Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
At Sevgisi Durağı
Geçtiğimiz günlerde bir seyahatten dönerken Balıkesir’i geçtikten sonra, Bursa’ya yaklaşırken MustafaKemal Paşa-Karacabey arasında Türkiye Jokey Kulübü’ne ait At Sevgisi Durağında durduk.

Burası en fazla yarım saat geçirebileceğiniz ama atlara dokunabileceğiniz, sevebileceğiniz, elinizle besleyebileceğiniz bir yer. Türkiye Jokey Kulübü’nün Karacabey’de çok büyük bir arazi üzerine kurulu,…
View On WordPress
0 notes
Text
Geçtiğimiz hafta sonu 1 günlüğüne Gaziantep’e gittik. Süreyi daha fazla uzatma imkanımız yoktu, bu nedenle 1 gün ile yetinmek zorunda kaldık, tabiki yetmedi, anneannemin deyişi ile “Bir gözümüz gördü, biz gözümüz görmedi”. Anneannem’i ziyarete gittiğimizde tam kalkmak istediğimizde bize böyle derdi. Hep biraz daha kalmamızı isterdi. Bizim de Gaziantep gezimiz açıkçası böyle bitti.
Aslında çok yorucu bir programımız vardı, sabah 7:00 uçağı ile gidip, akşam 22:00 uçağı ile geri döneceğimiz için, çocukların çok yorulacağını ve uykularının geleceğini düşünmüştüm ama hiç de korktuğum gibi olmadı, kızlar son ana kadar gayet dinç, enerjik ve meraklı bir şekilde gezdiler.
Kahvaltı işini biraz havaalanında, biraz da uçakta hallettik, her ne kadar Gaziantep bir gurme merkezi olsa da bir diğer 2 öğüne daha fazla yer bırakmak ve zamanımızı iyi kullanmak için kahvaltıya zaman ayırmadık. Aslında Gaziantep’de kahvaltıda da çok önemli bir öğün ve katmer ya da başka lezzetlerin tadına bakmadan dönmek hiç de iyi bir fikir değildi ama başka şansımız yoktu. Biz de tüm heyecanımızı kebaplara ve mozaiklere ayırarak geziye başladık.
Uçaktan iner inmez hemen bir araç kiraladık ve hava alanına yaklaşık 50 km uzaklıktaki Belkıs Zeugma Antik Kenti’ni görmeye gittik. Bizden başka antik kenti gezmeye gelen 5-6 kişilik bir grup vardı, başka da kimse yoktu. Bu güzel merkez anladığım kadarı ile fazla rağbet görmeyen bir yer. Ama Zeugma Mozaik Müzesi’ndeki eserler, bu Antik kentden ve bir süre önce Birecik Barajı ile sular altında alan alandan çıkarılmış.
Belkıs Zeugma Antik kenti aslında çok büyük bir alana yayılmış durumda. Bu alanda halen kazıların devam ettiği bölgeler var, yol kenarlarında tepelerin içine oyulmuş mezar odaları yer alıyor. Asıl görkemli ve misafirleri buraya çeken yapı ise, 2 villadan oluşan, ana hatları ile yapıların ayakta olduğu ve mozaiklerin yer aldığı sergi alanı. Burası Dionysos evi ve Danae Evi. Bu sergi alanı Birecik Baraj Gölü’ne yukarıdan bakan ve baraj gölünün manzarasına hakim, gölün altında yer yer kalıntıların görüldüğü ve fıstık ağaçları ile çevrili bir yer. İsterseniz mevsiminde giderseniz buradaki ağaçlardan 1-2 tane fıstık da koparabilirsiniz. Ayrıca bizim için ilginç olan bir başka özelliği de 5-6 yavrudan oluşan bir kedi ailesi ve aynı şekilde bir köpek ailesinin burada yaşıyor olması. Antik kent görevlileri bu hayvanlara bakıyor ve sahip çıkıyor ama yine de hayvanların ilgi ve yemeğe ihtiyaçları vardı. Biz de çantamızdaki ufak tefek yiyeceklerimizi onlara bıraktık, biraz da yavrular ile oynadık. Yaklaşık 50 km yol gelip, dönmemize rağmen neden buraya geldik demedik, aksine iyiki geldik dedik. Bir de Gaziantep yönünden buraya ulaşmak için 3 yol var kullanabileceğiniz, biri otoban, sanırım en konforlu olan yol bu yol ama diğer ikisi de oldukça geniş ve asfaltı yeni yapılmış, yerleşim yerlerini arasından geçiyor ve onlar da rahatça ulaşmanızı sağlıyor. Biz gelirken en kuzeydeki yolu kullanarak Bilek, Arın gibi merkezlerden geçerek buraya geldik, dönüşte de D400 anayolunu kullanarak döndük ve her iki yol da oldukça rahattı. İlk yol üzerinde çok sayıda fıstık bahçesi yer alıyordu ve fıstıklar ağaçlarda üzüm salkımı gibi sarkıyor, pembe pembe toplanmayı bekliyordu. Geçtiğimiz yerleşim yerlerinin bir kısmı yapılardan anladığımız kadarı ile oldukça eski ve sevimli yerleşim yerleriydi. Dönüşte kullandığımız yol ise daha işlek bir şehirlerarası yoldu. Sizler de her iki yolu da kullanarak buraya ulaşabilirsiniz.
Antik kent ziyaretimizden sonra tüm açlığımız ile öğlen yemeğine, kebap yemeye koştuk. Öğlen yemeğinde Gaziantep yerlilerinin tercih ettiği ve bize daha önceden pek çok kez tavsiye edilmiş olan Halil Usta’yı tercih ettik. Kebapları güzeldi ama bize çıkardıkları hesapta fiyatı İmam Çağdaş’dan daha yüksekti. Bir menü ve fiyat listesi görmedik, hesap geldiğinde de toplu bir rakam yazıyordu ve detayı yer almıyordu. Ayrıca lavabolar da böyle bir restoranda görmek istediğim standardın oldukça altındaydı. Bol sirkeli ve acı, sulu salatası iştah açıyor, küşlemesi kurabiye kıvamında yumuşacık. Bu lezzetler mutlaka denenmeli. Halil Usta, Gaziantep Mozaik Müzesinin hemen arkasındaki bölgede, müzeye yaklaşık 300 metre mesafede, yürüyerek kolaylıkla ulaşılabilecek bir noktada. Yalnız acı yemiyorsanız baştan mutlaka söyleyin, salatalar acı oluyor, gelen kebap acı olmasa bile tabağın yanına konan biber acı oluyor ve bu biber kazara kebaba değdiyse, kebabı yiyemezsiniz.
Bizim uçağımız geç saatte olduğu için akşam yemeğini de Gaziantep’te yiyebildik ve Gaziantep’in yıllardır var olan, asla ününü kaybetmemiş restoranı İmam Çağdaş’ta bir ziyafet daha çektik. Dediğim gibi hem fiyatları daha makuldü, hem çok kalabalık olmasına rağmen inanılmaz hızlı ve mükemmel bir servis aldık, temizlik konusunda da Halil Usta’dan daha yüksek puan alır. Ben tekrar Gaziantep’e gidecek olsam yine İmam Çağdaş’a giderim ama Halil Usta’ya gider miyim bilmiyorum. Çocuklar fındık lahmacun istedi, ama lahmacunlar kocamandı ve kızlar bayıldılar. Ayran bakır bir tasta içerisinde ve küçük bir kepçe ile servis ediliyor, bu da çocukların çok ilgisini çekti, evcilik oyuncakları gibi, kız olsun, erkek olsun bunu mutlaka bir oyuna dönüştürerek afiyetle içeler. Ayranla birlikte kebabı da, küşlemeyi de afiyetle yediler, ben de gavurdağı salatayı son damlasına kadar bitirdim. Ayrıca İmam Çağdaş, tam eski Gaziantep merkezinde kalenin hemen yakınında, tarihi çarşıların kenarında bir yerde. Bu nedenle Gaziantep’e geldiğinizde kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir yerde. Ben bundan 15-20 yıl önce Gaziantep’e ve İmam Çağdaş’a ilk geldiğimde, restoran tek katlı, büyük beyaz mermer masaların olduğu, duvarların beyaz mutfak fayansı ile kaplı temiz, ciddi bir Anadolu restoranı, lezzetli bir kebapçıydı. Şimdi daha çok büyük şehirlerdeki lüks-hoş, kebapçılara benzemiş. Bu hali de güzel ama bana eski hali daha farklı, daha dikkat çekici ve samimi geliyor.
Öğlen yemeğinden sonra önce Mozaik Müzesini gezdik, ardından da tarihi merkeze gittik, hem müzedeki otopark alanı çok sınırlı, hem de burada çok sayıda otopark olmasına rağmen, otoparklarda boş alan bulmak neredeyse imkansız, bu konuda hazırlıklı olmak lazım.
Mozaik Müzesi, çok büyük ve biz gittiğimizde oldukça kalabalıktı. Hak ettiği ilgiyi görüyor. Müze iyi tasarlanmış ve içinde saymadığım kadar çok ve devasa büyüklükte mozaikler yer alıyor. Mozaiklerin hangi bölgeden çıkarıldığı ve ne anlattığı eserlerin yanında açıklanmış. Gaziantep’in simgesi haline gelmiş olan Çingene Kızı mozaiği ayrı bir odada sergileniyor. Ama bence diğer mozaikler de Çingene Kızı kadar güzel, etkileyici. İnsan sadece küçük taş parçalarını yapıştırarak 2 bin yıl önce bu güzel resimlerin nasıl yapıldığını ve bu kadar büyük eserlerin hangi yapılarda, hangi koşullarda yapıldığını ve izlendiğini hayretler içerisinde düşünüyor. Mozaiklerde mitolojik pek çok karakteri ve farklı hayvan figürleri ile doğa olaylarını görebiliyorsunuz. Gaziantep gezisinde bu müzeye en az 2 saat ayırmak lazım ve sonrasında da biraz oturup, dinlenmek ve bu görsel ziyafeti sindirmek lazım.
Bir diğer uyarım da Gaziantep Kalesi’nin ziyaret saatleri ile ilgili, internette yaz aylarında müze ziyaretinin akşam 19:00’a kadar devam ettiği yazmasına rağmen 17:30’da ziyarete kapanıyormuş. Bu nedenle siz siz olun erkenden gidin. Kalenin içinde Panorama Müzesi var, kentte yapılan kahramanlıklar burada uzun süren bir belgesel ile ziyaretçilere aktarılıyormuş. Biz Çanakkale gezimizdeki tecrübemiz nedeni ile bu alandan uzak durduk, siz isterseniz 45 dakika süren bu belgeseli izleyebilirsiniz. Bizim tüm seyahatlerdeki amacımız gittiğimiz yerlerdeki tarihi alanları, doğal güzellikleri, farklı zenginlikleri yerinde, yaşayarak görmek. Eğer bir belgesel izlemek istesek, ya da dijital olarak incelemek istesek bu kadar yol yapmamıza gerek olmazdı. Bu da, bu tür müze belgeselleri ya da dijital eserler konusundaki genel fikrim, burada yazmadan geçemedim.
Kale’nin olduğu bölgede, bol bol çarşı var, Bakırcılar Çarşısı, Gümrük Hanı ve Millet Hanı bugün artık turistik çarşılara dönüşmüş. Bakırcılar Çarşısında, bakırcılar ile birlikte bol bol baharatçı var. Millet Hanı içinde, bizim o bölgede bulunduğumuz 2-3 saat boyunca Sıra Gecesi benzeri bir saz ekibi hiç durmadan yüksek sesle canlı müzik yapıyordu. Gümrük Hanı içinde ise turistik bir kahve ve turistik eserlerin satıldığı küçük dükkanlar bulunuyor.
