Tumgik
festirpusiket · 9 years
Photo
Tumblr media
Sex Pistols: No Feelings
0 notes
festirpusiket · 9 years
Audio
(murat-mrt-seckin)
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
Bilet Muhabbetleri Ya Da Suçum Neydi Tanrım? 002
(Kasım 2015)
Ben: ...pardon, yukarıda konser var, giriş ücretli.
Er Kişi: İsmimiz var (der ve yukarı çıkmaya devam eder)
Ben: Peki isminiz neydi?
Er Kişi: (Anlaşılmaz bir isim söyler ve yanındaki dört kişi ile merdivenleri tırmanmaya devam eder.)
Ben: Pardon, adınız yok listede. 
Er Kişi: Vay O.Ç.’ler nasıl yazmazlar. Arkadaşım onlar arayayım.
Bir hanım: Kaç lira acaba biletler?
Ben: 15 TL.
Er kişi: Yuh, sanki beatles izleyeceğiz...
der ve benim maaşıma denk geldiğini tahmin ettiğim ayakkabıları ve durumu idrak edememiş arkadaşları ile uzaklaşır gider...  
0 notes
festirpusiket · 9 years
Link
0 notes
festirpusiket · 9 years
Link
0 notes
festirpusiket · 9 years
Link
1 note · View note
festirpusiket · 9 years
Photo
Tumblr media
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
Başganlı Ülkelerin Çözülen Sorunları
Devlet koca bir güvenlik zaafını daha başarısız bir operasyon ile örtmeye çalıştı. Sonuç üç ölü ve cenazede akreditasyona gidip, gelen gideni yuhalayacak kadar büyük bir şuursuzluk. Daha kötüsü onlarca soru işareti ve şüpheden başka bir şey kalmadı.
Tam bu sırada başgan "nükleer" dedi, arkasından meclis "he valla, olur" diye kafa salladı.
AKP kartal ilçe binası bir kişi tarafından basıldı. Kimlerden, neden olduğu belli olmamışken ve daha hiç açıklama yapılamazken başgan olayın sorumlularını buldu "Hani bunlar silah bırakıyordu?" diye geniş bir cümle kurdu. Arkasından da "bunlar barış sürecini baltalamaya çalışıyor" dedi. İşin ilginç yanı eylemci -ki hemen o da terörist ilan edildi- kılıçlı türk bayrağı astı, şöyle bir bakınca da hiç kürt gibi durmuyordu. Önemli değil, başganlık manipülasyonu gerektirir.
Memlekette elektrikler kesildi. Devlet "valla biz de anlamadık dedi".  Bazıları paralelin işi dedi, bazılarıysa tam tersini. Elektrik kesintisinden yaşanan kayıplar için ise en "şuurlu" öneriyi İTO başkanı yaptı: "İşçi fazla mesai yapsın, memleket zararını kapatsın..." ... sonuçta o da başgan...
Ankara'yı robotlar bastı. Tüm dünyayı Ankara'ya çekecek ve turizm patlaması yaşatacak bu hareket tabi ki başka bir başgan olan Melih bey'den geldi. Sosyal medya her zamanki gibi espriler, komiklikler ile coştu. Kimse sinirlenmediğine göre sanırım o robotları demir ustaları gönüllü yaptı ya da belediye atölyelerinde toplama malzemeler ile geri dönüşüme katkıda bulundu.
Çok başarılı adliye operasyonunun güzelliği ve profesyonelliğindeki sır: Haber yasağı. Sonuçta baş başganın altındaki başbaşgan da bir başgan... ne derse o...
Arınç atar yaptı yine... O başgan değil ama sorun yok...
İstanbul üniversitesinde gözaltına alınan gençler (genç terörik diyebiliriz) emniyet müdürlüğünde yerlere yatırılmışlar, "Ölürüm Türkiyem" dinletmişler. Bence genç terörikler abartıyor. Ayrıca ne diye şikayet ediyorsunuz ki? Sonuçta zaten ölmüyor mu Türkiyen?
Sığınma evini kirası yüksek diye kapatan Mamak Belediyesi'ne durumu şikayet etmek için giden kadınlar Belediye Meclisinde azar işitti. "Misafirsiniz, oturun oturduğunuz yerde" diye atarlanan kişi tabii ki bir başgan. Başgan dediyse haklıdır. Her şeyin bir zamanı var kadın...
Çok başarılı adliye operasyonunu sonrası kimi iğnelesek diye düşünürken başgan parmağı ile "aha avukatlar" dedi. Avukatlar aramadan geçti, polis ve güvenlik elemanları kıs kıs güldü. Zaten bu avukatlarda pek artist, iyi oldu. Çok yaşa başgan, egonun düşmanı, gariban dostu...
Konserleri için yer bulamayan Grup Yorum, teröriklerin arandığı operasyonda grup üyeleri ve merkez çalışanlarından göz altına alınanlar oldu. Tıpkı başganın dediği gibi "hani barış diyordunuz". Okmeydanı'nda oturup masum olamazsın bebeğim...
Başgan’ın zamanında “cd’leri dinledim, şok oldum” dediği, başganı seven sayan yayınların “darbe, darbeeee” diye bağırdıkları Balyoz davasında herkes tahliye edildi. Sonuçta onun da tutuklanmalara gönlü razı değildi ama di mi?
Bazı kadınlar ölmeye devam etti. Ölmeyenleri sağlam kötek bekledi...
Tüm bunlar iki üç gün içinde oldu.
Öptüm...
