Follow me on instagram: Cennetlionnnn Follow me on VSCO: http://cennetlionnnnn.vsco.co/1 Precies op de Maan !!!!!!!!!! Reading books, writing, laughing hard. And the happiest round the world.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo

So the point is actually don't give up on it. Get it and watch it and you'll see that it will be even better as you'd espect it. No one ever startet from the top of the mountain. All started from the bottom... 💪😙
0 notes
Photo
6 Eylül 2012
Bir kadın sevdim bir zamanlar. Tenine dokunmaya kıyamadığım, gözlerinde aşkı, nefreti, sevgiyi, acıyı, mutluluğu, hüznü ve çaresizliği gördüğüm bir kadın. Bakışlarında, şehrin bütün yalnızlıklarını taşıyan, kendi haricindeki bütün yalnızların sızısını kalbinde taşıyan. Gamzelerinde, yılların bütün sessiz feryatlarını saklayan. Tanrı'nın yeryüzündeki bütün yağmurları gözlerinin kıyıcığına bıraktığı bir kadın…
Her şey güzel olacak sanmıştık oysa.. Yanılmak, kör bir kuyuya nefessiz dalmaya benziyor. Bir güzelin ölümünü gözlerimle gördüm ben dostlar, o güzel yüzlü kadın baharsız açan bir çiçekti zira. Özüne kavuşmak için bütün dünyayı karşısına alabilen bir cesarete sahip bir lilyumun intiharını izledi bu gözler. O güzel kadında ‘üvey bir aşk’ olmuşum meğer ben seneler boyunca, O ise şimdi bende 'sonsuz bir yara’.
Bir acı vardı geriye ondan, kalıcı. Aldatıcı kırık dökük bir kaç hatıra ile beraber. Hayat denilen şey, tuhaf işte. Herkes bir yere varma telaşındayken. Aşk, hüzün, doğum, yaşam, ölüm derdindeyken. Akıp geçiyor zamansız zamanlar. Herkesin bütün olan biten telaşları arasında hala acele ettikleri bir şeylerin olduğunu gördükçe, anlıyorsun gittikçe yalnızlaştığını.
Oysa benim o kadından başka bir şeyim bile yoktu. Ve her şeye yetişecek gücü kendimde bulan ben bir tek O'na yetişemiyordum. Herkes birine varmak için çıktığı yolun sonuna varıyordu da, bense O'na yakınlaştığımı sandıkça uzaklaşıyordum. Ve ayrılık, her şeye inat sonsuz hızla kapıyı çalıyordu. Hatıralar sepyaydı sonrası. Rüzgarlar yalancı. Güneş ve deniz de bir o kadar yabancıydı. Dünyanın merkezi kayıyordu avuçlarımdan, bir öğle vaktiydi; başka bir hayata…
Gözyaşları hiç acıdı benim için aktığında diye merak ettim hep? Kendime sorup duruyordum. Gözünden düştüğüm, gözümden düştüğü o uçurumun kıyısında manzarayı seyreylerken. Aşağıya bakıyordum. Çoktan dibi boylamıştık geçmişin derinliğinde, o sonsuz karanlığında.
Ama tarifi imkansız bir suskunluğu paylaşıyorduk son ana kadar. Gitmeye hazırdık, hayatımızda kalıyorduk. Hiç bir cevabım yoktu, verilecek. Sonsuz bir soru işaretinin sonuna geldiği o kör cümleydim, bilmiyordum. Sonra..Pek değişen bir şey olmadı buralarda. Sokaktaki çocuklar büyüyor yalnızca. Arada mevsimler değişiyor. Mesela bu günler yazın geride kaldığı, sonbaharın kapıyı çaldığı zamanlar. Yaz bitti. Eylül geldi. Sancıları, yazdan kalma pişmanlıkları ve güzel hatıraları, yalnızlığımızın ve hayal kırıklıklarımızın yegane arkadaşı sonbahar ve onun en güçlü yoldaşı eylül.