Gaziantep’de sedef kakma ahşap ürünler, bakır ürünler ve baharatlar hatıra olarak alınabilecek bu yöreye özel eserler. Ayrıca, ben daha önce hiç duymamıştım ama burada cam üfleme sanatı yapılıyormuş, sanırım yoğun turist ilgisi ile bu tür sanatlar sonradan gelişmiş. Kutmu kumaştan şal ya da kravat satan dükkanlar, gümüş takı dükkanları, kitapçılar, havlucular, sabuncular gibi farklı ürünleri satan küçük tarihi yapılarda sıralanmış dükkanları bu bölgede sıkça göreceksiniz. Acı yemeyi seviyorsanız, kırmızı pul biber alabilirsiniz.
Kahvenizi Gümrük Han içindeki kahvehanede ya da Takmis Kahvesinde içebilirsiniz. Burada menengiç kahvesi çok popüler. Tabi bir de değirmen yerine dibekte dövülmüş, iri taneli kahve çok tercih ediliyor. Kahvenin dibindeki telvenin yoğun taneleri ağızınızda buruk bir tat bırakıyor.
Gaziantep’de yine kentin bu bölgesinde yürüyerek ulaşabileceğiniz tarihi bir mekan Kurtuluş Camisi, Kale’nin yanında da tarihi camiler yer alıyor, ama Kurtuluş Camisi’nin farlı bir özelliği, kiliseden camiye dönüşmüş bir yapı olması.
Ayrıca Gaziantep’de birkaç noktada su toplamak için yapılmış kasteller yer alıyormuş. Bunlardan günümüze ulaşmış, en önemlilerinden biri de Pişirici Kasteli, gelmişken onu da mutlaka görmek gerekir.
Gaziantep’e gelince şehir merkezi dışında görülmesi gereken 2 nokta daha var. Biri Halfeti/Rumkale diğeri de Yesemek Açık Hava Müzesi. Biri şehrin doğusunda, diğeri de batısında, her ikisi de araç ile yaklaşık 2 saatlik mesafede yer alıyor. Ben daha önce Yesemek’e geldiğimde çok etkileniştim ve çocuklarımın da mutlaka görmesini isterim. Bundan 3bin yıl önce yapılmış heykelleri doğada öylece görmek çok etkileyici. O dönemde dünyada ya da belki yakın coğrafyamızda demek daha doğru, 3 önemli heykel tıraş okulu varmış, biri de bugünkü Yesemek’de. Bir sanat okulunun izlerini görüyorsunuz ve müthiş bir hayranlık duyuyorsunuz. Başka bir heykeltıraş okulu da Afrodisyas’ta, orayı da görmediyseniz mutlaka listenize ekleyin.
Halfeti ise daha turistik/popüler bir yer. Bugün göl kenarında kafeler yer alıyor, kaleyi görüyorsunuz ve göl üzerinde tekne ile dolaşabiliyorsunuz. Biz bu gezimizde ne Halfeti’ye ne de Yesemek’e gidebildik. Ama en kısa zamanda tekrar bu bölgeye gelmeyi öncelik listemize yazdık.
Gaziantep’e 1 gün yeter mi? Geçtiğimiz hafta sonu 1 günlüğüne Gaziantep'e gittik. Süreyi daha fazla uzatma imkanımız yoktu, bu nedenle 1 gün ile yetinmek zorunda kaldık, tabiki yetmedi, anneannemin deyişi ile "Bir gözümüz gördü, biz gözümüz görmedi".
#açık hava müzesi#antik kent#çingene kızı#Bakırcılar Çarşısı#Belkıs#Gaziantep#gaziantep kalesi#Gümrük Han#halfeti#Halil usta#imam Çağdaş#küşleme#Kebap#Millet Hanı#mozaik müzesi#Moziak Müzesi#rumkale#yesemek#Zeugma
0 notes
Text
Geçtiğimiz haftasonu 3 günlüğüne Amasya ve Çorum’a gittik. Bu bizim aynı bölgeye ikinci seyahatimiz oldu. 2 yıl önce de bir Mayıs ayında gelmiştik. Görülecek o kadar çok şey varki, hem tarih, hem doğa hem de şehir turizmi açısından mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Ulaşım oldukça kolay. İstanbul’dan hem Thy hem de Pegasus’un uçak seferi var. Tek sorun dönüş uçağının sabah saatlerinde olması. Yani haftasonu için geldiyseniz Pazar akşam dönemiyorsunuz. Bir gece daha kalıp, pazartesi sabah dönmeniz gerekiyor.
Merzifon Havalimanı Amasya’ya 50 km, Çorum’a 70 km. Yollar genellikle bölünmüş yol şeklinde ve konforlu.
Biz Amasya”da Teşup Konak’ta kalıyoruz ve otelin sahibi Levent Bey bizi havaalanından alıyor. Aksi halde bir transfer almanız ya da araç kiralamanız gerekiyor. Amasya’da şehir içinde tarihi, turistik yerler genellikle yürüyerek ulaşılabilecek mesafede, hatta birbirine paralel iki ana caddede genellikle trafik oluyor ve otopark sorunu yaşanıyor, bu nedenle araçsız gezmek çok daha uygun. Ama Su Kemerlerine ya da Amasya Harşena Kalesine gitmek isterseniz yine bir araca ihtiyacınız olur.
Amasya’da görülecek öyle çok şey varki…
Amasya Müzesi
Amasya Müzesine, tarihi Amasya şehrinin bir kenarında ve yürüyerek 3-5 dakikada ulaşılıyor. Müzede Osmanlı dönemi eserleri yanında Hititler, Frigler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve İlhanlılar gibi birçok uygarlığa ait eserler bulunuyor. Amasya Arkeoloji Müzesi’nin bulunduğu alanda bir de Mumyalar Müzesi var. Bu müzede 14.yüzyıldan kalma mumyalar yer alıyor ve bunlar dünyada bilinen tek Müslüman mumyaları. Ayrıca genellikle mumyalama sırasında iç organlar çıkarılırken, buradaki mumyalarda iç organların korunduğu görülüyor. Mumyalamanın nasıl yapıldığı da müze içindeki panolarda detaylı bir şekilde tarif edilmiş. Müzede Hitit’lerin iki ana tanrısından biri olan Fırtına Tanrısı Teşup heykeli de yer alıyor. Diğer tanrı ise güneş tanrısı Hepat.
Bayezid Külliyesi
Maalesef külliye restorasyonda bulunduğu için sadece dışarıdan ve uzaktan görülebiliyor. Ama oldukça büyük bir külliye. İçinde cami, medrese, şadırvan ve imarethane bölümleri yer alıyor.
Fatih Sultan Mehmet ilme önem verdiği için oğlu II. Bayezıd’ın da iyi bir eğitim almasını istiyor ve Amasya’ya gönderiyor. Bayezid burada 7 yaşında hem Amasya Valisi oluyor hem de burada hat dersleri alıyor ve Arapça, Farsça, Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğreniyor. Caminin önünde, şadırvanın iki yanında bulunan çınar ağaçları ise caminin inşaatı sırasında buraya dikilmişler, 500 yıldır tarihe tanıklık ediyorlar.
Gök Medrese
Gök Medrese de Bayezid Külliyesi gibi şu anda restorasyonda ve içini göremedik, ama yapıldığı yıllarda Anadolu’nun pek çok yerinden tıp eğitimi almaya gelen öğrencilerin tıp eğitimi aldığı bir okulmuş. Yapının kubbesi maviye boyalı olduğu için bu ismi alıyor. Restorasyon nedeni ile etrafı yüksek bariyerlerle kapandığı için fotoğraf dahi çekemedik.
El yazması eserler kütüphanesi
Kütüphane, içindeki eserleri hava, nem toz gibi koşullardan koruyabilmek için her zaman açık olmuyor. Ama açık haline denk gelirseniz kütüphane bünyesinde Arapça, Farsça, Osmanlıca el yazması eserlerin bütün örneklerini görmek mümkün. Kütüphanedeki en eski eseri Osman Bin Affan’a (III. Halife Hz. Osman) ait Papirüs üzerine yazılmış El yazması Kuran-ı Kerim, belki hatırlayan olur, bu kitap seneler evvel medyatik isimler tarafından yurtdışına kaçırılmış ve Mısır üzerinden tekrar geri alınmıştı gazetelerde günlerde haber olmuştu. Bunun dışında astronomi, tıp, edebiyat, felsefe, tarih psikoloji, sanat v.b. çeşitli tür ve konularda 2340 adet el yazması ve 4000 adet basma eser bulunuyor.
Sabuncuoğlu Tıp Müzesi
14.yy’da yapılan yapı içerisinde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Bimarhane (hastaların tedavi edildiği yer) olarak kullanılan yapıda, Fatih döneminde 14 yıl boyunca hekim olarak görev yapan Sabuncuoğlu Şerafettin tarafından tıbbi ve cerrahi tedavi yöntemlerinin minyatürlerle tarif edildiği bir kitap yazılmıştır. Müze içinde kitaptan alıntılar, eski dönemlerde kullanılan cerrahi aletler ve müzik ile tedavi yöntemleri sergileniyor.
Burmalı Minare Cami
Amasya’da Taşhan’dan biraz yukarıda, bakırcılar çarşısının bir üst sokağında yer alan Burmalı Minare Cami bir Selçuklu eseri. Caminin iç süslemelerinden ziyade dışındaki taş işçiliği ve minarenin döner şekli görülmeye değer.
Büyük Ağa Medresesi
Sekizgen planı ile Anadolu’da Selçuklular tarafından kullanılan anıt mezarların planına sahip, Bayezid döneminde yapılmış bir medrese. Şu anda içinde Kur’an kursları, hafızlık dersleri veriliyor.
Kral Kaya Mezarları
Amasya’da 20 civarında kral kaya mezarı bulunuyormuş. MÖ 300 yıllarından itibaren Pontus Krallığı’nın Amasya’yı başkent ilan etmesi ile burada, Pontus Krallarının mezarları dağa oyularak yapılmış, Bu örnekler Anadolu’da ve dünyadaki en büyük kaya mezarları arasında yer alıyormuş.
Amasya Kalesi
Amasya’nın sırtını dayadığı Harşena Dağı’nda, Amasya’yı yukarıdan seyreden Harşena Kalesi yer alıyor. Kalenin girişine kadar araç ile çıkılabiliyor ama daha sonra kale içinde merdivenlerle zirveye kadar oldukça fazla tırmanmak gerekiyor. Merdivenler dar ve herhangi bir korkuluk yok. Kale yeni restore edilmiş olmasına rağmen gezenlerin güvenliği ile ilgili herhangi bir önlem maalesef alınmamış. Kalede bence tarihi bir anıtın ziyaretinden çok Amasya’yı yukarıdan 360 derece seyretmek açısından görülecek bir yer. Ama yükseklik korkusu olan, merdiven çıkmakta zorlananlar kesinlikle çıkmamalı.
Borabay Gölü
Amasya’dan 1 saat uzaklıktaki Borabay Gölü, bir heyelan gölü, çevresinin uzunluğu 1,8 km ve muhteşem manzarasını en açıdan görebilmek için mutlaka çevresini dolaşmanız gereken bir göl. Yürümeye elverişli bir hat üzerinden yürüyorsunuz, sadece birkaç noktada dar ve eğimli alanlardan geçmek gerekiyor, bu nedenle rahatlıkla gölün çevresi dolaşılabiliyor. Göl kenarı haftasonu piknikçilerin ve mangalcıların istilasına uğruyor ve bizim için pis, çöplü ve keyifsiz bir hale geliyor. Bu yüzden imkanınız varsa hafta içinde ziyaret edin. Göl kenarında bir restoran bulunuyor ama servisi oldukça sınırlı. Çok acıkmazsanız yemeğinizi Amasya merkezde alın diye tavsiye ederim. Gölün her mevsimde manzarası görülmeye değer.
