Tumgik
lawoud · 10 years
Text
Tumblr media
Bugünlerde gündemimizi en çok meşgul eden konulardan biri İç Güvenlik Yasa Tasarısı. Kamuoyunda 'İç Güvenlik Paketi' olarak bilinen tasarı, 132 maddeden oluşuyor ve "Temel kanun" olarak 5 bölüm halinde görüşülmesi planlanıyor. Bugüne kadar, yasa ile ilgili TBMM'deki tüm görüşmeler, kaderin bir cilvesi midir bilinmez "şiddetle" sonuçlandı. Ankara Barosu öncülüğünde Istanbul, İzmir, Diyarbakır, Antalya ve 79 Barodan binlerce avukatın protesto etmek için cübbeleriyle meclise yürüdüğü iç güvenlik paketi neler içeriyor, maddeler halinde anlatmak istedik. Tasarının kanunlaşmasıyla;
- Anayasal bir hak olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü esnasında yüzü tamamen ya da kısmen kapatmak ayrı bir suç olarak düzenlenecek,
- Polis hakim ya da savcı kararı olmaksızın gerekçe göstermeden istediği kişiyi durdurabilecek; üzerini, aracını, özel eşyalarını kolluk amirinin sözlü emriyle arayabilecek,
- Polisin savcıdan talimat alma ve haber verme zorunluluğu ortadan kalkacak,
- Polis, kendisinin ve başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri, fiilleri ayrı bir suç oluşturmadığı takdirde, kişinin can güvenliğinin sağlanması bakımından koruma altına alabilecek ya da olay yerinden uzaklaştırabilecek,
- Mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri suçüstü halleriyle sınırlı olmak kaydıyla şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylarda ve toplu olarak işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltına alma kararı verebilecek, (Mevcut düzenlemede gözaltı kararı savcı kararı ile verilebilir ve 24 saattir)
- Bildirimi yapılmış olan yasal gösteri ya da basın açıklamasında polis istediği kişiyi araçta tutabilecek ya da karakola götürebilecek,
- Telefon dinleme yetkisi genişletilecek, yargı kararına ihtiyaç olmadan dinleme süresi 48 saate çıkarılabilecek,
- Vali, kolluk amir ve memurlarına doğrudan emir verebilecek. Suç faillerini bulmak ve suçun aydınlatılması konusunda her türlü tedbiri almak yetkisi valilere verilecek,
- Polise tanınan silah kullanma yetkisinin kapsamı genişletilecek, polis basınçlı veya kimyasal boyalı su kullanabilecektir.
Yukarıda belirttiğimiz belli başlı düzenlemelerinden  anlaşılacağı üzere, yasa tasarısı bu haliyle başta kuvvetler ayrılığı ilkesi olmak üzere hukuk devleti ve adalet olgusuna aykırıdır. Yargının elinde olan yetkiler alınarak yürütmeye devredilmiştir. Daha çok "olağanüstü hal rejimi" halini  andıran bu düzenlemelerin yürürlüğe girmesi ile keyfi uygulamaların önü açılacak,özgürlüklere müdahaleler kolaylaşacaktır. Yargının sac ayağını oluşturan avukatların endişelerinin göz önüne alınmasını ve yasa tasarısının geri çekilmesini diliyoruz.
Av. Hediye Gökçe BAYKAL
4 notes · View notes
lawoud · 10 years
Text
Özgecan Aslan davasında suçluların alması gereken cezayı Av. Hediye Gökçe Baykal yazdı.
Özgecan Aslan, 2015 yılının resmi kayıtların göre ülkemizde cinayete kurban giden 21. Kadın. Resmi olmayan kayıtlar neler söylüyor bilmiyoruz. Özgecan 20 yaşında bir üniversite öğrencisi. Evine gidiyordu, arkadaşı ile dolmuşa bindiler, arkadaşı indikten sonra Özgecan'dan bir daha haber alınamadı. Ailesi tarafından polise başvurulması üzerine, son bindiği dolmuş tespit edildi. Dolmuştaki kan lekeleri "tavuk kestik" diye açıklandı. Genç kızın cesedi, 3 gün sonra bir dere yatağında yanmış olarak bulundu. Bıçaklanarak öldürülmüştü üstelik tecavüze uğradığı iddia ediliyordu. Genç kızı öldürdükten sonra yaktıkları ileri sürülen 3 kişi yakalanarak gözaltına alındı. Katil zanlısı Suphi A. İfadesinde; genç kızın dolmuşta tek kalması üzerine dolmuşun güzergahını değiştirerek bir yerde durduğunu, kıza tecavüz etmeye kalkınca kızın kendisine biber gazı sıktığını ve direndiğini, bunun üzerine kızı bıçaklayıp başına demir çubukla vurduğunu, daha sonra babası ve arkadaşına haber verdiğini, onlarla birlikte cesedin üzerine benzin dökerek yaktıklarını söyledi. Üstelik maktule, boğuşma sırasında zanlının yüzünü çizdiğinden Tırnak aralarından DNA örneği alınmasın diye ellerini bileklerinden kesip yaktığını da ekledi. Soğuk kanlılıkla..Özgecan Arslan'ın katil zanlısı halk tarafından Linç edilmek istendi, "idam edilsin" çığlıkları hem aile hem de sosyal medya üzerinden bir çok kişi tarafından dile getiriliyor. Ancak bilindiği üzere mevcut Ceza Kanunlarımızda idam cezası öngörülmüyor. Peki genç kızın katil zanlısı, babası ve arkadaşı ne gibi cezalarla karşı karşıya?Öncelikle belirtmek gerekir ki; zanlının maktule tecavüz ettiği henüz belirlenmemiştir. Yapılacak otopsi incelemesinden sonra ortaya çıkacak bu durum suçun vasfını belirlemede yardımcı olacaktır. Türk Ceza Kanunu 102. Maddesi cinsel saldırı suçunu düzenler. Maddenin 6. Fıkrası "suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur" şeklindedir. Mevcut olayda her ne kadar maktulenin ölümü cinsel saldırı sonucu oluşmasa da 4. Fıkrada düzenlenen "suçun işlenmesi sırasında mağdurunun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanmak durumu" oluştuğundan 6. Fıkranın uygulanacağının kabulü gerekir. Dolayısıyla Zanlı ağır ceza mahkemesinde,  ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanacaktır. Zanlının ifâdesinde maktuleyi güzergah dışında tenha bir yere götürdüğünü söylemesi ise Hürriyeti tahdit suçunu oluşturur. Dna örneklerini ortadan kaldırmak için genç kızın ellerini kesmesi veyahut cesedin yakılması, suçu işleyen kişinin "suç delillerini yok etme, gizleme veya Değiştirme" suçunun faili olamayacağından ayrı bir suç olarak değerlendirilemez. Katil zanlısının babası ve arkadaşı cesedi yakmak ve dere yatağına atmak sureti ile Türk Ceza Kanunu 281. Maddesinde düzenlenen "suç delillerini yok etme, gizleme veya Değiştirme" suçunu işlemişlerdir. Madde Hükmü faile 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezasını öngörür. 765 sayılı Kanunda "maktulün cesedini saklamak" ayrı bir ceza olarak düzenlenmiş ise de 5237 sayılı yeni Ceza Kanununda bu yönde bir düzenleme olmadığından suçun niteliği, suç delillerini yok etme, gizleme veya Değiştirmedir. Olayın oluş şeklinin aydınlanması, otopsi raporu ve diğer deliller ile suçun niteliğinde değişiklik olabilir. Ancak tüm kamuoyu gibi bizim de endişemiz zanlı lehine uygulanacak hükümlerdir. Daha önce benzer olaylarda uygulanan "kısa etek giydi" "cilve yaptı" "zaten bâkire değildi" indirimleri bu endişeyi artırmaktadır. Bugüne kadar verilen cezaların caydırıcı özelliği olmaması gerçeği karşısında, somut olayda zanlıya verilecek ceza ile benzer Olayların önünün kesilmesini umuyoruz.
Av. Hediye Gökçe Baykal
4 notes · View notes
lawoud · 10 years
Text
Küçük Pamir'in ölümü ile ilgili iddianame
Tumblr media
Çocuğun bakım ve gözetim yükümlülüğü.
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu haftaki konumuz çocukların bakım ve gözetim yükümlülüğü ile ilgili. Hukuken, 18 yaşından küçük bireyler çocuktur. Çocukların gerek iç hukukta gerekse uluslararası  bağlamda düzenlenmiş sözleşmelerle birtakım hakları bulunmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi uyarınca, her çocuk yaşam hakkına sahiptir. Yaşama hakkı, çocuğun diğer tüm hak ve özgürlüklerinin temelini oluşturmaktadır. Devletler, çocuğun hayatta kalmasını ve gelişmesini güvence altına alacak azami çabayı sarf etmek zorundadırlar.
  Uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan çocuğun yaşama hakkı, bakım ve gözetimi Türk Medeni Kanunu’nda da düzenlenmiştir. Bu yükümlülüğe uymama da Türk Ceza Kanunu ile yaptırıma bağlanmıştır.
  Bildiğiniz gibi nisan ayında küçük Pamir’in Zekeriyaköy’deki evinin civarında kaybolması ile büyük bir seferberlik başlatılmış ve İstanbullular neredeyse o bölgeye akın edip küçük çocuğu aramaya başlamışlardı ve maalesef küçük Pamir kaybolduktan 30 saat sonra yan villanın havuzunda ölü olarak bulunmuş ve bu durum hepimizi derinden üzmüştü.
  Pamir’in ölümüyle ilgili olarak geçtiğimiz hafta savcı bir iddianame hazırladı ve bu iddianame büyük tepki topladı. İddianamede Pamir’in annesi hakkında “taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan” 6 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması istemiyle dava açılması söz konusuyken Pamir’in babası hakkında “takipsizlik kararı” verilmişti. Gerekçe olarak da çocuğun bakım ve gözetimi ile ilgili yükümlülüğün annede olduğu belirtilmişti. Bu iddianame bende de şok etkisi yarattı. Çünkü kanunen küçük çocukların bakım ve gözetimi yükümlülüğü anne ve babaya eşit olarak verilmektedir ve ortada bu yükümlülüğe aykırı bir durum söz konusu ise anne de baba da yargılanmalıdır. Zaten Pamir’in babası da yargılanmak istediğini belirtti.
  Gelelim konumuza!
  Türk Medeni Kanunu’nun 327. Maddesine göre; çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler anne ve baba tarafından karşılanır. Yine 328. Maddeye göre, anne ve babanın bakım borcu çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Çocuğun bakım ve gözetiminin sağlanması ile ilgili yükümlülük aynı zamanda velayetin annede mi babada mı olduğu ayrımına girilmeksizin ikisine de yüklenmiş bir sorumluluktur. Medeni Kanun’daki açık hükme rağmen iddianamede sadece anne üzerinde sorumluluk olduğu kanaatine varılması, kadın hakları ve eşitlik hakkı kapsamında değerlendirildiğinde maalesef karşımıza ayrımcı bir yaklaşım çıkmaktadır. Halbuki bu gibi durumlarda, her somut olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu olayda anne de baba da evdedir ve uyumaktadır. Çocuk tam da bu sırada evden çıkmıştır. Çocuk o anda hem anne hem de baba gözetimi altındadır.
  Çocuğun bakım ve gözetimi yükümlülüğü Medeni Kanun’da düzenlenmiş ve bu yükümlülüğün ihlali de Türk Ceza Kanunu’nda cezai yaptırıma bağlanmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 233. Maddesine göre; aile hukukundan doğan bakım, gözetim, eğitim ve destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişi, şikayet üzerine, 1 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır, denilmektedir. Bakım yükümlülüğünün yerine getirilmemesi ölüme veya yaralanmaya neden olursa, bu ihmali davranış neticesinde taksirle veya kasten ölüme veya yaralamaya neden olma suçlarını oluşturur.