Eylül; bütün hayatın özetidir, kadınım.
Şayet birbirimizi deli gibi sevip, çılgınlar gibi seviştiysek, yan yanayken hiç olmadığımız kadar mutlu olup, yarınlarımızı düşlediysek veya; birbirimizi olmadık yere kırıp incittiysek, çok üzdüysek söylediklerimizle, eylemlerimizle, bir arada artık acı çekmeye başlayıp her ne yaşıyorsak artık bitsin istediysek; bütün yaptıklarımızın hesabını eylül görür, başka baharlara kalmaz faturası! Zaten kalmadı da…
Bak pencerem şimdiden eylüle bulanmış. Kentin önemli bir kısmı etrafta görünmüyor. Hüzün süzgecinde iyice damıtılmış şarkılar eşlik ediyor gecelerime. Faturalar, planlar, hayaller, pişmanlıklar. Eski hayata dönüşün armağanları. Ha; Yollar değişiyor bir de. Hani geçip gittiğin yollar. Ayak bastığın kaldırımlar.
Bensiz çıktığın tatiller vuruyor pencerelere geceleri. Hep hayal ettiğimiz gibi değil mi atlayıp arabaya, sınırsız maviliklere yelken açacaktık. Merak etme, o yolları ben de aştım. Ama aynı yollarda yürünmüyormuş lakin, şimdi şimdi anladım.
Semtteyim, kederdeyim kimi zaman bilinmez yerlerdeyim. Otobüse binip, İstanbul'u muhtemelen sensiz kaç yüzüncü kez dolaştığım bir düşteyim.
Döndüm eve erkenden bu gün, biraz sahilde yürümüştüm de. Akşama doğru çıktım parka. Bomboş salıncakları, aşıkların birbirlerinin isimlerini kalp içine alarak çiziktirdikleri tahta bankları tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. İçtim. Bir ara sevdiklerimi hatırladım, aramak geldi içimden aradım. “Sevdiğim dediğim” de, beni pek sevmeyen yalandan ortamlarda bozuntuya vermeyen insanlar yani. Büy��k küçük fark etmiyor artık. Akrabalar işte. Düğün ve cenazeler dışında ortalıklarda pek görünmeyen, misafirliğe gittiğinde, gelmenden pek hazzetmeyen güruh.
Ama ben böyleyim işte. Dipsiz kuyulara girip, kapağı üzerime kapadığımda ararım. Ne olur, ne olmaz ölümlü dünya, tuhaf ilişkiler yumağı zaten akrabalıklar. Kimse kimsenin ve bu hikayede bizim bir adım ileride olmamızı istemezdi benim çocukluğumdan itibaren, çekememezlik had safhadaydı, babamın işleri çok iyiydi filan, neyse ayrı konu. Park diyordum, pardon. Parkı aslında görsen, semtin en güzel yeri bu vakitler gerçi hiç kimse olmuyor. Yazın coşkusundan eser yok.
Seninle gittiğimiz her yer ve yaptığımız her yolculuk anısı saklı olduğu takıldı birdenbire aklıma. Ahh! Biletler bir kitabın arasına unutuluyor, hiç beklemediğin bir anda karşına çıkıyor. Son sinema, uçak, otobüs. Benim dışımda var mıdır, böyle hatıralara önem verenler, bilmiyorum. Ben unutmadım. Plaklarımdan seçiyorum bu saatler, sana gelsin diyorum. Yeryüzünde her nerede ve kiminleysen, olsun ama sana armağan olsun.
Kuşlar bile uçtu gitti be sevgilim, sen mi duracaktın?
Böyle şeyler işte, hiç yaşanmamış sanıyor insan zaman geçince üzerinden. Hiç olmayan birine, belki gök yüzüne şarkılar yolluyor. Ama fotoğraflar var işte. Bir tarafın yaktığı, diğer tarafın koynunda sakladığı. Onlar silinmiyor. Şimdi o fotoğraflarımıza bakıyorum. Bu gök kubbenin her hangi bir yerinde olabileceğin ihtimaliyle biraz sakin, biraz kalbi kırık.