İlkbaharda endemik çiğdemler açıyor, sonbaharda kırmızının, sarının, kahverenginin birbiri ile uyumlu her tonunu görebilirsiniz.
Amasya’da görülecek diğer yerler
Yukarıya yazmadığım pek çok tarihi, eseri de kent sokaklarında gezerken görebiliyorsunuz, Yeşil ırmak üzerindeki köprüler, camiler, çeşmeler, türbeler, tarihi evlerin herbiri ayrı bir sanat eseri. Ayrıca bizim zamanımız yetmedi ama Şehzadeler Konağı, Tarım Müzesi gibi daha pek çok yer ziyaret edilmeyi bekliyor.
Amasya’da Yemek
Amasya’da kesinlikle aç kalmazsınız ve hatta çok pratik ve ekonomik olarak her damağa uygun yemek bulabilirsiniz. Yeşilırmak kenarındaki Amasia yerel yemek yapan, en bilindik ve en çok tercih edilen yerlerin başında geliyor. Servisi hızlı, fiyatları da gayet makul. Yine bu kenarda pek çok restoran yer alıyor. Nehrin karşı tarafında ise daha büyük neredeyse 24 saat hizmet veren ve yok yok denebilecek restoranlar yer alıyor.
Bunlardan iki tanesi Beyoğlu ve Çınaraltı Kafe-Restoranları ve ikisinin de yemekleri lezzetli ve fiyatları uygundu. Sıcak-sulu yemeklerin yanı sıra pide, döner gibi seçenekler de bulunuyor.
Amasya’da en çok görülen ve adı duyulan yer olarak Ali Kaya çıkıyor karşımıza. Amasya’yı yukarıdan keyifle seyredebileceğiniz bir mekan ve tarihi Amasya evlerini Yeşilırmak kenarında birer inci tanesi gibi dizilmiş olarak izleyebiliyorsunuz. Gündüz farklı bir mazara, gece farklı bir mazara ile misafirlerini büyülüyor. Tokat kebabı ile meşhur ve içki servisi yapılıyor. 2 yıl önce gittiğimizde yediğim en lezzetli yemeklerden biriydi Tokat kebabı. Ama bu sefer etleri çok sertti ve genel olarak herşey çok tuzluylu. Lezzet bakımından bana hitap etmedi. Ayrıca bence bir restoranın iyi olmasındaki en temel kriter olan tuvalet temizliği de yeterli değildi. Tekrar gitsem Ali Kaya’da yemek yermiyim bilmiyorum. Ama buraya çok yakın Yamaç Kafe diye bir yer vardı, bizim gittiğimiz gün bir etkinlik nedeni ile çok kalabalıktı, vali dahil şehrin tüm ileri gelenleri oradaydı ve bu kalabalık nedeni ile gidemedik.
Bir de Özlem Pide ve Ziyafet Pide’de lezzetli pideleri ile gidilmeye değer yerlerden.
Amasya’da mutlaka yapılması gereken şeylerden biri de eski şehir merkezindeki kahvehanelerde çay içmek. Gamaşuk bunların içinde en ünlü olanı. Tarihi bedestenin hemen ilerisinde caddenin karşı tarafında yer alıyor.
Amasya çöreği de Amasya’nın ünlü lezzetlerinden biri, onu da Burmalı Minare’ye giderken tadabilirsiniz.
Çorum
Çorum Amasya’dan 1 saat uzaklıkta. Çorum’dan yarım saat sonra Alacahöyük, üzerine bir yarım saat daha sonra Boğazköy’e ulaşılıyor.
Çorum Müzesi
Çorum Müzesi, benim Türkiye’de gördüğüm en güzel müzelerden biri. Eserlerin nitelikleri ya da çeşitliliği anlamında birşey söyleyemeyeceğim, çünkü uzmanlığım değil ama müze binası, bahçesi, sergi salonlarının dizaynı, tuvaleti ile bence oldukça iyi durumda. Ülkemizde bu standartlarda müzeleri görünce mutlu oluyorum, onların adına guru duyuyorum. 2 yıl önce geldiğimizde müze içinde bir satış yeri ve küçük bir kafeteryası vardı. Bugün onlar talep olmadığı için kapanmış. Keşke halkımız müzelere ve müzeciliğe biraz daha ilgi gösterse diye düşünmeden edemedim. Bu gezi gittiğimiz müzelerde genellikle sadece biz vardık. Bizden başka görmeye gelen kimse yoktu. Ülkemizde dış turizm azalırken maalesef iç turizmin de azaldığını bir kez daha üzülerek gördüm. Müze içinde daha çok Alacahöyük ve Boğazköy’de Hitit ve Frig’lerden kalma eserler sergileniyor. Ayrıca bir de Etnografya galerisi var, burada da daha yakın tarihe ait halılar, giysiler, ev aletleri sergileniyor.
Alacahöyük Müzesi
Aynı ismi taşıyan köyün içindeki müzede Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit ve Frig dönemlerine ait eserler yer alıyor. Alacahöyük, Hitit döneminin dinsel tören ve sanat merkezi olarak öne çıkıyor. Müzede Eski Tunç Çağından kalma kral mezarları ve 10 metre genişliğindeki sfenksli kapı müzenin en ilgi çeken bölümleri. Ayrıca müze bahçesindeki sergileme alanında çocuklar için hazırlanmış panolar da yerleştirmişler.
Boğazköy
Boğazköy Ören yerinden önce köyün içinde Boğazköy Müzesi yer alıyor. Küçük ama burası da temiz ve düzgün bir müze. İçinde bu bölgeden çıkarılmış eserler sergileniyor.
Ören Yeri yaklaşık 4 km2 bir alan ve içinde araba ile asfalt bir yoldan ilerleyerek öncelikli görülecek yerleri görebileceğiniz bir açık hava müzesi. İlginize göre 3 saat içinde de gezebilirsiniz, günlerce de kalabilirsiniz. Ben bizim gördüğümüz öncelikli yerleri şöyle sıralayabilirim: Yer Kapı, Aslanlı Kapı, Kral Kapı, Sfenksli Kapı, Hiyeroglifli Oda, Yazılı Kaya, Kent Surları, Tapınaklar ve 1 nolu Tapınaktaki Yeşil Taş, Nişantaşı gibi pek çok nokta var. Dediğim gibi ilginize, zamanınıza ve enerjinize göre, görebildiğiniz kadar çok yer görün. Ama yukarıda saydıklarımı mutlaka görün. Bunları görüp, etkilenmemek mümkün değil.
Çorum’da Yemek
Çorum’a gidilip leblebi alınmadan dönülmez. Her yer kuruyemişçi dükkânı ve dükkânlarda aklınıza gelebilecek her şey var. Kuruyemişçilerin pek çoğu aynı ismi taşıyor, Hüseyin Karakuş. Ürünler taze ve almaya değer.
Yemek yenilecek yerler için, Çorum’da en çok tavsiye edilen yer Katipler Konağı. Konağın ev sahipleri, bir süre sonra burada yaşamak yerine bir restoran açmaya karar vermişler ve çok da iyi etmişler. Konak güzel, ama yemekleri daha da güzel. Ekmeklerini kendileri yapıyorlar. Çorbalar, börekler, keşkekler, tandırlar, ev yapımı baklavalar, kuşburnu suyu, hepsi mükemmeldi. Kesinlikle karnınız çok açken gidin ve yemekleri yarımşar porsiyon söyleyin. Çünkü, porsiyonları çok büyük. Biz bütün bunlardan yedik, hatta yanında salata, cacık, yoğurt vs aklınıza ne gelirse kişi başına 60 TL ödedik. Yemeklerin yarısı da maalesef yenmeden kaldı.
Boğazköy civarında konaklama ve yemek için iki otel var, otellerde konaklamadım ama restoranlarını tavsiye edebilirim. Biz ikisinde de öğlen yemeği aldık, ve ikisinden de memnun kaldık. Servis iyi, hızlı, fiyatlar makul, yemekler lezzetliydi. Birisi Başkent Demiralan Otel, diğeri de Otel Aşıkoğlu. Ama bu oteller sadece kendi otel konukları için hazırlık yaptıkları için öncesinde arayıp ne yemek olduğunu sormanız ve kendinize uygun bir yemeği birgün önceden sipariş etmenizde fayda var.
Bir Roma ve Osmanlı kenti Amasya. Bu şehre gidince, hemen yanıbaşındaki Hititlerin başkentine de mutlaka uğranmalı. 3 günde en az 4 medeniyet. Hitit, Roma, Osmanlı ve Türkiye... Geçtiğimiz haftasonu 3 günlüğüne Amasya ve Çorum'a gittik. Bu bizim aynı bölgeye ikinci seyahatimiz oldu. 2 yıl önce de bir Mayıs ayında gelmiştik.
0 notes
Text
Geçtiğimiz haftasonu 3 günlüğüne Amasya ve Çorum’a gittik. Bu bizim aynı bölgeye ikinci seyahatimiz oldu. 2 yıl önce de bir Mayıs ayında gelmiştik. Görülecek o kadar çok şey varki, hem tarih, hem doğa hem de şehir turizmi açısından mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Ulaşım oldukça kolay. İstanbul’dan hem Thy hem de Pegasus’un uçak seferi var. Tek sorun dönüş uçağının sabah saatlerinde olması. Yani haftasonu için geldiyseniz Pazar akşam dönemiyorsunuz. Bir gece daha kalıp, pazartesi sabah dönmeniz gerekiyor.
Merzifon Havalimanı Amasya’ya 50 km, Çorum’a 70 km. Yollar genellikle bölünmüş yol şeklinde ve konforlu.
Biz Amasya”da Teşup Konak’ta kalıyoruz ve otelin sahibi Levent Bey bizi havaalanından alıyor. Aksi halde bir transfer almanız ya da araç kiralamanız gerekiyor. Amasya’da şehir içinde tarihi, turistik yerler genellikle yürüyerek ulaşılabilecek mesafede, hatta birbirine paralel iki ana caddede genellikle trafik oluyor ve otopark sorunu yaşanıyor, bu nedenle araçsız gezmek çok daha uygun. Ama Su Kemerlerine ya da Amasya Harşena Kalesine gitmek isterseniz yine bir araca ihtiyacınız olur.
Amasya’da görülecek öyle çok şey varki…
Amasya Müzesi
Amasya Müzesine, tarihi Amasya şehrinin bir kenarında ve yürüyerek 3-5 dakikada ulaşılıyor. Müzede Osmanlı dönemi eserleri yanında Hititler, Frigler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve İlhanlılar gibi birçok uygarlığa ait eserler bulunuyor. Amasya Arkeoloji Müzesi’nin bulunduğu alanda bir de Mumyalar Müzesi var. Bu müzede 14.yüzyıldan kalma mumyalar yer alıyor ve bunlar dünyada bilinen tek Müslüman mumyaları. Ayrıca genellikle mumyalama sırasında iç organlar çıkarılırken, buradaki mumyalarda iç organların korunduğu görülüyor. Mumyalamanın nasıl yapıldığı da müze içindeki panolarda detaylı bir şekilde tarif edilmiş. Müzede Hitit’lerin iki ana tanrısından biri olan Fırtına Tanrısı Teşup heykeli de yer alıyor. Diğer tanrı ise güneş tanrısı Hepat.
Bayezid Külliyesi
Maalesef külliye restorasyonda bulunduğu için sadece dışarıdan ve uzaktan görülebiliyor. Ama oldukça büyük bir külliye. İçinde cami, medrese, şadırvan ve imarethane bölümleri yer alıyor.