  Pamir olayında da iddianamede, taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan ama sadece anne hakkında dava açılması istenmektedir. Halbuki bu yükümlülük hem anne hem de babada olup somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılarak bir sonuca varılmalıdır. Şimdi iddianame onay için İstanbul Başsavcılığı’nın onayına sunuldu. Onay alırsa Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilecek ve Asliye Ceza Mahkemesi 15 gün içinde iddianamenin kabulü ya da reddi konusunda karar verecek. Biz de hep birlikte kararı bekliyor olacağız.
  Gelecek hafta görüşmek üzere.
  Av. Aslı AĞAR
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
Kira ödemeyen kiracı nasıl tahliye edilir?
Tumblr media
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu hafta, evini ya da işyerini kiraya vermiş kişileri yakından ilgilendiren bir konu ile birlikteyiz. Düşünsenize, mülkünüzü kiraya veriyorsunuz ve ya en başından itibaren ya da bir süre sonra kiracınız kira parasını ödememeye başlıyor, siz ödemesini söylüyorsunuz ama kiracınız ödememeye devam ediyor. Bu durum maalesef herkesin başını ağrıtabilecek bir konu.
Kira parası, kira sözleşmesinde kiraya verenin belirttiği banka hesabına ve yine kira sözleşmesinde belirtilen tarih aralığında “her ay” ödenir. Genel uygulama bu şekildedir. Sözleşmede bu konu ile ilgili bir kesinlik yoksa Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır. Hatta aslında kira sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmış olması da geçerlilik şartı değildir ancak ispat şartıdır ve kira sözleşmesi genel uygulamada yazılı şekilde yapılmaktadır.
Kiracının, kira parasını zamanında ve tam olarak ödememesi durumunda kiraya verenin kira sözleşmesini feshetme ve kiracıyı tahliye etme hakkı vardır. Bunun için kiraya veren, kiracısına ihtar vasıtasıyla süre vermeli ve bu süre içerisinde kiracı borcunu tamamen ya da kısmen ödemezse kira sözleşmesinin ortadan kalkacak olduğunu belirtecek ve sonrasında da tahliye davası açabilecektir.
“Kiracıya ihtar” dediğimizde sadece noter vasıtasıyla ihtar çekmeyi algılamayın. Tabi ki bu şekilde de yapabilirsiniz ama ben (birikmiş kira alacağınızı faiziyle talep ettiğiniz) icra takibi yoluyla bu ihtarın yapılmasını öneririm. Böylece noter masrafından kurtulursunuz. Ve yine bir ihtardan bahsettiğimiz için borçluya icra takibi yoluyla gönderdiğiniz ödeme emrinde bu ihtarın ve birazdan belirteceğim 30 günlük sürenin belirtilmiş olması şarttır. Aksi takdirde açacağınız tahliye davası tehlikeye girer.
Kiracıya icra takibi yoluyla başvurulmasında, kiracının kiralanan yerden tahliyesi sonucunu alabilmek için kiracıya “örnek no 13” dediğimiz bir ödeme emri gönderilir ve kiracıya birikmiş kira borcunu ödemesi için 30 günlük süre verilir. Kiracı, kendisine tebliğ edilen ödeme emrine 7 günlük süre içinde itiraz etmezse takip kesinleşir. Takip kesinleştikten sonra 30 günlük süre başlar. 30 günlük süre içerisinde kiracı kira borcunu kiraya verene ya da icra dairesine öderse tahliye edilmekten kurtulur. Ancak 30 günlük süre içerisinde bir ödeme yapmazsa kiraya verenin yetkili İcra Mahkemelerinde tahliye davası açarak kiracıyı tahliye ettirme hakkı doğar. Bu dava olumlu sonuçlanıp kesinleşince, kiraya veren, kiracısı aleyhine icra takibi başlattığı icra dairesindeki dosya ile icra memurları ile birlikte giderek kiracısını mülkünden çıkarabilir. Bu şekilde tahliyeye “temerrüt nedeniyle tahliye” diyoruz.
Yukarıda belirttiğim, tahliyeye yönelik yollardan biriydi. İkinci bir yol daha var. O da “iki haklı ihtar nedeniyle tahliye.” Bu, birincisinden daha teknik bir durumdur ve kira sözleşmesinde kira başlangıç tarihi olarak yazılmış tarihin önemi büyüktür. Çünkü bir kira yılı içerisinde 2 haklı ihtardan bahsettiğimiz zaman biz 1 kira yılını o kira başlangıç tarihine göre belirleriz. Mesela; kira sözleşmesinde yazılı kira başlangıç tarihi 15.05.2013 ise 15.05.2013 – 15.05.2014 tarihleri arası bir kira yılıdır.
Yukarıda anlattığımız ilk tahliye yoluyla ilgili olarak kiracı, kendisine verdiğiniz 30 günlük süre içerisinde, birikmiş kira borcunu ödemezse 30 günün sonunda İcra Mahkemesinde dava açabiliyordunuz. Peki ya 30 günlük süre içerisinde öderse? O zaman işte dediğimiz bu ikinci yolla devam edebilirsiniz. Çünkü her ne kadar 30 günlük süre içerisinde birikmiş kira borcunu ödemiş olsa da kendisine 1 haklı ihtar yapılmış olacaktır. Kiracınızı tahliye için ise ikinci bir haklı ihtara daha ihtiyacınız olacaktır. Bir kira yılı içerisinde ilk haklı ihtarınızdan sonra kiracınız yeniden ödemede gecikme yaparsa 2. haklı ihtar için yeniden icra takibi yoluyla kendisine başvurarak yine yukarıda anlattığımız gibi kendisine “örnek no 13” göndererek 30 günlük süre vereceksiniz ve artık 30 günlük süre içerisinde ödeyip ödememesi değil, önemli olan bu ödeme emrinin kiracıya ulaşma (tebliğ edilme) tarihine kadar birikmiş kira bedelini ödememiş olması yani ikinci haklı ihtarın kendisine gönderilmiş olması olacaktır. İki haklı ihtar nedeniyle tahliye için dikkat edilmesi gereken nokta ise, bu iki haklı ihtarın kiracıya 1 kira yılı içerisinde yapılmış olmasıdır. Yani mesela yukarıda belirttiğim örnek tarih olarak 15.05.2013 – 15.05.2014 tarihleri arasında kiracıya iki haklı ihtarın yapılmış olmasıdır önemli olan. (tahliye edebilmek için)
Yine iki haklı ihtarla tahliye davası açabilmek için büyük önem arz eden konulardan biri de kira sözleşmesinde "muacceliyet şartı" bulunmamasıydı. Ancak Türk Borçlar Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile birlikte kira sözleşmelerine konulan "muacceliyet şartı"nın, Türk Borçlar Kanunu ile gelen "kiracı aleyhine düzenleme yasağı" nedeniyle geçersiz olacağı düzenlenmiştir. Ancak yine de eğer kiracı, Türk Ticaret Kanunu kapsamında"tacir" sayılan kişilerden ise ya da ortada bir "işyeri kirası" mevcut ise Türk Borçlar Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile ilgili olarak, 1 Temmuz 2012'den itibaren 5 yıl süre boyunca "kiracı aleyhine düzenleme yasağı" maddesi tacir olarak nitelenen kişilere ve işyeri kiralarına uygulanmayacağı için bu süre içinde kira sözleşmelerine konulmuş muacceliyet şartı, "sözleşme serbestisi" kapsamında geçerli olmaya devam edecektir. Bu durumda tacir sayılan kiracılar ve işyeri kiraları için,  2 haklı ihtar nedeniyle tahliye koşullarının oluşmamasının önüne geçmek adına bu şartı kira sözleşmelerine koymamalarını tavsiye ederim.
En sonunda da, aynı kira yılı içerisinde iki haklı ihtar gönderdiğiniz kiracınızın tahliyesi için tahliye davası açma safhası geliyor. İki haklı ihtar nedeniyle açılacak tahliye davaları ise icra mahkemelerinde değil sulh hukuk mahkemelerinde açılmaktadır. Bu davanın açılma süresi de önemlidir. Bu davanın mutlaka ve mutlaka kira süresinin bitiminden itibaren 1 aylık süre içerisinde açılmış olması gerekir. Aksi halde sonuç alamazsınız ve bir sonraki kira yılını beklemek durumunda kalırsınız.
Yukarıda belirttiğim kiracı tahliyesine ilişkin hususlar teknik bilgi ve dikkat isteyen konulardır. Zamanınızı ve paranızı boşa harcamamak için mutlaka bir avukat yardımıyla yapılmasını tavsiye ederim. Tabi ki siz bu konuları çok iyi biliyorsanız o başka.
Gelecek hafta başka bir konu ile yeniden birlikte olmak üzere.
Av. Aslı AĞAR
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
Bankaların aldığı dosya masraflarını geri alma prosedürü.
Tumblr media
TÜKETİCİ MASRAFI İADESİ
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu hafta aslında birçok kişinin haberdar olduğu o konu ile ilgili yazmaya karar verdim: Tüketici masrafları ve iadesi. Yaklaşık 6 ay önce Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin emsal nitelikteki kararı sonucu bankaların tüketicilerden almış olduğu masrafların iadesinin gerektiğine ve bu masrafların hesabının geriye dönük 3 yıl değil Borçlar Kanunu’nda yer alan 10 yıl olarak kabulüne karar verilmişti. Sonrasında bankalardan kredi kullanmış olan tüketiciler, bankaların haksız olarak kendilerinden almış olduğu dosya masraflarının iadesi için harekete geçmeye başladılar.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, bankaların tüketicilerden masraf adı altında almış olduğu kalemlerin haksız olması ve iadesinin gerekmesi, tüketici ile bankalar arasında imzalanan sözleşmelerin matbu ve bankalar tarafından hazırlanmış olması ve tüketicilerin müdahalesine kapalı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu matbu sözleşmelerdeki ağır şartlar, bankaların tüketiciler aleyhinde kaleme aldığı ve Tüketici Kanunu’na aykırı olan maddelerdir. Biz bunlara “haksız şart” deriz. Haksız şartlar tüketicileri bağlamaz.
Tüketicilerin kullandıkları krediler (bireysel kredi, ihtiyaç kredisi, konut kredisi vb.) nedeniyle bankaların kendilerinden almış oldukları dosya masrafları, yapılandırma ücretleri, ipotek kaldırma ücretleri, erken ödeme ücretleri, komisyon ücretleri, fazladan alınan faiz, kredi kartı aidatları gibi türlü isimle karşımıza çıkan kalemler bankaların tüketicilerden haksız olarak aldıkları ücretler olup verdiği hizmetin karşılığı değildir. Bu nedenle son 10 yıl içerisinde bankalardan kredi çekmiş ve kredi kartı kullanmış tüketicilerin kendilerinden haksız olarak alınmış masrafların iadesi için hukuki yollara başvurarak haklarını aramaları gerekir. Yargıtay’ın da emsal kararı nedeniyle sonuç alacaklardır ve almaktadırlar. Ancak unutulmamalıdır ki Tüketici Kanunu çerçevesinde incelediğimiz bu konu tüketicileri ilgilendirmektedir. Bankalardan kredi kullanmış kişilerin kendilerinden haksız olarak alınmış masrafları geri almak için tüketici sıfatıyla banka müşterisi olmuş olması gerekmektedir.
Prosedür nasıldır?
Öncelikle 6502 sayılı yeni Tüketici Kanunu uyarınca 2000 TL altındaki alacaklar için tüketicinin ikametgahında bulunan ilçe hakem heyetine, 2000 – 3000 TL arasındaki alacaklar için il hakem heyetine, 3000 TL üstündeki alacaklar için ise Tüketici Mahkemelerine başvurulması gerekmektedir.
