bulunmaya başlayınca kıymete binivermişti gözümde. Sahibinden.com gezintileri sırasında sürekli kontrol edilen sekmelerden birisi olmuştu bu model. Tabi ekstra bir otomobil ihtiyacım olmaması, şirketin önünün yediemin otoparkına dönmesi sebebiyle sürekli bastırıldı bu merak. Ta ki gündelik olarak kullandığım, Tolga Şansal’a ait olan Nissan Sunny GTI garajdan gidene dek.
Garajımıza sevgili arkadaşım Tolga Şansal tarafından restore edilmek için getirilen Nissan’ın restorasyon projesi iptal olunca otomobil boşa çıkmıştı. Otomobili muhafaza edecek yer sorunu üzerine gündelik olarak kullandığım Renault 11’in restorasyon projesine start vermeyi, Renault 11 projesi tamamlanana kadar ise Nissan’ın temel eksikliklerini giderip gündelik olarak kullanmayı kararlaştırmıştık Tolga ile. Proje başladı, Renault kuru kasa hale getirildi. Bu esnada planlar değişip Nissan Tolga’ya lazım olunca otomobilsizlik problemi ortaya çıktı. Yıl sonuna bitirmeyi hedeflediğim Renault 11 projesi devam ederken bu problemin çözümü için kafa patlatmaya başlamıştım. İşte bu sırada İnternete ilanı yeni düşen, Türkiye pazarında satışa sunulmamış eski kasa Skoda 120L karşıma çıktı. Otomobilin sahibi Adnan Bey’i aradığımda otomobil hakkında kısaca bilgilendirdi beni. Skoda çekme belgeliydi. Sadece marşpiyellerde çürük vardı, otomobil yaklaşık 5 senedir sokakta tekerleri yere basmayacak şekilde kriko yerlerinden kaldırılmış vaziyette yatıyordu. Motor sorunsuzdu. Hayatımda ilk kez bir otomobili görmeden satın almaya karar vermiştim. Adnan Bey otomobili satın alma sözüme güvenerek kapora yollama talebimi kibarca geri çevirdi ve bir sonraki hafta İzmir’de görüşmek üzere sözleştik. Çanakkale Rallisi sonrası İzmir’e giderek Skoda’yı ilk kez canlı olarak gördüm. Adnan Bey ile buluştuk, önce otomobilin yanına sonra da notere gittik. Bu esnada otomobilin hikayesini ve bu otomobilin bir ailenin yaşantısının büyük kısmına tanık oluşunu heyecanla dinledim.

Otomobilin hikayesi Bulgaristan’a uzanıyor. Bulgaristan’da 1982 yılında sıfır olarak satın alınan bu otomobil doğal olarak Bulgar plakalıymış geçmişte. Bulgaristan’da Türk kökenli vatandaşlara yapılan ağır baskılar neticesinde otomobilin sahibi olan aile de çok zor günler geçirmiş Bulgaristan’da. Yaşanan zor günlerde geçmiş hayatlarını ve sahip oldukları herşeyi geride bırakmayı göze alan aile, 1989 yılında Turgut Özal’ın girişimleri ile Türkiye’ye göç etme kararı alıyor. Bu esnada Skoda da aile ile beraber Türkiye yollarına düşüyor. Bu göçün ardından Bulgar plakasının yerine 35 ile başlayan Türk plakası geliyor. Bu hikaye sonrası Türkiye’de satışa sunulmayan eski kasa Skoda’nın ülkeye nasıl geldiğini öğrenmiş oluyoruz.

Tarihe tanıklık eden bir otomobil. Büyük hüzünler ve yeni bir hayat heyecanı taşımış, bir ailenin bir jenerasyonunun büyümesine tanıklık etmiş. Böyle özel bir otomobili kilo hesabı hurdalığa gitmekten kurtarmak beni bir kahraman yapmıyor kabul ediyorum . Fakat yaşanmışlıklara tanık olan emektar bir otomobile sahip olmak değişik duygulara kapılmama neden oluyor.

Otomobilin detaylarına gelecek olursam, bu kısımda giriş cümlem tam olarak şu: Adamlar 50 yıl gitsin diye otomobil yapmışlar! Skoda 120 zamanına göre ileri teknoloji ile, düşük işletme maliyetleri, kolay bakım ve tamirat avantajı , mekanik olarak sağlamlık üzerine tasarlanıp üretilmiş bir otomobil. Neden mi? Çift salıncaklı, grasörlüklü ön takım ile ilk yüzleşmemde kendimi bir iş makinası inceliyor gibi hissettim.


