elansooth
elansooth
The Boy With Colorful Balloons
40 posts
TÜRKİYE'DEKİ GAY YAŞAMLARA ALTERNATİF YORUMLAR...
Don't wanna be here? Send us removal request.
elansooth · 7 years ago
Text
Yeni Yıl 2018...
Sanırım yeni bir yıla hiç bu kadar heyecansız bir ruh haliyle girmemiştim. 31 Aralık ne ise 1 Ocak da o oldu benim için. Aslında genel olarak nötr noktasindayım son zamanlarda. Beni yukarıya çeken, coşkulandıran bir şey olmadığı gibi; aşağıya çeken, olumsuz bir şey de yok. Bilhassa iş ve ev hayatımda uzun zamandır beklediğim güzel değişiklikleri tattıran 2017, aşk hayatımda zincirleme hüsranlar yaşattı. Bunun neticesinde, hayat terazimde mutluluklarım kederlerime denk olunca, statükocu tutum devam eder oldu.
Uzaktan bir bakınca, birbirinden şaşırtıcı, çıtayı hep yukarı taşıyan, duygusal anlamda eşsiz hayal kırıklıklarıyla dolu bir yılı arkamda bıraktım diyebilirim. Ka�� tane ilişkiye giden flörtüm tarafından sessizce terk edildim, şöyle bir saymaya çalıştım, ama yok tam sayı veremiyorum. İnsanların derdi ne, en ufak bir fikrim de yok. Neden ilişki ister (gibi) görünürler ve bu amaçla görüşürler; sonra karşılarındaki kişiye yükselirler ve tam adı konacakken toz olurlar? Nasıl bir travma, korku veya ruh hastalığıdır bu? Hadi bunu geçtim, neden bu semptomlar bu kadar çok kişide mevcut? Asıl son soruyu soruyorum; neden bu modeller hep bana denk geliyor!?
Önce bir uygulama üzerinden tanışılıyor, sonra karşılıklı çekim ve hoşlaşma var ise muhabbet ilerliyor. Muhabbetin derinliği ve karşılıklı çekimin kuvvetine bağlı olarak aynı gün içerinde veya en fazla bir hafta içerisinde telefonlaşılarak yakınlaşmada yeni bir adım atılıyor. Bundan sonrası ise riskli. Mesajlaşmalarda veya konuşmalarda gecikmeler yaşamadan ve yaşatmadan iletişim kurduğunuzu kabul edersek -ki eşzamanlı bir diyolog kurulamadığı için kopan muhabbetler sık görülmektedir- bir sonraki adım olan instagram paylaşmaya gelinir (bazı kişilerin instagramını zaten profillerinde paylaştığını biliyoruz, bunun dışındakiler -ben mesela- için geçerli bir durumdan bahsediyorum). Instagramda sizi görünce karşı tarafın sizden hala hoşlandığını veya artık hoşlanmadığını anlayabilirsiniz. Birçok samimiyetsiz eşcinsel ilişkide olduğu gibi, bu durumda da karşı taraf düşüncesini açıkca paylaşmaz. Siz de hala onun sizden hoşlandığını düşünürsünüz. Flörtleşmede son aşama olan "buluşma" için adım atarsınız. Karşı taraf fotoğraflarınızı görünten sonra da sizi beğenmiş gibi yapmaya devam eder, buluşma teklifinize de olumlu yanıt verir ve dün & saat belirlenir. Buraya kadar her şey güzel ve akıcıdır. Siz, duyguların karşılıklı olduğu inancıyla, artan bir coşkuyla buluşma gününü beklersiniz. Lakin, kişinin cesaret seviyesine göre, buluşma günü sabahında veyahut buluşmaya birkaç saat kala, üzerine düşünülerek karşı tarafı gücendirmeyecek ve ikna edecek bir bahane bulunarak "buluşma iptali talebi" gelir. Sonuç hayalkırıklığı, çözümü kayıtsız razı oluş. Şahsen ben bu durumda gayet anlayışlı bir tavır sergileyerek, kısa, öz bir cevapla konuyu kapatmayı yeğliyorum. Drama Queen olmanın lüzumu yok, belli ki karşı taraf sizinle olan ilişkinizi iletmek arzusunda değil. Zorla güzellik olmayacağını da bir sürü tecrübe ile öğrenmiş biri olarak, "gelene hoşgeldin, gidene hoşçakal" mottusunu benimsemiş durumdayım. Ha, sağlıklı flörtleşmenin arından ilişkiye geçiş evresinde golü doksana atan forvetler de var. Tanışma aşamasında, yani ilk kez mesajlaşılan, ilk kez telefonla konuşulan süreçte, heteroseksüel insanlarla olan ilişkilerinizde ciddi takdir gören "yüksek incelikli" tutum ve cümleler, eşcinsel kişilerde iritasyona sebep olur. Karşı tarafı soğutur, uzaklaştırır. Sebebini ben de halen tam olarak çözemedim ama hem soğuyan hem de soğutan taraf olarak hatırı sayılı miktarda tecrübe biriktirdim ve neticesinde "ilişki - aşk - sevgi" gibi hassas, duygusal ve şeffaf olguların oluşumda "soğuk, katı ve mesafeli" bir duruş sergilemek kabul görür hale gelmiş durumda. Bizzat benim de üyesi olduğum bir "iki yüzlü samimiyet arayıcılar" kulübü. Eşcinsel erkekler, söz konusu flörtleşmeden ilişkiye geçiş aşaması olduğunda, sergiledikleri tutumlara göre ikiye ayrılıyor: 1. grup, flörtten ilişkiye geçiş ve sonrası süreçte hızlı, yoğun ve hatta vıcık vıcık olanlar. Karşı taraftan 1 haftada 5 yıllık ilişki dinamiği bekleyenler. Flörtleşmenizin 2. haftasında grip olursa, nasıl AKUT'a haber vermez, orduyla kapısında belirmezsiniz diye ortalığı birbirine katanlar. Drama Queen modeller. Direkt kaçın.
2. grup mantıklı, oturaklı, içten görünen sahtekarlar grubudur. Sizi sürekli yükseltirler; isteklerinizi sorgusuz sualsiz, geciktirmeden yerine getirirler; aralara gelecek planları serpiştirip, sizden habersiz, sizi de içeren tatlı planlar yaparlar; tam evlenme teklifi edecek galiba(!) dediğiniz anda da tozzz! Ara ki bulasınız. "Hayırdır ya 200 km/h ile gidiyorduk, ne oldu?" diye sorarsanız gelen cevap: "Yhaa ben senin kadar yüksek diyilim, kıps" Tam bir ölür müsün, öldürür müsün durumu.
Eninde sonunda hep aynı görünmez duvara toslar Türkiye'de gay, ilişki arayıcıları. Görünmez diyorum çünkü neden bir duvar var, o duvarın adı ne, kim yaptı, bilinmiyor. Herkes, istisnasız bir şekilde o duvara tosluyor. Çarptıkça nasır tutuyor. Euro NCAP testlerindeki mankenler gibi farklı arabalarda aynı duvara çarpıp duruyoruz yıllardır.
Sorunu kendinizde aramazsınız. Bir yaştan sonra karşınızdaki kişinin tutarsız, histerik davranışların sizden kaynaklanmadığına dair, yaşla beraber kazanılan tecrübelerin ağırlığına denk bir özgüven vardır çünkü bünyede. Sonra sizden 1, 3, 5, 7 diye ardışık rakamlarla hayatınızdan geçip giderken adamlar, "hayırdır neden hep aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyorum ben?" dersiniz; hoop ayna yine size döner. Ama sorun şu ki, o yıllardır baktığınız aynada fark edemeyeceğiniz kadar SİZ olmuştur kusurlarınız. Onları gören kişi de siz olamazsınız, hayatınızdan çıkıp gidenler de gitmeden önce asla yüzünüze bu kusurları söylemek istemezler. Daha önce de dediğim gibi, başında ayrı sahtekarlık, sonunda ayrı samimiyetsizlik ve umursamazlık vardır ilişkimsi deneyimlerimizin...
“...yorgun bir köpeğim ben ki, hangi aşk cümlesini söylesem korktu birileri. Göç sohbetidir aşk, ölümcüldür tek başına, çift kişi uzlaşamaz. Uzaktır en yakındaki, yakınken uzaklaşılamaz. Neden sizin hiç sevgiliniz olmuyor? Bir: Siz kimseyi istemediğiniz için. İki ve genellikle daha doğrusu: Kimse sizi istemediği için. Tabii sizin istemedikleriniz sizi isteyebilir ya da siz, sizi istemeyenleri isteyebilirsiniz. Aslında hiçbir şey bu cümleler kadar karmaşık değil. Zaten bu yazıda, karşı tarafın ne istediği hiç de önemli değil. Sevgilisi olmayıp da buna dertlenen bir insan, neden başkalarının ne yaptığını, niye onu isteyip istemediğini düşünsün ki? Sevgililer gelip de kimseyi bulmaz. Bazen önünüze çıkarlar ama sonsuza kadar orada kalmazlar. Onları siz var edip, yine bizzat siz yaşatırsınız. Bazılarımızın bunun için çok vakti vardır, bazılarımızsa buna çok az zaman ayırır. Sevgili nedir, kimdir? Mesela biriyle sevgili olduğunuzu ne gösterir? “İlişkimiz başladı” demesi mi, sizi öpmesi mi ya da “Benimsin” demesi mi? Peki ya “Benimsin” dedikten hemen sonra çekip giderse? O zaman bitmiş mi demek size duyduğunu düşündüğünüz sevgisi? Peşinden gider misiniz? “Doğru düzgün” bir adamsa, “Evet” dersiniz. Peki ya doğru düzgün adamlara inanmayanlar ne yapar? Onlar hiçbir erkeğin peşinden gitmezler mi?..
Artık aşık olmayı özlemediğimi fark ettim. aşkı aramakmış olayım, anladım bir kez daha. Eskiden yastığa başımı koyduğumda kurduğum o hayali erkekler ve aşklar artık aklıma gelmiyor başım yastıktayken. Gelse de eskisi gibi uykusuz geceler yaşatmıyor, uykularıma yenik düşüyorlar.
Beklentisizlikten ziyade, umursamazlık hali bu. Kayıtsızlık. Ki bence daha tehlikelidir beklentisizlikten. Biri geçicidir, değişebilir. Diğeri tecrübelerle gelmiştir, gelirken hep acıtmıştır, kanatmıştır ve anılarla beraber sağlam yer etmiştir bilinçaltında. Bilinç üstüne yansımadır kayıtsızlık. Bir nevi bünyeyi koruma halidir bu eskiden sevgi dolu olan insanlarda.”
Uzun bir aradan sonra gay bara gittim arkadaşlarımla. Çoğunluğu hetero olan arkadaşlarımla. Hetero insanlarla hep daha çok eğlenmişimdir. Ortamdaki eşcinsellere baktığımda gördüğüm şeylerin en başta sahtelik ve ego olduğunu söyleyebilirim. Aşırı hareketlerde de, küçük jestlerde de samimiyetsizlik var. Dikkat çekme çabası; bastırılmış bazı dürtülerin patlaması... Ancak bu durum bile o kişilerde ruhsal veya zihinsel bir rahatlama sağlayamıyor. Kişiler hala egolu; o dışa vurulan aşırı jest ve mimikler yine de tam olarak onlara ait değil. Bir çeşit rol gibi.