Murat Mrt Seçkin
Nisan 2015
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
Merhaba, benim adım TECE
Merhaba, benim adım Tece. Yıllardır işlem merkezlerimi idare eden kişiler tarafından yaşam felsefem, dostluklarım,düşüncelerim değiştirilir. Bu değişiklik bir ustanın tarifini geliştirmesinden çok aileden birinin “ben tuzlu yemiyorsam kimse yemeyecek” diyerek herkesi istediği kıvama getirip kendi rahatını garantiye alması gibidir. Adalet, hak, hukuk,eşitlik, fikir ve fikri yayma özgürlüğü, ekmeğimi paylaştığım halkın ve a’dan z’ye tüm emekçisinin hakkı olan maddiyatırımlarımın değerlendirilmesi bu değişikliklerde en çok etkilenen organlarımdır. Sonuçta sürekli ciğer verdiğiniz birkediyi birden açık-sahte kuru mamaya döndürürseniz ister istemez bedeni etkilenir. Hani günlük hayat ile ilgili sıkıntılara çok daldıysanız sizin ve benim adıma konuşma hakkı verdiğiniz ya da vermek istemeseniz de çoğunlukla gelip o hakkı elinde bulunduranların benim için hazırladıkları yenilikleri kaçırmış olabilirsiniz.
Ülkeniz olarak hatırlatayım dedim...
Mesela benim evin güzel odalarını kapan, şehri temsil etmesi gerekirken tıpkı üstleri ve altları gibi “temsil” kavramınıistediğine işaret parmağı sallama yetkisi olarak gören Vali abi ve ablalarımızın aynı zamanda hakim ve savcı olabileceğini de öğrenmiş olduk.
Halkın huzurunu korumak için 1829 yılından beri çalışan, çalıştığını iddia eden ama halkın huzurunu, iktidarın huzuru sanan, bir dönem üç hilalli anahtarlıkları dostlarımızın yüzüne sallayan, sonra birden vaz geçip hakim güce odaklanan, klinik kişilik problemleri ile dolu çalışanları olan bir birimime, egosunu daha da yükseltecek hediyeler verdiler. Sokakta yürürken istediğini çevirip, üstünü başını arayabilecek, seni “makul şüpheli” olarak kenara çekebilecek, bir süre içeridetutabilecek. E tabii ki bunu yapmayı seçtiği kişileri şeker veya elma ikram etmek için çağırmayacak. Kendi güvensizlikve tehlike anlayışlarına göre silah kullanma kararlarının kapsamı genişleyecek. Mesela bir yürüyüşte atılan havai fişeknedeni ile siz atmadığınız halde sağınızdan solunuzdan, olmadık yerinizden vurulabilir, hatta ölebilirsiniz. Yine de buhalkın ve memleketin huzuru için çöpe atılmış bir beden olarak görünmenizi engellemeyecek, geride kalanlar ne yaparsa yapsın güvenlik güçleri görevini yapmış olacak. Zaten geride kalanlar sizin ölü veya felçli bedeninizi savunmaya çalışıyorlarsa onlar da az buçuk fiziki bir zarar görecektir bu süreçte -ki zaten bu yeni bir şey değil.
Tüm bunlardan kurtulsanız bile eviniz, telefonunuz daha da rahat bir şekilde dinlenebilir. Eviniz, işyeriniz birden bire bir karakola dönüştürülebilir böylece her türlü sorgu ve ifade alma yöntemi kayıt kuydatın olmadığı, itiraz etseniz hiç bir şahit bulamayacağınız bu alanlarda uygulanabilir. Eğer kayıt falan imkanınız var ise çok sevinmeyin çünkü devletinşu an elinde bunların doğruluğunu ispatlayacak personeli yok zaten.
Bir yürüyüşte iyi niyetli veya kötü niyetli (ne demekse) yüzünüzü saklamayın. Yüzünüz ne kadarını kapattığınız da önemli değil zaten. Mesela yürüyüştesiniz ve hava soğuk, çenenize kadar kapattınız atkı ile şahsen ben güvenlikgörevlisi olarak her şekilde kıllanırım. Hele ki kırmızı ise taktığınız şey, çok fena...
E tabii ki kurunun yanında yaş da yanar. Sevgi dolu güvenlik hizmetlileri de bazı durumlara istedikleri gibi müdahale edemeyecekler. Karşıt fikirlerin beynine düşman olarak yazılmasına izin vermiş dostlarının “dur,sakin ol” diye önüne geçenler, yaptığı işin gerçek anlamı gereği haksızlık etmeyi görev bilmişleri tespit edip, afişe etmek isteyenler de tek bir sözle yıllarını, kariyerlerini ve düzenlerini kaybedecekler. Zaten mobbing’in en hasının yaşandığı bu birimde, mobbing kelimesi işin en önemli gereklerinden biri olacak.  Artık bir iletişim, ulaşım ve bilgi edinim aracı olarak hayatımızda zorunluluk haline gelmiş internet kullanımımız devleti yönetenler tarafından kontrol altına alınıyor. Artık internet dediğimiz şeyi moderatörünün bürokrası ve otorite olduğukocaman bir site olarak görebilirsiniz. Onlar ne yüklerse sen de onu okur, izler ve dinlersin. İsterlerse kapatırlar, açıklama bile yapmak zorunda değiller. Genel ahlaki-insani çirkinlikler taşıyan içerikler dışında beğenmedikleri ve intenette dolaşan her sayısal girişe uyarmadan müdahale edebilirler.