Otomobil arkadan motorlu, arka itiş tasarıma sahip. Ön tarafta büyük bir bagaj hacmi var. Ön kısmın ağırlık olarak hafif olması düz direksiyon sisteminin yumuşak olmasıyla beraber şehir içi kullanım kolaylığını beraber getiriyor. Otomobilin dış detaylarına bakınca Türkiye’de satılan diğer modellerden farklılıklar görüyorsunuz. Sağ tarafta ayna bulunmaması, tamponlar, tavan çıtası, marşpiyel çıtası ve dış aynanın nikelaj olması başlıca dikkat çeken özellikler.
Paslanmaya karşı 1982 yılında kullandıkları kaplama teknolojisi ile otomobil İzmir gibi bir şehirde bugüne kadar sadece marşpiyellerin çürümesi ile gelmeyi başarmış.
Bakım çok kolay, arka koltuk yatırıldığında ortaya çıkan servis kapağı ile şanzımana ve motor bileşenlerine ulaşabiliyorsunuz.
Kafalıksız koltuklar başta insanın gözüne komik geliyor. Otomobilin broşürlerini incelediğimde bu tasarım ile otomobilin içinin komple yatak olarak kullanılabildiğini görmem beni çok şaşırttı. Sürücü koltuğunu en ön pozisyona çekip sırt tarafını tamamen yatırdığınızda ön koltuk arka koltuk ile birleşerek konforlu bir yatak haline dönüşüveriyor.
Otomobilde kullanılan hidrolik debriyaj sistemi o dönemlerde lüks Alman otomobillerinde kullanılıyordu. Stepne bölmesi olarak, ön kısımda bagaj hacminden çalmamak için çekmece tarzı bir tasarım yapılmış. Bagajı açıp stepne kolunu çektiğinizde ön tamponun alt kısmından çekmece şeklinde stepne bölmesi çıkıyor. Otomobilin her parçasında “Made in Czechoslovakia” yazıyor. Adamlar için çok gurur verici olan bu detay hemen aklıma Devrim otomobillerini getirdi. Belki üretilmeye devam etseydi tıpkı bu otomobil gibi her yerinde “Türk Malı” yazan bir otomobilimiz olurdu… Otomobil günümüz otomobilleri gibi hızlı bir otomobil değil. 1.2 hacmindeki motor 49 hp civarında güç üretiyor. Üzerindeki 4 vites kısa şanzımanla otomobil maksimum 140 km/saat hıza ulaşabiliyor. Frenler çok zayıf. Ön disklere basan fren balatalarının boyu kibrit kutusu kadar. Eski kullanıcılarının yorumlarına bakarak bu otomobilin kışın çok yetenekli olduğu izlenimimi henüz tecrübe etme şansım olmadı. Bu kış Ankara’da otomobilin neler yapabileceğini göreceğim. Şimdilik güncel haliyle mekanik bakımları yapılmış şekilde kullandığım bu otomobili ilerleyen süreçte restore ederek ilk günkü kondüsyonuna kavuşturmayı hedefliyorum. Bu yazı burada biter. Sevgiyle kalın.
youtube
2 notes
·
View notes
Text
2017 Ege Rallisi
Sezona hızlı bir başlangıç yaptık. Hızlı derken yarıştaki zamanlarımızı kastetmiyorum tabi ki. Yoğun iş temposu ve yarış haftası öncesi yaşanan olaylarla uğraşırken bir anda İzmir’de buluverdim kendimi.
Yarış Öncesi Geçen sezonda Murat Soyçopur ve Clio R3 ile 2 toprak yarış yapabilmiştik. Sezon sonu planlarımızda iyi bir hazırlık evresi geçirip sezona hızlı bir başlangıç yapmak vardı. Tabi evdeki hesap çarşıya uymadı. Yoğun iş temposu, projeler üstüne projeler derken antreman organizasyonunu yapamadık. Yarışmak için tek yapabildiğim şey 1 yıllık aradan sonra tekrar fitness yapmaya başlamak oldu. Pilotum Murat Soyçopur ile planladığımız asfalt testlerini yapamayınca Clio R3 ile ilk asfalt buluşmamız Ege Rallisi’nde yarış özel etabında oldu.
İzmir Yolculuğu Yarışa en başta uçakla gitme planım vardı. Can dostum Sercan Süerdem’in yarışa görevli olarak gideceğini öğrendiğimde kendisinden gelen teklifle planlar değişti. Ankara’dan İzmir’e gidecek olan görevli otomobili ile birlikte gitmeye karar verdik. Yolculuğumuzun detayları son haftaya kadar netleşmedi. Hangi gün, hangi saatte kimlerle gideceğimiz belirsizdi. Salı günü gelen sürpriz haberle son anda otomobil ile gitme işi riske girdi. Sercan’ın uçakla gitmesi söz konusu olmuştu. Ben ise çoktan uçak biletlerimi iptal ettirmiştim. Geriye kalan son seçenek olan otomobil kiralama senaryosunu kurgularken Sercan Çarşamba günü beni arayarak gece yola çıkacağımızı söyledi. Yolculuk çok keyifli geçti. Boran, Ahmet Abi ve Sercan ile keyifli bir yolculuk geçirdik. Yolculuk öncesi uykusuz geçen 3 günün etkisi ile yolun çok büyük kısmında uyumuş olsam da dönüş yolunda fazla uyumamı telafi ettim denebilir :)
Merhaba İzmir Sabahın ilk saatlerinde güzel İzmir’e merhaba dedik. Ralli merkeze gittiğimizde henüz sekreterya kurulum aşamasındaydı. Caddedeki büfeden aldığımız börek ve çay eşliğinde etapçı muhabbeti ile yaptığımız keyifli kahvaltı sonrası yarış koşuşturmacasına başladık. Yarışa bir gün erken geldiğim için elimden geldiğince bir şeylere yardım ederek yarışlarda görev aldığım eski güzel günleri kısa süreliğine de olsa tekrar yaşamış oldum. Özetle neler yaptık dersek; Öncelikle yarış cam numaraları için eksik olan transfer folyosunu almak için yola düştük. Aldığımız transfer folyoları ile 70 küsür kapı numarasına ait cam stickerlarını düzeltmeye yardım edip, sonrasında Servis Alanı Sorumlusu Ufuk Abi’nin otomobilinin deposunu doldurmak üzere anlaşmalı benzin istasyona ulaşmak için İzmir trafiği ile mücadele ettik. Bu görev de tamamlandıktan sonra yarışta görev alan bir gazeteci ekibi transfer ettik. Son olarak ise hava alanı tarafında uzak mesafede sayılabilecek bir yerden reklam materyallerini ve ahtapot görsellerini almak için 2 sefer git gel yaptık. Bu koşuşturmaca sonunda akşam oldu. İdari kontrol sonrası otele yerleşerek günü tamamladık.
Antreman ve Seremonik Start Cuma sabahı erken saatlerde etap yollarına düştük. Notlarımızı güzelce çıkardık. Antremanda ertesi gün yaşanacakların sinyalini almıştık aslında. Deniz seviyesinde oldukça sıcak olan hava Spil Dağı’na tırmandıkça soğumaya başladı. Aşağıda 20 küsür derece olan hava Spil Dağı tepesinde 4 derece civarındaydı. Antreman sırasında yer yer yağmur yağışı olduğunu da eklemeyi unutmayayım.
Teknik kontrolün tamamlanmasının ardından seremonik start için hazırlıklara başladık. Bu sırada aldığımız üzücü haber ile Şırnak’ta canımızdan can gittiğini, şehitlerimiz olduğunu öğrendik. Bu acı olay ile seremonik start sonrası gerçekleştirilecek Fatma Turgut konserinin iptal olduğu bilgisi geldi. Zamanımız geldi, start aldık ve otomobilimizle servise geri döndük.
1.Gün Yarış öncesi Fransa’dan beklenen akslar gelmediği için özel etap kilometresi dolmuş ve hafif boşluklu olan akslarımızla tedirgin başladık yarışa. Ege Rallisi öncesi yapmayı planladığımız asfalt testini de yapamamıştık. Otomobille asfaltta ilk tecrübemiz bu yarış olacaktı.
Yarışın ilk günü yağmurlu başladı. Yağmur lastiklerimiz olmaması sebebiyle elimizdeki lastiklerden en yumuşak hamurlu olanları önlere takarak Spil Dağı’na doğru yola koyulduk. Etabın startında çiseleme şeklinde ince bir yağmur yağışı vardı. Biz start aldıktan sonra yağış artmaya başladı. Yağmur lastiğimiz olmaması nedeniyle oldukça yavaş tempoda temkinli start almıştık. Etabın ortalarına yaklaşınca kar yağmaya başladı. Sonlara doğru ise lapa lapa yağan kardan görüş mesafesi etkilenmeye başlamıştı. Finiş gördüğümüzde antreman tempomuzdan daha yavaş gittiğimiz konusunda hemfikir olarak ikinci etaba doğru yola koyulduk.
İkinci etabı da zamanlara bakmadan temkinli bir şekilde tamamlayıp Ülkü Pisti’ne doğru yola koyulduk. Pistte bizden önce start alan ekipleri izleme şansımız oldu. Kaygan zeminden yağmur lastiği olan ekipler bile sıkıntı yaşıyorlardı. Start alınca etaptan pek keyif alamayacağımızı anlamıştım. Zamanımız geldi, start aldık. 250 hp gücündeki otomobilimizde gaza basabilmek mümkün değildi adeta. Alt devirlerde minimum patinajla yol almaya çalışıp bu etabı da tamamladık.