Keyifli bir gece geçirdim ama çoğunlukla insanları izledim, sonrasında, daha bir gece kulübünde bile kendi olamayan insanlardan, samimi aşklar, sevgiler, saygılar bekleyerek nasıl bir hata yaptığımızı düşündüm. Ele ele tutuşarak yürüyen çiftler vardı, ama önden giden ve arkadan sürüklenen(!) arasındaki bu el tutuşma da samimi değildi. O, bir gövde gösterisiydi. Belki ortamdaki eski sevgilisiye, eski flörtüne ya da onu çekemediğini düşündüğü bazı hasımlarına yapılan... Arkada sürüklenen bir çocuk. Durum str8 bir kare gibi canlanıyor kafalarda, ancak kategoriler dışı bir sahne idi. İmrenmedim. İğrendim.
Konun özetini bir kenara bırakıp şunu söylemek istiyorum, hala arsızca umudum var ve sanırım ölene kadar da bu umudu yüreğimde taşıyacağım. Denemeden, istediğin şeyleri elde edemeyeceğimi biliyorum. Hayatın, oturduğum yerdeyken de bana istediğim adamı verebileceği ihtimalini düşünüyorum, ama işi şansa bırakmayıp dümenin başına geçmeyi seçiyorum. Durum umutsuz gibi görünse de, kendime dair neyi değiştirmem gerektiğini bilmesem de, olduğum gibi, öylece, aramaya devam edeceğim.
"City lights fade out to the edge, underneath this darkened romance. 
I wonder why the stars come to an end, there is no one here and I am so insignificant."
Gemini Rising - Stars Come to an End
11 notes · View notes
elansooth · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Istanbul
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
Dana Antrikot
Hayatımın en ani ve ciddi yol ayrımından birini yaptım yaklaşık 1 ay önce. 
2 yıl çalıştığım, maddi ve manevi olarak tatmin olamadığım şirketimden, çok daha iyi koşulları olan bir firmaya 2 hafta gibi bir sürede geçiş yaptım ve Ekim ayı itibariyle onlarla çalışmaya başlamış oldum.
Tabi yol ayrımının altındaki en önemli gerekçeler yeni işimin Anadolu yakasında olması. Dolayısıyla evimin de artık burada olması. Her ne kadar şu an en yakın arkadaşımın evinde kalsam da, yaşadığım yeri Anadolu Yakası olarak kabul etmek ayrı bir keyif.
Yeni iş, yeni ev, ikisinin de yaşamak istediğim kıtada olması ve topyekun yeni başlangıçlar enerjimi ciddi şekilde yükseltti. O depresif, negatif ve karamsar ruh halinden bir anda, kendiliğinden çıkmış olmak ayrıca bir mutluluk sebebi. Elbette bu pozitif yönlü ilerleme "gönül işlerim" için hareketli bir döneme girmemi sağladı. Sıfırlanıp yeniden açılan aplikasyonlar; temelli bu yakada yaşamak suretiyle "yeni bir insan" muamelesi görüyor olmak taliplerimin hayli artmasına vesile oldu. Sanırım bu da dolaylı olarak kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. 3 haftadır kullandığım aplikasyonların neticesi, bugün itibariyle, kafamdaki 2 kişi. Aslında 1 demek daha doğru gibi olur. İlki yaklaşık 2,5 yıldır farklı mecralarda defalarca kez konuştuğum, ancak bir türlü(!) buluşup yüz yüze tanışma imkanı bulamadığım biriydi. Kesik ve verimsiz aplikasyon mesajlaşmaları-ki telefon alış-verişi yapmış bile olmamıza rağmen- kendisini sosyal bir profil olarak beğenememe neden olmaktaydı. Bu hafta içerisinde yeni profil açarak ilk bana mesaj atmış olması ve şaşırtıcı şekilde seri bir bir mesajlaşma akabinde kendisinden gelen "akşam buluşalım mı? teklifi hasreti vuslata çevirdi. Teklifine olumlu yanıt vermem onu beğeniyor olmamdan daha ziyade "merak ediyor" olmamdan kaynaklıydı. (yalan tabi ki, bildiğin yanığım çocuğa) Buluşma birer türk kahvesi, arından yürüyüş ve son olarak da birer bira içmek suretiyle 3 kısma ayrılarak toplamda 2,5 saat sürdü. Merakım geçti, kendini şiddetli bir beğeniye bıraktı. Uzun yıllardır -ki son iki sevgilimi de buna dahil ediyorum- biri beni böyle heyecanlandırmamıştı. En son 10 sene önce biri için böyle heyecanlanmıştım sanırım. Öyle ki o gece eve gelip yattıktan sonra sabah kadar onunla ilgili sayısız rüya gördüm. Hatta gece arkadaşım rüyamda aşırı tepinmemden ötürü uyanmış ve gelip beni uyandırmıştı. Ve hayır, rüyalar cinsel içerikli değildi. Mantıklı - mantıksız bir sürü rüya silsilesi idi sadece... Peki bu kadar yüksek olmamın sebebi ne? Tipini beğeniyorum, kesinlikle yakışıklı biri. Boyu benden biraz daha uzun ki arayıp da bulamadığım şey. Vücudu normal ki benim için yeterli. Sesini de beğendim. Fiziksel olarak "iyinin üstünde" bir değerlendirme notu verebilirim. Peki beni geri çeken şeyler ne? Buluşmanın başındaki ilk giriş, tanışma ve sohbet anında müthiş rahatlamıştım; çok sıcak ve samimi idi. Ancak ilerleyen sürede, kendini çektiğini, kısmen mesafeli durmaya çabaladığını ve bazen kendini ispat etmek isteyen küçük gösterişler yaptığını düşündüm. Hele bir ayrılış sahnemiz var ki, açıkçası kafamı karıştırdı ve biraz modumu düşmesine sebep oldu. Daha buluşmadan önce, buluşacağımız yer yaşadığım yere yürüme mesafesinde olduğundan ötürü, ondan ayrılırken evime yürüyerek dönmek için plan yapmıştım. Ancak ayrılma anında telefonla konuşurken beni evime bırakmayı teklif edince o an planımı yürütemedim ve "tamam, olur" dedim. Arabaya bindiğimiz andan itibaren daha uzak, kafasında soru işaretleri olan, çekinceli birine dönüştü. Sohbet yine devam etti ama o değişen enerjisini oturduğum yerden hissettim. Arabadan inme kısmı asıl benim modumu değiştirendi. Söylediğim yerde durmayıp, anayol üzerinde durunca, hızlıca geldiği için teşekkür edip, tanıştığımıza memnun oldum derken; yanağından öpmek için uzandığımda karşılık alamadım. Çünkü o öpmeyi planlamıyordu belli ki. O an sadece yanağını uzattı, iki yanağından öptüm -o öpmedi- ve iyi geceler diyerek indim. Yanaktan öpmenin hem adetten hem de nezaketen şık bir hareket olduğunu düşünüyorum. Üstelik de bu bir gönül buluşması iken. Açıkçası eve döndüğümde bu olay kafamı düşük şiddette kurcalamış olsa da, ondan şiddetli bir şekilde etkilenmiş olduğum için -aşık bile olmuş olabilirim- gecem suskun, dalgın ve düşünceli geçti. Bu halim gece rüyalarıma da yansıdı, ve her aşık olduğum zamanki ertesi günüm mütemadiyen ağlayarak geçti. En son Emre için ağlamıştım 2008 yılında. Ertesi gün, gün içerisinde ve akşamında o bana mesajlar attı. Sohbeti kısa; merak gidermeye ve sesini duyurmaya yönelik gibi görünüyor. "Bak aklımdasın" demek ister gibi. Dün gece 2. kez buluşmak için de bir çaba sarf etti ama çok geçti ve kendisi de geç olduğunu anlayıp teklifini geri çekti. Ailesi Türkiye'de aktif oldukları sektörde eski ve bilinen bir aile. Dolayısıyla işlerinden kaynaklı olarak Türkiye standartlarının üstünde bir yaşamları var. Son yıllarda Türkiye'deki ekonomik ve siyasi aksiyonlardan olumsuz bir şekilde, ziyadesiyle etkilenmiş olsalar da hayatları göründüğü kadarıyla oldukça iyi durumda. Ki bu durum, bugüne kadar olduğu gibi, o kişiye karşı kuvvetli bir ilgi duymamı sağladı. Varlıklı insanları daha çekici buluyor olmamın altındaki sebebi hala anlayamıyorum. Bu gibi insanlara, benim için para harcatmayıp bunu ağır bir gurur meselesi yapıyorken; hala neden onlarla beraber olmak istiyorum bir türlü bilemiyorum. Sanırım sahip olmak istediğim hayatı yaşıyor olmaları ve bir şekilde bana da yaşatıyor olmaları bunun sebebi olabilir, yine de emin değilim.
Her şey bir yana; şu ana kadarki bütün iletişimimizi alt alta toplayıp düşününce, çözemediğim o "mesafesinin" altında bir veya birden çok sebep olabilir: 
- Anadolu kültürüyle büyümüş bir aileden gelmenin etkisiyle gizli olması gerekmesi; 
- İş hayatları ve iş dünyasındaki bilinirlikleri nedeniyle de gizli ve kontrollü olması gerekmesi, 
- Siyasi-politik sorunlar nedeniyle daha da fazla güven sorununun olması ve bundan ötürü yeni tanıştığı kişilere daha çekimser bir tutum sergilemesi; 
- Ya da hepsi bir yana, karakter olarak da belki içinde öz güvensiz ve sosyal ilişkilerinde yüzeysel bir insan olması ihtimali.
Buluşmamızda insanlara çok zor güvendiğini, zor buluştuğunu söylemişti. Yine yukarıdaki sebeplere dayanıyor da olabilir aslında, ancak o ortamdaki insanlardan ötürü böyle hareket ettiğini belirtmişti. En son sevdiği kişiden yediği kazığı anlatınca da kendisine hak vermiştim. Hem buluştuğumuz günden beri her gün, birkaç defa -sadece whatsapp üzerinden, kısa kısa da olsa- mesaj atıyor olması belki de bana artık güvendiğinin göstergesidir? Sebebini bilmiyorum ama onu istiyorum.
******
İlk buluşmamızın üstünde 2 kere daha görüştük. Hala aynı seviyede bir ilgi ile görüşmeye devam etmekteyiz. Ben ilk görüşme sonrasındaki o yoğun duyguları yaşamıyorum artık. Bunun da başlıca iki sebebi var sanırım:
İlki, onunla ilgili kendi kafamın içinde o kadar yoğun iç savaşlarla, derin sorgulamalarla ve cevapsız sorularla boğuştum ki, kendi kendimi yordum. Bu durumu bazen yaşıyorum çok etkilendiğim insanlara dair. Bunun sebebi kendi paranoyak yapımla beraber, karşımdaki insanın duyguları ve düşünceleri hakkında benimle yeteri kadar paylaşımda bulunmuyor olması.
İkinci sebebi ise, daha çok vakit geçirdikçe karşımdaki insanı daha çok tanıyor ve biliyor olmak dolayısıyla da örtüşmediğin yerlerden soğuyor olmak. Geçmişi beni daha önce başkalarında da rahatsız eden ortak bazı şeylerle dolu. Ama o eski insanlardaki kadar da rahatsız etmedi, sanırım sevgi bazen en sert topları bile göğsünde yumuşatıp öyle veriyor ayağıma. 