“Tü kaka” bilgiyi illa sizin yazmanız ya da yaratmanız gerekmiyor. Haklı gördüğünüz bir iletiyi paylaşmak sizi suç ortağı yapacak. Adınızın kötülenmesi ve hayatınızın karartılması için bir adet sanal tuş yeterli.
He bir de iyi haber, devletin reisi “örtülü ödenek” isimli kasamı rahatça kullanıp, harcama yapabilecek. E devletin başı sana veya bana mı soracak...
Öptüm...
N O T: Tamamen kişisel görüş ve tahminlerimden oluşmuştur. Aylardır konu ile ilgilenmemeyi seçen, sadece başına geldiğinde oturup isyan edecek dostlarıma bir uyarı, hatırlatma olarak yazılmıştır. Anlayan, kavrayan ve bilgisiola arkadaşlar hatalı olduğum yerleri düzeltmekten ya da uyarmaktan çekinmesinler lütfen. Böyle böyle öğreniriz belki.
Mart 2015
Murat Mrt Seçkin
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
GÜZEL GÜNLER SİZİ BEKLER, BEKLER, BEKLER...
Karşılıklı saygı kavramı zamanla tüketim alışkanlıklarımıza göre değişiyor. Bunu anladım. En insanı ve doğal özelliklerimizden biri olan ya da olması gereken “anlayış gösterme”de doğal olarak mutasyon geçiriyor. Dinlediğimiz müzikler, okuduğumuz kitaplar, tercih ettiğimiz filmler ve son bir kaç senedir yaptıklarımızın hesabını sorgulayacak kadar hayatımıza girmiş olan sanal paylaşımlarımız  sayesinde yeni bir iskelet oluşturduk kendimize.
Gezi sürecinde kazandığımız en büyük şeylerden biri anlayış ve kırılan önyargılar oldu. Zamanla popülist yakınlaşmalar sayesinde o anlayış ve şuurun nasıl sekteye uğradığını hatta bazı gündemler ile nasıl da parçalara bölündüğünü de gördük. Gördük ama her fırsatta bu parçalanma ve kendini kaybetme, poster ve slogandan ileriye gitmeme durumunda genellikle iğneyi de, çuvaldızı da kendimize batırmak yerine hep başka bir hedef seçtik. Tıpkı bu süreç içerisinde rahatsızlığımızı dile getirdiğimiz siyaset anlayışı, insanı yaklaşımlar ve toplumca kabul ettiğimiz önyargı dolu dertlerimizi  “AKP adı altında hüküm süren rejimden rahatsızlık” cümlesine indirgediğimiz gibi. Binayı ayakta tutmak için sadece duvarlara bakım yapan ama çatlak kolon ve kirişleri alçıpanlar ile saklayan müteahhitler gibi davrandık, halen de davranabiliyoruz.
Bazılarınız için yukarıdakiler ile bağlantısı olmayacağını düşüneceğiniz bir konuya bağlayacağım. Bazılarınız da “klişe olarak Gezi’yi kullanmak” isimli el kitabına uyduğumu düşünebilir. Olsun, sanırım zaten bu yazdıklarım ve üzüntüm o insanlar ile ilgili.  
Anlayış, tüketim derken konuyu müziğe, canlı müziğe getireceğim. Çoğunuz biliyorsunuz kargART’ta Canlıkarga ismi altında Tayfun Polat’ın rehberliği, Rammy Roo ve benim ortak salon çalışmam ile konserler düzenliyoruz. Tayfun’un güzel aklından çıkan bu fikirler sayesinde hem alternatif bir sahnenin oluşumuna tanık olduk hem de dinlemek istediğimiz bir çok grubu evimizdeymişcesine izledik. Yeni veya eski fark etmez bu salona gelen her yaratıcı akla evindeymiş gibi hareket edebilmesi için imkan yaratmaya çalışıyoruz. Doğrudur, her şeyimiz tam değil, eksiklerimiz illaki var. Bu güzel sesler çıkmaya devam ettiği sürece zaten eksikler de bitmesin ki biz de uğraşıp tamamlamak zorunda kalalım.
Her neyse, bu canlıkarga konserlerinde özellikle son iki etkinliğimizde gözlemlediğim iki şey işte tüm bu yukarda bahsettiğim anlayış ve şuur ile ilgili.
Peygamber Vitesi “Ulu” albümü tanıtım konserinde ve Can Kazaz+Nejat Dimili performansında çok güzel sesler ile geceyi geçireceğimiz için heyecanlıydık. Ne yazık ki her fırsatta eşitçilik, anlayış ve paylaşım ile ilgili muhabbetlere daldığımız çoğu sanatçı dostalarımız da dahil müziği dinlemek yerine sahneye şöyle bir göz atıp muhabbet etmeyi, kıkırdamayı, şakalaşmayı, arkadaşına telefonundan kulaklıksız  video izletmeyi, daha ilk şarkının onuncu saniyesinde sigaraya çıkmayı tercih ettiler. Bunu yapan arkadaşların da konser sonrası merdivenden inerken “çok sıkıcı konserdi”, “sıkılmadılar mı reverb’den” ya da “davulları duymadım hiç” (Can Kazaz konseri çıkışı bunu duydum, performansta davul olmadığını belirtmek isterim) gibi  yorumlar yapması beni çizgi filmlerde şaşkınlıktan çenesi yere düşen karakterlere döndürdü. Performansı seversin veya sevmezsin ama ortada emek veren bir takım insanlar çoğu zaman karşılık bile beklemeden yaptıkları müziği paylaşarak bizlere dertlerini anlatıyorlar. Bizler ise onlar konuşurken birden hiç yokmuş gibi davranıp başka şeyler ile ilgileniyoruz. İnsani yanlarımızın körelerek işe yaramaz hale gelmesi sanırım böyle bir şey.