Fatih Sultan Mehmet ilme önem verdiği için oğlu II. Bayezıd’ın da iyi bir eğitim almasını istiyor ve Amasya’ya gönderiyor. Bayezid burada 7 yaşında hem Amasya Valisi oluyor hem de burada hat dersleri alıyor ve Arapça, Farsça, Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğreniyor. Caminin önünde, şadırvanın iki yanında bulunan çınar ağaçları ise caminin inşaatı sırasında buraya dikilmişler, 500 yıldır tarihe tanıklık ediyorlar.
Gök Medrese
Gök Medrese de Bayezid Külliyesi gibi şu anda restorasyonda ve içini göremedik, ama yapıldığı yıllarda Anadolu’nun pek çok yerinden tıp eğitimi almaya gelen öğrencilerin tıp eğitimi aldığı bir okulmuş. Yapının kubbesi maviye boyalı olduğu için bu ismi alıyor. Restorasyon nedeni ile etrafı yüksek bariyerlerle kapandığı için fotoğraf dahi çekemedik.
El yazması eserler kütüphanesi
Kütüphane, içindeki eserleri hava, nem toz gibi koşullardan koruyabilmek için her zaman açık olmuyor. Ama açık haline denk gelirseniz kütüphane bünyesinde Arapça, Farsça, Osmanlıca el yazması eserlerin bütün örneklerini görmek mümkün. Kütüphanedeki en eski eseri Osman Bin Affan’a (III. Halife Hz. Osman) ait Papirüs üzerine yazılmış El yazması Kuran-ı Kerim, belki hatırlayan olur, bu kitap seneler evvel medyatik isimler tarafından yurtdışına kaçırılmış ve Mısır üzerinden tekrar geri alınmıştı gazetelerde günlerde haber olmuştu. Bunun dışında astronomi, tıp, edebiyat, felsefe, tarih psikoloji, sanat v.b. çeşitli tür ve konularda 2340 adet el yazması ve 4000 adet basma eser bulunuyor.
Sabuncuoğlu Tıp Müzesi
14.yy’da yapılan yapı içerisinde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Bimarhane (hastaların tedavi edildiği yer) olarak kullanılan yapıda, Fatih döneminde 14 yıl boyunca hekim olarak görev yapan Sabuncuoğlu Şerafettin tarafından tıbbi ve cerrahi tedavi yöntemlerinin minyatürlerle tarif edildiği bir kitap yazılmıştır. Müze içinde kitaptan alıntılar, eski dönemlerde kullanılan cerrahi aletler ve müzik ile tedavi yöntemleri sergileniyor.
Burmalı Minare Cami
Amasya’da Taşhan’dan biraz yukarıda, bakırcılar çarşısının bir üst sokağında yer alan Burmalı Minare Cami bir Selçuklu eseri. Caminin iç süslemelerinden ziyade dışındaki taş işçiliği ve minarenin döner şekli görülmeye değer.
Büyük Ağa Medresesi
Sekizgen planı ile Anadolu’da Selçuklular tarafından kullanılan anıt mezarların planına sahip, Bayezid döneminde yapılmış bir medrese. Şu anda içinde Kur’an kursları, hafızlık dersleri veriliyor.
Kral Kaya Mezarları
Amasya’da 20 civarında kral kaya mezarı bulunuyormuş. MÖ 300 yıllarından itibaren Pontus Krallığı’nın Amasya’yı başkent ilan etmesi ile burada, Pontus Krallarının mezarları dağa oyularak yapılmış, Bu örnekler Anadolu’da ve dünyadaki en büyük kaya mezarları arasında yer alıyormuş.
Amasya Kalesi
Amasya’nın sırtını dayadığı Harşena Dağı’nda, Amasya’yı yukarıdan seyreden Harşena Kalesi yer alıyor. Kalenin girişine kadar araç ile çıkılabiliyor ama daha sonra kale içinde merdivenlerle zirveye kadar oldukça fazla tırmanmak gerekiyor. Merdivenler dar ve herhangi bir korkuluk yok. Kale yeni restore edilmiş olmasına rağmen gezenlerin güvenliği ile ilgili herhangi bir önlem maalesef alınmamış. Kalede bence tarihi bir anıtın ziyaretinden çok Amasya’yı yukarıdan 360 derece seyretmek açısından görülecek bir yer. Ama yükseklik korkusu olan, merdiven çıkmakta zorlananlar kesinlikle çıkmamalı.
Borabay Gölü
Amasya’dan 1 saat uzaklıktaki Borabay Gölü, bir heyelan gölü, çevresinin uzunluğu 1,8 km ve muhteşem manzarasını en açıdan görebilmek için mutlaka çevresini dolaşmanız gereken bir göl. Yürümeye elverişli bir hat üzerinden yürüyorsunuz, sadece birkaç noktada dar ve eğimli alanlardan geçmek gerekiyor, bu nedenle rahatlıkla gölün çevresi dolaşılabiliyor. Göl kenarı haftasonu piknikçilerin ve mangalcıların istilasına uğruyor ve bizim için pis, çöplü ve keyifsiz bir hale geliyor. Bu yüzden imkanınız varsa hafta içinde ziyaret edin. Göl kenarında bir restoran bulunuyor ama servisi oldukça sınırlı. Çok acıkmazsanız yemeğinizi Amasya merkezde alın diye tavsiye ederim. Gölün her mevsimde manzarası görülmeye değer.
İlkbaharda endemik çiğdemler açıyor, sonbaharda kırmızının, sarının, kahverenginin birbiri ile uyumlu her tonunu görebilirsiniz.
Amasya’da görülecek diğer yerler
Yukarıya yazmadığım pek çok tarihi, eseri de kent sokaklarında gezerken görebiliyorsunuz, Yeşil ırmak üzerindeki köprüler, camiler, çeşmeler, türbeler, tarihi evlerin herbiri ayrı bir sanat eseri. Ayrıca bizim zamanımız yetmedi ama Şehzadeler Konağı, Tarım Müzesi gibi daha pek çok yer ziyaret edilmeyi bekliyor.
Amasya’da Yemek
Amasya’da kesinlikle aç kalmazsınız ve hatta çok pratik ve ekonomik olarak her damağa uygun yemek bulabilirsiniz. Yeşilırmak kenarındaki Amasia yerel yemek yapan, en bilindik ve en çok tercih edilen yerlerin başında geliyor. Servisi hızlı, fiyatları da gayet makul. Yine bu kenarda pek çok restoran yer alıyor. Nehrin karşı tarafında ise daha büyük neredeyse 24 saat hizmet veren ve yok yok denebilecek restoranlar yer alıyor.
Bunlardan iki tanesi Beyoğlu ve Çınaraltı Kafe-Restoranları ve ikisinin de yemekleri lezzetli ve fiyatları uygundu. Sıcak-sulu yemeklerin yanı sıra pide, döner gibi seçenekler de bulunuyor.
Amasya’da en çok görülen ve adı duyulan yer olarak Ali Kaya çıkıyor karşımıza. Amasya’yı yukarıdan keyifle seyredebileceğiniz bir mekan ve tarihi Amasya evlerini Yeşilırmak kenarında birer inci tanesi gibi dizilmiş olarak izleyebiliyorsunuz. Gündüz farklı bir mazara, gece farklı bir mazara ile misafirlerini büyülüyor. Tokat kebabı ile meşhur ve içki servisi yapılıyor. 2 yıl önce gittiğimizde yediğim en lezzetli yemeklerden biriydi Tokat kebabı. Ama bu sefer etleri çok sertti ve genel olarak herşey çok tuzluylu. Lezzet bakımından bana hitap etmedi. Ayrıca bence bir restoranın iyi olmasındaki en temel kriter olan tuvalet temizliği de yeterli değildi. Tekrar gitsem Ali Kaya’da yemek yermiyim bilmiyorum. Ama buraya çok yakın Yamaç Kafe diye bir yer vardı, bizim gittiğimiz gün bir etkinlik nedeni ile çok kalabalıktı, vali dahil şehrin tüm ileri gelenleri oradaydı ve bu kalabalık nedeni ile gidemedik.
Bir de Özlem Pide ve Ziyafet Pide’de lezzetli pideleri ile gidilmeye değer yerlerden.
Amasya’da mutlaka yapılması gereken şeylerden biri de eski şehir merkezindeki kahvehanelerde çay içmek. Gamaşuk bunların içinde en ünlü olanı. Tarihi bedestenin hemen ilerisinde caddenin karşı tarafında yer alıyor.
Amasya çöreği de Amasya’nın ünlü lezzetlerinden biri, onu da Burmalı Minare’ye giderken tadabilirsiniz.
Çorum
Çorum Amasya’dan 1 saat uzaklıkta. Çorum’dan yarım saat sonra Alacahöyük, üzerine bir yarım saat daha sonra Boğazköy’e ulaşılıyor.
Çorum Müzesi
Çorum Müzesi, benim Türkiye’de gördüğüm en güzel müzelerden biri. Eserlerin nitelikleri ya da çeşitliliği anlamında birşey söyleyemeyeceğim, çünkü uzmanlığım değil ama müze binası, bahçesi, sergi salonlarının dizaynı, tuvaleti ile bence oldukça iyi durumda. Ülkemizde bu standartlarda müzeleri görünce mutlu oluyorum, onların adına guru duyuyorum. 2 yıl önce geldiğimizde müze içinde bir satış yeri ve küçük bir kafeteryası vardı. Bugün onlar talep olmadığı için kapanmış. Keşke halkımız müzelere ve müzeciliğe biraz daha ilgi gösterse diye düşünmeden edemedim. Bu gezi gittiğimiz müzelerde genellikle sadece biz vardık. Bizden başka görmeye gelen kimse yoktu. Ülkemizde dış turizm azalırken maalesef iç turizmin de azaldığını bir kez daha üzülerek gördüm. Müze içinde daha çok Alacahöyük ve Boğazköy’de Hitit ve Frig’lerden kalma eserler sergileniyor. Ayrıca bir de Etnografya galerisi var, burada da daha yakın tarihe ait halılar, giysiler, ev aletleri sergileniyor.
Alacahöyük Müzesi
Aynı ismi taşıyan köyün içindeki müzede Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit ve Frig dönemlerine ait eserler yer alıyor. Alacahöyük, Hitit döneminin dinsel tören ve sanat merkezi olarak öne çıkıyor. Müzede Eski Tunç Çağından kalma kral mezarları ve 10 metre genişliğindeki sfenksli kapı müzenin en ilgi çeken bölümleri. Ayrıca müze bahçesindeki sergileme alanında çocuklar için hazırlanmış panolar da yerleştirmişler.
Boğazköy
Boğazköy Ören yerinden önce köyün içinde Boğazköy Müzesi yer alıyor. Küçük ama burası da temiz ve düzgün bir müze. İçinde bu bölgeden çıkarılmış eserler sergileniyor.
Ören Yeri yaklaşık 4 km2 bir alan ve içinde araba ile asfalt bir yoldan ilerleyerek öncelikli görülecek yerleri görebileceğiniz bir açık hava müzesi. İlginize göre 3 saat içinde de gezebilirsiniz, günlerce de kalabilirsiniz. Ben bizim gördüğümüz öncelikli yerleri şöyle sıralayabilirim: Yer Kapı, Aslanlı Kapı, Kral Kapı, Sfenksli Kapı, Hiyeroglifli Oda, Yazılı Kaya, Kent Surları, Tapınaklar ve 1 nolu Tapınaktaki Yeşil Taş, Nişantaşı gibi pek çok nokta var. Dediğim gibi ilginize, zamanınıza ve enerjinize göre, görebildiğiniz kadar çok yer görün. Ama yukarıda saydıklarımı mutlaka görün. Bunları görüp, etkilenmemek mümkün değil.