Zaman zaman kendimi onu düşünürken, o an yaptığım şeylerden kopuk bir halde buluyorum. Seyrekleşmiş olsa da hala devam etmekte. Kendi labirentlerimde kaybolmak gibi bu. Hem hızlı giden ilişkilere karşı yüksek direnç gösterip kendimi koruma moduna alıyorum, yavaş ilerleyen ilişkilerde de karşı tarafı içimden sorgulayarak yoruluyorum. Ne yaman çelişki Ya Rab!
Ona dair niteliği yüksek, niceliği az fikir ve hislerim var. 
Fırtına diniyor.
2 notes · View notes
elansooth · 8 years ago
Photo
Tumblr media
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
Deneme, Yanılma 1, 2...
Türkiye'deki gay erkekler flörtleşmeyi bilmiyor. Ben de buna dahilim.
İki haftadır gerçekten beni çok heyecanlandıran iki farklı kişi ile -mesafeli- bir flörtleşme süreci yaşadım. Tip itibariyle, ikisi de benim için uzun zamandır karşılaştığım en iyi profillerdeki erkeklerdi. İlki, başka bir şehirde, kariyer sahibi benden 5 yaş küçük biriydi. Diğeri, İstanbul'un -her açıdan bana ters bir semtinde- yaşayan, kariyeri olmayan, benimle yaşıt biriydi. İkisi de benimle telefon uygulaması üzerinden, "sana aşığım" girizgahıyla tanışmıştı. Beni canlı olarak görmemiş, benim sesimi duymamış; jestlerimi, mimiklerimi; tenimi, kokumu bilmeyen insanların 2 - 3 fotoğrafıma bakarak bana aşklarını itiraf etmelerini samimiyetsiz bulmuşumdur her zaman. Kafalarındaki "ideal erkeği" yaratmaları ve benimle tanıştıktan sonra o sürreal kişiyi bana dayatmaya çalışmaları; hayallerindeki modele uymayan yanlarım için de beni suçlamaları hem çok saygısızca, hem yorucu, hem de -öncelikle benim için olmak üzere- iki taraf için aslında sadece vakit kaybı. Neden bu insanlar "seni çok beğendim, daha yakından tanımak isterim" gibi bir mentalite ile yaklaşamıyor, cidden anlamakta zorlanıyorum. Her ikisi de artık flört statüsünde değil. Başka şehirde yaşayan ile ciddi derecede sert bir kopma yaşayıp, ardından yeniden konuşmaya başlayarak "birbirinden hoşlanan arkadaş" statüsüne geçmiş durumdayız. Her türlü ortamda irtibat halindeyiz ancak öncelikle fiziksel imkansızlıklar sebebiyle aramızda ciddi bir şeyin yaşanamayacağını idrak etmiş durumdayız. Ayrıca bu kişinin birazdan anlatacağım diğer çocuktan daha fazla beni çektiğini ve heyecanlandırdığını da belirtmeliyim. Bu arkadaşın babasını ve iki kardeşini kanserden kaybetmiş olması ve artık hayatındaki tek akrabası olan annesiyle yaşamak zorunda olması ona bambaşka bir olgunluk, tecrübe ve hayata bakış açısı kazandırmış durumda, belirtmek zorundayım.
İstanbul'un başka bir semtinde yaşayan, benimle yaşıt olan arkadaşın hayatı daha ilginç. Bu arkadaş da anladığım kadarıyla babasını kaybetmiş, ailesinden ablası ve annesi var. Annesiyle beraber yaşamakta. Aslında güzel bir mesleği olmakla beraber, mesleğini hiç yapmamış; kendi işini kurmuş birkaç defa ve tutarsız bir kazanç/kariyer hayatına sahip. Bununla beraber son derece bana ve yaşantıma uyumsuz bir semtte yaşıyor olması ve dahası ciddi düzeyde uyuşturucu kullanıyor olması, yani müptela olması ciddi sorun teşkil etmekte. Uyuşturucu kullanan insanları her zaman itici bulmuşumdur. Çünkü hayat öncelikleri; hayata, durumlara ve insanlara bakış açıları hep diğer insanlardan -olumsuz şekilde- farklı olur. Ben hayatı ciddiye alan biriyim ve bu tür alışkanlığa sahip kişilerle sağlıklı ve düzeyli bir ilişkiye sahip olmadığımı tecrübelerle öğrendim.
Tecrübeler...Bu iki arkadaşla uzun süreli ve duygusal bir iletişime devam edemiyor oluşumun sebebi tecrübelerim. Evet, ikisini de bir çok konuda durdurdum, kendimden uzaklaştırdım. Kabul ediyorum. Uzak şehirde yaşayan avukat arkadaşın olayı, hem benden yaşça küçük, hem kendisini yeni yeni kabullenmiş hem de erkeklerle tecrübesiz biri olmasıydı. Buna rağmen kaderinin ona yaşattıklarından ötürü son derece olgundu ve sürpriz bir şekilde espri anlayışımız, hayat, din, politika görüşlerimiz ve daha birçok konuda benimle aynı düzeyde zeka ve anlayışa sahipti. Sesi, tipi ve diğer özellikleri heyecan veriyordu üstelik.
Diğer arkadaş tip itibariyle ortalama üstü bir çekiciliğe sahipti, bununla beraber sesi beni çekmemişti, üstelik bakımsız görünüyordu. Giyimi, kıyafetleri, saçı vb imaj unsurları vasattı. Olgun bir karakterde olduğunu söyleyebilirim ama avukat arkadaşla aynı büyük soruna o da sahipti:
"Hayatı sadece kendi algılarınla yaşamak."
Elbette hayatı kendi algıladığımız şekilde yaşayacağız. 5 duyu organımıza göre yaşamaktayız çoğu zaman. Dolayısıyla bu çok doğal. Ancak hislerimiz, duygusal tetiklenmeler, empati, aşk vb. soyut kavramlarla yaklaşılması gereken nice durum var ki flörtleşme tam olarak bu durumlardan bir tanesi. Hepimizin yaşına ve/veya yaşantısına paralel düzeyde tecrübesi mevcut. İnsanlara, olaylara bakış açılarımız değişiyor ve gelişiyor. Gay camiasında bu durum daha da çetrefilli. Yeni birini tanımak, saygı duymak, alışmak, kendine ve hayatına entegre etmek yaşlandıkça zorlaşıyor. İnsanlar kendi doğrularını, kendi algıladıklarını sana dayatıyor; seni keşfetmiyor; seni kendi bildiklerine göre değerlendiriyor ve ona göre tanımlıyor. Seni sen olarak değil “kendi bildiği gibi” biliyor. İşte ikisiyle de, ayrı ayrı, bu sebepten çatıştık. İlki ile toplarladık, kim bilir belki de gelecekte hayat bizi başka bir yere bile götürebilir. Ama ikincisinde koptuk ki açıkçası buna üzüldüğümü de söyleyemeyeceğim.
Ben ilişkilerin bir alış-veriş olduğuna inanıyorum. Ama ne alıp ne vereceğini bilmediğin bir şekilde. Sevdiğini tanımak, keşfetmek böyle bir şey. Ama bu süreçteki adımlar da hassas, sevecen; aynı zamanda meraklı ve istekli de olmalı. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi saf ve temiz; ama tecrübeli bir usta gibi de işini bilerek ilerlemeli. Ben onları iri ufaklı konularda yargıladım, yaftaladım; onlar da beni. Beğenmekle başlayan, sevgiye evrilebilecek hisler iritasyona dönüşüverdi. Anlaşamadık. İletişemedik. Avukat beyle iletişim halindeyken enerjim daha yüksekti, kendimi daha uzun ve ayrıntılı ifade edebildim, kurtardım ilişkiyi. Ama diğerinde buna enerjim de yoktu, isteğim de. Sanırım buna değer de görmedim. Yani beni çeken 2 özelliği vardı; biri 190 cm boyu diğeri de mavi gözleri. Onun dışında gün içerinde birkaç saniyelik heyecan yaratmaktan öteye gidemeyen biriydi. Burç uyumuna ya da uyumsuzluğuna da inanıyorum ben. Koç burcu biriyle bir şey yaşamam cidden mümkün değildi.
Yazışarak, yüz yüze görüşmeden ilerleyemiyor bu gibi tanışmalar. Yıllardır söylerim. Her seferinde haklı çıkıyorum. İkisine de ayrı ayrı, defalarca kez "kanlı, canlı, yüz yüze tanışmalı ve sohbet etmeli" dememe rağmen olamadı. Avukat beye bu konuda söyleyecek bir sözüm yok, işi ve uzaklığı engeldi. Diğer arkadaşın beni "anlayamıyor" olması sebebiyle buluşma randevumuzu yokuşa sürmesi ve telefon üzerinden keyifsiz, yaralayıcı, sert konuşmalar yapıyor olmamız sohbetimizin buluşmadan bitmesine sebep oldu. Üzülmedim, keza o da üzgün olmadığını belirtti. Birbirimize uygun değilmişiz, sevindim. Konuşmaya başladığımızın ertesi günü, daha buluşmadan, öpüşmeden, sevişmeden daha aramızda bir "ilişki" adı bile geçmeden "hornetin hala niye açık!? kapat onu!" diye hesap soran birinden çok da bir şey beklememek gerekli demek ki.
Hey Liseli! Merhaba!
****** Gayler seks arıyor ilişki yaşayamıyor diyordum; bu sabah bir aydınlanma yaşadım. Evet, ilişki istemiyorlar. Ama salt seks de değil olayları. Böyle kas yapalım, vücut sergileyelim, başkalarının vücutlarına bakalım, sonra beğenelim, sevişelim. Estetik pragmatism.
****** Bir aydır terapiye gidiyorum. Öncelikli olarak eşcinsel kimliğim içerisinde oturtamadığım, kendimce handikap olarak gördüğüm ve tek başıma aşamadığım şeyleri konuşmak, profesyonel bir yol gösterici ile beraber aşmak üzere başladım terapiye. İyi de geldiğini söyleyebilirim, bugüne kadar sesli olarak söyleyemediğim şeyleri söylemek; insana kendini değişmeye ve gelişmeye açık, cesur, istekli kılıyor. Bununla beraber, Türkiye'deki eşcinsel nüfusa farklı pencereden bakmaya, daha objektif ve nötr bir tarzla eleştirmeye başladığımı da fark ettim.
Eskiden biraz daha acımasız iken, artık daha anlayışlı gibi hissediyorum kendimi. Bir çok eşcinsel aslında sosyolojik bir vaka. Kümülatif bir travmanın tümdengelim ile ulaşılan birer elemanı aslında her bir gay birey. Hepsi ama az ama çok travma taşıyor içinde.
- Rollerine dair kafaları karışık, maskülen görünmeye çalışıp, aktif olduğunu söyleyip aslında feminen olmak ya da pasif olmak istiyorlar;
- Aslında vücudu, yüzü; belki zekası hatta sosyo-ekonomik konumu, belki de bilinmeyen başka özellikleriyle kendini "özgüvensiz" hisseden kişilerin bir çıkış noktası olarak vücut geliştirmeyi seçmiş olmaları, gelişmiş vücutlarıyla insanları küçümseyerek aslında pasif-agresif taraflarını tatmin etmeleri,
- Bir ya da birkaç başarısız duygusal ilişki yaşadıktan sonra eşcinsel ilişkileri yok sayacak, hayatından çıkaracak kadar drama-queen, duygusal tipler,
- Anlaşılamayacak kadar çok escort eşcinselin olması. Parayla vücudunu satan eşcinsel erkekler. Aslında mesleği ve başka hayatları olmasına rağmen, yani ihtiyaçları olmamasına rağmen, vücuduyla para kazanan "ruhu fahişe" erkekler.