Ancak bu anlayışsızlığın daha kötü bir sonucu var ki o da bizlerin canını çok yakıyor. Bizlerden konseri dinleyememesinden dolayı çektiği rahatsızlık yüzünden polislik yapmamızı istemek zorunda olan misafirlerimiz. Hiç hoşlanmadığımız şeylerden biri yanınıza gelip sizi sigara içtiğiniz ya da bağıra bağıra konuştuğunuz için uyarmak. Bunu yapmak zorunda kalmak, salonun sağında solunda jandarma gibi göz atarak gezinmek ne yapmak istediğimiz işe ne de kişiliklerimize uygun değil.
Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı en azından tanışık dostlarımızdan rica ediyoruz. Sahnedeki insanlar ve “dinleyiciler”e 1,5-2 saat anlayış göstermek ve sakin kalmak çok da zor bir şey değil. Hem siz neden müziği dinlemiyorsunuz, bu güzel yemeği kaçırıyorsunuz? Yok karnınız sese tok ise o zaman yaptığınız şey “parasıyla değil mi?” tavrından ileriye gider mi? Üstelik konunun para ile ilgisi olmamasına rağmen.
Bizi makyajsız bir araya getiren en güzel şeylerden biri olan sesi, müziği elinizin tersiyle itmeyin. Sese ve müziğe verilen emeği “geçici bir heves” ya da içkiye meze gibi görmeyin. Vakti gelince ruhunuzda kaybettiğiniz her şey gözünüzün önüne gelecek belki de.
Bu notu tek seferde düzeltmeden ve aklımdan geçtiği gibi yazıyorum. Yazım hatalarım veya anlamda kopuklular için kusura bakmayın. Bu yazıdaki düşünceler kişisel fikirlerimdir.
Sevgiler...
Kasım 2014
Murat Mrt Seçkin
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
Bant 100 Dedi ...
Sıkıcı olan ne yok ki, yaşam-ölüm çizgisinin kendisi zaten bir rutinin ana dişlileri değil mi? Sıkılabileceğin bir şey sabrettiğin zaman tutunabileceğin bir dala da dönüşebiliyor. Hem birileri seviyor, izliyor ve düşünüyorsa elbet bir sebebi vardır değil mi?
Anıl ışıkları kapattı. Salonu makinenin ani çalışma sesi kapladı. Sıcak portakal çayı ile o da salonda bir yerlere geçti…
Sanırım kısacık ömürlü Forward çıkacağı zaman yanlış hatırlamıyorsam Aylin benden bir seksenler playlisti rica etmişti dergiye koymak için. Benim de Bant maceram burada başladı. Önce kendim sonrasında ise iki farklı seri ile ağabeyim Anıl ile beraber uzunca süre Bant’a katkıda bulunduk. Bizler tabii ki dışarıdan destek olan gönüllü yazarlardık ve mutfaktaki üç beş kişinin çektiği ızdıraptan habersiz “ehehe bak yazım çıkmış” diye mutlu oluyorduk.
Bant çekirdek tayfasının bu diyarlardaki yayıncılık anlayışına getirdiği yenilikleri, projeleri ve kollektifliği göz ardı etmek sadece kendini beğenmişlik olur.  Şu anda tam da sevdikleri şeyi, yapmak istedikleri için yaptıkları şeyleri yaparak Bant Mag.’i ya da Mekan’ı organik bir hale getirmeyi başardılar. Atıl ve çevirilerle dolu bir dergi olmak yerine kendileri röportaj yapıp, çektiler ve yine kendi arşivlerini yarattılar. Sonuçta Bant hiçbir zaman fanzin olarak değil dergi olarak yola çıkmıştı. Kendileri de dergicilik ile ilgili takıntılarını, düzenledikleri sıkı seminer ve atölyeler ile gösterdiler.
Yukarıda Bant dergisine yazdığımız son yazıdan küçük bir parça var. Yeni bir döneme girdiklerinde biz de aradan çekilip okuyucu olarak desteğimizi sunmaya karar verdik. Kendimizi tekrarlayıp bu güzel yapıyı bozmaktansa, ona bu şekilde katkıda bulunmayı uygun gördük.
100. sayısında Bant’ın da onu yaratanlar için önce bir mutluluk, sonra sıkıntı ve biraz sabır ile yeniden keyife dönüştüğüne şahit oldum. Mecrası neresi olursa olsun 1000. sayıda da aynı keyfi koruyacaklarından eminiz.
Teşekkürler Bant.
Murat Mrt Seçkin
http://www.bantmag.com/
http://www.bantmag.com/magazine/issue/view/34
https://www.facebook.com/bantmagazine
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
Bilet Muhabbetleri Ya Da Suçum Neydi Tanrım? 001
Evet artık bilet kesme işinin başında durmuyor olabilirim (yeni arkadaşımızın ismi Onur bu arada) ama artık tam merdivenin köşesinde takipteyim.
Konser: "Kod Müzik Sunar: Japon Yeni Müzik Festivali"
Yer: kargART
Tarih: 27.10.2013
1. Kadın: Pardon biz bilet iade edebilir miyiz?
   Ben: Niçin?
   Kadın: Biz geleneksel Japon müziği çalacaklar sanıyorduk ama bunlar rock yapıyor.
   Ben: Tanıtımında yazıyordu, hem adı "Yeni Müzik"
   Kadın: Olsun
   Ben: Tamam
2. Adam: Film gösterimi ne zaman?
   Ben: Hangi film gösterimi?