Çorum’da Yemek
Çorum’a gidilip leblebi alınmadan dönülmez. Her yer kuruyemişçi dükkânı ve dükkânlarda aklınıza gelebilecek her şey var. Kuruyemişçilerin pek çoğu aynı ismi taşıyor, Hüseyin Karakuş. Ürünler taze ve almaya değer.
Yemek yenilecek yerler için, Çorum’da en çok tavsiye edilen yer Katipler Konağı. Konağın ev sahipleri, bir süre sonra burada yaşamak yerine bir restoran açmaya karar vermişler ve çok da iyi etmişler. Konak güzel, ama yemekleri daha da güzel. Ekmeklerini kendileri yapıyorlar. Çorbalar, börekler, keşkekler, tandırlar, ev yapımı baklavalar, kuşburnu suyu, hepsi mükemmeldi. Kesinlikle karnınız çok açken gidin ve yemekleri yarımşar porsiyon söyleyin. Çünkü, porsiyonları çok büyük. Biz bütün bunlardan yedik, hatta yanında salata, cacık, yoğurt vs aklınıza ne gelirse kişi başına 60 TL ödedik. Yemeklerin yarısı da maalesef yenmeden kaldı.
Boğazköy civarında konaklama ve yemek için iki otel var, otellerde konaklamadım ama restoranlarını tavsiye edebilirim. Biz ikisinde de öğlen yemeği aldık, ve ikisinden de memnun kaldık. Servis iyi, hızlı, fiyatlar makul, yemekler lezzetliydi. Birisi Başkent Demiralan Otel, diğeri de Otel Aşıkoğlu. Ama bu oteller sadece kendi otel konukları için hazırlık yaptıkları için öncesinde arayıp ne yemek olduğunu sormanız ve kendinize uygun bir yemeği birgün önceden sipariş etmenizde fayda var.
Bir Roma ve Osmanlı kenti Amasya. Bu şehre gidince, hemen yanıbaşındaki Hititlerin başkentine de mutlaka uğranmalı. 3 günde en az 4 medeniyet. Hitit, Roma, Osmanlı ve Türkiye... Geçtiğimiz haftasonu 3 günlüğüne Amasya ve Çorum'a gittik. Bu bizim aynı bölgeye ikinci seyahatimiz oldu. 2 yıl önce de bir Mayıs ayında gelmiştik.
0 notes
Text
Öncelikle şunu yazmam lazım, kamp konusunda pek de deneyimli olduğum söylenemez, hatta birkaç hafta önce çocuklarla birlikte ilk kez kamp yaptığımızı itiraf etmeliyim. Ama çocuklar birkaç senedir sürekli kamp yapmak istiyordu, çadırda kalmak, kendi yemeklerini basit bir şekilde hazırlamak, dışarda olmak hoşlarına gidiyordu. İzledikleri birkaç film ve İş Bankası Yayınları’nın çocuk serisi kitaplarından “Elif Kampa Gidiyor” bu konuda çok etkili oldu. Bu kitabı iki kızımda bir süre her akşam bize okutmuşlardı. Sonrasında (benim bu konudaki tecrübesizliğim ve isteksizliğimden) babalarına sürekli ne zaman kampa gideceklerini sormaya başladılar ve biz de sonunda bu sene 2 gecelik bir kamp macerası yaşadık.
Kamp hayatından korkanlar ya da sevmeyenler için:
Kamp yapmak hiç de zor değilmiş
Kampta kalmak, başka herhangi bir yerde kalmaktan daha tehlikeli değil (özellikle belli riskleri içeren bir yer seçmediyseniz)
İstediğiniz konforu siz sağlıyorsunuz, ne kadar rahatlık istiyorsanız, ona uygun hazırlık yapmanız yeterli
Kamptan sonra çocuklarınızın hayatı değişiyor (küçük kızımız için “Kamptan Önce” ve “Kamptan Sonra” diye bir milat oluştu-yaşadığı olayları anlatırken Kamptan Önce ve Kamptan Sonra diye sınıflandırıyor)
Hazırlık olarak basit düzey bir çadır olması yeterli. Biraz daha konfor isterseniz, basit bir masa (ya da arabada az yer kaplaması için kamp masası) ve sandalyeleriniz olması iyi olur. Diğer eşyalar evinizde günlük kullanımınızda olan şeyler, yeni bir eşya almanıza gerek yok. Çok soğuk bir mevsimde gitmiyorsanız ve yayla gibi serin bir yerde kamp yapmayacaksanız uyku tulumuna ihtiyacınız kalmıyor. Aynı şekilde şişme yatak olursa konforunuz artıyor ama artık gayet kalın ve etli matlar da bulabilirsiniz. Bizim evde çocukların jimnastik (cimlastik yazmak istiyorum ama jimnastikçi kızım beni düzeltiyor) yaptıkları minderler vardı, bu minderler bizim için yeterli oldu.
Gittiğiniz yerde su olması önemli, su olmazsa wc, yemek, bulaşık hatta el yıkamak bile işkence oluyor. Ama elektrik hiç lazım değil, hatta hiç olmasın daha iyi, çocuklarınız tabletten uzakta, telefonsuz ve akşamları ışıksız olsunlar. Bizim kamp yaptığımız yerde elektrik yoktu ve kaldığımız 3 gün boyunda hiç ihtiyaç hissetmedik. Ama birinci koşul cep telefonunuzu sınırlı kullanıp, tabletleri unutmanız lazım.
Elektrik yok, tabi ki sokak lambası da yok, en az bir fener yanınızda olsun. Sıcak yemek hazırlayacak, çay pişirecekseniz bir de küçük tüp ya da küçük tüpün de küçüğü kamp ocağı almanız yeterli. Biz ateş yakmayı sevmiyoruz, mangal yapmayı da tercih etmiyoruz, ama sıcak bir şeyler hazırlamak, çay ve kahve yapmak için Decathlon’dan basit bir kamp ocağı aldık. Kamp konusundaki ihtiyaçlarınız için Decathlon’u mutlaka ziyaret edin, fiyatları makul, ince tasarlanmış ürünler bulabilirsiniz, ya da en azından fikir edinebilirsiniz.
Biz daha önce kamp ve gezi konusunda engin deneyimleri olan bir arkadaşımızdan yardım aldık, hatta o da bizimle geldi. Türkiye’de gitmediği yer yok, 150’nin üzerinde ülke görmüş ve genellikle karavanla yılın 30-40 gününü kampta geçiriyor.
Bize Çanakkale civarında önerdiği yerler Gökçetepe Kamp Alanı, Danişment Kamp Alanı, İtalyan Koyu, Anzak Koyu ve Kömür Limanı oldu.
Ama hepsi haftasonları çok kalabalık oluyormuş, çadırınızın dibinde oturan ya da uyuyan birisi ile uyanmak istemiyorsanız ve imkanınız varsa hafta sonu değil de, hafta içinde gidin. Biz bir Pazartesi günü Kömür Limanına gittik. Koyda bizden başka toplamda 10 aile yoktu. Çok rahat ettik, su, çeşme ve duş var, ama elektrik yok. Koyda ayrıca küçük bir dalış merkezi de var.
Kamp alanında biraz pazarlık etmek gerekiyor, biz aile olarak gecelik 50 TL ödedik, ama çöp toplama hizmeti, su, wc’ler, sahildeki şezlonglar düşünüldüğünde çok da büyük bir rakam değil. Siz de gitmek isterseniz bu rayiç fiyatı dikkate alabilirsiniz.
İsterseniz yemek hazırlayan, çay, kahve yapan bir tesis var. Bizim kızlar dışarıdan hazır yemek alırsak kamp ruhuna aykırı her şeyi kendimiz yapacağız dediği için, ben buradan sadece bir kez kahve içtim:)
Çadırda kalmak, hatta gündüz sıcakta bile çadırın içinde oturmak çocuklar için çok eğlenceli oluyor. Sürekli ayaktalar ve her yerden ilgilerini çekecek farklı bir şey çıkıyor. Kamp alanında oyuncu bir köpek vardı, köpekle oynamak, bulaşıklara yardım etmek, yeni arkadaşlar bulmak, denize girmek, midye kabuğu toplamak o kadar çok zaman alıyorki, hiç canları sıkılmıyor, hatta tüm bunları yapmaya zaman yetmiyor. Kampta sizin de göreceli olarak çok işiniz oluyor, sabah minicik çadırın içini ve yatağınızı düzeltmek, yemek hazırlamak, bulaşık yıkamak gibi işler. Ama çocuğunuz 6-7 yaşından büyükse kampta yapılacak bu tür işlerin hepsini yapabilir. İsterseniz birlikte yapın, isterseniz bırakın onlar yapsınlar. Varsa bir arkadaşı ya da kardeşi birlikte yaparlarsa inanın çok da eğlenirler. Ayrıca bir çocuk için kampta işe yaramak, bir şeyler başarmış olmak hiç de küçümsenecek bir deneyim değil. Böylece sizin de yapmanız gereken işler azalmış olur.
Ayrıca kampta mutlaka komşular oluyor, komşularla iletişim halinde oluyorsunuz. Apartmanda bazen size günaydın demeyen komşularınız varken, kamp alanında herkes ile selamlaşıyorsunuz. Birinden siz tuz isterken, başka biri de sizden yağ istiyor. Sürekli bir yardımlaşma, destek oluyorsunuz. Dinlediğiniz müziği bile yan tarafınızda oturan aile ile paylaşıyorsunuz. Çocuklar için bu tür bir komşuluk ilişkisi, yardımlaşma ve destek, yeni tanıştığı kişiler ile iletişim hepsi ayrı bir öğrenme aracı oluyor.
Bizim şansımıza bu koyda bir balıkçı grubu vardı, Kömür Limanı’na yakın bir köyün balıkçıları sabahları ağlarını topladıktan sonra bizim koya geliyorlar, burada küçük bir kulübeleri var ve içi buz ile dolu bir de dolapları bulunuyor (elektrik yok, hazır buz geliyor). İlk sabah balıkçıya bir bakalım dedik ve bundan sonra bizim için kampın en heyecanlı bölümü başladı.
Bir tepsi dolusu balık düşünün, liste şu: 19 tane iri barbun, 5 tane kırlangıç, 14 tane kalamar, 2 mezgit ve 1 yassı balık. Ben barbunları almak istedim, Balıkçı Hasan dediki “barbunlar 80 TL ama bütün tepsiyi alırsanız 100 TL. Ben kalanları satamam, alırsanız hepsini alın.” Böyle bir teklife hayır demek sizce mümkün olur mu? Tabi ki hepsini aldık:) Balıkları ayıkladık, deniz suyu ile yıkadık ve Balıkçı Hasan’ın buz dolu dolabına koyduk ve 3 öğün balık yedik. Çocuğunuz için, Çanakkale’nin temiz sularından o sabah tutulmuş, taze, dipdiri deniz balıklarını yemekten daha sağlıklı yiyecek ne olabilir? Fosfor, omega3, protein falan filan bütün arayıp da bulamadığımız besinler burada.
Bizim ailede herkes balık sever (zaten balık sevilmek için yaratılmış:) Çocuklar son seferde biraz şikayet etti, çünkü yanımızda kamp için aldığımız hazır makarnamız, ve konservemiz vardı, onları yiyemedikleri için şikayet ettiler. Ama balıkları da afiyetle yediler.
Kampta kaldığımız son akşam 5-6 gençten oluşan bir üniversite öğrencisi grubu geldi, kendileri Karadenizli, bir kemençe, bir gitar ve bir sazları vardır. Ayrıca içlerinden biri de taşları vurarak muhteşem müzik yapıyordu. Kumsalda bu şekilde bize özel verilen bir konser dinleme şansımız da oldu.