- Muhtemelen sosyo-ekonomik mevkilerinden ötürü bir veya birkaç kez kullanılan, bu yüzden parasını, diğer insanları küçümsemek/ezmek için kullanan takıntılı profiller. "Sadece Elit" arayan gruba mensup kişiler.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Daha önce de bahsettiğim gibi, hepsi sosyolojik, antropoliojik birer vaka. Bunun en büyük sebeninin "ataerkil" toplumsal yapıya dayanan, erkek egemen bir kültüre sahip olmamıza bağlayabiliriz. Erkeğin toplumdaki yapısı, 20. yy'da öğrenilen eşcinsellik tanımına uymadığı için, 21. yy'da bu gibi karakter çatışmaları yaşanmakta. Halbuki 21. yy'da müthiş bir hızla organik yapısı evrilen eşcinsellik, birçok ülkede hızla tabuları yıkıp, yasal olarak birçok konuda eşit haklara sahip olmayı başarabilmişken, özellikle 2002 sonrası Türkiye'de egemen olan siyasi parti ve toplumsal görüşler sebebiyle, aynı hızla, aynı yere doğru evrilememiştir diyebiliriz.
3 notes · View notes
elansooth · 8 years ago
Photo
Tumblr media
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
Şaşkınlık + Öfke = Şaşke
Yine ansızın gelen ve kendimle hesaplaşmama sebep olan bir döneme girdim; elbette ki sebebi ben değilim, dış etkenler.
Birkaç hafta içerisinde, maziden gelen eski aşklar durgun denizimi bulandırdı, dalgalandırdı.
Merak ettiğim şey, insanların bitmiş ya da yarım kalan şeylere güvenerek, nasıl hiç tereddüt etmeden, sanki aradan birkaç gün geçmişcesine rahat bir şekilde benimle iletişim kurabilmeleri? Ve aslında daha önemlisi, neden?
- "Bak ben seni unutmadım" mesajı vermek mi?
- "Seni çok sevmiştim, yıllar sonra gördüm ve heyecanlandım, merhaba demek istedim" demek mi?
- "Seni yine eskisi gibi sevebilirim, bu karşılaşma bir vesile oldu, gel beraber olalım" demek mi?
Aşk isteyen taraflarımı kaşıyan bu durumlar, mantıklı takılalım diyen taraflarımda şiddetli bir karın ağrısına sebep oluyor. Bir şekilde, bu tesadüfi karşılaşmalar mutluluk vermiyor bünyeye, aksine tuhaf bir irite olma hali yaratıyor. Sanırım birini ne kadar sevsem de, "biten şey, bitmiştir" minvaline olan kuvvetli inancımdan ötürü, gururum duygularıma ket vuruyor. Zararını da görmedim şahsen. Bitene “yeniden başla” demek işleri daha fazla bok ediyor, bu da tecrübe edilmiştir bünyede.
Ancak asıl takıldığım mesele; bu mazinin atlı kahramanlarının, yeniden karşılaşma vesilesiyle yaşadıkları duygu çağlanmalarını daha da üst bir mertebeye çıkarıp -yine bencilce- "gel hayatıma entegre ol" taleplerini çekinmeden dile getirebilmeleri. Ben ne iş yapıyorum, nerede yaşıyorum, nasıl bir hayat düzenim var gibi soruların cevaplarını zerre kadar merak etmeden ya da en fazla 'yüzeysel' ve 'samimiyetsiz' bir şekilde sorularak geçiştirilmesinin ardından, müthiş bir ben-merkezcilik ile iki kişilik hayal kurabilme kapasiteleri insanda şaşkınlık ve öfke duygularını bir arada yaşatıyor. Bazen kurdukları cümlelerin ardından "şakaaa" diye yazmalarını bekledim ama hiç gelmedi.
"Gel benimle yaşa", "işinden ayrıl, ben sana bakarım", "bırak o işi, sana burada daha iyi bir iş buluruz" gibi aslında beni ve hayatımı küçümseyen ama bunu "bak seni düşünüyorum" gibi göstermeye çalışan bencil, kendini beğenmiş insanlarla iletişim kurarken ciddi bir iç savaş vermek zorunda kalıyorum. Seviyeli bir şekilde laf sokarak olayı ciddileştirmeden ama tepkimi de göstererek konuyu kapatmaya çalışıyorum.
Bir yerlerde "ben mi hata yapıyorum" diye düşünüyorum çoğu zaman. Sadece seks odaklı bir araya gelmek istediğim insanlarla sahip olduğum nokta-atışı, düzeyli ve hatta eğlenceli sohbetler, mesele gönül işleri olduğunda neden bu kadar tutarsız, sarsak ve verimsiz bir hale geliveriyor!? Birinden hoşlandığım zaman neden "acil durum" moduna geçiyorum ve duygularımla karar vermem gereken konulara sadece mantığımla karar verir hale geliyorum? Hoşlandığım kişiye, neden kendimi tatmin etmek ve karşı tarafın duygularından emin olmak için sıkacak kadar çok ilgileniyorum ama bunu da direkt olarak ilgileniyormuş gibi değil de, laf sokmalı şekilde yapıyorum, üstelik daha da riskli iken!?
Türkiye'de beşeri ilişkilere dair inanılmaz hızlı yozlaşma, toplumun alt zümrelerine de aynı şekilde tezahür ettiği için, eşcinselliğin doğasından gelen egoizm ile de birleşince camiada iletişimsizlik ve günlük tüketim odaklı sınırlı-yüzeysel iletişim bütün eşcinsel sosyal hayatının temel unsuru oluveriyor. Bir aydır farklı platformlar üzerinden konuştuğum, hatta 2 yıl önce de konuştuğum ancak neden bana "kötü hissettirdiğini" hala hatırlayamadığım, daha da kötüsü zamanında telefon numarasını bile engellemek zorunda kaldığım bu kişi, benimle tekrar iletişime geçerek, reddetmelerime rağmen yılmadan benimle ilgilenmeye devam etti ve neticesinde benim de ilgimi yeniden kazanmayı başarmış görünüyor... ...du. Bugün, bugüne kadar sergilediği acayipliklere zar zor dayanabiliyorken, terbiyesizliklere de başlayınca artık onunla birlikte olmanın son bir ayda hissettirdiği kadar çekici gelmediğine karar verdim. Yani 31,5 yılık hayatımda, duygusal anlamda bir şeyler hissettiğim birinden "yarın gelmeden içini iyice temizle, bol suyla" diye bir uyarı da aldım. “Beni artık şaşırtamazlar” dediğimde, yepyeni bir bomba patlayıveriyor. Nitekim tabi ki içimi "ekstra suyla” falan temizlemedim. Daha da dramatik olanı, zaten 2 hafta öncesinden kararlaştırdığımız, 1 gün öncesinden de konuşarak teyit ettiğimiz buluşma aktivitesi ne yazık ki gerçekleşmedi. Benimle evinde buluşmak için sözleşen ve planlar yapan insan, buluşma günü ne aradı, ne mesaj attı. Hatta aynı günün gecesinde de bir şey yazmadı; ertesi günü de!
Ben de hiçbir şey söylemeden her platformdan sildim ve engelledim. Sanırım şu dakikadan sonra iletişim kurmamızı gerektirecek bir durum yok. Şahsen benim ona söyleyecek bir şeyim olmadığı kesin.
Neden ısrarla yanlış insanlardan hoşlanmaya devam ediyorum? Bu insanları nasıl seçiyorum? Onları seçme sebebim, beni etkileyen yönleri ne?
Hala bulamadım.
4 notes · View notes
elansooth · 8 years ago
Photo
Tumblr media
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
PRADA MAN.
Dünyadaki moda akımlarını takip eden, adeta erkek modasının yerli temsilcisi olmuş; zamana göre renk ve model değiştiren saçlarıyla; her gün benzersiz ve dikkat çekici kombinlerle arz-ı endam eden; orijinal, şaşırtıcı, her daim göz önünde olan dövmeleriyle; oturdukları, muhakkak subliminal elitizm kokan semtleri ve çalıştıkları arzu uyandırıcı şirketleriyle birer-pırlanta-gibi-parlayan "kaliteli gay erkekler".
Fit vücutları, artistik fotoları, eğlenceli aktivitelerden kıskandıran kareleri... Sürekli üreten, sürekli paylaşan, sürekli çalışan ve bir türlü oturup bir fincan kahve içerek iki lafın belini kıramadığınız adamlar... Çok faal adamlar onlar.
Yani "çok yoğun" ve "çok önemli" pozisyonları nedeniyle zaten günlerinin yarısı aşık oldukları işleriyle geçer, mesaiden sonra bile kafaları iş ile meşguldür; her an telefon gelebilir, günlük, haftalık planlar yapılabilir veya ertesi güne toplantı organize edilebilir gibi bir havada takılırlar. Reklam ajansında designer veya giyim mağazalarının görsel departmanlarında tasarımcı olarak çalışırken "Pentagon'da Ulusal Güvenlik Müdürü"ymüşcesine gizemli, önemli ve ciddi bir havaları vardır ve bu konuda saygısızlık etme şansınız yoktur. Aynı tavır sosyal hayatları için de geçerlidir. Müthiş geniş ve de bir o kadar önemli bir çevreleri vardır. İş arkadaşları çok değerli, özel arkadaşları çok saygındır. Yaşlı, genç farklı çevrelerden her biri ayrı ayrı çok rafine insanlardır ve onlardan gelecek herhangi bir aktivite daveti asla geri çevrilmemeli, telefonla aradıklarında meşgule atılmamalıdır. Bu çok önemli insanlar, işten kalan zamanlarında malum kişinin sosyal hayatının temelini oluşturur. Bu ilişkilerindeki kişilere duygusal yakınlık önemsizdir, kişilerin kartvizit gücü önemlidir. Çünkü Prada Man için kendilerini var eden şey "çevre"dir. Aile ilişkilerinin, 3. gözlerde daha az önem arz ediyormuş gibi görünmesi düşünülemez elbette. Sadece çekirdek aile değil; hala, amca, teyze, dayı ve diğer büyükler muhakkak haftanın belirli günlerinde ziyaret edilmeli veya en azından aranmalıdır. Bu aile bireyleriyle sadece ev oturması yapılmamalı; mümkün mertebe beraber adı olan restoranlarda yemekler yenmeli, davetlere (düğün?) gidilmelidir. Hele ki ufak yeğenler varsa, onlar bu tipler için "aşk"tır! Her türlü sosyal mecrada -kendi çocuğu olsa koymayacağı pozlarla- onlarca farklı fotoğraf çekip paylaşırlar.