   Adam: (Afişi göstererek) Japon filmleri toplu gösterimi.
   Ben: O konser ama.
   Adam: Afişe yazmazsanız nereden bileyim?
3. Kadın: Murat yok mu?
   Onur: Yukarıda (İki metre yanındayım bu arada ama garibim yoğunluktan            göremiyor)
   Kadın: Murat davetli yazacaktı. (Neredeyse suratıma bakarak söylüyor ama        kendisini tanımıyorum, belli ki o da beni tanımıyor.)
   Onur: Bu geceki konserde davetli yok. (Bu arada bilet kesmeye devam ediyor)
   Kadın: Çok saçma (diyerek gidiyor)
4. Bir de dün akşam Japon deneyselini ve yeraltı müziğini çok sevdiği için konser boyunca konuşan, salonda watashi wa, konnichiwa espirileri yapan,   gördüğü her Japonu “ancinsan” diye karşılayan ve hepsini anime karakteri sanan, adamlar şarkı söylerken kıkırkıkır gülen arkadaşlara selam olsun.
5. Adam: İki bilet alacağız.
   Ben: Biletler bitti arkadaşlar.
   Adam: Ama biz taa İzmit'ten geldik.
   Ben: Üzgünüm, konser başladı zaten.
   Adam: Ama yapmayın...
   Ben: (Vicadım sızlar...) İçerisi kalabalık, daha fazla insan alamam ama madem    uzaktan geldiniz biriniz yukarı çıkıp baksın.
   Adam: Tamam (diyerek ikisi birden içeri dalıyo.)
   1 dakika sonra...
   Adam: Teşekkürler, müzik bizi pek sarmadı...diyerek uzaklaşıyor.
6. Adam: Bilet alacaktık.
   Ben: Ne yazık ki bilet satışı bitti.
   Adam: Ama koçanda bilet var.
   Ben: Yani?
   Kısa sessiz bir bakışma sonrası adama sessizce gider...
1 note · View note
festirpusiket · 9 years
Text
Asabiye Teorisi 34
Bizler ne yaparsak yapalım, herhangi bir örgüt, bayrak, flama altında toplanmayıp bireysel şekilde hareket etsek bile muhafazakar ve biat bağımlısı seçmen yaptığımız her hareketi ya "CEHEPE" olarak ya da "dört bir yanı denizler ile çevrili memleketimin, jepolitik açıdan kötülüğünü düşüne düşüne yorulmayan" dış mihrakların askerleriyiz.
Yaşadığımız/yaşadığınız her şeyi, doğruluğu kesin olan tüm haberleri, videoları kaydedin. Tabii ki birbirimizle konuşup tartışacağız ama bıkıp usanmadan karşıt fikirli tanıdıklarınıza da gösterin. Tüm istismar materyallerini rahatlıkla kullanarak insanların araştırma, öğrenme, bilgiye ulaşma şansını kendi istekleri ile yok eden bu sistemin taraftarlarında minicik bir şüphe bile uyandırabilmek algıların açılması için bir başlangıç olur.
Diğer türlü bizler ve onlar diye ayırdıkları bu memlekette önce doksanlardaki gibi köşebaşındaki abiler tarafından tehtid edilip tacize uğrayacağız, sonra daha da öncesi gibi bilenmemiş bıçaklar, ruhsatlı silahlar ve koca koca sopalar ile  yola getirilmeye çalışacaklar -ki şimdiden o yola girenler var.
Bizler üstümüze düşeni yapalım. Gittikçe manasını yitiren empati kelimesi değil bahsettiğim. Bilime inanan, vicdanı olan bireyler olarak ne olursa olsun mantığı elden bırakmamalıyız.
Yine de kullandıkları şiddeti devlet güvenliği diye sunan ve güvenlik güçlerinin savunma hakkı olarak öne süren, bırak polisi, jandarmayı, askeri kendi özel güvenlikleri, bakanları, müşavirleri ve taraftarları bile en küçük hareketi "düşman"la savaşta her şey mübahtır olarak gören kitleye bir sözüm var. Sabır bizim içimizde ne kadar zorlasanız da onu kıramazsınız ama unutmayın sokaklarda gördüğünüz ve hakkını hem de sadece kendinin değil koskoca bir halkın savunan bu çocuklar onları tokatlayan öğretmenlerine karşı boyunlarını eğmediler. Okulu terk etmediler ama o öğretmeni de affetmediler.
Hepiniz bizi CEHEPE sanıyorsunuz. Ne yazık ki bizler devletin bütçesi (benim cebim) ile karnını doyuran, işine gelince halk, işine gelince tüccar olan ve meclisin çatısı altında mutlu mesut yaşayan hiçbir şirketin üyesi değiliz. Ve evet bizler siyasiyiz, ülkede akan suyun, dövülen kadının, kesilen ağacın, kapatılan parkın, kaybolan çocuğun, atılan roketlerin, yitip giden canların hesabını da o şekilde sorarız. Çünkü bunların hepsinin sorumlusu da siyasiler. Hangi partiden olursa olsun.
NOT : Bugün tanımadığım iki kişi ile yaptığım bir sohbet sonrası bunları yazmak istedim. Biraz kopukluk olabilir kusura bakmayın. Kızgın değil, üzgünüm çünkü konuştuğum kişilerin tavrı "eğer müslüman ve türk değilsen zaten ne işin var burada" idi. Bana (ve doğal olarak tanıdığım herkese) açıkça "düşman" diyen bu bilinç her yerde ve ne yazık ki gittikçe büyüyor. Yazık, çok yazık. Tüm Taksimi'de doldursak ne olursa olsun yine de azınlığız. Tabii ki bu başaramayacağımız anlamına gelmiyor.