Günün özeti şu şekilde oldu: Yarış öncesinden hatalı lastik seçimi + günü tamamlayabilme endişesi + kar!
İlk gün kaygan virajlardan birisinde durum şu şekildeydi:
youtube
2.Gün İkinci gün hava güzeldi. İlk etap gerçek tempomuzda yarışmaya başlamıştık ki etabın son çeyreği fren merkezimiz bozuldu. Frenajda dibe inen fren pedalı birkaç pompalama sonrası kısmen tutuyordu. Bu şekilde ilk etabı tamamladık. İkinci etaba giriş zamanımızı beklerken motoru kapattık. Frenler soğuyunca kendine geldi. Etaba giriş zamanımız geldiğinde bir başka sürpriz yaşadık. Marş motoru çalışmıyordu. Dar köy içinde otomobili vurdurarak çalıştırma şansımız da yoktu. Son çare olarak otomobili viteste ivmeli şekilde ileri geri çalkalarken marşa bastık ve otomobil çalıştı. Son anda ceza yemeden ikinci etaba girerek start aldık. Renault’un kronik problemi marş motoru tekrar sorun çıkarmıştı. Marş motoru egzoz manifoldunun 1 parmak altında yer alıyor. Aşırı derecede ısınan egzoz manifoldu her yarış marş motorunu kavurarak çalışmaz hale getiriyor. Bu nedenle marş motorumuz her yarış revize ediliyor. Bu problem ilk başlarda marş motoru soğuyunca düzelse de yine de büyük risk taşıyor. Bu nedenle kalan kısmında riskli yerlerde otomobilimizi stop etmedik.
Günün ikinci kısmı tempomuzu biraz daha arttırdık. Normalde çıkarmamız gereken derece aralıkları yarışın sonunda gelmeye başladı. Yarışın son etabı olan Power Stage etabınıda sınıfımızda en iyi zamanı yaparak günü tamamladık. Yarışın sonunda sınıfımızda ikinci olduk.