Ev dekorasyonları ayrı orijinal (pembe renkli ikea lack sehpa kadar orjinal) olur. Her parça özenle seçilmiş, seçilmeden önce semt semt, dükkan dükkan gezilerek birçok elemeden geçmiştir. Tasarımcılarının adı ayrı, fiyatı ayrı mühimdir. Pop-art tablolar, post-modern aksesuarlar, uçuk tasarımlar, benzersiz renkler hakimdir evde. Evin farklı yerleri farklı konseptlerle bezenmiştir, minimalist, avantgarde, klasik... Mutfak sanki her öğün dünya mutfağından en az 4 lezzet sunacakmışcasına araç-gereçle doludur; lakin yapabildikleri tek yemek makarnadır. Banyoda adına kolay kolay denk gelemeyeceğiniz markalardan şampuanlar, duş jelleri görebilirsiniz. Elbette gözünden kaçırdığı, saç boyası kutuları, saç çıkarıcı serumlar da araya karışır.Yatak odaları kutsaldır, az eşyalıdır ve elbette beyazdır. Alternatif renkleri kullananlar da görülmüştür. Sanki film izlemeye vakti varmışcasına(!) büyük bir televizyon ile ses sistemi salondaki yerini (Ikea Besta elbette) almıştır. Onlarca DVD etrafına munzatam şekilde serpiştirilmiştir, lakin çok azı izlenebilmiştir. Neden? Çünkü çok yoğun! O ev asla kendisi tarafından temizlenmez, o işi muhakkak her hafta eve gelen ve evin düzenini bilecek kadar yakın ve köklü bir ilişkiye sahip olduğu "Yoknaz Abla" dediği temizlikçisi tarafından halledilir. Çünkü cool, yoğun ve önemli bir Prada Man olmak bunu gerektirir...
...işte bu "her-zaman-meşgulüm" mesajı veren aşırı cool insanların hayatındaki mesajlaştığı, ‘date’leştiği kişi olarak sizin işiniz çok zordur. Mesela aplikasyon üzerinden ilk mesajlaşmalarda tanışırken gereğinden fazla samimi ve heyecanlı olurlar. Normalde alışkın olmadığınız bir tavır olmasından ötürü bu size iyi gelir ve o tempoya ayak uydurursunuz. Lakin onun için çok geçerli bir sebepten ötürü bu mesajlaşma uzun sürmez ve ardından size aynı sıcakkanlılıkla telefon numarasını da verir. Siz daha da heyecanlanırsınız. Lakin whatsapp üzerinden ona attığınız ilk mesajın ardından karşıdaki o heyecanın yok olduğunu anlar ve ilk düşüşü yaşarsınız. Bu dünyayı kurtaran adam, yoğundur ve mesajlarınızı ertesi gün okur, ancak 2 gün sonra cevap verebilir ve sizin olası tepkinizi en baştan bertaraf etmek için muhakkak sebebini -abartılı bir şekilde- açıklar. İlk sefer için anlayışla karşıladığınız bu durumun bir süre sonra sürekli böyle devam ettiğini anlamanızla, ya hayal kırıklığı ile sohbeti kesecek ya da çabalayıp onunla bir randevu koparacak ikircikli bir aşamaya gelirsiniz. Aslında onun için siz herhangi birisinizdir. Size değer vermek gibi bir amacı yoktur, attığı ilk mesaj da muhtemelen o an fotonuzu estetik olarak beğenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Her şeye rağmen sabredip bir şekilde muhabbeti oturup bir fincan kahve içme aşamasına getirebildiyseniz, o buluşma elbette ki onun evine ya da işine yakın bir muhitte gerçekleşecektir. O meşgul biri olduğu için böyle olması gerektiği, üstü kapalı emrivaki bir rica ile talep edilir. Buna “eyvallah” diyip buluşmaya gittiğinizde ise karşılıklı kaliteli sohbetinizin toplamı ortalama 15 dakika kadardır. Çünkü onun muhitinde buluşmanızdan ötürü, zaten onun seçtiği o mekan onun iş, özel vb. çevresinden insanlarla doludur. Sürekli birileriyle selamlaşıp sohbetinizin içine etmesi yetmiyormuş gibi, kendi gibi densiz bazı arkadaşları masadaki diğer kişinin varlığına saygısızlık ettiğinin farkında bile olmadan onunla derin bir sohbete girer. Elbette cool & önemli date’iniz için bu durum normaldir ve önemsizdir. Bu konuda kendisine edeceğiniz kaliteli bir sitem, artık kabahatini anlamış ama onun elinde olmadan gelişmiş(!) bir durum süsü verilerek "ya seninle de rahat bir sohbet edemedik" gibi yapmacık, sahte bir "kusura bakma" cümlesi ile karşılık bulur. O, yaşam biçimi ve kazanma odaklı profesyonel tavrından dolayı hayatındaki herkese, her zaman bu tarz taktiklerle yaklaşmaktadır. Ve bu tavır, duygusallıktan uzak, rasyonel ve samimiyetsizdir. Onun önemli ve meşgul hayatında size -aklına geldiğinizde- vakit ayırabilecek olursa bunu zaten muhakkak belli edecektir. Yoksa sizin duygusal ve kişisel sebeplerle onun ilgisizliğinden bahsedecek olmanız, çok ciddi ve asla tahmin edilemeyecek şiddette bir reaksiyon görmenize sebep olur. Bu, haddiniz aşan bir durumdur. Sizi, yerinizi ve haddinizi bilmeye davet eder; ya da net bir şekilde o yeri hatırlatır!
Velhasıl, kendini beğenmiş, sahte ve abartılı gay yaşamlarından bir başkası ve rahatça her yerde karşılaşılabilecek kadar yaygın olan bir versiyonu temsil eder bu gibi kişiler. Hayatlarında aslında "özel birine" ihtiyaçları yoktur bu kimselerin, bilhassa duygusal anlamda. Hayatları mantıksal bir tatmin üzerine kuruludur. Hayatları boyunca beraberlik yaşadıkları kişiler de genelde karşılıklı bir alışveriş(!) ilişkisine dayanması; kendisine sosyal ve/veya profesyonel basamak fırsatı sunması açısından hayatına sokmaya değerdir. Salt sevgi, sadece kedi/köpeklere verdikleri bir şeydir. Arkadaşlar %5 kazık atma, sevgililer %50 aldatma potansiyeline sahip, bir gün mutlaka vazgeçilebilecek kişiler olmakla beraber; aile aslında maddi ve profesyonel yaşama onu olabilecek en iyi şekilde hazırlamış ve misyonunu tamamlamış, elinde olmadan bağlı olduğu bir kurumun üyeleridir.
Bu insanların çocukken nasıl bir travma geçirdiğini, hangi ara düşüp kafalarını kaldırma vurduklarını ve annelerinin bunu neden fark etmediğini merak edersiniz. Amerikan 2. sınıf drama filmlerde yan rollerdeki ruhsuz, işkolik baba figürünün bugün gay cemaatinde hatırı sayılır bir güruhu temsil ediyor olması, eşcinseller üzerindeki toplumsal baskının pörtlettiği bir başka zihinsel rahatsızlık olsa gerek diye düşünmeden edemiyor insan.
0 notes
elansooth · 8 years ago
Photo
Tumblr media
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
LESSONS.
Hayatıma giren herkesten bir şeyler öğrenmişim meğer.
Belki de uzun bir zaman önce hayat mottolarımdan biri haline gelen “hayatıma giren herkesin bir görevi var, tamamladığında çıkıp gider” cümlesi bu kozmik enerjiyi hayat akışıma entegre etmiştir. 
Eski dostum Seço'dan, daimi kankim Mırro'dan, eski sevgilim Doktor Beyden, hayatımdan bir rüzgar gibi geçen eski arkadaşım Mersi'den, yurtdışı yol arkadaşım Seko’dan, seneler önceki derin ilişkimin kahramanı adaşımdan...
Bir şekilde hayatımdan çıkan ya da hala hayatımda olan insanlardan aslında hep bir şeyler öğrenmişim. 
Gay arkadaşlarımın aslında gerçekten "arkadaşım" olmadıklarını anlamakla başlamış bu, artık kayıtsız bir razı oluş içerisinde, direnmeden, çabucak öğrenilir hale gelmiş. Durup geçmişe şöyle bir baktığımda, bu insanların hayatıma giriş ve çıkış şekilleri aslında son derece akıcı, doğal ve zahmetsiz. Bir kavga, tartışma, alevli bir olay barındırmıyor içinde bu bitişler. İşte bu noktada gerçekten arkadaşlıkların da ömrünün olabileceği ihtimali beliriyor kafamda; sonra 20 küsür yıldır benden kopmayan hetero arkadaşlarım geliyor aklıma ve bir anda yıkılıveriyor bu hipotez. Demek oluyorki bu giden kişilerin kendisinde sıkıntı var. O zaman da şu sancılı soru beliriyor kafamda; "gay arkadaşlarım mı bu ilişkide kusurlu olan, yoksa ben mi?" Gerçekten medeni bir şekilde, "artık seninle arkadaşlığıma devam etmek istemiyorum" açıklamasını yaparak gitmek isteselerdi, sorunun benimle ilgili kısmının ne olduğunu kendilerine sormak isterdim. Ama hiçbir gay arkadaşım konuşarak çıkmadı hayatımdan, sessizce sıvıştılar! Sonrasında bu kopuşlara dair geri bildirim aldığım, iki taraf için de ortak gay veya hetero arkadaşlarımın hepsinin genel yorumu 'gidenlerin' hatalı olduğu şeklindeydi. Bu 'sen haklısın' hissinin de samimi olmayan, huzursuzluk verici ve içe sinmeyen bir tarafı var.
Hayatı daha farklı anlamlandırıyorum artık. Hayallerin ufalarak daha gerçekçi boyutlara indiği, hedeflerin daha görünür, kararların daha hızlı alınabilir ve risklerin daha az tehlikeli olduğu bir boyut ve zamana geçmiş gibi hissediyorum. Yarın ölecekmişim gibi bir ruh halinde olmam hem şaşırtıcı hem de keyifli.
Son 1 yıldır farklı fazlarda depresyon rahatsızlığı yaşadım. İlaçla ve kendi çabalarımla iyileştim. Ardından yaklaşık 1 yıl süren ilişkimin bitmesi ve kendimi herkesten çekerek olaylara yukarıdan bakma kararı bana daha önce hiç görmediğim bir vizyon sağladı; bununla da kalmayıp müthiş bir iç huzuru, sahip olduklarıma dair kuvvetli bir şükran duygusu ve de hayatıma dair kesintisiz pozitif bir inanç getirdi. İlişkim sonrasında tanıştığım insanları artık daha derin şekilde gözlemliyor, içselleştiriyor ve özümsüyorum. Onlar üzerinden kendime dair daha keskin sonuçlar çıkarabiliyorum. Kendime ve hayatıma olan farkındalığım artıyor, üstelik bunu tamamen objektif bir şekilde, kişiselleştirilmemiş bir karşılaştırma ile yapabiliyorum.
Yukarıda dediğim gibi, hayatıma giren herkes bana bir şeyler öğretiyor. Son ilişkimde günlerim hep birini birisiyle ve bir şeyi başka bir şeyle karşılaştırarak geçti. Ne kadar dirensem de bir süre sonra ister istemez kendimi ve hayatıma ait olan şeyleri gereksiz bir kıyaslamanın ortasında buluverdim. Şu anda bütün mukayeseleri bitirmiş ve elinde olanlarla tatmin olmuş, mutlu bir adam olarak yazıyorum yazımı.
Huzur, gerçekten böyle bir şey olmalı.