Tüketici, kendisinden haksız şekilde masraf almış bankaya kendisi ya da vekalet vermiş olduğu avukatı vasıtasıyla dilekçe ile başvurur. Dilekçe ile tüketicinin elinde sözleşme bulunmuyorsa sözleşmenin bir örneği, geriye dönük 10 yıl içinde tüketiciden haksız olarak alınmış masrafın miktarını gösterir yazı ve bu miktarların tüketiciye geri ödenmesini talep edilir. Bankalar genelde bu belgeleri tüketici ya da avukatına verir ancak ödeme yapmaz. Hatta bazı bankalar bu belgeleri vermek için bile tüketiciden değişen miktarlarda masraf almaktadır. Bu masraflar da sonunda geri alınır. Tüketici, bankadan aldığı sözleşme örneği, ödeme planı ve kendisinden haksız olarak alınmış masrafı gösterir belge ile birlikte, miktara göre tüketici ilçe hakem heyetine, tüketici il hakem heyetine ya da tüketici mahkemesine gider. Tüketici hakem heyetleri harç ve masraf almamaktadır. Sadece avukat vasıtasıyla işlem gerçekleştiriliyorsa vekaletname için baro pulu isteyen hakem heyetleri bulunmaktadır. Tüketici mahkemesinde dava açmak için ise 250-300 TL civarında harç ve gider avansı ödenmesi gerekecektir. (Davanın kazanılması sonucunda bu masraflar da bankadan geri alınır.)
Tüketici ilçe ve il hakem heyetlerinin kararlarına tebliğ edildiği tarihten itibaren 15 gün içinde Tüketici Mahkemesinde dava açma yoluyla itiraz etmek mümkündür. Bunu banka da yapabilir tüketici de. (Hakem heyetinin kararı kimin aleyhinde ise o taraf itiraz eder.) Süresinde itiraz edilmeyen hakem heyeti kararları kesinleşerek icra takibine konu olabilir. Tüketici Mahkemesi kararı da kesinleştiğinde icra takibine konu olur. Kısacası tüketicinin lehine tüketici masraflarının iadesi yönünde kesinleşmiş kararların icra takibine konu edilmesi gerekir. Özellikle işleyecek faiz ve tüketicinin avukatı lehine hükmedilmiş vekalet ücretinin tahsili için banka aleyhinde icra takibi başlatınız. İcra takibi başlatırken de harç ödenmektedir ancak bu da bankadan geri alınmaktadır. Yani masraf yapacaksınız ama bu masrafları en sonunda mutlaka geri alacaksınız. Bu nedenle mutlaka bir tüketici olarak hakkınızı aramalısınız.
Son aylarda tüketicilerin bu konuyla ilgili bilinçlenmesi ve hakem heyetlerine başvuruların çoğalması nedeniyle ilk zamanlarda hakem heyetleri 1-2 ay içinde karar verirken şimdi bu süre yoğunluk nedeniyle 6 aya kadar uzayabilmektedir. Tüketici mahkemelerinde ise davanın açıldığı tarihten 1 sene sonrasına duruşma günü verildiğini bile gördük. Bu nedenle maalesef biraz sabrederek beklememiz gerekiyor.
Son olarak; internetten, telefonla arayarak ya da sms göndererek tüketici olarak yaptığınız masrafları sizden masraf almadan tahsil edip geri vereceğini taahhüt eden kişi ve kurumlara asla güvenmeyin. Bu işlemleri avukatınız vasıtasıyla ya da uğraşabilecekseniz kendiniz yapın.
Gelecek hafta görüşmek üzere.
Av. Aslı AĞAR
0 notes
lawoud · 10 years
Text
Metrodaki vatandaş siz olsaydınız haklarınız neler olurdu?
Tumblr media
İDARENİN HİZMET KUSURU, MADDİ MANEVİ TAZMİNAT TALEPLERİ
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu hafta sizlere herhangi bir üst geçidin üzerime çökme tehlikesinin olduğu, metroda vagona demir çubuk girme ve beni yaralama ihtimalinin olduğu, herhangi bir inşaattan kafama tuğla düşme olasılığı yüksek olan bir yerden, Türkiye’den yazıyorum. Aaa! Siz de mi buradasınız J O zaman anlatacaklarıma kulak vermelisiniz.
  Her haftaya absürd bir olayla başladığımız bir ülkede yaşıyoruz. Hala yaşıyoruz diye şükrediyoruz. Dün İstanbul Metrosu’nda yine “sadece Türkiye’de olur” diyebileceğimiz bir olay yaşandı. Sanayi Mahallesi  - Seyrantepe metro hattında akıl almaz bir kaza meydana geldi. Demir bir çubuk, metronun ön vagonunu deldi ve bir vatandaşa saplandı. Vatandaş ameliyata alındı vs. Geçenlerde de metrobüsün üst geçidi çökmüş ve bir faciadan kıl payı dönülmüştü. Bu feci olaylara evimizden işimize, okulumuza giderken, sokakta yürürken, toplu taşıma araçlarını kullanırken, kısacası evden adımımızı attığımızda hepimiz maruz kalabiliriz. Bu dehşet verici ihtimaller serisi üzerimizde kara bulutlar gibi dolaşmaya devam ettiği için haklarınızı ve nasıl bir yol izlemeniz gerektiğini öğrenmenizi istedim ve bu hafta bu yazıyı hazırlamaya karar verdim.
  Metroda seyahat ederken vagona giren demir çubuk bir vatandaşın vücuduna saplandı. Peki şimdi vücuduna demir çubuk saplanan ve hastanelik olan bu vatandaş hakkını nasıl arayacak? Ne yapacak? Uğradığı maddi manevi zararı kimden ve nasıl talep edecek?
  Öncelikle Cumhuriyet Savcılığı bu konuyla ilgili bir soruşturma başlatıp sorumluları tespit etmek ve cezalandırmak için harekete geçecek. Savcı, sorumluları tespit edip bir iddianame hazırlayacak ve ceza davası açacak. Vücuduna demir çubuk saplanmış olan vatandaşımız da bu ceza davasında “mağdur” sıfatıyla yer alacak ve ilk duruşmadan itibaren davaya “katılma” talebini dile getirip (dilekçe yoluyla ya da duruşmada sözlü olarak) davada “katılan” sıfatıyla yer almaya çalışacak ve bu talebi mahkeme tarafından kabul edilecek.
  Ancak vücuduna metroda seyahat ederken demir çubuk saplanan vatandaşımız için tüm bunlar yeterli mi? Tabi ki hayır! Uğradığı maddi manevi zarar ne olacak? Ameliyat ve tedavi masrafları var, çalışan biriymiş ve bir süre çalışamayacağı için alamayacağı maaşı var, bakmakla yükümlü olduğu kişiler var, belki sakat kalacak ve ömür boyu tedavi görecek, olayın şoku var, bunun psikolojik tedavisi de var, kendisinin ve ailesinin olaydan dolayı yaşadığı üzüntünün, çektiği çilenin de bir bedeli var. İşte bunlar hep maddi ve manevi zarar ve bunların tazmini gerekiyor. Peki kim tazmin edecek bu zararları? Bu inanılmaz kazaya neden olan kurum kimse o tazmin edecek. Yani burada İstanbul Metrosu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi zararın giderilmesi için başvurulacak mercii oluyor.
  İdarenin hizmet kusuru diye belirttiğimiz bu durumlarda idari kurumların (burada metro hizmetini sunan belediye oluyor) sağladığı hizmetler dolayısıyla vatandaşlara cismani zarar vermesi durumunda (metroda seyahat eden vatandaşın vücuduna demir çubuk saplanması) vatandaşların uğradığı maddi manevi zararı da idare tazmin etmekle yükümlüdür. Bu zararların tespiti aslında o kadar kolay değildir. Çünkü olayın sıcaklığıyla meydana gelen maddi zararlara her zaman yenilerinin ve o anda öngörülmesi mümkün olmayan ek zararların eklenmesi her zaman mümkündür. Kişinin tedavi masrafları, çalışamadığı için kaybettiği işi, alamadığı maaşları, ek giderler, iş gücü kaybının yanına sonradan eklenme ihtimali olan diğer zararlar da oluşabilir. Burada bakılacak olan, meydana gelen bu olay nedeniyle kişinin uğradığı zararlar, yani bu olay olmasaydı, şu masraflar yapılmayacaktı ve şu gelir kaybı yaşanmayacaktı. Bunun haricinde manevi boyutu da kişinin ve yakınlarının olay yüzünden yaşadığı şok, ağır keder ve üzüntüdür ve bunun da parasal boyutu her olay için farklı olabilir. Kısacası, idarenin hizmeti ile meydana gelen olay arasında nedensellik bağının kurulması gerekir.
  Kişiler böyle bir olayla karşılaştıkları zaman, olayın meydana geldiği tarihten itibaren 1 yıl içinde idareye yazılı bir şekilde başvurup (noter vasıtasıyla olmasını öneririm) zararlarının tazminini talep etmek zorundadırlar. Bu 1 yıllık süre hak düşürücü süredir ve 1 yılı aştıktan sonra tazminat talep etme hakkı maalesef ortadan kalkmaktadır. İdareye bu talebini bildiren vatandaş talebini içeren dilekçesinin idareye ulaştığı tarihten itibaren 60 gün bekler. İdare bu talebe karşı 60 gün içinde ya sessiz kalır ve hiçbir cevap vermez ya da talebi reddettiğini bildirir. Bu durumda idare mahkemelerinde idare aleyhine (burada bana göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Ulaştırma Bakanlığı’dır) tam yargı davası açarak maddi ve manevi zararlarının tazmini talep edilmelidir. Çünkü burada idarenin sağladığı hizmetten dolayı bir hizmet kusuru oluşmakta, kişiye cismani bir zarar verilmekte ve böyle bir durumda kusur da aranmamaktadır. Yani idare her halükarda burada sorumlu olacaktır. O metroda seyahat edenlerin can ve mal güvenliğini sağlamak bu hizmeti sağlayan idarenin sorumluluğu altındadır ve zarar gören kişiler idarenin kusurlu olduğunu ispat etmek zorunda değildir. Kamu düzenine ilişkin objektif bir sorumluluk, kusursuz sorumluluk söz konusudur. İdare ancak zarar görenin ağır kusuru ve mücbir sebep (engel olunamayacak, önceden öngörülemeyecek beklenmedik olay) hallerinde sorumluluktan kurtulacaktır ki işlediğimiz bu olayda böyle bir durum da söz konusu değil.
  Yazımı bitirirken dikkat edilmesi gereken hususların özetini geçmek isterim: Olayın meydana geldiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde zarara neden olan idari kuruma başvurarak maddi manevi zararların tazminini talep etmek gerekmektedir. Bu talebin o idari kuruma ulaştığı (tebliğ edildiği) tarihten itibaren 60 gün süre içerisinde o idari kurumdan cevap beklenir. (Genelde red cevabı ya da sessiz kalma durumuyla karşılaşırsınız.) 60 günün sonunda da olayın meydana geldiği yerdeki, idari kurumun yerleşme yerindeki ya da zarara uğrayan kişinin ikametgahının olduğu yerdeki idare mahkemesine başvurup tam yargı davası açılarak maddi ve manevi zararların tazmini istenir. Manevi zarar talep edecek kişiler olayın özelliklerine göre zarara uğrayan kişinin ailesi de olabilir. Bu durum her olay için farklılık arz eder. Ve bir iyi haber daha: İdarenin hizmet kusuru nedeniyle açılacak tam yargı davalarında, bedensel zarar ya da ölüm meydana gelmişse dava açarken ödenecek harçlarda indirim olmaktadır.
  Umarım böyle şeyler hiçbirinizin başına gelmez ama başınıza geldiği zaman yapacaklarınızı artık biliyorsunuz.
 Gelecek hafta görüşmek üzere… 
Av. Aslı AĞAR www.agarhukuk.com.tr
4 notes · View notes
lawoud · 10 years
Text
Şirket kurmadan E-Ticaret yapılabilir mi?
Tumblr media
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu hafta yine merak ettiğiniz ve bana da sıkça sorduğunuz konulardan biriyle daha sizlerleyim. Konumuz elektronik ticaret yani kısa adıyla e-ticaret. Malum, internet artık hayatımızın her alanında ve akıllı telefonlarımızla, tabletlerimizle hep yanımızda. Sınırsız bilgiye ulaşma imkanının ötesinde artık facebook, twitter, instagram, foursquare linkedin, google + diye örneklerini çoğaltabileceğimiz sosyal paylaşım siteleri insanların internette daha çok vakit geçirmesini sağlıyor. İnternette geçirilen zamanın fazlalığı ve internetin yarattığı etkileşim sayesinde, milyonlarca insana erişim rahatlığının oluşmasıyla, ticari hayatın da internet ortamına kaydığını görüyoruz. Şirketlerin e-ticaret kullanmaya başlaması 1996 yılına kadar dayanıyor ancak tabi ki şimdiki kadar aktif değildi. Şimdi ise perakende satış yapan büyük firmalar internette de yer almak zorunda. Bunu aslında sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla yapıyorlar ve e-ticaret uygulamasına geçmezlerse ya da farklılık yaratmazlarsa firmaların kendi internet sitelerine çok tıklanacağını düşünmüyorum. Hali hazırda kurulmuş bir şirketin e-ticaret uygulamasına geçişinde sorun yok. Zaten vergisel yükümlülüklerini yerine getirdiği açıktır.