Buradan da sınıfımızda Clio Ragnotti ile birinci olan ve güzel zamanlar yapan Hakan Ertarman ve Yunus Emre Bol’u tekrar tebrik ediyorum.
youtube
Son olarak yarışın en çok eleştirilen kısmı hakkında fikirlerimi belirteyim. Normal etaplar çok uzundu. Özellikle son özel etaptan çıkıp Kemalpaşa önünden transit geçerek servise girmek ve tekrar geri dönerek Kemalpaşa’da finiş görmek, finiş sonrası tekrar servis alanına dönmek gereksiz uzundu bizler için. Özellikle mekanik ömürleri kilometre bazında ölçülen yarış otomobillerinin canından can gitti. Bunun yerine etap dönüşü Kemalpaşa’da yarış bitirilebilir, son servis Kemalpaşa’ya gelmeden uygun bir yerde aldırılabilirdi. Ama her şeye rağmen güzel bir organizasyon ile keyifli bir yarış oldu bizler için. Yeni etaplar çok güzeldi. İkinci etaptan servise dönüş kısmındaki dağlık yollar da özel etap olsa diye iç geçirdik dönerken. Umarım önümüzdeki yarışlarda da bu şekilde ezber bozan yeni etaplar görebiliriz.
2 notes
·
View notes
Text
Renault 12. O’nu Tanımayan Var Mı?

Bir otomobil düşünün. 60’lı yılların teknolojisi ile tasarlanmış, küçük değişikliklerle 2000’li yılların sonuna kadar üretimi devam etmiş bir otomobil. Memleketimizin her köşesinde kullanılmış, kamuya hizmet etmiş, hemen hemen her ailenin anısı olan bir otomobil. Tüm bunlarla beraber Türk Motor Sporları tarihinde adını altın harflerle tarihe kazımayı başarmış Renault 12.