Tesadüfen başlayan kaliteli sanal sohbetin ardından, sıra dışı bir tanışma ile cidden aklımı başımı almıştı son flörtüm kısa bir süre önce. Ne yazık ki 1 hafta içerisinde, onun evinde beraber geçirilen 3 ayrı günün ardından hevesim kursağımda kaldı ve ruhsuz bir şekilde koptuk. Evinde geçirdiğim son gecenin sabahında mutsuz bir kahvaltı yaptıktan sonra yapıcı ve olumlu bir konuşma yapmaya çalışsam da, genel olarak ceviz kabuğunu doldurmayacak şeylere takılan, bunları büyük meselelere çeviren ve beni suçlayan biriyle karşı karşıya kaldım. Üzgündüm, çünkü 1 hafta öncesinde, yıllardır duymadığım heyecanı duymamı sağlayan, içimi kıpır kıpır eden muhteşem bir adam olduğunu düşünüyordum. Kısa cümleler, yapıcı bir tavır ve soğukkanlılık ile ayrıldım o gün onun evinden. Akşamında keyifsiz birkaç mesajlaşmanın ardından çıkardı baklayı sıkıştırmalarıma dayanamayıp: "Depresyondayım."
O an bir çok duyguyu aynı anda hissettim. Her şeyi açıklıyordu bu, ancak beni yine bir çeşit kullanılmışlık/kandırılmışlık düşüncesine itiyordu sinsice. Depresyonda olduğunu itiraf ettikten sonra sıraladığı hayatında kötü giden onca şeye rağmen "neden biriyle olmak ister insan" diye düşündüm. "Bunu o kişiye neden yapar? Bir yardım eli, bir can simidi, bir kurtarıcı görevi mi yükler karşısındaki kişiye?"
Nitekim aynı gece gönderdiğim mesajlara cevap alamadığım gibi ertesi gün de ne bir mesaj aldım ne arandım. Özellikle ben de adım atmadım. Sürekli adım atan, haksız yere suçlanılmasına rağmen sineye çeken ve flörtünün peşinden koşan insan görüntüsü vermek istemediğimden sanırım. İşin aslı, bu ego yarışından değil de, sanırım hayal kırıklığı ile beraber gelen "depresif insanla uğraşmak istemiyorum" hissinden.
Mutlu olmak istiyorum. Mutluluk vermek istiyorum. İşteş, nice güzel aktiviteler yapmak istiyorum ama hepsi mutlu, huzurlu olsun istiyorum. O yüzden sessizce hayatından çıkmayı seçtim sanırım ve bu yazı buradan bunu kendime ilk kez itiraf edişim bir anlamda. Bir çeşit "aşk" tadı verdi bir süreliğine, yıllar sonra "yok artık" dedirten bir heyecan yaşattı, ama uzun sürmedi. Ki bu da şaşırtmadı.
Bu ülkede, bilhassa İstanbul'da insanların artık 'aşkı' araması mümkün görünmüyor. İnsanlar hayat meşgalesi içinde öylesine boğulmuşlar, öyle kaybolmuşlar ki; aşk lisede kalmış tatlı bir anı; anılardan hikayelere, hikayelerden mitlere dönüşmüş ve şimdiyse bir ütopya olmuş. Hemen herkes aslında farklı derinliklerde depresyonda, kimi farkında iyileşme çabasında; kimi farkında ama umursamıyor ve aslında daha derine sürükleniyor; kimiyse farkında bile değil ve durumu çok vahim. İşin kötü tarafı zaten normal koşullar altında bile heteroseksüel insanlara nazaran daha stresli hayatları olan eşcinsel insanlarımızın depresyona girme veya içinde kalma ihtimalinin daha yüksek olması.
Mekanik, hidrolik, elektronik hayatın içerisinde otomatik bir kol, bir çark, bir piston gibi çalışır hale gelmiş insanlar. Matrix'teki sanal dünyada yaşayan ancak aynı zamanda köle makineler gibi sorgulamadan, düşünmeden, aydınlanmadan çalışarak yaşlanan insanlara...
Düşünüyorum da, bu kadar içi boşaltılm��ş, efsaneleştirilmiş bir hale nasıl geldi aşk? Nerede inanmayı, umutlanmayı kaybettik?
Bütün suç birbirimizi arkamızdan vurduğumuz, en saf inançlarımızı gözümüzün içine baka baka yok ettiğimiz o ilişkilerde mi? Birbirimizi kandırarak mı zamanla "kandırılmaz" insanlar haline geldik? "Aşk" mı oldu bunca hengameden sonra suçlanan?!
"Aşk" da "Karma" gibi bir kelime. O kelimelerin zihnimizde ne ifade ettiğiyle alakalı bütün anlamı. "Aşk" kelimesinin altında biriktirilmiş ise sayısız aldatılma, terk ediliş, karşılıksız duygular ile zihinde pozitif yüklü nöronların depreşmesi pek de mümkün görünmüyor. Hala aşk denilince gözü parlayan, yüzü gülen insanlarla karşılaşınca mutlu oluyorum ve gıpta ile bakıyorum onlara...
Rol modelleri olmayan gaylerin aşkı ilişkiyi kör-topal yaşamaya çalışması geliyor yine aklıma...
- Heteroseksüellerde iş kolay, kız hoşlanır naza çeker, erkek hoşlanır üstüne düşer.
- Gaylerde aşk söz konusu olunca, iki taraf da üstüne düşmeye ya da naza çekmeye meyilli. Hoop gelsin senaryolar:
Senaryo 1: Biri naza çekerse diğeri panik olup daha çok saldırıyor, ardından naza çekenin götü kalkıyor, kalktığı anda diğeri ona aşık oluyor; götü kalkan da onun halini görünce ondan soğuyor.
Senaryo 2; Taraflardan biri beğeniyor, öbürü hiç yüz vermiyor, aşık direkt üstteki hikayenin sonundaki kahraman oluyor.
Senaryo 3: Taraflar birbirinden hoşlanıyor, biri daha aşık oluyor, öbürü sadece seviyor ama ite kaka peşinden sürükleniyor. Sonra o ilişkiyi çeken bir dönüp arkasına bakıyor "eee, ben buna mı aşık oldum" deyip duruyor; sürüklenen bir ayağa kalkıyor ve "neden durduk, ben seviyordum seni yaa, ne oldu" deyip bir anda aşık oluveriyor ama öbürü çoktan basıp gitmiş oluyor...
Gaylerin ilişkiye karşı bu denli laçkalaşmış halde olmalarının sebebi bu yıllara yayılmış, sürekli, birikerek büyüyen "deneme" hırsı. Artık 'tecrübe' olarak değil de 'kaşarlanma' olarak tanımlanabilecek bu durum, aslında heteroseksüellerin duygu dünyasını alt üst eden bu flirt-date-ilişki deneme-yanılma aksiyonlarına karşı gaylerin müthiş bir bağışıklık kazanmış olmasından ötürüdür.
Bir yazımda "aşk, meşk yalan; sevişin a dostlar" derken, ardından gelen yazımda iyi, kötü yaşanmış bitmiş ya da yaşanamamış, içimde patlamış ilişki girişimlerine dem vuruyor olmam bir çelişkidir, bir daha da böyle kişisel bir cümle okuyamazsınız buralarda.
Addio.
4 notes · View notes
elansooth · 8 years ago
Photo
Tumblr media
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
2016.
Nereden başlasam sana acaba?
İçime sinmeyen şey ne sana dair bilmiyorum.
İddialı, frapan hatta 'attention-freak' giyim tarzın mı; kendine, hayata, evine yani genel olarak her şeye karşı rahat olan bakış açın mı? Yoksa sebebini bilmediğim bir şekilde bana seksi ya da çekici görünmeyen dış görünüşün mü?..
Rastgele 100 kişiye sorulsa, "bir çocuk var, beraber olduğu kişi hakkında bunları düşünüyor, sizce nasıl bu iş?" diye; muhtemelen "niye onunla beraber ki o zaman?!" derler.
Öyle değil işte.
Sınırsızmış gibi hissettiren anlayışlı tavrı; bir şekilde gerçekçi gelen sevgisi; her koşulda aynı çizgideki nezaketi; her nerede, ne zaman ve nasıl olduğu fark etmeksizin tenime değdiğinde beni çıldırtan öpüşü, o sihirli dili; bugüne kadar hayatta başaramadığım ancak onunlayken bir gece bile sıkıntı yaşamadan göğsünde yatıp uyuyabilmem... Onunla birlikteyken yapmaktan keyif aldığım çok şey var aslında. Bunu ona yeteri kadar yansıtmadığımı düşünüyorum. Ama bunu bilinçli olarak yansıtmadığımdan da korkuyorum. Bir şekilde onunla, onun evindeyken daha huzurlu ve mutluyum. Halbuki onunla gittiğim her yerden keyif alıyor olmama rağmen. Onunla günün her vaktinde istediğimiz yemeği yiyebilirim; içebilirim de...
Ahh evet, içmek.
Buraya bir vurgu yapmam gerek. Onunla yeniden hatırladım ve sevdim içmeyi. Nasıl bıraktığımı ve nedenini tam olarak hatırlayamasam da hayatımdan net bir şekilde çıkartmıştım alkolü. Onunla beraber çok usulca ve sevecen bir şekilde giriverdi hayatıma yeniden alkol. Şikayetçi değilim, göbek sorunu dışında elbet.
Göbek.
Onunla beraber muzdarip olduğumuz diğer bir sorun. O benimkini, ben onunkini (kısmen, zaman zaman) sorun etmesem de, hoşnut olmadığımız bir mesele ve bu yeme-içme performansımız karşısında yenilmesi mümkün olmayan bir düşman.
Eskiden başkalarıyla dert ettiğim bazı konuların onunlayken zerre kadar önemli olmayışına da şaşırıyorum bazen. Onunla her yere gidebilirim aslında. Ve günün her saatinde. Gecenin 4'ünde dışarı çıkmaktan çekinmeyeceğim bir özgür tarafı var ki bu aslında çok hoşuma gitmekte. Üstelik ben böyle vakitsiz saatlerde gezmeyi ve öyle herhangi bir yere gitmeyi de sevmeyen biri olarak! Bununla beraber her tarz müziği her yerde dinleyebiliriz ki bu uyumu bulabilmek kolay bir şey de değil. Uygun vakit ve ortam olduğu müddetçe rahatça uyuyabilme rahatlığına da sahibiz.
Onun ayağındaki, topukları yana kaymış siyah çoraplarına her bakışımda gülüyorum. Sevimli ayaklarını daha da sevimli hatta çocuksu gösteriyor. Ve o sağ ayak dizden kırılmak suretiyle sol dize getirilerek yana kaykık şekilde koltukta uzun oturması alamet-i farikası. Ve bu karedeki olmazsa olmaz unsur telefonu. Kesintisiz şekilde hareket eden baş parmakla beraber... Bu başparmak ileride beni aldatmasına yardım edecekti ve bunu çok geç anlayacaktım.
Alkol ve eğlence hayatıyla bu denli içli dışlı olmasına rağmen sigara kullanmıyor olmasına da gıpta ediyorum. Arada bir, iki tane içer ki onu da içine çekmez. Bu özelliği benim gözümde onun eğlence tarzını daha kaliteli kılan bir ayrıntı aslında. Tabi alkol tüketiminin bu denli yüksek olması azıcık huzursuz etmiyor da değil. Her nedense kontrolünü kaybetme riski -ki bugüne kadar görülmemiştir- huzursuzluk verici diye tahmin ediyorum.
Tabi bu eğlenceye ayrılan uzun vakitler kendisine ya da evine ayırması gerektiği zamandan da çalmakta; uzunca zamandır tamir ettirilmemiş buzdolabı; periyotları belirsiz temizlik tarihleri, muhteşem bir düzen içindeki dağınıklık, tek kelimeyle berbat banyo... Ki onu gözümde daha az çekici yapmıyor bunlar artık. Aksine tam da onun istediği şekilde, onunla beraber alıştığım birer ayrıntı haline dönüştüler. Yine de koridordaki o kırmızı yolluğu yakmak istiyorum!