Peki ticaret hayatına doğrudan e-ticaret ile geçecekler ne olacak? Bir şeyler üreten ya da mal alıp satacak kişiler bir dükkan ya da mağaza açmadan doğrudan internet üzerinden satış yapmak istiyorlarsa ne yapacaklar? Fırsat sitelerini ve indirimli satış yapan malum internet sitelerini biliyoruz. Birçoğumuz buralardan alışveriş yapıyoruz. Özellikle kart bilgilerimizi girdiğimiz için bu sitelerden online güvenilir alışveriş yapabildiğimizi bildiğimiz için, Tüketici Kanunu gereğince sahip olduğumuz haklarımızı ihlal etmeye çalışmayacakları için tercihimiz oluyorlar. (Ayrıca böyle bir riske giremezler çünkü onların arasında da rekabet söz konusu.) Ve tabi ki kargoyla kapımıza kutuların içinde fatura ve sevk irsaliyesi görüyoruz değil mi? Bu da demek oluyor ki internet üzerinden yapmış olduğumuz bu alışveriş vergilendirilmiş.
“Bir şirket kurmadan internet üzerinden satış yapabilir miyim” sorularıyla karşı karşıya kalıyoruz. İster fiziksel bir mağazadan ister e-ticaret sitesinden satış yapılıyor olsun hiç fark etmez, ticari bir faaliyet söz konusuysa kanunlarımız uyarınca vergilendirilmesi gerekmektedir. E-ticaret yapmak için bir site açtırıp ürünlerini elektronik ortamda sergilemeye başlayan kişi ya da kişiler bu işi şahıs olarak da yapabilir bir şirket kurup kurumsal bazda da yapabilirler (ki zaten şahıs da şahıs firması olarak adlandırılır.) Şahıs olarak yapacaklar Gelir Vergisi Mükellefi, şirket kurup da yapacaklar da Kurumlar Vergisi Mükellefi olurlar. Yani eninde sonunda vergi dairesi ile ilişkinizi başlatmak zorundasınız. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler bir süre sonra altından kalkılamayacak para cezalarıyla karşı karşıya gelme riskine girmiş olurlar. Çünkü Maliye, internet ortamında ticaret yapanları otomatik olarak tespit edebiliyor. Kendi kullanmadığı eşyalarını, eski eşyalarını internet üzerinden yılda bir defaya mahsus olarak ya da maksimum 2 sefer satanlar için sıkıntı yok ancak Maliye tarafından yapılan banka hesap hareketleri incelemeleri ile e-ticaret yapanların takibi sonucu hareketlilik tespit edilen kişilerin vergi mükellefi olmadıklarının tespit edilmesi durumunda geriye dönük şekilde vergilendirme ve Vergi Usul Kanunu 344, 352 ve 353. maddeleri çerçevesinde idarenin tayin edeceği usulsüzlük cezaları (para cezaları) kesilmektedir.
Vergi cezalarıyla karşı karşıya kalmamak için e-ticarete atılan kişilerin yukarıda da belirttiğim gibi öncelikle vergi dairesine başvurarak kayıt yaptırması gerekir. Gerçek kişi mükellef kaydı (ikametgahın olduğu yerdeki vergi dairesine başvuru) ya da tüzel kişi mükellef kaydı (şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki vergi dairesine başvuru) seçeneklerinden biri tercih edilmelidir.
Sonrasında defter tutma yükümlülüğü gelir. 1. sınıf tüccarlar (tüzel kişiler) bilanço hesabına göre, 2. sınıf tüccarlar (geçek kişiler) işletme hesabına göre defter tutma yükümlülüğü altındadır.
Bundan başka, belge düzenleme zorunluluğu bulunmaktadır. Bunlar fatura ve irsaliyedir. Ve yazarkasa fişi (ödeme kaydedici cihaz) kullanma zorunluluğu vardır. Ancak satış bedeli banka aracılığıyla ya da elektronik yollarla alınıyorsa ödeme kaydedici cihaz kullanma zorunluluğu yoktur.
Yine belirli dönemlerde beyanname vererek kazancı ve vergisel durumu beyan etme ve yine belirli zamanlarda bu beyana dayalı olarak tahakkuk etmiş vergileri ödeme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Tabi ki tüm bu yükümlülükleri muhasebeciniz vasıtasıyla yerine getireceksiniz.
E-ticaret yapmak isteyip de yükümlülüklerini bilmeyenler için, Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından da bilgilendirme amaçlı olarak http://www.egirisimci.gov.tr isimli bir portal oluşturulmuş.
İnternetin alışverişte de kolaylık sağlaması, insanların ve özellikle genç nüfusun internetten alışverişe eskisinden daha fazla güvenilir bakması, fırsatlar, indirimler derken e-ticaretin hacminin daha da artacağı tahmin edilebilen bir durum. Böylece ekonomiye katkısı düşünülünce vergisel anlamda yükümlülükleri de olduğunu, vergilendirme açısından fiziksel mağazadan satıştan hiçbir farkı olmadığını unutmamak gerekir.
Haftaya yeni bir konu ile yeniden birlikte olmak dileğiyle,
Av. Aslı AĞAR www.agarhukuk.com.tr
4 notes · View notes
lawoud · 10 years
Text
Torba yasanın Türkiye internetine etkisi.
Tumblr media
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Herkesin merakla beklediği torba yasa geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı, Resmi Gazete’de yayınlandı. Yeni torba yasada yok yok. Atama bekleyen öğretmenlerden vergi borçlularına, işçiden emekliye, madenciden esnafa birçok kişiyi ilgilendiriyor. Ancak bu torbanın içinde, İnternet Yasası olarak bilinen 5651 Sayılı Kanun hakkında da yeni düzenlemeler geldi. Torba yasanın 126 ve 127. maddeleriyle, İnternet Yasasına getirilen değişiklikler ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün konu ile ilgili açıklamasına yazımın devamında değineceğim. 
İnternet kullanıcılarının trafik bilgisi TİB tarafından izlenecek;
5651 Sayılı Kanun gereğince, erişim sağlayıcılar tarafından internet kullanıcılarının trafik bilgileri (log kaydı) zaten tutuluyordu. Trafik bilgisi (log kaydı) bir internet kullanıcısının IP adresi, kimlik bilgileri, hangi saatte hangi siteye girdiği, ne kadar süre orada kaldığı gibi bilgilerdir. Bu bilgiler 5651 Sayılı Kanun gereğince ancak mahkeme kararıyla sunuluyordu. Torba Yasa ile gelen düzenleme sonucunda artık bu bilgiler mahkeme kararına gerek kalmadan TİB tarafından alınıp saklanabilecek, arşivlenebilecek. Bu durum, bir nevi önleme tedbiri diyebiliriz. Kişilerin herhangi bir suç işlemeden, yargılanma durumuyla karşı karşıya kalmadan bile tüm internet hareketlerinin izlenmesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve T.C. Anayasası’nda düzenlenmiş temel hak ve özgürlüklere aykırıdır.
TİB Başkanına istediği internet sitesine erişimi 4 saat içinde kapatma yetkisi;
TİB Başkanı; milli güvenlik, kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi durumları için, bunlardan biri ya da birkaçının tehlikeye girdiğine kanaat getirdiği takdirde vereceği talimatla TİB tarafından en geç 4 saat içerisinde istediği internet sitesine erişimi kapatabilecek. Erişimin engellemesi kararı TİB tarafından 24 saat içinde Sulh Ceza Hakiminin onayına sunulacak, Hakim, kararını 48 saat içerisinde açıklayacak. Yani TİB Başkanı tarafından, TİB Başkanının engellenmesini “uygun gördüğü” bir internet sitesi en geç 4 saat içinde erişime kapatılabilecek, sonrasında 72 saat içerisinde Sulh Ceza Hakimi de TİB’in bu kararını uygun bulursa artık o internet sitesine erişim mümkün olmayacaktır.
İnternet kullanıcıları erişime engellenmiş sitelere yine de DNS, VPN, Proxy kullanarak erişebilirler. Bu durum internet kullanıcıları için suç teşkil etmeyecek ancak erişim sağlayıcılar için idari para cezaları söz konusu olacaktır.
CHP’li Milletvekili Akif Hamzaçebi bugün Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak bu düzenlemeleri içeren maddelerin iptalini istedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü de internet sitesinden yaptığı açıklama ile torba yasa ile İnternet Yasası’na getirilen düzenlemelerin, Türkiye’deki internet sansürünü derinleştireceğini belirtti.
İptal söz konusu olmazsa ilerleyen zamanlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden Türkiye’yi mahkum eden kararları duyacağız.
Gelecek hafta görüşmek üzere,
Av. Aslı AĞAR
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili işverenin yükümlülükleri nelerdir?
Tumblr media
Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu haftaya güzel başlayamadık. Cumartesi günü Mecidiyeköy’de, Ali Sami Yen’in yerine yapılan rezidans inşaatının asansörünün 32. kattan yere çakılması ve 10 işçinin hayatını kaybetmesi hepimizin yüreğini yaktı ancak bir şey daha gösterdi ki Soma’dan beri değişen bir şey olmamış… İşçiler yine güvenlik önlemleri alınmadan, yine çaresiz ve yine resmen “Allah’a emanet” çalışıyorlar, evlerine ekmek götürmek için. Her yerde kocaman gökdelenler yükseliyor, sürekli inşaatlar yapılıyor. İşçi Sağlığı ve Meclisi’nin iş cinayetleri raporlarına göre 2014’ün ilk 8 ayında en az 1270 işçi hayatını kaybetti. 2013 yılında ise en az 1235 işçi hayatını kaybetmişti. Halbuki; bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin göstergelerinden biridir işçi sağlığı ve güvenliği hususu.
En son meydana gelen Mecidiyeköy’de asansörün çökmesi ve 10 işçinin hayatını kaybetmesi olayından sonra hükümetten gelen açıklamaya göre; ILO’nun 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi ile 176 Sayılı Maden İşyerlerindeki Güvenliğin Sağlanmasına İlişkin Sözleşme’nin onaylanmasını uygun bulan tasarı Meclis’e gönderilecek ve kanunlaştırılacakmış. Umarız ki daha fazla ölüm olmadan bu dediklerini yaparlar diyorum ve 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na göre işverenin yükümlülüklerine geçiyorum.
Kanunun 4. Maddesine göre; işveren, öncelikle işçilerin işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Yani buna işçi ölüm ve yaralanmalarının (iş kazalarının) olmaması için yapması gerekenler diyebiliriz. Bunlar önlemlerdir.
Mesela; işveren, mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar. Burada uzun uzun yazmayacağım ama belirtmek isterim ki; 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 17. Maddesi, eğitim çalışmaları hakkında çok önemli ve ayrıntılı bir düzenleme getirmiştir.
Yine işveren, işçileri sağlık gözetiminde bulundurmakla yükümlüdür. 6331 Sayılı Kanun’un 15. Maddesinde, işçilerin sağlık muayenelerinin, belirli aralıklarla rutin muayenelerinin, işe dönüş muayenelerinin hangi şartlarda ve ne şekilde yapılacağını ayrıntılı şekilde düzenlemiştir. (Bu ayrıntılı maddeyi de lütfen inceleyiniz.)
İşveren aynı zamanda, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulmasını sağlama yükümlülüğü altındadır. Tedbir alınmış olması yetmez. Aynı zamanda işveren, bu tedbirlere ve kurallara uyulup uyulmadığını izlemek, kontrol etmek ve uygunsuzlukları gidermekle de yükümlüdür. Mesela, bir işçiye bir görev verirken o işçinin o iş için uygun olup olmadığını denetlemek, işyerinde hayati tehlike oluşturan özel yerlere, özel eğitim almış işçiler dışındaki işçilerin girmesini önlemek zorundadır.