Renault 12’ yi günümüzde özel kılan iki şey var aslında. Birincisi ekonomik işletme maliyetleri. Otomobilin mekanik bakımdan çok sağlam olması. Otomobili günlük hayatta düşük bakım maliyetleri ile kullanabilirsiniz. Yedek parçaları Türkiye’de üretiliyor ve çok ucuz. Düşük bütçeli restorasyon projesi arayanlara öncelikle tavsiye edebileceğim otomobildir Renault 12. İkincisi sebep ise otomobilin sayısının giderek azalması. Eskiden her yerde görmekten bıktığımız ve “istenmeyen çirkin otomobil” ilan edilen otomobilin sayısının ciddi anlamda azalması. Bugün orijinal çizgilerinde 70’li yıllara ait uygun fiyatlı bir Renault 12 bulmak kolay değil. Bu sebeple bu tarz bir otomobil trafikte ciddi anlamda dikkatleri üzerine çekiyor.
Şanslıyım ki uzun sayılabilecek bir süre zarfında orijinal bir Renault 12 TL kullanma şansım oldu. Otomobil gerçekten çok keyifli ve tam anlamıyla ilgi mıknatısı. Gittiğiniz bir restoranda valeye otomobilinizi teslim ederken büyük bir ilgi ile karşılaşıyorsunuz. Trafikte önünüzü kesip “otomobilinizi satar mısınız?” sorularını duymaktan bıkıyorsunuz bir süre sonra.

Restorasyon için garajımıza bir Renault 12 konuk oldu. 42 yıllık yorgun düşmüş ihtiyar delikanlıyı ilk günkü kondisyonuna ulaştırmak için kolları sıvadık. Otomobil 1973 senesinde satın alınmış ve günümüze kadar ilk sahibi tarafından titizlikle kullanılmış. Orjinalliği mümkün oldukça bozulmamış. Aracın faturaları ve evrakları özenle muhafaza edilmiş. Aracın sahibi rahmetli olduktan sonra mirasçıları mirasına sahip çıkmak için otomobili restore ettirmeye karar vermişler. Proje yaklaşık 7 ay sürecek. Tamamladığımızda blogta paylaşacaklarım olacak sizlerle.
Proje tamamlanana kadar detayları sürekli güncellenen Facebook fotoğraf albümünden veya web sayfamızdan takip edebilirsiniz. Dileyen takipçilerim otomobili canlı olarak görmek ve kahve keyfi eşliğinde sohbet etmek için garajımıza ziyarete gelebilirler.
Facebook Albümü: https://www.facebook.com/media/set/?set=a.828785787241534.1073741838.249023198551132&type=3
Web Sayfamız: http://www.otomobilrestorasyon.com/1973-renault-12-ts-restorasyon.html
Adres: Şaşmaz Oto Sanayi Sitesi 2577. Sokak 2/A Etimesgut - Ankara
1 note
·
View note
Text
Geçmişin Işığında Mutluluğun Sınırları
İnsanoğlu tek bir amaç için yaşam mücadelesi sürdürür: mutlu olmak. Yaptığımız her eylem, verdiğimiz her karar arkasında bu gizli hedefi saklar. Başarı, sağlık, para ve maneviyat. Bu açık hedeflerin hepsi gizli hedef olan mutluluk içindir.
2000’ler sonrası toplumumuzun çok hızlı gelişen bir tüketim toplumu olduğu konusunda herkes hemfikirdir sanırım. Gelişen teknoloji zamanın akışını hızlandırdığı gibi toplumda doyumsuzluk yaratmaktadır. İşte bu noktada mutluluk kavramını incelersek, mutlu olmanın gitgide zorlaştığını görebiliriz. Basit örnekler verecek olursak satın alınan son model otomobiller, cep telefonları ve çocuklara verilen hediye oyuncaklar. Günümüz toplumunda ilginç şekilde hepsinin insanı mutlu etme süresi çok düşük, tatmin edicilikleri ise çok az. İşte bu durum ışığında şanslı olarak nitelendirilen insanlardan bahsetmek istiyorum. Geçmişte istediklerini kısmen elde edememiş ve hayatı kademe kademe detaylı yaşamaktan zevk alan, nostaljiyi seven şanslı insanlardan.