Bizim büyük kızımız astronomiyi çok seviyor, bu konuda çok kitaplar okuyor ve yenilikleri takip ediyor. Kömür Limanında elektrik olmadığı için ve civarda başka aydınlatılmış alan da olmadığı için, ışık kirliliği yoktu ve bildiği yıldızları, gece rahatlıkla bulabiliyordu. Akşam deniz kenarında yere uzanıp, gökyüzünü ve yıldızları seyredip bildiklerini bize de anlattı ve yıldızları gösterdi. İnsanın çocuğundan bir şeyler öğrenmesi de çok gurur verici.
Kömür Limanı, Gelibolu’dan sonra yarım saatlik bir araba yolcuğu ile ulaşabileceğiniz bir uzaklıkta. Yolda 2-3 köy görüyorsunuz, köyleri geçtikten sonra asfalt yol bitiyor ve toprak (stabilize) yoldan biraz virajlı yokuş aşağı inerek ulaşabileceğiniz bir cennet köşesi. Yol çok dar değil ama virajlı, yolu sadece kamp alanına ulaşmaya çalışan arabalar kullandığı için, hafta içi sadece 1-2 araba ile karşılaşıyorsunuz, bu bakımdan güvenli bir yol.
Kömür Limanı sakin, manzarası güzel, temiz ve keyifli bir yer. Denizi çok sığ değil, 5-6 metre ilerlediğinizde boyunuza geliyor, bu yüzden yüzme bilmeyen çocuklar için çok pratik değil, biraz kontrollü olmanız gerekiyor. Bir de her taşlı ve temiz denizde olduğu gibi deniz kestanesi var. Hatta öyle çok deniz kestanesi varki, ilk gün bir kamp komşumuz, limon karşılığında toplandığı kestanelerden tadına bakalım diye bize de verdi. Ama zavallı yaratığım kabuğunun içinden mini minnacık bir et çıkıyor, hiç toplayıp yemeğe değmez, öldürmeye değmez diye düşündüm. Kestanelere karşı denize girerken deniz ayakkabısı giymek elzem bir ihtiyaç.
Biz bu ilk kamp maceramızdan çok keyif aldık, hatta bu yıl bitmeden bir kez daha kamp yapmak için kızlarımıza söz verdik. Umarım sözümüzü tutabilmemiz için bir engelimiz olmaz. Sadece çocuklarınız ve doğa ile başbaşa kaldığınız bu süre bütün aile için gerçek bir tatil oluyor. Büyük şehirde, günlük hayatın koşmacası içinde ne kadar çocuklarınıza zaman ayırsanız da kamptaki kadar doğal ve onlara adanmış bir zaman yaratamıyorsunuz. Yeni bir kamp maceramız olursa ilk fırsatta hemen sizlere de buradan yazacağım.
Çocukla Kamp Nasıl Yapılır? Öncelikle şunu yazmam lazım, kamp konusunda pek de deneyimli olduğum söylenemez, hatta birkaç hafta önce çocuklarla birlikte ilk kez kamp yaptığımızı itiraf etmeliyim.
#ahtapot#aile#ailece kamp#Çanakkale#çadır#çocukla gezi#çocukla kamp#çocukla tatil#balık çorbası#decathlon#deniz kestanesi#gelibolu#kalamar#Kamp#kamp ocağı#kampta uyku#kampta yemek#kömür limanı#kırlangıç çorbası#mat#tatil#uyku tulumu#şişme yata
0 notes
Photo

Bir Kalpazankaya klasiği#burgazada #selfie (Kalpazankaya Restaurant) https://www.instagram.com/p/BnEhMmoAN1f/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=hrbk5afn4uvo
0 notes
Text
Uzun bir aradan sonra yeniden yazabiliyorum. Bu araya çok fazla şey sığdırdık, gezgin kızlar konserlere çıktı, gösteriler yaptı, sınavlara girdi, başarılar kazandı, yeni umutları oldu, tabiki arada bol bol da gezdi ama anneleri yazı yazacak zaman bulamadı:(
Bugün kaldığım yerden yazmaya devam ediyorum.
Yaptığımız günübirlik ve kısa süreli gezileri bir kenara bırakarak, ilk önce bizi bütün aile olarak en çok etkileyen geziden başlayacağım. Çanakkale Anıtlar ve Şehitlikler gezisi. Bu bölgeye uzun zamandır gelmek istiyorduk. Büyük kızım, okulda Çanakkale Savaşını ve Zaferi daha detaylı olarak öğrendikten sonra bize bu geziyi en kısa sürede yapmamız için yoğun bir baskı yaptı, çok da iyi oldu, Çanakkale bölge olarak pek çok farklı özelliğe sahip. Doğası, MÖ 3000 yıl öncesine dayanan tarihi, 7 büyük medeniyete yaptığı ev sahipliği ve bu nedenle geçirdiği iki büyük savaş (Truva ve Birinci Dünya Savaşı), denizi ve ormanı, yeşili ve mavisi, güler yüzlü insanları ve çok sevimli hayvanları (sincap, keçi, balık, eşek, inek hepsini gördük ve sevdik) gibi pek çok farklı yönü ile misafirlerini bekliyor, mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir zafer şehri. Ayrıca bugün ülkemizde başımız dik yürüyebilmemizi sağlayan zaferler, çocuklarımızın bu savaşların neden yapıldığını, neler olduğunu, nasıl kazanıldığını öğrenmesi gerekli, görerek öğrendikleri şeylerden daha çok etkileniyorlar ve unutmuyorlar.
Kızlar, bütün tatil boyunca 3 şeyi dillerinden düşürmedi, Çanakkale Türküsü, Dur Yolcu Bilmeden Gelip Bastığın Bu Toprak Bir Devrin Battığı Yerdir ve Atatürk’ün Yeni Zelandalı-Avusturalyalı Şehit annelerine hitaben söylediği bizim evlatlarımız sözü.
Bu ifadelerin hepsinin ne anlama geldiği, satır aralarında saklı mesajlar ve duygular, hepsini kendi aramızda konuştuk, açıkladık.
Atatürk’ün bu kadar korkunç bir savaş sonrasında, binlerce genç insan ölmüşken, herkes bir yakınını kaybetmişken, bu savaş yüzünden bu kadar yokluk çekmişken söylediği bu sözü her okuduğumda benim gözlerim doluyor. Bu vahşeti, bu kadar sevgi dolu, şefkat dolu bir duruma başka kim, nasıl dönüştürebilir? Bu nasıl bir zeka ve ifade yeteneği inanılır gibi değil.
Biz uzun tatilimizin ilk 3 gününü bu bölgede geçirdik. İstanbul’da cumartesi sabah kahvaltı ettikten sonra çıktık, ilk durağımız Tekirdağ’da köfte yemek için Yurdanurlar Köfte (Uçak Köfte) oldu, ama uçak sadece gezi için açıkmış, yemeği ön taraftaki restoranda yiyebiliyorsunuz ve ben lezzet olarak Özcanlar Köfte’yi tercih ederim. Ama siz de çocuklarınız ile birlikte uçağı gezmek için burada da mola verebilirsiniz. Fiyatlar ve menü Özcanlar Köfte ile birbirine benziyor.
Sonrasında biz Şarköy yolundan ilerledik, Şarköy’de ailecek hepimizin çok sevdiği arkadaşlarımıza uğradık, çok mutlu olduk. Şarköy’ün yolu çok güzel, otomobil reklamlarının çekildiği yerlere benzeyen, dar, tehlikesiz virajları olan, sağlı sollu ayçiçek tarlalarının ve üzüm bağlarının arasından ilerleyerek Şarköy’e varıyorsunuz.
Şarköy küçük, samimi, sevimli ve huzurlu bir sahil kasabası. Yerleşim yerinin batı tarafında daha az katlı, müstakil yazlık evler ve siteler bulunuyor, doğu tarafında ise daha apartman tipi evler ve çarşı var. Yaz tatilinin huzurla geçirileceği, ailecek gidilecek küçük tatil-sahil kasabası. Deniz kenarında, akşamları trafiğe kapatılan bir yol var, bunun dışında da denize inen yolların bir kısmı trafiğe kapalı, çocuklarınızla plaja giderken tehlikesizce, huzurla yürüyebiliyorsunuz. Biz ilk defa geldiğimiz Şarköy’ü çok sevdik ve bu tatlı moladan sonra Eceabat’a doğru hareket ettik.
Biz Eceabat’ta konakladık ama bu bölgede belli bir standardı olan temiz düzgün otel bulmak mümkün değil. Eceabat ve Kilitbahir birbirine çok yakın ve şehitliklere de en yakın mesafedeki iki yerleşim yeri. Kilitbahir daha sevimli, Eceabat daha yol üzeri bir yerleşim yeri. Her ikisinden de, Çanakkale’ye feribot kalkıyor, bu nedenle sürekli bir transit trafik var ve sadece transit trafiğe hizmet vermek üzere gelişmiş iki yerleşim yeri.
Bu bölgede dediğim gibi konaklamak pek keyifli değil, aynı şekilde yemek yemek için de keyifli, düzgün alternatifler bulmak pek mümkün değil. Ama bu bölgeye gelip balık yemeden, sardalya yemeden sakın dönmeyin. Biz iki gün de akşam yemeklerimizi İskelenin hemen ilerisindeki İrfan Balıkçılık’ta yedik.
Buranın yanında bir de Bekir Baba Balık var, o da aynı kalitede ve servis seviyesinde bir restoran. Biz ikisini de beğendik, İstanbul’daki balık fiyatları ile karşılaştırmak mümkün değil, beyaz örtüler yok ama lezzet tamam. Salata, balık ve balığın her türlüsü var. Biz bu mevsim ve bu bölgede yenecek ideal balık olan sardalya hem ızgara, hem de tavada soslu yapılmış olarak yedik. Ayrıca bir de karagöz balığından tattık, hepsi çok lezzetli, muhteşemdi.
Ayrıca sahilde vapur için kuyruğa girilen cadde üzerinde pek çok restoran var, ama biz bunları denemedik, yolcu trafiği çok fazla olduğu için yemeklerin beklemeden tüketildiğini düşünüyorum, hep taze olmalı, döner, sulu yemek gibi alternatifleri ve kapıdan sizi çağıran garsonları burada bulabilirsiniz. Bu cadde üzerinde bir pastanede dondurma ve peynir tatlısı yedik, onlar da güzeldi. Sahilde pek çok seyyar mısır satıcısı var, iskelenin yan tarafında tam meydanda da bir çay bahçesi yer alıyor. Mısır ve çekirdeklerinizi alıp, burada çay ile birlikte deniz manzarasına karşı dinlenebilirsiniz. Bir de İskelenin hemen yanında Opet’in yaptırdığı ve savaşı anlatan, anıtlar ve kabartma harita olan bir park var. Burayı da mutlaka görmek gerekir. İki düşman siperinin sadece 8 metre aralık ile olduğu, tarafların birbirinin soluklarını dahi duyduğu, düşman ama bir o kadar dost olduğu bir savaş yaşanmış. Opet’in yaptırdığı bu parkta, 8 metre aralıklı siperler canlandırılmış, etkilenmemek elde değil.
Eceabat ile ilgili izlenimlerimiz genel olarak bu kadar.
Şarköy ya da (Tekirdağ/İstanbul) istikametinden gelirken Eceabat’a gelmeden önce ilk şehitlik karşınıza çıkıyor, hemen burada Akbaş Şehitliği’nde ilk molayı verebilir ve şehitlerimizi, mucizevi Çanakkale Zaferi’in kahramanlarını ziyarete buradan başlayabilirsiniz.