Aynı zamanda, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini karşılama yükümlülüğü de tamamen işverene aittir. Tedbirlerin alınması, uyarıların yerleştirilmesi, gerekli ekipmanların sağlanması, eğitimler ve sağlık hizmetleri bu kapsamdadır.
İşverenin bu genel nitelikteki yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda hukuki ve/veya cezai sorumluluğu doğacaktır. Bu genel nitelikte yükümlülüklerin yanında; işverenin, iş kazasının meydana gelmesi ile birlikte doğan yükümlülükleri de vardır.
6331 Sayılı Kanun’a göre; işveren, bütün iş kazalarının kaydını tutmak, gerekli incelemeleri yapmak ve bunlarla ilgili raporlar düzenlemek zorundadır. Aynı zamanda dikkat edilmesi gereken bir husus da, işyerinde bir olay meydana geldiğinde ölüm ya da yaralanmaya neden olmasa bile bu olayın da raporunun tutulması gerekir. Zira, iş kazasına yol açma potansiyeli olan olayların da tespiti bakımından önlem amaçlı olarak her türlü kazanın önüne geçilmesi için de rapor tutulmalıdır.
Yine işyerinde bir iş kazası meydana geldiğinde, işveren bu iş kazasını bildirmekle yükümlüdür. Peki nereye bildirecek? Kolluk kuvvetlerine (polis bölgesiyse polise, jandarma bölgesiyse jandarmaya) ve Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK’ya). İş kazasını bildirme süresi, kazadan sonraki 3 iş günüdür. Ancak örneğin iş kazası, işverenin kontrolü dışında bir yerde meydana geldiyse ve işverenin bilgi almasına engel bir durum söz konusuysa, bildirim süresi işverenin iş kazasını öğrendiği tarihten itibaren başlar. (Dikkat! Bildirim süresi olarak “iş günü” tabiri kullanıldığı için hesaplama yapılırken iş günleri dikkate alınacak ve hafta tatilleri, ulusal bayram ve genel tatil günleri dikkate alınmayacaktır.)
Yine işveren, iş kazasına uğrayan işçiye, sağlık durumunun gerektirdiği sağlık hizmetlerini “derhal” sağlamakla yükümlüdür. İşçi sigortalı olduğu (olması gerektiği) için işveren tarafından yapılan ve belgelendirilen sağlık giderleri SGK tarafından karşılanmaktadır. İşveren bu yükümlülüğünü yerine getirmez ya da geç yerine getirirse ve bu nedenle işçinin tedavisi uzarsa ya da bu nedenle sakat kalırsa, SGK tarafından yapılan her türlü sağlık hizmetinin giderini işveren ödemek zorunda kalır.
Yukarıda anlattıklarım, işverenin iş kazalarını önlemek için yapması gerekenler ve iş kazası meydana geldikten sonra yapması gerekenler olup işverenin asgari yükümlülükleridir. Bu yükümlülükleri yerine getirmemek işveren için hukuki ve/veya cezai sorumluluk doğurabilmektedir. Bu yazımda tazminat konusuna geçmiyorum ve o konuyu başka bir yazıma saklıyorum.
İşçi ölümleri ülkenin kanayan yaralarından biri haline geldi ve 2014’ün ilk 8 ayında iş kazaları nedeniyle ölen işçi sayısı en az 1270. “Sayı” demek, rakamlardan bahsetmek utanç verici çünkü burada sayılardan değil yok olup giden hayatlardan, sönen ocaklardan bahsediyoruz.
Gelecek hafta görüşmek dileğiyle…
Av. Aslı AĞAR
www.agarhukuk.com.tr
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
Jennifer Lawrence'nin başına gelenler sizin başınıza gelseydi yasal haklarınız neler olurdu?
Tumblr media
Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Öncelikle tüm hukukçuların yeni adli yılını kutlar; ülkemizdeki her bireyin, adaletin varlığına dair inanca sahip olacağı bir hukuk devletinde yaşama umudunu yitirmeden sabır ve azimle çalışmaya devam etmesini temenni ederim.
Yeni haftaya yeni adli yılla başladık ancak hemen ardından tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de geniş yankı bulan ünlülerin çıplak fotoğraflarının internete sızması ve sonra da sosyal medya aracılığıyla yayılması ile gündem – maalesef – bir anda ünlülerin çıplak fotoğrafları oldu. “Maalesef” diyorum çünkü özel hayatın gizliliğinin ihlali ve mahremine girilen insanların bu nedenle yaşadığı üzüntü bir yana balon gibi patlayan bu tip olaylar bizleri de düşünmemiz, kafa yormamız ve tartışmamız gereken daha önemli olaylardan uzaklaştırıyor.
Gerçek gündemi gözardı etmemize neden oluyor. Aynı zamanda bu ünlülerin kadın olması da kadın bedeni üzerinden yapılan tartışmaları körüklüyor ve sonunda yakalandıklarında ceza alacak olmalarına rağmen maalesef bu saldırıyı yapanların haksız kazanç da elde etmesini sağlıyor. Fotoğrafları yayınlayanların ellerindeki videoları da yayınlamak için paypal üzerinden para topladıkları konuşuluyor.
Ünlülerin mahrem fotoğraflarının internete sızmasının, akıllı telefonlarının hesaplarının ele geçirilmesi sonucu olduğu ortada. Aynadan yapılan çekimlerde de telefonların Apple marka olduğu anlaşılıyor, ancak yine de tüm fotoğrafların iCloud’dan sızdırılıp sızdırılmadığı bilinmiyor. iPhone’daki iCloud sisteminin güvenliği tartışma konusu olmuş durumda.
Üstelik iPhone 6’nın lansmanına az bir süre kala bu olayların patlak vermiş olması da düşündürücü. Apple, olayın ardından 40 saatlik bir araştırma sonucu ünlülerin hacklendiğini doğruladı ancak bunun iCloud’dan kaynaklanmadığını, ünlülerin kullanıcı adı ve şifrelerini yüksek korumalı olarak belirlememelerinden dolayı hacklenmiş olduklarını açıkladı. Bilişim uzmanları ve Apple yetkilileri, iCloud için de ayrı bir şifre oluşturulmasını öneriyor ve bu tip güvenlik açıklarının bulunmasının kolay şifreler oluşturulması yüzünden de oluşabileceğini söylüyor. Siz yine de kendinizi emniyete almak için akıllı telefonunuzla kimsenin görmesini istemeyeceğiniz fotoğraflarınızı çekmeyin!
Teknik konuları bir kenara bırakıp olaya hukuki açıdan bakalım.
Bu olay Türkiye’de olsaydı? Ünlülerin ya da sıradan vatandaşların akıllı telefonlarındaki hesaplarının ele geçirilerek kimsenin görmesini istemeyecekleri özel görüntüleri elden ele yayılsaydı?
Bu konu, Türk Ceza Kanunu’nun 134. Maddesinde “Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu” olarak düzenlenmiştir. Maddeye göre, görüntü ve ses kaydı yapmanın yanı sıra, özel hayatın gizliliğine ilişkin var olan görüntü ve ses kayıtlarının ifşa edilmesi, basın ve yayın yoluyla yayımlanması da cezayı gerektirmektedir. Ancak burada değinilmesi gereken husus, özel hayata ilişkin görüntü ve seslerin “hukuka aykırı” olarak ifşa edilmesidir. Yani hukuka uygunluk durumu varsa ceza verilmemektedir. Hukuka uygunluk nedenine bir örnek verecek olursak; mesela kamu yararı bir hukuka uygunluk sebebidir.
Söz konusu ünlülerin özel hayatı olarak kabul ettiğimiz görüntülerini ele geçirip ifşa eden ve yayan kişilerin Türkiye’de alacağı ceza 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıdır.
Yukarıda değindiğim gibi özel hayatın gizliliğini ihlal suçu 3 şekilde gerçekleşebilir: 1. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınmak suretiyle ihlali, 2. Başkalarının özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri ifşa etme. 3. İfşa edilen görüntü veya seslerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması.
“Basın ve yayın yoluyla yayımlanma” kavramı içinde klasik basın yayın araçlarının yanısıra internet de girmektedir. Yani bu görüntüleri ifşa edenlerle yayınlayan internet sitelerinin yetkilileri de suç işlemektedir.
Ayrıca görüntülerin gizli kaydedilmesi de suçtur, kişinin bilgisi dahilinde kaydedilmiş görüntülerin ele geçirilmesi ve ifşa edilmesi de suçtur.
Yargıtay’a göre, “özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun oluşabilmesi için, bir özel hayat görüntüsünün ya da sesinin, ilgilisinin bilgisi olmaksızın elde edilmesi gerekmeyip, taksirle(yanlışlıkla) ya da tamamen hukuka uygun elde edilmiş olsa dahi, bilerek, isteyerek ve ilgilisinin rızası dışında ifşa edilmesi, yani yayılması, açığa vurulması, afişe edilmesi, kamuoyuna duyurulması, aleniyet kazandırılması, özetle; içeriğini öğrenme yetkisi bulunmayan kişilerin bilgisine sunulması yeterlidir. Bununla birlikte, ifşanın kabulü için, ses veya görüntüyle özel hayatı ihlale uğrayan kişinin anlaşılması, en azından anlaşılabilir olması ya da açıklanması gerekir. Ayrıca özel hayat görüntüsünün, yetkisi bulunmayan kişi veya kişiler tarafından içeriğinin öğrenilmesiyle suç tamamlanır.”
Daha önceki “sosyal medyada hakaret” konulu yazımda da belirttiğim gibi Twitter ve Facebook, pornografik içerikli hesapları tespit ettiğinde hesapları kapatıyor. Yine Twitter, söz konusu ünlülerin özel hayatına ilişkin görüntülerini ifşa eden hesapları kapatmış durumda.
Sizlere de tavsiyem, bu suça ortak olmamak için ve hesaplarınızın kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaması için söz konusu fotoğrafları sosyal medya hesaplarınızda yayımlamamanızdır.
Bilişim Hukuku ve Ceza Hukuku ile ilgili olan bu konu, mağdurları için son derece can acıtıcı olup sadece görüntüleri çıkan ünlüleri değil, bu ünlüler kadın olduğu için tüm kadınları ilgilendiren bir olaydır. Bu nedenle, bu suçu işleyenlerin amacına ulaşmasına katkı sağlamamak, suça ortak olmamak ve vicdanen rahat olmak için bu görüntüleri paylaşmayalım.
Haftaya yeni bir konuyla görüşmek üzere...
Av. Aslı AĞAR
www.agarhukuk.com.tr
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
Söz uçar, yazı kalır!