Düşünün. 90’lı yıllarda yaşıyorsunuz. Hot Hatch denilen GTI otomobiller, Alman Markı ile satılan lüks “Hi-Fi” müzik setleri ulaşılması olağan şartlarda imkansız şekilde hayallerinizi süslüyor. Aradan yıllar geçiyor ve bu hayallere ulaşmak kolaylaşıyor. Fakat insan bu harika hayalleri yaşamadan güncelleyerek kendine zor ulaşılır hedefler seçerek mutluluğun sınırlarını uzaklara çiziyor. Bu standart çizgi dışına çıkıp nostaljiyi yaşayan insanlar ise mutluluğa daha kolay ulaşıyor. Örnek vermek gerekirse bu tarz insanlar yirmi bin liralık bir otomobil ile çok mutlu olabiliyorlar. Eş zamanlı olarak toplumun büyük çoğunluğu ise yüzbinlerce liralık otomobilleri ile bu mutluluğun onda birini bile yaşayamıyorlar.

Mutluluğun sınırlarını biz çiziyoruz. Hayallerinizi geç de olsa gerçekleştirin. Yarım kalan geçmişinizi mümkünse yaşayarak eski mutlulukların tadını yakalayın :)
2 notes
·
View notes
Text
Kaybedilenler Üzerine
Uzun yolculuklar. Saatler süren, insanın geçmişini ve geleceğini düşünme fırsatı bulduğu uzun yolculuklar. Kimi zaman geçmişte yaşadığın güzel anılar aklına gelirken kimi zaman pişmanlıklarını yaşarsın anılarınla beraber. Güldürür, bir anlık mutlu eder, can yakar, ağlatır.
Geçmiş, artık gelmeyecek olandır. Kaybedilendir. Çevrendeki insanlar alışılmış şekilde takılma önüne bak derler. Tuzları kurudur genelde. Hayatlarının önünde sis perdesi kalmamıştır, gönül meselesi defterlerini çoktan yarılamışlardır.
Her gelen inançlarına ve değerlerine zarar verip çeker gider ardına bakmadan. Hayal kırıklıkları yaşarsın. Önce çok acıtırken sonralarda daha az acıtır, hatta hissetmemeye başlarsın. Hayal kırıklıklarını kabullenirsin, basit hayaller kurmaya başlarsın. Devamında güven kırıklıkları yaşarsın. Her olay taş üstüne bir taş koyar. Şehir efsanelerinde yaşanan iğrençliklere, terkedişliklere şahit olursun. Tüm bu yaşadıkların seni biraz daha “kaybeden” yapar. İçindeki çocuk biraz daha adam olur. Eskiden dinlediğin sıradan şarkıların içlerindeki kaybeden adam olduğunu farkedersin. Teoman şarkılarındaki adam gitgide daha tanıdık gelmeye başlar. Zamanında dalga geçtiğin replikler gelir aklına: “Başkalarının çocuklarını, hayatlarını, bedenlerini ödünç alacaksın geri vermek üzere ve hep ıssız kalacaksın…”
Hayat. Beni şaşırtabilir misin artık?
2 notes
·
View notes
Video
youtube
(https://www.youtube.com/watch?v=ppt-PoygSCA gönderdi)
0 notes
Text
Klasik Otomobil Restorasyonu: Ekspertiz ve Ekonomik Analiz
Klasik otomobil restorasyon projeleri bu işe yeni kalkışanlar için büyük bir maceradır. Günümüzde ne yazık ki bu işi her açıdan olması gerektiği gibi yapan yerlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Burada demek istediğim ortaya çıkan otomobilin orjinalliği veya güzelliği değil kesinlikle. Bu konuda dünyaya örnek olacak ustalarımız ve garajalrımız olduğunu biliyorum. Restorasyon projeleri bir bütündür. Proje çıktısı olan otomobil fevkalade güzel olabilir. Peki ya girdiler? Harcanan para? Kaybedilen zaman? Yaşanan sinir ve stres ise başlı başına ayrı bir konu.
Restorasyon konusunda çalıştığımı beni takip edenler bilirler. Bu yazımda sizlere detaylı ekspertizi nasıl yaptığımızı ve ekspertiz sonrası ekonomik analiz ile elde ettiklerimizi anlatacağım.