Mayıs 2014
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
Asabiye Teorisi 33
Devletin halkına uyguladığı şiddet sadece Gezi süreci ile çıkmadı. Devlet şiddeti sadece polisi ile değilaskeri, memuru, zabıtası hatta yöneticisi ile her zaman uyguladı, uygulamaya da devam ediyor.En son İçişleri Bakanlığı müfettiş raporunda da gördüğümüz gibi, gezi parkı olayları ile başlayan bu yeni dönem de de devlet, uyguladığı tüm şiddeti, tıpkı hızlı tren kazasının tüm suçunu iki makiniste yüklediği gibi basitleştirerek, değersizleştiriyor. Şiddet sadece taş, sopa, kapsül ve dayak ile değil, küfür, aşağılama,ötekileştirme, aşağılama ile geliyor. Sen ben diye kamplaştırarak toplumu bölmek de şiddetin tuzu şekeridir.
Bizlerin üstüne düşen, seçim sonrası herkese üşüşen (kusura bakmayın ama) nedensiz umutsuzluktan sıyrılıp,yaşadıklarımız birebir anlatıp, geçmişte yaşananları da doğru kaynaklardan aktarıp belleğimizi hep açık tutmak vebaşkalarınınkinin de açık kalmasını sağlamak. Sosyal medyada doğru kaynaklardan aldığınız şiddet haberlerini paylaşın,çevrenizdekilere anlatın. Size halihazırda zaten şiddet uygulamış ve uygulamaya devam eden bir sisteminmanipülatif ve otoriteyi temize çıkartmak adına yaptığı araştırma ve raporları yalan diye okumamazlık etmeyin. Doğru veya yanlış tüm bilgileri sonuna kadar okuyun, araştırın, anlamaya çalışın.
Çevrenizde olan bitene duyarsız kalmayın. Yıllardır şiddetin en çok içinde kalan LGBT kardeşlerinizin veya sadece OHAL kabusu ile onlarca filme malzeme çıkartabilecek Kürt dostlarımızın deneyimlerine kulak verin.
Sadece “tamam şimdi mola verdik bakalım 1 Mayıs’ta neler olacak” diyerek kendinizi kızağa çekip beklemeyin. Habire sokağa çıkın demiyorum, o başka ama gün içerisinde bir kaç dakikanızı bu amaç için daha verimli hale getirebilirsiniz.
Unutmayın, sizler-bizler en temel demokratik haklarımız için sokakta buluştuk. En doğal hakkınıza tecavüz edilip yolun kenarına atıldı. Bazılarınız yaralandı, bazıları ne yazık ki öldü. Umursanmadı, dalga geçildi, siyasi malzeme olarak kullanıldı. Arkasından da hakkınızı ararken tıpkı bu ülkedeki gerçek tecavüz davalarında olduğu gibi “ama kendi de istemiş, alkollüymüş zaten, hem o kıvırtarak gelmiş” gibi terimler ile otorite kendini haklı çıkartmaya çalıştı ve devam ediyor.
Unutturmayın, kendi kendimize konuşup masturbasyon yapıyoruz da demeyin, eninde sonunda o konuşmaya üçüncü şahıslar girecektir. Devletin ve ona bağımlı medyanın pompaladığı kişiliksizleştirme ateşinin sizi umutsuzlaştırıp tembelleştirmesine izin vermeyin. Şiddetin onaylanmasına karşı nerede olursa olsun müsade etmeyin. Kesin bilgilerle ulaştığınız her haberi afişe edin, dağıtın, yayın.
Hem askerden hem de polisten şiddet görmüş birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki susmak onlar için kabullenmek ile aynı şeydir. Sakinleşmezler daha çok azarlar....
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
L'ADDITION DE TON EGO
Çalışan herkesin hayatı aslında başka birilerine hizmet etmek ile geçiyor sanki. Bir personel olarak yaptığınız şey işvereniniz için kendinize dair bir şeyler yaratmak değil, onun ihtiyacı olanları, kendi kişisel sistemleri çerçevesinde (işyeri kuralları) sağlamak, düzenlemek  ve sonuçlandırmaktan başka bir şey değil. Bu bir eleştiri veya şikayet mi? Tabii ki hayır. Bazılarımız isteyerek, büyük kısmımız şartlardan dolayı bu tercihte bulunmak durumunda zaten. Kısacası her ne kadar hizmet sektörü teknik tanım olarak öyle olmasa da bir şekilde her çalışan hizmetçidir. Hizmet ederken aramızdaki tek fark işverenlerimizin insanlık seviyesi. Zaten vicdanı ve insaniyeti üst seviyelerde gezen bir patronunuz varsa yaptığınız işlerde de sizin bir parçanız olması kimseyi rahatsız etmeyecektir. İşin ilginç yanı aslında patron diye tabir ettiğimiz işverenlerimizde yeterli (veya ihtiyaç fazlası) parayı kazanabilmek için farklı yollardan birilerine kendini kabullendirmek durumunda. Böylece sonsuz bir sarmalda ilerleyen hizmet anlayışı içinde hayatlarımızı sürdürmeye devam ederiz.