Paslı gibi görünen kemik rengi palto.
Bu palto ile ilk tanışmamız tüylerimi diken diken etmişti; ikinci buluşmamızı yapacağımız akşam metronun Taksim Meydan çıkışında beni beklerken üstünde gördüğümde. Daha sonra farklı buluşma ve gezilerde de eşlik edecekti bana, taa ki bir Ballat gezisine açıkça kendisini hiç sevmediğimi söylememe kadar. Sahibi buna takılmış olmamı saçma bulmuş, gülmüş; yine de o ayazda o paltoyu arabada bırakıp benim için tişörtle gezmişti saatlerce. Ha bi de o paltoya eşlik eden beyaz (füme?) eskimiş, yırtılmış kösele ayakkabıları unutmamak gerek.
İnsan bazen kendini sosyal medyadaki tanışma programlarındaki fotoğraflarla, fotoların sahibinin gerçeği arasında ortak nokta ararken kandırıldığ��nı düşünerek sinirlenirken buluyor.
Aslında bu doktor kişisi için bu durum da geçerli değil. Ama yine de, yaşam ve giyim tarzını tereddüt etmeden savunan biri için, sosyal medyadaki kendi yüzünü ve imajını biraz "yumuşatarak" yansıttığını düşünmüyor değilim. Belki de savunduğu şeyler için o kadar da riske girmek istemiyordur içten içe?
Her ne olursa olsun kesinlikle bir tarzı var. Bunu inkar edemem. Ki fötr şapkaları da bir başka imzasıdır, bana bile ucundan bulaştırmıştır...
Aynı yaşta ve boyda olmamız konusu ise beni ayrıca mutlu eden ama beraberliğimiz içindeki baskın unsurlardan ötürü hak ettiği kadar sevinemediğim ayrıntılar... Hatta çok değerli ayrıntılar; öyle ki bulmak için çok insan harcamışlığım vardır!
Ve insana hissettirdiği o bulanık hisler... Sanki her an "ben başka birinden hoşlanıyorum" ya da "bu iş artık olmuyor" gibi bir gerekçe göstererek ayrılacakmış endişesi pompalayan, güvensizlik verici tavır. Her nedense makul ve ikna edici bir açıklama getirilemeyen ve hala, istikrarla açık duran, mesaj alan tanışma aplikasyonları.
Sadece kendi arkadaş ortamı içerisinde, kendi habitatında, kendi hobileri ve keyif aldığı şeylerle geçen zamanlar... Bir sebepten benim arkadaşlarımla tanışmak için hiç bir çaba sarf edilmemesi... Ya da benim keyif aldığım aktivitelerin bir türlü yapılmaması.
"Part-Time" sevgili adını taktım bir süre sonra ona. Herkes kendi dünyasında, kendi arkadaşlarıyla kendi keyif aldığı şeyleri yaparken; amacın "bir arada ortak bir hayat yaşamak" olmadığını sezdiğimden beri sıkıntısız bir şekilde kabullendim onunla bu ilişki türünü.
Sadece kendi zevkleri, öncelikleri, hedefleri, değer verdiği kişi, aktivite ve nesnelere odaklı bir yaşam sürerken neden "hayatımda biri olsun" der ki insan? O kişiye hak ettiği saygıyı ve değeri verme amacında değilken, onu sevecekmiş gibi yapıp sevgiden mahrum bırakarak, ilişki adı altında bir "aktivite arkadaşı" moduna çevirme cür'etini göstererek neyi ispatlamak ister insan kendi aciz kişiliğine?
Bunca kariyer, sosyal yaşam, para ve çevre hala yetersiz mi gelmektedir? Başka şekillerde de egosunu tatmin etmek mi istemektedir o bünye?
Derken ona ait her şeye alışmak için zaman, çaba ve enerji sarf etmenize rağmen, aklınıza gelebilecek en ucuz şekilde, üstelik sizin yanınızda, film izliyor gibi yaparken aldatmaya yeltenir o küçük sevimli baş parmağı ile telefonunun üstünden... Nokta.
Bir süre sonra anladım ki, ben sevgimin verdiği güç ile bırakıyorum kendimi ilişkimin doğal akışına. Sevgilimin yaşantısı, benimki oluveriyor. İşte o noktada bir panik hali nüksediyor, uyarıyor bünyeyi, yokluyor ve "sen busun, bunları seversin, bunları yapmazsın" diye başlıyor kendini kendine anlatmaya. O noktada, başlıyor bu insan da kendini hafiften belli etmeye, ilişkinin o tasasız akışından yavaşça dışarı çıkartmaya.
Ama uyanık partner hemen fark ediyor ve hoşlanmıyor bu ufak başkaldırışlardan; minik mimikler, jestler, belki kısa cümlelerle beliriyor ilk tepkiler, "hayırdır, nedir bu düzeni bozma girişimi" diye.
Diyorum ki "ben buyum!", "bunları istiyor, bunları istemiyorum; seni tanıdım, anladım ve sevdim, her şeyi istediğin şekilde verdim. Ama sen de beni tanıdın, anladın ve sevdin. Şimdi de sen benim istediğim şekilde ver kendini".
"Olmaz" diyor. "Ben buyum, böyleyim. Beğenmiyorsan bak, kapı orada."
Çıkmadım o kapıdan uzun süre, üstelik defalarca yüzüme gösterilmesine rağmen. Çıktığım o çok sonralardan bir gün anladım aslında çok önceden çıkıp gitmem gerektiğini. Çünkü onun gönlünün çoktan çıkıp gittiğini öğrendim. Hayat, acı tokadını çarparken bile bir asalet barındırıyor bünyesinde ve seni üzeceğim ama önüne arkanda şüphe bırakmayacak bütün gerekçeleri de koyacağım der gibi...
Sadakat, sevgiyle geliyor. Sevgi anlayış ve nezaketle zenginleşiyor; bunların yanında tamamen kontrolsüzce "beklentiler" yeşeriyor. Bir yabani ot gibi, arsız, yayılmacı ve zararlı.
Her nedense yıllar sonra karşıma çıkan "bu" kişinin aslında o yıllara "değdiğini" düşünmüyorum artık.
Yaşadıklarım için zerre kadar pişman değilim, aynı o kapıdan çıkıp giderken olmadığım gibi.
* Doktor Beye Petek Dinçöz’den “Reçete” parçasını gönderiyorum: “Yeni reçeteme seni yazmadı doktor, kullanma diyor onu bir daha asla.”
0 notes
elansooth · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Michigan Lake / USA
0 notes
elansooth · 9 years ago
Text
BEN.
Bundan 30 yıl önce, sıcak bir yaz sabahı doğmuşum.
Yaşıtları arasında en sakin, uslu, aklı başında çocuk olarak ileride de böyle olacağıma dair yanıltıcı sinyaller vermişim.
Hatırladığım kadarıyla mutlu bir çocuktum. Bütün sülalede birçok aile büyüğünün tek yeğeni, tek torunu idim. El bebek gül bebek büyüdüm ama şımartılmadım. Zaten şımarmaya müsait bir yapıda da olmadım hiç.
Çocukluğumu düşündüğüm zaman aklıma İstanbul'daki ilk evimiz, o evde günün her saati camlardan yere vuran ama bilhassa öğleden sonraları, batana dek odamdan çıkmayan turuncu güneş ışığı ile beraber annemin genç, sevgi dolu; bir sebepten ötürü beni hep duygusallaştıran yüzü gelir gözümün önüne.
Sonraları taşındığımız her yeni evle beraber ben büyüdüm ve duygusallığım da azaldı. Ve kaçınılmaz şekilde, annem de yaşlandı. Aramızdaki o kuvvetli bağ incelmiş olsa da hala kopmadı ve hiçbir zaman da kopacağını düşünmüyorum. Sadece o bağı germeden de ondan uzaklaşabileceğimi öğrendim zamanla.
8. yaşıma girdiğimde doğdu kardeşim. En büyük kıskançlığım, en büyük desteğim; hem sırtımda yüküm hem yüreğime serpilen suyum olacaktı ileride. Saçının teline zarar gelecek olması ihtimali bile yüreğimi daraltırdı. Sinirlenip de canını yaktığım zamanlar için hala içim acır. Sevgimi doğru şekilde veremediğim zamanlar için de ayrıca hayıflanırım. Lakin o da büyüdükçe sevgisini kaşıkla veren biri olacaktı.
Babam gözümün önünde ama buzlu camın arkasında gibi görünür hep bana. Aileyi meydana getiren bazı temel sorumluluk ve duyguların, ailesinden daha önde gelen bazı kişi veya kişilere ayrılmış olmasının yaratacağı sorunları çok sonra öğrenmek zorunda kalacaktı ve bedelini, en çoğu kendine olmak üzere, herkese ödetecekti.
İlköğretim yıllarım, ergenliğe geçiş aşamalarında oldukça yıpratıcı geçmişken, ergenliğimin kendisi tahmin edilemeyecek bir içsel sakinlikle geçti. Babamın yıllardır biriktirdiği bencilliklerinin elinde patladığı yıllara denk geldiği için, aile içinin kazan gibi kaynadığı dönemde eşcinselliğimi inanılmaz kolay bir şekilde, öylece kabullenivermiştim; hayatımdaki daha ateşli uğraşlarımın arasında kaynayıp gitmişti adeta.
Üniversite hayatım, o zamana kadarki en büyük maceramın başlangıcıydı. İnternetle 2004 yılı itibariyle, üniversite araştırmalarımı yapmak için tanışmış; o zamana dek dergileri, kitapları, müzikleri, yabancı dizileri ve hayalleri ile kendi odasında, kendi dünyasında yaşayan son derece makul bir genç idim. Okul ve dersane yaşantısından ötürü sosyal çevresi kısıtlı biriyken, üniversite ile hem okul, hem kulüp, hem cinsel yaşantımla alakalı olarak farklı alanlarda farklı insanlar tanıma ve arkadaş çevremi genişletme imkanı buldum.
Arkadaşlıklarım ne denli sağlam ve verimli şekilde ilerlediyse, ilkinden itibaren bütün gönül ilişkilerim hüsranla sonuçlandı. Aynı zamanda arkadaşlarıma çok fazla güvenip, bununla mümkün olan her ortamda övünmüş olmanın ne kadar yanlış olduğu da sonradan öğrenecektim.
Üniversiteye kadar, sadece aynı sınıfta ya da okulda olduğumuz için, arkadaşlarım seçme şansım olmayan nitelikli bir kalabalık iken -gelip geçici arkadaşlıklarımı saymazsam- tamamen özgür irademle seçtiğim, hakiki arkadaşlarımı üniversitede buldum. Ne yazık ki, hem güzel hem çirkin yüzlerini görmem gerekti. Hepsi hala hayatımda, lakin güzellikleriyle yanımda kalanı sayılı.
Gay hayatımda ise arkadaştan yana neredeyse tamamen şanssızdım. Uzun yıllarımı ve beraberinde emeklerimi verdiğim insanların çoğu yalancı, bencil, fırsatçı ya da korkak çıktı. Ne yazık ki halen hayatımda olan gay arkadaşlarımın bile güvenilirlikleri şüphe duyulmaya müsait.