Ben Çanakkale ve Şehitliklere seneler önce gelmiştim, o zaman yabancı şehitliklerin düzeni ve temizliğine karşın bizim kendi ülkemizde, kendi atalarımızın, canlarını feda eden kahramanlara ait mezarlıkların bakımsız, pis, çöp içindeki haline hem çok üzülmüş, hem de çok utanmıştım. Bu gezide ilk ziyaret ettiğimiz Akbaş Şehitliği’ni görünce, hem bu değişime şaşırdım, hem de çok sevindim. Akbaş Şehitliği’ni Opet Tarihe Saygı Projesi kapsamında restore etmiş ve şehitliğe yakışır, büyük, ihtişamlı bir giriş takı yapmış ve şehitliğin bir cephesini de anısını yaşatmak üzere kabartma rölyef ile kaplamış.
Çocuklarımın burayı daha iyi anlaması, anlayarak gerekli saygıyı gösterebilmesi için böyle temiz, düzgün, tarihe yakışır yerler görmeleri adına da çok sevindim. Bu anlamda da Opet tarihe saygı duyarken, ben de Opet’te saygı duydum. Teşekkürler Opet.
Opet bu bölgede Tarihe Saygı Projesi kapsamında pek çok restorasyon, iyileştirme yapmış. Bunlardan bence en önemlisi de tuvalet projesi olmuş. Her şehitliğin, anıtın girişinde temiz, bakımlı, kapısı, musluğu, kilidi sağlam, herşeyi çalışan içinde sabun, kağıt gibi en temel malzemeler olan tuvaletler yer alıyor. Bazıları ücretli, bazıları ücretsiz. Ücret almaları bence hiç önemli değil, içeri girdiğinizde temiz, doğru yerden su akan bir tuvalet bulmak bile bu ülkede bazen bir lüks olabiliyor. Bu nedenle Opet’i bu projesinden dolayı tebrik ediyorum ve çok teşekkür ediyorum. İyiki ülkemizde böyle değerlerimize sahip çıkan kurumlar ve bu kurumların başında da bu değerleri koruyan, önemini bilen yöneticiler var. Hepsini kutluyorum. Projenin bir diğer önemli eseri de Eceabat Feribot İskelesinin yanındaki park. Bu park hem temiz, hem de içinde savaşlara ait eserler yer alıyor. Bölgenin kabartma yer haritası ile savaşın ana hatları ile nasıl gerçekleştiği anlatılıyor, ayrıca bir başka anıt da parkın girişindeki büyük heykel. Bu heykel de hikayesi ve sembolize ettiği anılar ile etkileyici bir anıt.
Anıtları ve Şehitlikleri gezmek için en az bir tam gün ayırmak lazım. Burada günü birlik turları her yerde bulabilirsiniz. Eceabat ve Kilitbahir Merkez’den hareket eden sabah 9:00 ile akşam 18:00 arasında sizi mümkün olduğunca fazla noktaya götüren, arada bir de öğlen yemeği veren turlar yer alıyor. Turlar yoğunluğa göre otobüs ya da minibüs ile yapılıyor. Bize verdikleri fiyat yetiştin 70 TL, çocuk 50 TL, rehber, ulaşım ve müze girişi dahil. Ya da siz kendi aracınız ile özel bir tur almak isterseniz size eşlik eden, Çanakkale Belediyesi’nden rehber ruhsatı almış rehberler de bulunuyor. Bunların da günlük ücreti 200 TL civarındaymış.
Biz daha önce kendimiz dersimize çalıştığımız için rehber almadan gezmeyi tercih ettik. Böyle olunca daha rahat hareket edebiliyoruz. Ama kısa zamanda bir bilenden dinleyerek gezerseniz, hem daha çok şey öğreniyorsunuz, hem zamanı daha verimli kullanabiliyorsunuz ve birisi pek çok şeyi sizin yerinize düşünmüş oluyor ve yorulmuyorsunuz.
Akbaş Şehitliği dışındaki yerleri ikinci gün kendimiz gezmeye başladık. Gittiğimiz yerler Çanakkale Şehitler Abide’si, 57. Tümen Şehitliği, Conkbayırı, Tabyalar, Mehmetçiğe Saygı Anıtı, Kilitbahir Kalesi, Namazgah Tabyası, Rumeli Mecidiye Tabyası, Alçıtepe, İngiliz, Fransız ve Yeni Zelanda Şehitlikleri, Morto Koyu, Anzak Koyu, Çanakkale Destanı tanıtım Merkezi.
Her bir anıtın ayrı bir hikayesi, ayrı bir özelliği var. Her tabya, her siper her köşe bir destan.
Öncelikle şunu mutlaka yazmalıyım, bu bölgeye gelin ve içinize sindire sindire gezin, üzerine çok çok zamanınız kalırsa Tanıtım Merkezi’ne de gidin. Ama filmleri bence seyretmeyin, 15 yaş altı çocuklarınıza ise kesinlikle seyrettirmeyin. Savaşı canlandırmak isterken bence bir vahşet -şiddet filmine dönüşmüş, bizim çocuklarımız günlerce etkisinden kurtulamadılar. Bekleme salonunda, duvarda 6 yaş altı çocuklar için uygun olmayabilir gibi bir not vardı, ama biletin üzerinde ya da gişede bilet alırken hiç bir bilgi vermediler ve 6 yaş ne kelime, 10 yaşındaki kızım günlerce uçak sesi duyduğunda irkildi, içeride seyrederken bize sarılmaktan kendini alamadı. Bizden sonra başka bir çocuk da içeriden annesi ile birlikte ağlayarak çıktı. Benim size tavsiyem, çocuklarınızı içeriye kesinlikle sokmayın, sizler de eğer biraz duygulu, biraz duyarlı insanlarsanız siz de girmeyin.
Ama savaşın gerçekten yaşandığı yerleri, anıtları, şehitlikleri mutlaka görün. İçiniz yeterince sızlayacak, başka vahşete gerek yok.
Son söz, mutlaka Çanakkale Merkez’de Çimenlik Kale ve içinde yer alan Müze’yi ziyaret edin.
Gezimizin o kısmını başka bir yazıda tekrar yazacağım.
Çanakkale Geçilmez Uzun bir aradan sonra yeniden yazabiliyorum. Bu araya çok fazla şey sığdırdık, gezgin kızlar konserlere çıktı, gösteriler yaptı, sınavlara girdi, başarılar kazandı, yeni umutları oldu, tabiki arada bol bol da gezdi ama anneleri yazı yazacak zaman bulamadı:(
#Abide#akbaş şehitliği#Alçıtepe#Anakkale Zaferi#Anzak#Anıt#Atatürk#Çanakkale#Çanakkale Şehitler Abidesi#Çimenlik Kalesi#Özcanlar#Conk Bayırı#Conkbayırı#Eceabat#Gezgin kızlarım#gezginkızlarım#ilhan balıkçılık#Kilitbahir#Opet#sardalya#Tarihe Saygı Opet#Tekirdağ#Uçak Köfte#Yeni Zelanda#Şarköy#Şehitlik
1 note
·
View note
Photo

Rotary 2420.Bölge Konferansı’ndan selamlar👋#Rotary#Adalar Rotary (Belek)
0 notes
Photo

Poyrazköy’de kum oynayıp, denizden deniz anası tuttuk. İ😳. Çocuk olmak güzel#gezginkizlarim (Poyrazköy)
0 notes
Photo

İlk konserimiz🎼🎹# Çok heyecanlıyız💓Tan Sağtürk Ataşehir#Mini Bahar Konseri
0 notes
Photo

Denizi seyreden karga ve yuvada bekleyen karga#İstanbul’un her köşesi güzel#moda#karga#doğa (Moda Burnu)
0 notes
Photo

Denizi seyreden karga ve yuvada bekleyen karga#İstanbul çok güzel#moda#doğa#karga#manzara (Moda Burnu)
0 notes
Photo

Hangi yaşta okursan ol bir keçi yavrusunu sevgi ile kucağına almaktan, ellerinle beslemekten, parmağını yalamasından daha büyük keyif olabilir mi? Yavru keçi#gezginkizlarim 🐐 (Kırşehir Province)
0 notes
Photo

İlk TBMM Binası olan Kurtuluş Müzesinden sevgiler. Yaşasın 23 Nisan yaşasın ulusal egemenlik#23 Nisan#çocuk bayramı#ulusal egemenlik#gezginkizlarim (1.Meclis-Ulus)
0 notes
Text
İznik, 4 büyük uygarlığa ev sahipliği yapmış anıtsal bir yerleşim yeri.
Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu bu topraklarda yaşamış ve uygarlıklarını geliştirmişler, bu sırada da kendilerine başkent olarak İznik’i seçmişler.
İznik, Bursa ili sınırları içinde, İstanbul’dan karayolu ile 1 saat 15 dakikada ulaşılabilen, zengin tarihi kadar, zengin ve bereketli toprakları ile de bilinen güzel ilçemiz. Bu kadar zengin bir tarihe sahip olmasını, şüphesiz ki bereketli topraklarına ve ülkemizdeki büyük tatlı su göllerimizden biri olan İznik Gölü’nü içinde barındırmasına borçlu.
Biz çeşitli zamanlarda aşağıda anlattığım programı 3 kez uyguladık. Aynı yerleri tekrar görmekten hiç bıkmadık, hepsinde farklı keyifler aldık. Gezimizde bizimle birlikte olan dostlarımız da aynı şekilde İstanbul’a bu kadar yakın ve bu kadar önemli bir tarihe sahip, güzel ilçemiz İznik’i görmekten çok memnun oldular. Ayrıca İznik’in farklı özellikleri nedeni ile de bir o kadar da şaşırdılar.
Biz İznik’i öncelikle kuşbakışı görmek istedik bu nedenle ilk durağımız Abdulvahap Sancaktarı Türbesi oldu. Rivayete göre Osmanlı Devleti zamanında İznik uzun süre kuşatılmış ama Bizans İmparatorluğu’ndan alınamamış, bu sırada kahraman bir sancaktar, dev cüssesi ile İznik ovasından bir adımda, bugün türbesinin olduğu tepeye çıkmış ve bayrağı buraya dikmiş. Başka bir rivayet de yine güçlü cüssesi ile İznik’te bulunan Bizans surlarını yıkmak üzere top arabasına yüklediği büyük toplarla ilgili. Abdulvahap Sancaktarı’nın tam olarak hangi kahramanlığı yaptığını bilmiyoruz ama bugün onun yattığı yer olan türbesi, tüm İznik ovasını kuşbakışı ve çok geniş bir açı ile görecek bir yerde konumlanmış durumda. Bu nokta, İznik’i içinize sindirerek gezmeye başlamak için en iyi nokta diyebiliriz. Böylece sizi aşağıda nelerin beklediğini, İznik ovasının ne kadar güzel, ne kadar verimli olduğunu görerek, gezinize hayranlıkla başlayabilirsiniz. Türbenin yolu uzun değil ama tabiki dik ve zikzaklı 1-2 yokuşu aşmak gerekiyor. Türbenin girişinde otopark için geniş bir alan yer alıyor ve etrafında da turistik eşya satan satıcıları görebilirsiniz. Buradaki çok sayıdaki bayrak direğinden dolayı, Bayraklı Tepe diye de biliniyor.
Bir Ova-İki Mevsim
Aşağıdaki 2 fotoğraf İznik Ovası’nın farklı zamanlarda çekilmiş 2 hali.