Haftanın altı günü bu çemberin içinde daralırken haftasonu geldiğinde birçoğumuzu hoş bir neşe sarar. Aslında neredeyse bir virüs gibi üstümüze başımıza bulaşır. Çoğu zaman ne iyi olur da kaparız sosyalleşme hastalığını. Acaba hafta sonu ne yapmalıyız,  nerelere gidip nasıl dağıtmalıyız? Hiç durmadan büyüyen ve neredeyse bedensiz android versiyonumuz gibi yaşamını sürdüren sosyal medya hesaplarımızda planlar programlar yapılır, etkinlikler, resimler, haritalar paylaşılır. Tüm bir haftanın mekanik zombiliğini alacak umudu ile hazırlıklar başlar.  Mekanlara akılır...
Önemli bir gerçek var ki o da eğlence ve keyif mekanlarının varlığı. İnsan düşünmeden edemiyor “evimde veya sokakta” takılsam daha ucuza eğlenebilirim diye. Yine de öyle olmuyor. O kadar ki sokakta takılanlar bile kendine merkez noktası olarak mekanların olduğu alanları seçiyor. Tıpkı avatarınıza koyduğunuz resimlerle vurgulamak istediğiniz “bak ben buyum, haberin olsun” tavrı mekan seçimlerinde de var. Düzenli olarak tercih ettiğiniz, çok gitmesenizde takip ettiğiniz, hiç gitmeseniz bile sohbetlerde yabancı kalmamak için “süper yer yaa” deyimini (!) kullandığınız  ortamlar var. Bazı mekanlar sizi müdavimliğe teşvik eder.  Bir anda oraya biyolojik olarak bağlanır ve o meşhur ikinci evim sözünü gönül rahatlığı ile kullanmaya başlarsınız. Bazıları ise size net olarak şunu söyler “parana göre hizmet, ne kadar hesap o kadar ilgi”. Genelde kapısında sıra olan, içerisini görme şansınız olmadığı, giriş için güvenliğinden komisine bağlantı ayarlandığı yerlerdir bunlar. Katı, beton eskiden neon, şimdi bolca ledli ve çoğu zaman ruhsuz.
Mekanlara gelen insanlar için iki çeşit haz var. Bir grup “haftasonumu iyi geçirdim ve çalışmadığım günümde de kafamı boşalttım” hazzına yönelik takılır. Kendi halinde, küçüklü büyüklü güzel insanlardır bunlar. Gelirler, yerler, içerler, çalışanlara gülümser, şikayetlerini dile getirmeden önce “çok pardon” veya “bence” ile cümlelerini kurarlar. Onlar sevgi gösterdikleri ve samimi oldukları için mekan çalışanları da onları sever, gözlerini üzerinden ayırmaz, bir dediğini iki etmez.
Ancak hazzın karanlık sularında boğulmaktan kendini alamayan bir grup daha vardır. Daha oraya doğru gelirken bile kafalarında şu yazılıdır ve durmadan dönmektedir : “Parası ile değil mi kardeşim?”.Tüm çalışma günlerini birilerinin sermayesine hizmet etmek için geçiren  bu güruh hiç farkında olmadan kin ve nefret ile dolmuştur. Bunun farkına vardıklarında bile “benden küçük olansa değersizdir, o zaman boşver gitsin” diye düşünerek o keyiften vazgeçemezler. Film dilinde bu gibi kişilere “pislik insan” dense de mekan çalışanları asla böyle terbiyesiz terimler kullanmazlar. Daha kapıdan girerken (üstüne başına birşeyler geçirmek yerine ayna karşısında egosunu şişirmekle uğraştığından olsa gerek) ona bakışların dönmesini ve el pençe divan durumuna gelinmesini ister. Sıcak bir hoşgeldiniz asla yeterli değildir. Onu masasına kadar oturtup her istediği anda yanıbaşında olmanız lazım. Mekanlardaki çalışanların insan olma şansı olamaz. Onlar için bu personel gerçek anlamda hizmetçidir. Bir kere kesin üniversite okumamıştır ve yapabileceği başka iş olmadığı için en kolayı olan tepsi taşımayı kendine meslek olarak seçmiştir. O nedenle bu kişilere hizmet etmek aslında personel için çok büyük lütuftur. Hizmet derken neredeyse köleliğe varan bir tanımdan bahsediyoruz. Hep gülmelidir, yorum yapmamalı veya karşı çıkmamalıdır. Çünkü o insan senin altı level üstündür. En önemlisi de onun sayesinde para kazanıyorsundur. Böyle sürer gider işte.
Oysa ki senin bir nevi oral sekse dönüştürdüğün hizmet hazzını sana yaşatan tüm bu insanlar etli, kemikli bir bedene ve (on yedi sene de gördüğüm kadarı ile) çok büyük çoğunluğu da  oldukça güzel bir ruha sahip. Sen tavırlarınla kendi egonu yüceltirken, bir yandan da onların sana küfür etmesini, terslik yapmasını istiyorsun. Çünkü aşama aşama aldığın zevk gittikçe yetersiz kalıyor ve işi yaygara çıkartmaya kadar götürecek tüm kapıları açmaya çalışıyorsun. Kaçırdığın şey ise tüm o personelin senden nefret etmemesi. Davranışlarının değişmeyeceğini anladıkları anda kafalarında tertemiz bir ışık yanar : “Ben böyle bir insan olmayacağım.”
Buyrun hesabınız ...
N O T : Tabii ki bunun tam tersi personeller de var. Biz mekan çalışanlarının bile tavırlarını gördüğünüzde “yuh” dediğimiz zamanlar olabiliyor.