Yeryüzünün iyileştirici hiç bir yanı olmadığını; şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi sevgilim. Ahh, özür dilerim ne çabuk unutmuşum geçti değil mi? Sen sevgilim değilsin şimdi. Geçtik birbirimizden, birbiri yanından sessizce geçip giden gemiler gibi. Sanırım bizi biraz yalnızlık, biraz ayrılık acısı, biraz da dünya hevesleri tuttu. Bir arada.
Ben; biraz daha dayanıklıydım sana göre, doğarken sarhoştum. Güzel başlayan hikayenin örüldüğü kötü hatıralar ve bulanık rüyalardan sağ çıkmamın nedeni buydu. Sen daha savunmasız, sen daha küçüktün. benden önce, her şeyden önce, çok incinmiştin. Sırf, hayatta daha güçlü tutabilmek için seni çok sevmiştim. Sevmek, kutsal sayılan dinlerin 'birinci şartı'ydı oysa…Cennete, belki bu sayede giderim sanmıştım. Cennetine. Düştüğüm cehennemin tam ortasından. Yanılmışız.. Yanılmışım. Hastane… Hatırladığım, inceden uzunca bir koridor. Puslu biraz. Bulunduğum yerin adında uzun uzadıya tamlamalar bir de duvarların öte yanında bitmeyen gürültüler, gerçi bazen sesler kesiliyor. Karşımda bir kadın var unvanlat dolu bir kartviziti ile beraber..
Bana 'kendinden bahseder misin’ diyerek girdi söze. Ağzımdan taşan cümleleri bir araya getirmeye, hizaya sokmaya çalıştım başlarda sonra derin bir nefes alıp başladım anlatmaya. Akrep, yelkovanın izini sürdü.
Nereden, nerelere geldiğimin farkında değildim. Kendime geldiğimde gördüğüm, kadının yüzündeki başlangıca ait sakin, soğukkanlı, kendinden emin ifadenin yerini şaşkınlığa, biraz üzüntüye ve endişeye bıraktığıydı. 'Bu anlattıklarınız 'dedi. 'Çok zor şeyler ve sanırım görüşmelerimizi sürdürmemiz gerekecek. Bir süre daha misafirimiz olacaksınız.
'Durum o kadar mı kötü yani diyorsunuz’ dedim.Gözlerime baktı, evet der bir hareketle başını salladı ve 'Canınızı yakan, kırıcı, üzücü, tatsız, keder içeren her anının sıfır noktası her neresiyse; o başlangıçlardan yola çıkmalıyız icap ederse, çocukluğunuza’. dedi.
'Gerek var mı’ dedim. Sizin bir saatte duyduğunuz ve dinlerken belki de yorulduğunuz hikaye, bana biraz pahalıya mal oldu, yani hayatıma. Hanımefendi hiç uğraşmayalım, bir daha buraya gelmeyeceğim. Çocukluğuma inmeye de lüzum yok çünkü 'içimdeki çocuk, altı eylül iki bin on ikinin, o yağmurlu akşamı’ öldürüldü. Önder Deniz Çavuşlar
Arşiv….
231 notes
·
View notes
Photo

A trip to Yellowstone National Park in Wyoming isn’t complete without viewing the majestic Lower Falls. When visiting the park in 2012, Stuart Burnett and his wife Patti captured this shot of Lower Falls legendary rainbow thanks to detailed research and planning. Of the experience, Stuart says, “You could hear the gasp from the other viewers as the rainbow formed. It was just magnificent!! It lasted for about 10 minutes … 10 minutes that I will never forget!!” Photo courtesy of Stuart Burnett. 🌈
3K notes
·
View notes
Photo

when you in line to buy a Finding Dory ticket and a kid asks you “Aren’t you too old for this movie?”
9K notes
·
View notes