Tumblr media
Merhaba sevgili Lawoud Blog okuyucuları,
Geçen hafta sizlerle boşanmayla ilgili genel hatlarıyla fikir verebilecek bir konu işlemiştim, boşanmada en önemli konulardan biri de nafakadır. Nafaka boşanma davasıyla birlikte bu durumdan sosyo ekonomik olarak etkilenecek tarafa verilir diye başlamak istesem de bu konuyu Sevgili meslektaşım Av. Aslı Ağar o kadar iyi işlemiş ki üstüne yazılmaz keyifle okunur diyorum… ve ben size bu hafta yazmaktan yazının önem kazandığı bambaşka şeylerden bahsetmek istiyorum esasında şöyle başlı başına bir konu değil hukukun hayatımıza girip çıktığı yerlerden… Sorun olmadıkça hissetmediğimiz şeyler bunlar. Biz yapı olarak plansız ve ertelemeye yakın karakterde bir toplumuz bu nedenle başımız sıkışmadıkça önleyici hukuktan ve bunun tanıdığı olanaklardan istifade etmeyiz. Genellikle de güven üzerine kuruludur ilişkilerimiz hala sözün senet olduğunu zannederiz. Bu çelişki yazılı hukukla örfün karşılaşmasıdır. Ama esas olan yazılı olan kurallar olduğundan hukuki ilişkiler kurarken yazılı kurallara dikkat etmeliyiz. Biz tabi ki ilişki kurduğumuz insanlara güveneceğiz ancak hukuki iş ve işlemleri yazılı olarak yapmak veya bunu teklif etmek ilişki kuracağınız tarafa güvenmediğiniz anlamına gelmez bilakis karşı tarafı da kendinize karşı koruma altına almış olursunuz. Mesela, birine bir şeyin yapılması/ alınması vs sebeple para veriyorsunuz 2.500 TL nin üzerinde kalan miktarları tanıkla ispat edemezsiniz bunu banka yoluyla vermiş olsanız da borcunuzu ödediğiniz sonucu çıkar velevki gönderim sırasında gönderme sebebini belirtmediyseniz… Bundan sebep birisiyle alacak borç içeren bir ilişki kuruyorsanız mutlaka sözleşme veya senet düzenleyiniz yoksa alacağınıza yani hakkınıza bir bardak suyu biraz pahalı içersiniz. Önlem her zaman en ucuz olan ve en kolay olan metottur. Bize uzak olsa da böyle olmayı öğrenmeliyiz. Daha sonra sorun yaşadığınız da avukatlık ücreti dava harç ve masrafları sorun çıkmaması için harcayacağınız bütçeden çok daha fazlası olacaktır. Önleyici hukuktan bahsederken sakın ha şu fikre kapılmayın, bir şey yapacakken en yakınınızda en kolay ulaşacağınız avukatın emek ve fikrini sömürmeyin bir çayını içeyim diyerek profesyonellerin mesleki izahını sohbet sayıp ayrılmayın en yakınınız da olsa en uzağınız da olsa avukatların cümlelerinin aklına gelen şeyler değil belli bir birikimin, okumanın ve emeğin sonucu kurulabilen cümleler olduğunu unutmayıp mutlaka ücretlerini ödeyin. Yani size tavsiyem üç kuruş ödemeyeyim diye sonra beş kuruştan olmayın…. Yazılı işlem yapın derken kurum ve kuruluşlara verdiğiniz dilekçenin bir örneğini hatta verdiğinizi gösteren ibareyle kendinizde saklayın. Tüketici konumunda olduğunuz iş ve işlemlerde diğer taraf size örneğini vermekle yükümlüdür eğer verilmediyse her zaman alma hakkını sahipsiniz. Ayrıca, yazılı evrak vs imza ederken hızlı ve ezbere hareket etmeyin geç olsun da yanlışlık olmasın çünkü imza ettiğiniz şeyin içeriğini kabul etmiş olacağınızdan sonrasında ben bunu kabul etmiyorum bana böyle söylememişti deme şansınız olmuyor ama yine bir istisna hazırlanmasında taraf olmadığınız sözleşmelerde yine tüketici durumunda bulunduğunuz hallerde bazı şartlar dairesini tartışma sansınız yok ise o zaman bunu kabul etmeme durumunuz olabiliyor. Fakat yine de siz okuyun okumak her zaman hayat kurtarır ne de olsa… Bu kadar ''yazmak'' dedik ama söz söylemenin de manasız olduğunu düşünmeyin mesela herhangi bir ceza mahkemesinde sanık durumunda kalırsanız konuyla ilgili kalmak kaydıyla dilediğiniz gibi konuşabilirsiniz sakın ha size sert çıkan bir hakim olursa çekinmeyin “savunma hakkı kutsaldır ve kısıtlanamaz” kuralını hemen anımsayın bu nedenle kim ne derse desin kendinizi savunmaktan vazgeçmeyin. Çünkü hakkınızda verilecek karar, kararı vereni değil sizi etkileyecek. Ancak, konuşarak yaptığınız savunma tam ve eksiksiz olarak zapta geçmeyebilir ve aynen ifade ettiğiniz gibi yazılmasını duruşma esnasında başaramayabilirsiniz yine de en iyisi konuşarak yaptığınız savunmayı yazılı olarak da dosyanıza ibraz etmenizi öneririm. Ben hukukun, hukuk profesyonelleri olmayanlar için anlatılmasını çok önemsiyorum mesela her hafta birilerine küçücük bir katkım olmasından duyacağım heyecan ve mutluluk için “yazar değilim ama yazamaz da değilim” prensibiyle yazıyorum… Altınızı çizerek diyorum ki, sizin için manası olan işlerinizi mutlaka yazıya bağlayın adalet bazen söylenmiş sözlere sağır çünkü genellikle adalette “söz uçar yazı kalır” görüşmek üzere…
Av. Zeynep Fatma Çakır
0 notes
lawoud · 10 years
Text
Kredi kartınız ile haberiniz olmadan alışveriş mi yapılmış?
Tumblr media
Merhaba Sevgili Lawoud Blog Okuyucuları,
Bu hafta kredi kartları hakkında konuşalım. Eminim ki birçoğunuz kredi kartı kullanıcısısınızdır. Neden olmayasınız ki! Doğru, hesaplı ve dikkatli kullanıldığı takdirde hayatımızı çok kolaylaştıran bir ödeme aracı. Bilinçsizce kullananlar içinse ocak batıran cinsinden. Öncelikle ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı öğrenmeliyiz. Sonrasında harcamalarımızı muntazaman takip etmeliyiz. Neden diye soracak olursanız, size ait olmadığından şüphelendiğiniz harcamalar yapmış olarak görünebilirsiniz. Hele bir de bol bol taksitli alışveriş yapan biriyseniz, ruhunuz bile duymadan ufak ufak yapılmış harcamalarla karşılaşabilir, dolandırıcıları zengin edebilirsiniz.
Teknoloji geliştikçe hayatımız kolaylaşsa da bu kolaylıklardan faydalanan fırsatçıların da olduğunu unutmamalı ve hesap hareketlerinizi, harcamalarınızı her gün kontrol etmelisiniz. Kredi kartı kopyalanması (credit card skimming), yasal bir kredi kartının elektronik araçlar yardımıyla yasal olmayan yolla ele geçirilmesi ve kopyalanmasıdır. Kredi kartındaki manyetik şeridin bilgileri genellikle taşınabilir cihazlarla çalınmakta ve bu bilgilerle kopya kartlar çıkarılmaktadır. Bu olaylar genellikle restoran ve benzin istasyonu gibi yerlerde meydana gelebilmektedir.
Kredi kartında üçlü bir ilişki bulunmaktadır: Banka – kart sahibi – üye iş yeri. Bankanın verdiği kredi kartı ile kart sahibi, üye iş yerlerinden mal/hizmet satın alır, üye iş yeri parayı bankadan alır ve hesap ödeme zamanı geldiğinde de kart sahibi bankaya ödeme yapar. Kredi kartı ile ilgili olarak bu ilişkideki tarafların tümünün hak ve yükümlülükleri bulunur.
Kart çıkaran kuruluş olan banka öncelikle gerekli sistemi ve altyapıyı kurarak tüm güvenlik önlemleri almakla yükümlüdür. Bankanın bu yükümlülüğü, üye işyeri ile de ilişkilidir. Bankalar, kart sahibine ait bilgileri gizli tutmak ve kanunla yetkilendirilmiş kişi ve kurumlar dışında başkalarına bu bilgileri vermemek, bu bilgilere başkalarının ulaşmasını önlemek için de her türlü güvenlik önlemini almak zorundadırlar. Aynı zamanda bankalar, kredi kartı başvurusu olmaksızın kişiler adına kredi kartı da düzenleyemez.
Kredi kartı sahibinin hem bankaya hem de üye işyerine karşı sahip olduğu hakları olduğu gibi yükümlülükleri de vardır ve bu yükümlülük kredi kartının kendisine usulüne uygun şekilde teslimiyle başlar. Kart kullanıcısı, kredi kartını ve kredi kartı bilgilerini saklama ve kimseyle paylaşmama yükümlülüğü altında, kısacası kartın başkaları tarafından kullanılmasını önleyici tedbirleri almak zorundadır. Kart sahibi, kartın kaybolması, çalınması veya kendi rızası dışında gerçekleşmiş işlemleri öğrenmesi durumunda derhal bankayı haberdar etmek zorundadır. Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen ya da savsaklayarak geç yerine getiren kart sahibi, oluşacak zararlara kendisi katlanır. Bankaya yapılacak bildirimlerin telefonla yapılmasının yanında (adli makamlarda kanıt olarak kullanılabilmesi için) faks ya da mail yoluyla da yapılmasını kesinlikle tavsiye ederim. Olayın meydana geliş şekline göre zararın tümünden banka sorumlu olabileceği gibi kart sahibi ile banka ortak olarak da sorumlu olabilirler. Bunun tespiti her olaya göre farklılık göstermektedir. Kredi kartı ile ilgili olarak var olan bu üçlü ilişkideki sorumluluğun kime ve hangi ölçüde ait olduğu 5464 Sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu uyarınca belirtilmiştir. Tarafların hepsi gerekli özeni göstermekle beraber Borçlar Kanunu uyarınca da belirtildiği üzere aralarındaki “akdi ilişki” nedeniyle zarardan sorumluluk öncelikle sözleşme hükümlerine dayanılarak, sözleşmede açıklık bulunmaması durumunda da 5464 Sayılı Kanun’a ve Borçlar Kanunu’na dayanılarak çözülür.
Kartın rıza dışı elden çıkması ya da kart sahibinin iradesi dışında harcamaların tespiti sonucu kart sahibi tarafından bankaya yapılan bildirim neticesinde bankanın yapacağı önlemlerden ilki “kartın iptali” olacaktır. Böylece kartla para çekilmesi, harcama yapılması önlenir. Bankanın alacağı diğer bir önlem de durumun Bankalararası Kart Merkezi’ne (BKM) bildirilmesidir. Bankalararası Kart Merkezi, “Birleşik Uyarı Listesi” adında bir liste yayınlamaktadır. Böylece çalınan, kaybolan ya da geçersiz olan kredi kartlarının kuruluşlara bildirimi sağlanır. Banka bu güvenlik önlemlerini almasına rağmen, üye işyerlerinde yine de harcama gerçekleşiyorsa –üye işyerlerinde belli bir meblağa kadar (400 TL) provizyon alınma şartı yoktur – bankanın güvenlik tedbirlerini almamış olmasından kaynaklı yine de sorumluluğu devam eder.
Sonuç olarak, kredi kartı harcamalarınızda şüpheli bir durumla karşılaşmanız halinde derhal bankaya başvurarak bankayı durumdan haberdar etmeniz ve kredi kartınızı iptal ettirmeniz gerekir. Bankaya bildirimlerinizin – telefon görüşmeleri ses kaydına alınıyor olsa bile – yazılı olarak yapılması elinizi sağlamlaştırır. Bankaya yapılacak bildirimin yanında mutlaka Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak bu harcamaları yapanların bulunup cezalandırılması talebiyle suç duyurusunda bulunmalısınız. Banka, itirazlarınızın değerlendirileceği ve sonuç hakkında size bilgi verileceği ile ilgili geri dönüş yapar ve bazen sizi çok bekletebilir. Böyle bir durumla karşı karşıya kalmanız halinde olayın peşini bırakmamanızı tavsiye ederim. İtirazlarına rağmen ve itirazlar hakkında olumlu ya da olumsuz geri dönüş alamamış olmalarına rağmen kendisine ait olmadığından emin olduğu harcamalarla ilgili kredi kartı borcunu ödemeyeceğini bankaya bildiren kart sahipleri aleyhinde icra takibi başlatılabilmektedir. Bu durumda kart kullanıcısı genellikle tüketici olduğundan Tüketici Kanunu hükümleri de devreye girer. Bu durumda, uyuşmazlık konusu miktar 2014 tarihi itibariyle 1.272,19 TL’yi aşmıyorsa ikametgahınızın bulunduğu yerdeki Tüketici Hakem Heyeti’ne giderek, bu miktardan fazlaysa ikametgahınızın bulunduğu yerdeki Tüketici Mahkemesi’ne başvurarak harcamaların size ait olmadığının tespiti için menfi tespit davası açmalı ve hakkınızda bu harcamalarla ilgili (bankaya ödeme yapmadığınız için) icra takibi başlatılmışsa bu icra takibinin iptalini de mahkemeden talep etmelisiniz. Güzel haber: Kesinlikle sonuç alacaksınız. Çünkü kredi kartı çıkaran kuruluşlar olan bankaların bu kartların kullanımı ile ilgili olarak yoğun güvenlik tedbiri alması gerekmekte, dolandırıcılara karşı müşterilerinin mağdur olmamasını sağlamak zorundadır.