Murat Mrt Seçkin
Aralık 2013
L'ADDITION DE TON EGO : (Senin) egonun adisyonu
1 note · View note
festirpusiket · 9 years
Text
Asabiye Teorisi 32
Facebook'ta yorum yazma işi bazen çok tuhaf geliyor bana. O yüzden yazdıklarımı okuyunca "e ne gerek var şimdi, kimi ilgilendirir ki bu?" diye düşünüyor ve sanki bir şeyleri dikte ediyormuşum gibi hissedip rahatsız oluyorum. Ancak benim gibi işi ile tamamen ters bir sosyal davranışa sahip (topluluk içinde kolay kolay konuşamam ve kalabalıktan panik atağa gidecek kadar hoşlanmam) insanlar için "e benim düşündüğümde bu, herkese tek tek anlatmayayım" gibi bir faydası da var. Seçimler ile ilgili bir şey yazmayacaktım ama dayanamadım işte.
Sonucu baştan belli bir seçim insanları bu kadar umutsuz hale getiriyorsa -ki bence getirmemeli- balkon konuşmasında açıkça söylenen "Zaten Suriye ile savaştayız" ve "Tüm vatan hainleri hesap verecek" cümlelerini nasıl duymazdan geliyoruz? Bence seçimin sonucundan çok bu iki cümle bizleri tedirgin etmeli, bu iki cümleye tepki göstermeliyiz. Hızlı bir cadı avı başlayacak ve adaletsizlikler, kanunsuzluklar çığ gibi büyüyecek. Hükümet yüzdelerini az çok tahmin edebildiği bu seçimleri kendi erkini seçmeni önünde legalleştirmek için kullandı. Bunu gayet iyi bir şekilde başardı. Sonuçta Bakan Çelik'in dediği gibi  doğru yere evet basanlar (yani %44) şapka çıkarılacak bir halk, diğer %56 gitsin müştemilatta kalsın...
Daha yapacak çok iş var, ölü canlardan, diri diri kesilmiş ağaçlara, allahın bir garip kulu, memleketin hizmetkarı rantiyecilerinden, dokunulmazlığın d'sini bile ağzına almaktan aciz muhalefette, nabza göre şerbet ulusal basından, sağı ve solu ile tüm manipülatif yayıncılara sorgulamamız ve hesap sormamız gereken çok şey var. Ama öncelikle (özellikle oyları böldü diye sosyal medyadan CHP'ye oy vermeyen arkadaşlarına hakaretler yağdıran dostlarım) her bir soru işaretinde önce kendimizi yargılayarak yola devam edeceğiz.
Hiçbirinizin üzerinde son kullanma tarihi olan etiketler yok. Bu seçimlerde bir şeyin sınırı değil. Başbakan balkondan dedi ya "bunlar şimdi biz kazandık diyecekler" diye, evet doğru neredeyse bir senedir bu insanlar kazanıyorlar. Ama bir başarıyı değil birlikte hareket etme bilincini, inandığını savunmayı, kamusallığın anlamını ve paylaşımın değerini kazanıyorlar. O yüzden ne mutsuzum ne de umutsuzum. Evet keyifsizim ama o kadar da olsun canım.
N O T : Görüşü ne olursa olsun sabaha kadar sandıkların başından ayrılmayıp biz çay-kahve evde televizyonu ve sosyal medyası başında sinir yapanları utandıran tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum....
Mart 2014
Murat Mrt Seçkin
0 notes
festirpusiket · 9 years
Text
ASABİYE TEORİSİ 31
...çok basit, diyelim ki hoşlanmıyorsun, diyelim ki çekiniyorsun, belki de iğreniyorsun. Yine de homofobik olduğunu kabul etmiyor ve görmezden mi geliyorsun. O zaman bir düşün şimdi :
"Bizim dönemimizde orduya elverişli olmama durumu veya çürük almak bazıları için direkt eşcinsel damgası yemekti. Belki kalp rahatsızlığı, belki de düztabansın ama memlekete gidip "beni askere almıyorlar" dediğin zaman herkesin kafasında aynı soru işaretleri dönerdi "neden acaba?" diye.
Böyle bir ortamda cinsel tercihleri yüzünden ordu içerisinde huzur içinde yaşamalarının mümkünatı olmayan kardeşlerimizi rapor öncesi zorlu bir sınav bekliyordu. O süreci yukarıda belirttiğimiz dertli hetero arkadaşlara uyarlayalım.
-          Askere gideceğim ama bu erkek egemen dünya için de çok duygusalım ne yapmalıyım?
Öncelikle duygusal olduğunuzu kanıtlamanız için size rektal bir muayene yapalım. Belki sevgiliniz ile farklı fetişleriniz vardır.
-          Peki rektal muayeneden sonra ne olacak?
Eğer rektal muayenenin sonuçları sizin ifadenize uygun çıkar ise o zaman görsel kanıta ihtiyacımız var.
-          Nasıl yani?
Şöyle ki sevgilinizle cinsel birleşme anında çekilmiş fotoğraflarınızı (kesinlikle cinsel birleşme olmalı, öyle öpüşme falan olmaz, hardcore lazım, erotik kesmez) çekip bize getireceksiniz. Biz de 8-9 kişilik bir kurulda bunlara bakıp size yorum yapacağız.
...
Bunu yapar mısın? Başkasının yapmasını ve ona yaptırılmasını hoş karşılar mısın? Bu sistem halen uygulanmakta mı bilmiyorum ancak LGBT’leri ister sev ister sevme bu muameleyi birilerinin hak ettiğini düşünüyorsan aynaya bak ve orada gördüğün suratına binlerce kez tükür...
Murat Mrt Seçkin
Şubat 2014
0 notes