Tarihi İznik şehri artı (+) işareti şeklinde bir plan üzerine kurulmuş. Şehri doğudan batıya ve kuzeyden güneye kesen iki ana caddenin kesişim noktası şehrin orta noktasını oluşturuyor. Bu iki cadde etrafında yerleşim gerçekleşmiş ve şehre bu 4 yönden giriş için surlar üzerinde kuzey, güney , doğu ve batı olmak üzere kapılar yer alıyor. Şehre ana ulaşım İstanbul tarafından yani kuzey yönünden giriş ile mümkün oluyor. En çok ve en önemli ziyaretçilerin bu yönden ve İstanbul tarafından geldiği düşünülerek en görkemli kapı kuzey tarafa yapılıyor ve İstanbul Kapı olarak adlandırılıyor. Bu kapı görkemli olmasının yanında bugün en sağlam durumda olan kapı. Şehir surları çok uzun ve büyük bir kısmı bugün ayakta. Surların tarihsel hikayesi oldukça eski, İznik’e yerleşen tüm medeniyetler surlara bir şeyler eklemiş, bozulan yerleri onarmış ve bugünkü haline gelmiş. Surlar üzerindeki diğer 3 ana kapı Lefke Kapı, Yenişehir Kapı ve Göl Kapı. Surların etrafını biraz yürüyerek, biraz da araç ile dolaşabilirsiniz. Size ilginç gelen yerlerin resmini çekip, tarihe dokunabilirsiniz.
İstanbul Kapı’dan sonra diğer görkemli kapı da Lefke Kapı, burası da şehrin doğuya açılan kapısı, burası da görülmeye değer. Diğer kapılar, hem yapılışları itibari ile süslemeleri olmayan yapılar, hem de zamana karşı, İstanbul Kapı ve Lefke Kapı kadar iyi dayanamamışlar.
Lefke Kapı’nın yanında Kırgızlar Türbesi yer alıyor. Bu türbenin de ilginç bir hikayesi var. Osmanlı Devleti’nin İznik’i fethi sırasında orduda bulunan Kırgız Türklerinden şehit olanların anısına Orhan Gazi tarafından inşa ettirilmiş. Kalem süslemeleri dikkat çekici bir özellikte. Bugün Kırgızistan’dan gelen turistleri ağırlıyor, bakımı konusunda Kırgızistan Devleti destek oluyor ve bahçesinde Kırgızca bir tabela ile hikayesi aktarılıyor.
İznik’de en görkemli ve en önemli yapıların başında Aya Sofya Kilisesi geliyor. Bizans İmparatorluğu zamanında kilise olarak inşa edilmiş, daha sonra Osmanlı devleti zamanında cami olarak kullanılmış bir yapı. İznik Hristiyan alemi için çok önemli bir medeniyet merkezi, Hıristiyanlık için çok önemli kararların alındığı 1. ve 7. Konsül bu kentte toplanmış. 1. Konsülün toplandığı yerin, bugün İznik Gölü altında olan ve çok yakın bir tarihte keşfedilmiş olan Konsil Sarayı/Aziz Neophytos bazilikası olduğu tahmin ediliyor. Ancak 7. Konsülün nerede toplandığı kayıtlarda açıkça belirtilmiş durumda ve burası da Ayasofya Kilise’si. Bu nedenle her yıl hac ziyareti amacıyla pek çok ziyaretçi tarafından ziyaret ediliyor. Kilise şehre ulaşılan 4 ana kapıdan gelen yolların kesişme noktasında, yani (+) işaretinin tam ortasına inşa edilmiş, bu özellliği ile İznik’in merkezi, kalbi diyebileceğimiz bir eser. Çeşitli depremlerde zarar gören kısımları Mimar Sinan tarafından onarılmış ve bu sırada yapıda büyük değişiklikler yapılmıştır. Mimar Sinan mekanı genişletmek ve akustiği artırmak için yapıdaki sütunları kaldırarak yerine kemerler inşa etmiş ve yapı içinde sesin yankılanması için duvarlara oyuklar açtırmış. 1922 yılında kurtuluş savaşı sırasında buradaki Rum halkın bölgeyi terki sırasında yapıyı yakarak kenti terk etmesi sonucunda büyük zarar görmüş. Cumhuriyet döneminde de çeşitli restorasyon faaliyetlerinden geçtikten sonra önce müze olarak kullanılmış, yakın bir tarihte-birkaç sene önce de tekrar Osmanlı Döneminde olduğu gibi cami olarak kullanılmaya başlanmış.
İznik Müzesi
İznik Müzesi’nin bulunduğu bina, yani Nilüfer Hatun İmarethanesi I.Murat’ın annesi Nilüfer Hatun adına 1388 yılında imarethane olarak yaptırılmış taş bir bina. Müzenin restorasyonu birkaç yıldır sürüyor ve bu nedenle şu anda ziyarete kapalı. Umarım yakın bir zamanda restorasyon biter ve bu güzel eseri görmek isteyen ziyaretçileri, meraklılarını, misafirlerinin tekrar ağırlamaya başlar. Ben bu müzeyi daha önce de görmüştüm, içini de birkaç defa gezmiştim.
Müze ve bahçesi ferah, insana huzur veren bir yapı, müze içinde ve bahçesinde İznik ve civarında bulunmuş eserler sergileniyor. Hava güzelse, bahçedeki banklara oturup, tarihin dingin, sessiz ve insanı her haliyle karşılayıp, huzurla ağırlayan havasını içinize çekebilirsiniz. Karşıda yer alan Yeşil Cami’nin göğe uzanıp, ben de gökyüzü gibi yeşilim, maviyim, sizin etrafınızda dönüp sizi sarıp sarmalarım diyen minaresinin sesini duyabilirsiniz.
Yeşil Cami
İznik Müzesi’nin hemen karşısında yer alan Yeşil Cami’ye aradaki parkı birkaç adımda geçerek ulaşabilirsiniz. Cami, 1.Murat’ın sadrazamı Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmış. Minaresindeki yeşil, mavi ve mor çiniler ile büyüleyici bir çini işçiliğine sahip. Çeşitli zamanlarda yaşadığı depremler, savaşlar nedeni ile zarar gören kısımları onarılmış. Caminin içi bölümü, dışına ve minaresine göre daha sade olarak tasarlanmış.
Bu civarda imarethane ve caminin yanı sıra hamam, külliye gibi yapılar da bulunmaktaymış ama zaman içinde onlar da yıkılmış ve doğanın ve insan elinin haşin saldırılarına dayanamamışlar. Bunlardan biri de müze ve caminin yanında bulunan Şeyh Kudbettin Camisi ve Türbesi. Bugün restore edilmiş durumda olan bu küçük eser de gezilebiliyor.
Roma Tiyatrosu
Şehrin planını bir (+) işaretine benzetirsek, müze, yeşil cami (+) işaretinin sağ üst bölümünde kalıyor. Sol alt kısımda ise yaklaşık 2bin yıllık, Romalılardan kalma tiyatronun ana yapısı bugün hala ayakta. Tiyatro alanında kazılar ve restorasyon çalışmaları halen devam ediyor. Yakın bir zamana kadar bu alan terk edilmiş, virane bir haldeymiş, ama şu anda bakılıyor, hatta burayı görmek istediğimizde kazı ekibinden bir uzman bize bu tarihi eseri, pazar günü olmasına rağmen, bölümleri ile birlikte uzun uzun anlattı ve gezdirdi. Buradan da kendisine tekrar çok teşekkür ediyorum.
İznik deyince, insanın aklına, adını bu kentten alan geleneksel el sanatımız İznik Çinisi geliyor. Çinicilik sanatı, bu kentimizde Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti ile başlamış ve 14. Yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti’nin tüm önemli mimari yapılarında kullanılmaya başlanmış. İznik çinisi, diğer seramiklere göre içerdiği kuvars miktarından dolayı oldukça sert ve sağlam bir ürün, bu nedenle de özellikle mimari olarak yapılarda sıklıkla kullanılmış. Osmanlı Devleti’nin dahi mimarı Sinan’ın neredeyse tüm eserlerinde İznik Çinisi bulmak mümkün. Sinan ve çağdaşları tarafından bu kadar yaygın kullanılması nedeniyle, İznik’te çini atölyelerinin sayısı ve İznik’in nüfusu bu dönemde oldukça artmış. Ancak daha sonra çeşitli nedenlerle bu ilgi azalmaya başlamış ve 18. Yüzyılda İznik’te çinicilik sanatı neredeyse yok olma seviyesine gelmişken, bugün tekrar hem bölgede açılan kurslar ve okullar sayesinde, hem de ilçeye kazandırdığı ekonomik güç sayesinde tekrar popüler bir sanat haline gelmiş.
İznik’e gelip, Nilüfer Hatun Çiniciler Çarşısı ve Süleyman Paşa Medresesi’ni görmeden dönmek kesinlikle olmaz. Orhan Gazi’nin oğlu olan Süleyman Paşa tarafından yaptırılan bu medrese binası bugün çini atölyelerine ev sahipliği yapıyor. Hem tarihi medrese yapısını görmek, hem çini atölyelerini görmek, hem de çini sanat eserleri satın almak için mutlaka görülmesi gereken bir yer. Diğer çini merkezi ise Nilüfer Hatun Çiniciler Çarşısı, bu çarşı da I.Murat Hamamı’nın hemen yanında yer alıyor. Süleyman Paşa Çarşısı’na göre burada daha çok dükkan ve daha çok eser bulabilirsiniz. Hepsi, büyük emeklerle tek tek yapılan ve boyanan bu eserler bence satın almak için oldukça uygun fiyatlarla satılıyor. Kendinize ve sevdiklerinize birer hatıra almadan İznik’ten dönmek olmaz. Bu eserlere evinizde her zaman yer bulabilirsiniz.
İznik’te yemek yemek için pek çok imkan bulabilirsiniz. Ama biz buraya özel, mevsime göre İznik Gölü’nden tutulmuş yayın balıklarının sunulduğu Çamlık Restoran’ı tercih ettik. Yayın balığı büyük bir balık ve parçalar halinde isterseniz ızgara isterseniz kızartma yapılabiliyor. Biz iki türü de denedik ve ikisini de çok beğendik. Ayrıca restoranın mezeleri de oldukça lezzetli ve fiyatları da makuldü. Sizlere de tavsiye ederim. Meşhur fabrikasyon köfte zinciri Köfteci Yusuf’un da İznik’li olduğunu ve ilk küçük dükkanının İznik’te olduğunu ve buradan tüm Türkiye’ye yayıldığını da buradan söylemek isterim. Balık sevmeyenler için köfte de çok iyi bir alternatif olabilir.
Bunları yaptıktan sonra göl kenarında yürüyüş yapabilir, çay bahçelerinde dinlenebilir, göl kenarındaki yazlık evleri seyredebilirsiniz.
Biz İznik’i İznik’in yerlisi ve İznik’in tarihi, kültürü ve kent hakkında fazlası ile bilgi sahibi olan yerel bir rehber eşliğinde gezdik. Böylece hem zaman avantajımız oldu, hem de doğru kaynaktan bilgilenmiş olduk. Sizler de İznik’i böyle bir rehber ile keşfetmek isterseniz bana mesaj atarak bilgi isteyebilirsiniz.
Uygarlıklar Başkenti İznik İznik, 4 büyük uygarlığa ev sahipliği yapmış anıtsal bir yerleşim yeri. Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu bu topraklarda yaşamış ve uygarlıklarını geliştirmişler, bu sırada da kendilerine başkent olarak İznik'i seçmişler.
#Aya Sofya#Çamlık Restoran#Kırgızlar Türbesi#Lefke Kapı#Nilüfer Hatun#Süleyman Paşa Medresesi#Sur#Yeşil Cami#İstanbul Kapı#İznik#İznik Çinisi#İznik Gölü#İznik Müzesi
0 notes
Photo

Ah bir yaz gelse, ışıl ışıl denizlere gitsek☀️🏊♀️#deniz#güneş#sahil#burhaniye#gezginkizlarim
0 notes
Photo

Ultimate Büyükada#spor#gençlik#aAdalar Rotary#Rotary fark yaratır (Büyükada)
0 notes