İdealist olmayı başarabildiğim tek dönem eğitim öğretim hayatım olduğu için, istediğim okullarda ve bölümlerde okumayı başardım. O zamanlar, farklı birçok etkene direnmek zorunda kaldığım için başarı olarak nitelendirdiğim bu durum; on yıl sonra, hayatıma dönüp baktığımda net bir şekilde hata olarak görünecekti. Hayatın sunduklarına karşı memnuniyetsiz davranıp daha fazlasını istemenin elindekinin de kaybetmeme neden olacağını öğrenecektim ileride, üstelik defalarca.
İş hayatım ise tamamen hayallerimin dışında ve ideallerimden fersah fersah uzakta; ne olduğunu bilmediğim bir kabahatin cezasıymışcasına oradan oraya sürüklenerek ilerledi. Etrafımda söylenen ve yazılan bütün o motivasyon arttırıcı, yol aldırıcı, gaza getirici felsefik dizeler sayesinde tükürmeyi öğrendim. Hayat, biraz zor anlayan, inatçı bir adam olduğum için; istediğim şeylerin hepsini benzerlerim arasında en geç bana ve de muhakkak bir bedel karşılığında verdiğini öğretmeye çalıştı yıllarca.
Ve ben otuz yaşındayken anlam buldu filozof: "İki gün önemlidir, birincisi doğduğun gün, ikincisi neden doğduğunu anladığın gün."
1 note · View note
elansooth · 10 years ago
Photo
Tumblr media
Melbourne / Australia
0 notes
elansooth · 10 years ago
Text
İLİŞKİLER...
İnsan Türkiye'de gay bir birey olarak yaşlandıkça, ilişki denilen şeyin gerçekleşmesinin ve olur da gerçekleşirse sürekliliğini korumasının bir sürü somut gereksinimle mümkün olduğunu ve o şiirsel aşkların lise yıllarında kaldığını anlıyor...
Her şeye rağmen, hala iki erkeğin -ne olursa olsun- ilişki yaşayabileceğine inanan insanlar varsa, öncelikle en içten duygularımla tebrik ediyor, sonra o ilişkinin var olması için olmazsa olmaz denilen, genelgeçer, yaygın bir takım malzemeleri akıllarında bulunsun diye aşağıda vermek istiyorum:
Madde 1: Kesinlikle yakın semtlerde oturulması gerekiyor.
Şahsen ben İstanbul'da yaşıyorum, turistik geziler dışında Ankara, İzmir gibi büyük illerinde uzun süre yaşamışlığım yoktur ancak kesinlikle İstanbul'daki yoğunluğun bu gibi diğer şehirlerde olduğunu düşünmüyorum. O nedenle trafik, hayat meşgalesi, aile gibi faktörlerini de hesaba katarsak, aradaki mesafe en fazla 5 km. olmalıdır. Yoksa olmuyor. Yürümüyor.
Bir başka deyişle Anadolu - Avrupa yakası arası aşkları unutun!
Madde 2: Asla, kat'a, zinhar ailenizle, kuzeninizle, hatta ev arkadaşınızla bile yaşamayınız efendim.
Tarifsiz müşkül durumlar silsilesi. Çağırılırsın gidemezsin, çağırırsın gelemez; azarsın yer yoktur, özlersin sarılamazsın, gece geç saatte bunalmıştır sevgilin ama sırtını sıvazlayamazsın, vs. vs. Herkes tek başına hazır kıt’a modunda evinde yaşamalıdır. 
Telefonda umarsızca "e geeel" diyebilme lüksüne ya da "tamam çıkıyorum" rahatlığına sahip olmalısınız...
Madde 3: Geçmiş tecrübeler.
Evet, hala "0 km" sevdalısı tipler varsa da siz onlara bakmayın, çıtır sevdalısı kompleksliler onlar; tecrübe, eşcinsel erkek ilişkileri muhteviyatının olmazsa olmazıdır.
Olmadığı vakit türlü türlü sıkıntılar yaratır; ha iki taraf da tecrübesizse tadından yenmez diye tahmin ediyorum, her  şeyi beraber keşfetmek çok zevkli olur eminim; lakin Türkiye'deki azgın piyasa playboylarını hesaba katarsak, piyasaya düşen taze kanları maksimum 1 saat içerisinde ev adresine kadar öğrenip üzerine üşüştükleri için, böyle bir durum söz konusu değildir. Yani çoğunlukla eşcinsel erkek ilişkilerinde bir taraf hep tecrübeli diğer taraf yeni yetmedir.
Mesela tecrübeli olan arkadaş, acemi arkadaşı her zaman istediği gibi kullanma imkanına ermiş olur. Seksten, ilişkinin gidişatına kadar her konuda dediğini yaptırma gücünü kullanabilir, bilhassa acemi 20′lerinde, tecrübeli 30′larında ise... Kullan at ilişki modelini çok sever 35′lerine gelmiş orta yaş krizindeki gay popülasyonu. Karşı tarafın etinden, sütünden rahatça yararlanıp, karşısındakini zahmetsizce manipüle etme lüksünü yaşayabilir böylece. Piyasaya giren her yeni gay tek sıkımlık inektir çünkü.
Bu olayın bir de acemi olan tarafı vardır ki, ne telefonda konuşmasında, ne de mimik ve jestlerinde bir denge vardır; sürekli flörtöz ve işvelidir. İki taraf da açıkça seks istiyor olsa bile bu acemi taraf sanki aşıkmış edasıyla flörtüne yürümeye devam eder. Çünkü tecrübesizliğinden kaynaklı olarak rol modeli hetero bir kadın ya da erkektir. Bu rahatsızlık verici durumu kendisine söyleseniz bir dert, söylemeseniz ayrı dert olur...
Ayrıca, buluşmalarda acemi taraf sürekli diken üstündedir. "Birileri bizi anlayacak" korkusu yüzünden sokakta yürürken bile tedirgindir; ne kadar anlatmaya çalışsanız da sokaktaki insanların "bak bak, bunlar hornet’ten tanışmış, şimdi eve sevişmeye gidiyorlar" diye düşünmediklerine ikna etmeniz mümkün değildir.
Hele hele 30'lu yaşlarındaki tecrübesizlerde durum daha vahimdir. 'Out olmuş' adamlardan ekstra korkarlar mesela... 
"Ya size geldiğinde ailen hakkımda ne düşünür!?" 
- “Evet, bizim eve sadece gayler girer çünkü. Annem de Manukyan'ın varisi zaten...”
Özetle, tecrübe şart. İşi bilmeyenle olmaz.
Madde 4: Tabii ki Iyi bir vücut! Allah seni kahretmesin!! Kaslı bir vücut yapmadan o kaslı çocuğa sen nasıl mesaj atar da, cevap umar da, seks hayalleri falan kurarsın hadsiz!! Kaslı vücut altın anahtardır. O Amerikan filmlerindeki USS San Francisco denizaltından nükleer füze fırlatmak için deliğine sokulması gereken kaptanın boynundaki anahtardır mesela! New York şehrinin anahtarı da olabilir belki.
Hep derim, tip önemsizdir. Hatta çirkin olun efendim; yakışıklılık sadece iltifat almanızı sağlar, çirkinlik sizi yatağa atar. Allah hepimize çirkin şansı versin. Bir de kaslı vücut!
Madde 5: Para elbette. Parasız sokağa çıkamazsınız, ilişki yaşamak da nesi!? Hem işi gücü olan sevgilin seni daha nereye kadar çekecek? Azıcık utanman olsun. Giuseppe Zanotti’leriyle döver seni bak!
Madde 6: En önemli madde: Farkındalık! 
Her şey sevgi ve ten uyumuyla olmuyor elbette, bir süre sonra insanın canı başka tatlar çekiyor, erkeğin doğasında var bu!
Dolayısıyla “ne yardan, ne serden” diyerek, ilişkiye başladıktan sonra tamamen tarafların ortaklaşa verecekleri karara bağlı olarak, 3 ay ile 3 yıl arasında değişen sürelerden sonra “yatakta araya 3. kişiyi alma” dönemi başlar. Normal ilişki yaşayabilmeyi çoktan yemiş bitirmiş(!) ibneler olarak, 21. yy’da olaya yepyeni bir ilişki boyutu kazandırmış bulunuyoruz. Bu gibi marjinal yeniliklere ve çağın getirilerine ayak uyduramıyorsanız, yalnızlığa mahkumsunuz! 
“ama ayrı ayrı hornet’de takılmak yok aşkuuum, hep beraber yiyişelim olaar mıığ...”
Madde 7: Şimdi bu biraz daha tartışmaya açık bir konu, lakin bunca yıllık tecrübelerim ve gözlemlerimden ötürü sonuna kadar savunurum: Piyasa olmak!
Evet, bilinen barlara takılan, ev partilerine giden, sosyal mecralarda takip edilen biri olmak caizdir; ama farz değildir. Şimdi "falancanın arkadaşı falancayla yatmış, 2 haftadır görüşüyorlarmış" dendiğinde; "o falanca kim bea!?" denilmiyorsa, hatta ortamdaki birkaç kişiden falanca hakkında iyi - kötü yorumlar da geliyorsa, söz konusu falanca muhtemel rakiplerinden bir adım önde demektir. O kendi çapında ünlüdür!
Yalnızca gönül işleri değil, arkadaş sohbetlerinde de adınızın geçiyor, muhabbetinizin yapılıyor oluşu gay piyasasında değerinizi yükseltir: "Aaa evet, geçen kış Berkay da Berkay'dı hani! Vücudu tipi falan olaydı" ya da "Cem tabi ki ona bakmaz, adam P&G'de manager yane, Sellenium'da oturuyo; davul bile dengi dengine!" gibi çiğ, yüzeysel sohbetler sizi piyasada diri tutar, hatta gay ortamlarında efsane olursunuz; sonra şanınız sizi geçer, alır başını gider...
Neticede reklamın iyisi kötüsü olmaz. Piyasa adamsan, piyasadan biriyle takılmalısın. Piyasa böyle!
İş başvurularından, mülakatlardan hallicedir memleketimizde kafa dengi birini bulma meselesi. Aramak kısmı, umutlanmanın insana verdiği tatlı-ekşi tattan ötürü zevklidir; ama her kim olursa olsun aradığı kişiyi elde ettiğinde, tadı tuzu kaçar aidiyetin de, sahipliğin de.
Kimi buna açlık der, kimi de benim gibi bakış açısını değiştirip entelektüel bir yorum getirir duruma.
Her zaman söylediğimi artık farklı bir şekilde dile getiriyorum: Türkiye'de gay camiası olarak, bütün platformlar üzerinde birleşip bir karar almalı ve "erkekler arası ilişki yaşama hırsından" vazgeçmeliyiz!
Zaten öyle ya da böyle herkes ilişki yaşayamadığını bir takım tecrübelerle öğrenmişken, bunu inatla devam ettirmenin bize sadece zarar getireceğinin farkına varmalıyız. Gelecek kaygılarından arınıp, hatta yalnızlığı kabullenip daha bireyselci ve aile & arkadaş odaklı bir yaşama doğru yol almalı ve zihinleri evrimleştirmeliyiz!
Doğamızda olmayan bir şeyi var edemeyiz, gelin seks arayalım, fuck buddy olalım, arkadaş olalım, gezelim, eğlenelim...
Ben çağrımı buradan yaparım, beğenen alır gider, beğenmeyenlere ise sevgiler.
İhtiyaçları olacak zira.
5 notes · View notes