Text
Sevdigim herkes telefonumun icinde yasiyor ...

Artık onlara sayılı dokunabiliyorum. Kendimi fazla alışmamak konusunda daha fazla eğitmeliyim. Bedenime kodlanmış olan sevgi, içmem gereken suyum damla damla akıyor; fotosentez yapan çiçekler kadar olamıyorum. Hissetmem gereken tüm duygulardan kendimi korumalı ve bir taş gibi olmalıyım.
Çok fazla uyuyorum, güneşten saklanıyorum; gecelerin sessizliği yaşadığım bu hayata paralel, kimsenin olmayışına alışmamı hızlandırıyor ve beni hizaya getiriyor. Gün aydınlandığında insanların oradan oraya gidişini izliyorum; yapacak ne çok şey var. Benim dünyam bunlara neden hizmet etmiyor peki? Neden yapacak hiçbir şey yok artık... Önceleri resim yapardım; çok sıkılıp bunaldığımda boyaların içine karışır bir fırça yardımıyla kendimi oradan oraya sürüklerdim. Rengarenk başladığım resim bazen simsiyah biterdi, bazen yine karanlığımı yenerek rengarenk bitirirdim.
Şimdi karanlığın tam kalbinde yaşıyorum. Korku filmlerinde görüp asla gitmek istemeyeceğiniz türden; bütün ormanın yandığı sislerden ve kurumuş ağaçlardan başka hiçbir şeyin olmadığı siyahın her tonunda yaşlanan o orman... Orada da kimse yok: kuşlar, çiçekler, akan suyun sesi, birbirine sarılan insanlar... Hiç kimse...
Sanırım kendimi bulmak ve gerçek benliğime dönmek için bu geniş dünyada kaybolmaktan kaçınmalıyım. Kendimi yeniden tanımlamak ve duygusal olarak özgür olmak için adım atmalıyım. Belki de bir gün, renkli resimlerimi tekrar boyayabilirim. Şimdilik ise karanlığın tam kalbinde yaşayan biri olarak var olmaya devam edeceğim.
Hayat genellikle dünyanın sonuna yürümüşüm ve yolu bitmiş gibi hissettiriyor ya da aklıma gelen her fikir daha iyi haliyle hayat bulmuş ve bana hiç ihtiyacı yokmuş gibi davranıyor. İç sesimin bile beni karşısına aldığı bir dünya bu, benden başka herkes her şeyi en iyi haliyle biliyor. Böyle bir dünya beni en ilkel halime götürüp saydamlaştırıyor; besleniyorum, uyuyorum ve tuvalete gidiyorum.
Bermuda şeytan üçgeninin tam açılımının bu olduğuna eminim çünkü böyle bir hayat zaten yaşanmamış kabul edilir.
Vazgeçişim çok hızlı olmamıştı aslında; dünyayı anlamaya çalıştım, hatta onu değiştirmek isteyecek kadar kalbimi kocaman hissettiğim zamanlarla da sınandım. Süreç beni aynı yere götürdü: 'Biz dünyayı değiştiremedik ama dünya da bizi değiştiremedi.' Ne büyük yalan değil mi? İnsan aynı suda bile iki kez yıkanamazken, her mili saniye defalarca kabuk değiştirirken böylesine büyük bir yalana kanmak? Olsun, yaşamak için insanın önce kendini yalanlarına inandırması gerekiyor sonra da yalan söylemediği için ödüllendirmesi.
Gerçi bu algı artık biraz köreldi; kötülerin kazandığı varsayımını iliklerimize kadar hissedip gerçekliğinden hiçbir şüphe duymaz hale geldiğimiz yeni dünya düzenindeyiz. Düşene bir tekme de siz atmazsanız, yakında kıçı tekmelenecek olanın siz olduğunu gökyüzüne altın harflerle yazdı.
Yapılması gereken şey çok basit: omurganızı yani tabiatın size verdiği en hakiki elbisenizi çıkarıp önünüze koyacaksınız. Dünya bizi her yönden besler ve dönüştürebilir ama karakterimizi, davranışlarımızı bizi biz yapan şeyleri ancak bizleri manipule ederek değiştirebilir. Kimse elini kana bulandırmadan en değerli giysisiniz bir iş elbisesine dönüşür. Hiçbir yere gitmeden, karşılığında hiçbir ödeme almadan sadece bizlerin ruhunu emen ve ruhlarımıza aynı kıyafeti giydiren bir tarikatın avuçlarının arasında sırası geldiginde pişmeyi bekleyen şarküteri ürünleri gibi yaşar ve ölürüz.
Sevdiklerim telefonumun içinde yaşamaya devam ederken, kendimi 55 kiloluk bir sucuk gibi hissetmekten vazgeçmeliyim. 365 günün sadece 5 günü kız kardeşime dokunabildiğim için üzgün hissetmemeliydim. Dünya artık ananemin eteğinin altı kadar büyük değil, hacmi biraz daha genişlemiş olsa da bu genişlemiş dünya beni çok sıkıştırıyor. Ben çocukken dünya çok küçüktü, ama içinde aradığım her şeyi bulabileceğim geniş bir alanı vardı ve neşe doluydu. Şimdi ise gerçekten çok büyük ve her odası zapt edilmiş hepsi dolu.
Muhtemelen dünya, yazlık-kışlık ayrımı yapmıyor ve eskiyen şeyleri atmıyor; yani biraz da çöp ev, biraz da istifçi diyebiliriz ona. Gerçi kendi halinde dönüp duran bir disko topunu suçlamaktan da vazgeçmeliyim; insan türü bu kadar yayılmamış ve bu denli zehirli olmasaydı muhtemelen hiç tanımadığımız tonlarına kavuşabilirdi.
Hepimizi her gün yavaş yavaş öldürüyorlar: yediğimiz yemekler, içtiğimiz sular, soluduğumuz hava... Hepsi zehir dolu. Ağaçlar meyve veriyor, koparıyorlar ve zehirini katıp bize tutuşturuyorlar. Akıl almıyor, neden insan böyle büyük muammalarda kaybolur? Her şeyin bitmek için başladığını bilen tek ben olamam...
#god#mentorship#thank you#edebiyat#monolog#hayat#deneme#gecenin sarkisi#sihir#insan#kara mizah#kara komedi#siir#astro community#ask#ölü ozanlar derneği#tanrı#geceye not#hayaller#yanlizlik#tumblr yazılı post#teşekkür#sanat#iç sesim#ruhun yalnızlığı#dunya#gulumse#herşey biter#aşka dair
3 notes
·
View notes