Detaylı Ekspertiz Piyasadaki computest çılgınlığı tarzında bir ekspertiz işlemi yapmadığımızı öncelikle belirteyim. Ekspertiz işlemi otomobilin özelliklerine, fiziksel durumuna ve içerdiği detaylara göre 1 – 3 gün arasında süren bir süreç. Ekspertiz işlemini Kaporta, Boya, Mekanik, Elektrik, Döşeme ve Mini Onarım – Detay İşlemleri olmak üzere 6 ana sınıfta sınıflandırıyoruz. Her sınıfta görülen kusurları sırayla listeliyoruz. Tüm kusurlar listelendikten sonra her birisi onarımı yapacak uzmanın görüşlerine sunulmak üzere raporlanıyor. Her konunun kendi ustası gerekli yedek parça, işlem süresi, yapılacakların detaylarını ve seçenekleri netleştiriyor.
Burada bazı hassas noktalar var. Kaporta aksamı boyalı yüzeyin altında kaldığı için aracın net durumu ancak boya kazındıktan sonra görülebiliyor. Bu sebeple kaporta fiyatlandırması işe başladıktan sonra değişkenlik gösterebiliyor kimi zaman. Bununla beraber kaporta durumu için genelde yanlış düşünülen noktalar var. Komple restore edilecek bir aracın boyasının birkaç yıl önce başkası tarafından yenilenmesi sanıldığının aksine kötü bir durum olabiliyor. Kötü niyetli kişiler kaporta aksamı çürük ve bozuk bir otomobili polyester macunu ile çürükleri doldurduktan sonra boyayarak aracın boyası yeni diye araçlarını satabiliyorlar. Alan kişi ise böyle bir durumda karşılaştığında normal çürük bir otomobilin onarımına harcayacağı paradan daha fazla para harcamak ve zaman kaybetmek durumunda kalabiliyor.
Ana konu başlıklarına göre ekspertiz detayları şu şekilde oluyor:
Kaporta: Aracın geçmişte gördüğü kaporta onarımları, kronik çürüme riski olan bölgeleri ve alt kısmı inceleniyor. Mevcut problemleri orijinale sadık biçimde veya ekonomik olarak nasıl ortadan kaldırabileceğimizin senaryoları oluşturuluyor. Değişmesi gereken ve tavsiye edilen kaporta parçaları listeleniyor. Buna göre tarafımızdan fiyat teklifleri, her bir teklife özel garanti süreleri ve işlem süresini içeren rapor hazırlanıyor.
Boya: Aracın boya durumunun orjinalliği (fabrikasyon olup olmadığı – orijinal renk tonu olup olmadığı), geçmişte gördüğü boya işlemleri inceleniyor. Kaporta durumuna göre ekspertiz ve gerekli malzeme listesi tamamlanıp senaryolar oluşturuluyor. Son olarak tarafımızdan fiyat teklifleri, her bir teklife özel garanti süreleri ve boya işleminin süresini içeren rapor hazırlanıyor.
Mekanik: Mümkünse araç ile test sürüşü yapılıyor. Araç altında ve motor görsel kontrol ardından detaylar inceleniyor. Gerekirse teknik ölçümler yapılıyor. Elde edilen bulgular doğrultusunda değişmesi gereken ve değişmesi tavsiye edilen parça listesi hazırlanıp durum raporu hazırlanıyor.
Elektrik: Aracın elektrik aksamlarının işlevi inceleniyor. Tesisat üzerinde daha önceden yapılmış tamirat işlemleri ve ilave donanımlar incelenip yapılacaklar listesi hazırlanıyor. Buna göre tahmini malzeme listesi ve gerekli süre ortaya çıkıyor.
Döşeme: Aracın döşeme durumu, malzemelerin tekrar kullanılabilip kullanılamayacağı inceleniyor. Çıkan sonuca göre yapılacak kaplama işlemleri, döşeme yenileme işlemleri listeleniyor. Araç sahibine malzeme cinslerine, renk opsiyonlarına göre değişik seçenekler hazırlanıyor. Bu şekilde araç sahibi otomobilin üretildiği senesindeki döşeme renklerinden birisini seçme şansına sahip oluyor. Aynı zamanda kumaş veya deri seçeneklerinden birisini orjinale sadık kalarak seçme şansı doğuyor.
Mini Onarım – Detay İşlemleri: Bu işlem grubu aracın parçaları üzerindeki çatlak, kırık, kopuk parçaların onarımlarını kapsıyor. Örnek vermek gerekirse çatlak torpido kapağı, kırık kapı kolu, tırnakları kırılmış kapı döşemesi gibi. Bunların dışında sanayide hiçbir ustanın uğraşmayacağı kadar detaylı boya işlemleri bu gruba giriyor. Örneğin aracın logosunun içinin boyanması, silinmiş butonlara UV baskı ile logo basılması, araç üstü fabrikasyon stickerlarının üretilip uygulanması gibi. Bu grubun son içeriği ise detailing ve koruma uygulamaları oluyor. Tüm bu işlemler için seçeneksiz tek bir teklif hazırlanıp araç sahibine sunuluyor.
Örnek Detay Listeleri:
Ekonomik Analiz
İşin can alıcı kısmına geldik. Araç alındı, ekspertiz yapıldı, listeler ve teklifler hazırlandı. Çıkan toplam rakamı detaylara ve aracın orjinallik durumuna göre seçeceği işlemlere göre araç sahibi kendi belirliyor. Burada kilit nokta şu: Proje sonrası ortaya çıkan otomobilin narinliği, piyasada bulunabilirliği. Ülkemizde klasik otomobil piyasasında en etkili faktörün bu olduğunu kimse inkar edemez. Bunun ışığında ortaya çıkan maliyet projenin ne kadar mantıklı olduğunu gözler önüne serer.