Av. Aslı AĞAR
www.agarhukuk.com.tr
0 notes
lawoud · 10 years
Text
Birisi boşanmak mı dedi?
Tumblr media
Merhaba Lawoud Blog okuyucuları,
Güzel hayallerle evlenmiştik, kır düğünleri yapmış her anı Salvador Dali’nin elinden çıkmış sürrealist fotoğraflarımız bile olmuştu değil mi… Ruh ikizimizi bulmuştuk ama ya hayatla evrildik değiştik ya da evlilik birliğinin bize yüklediği fiili ve hukuki haklarımız suiistimal edildi yahut sorumluluklara uygun davranış göremedik/gösteremedik yani ruh ikizimiz harf hatasına uğradı… halbuki evlilik denilen şey öncesinde hayal olduğu kadar oluştuğunda gerçeğin ve geleceğinizin ve o andan itibaren kimliğinizin tam da kendisi olmaktadır. Bitişinde dahi bambaşka bir kimlikle yaşamınıza devam edersiniz. Bundan sebep küçücük sebeplerden yıkmaktansa kurtarmaya bakmak en iyisidir hele ki müşterek çocuklarınız varsa fakat yangında kurtarılacak hiçbir şeyiniz kalmadıysa yani bu evlilik artık sizin için çekilmez se yazıyı okumaya devam edin…
Bir evliliğin bitmesinin yasal koşulları vardır. Türk Medeni Kanunu geçerli olacak sebepler belirlemiştir. Belirlenen özel boşanma sebepleri; 1.Zina (Türk Medeni Kanun madde: 161) 2.Hayata kast (Türk Medeni Kanun madde: 162),3.Pek kötü veya onur kırıcı davranış (Türk Medeni Kanun madde: 162),4.Suç işleme (Türk Medeni Kanun madde: 163),5.Haysiyetsiz hayat sürme (Türk Medeni Kanun madde:163),6.Terk (Türk Medeni Kanun madde: 164)7.Akıl hastalığı (Türk Medeni Kanun madde: 165) …. Genel boşanma sebepleri ise ; 1. Evlilik birliğinin sarsılması (TMK. m. 166 f. I-II)2.Anlaşmalı boşanma (TMK. m. 166 f. III)3.Eylemli ayrılık sebebiyle boşanma (TMK. m. 166 f. IV) Davalar arasında en yoğun gösterilen neden ise evlilik birliğinin temelinden sarsılmasıdır. Çünkü genel bir söylemi de ihtiva ettiğinden aklınıza gelen her konu buraya yazılırmış gibi geliyor insanlara ancak durum öyle değildir. Aile mahkemeleri evlilik birliğinin devamı, ailenin korunması adına çok geniş takdir yetkileri olan mahkemelerdir. Bu nedenle önerim boşanma davalarında bir avukatla birlikte hareket etmenizdir. Ancak, buna gücünüz yoksa dahi mutlaka haklarınızı araştırın ve okuyun. Boşanma davalarında en çok sorulan ya da insanların bilmediği için kararsız kaldıkları konu şudur davayı kim açmalı? Bu sorunun cevabı çok basit davayı haklı olan taraf açmalıdır. Davayı açmak haklılığı ya da haksızlığı ortaya koyan bir unsur değildir. Ancak, davayı açan taraf iddia ettiği vakıaları yani iddiasını ispat etmekle mükelleftir. Kusurlu tarafın veya daha çok kusurlu tarafın açtığı dava kabule şayan değildir velevki karşı taraf kabul etmesin! Boşanma davalarında dinleteceğiniz tanıklarınız çok önemlidir. Tanık beyanları yorum değil somut vakıalara dayanmalıdır. Örneğin, ben tarafları tanırım pek geçinemezlerdi beyanı bir yorumdur. Geçerli olacak tanık beyanını örneklendirecek olursak “ ben taraflarla bir gün yemek yerken davalı davacıya –sen aşağılık bir insansın- dedi duydum veya -benim yanımda vurdu gördüm- şeklinde olan tanık beyanları karara etkili beyanlar olmaktadır. Ayrıca, eğer şiddete maruz kalıyorsanız mutlaka sağlık kuruluşundan rapor alınız bu davanızda darp edildiğinize dair kanıtınız olacaktır. Ayrıca, ailenin korunmasına dair kanunun sunduğu imkanlar dahlinde evden uzaklaştırma kararı ve ceza davası açılmasının sebep ve kanıtı olacaktır. Bunun yan ısıra kanıtlarınız fotoğraflar mesajlar telefon kayıtları vb şeylerdir. Boşanma davası esnasında maddi manevi tazminat hakkınız varsa bunları dava dilekçenizde isteyebilirsiniz harçların maktu olduğunu bilmekte fayda var tabi… Tazminata hak kazanabilmek için kusursuz veya daha az kusurlu olmanız gerekmektedir. Ayrıca, size açılmış bir davaya karşı dava açarak yine kusurun sizde değil diğer tarafta olduğunu iddia ve ispat edebilir ve karşı tarafın kusuru nedeniyle boşanmayı talep ve kabul edebilirsiniz. Davanızı açarken boşanma ile birlikte bundan ekonomik olarak olumsuz etkilenecek taraf dava tarihi itibariyle tedbir nafakası talep edebilir ve bu tedbirin kararla birlikte yoksulluk çocuklarınız içinde iştirak nafakasına dönüşerek ödenmesini talep edebilirsiniz. Ancak, bilmelisiniz ki tedbir nafakası haklılığa veya haksızlığa dayalı bir karar değildir. Sadece dava devam ederken hukuken evlilik birliği devam ettiğinden sahip olunan statüyü nispeten korumaktır amaçlanan. Bir de unutmadan karar kesinleşinceye kadar sadakat yükümlülüğünüzü nasıl olsa boşanıyorum dava açtım diye hataya düşmeyin boşanma kararı kesinleşmeden evlilik birliği bitmez bu nedenle sadakat yükümlüğü ihlal ve ihmal edilmemesi gerekir. Tabi boşanma deyip geçmeyin çok geniş kapsamlı bir konu öyle bir kalemde öğrenmeye heves etmeyin gelecek pazartesiyi mutlaka bekleyin, ha bu arada eğer boşanma fikrindeyseniz boşanma hususunda yazılar bitmeden bir süre daha kararınızı erteleyin çünkü boşanmak için sudan değil TMK’dan sebepleriniz olsun….
Görüşmek üzere;
Av. Zeynep Fatma Çakır
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
Sosyal medyada hakaret suçunu işlemiş olur muyum?
Tumblr media
Merhaba Lawoud Blog okuyucuları,
Her Salı olduğu gibi bu hafta da merak ettiğiniz konulardan biriyle daha sizlerleyim. Dizüstü bilgisayarınız, tabletiniz ya da akıllı telefonunuz üzerinden kısacası internet üzerinden bize ulaşıyorsunuz. İnternet günümüzün en büyük nimetlerinden, muhteşem bir bilgiye ulaşma ortamı. Üstelik Türkiye’de 35 milyonun üzerinde internet kullanıcısı var.
Sosyal medyaya gelince; Türkiye, sosyal medya kullanımında ABD’den sonra dünyada 2. sırada yer almaktadır ve tabii ki en fazla kullanılan sosyal medya platformları Facebook ve Twitter olarak görülmektedir. Sosyal medya araçlarının kullanımının yaygınlaşması ile kişilerin kendilerini daha büyük kitlelere ifade etmesi olanağı sunulmakla birlikte özellikle Gezi Parkı Olayları ile birlikte sosyal medya kullanımında patlama görülmüş, Twitter adeta bir haberleşme aracı olarak kullanılmış, yaşanılan olaylar nedeniyle kişilerin paylaşımları devleti rahatsız etmiş, Siber Suçlarla Mücadele Dairesi tarafından paylaşımlar incelemeye alınmış hatta bu paylaşımları yaptığı iddia edilen bazı kişiler gözaltına alınmıştır. Bu olaylar neticesinde sosyal medya kullanıcıları haklı olarak tedirgin olmaya başlamış ve paylaşımlarının suç oluşturup oluşturmadığı konusunda gerek Gezi Olayları sırasında gerekse hala bana da sürekli sorular sorulmakta olup bu yazımda bu konulara açıklık getirmek istiyorum.
İnternet kullanımının yaygınlaşması ile birlikte sosyal medya araçlarının kullanılması da yaygınlaşmış olup sosyal medyada işlenebilecek suçlardan hakaret suçu son yıllarda herkesin bilgi edinmek istediği bir konu haline gelmiştir. Bilişim Hukuku’nu ilgilendiren bu konu, bu hukuk dalının hala gelişmekte olması ve milyonlarca kişiyi ilgilendirmesi nedeniyle çok önemli. Türk Ceza Kanunu’nun 125. Maddesi’ne göre, bir kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici bir fiil ya da olgu isnat etmek ya da bu tarz bir yakıştırmada bulunmak veya sövmek suretiyle bir kişinin onur, şeref ve haysiyetine saldırmak hakaret suçu olup cezası 3 aydan 2 yıla kadar hapis ya da adli para cezasıdır. Bu suçun aleni bir şekilde yani kalabalık bir kitlenin de görüp duyacağı ya da “okuyacağı” şekilde işlenmiş olması cezanın artırılmasına neden olup eskiden buna basın ve yayın organlarıyla bu suçun işlenmesini örnek gösterirken artık sosyal medyayı da bu örnekler arasında gösteriyoruz. Yani hakaret suçunun işlendiği ortam sosyal medya ise verilecek ceza artırılarak verilecektir.
Sosyal medya kullanıcılarının en büyük yanılgılarından biri, olay yargıya intikal ettiğinde, Facebook ve Twitter’ın Amerikan menşeli şirketler olması nedeniyle kullanıcılarının IP adreslerini ve kimlik bilgilerini paylaşmayacağı ve dolayısıyla kendilerinin tespit edilemeyeceği yönündeki yanılgıdır. Evet, Facebook ve Twitter, eğer bir paylaşım terör suçu ya da çocuk pornografisi içermiyorsa IP adresi paylaşmamaktadır ancak bu durum IP adresinizin ve kimliğinizin tespit edilemeyeceği anlamına gelmez. Polis de birtakım teknikler kullanarak birçok kullanıcının IP adresini, kimlik bilgilerini tespit edebilmektedir. Sosyal medyada kendi adını ve soyadını kullananlar zaten bu bilgiyi kendileri vermiş olmakla beraber bir paylaşımı nedeniyle mahkemelik olması durumunda “aslında o kullanıcı ben değilim, benim adıma hesap açılmış/hesabım ele geçirilmiş ve paylaşımda bulunulmuş” diyerek cezadan kurtulmaya çalışabilir ancak yine de başka delillerle de bu paylaşımları yapan kişinin o kişi olduğu net bir biçimde belli olmamalıdır. Mesela, Foursquare yer bildirimleri, Instagram fotoğraf paylaşımları Twitter hesabınıza entegre edilmişse, sizin adınızla paylaşımlar yapan bir hesabın size ait olmadığına dair savunmanız yeterli inandırıcılığa sahip olmayabilir. Zaten bu gibi durumlarda sosyal medyada hakaret suçu işlediği iddia edilen kişinin cep telefonu ya da bilgisayarının teknik olarak aranması ile silinmiş olan veriler bile tespit edilebilmektedir.
Yine en çok merak edilen konulardan biri de Twitter’da RT yapmanın yani bir kullanıcının paylaşımını değiştirmeden aynen kendi sayfanızda paylaşmanın, eğer hakaret içeren bir tweet ise suç oluşturup oluşturmadığı. Bu konu hala tartışmalı olmakla birlikte bir tweeti RT yapan kişinin, RT yaptığı tweetin içeriğini benimsediği için paylaştığını her zaman söyleyemeyiz. Ancak hakaret suçunu oluşturan bir içeriğin yayılmasına katkı sağlanması şeklinde de yorumlanabilir. Belirttiğim gibi bu konu hala tartışmalıdır.