Örnek vermek gerekirse E21 BMW. 4000 TL gibi bir rakama çok kurcalanmamış bir otomobili almak mantıklı olabilir. Totalde aracın fiyatı dahil 25.000 TL harcayarak herşeyiyle 0 km bir otomobile sahip olmak gayet mantıklıdır. Üstelik 2 yıl boya garantili, 3 yıl kaporta garantili şekilde.

Her aracın fiziksel durumu, piyasada bulunabilirliği, yedek parça fiyatları farklıdır. Bu sebeple restorasyon yapılmasının mantıklılığını sorgulamak için mutlaka bir uzmana danışmakta fayda vardır. Aksi taktirde ben bu otomobili x liraya toplarım diye projeye başlayıp 2x lira ile projeyi sonlandırma durumu ortaya çıkar. Tabi maddi durumunuz yeterli düzeyde ise. Bugün internet satış sitelerinde yarım kalmış veya hiç başlanılmamış birçok projelik otomobil görebilirsiniz.
Bu konuda yardıma ihtiyacı olan arkadaşlar bize ulaşabilirler:
Fast Care Otomobil Restorasyon www.otomobilrestorasyon.com Adres: Şaşmaz Oto Sanayi Sitesi 2577. Sokak 2/A Etimesgut - Ankara
#fastcare#klasik otomobil restorasyonu#ekonomik analiz#ekspertiz#klasikotomobilrestorasyonu#klasik oto#klasikoto#restorasyon
2 notes
·
View notes
Photo

www.otomobilrestorasyon.com yenilenen radikal özellikleri ile çok yakında karşınızda olacak. FastCare FastCare FastCare Otomobil restorasyonunda vazgeçilmez adresiniz 😊 #fastcare #restorasyon #restoration #ankara #sasmaz #sasmazotosanayi #sanayi #minionarim #otominionarim #klasikoto #klasikotorestorasyonu #retro #classic #boya #kaportaboya #paint #porscheturkey #classics #turkey #web #car (www.otomobilrestorasyon.com)
#turkey#web#sasmaz#classic#klasikotorestorasyonu#car#klasikoto#porscheturkey#kaportaboya#sanayi#ankara#paint#restorasyon#restoration#otominionarim#sasmazotosanayi#minionarim#boya#classics#fastcare#retro
1 note
·
View note
Photo

Komple otomobil toplamayan anlayamaz benim hissettiklerimi. Gerçi böyle özel bir proje ile kiyaslanamaz yaptiklarimiz. Elimizin altında fabrika kitapciklari, google amca, son teknoloji aletler, son teknoloji kimyasallar, ebay gibi olanaklar varken aslında o kadar basit birşey ki yaptiklarimiz. Otomobili orjinal haline getirmek. Bu bile 7 8 ay süren sancılı bir süreç... Devrim arabasi ise bu ülkenin evlatlarinin kısacık bir sürede 0 dan tasarlayip imal ettiği özel bir otomobil. Bugün Devrim'e gittim. Dakikalarca tuylerim diken diken olmuş şekilde sessizce izledim. Boya nin altındaki zımpara ciziklerine bakarken otomobili yetiştirmeye çalışan usta geldi gözümün önüne. Çok büyük bir el işçiliği ile yapılan ve çizgileri zar zor oturtulmus kaporta parçalarına bakarken çekiç atan ustaları hayal ettim. Bana göre bir mucizeydi Devrim. Bu ülkenin sırtına bıçak saplanarak yarım bırakılmış bir mucize. #devrim #devrimarabası #devrimarabalari #eskisehir
1 note
·
View note