Bir diğer konu; Facebook mesajları ve Twitter direct message. Bu yolla da hakaret suçu işlenebilir. Ancak burada bizzat sadece hakaret edilen kişinin görebileceği şekilde hakaret suçu işlenmiş olduğu için bence burada aleniyet söz konusu değildir ve ceza artırımı söz konusu olmamalıdır. Ancak bilişim imkanları kullanılarak bu suçun işlenmiş olması da ceza artırımına yol açabilir. Yine bu konu da hala tartışmalı olan bir konudur.
Hakaret, şikayete bağlı bir suçtur. Sosyal medyada hakarete uğrayan bir kişi Cumhuriyet Savcılığına bir dilekçe ile başvurarak bilişim şube müdürlüğünce IP tespit çalışmaları yapılarak kişinin kimliğinin tespiti ile cezalandırılmasını talep edebilir ve bu hakaret nedeniyle maddi manevi zarar uğramışsa maddi ve manevi tazminat davası da açabilir. Ancak IP tespit edilemeyen sistemler ya da yurtdışı IP’ler kullanılmışsa IP tespiti kolay değildir. Çoğu zaman şikayet bu nedenle sonuçsuz da kalabilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da, şikayete bağlı olan hakaret suçunun kamu görevlisine karşı işlenmiş olması durumunda şikayete bağlı olmadığı, resen soruşturma başlatıldığıdır. Yani mesela siz bir politikacıya sosyal medya üzerinden hakaret içerikli bir paylaşımda bulunmuşsanız o politikacının şikayeti aranmaz, savcı bizzat kendisi soruşturma başlatabilir.
Yine de topluma mal olmuş kişilerle ilgili yani ünlüler, sanatçılar, politikacılarla ilgili olarak AİHM’in de belirttiği gibi bu kişiler sürekli göz önünde bulundukları ve yaptıkları milyonlarca kişi tarafından her gün görüldüğü için normal bir vatandaşa göre eleştiri sınırının daha geniş yorumlanması ve bu kişilerin de eleştirilere karşı normal bir vatandaşa göre daha hoşgörülü olması gerekmektedir. Yargıtay’ın özellikle politikacılarla ilgili hakaret içerikli diyebileceğimiz bazı beyanları hakaret olarak kabul etmediği de görülmektedir. Örneğin; Haluk Koç’un Erdoğan’a “başbakan kıvırtıyor” demesi hakaret sayılmamıştır. Yine bedduanın hakaret olmadığı Yargıtay tarafından belirtilmiştir. Cavit Çağlar hakkında bir gazetede yazılan bir yazıda “hortumcu” denmesi, Mehmet Baransu’ya “küçük beyinli” denmesi hakaret kabul edilmemiştir. Yine de bu kararlar, ünlü kişilere ve politikacılara hakaret etmenin cezai yaptırımı olmayacağı anlamına gelmez. Bir konuşmanın ya da bir yazının tümüne bakılarak bir değerlendirme yapılmakta ve eleştiri sınırının aşılıp aşılmadığına mahkeme tarafından karar verilmektedir.
Ben bu hafta sosyal medyada hakaret konusunu işledim. Umarım zevkle okumuşsunuzdur. Hala aklınıza takılan konular varsa sorularınızı iletebilirsiniz. Gelecek hafta görüşmek üzere!
Av. Aslı AĞAR
www.agarhukuk.com.tr
2 notes · View notes
lawoud · 10 years
Text
İsminiz sizi mutsuz mu ediyor?
Tumblr media
Merhaba sevgili Lawoud Blog okuyucuları;
Bundan böyle her Pazartesi sizlerle bu sayfada buluşup hukuk hakkında bilmemiz gereken ve hayat içerisinde sıkça karşımıza çıkan konuları pratik bilgiler olacak şekilde sizlerle paylaşacağım.
Bu pazartesi ilk buluşmamız olduğundan yazma biçimimin bir anda çok derin konulara girip boğulmak yerine yüzeyde kalıp herkese selam etmekle eş değer olmasını istedim… Öncelikle, hukukta temel noktalardan biri olan hukukun hayatımızın her alanında olduğu klişesi ve gerçeğidir. Hep duymuşuzdur veya söylemişizdir “Allah kimseyi mahkemeye avukata düşürmesin” bu hiç tutmayacak duaya amin demek gibidir çünkü hayatımızın her alanında hukuk varken haksızlık da bunun yanı başında beklemektedir. Normal şartlarda anne karnına düşmekle başlıyor hak ve hukuk ama doğmak merhaba gibi mesela hadi buradan başlayalım… Doğduk ve kural olarak adımızı anne ve babamızın kararları ile veya büyükanne büyükbabalarımızın adı veya talepleri ile ediniriz ve bu belirlenen ismi nüfus memuru kayıt altına alır. Genel olarak doğumdan ölümümüze bu isim ve soy isimle tanınır, anılır iş ve işlemlerimizi yaparız. Ancak bazen konulan isim ve/ya soy isimler bizi mutsuz eder, yeri gelir kültürün yeri gelir büyüklerin kendilerine göre düşünmelerinin ve bazen de nüfus memurunun yazım hatasıyla veya adımızın söylenmesi bizi mutsuz hale getirir. Bu durumda yapılacak şey hukuka başvurmaktır. Ha bu arada işte mahkemeye ve arzunuza göre bir avukata yolunuz düştü bile… Ne mi yapıyoruz? Türk Medeni Kanunun bu konuda bize verdiği hak ve yetkiyle isim soy isim değiştirme davasında pratik bilgilerimizi ediniyoruz. Sırasıyla, ilk önce bilmemiz gereken şey medeni kanun bize adımızı soyadımızı değiştirme istemediğimiz ismi çıkarma veya ekleme hakkı vermiştir ve bu bir kereye mahsus da değildir. İsim soy isim değiştirme (isim soy isim düzeltme davaları ile değiştirme davaları farklıdır) davası açmak için geçerli nedeni söylemeye “komik, alay mevzusu, rencide edici, veya gerçekte herkes sizi başka bir isimle anıyor ama nüfusta mevcut isim hayatınız ve resmi işlemler vs nedeniyle karışıklık oluşturuyor ya da milli gelenek görenek gibi unsurlara aykırılık durumları vb.” bunu belirledikten sonra ortaya koyduğunuz iddianızı ispat için tanıklarınızın olması gereklidir. Tanık sayısı konusunda belli bir sayı yoktur ancak iddianızı ispata yeter sayıda olması kafidir benim önerim 2 tanık olması yeterlidir. Bu şartlardan sonra artık açılabilir bir davanız korunmaya değer üstün bir menfaatiniz var demektir. İsim soy isim değiştirme davası asliye hukuk mahkemesinde açılmalıdır. Bu konuda görevli mahkemedir eğer davayı görevli olmayan mahkemede açarsanız davanız reddedilir çünkü görev kamu düzenine ilişkindir. Her ne kadar 6100 sayılı HMK çekişmesiz davaları Sulh hukuk mahkemelerine bırakmış olsa da “kanunda aksine hüküm olmadıkça” diye belirtir. Bu durumda 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununda (36 md) görevli mahkeme asliye hukuk olarak belirtildiğinden HMK uygulama alanı bulamıyor. Yetkili mahkeme ise ikametgahınız mahkemesi olmalıdır. Yani kısaca ikametgahınız olan yerde bulunan asliye hukuk mahkemesine hitaben “nüfusa kayıtlı olduğunuz nüfus müdürlüğünü” hasım göstermek suretiyle dilekçe yazıyorsunuz. Nüfus müdürlüğü isim soy isim tashihi davalarında yasal hasımdır, bu nedenle hasım gösterilmesi zorunludur. Bu tip davalar kabule şayan bulunduğu takdirde genellikle tanıklarınızın dinlenmesi koşuluyla tek celsede olumlu biter. Bu davayı kendiniz takip edebilirsiniz mevcut yasalarımıza göre her vatandaş kendi davasını takip etme hakkına sahiptir. Ancak, kendinizi vekille temsil ettirmek isterseniz vekiliniz adına çıkaracağınız vekaletnameye “ isim soy isim tashihi açmaya “şeklinde yetki belirtmeniz gerekmektedir. Bu tip davaların harçları maktudur. Yani sadece başvuru ve karar harcı ve tebligat giderlerinden ibarettir. Dolayısıyla çok da masraflı bir dava türü değildir. Yeni adlarınızla hep güzel şeylere atılan adımlarınız olması dileğiyle görüşmek üzere….
Av. Zeynep Fatma Çakır
0 notes
lawoud · 10 years
Text
Apartmanda kedi - köpek besleyenlerin bilmesi gerekenler.
Tumblr media
Bize yaşamları boyunca koşulsuz şartsız sevgi ve minnetlerini sunan, neşe ve huzur kaynağımız olan sevimli dostlarımız kedi ve köpeklerimizin apartmanda beslenmesi ile ilgili olarak son günlerde sıkça sorulan hukuki konulara değinmek istiyorum. Hayvan beslemenin insanın ruhsal sağlığı ve dolayısıyla fiziksel sağlığı açısından ne kadar faydalı olduğunu hayvan besleyenler zaten bilirler. Bazı insanlar yetiştirilme tarzından ya da küçükken sokaktaki hayvanlarla yaşadığı olumsuz tecrübelerden midir bilinmez kedi ve köpeklerden korkmaktadırlar.
Durumun bir boyutu bu iken diğer bir boyutu ise –Türk insanı açısından dini kuşkulardır. İnternette arama motorlarına “kedi köpek beslemek” yazarsanız hemen ilk sıralarda “kedi köpek beslemek günah mıdır” başlıklarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu gibi nedenlerle apartmanlarda hayvan beslenmesi sıkıntılara yol açabilmektedir. Biz şu anda bunları bir kenara bırakıp apartmanda kedi ve köpek besleyenlerin hukuki durumuyla ilgili konulara değinelim.
Apartmanda, bağımsız bölümlerinde kedi köpek besleyenler hiç ummadıkları bir anda apartmana uyarı yazısı asılarak, kapıları çalınarak kedi köpek beslemenin apartmanda yasak olduğu uyarılarıyla karşı karşıya kalabilirler. Bu durumda apartmanın “yönetim planı” içeriği çok önemlidir.
Yönetim Planında Bağımsız Bölümlerde Hayvan Besleme Yasağı İle İlgili Madde
Eğer yönetim planında, bağımsız bölüm, eklenti ve ortak yerlerde hayvan beslenmesinin yasak olduğuna dair madde varsa, hayvan apartman sakinlerini rahatsız etmiyorsa bile yönetim planının bağlayıcılığı nedeniyle kat maliklerinden birinin sulh hukuk mahkemesine başvurusu ile mahkeme kararıyla apartmandan tahliye edilir. Hakimler yönetim planında hayvan besleme yasağı olması durumunda hayvanın rahatsız edici olup olmamasına bakmaksızın maalesef tahliye kararı vermektedir. Halbuki yönetim planında yazan genellikle “kedi, köpek, inek, keçi, tavuk, yabani hayvan” vb.dir. Çünkü çoğu apartman yıllar öncesinden yapılmıştır ve yönetim planları da eskidir. Günümüz şartlarına bakacak olursak kedi ve köpekleri çiftlik hayvanları ya da yabani hayvanlarla bir tutmamak gerekir.
Ancak maalesef uygulamada hala bu sorun aşılamamış olup mahkemelerin tahliye kararları karşımıza çıkmaktadır. Yönetim planındaki yasağa rağmen kat malikleri kurulunun bağımsız bölümde hayvan beslenmesine izin verdiğine dair bir kararla bu sorun aşılabilir. Yine, yönetim planının kat maliklerinin 5’te 4’ü çoğunluğu ile değiştirilmesi ve bu yasak maddesinin kaldırılması yoluna da gidilebilir ve yapılan değişiklik tapuya işlenir. Bağımsız bölümlerinde kedi köpek besleyenler, kat maliklerinden bu şekilde bir izin ya da yönetim planının değiştirilmesi hakkında karar alamazlarsa da – ve de sulh hukuk mahkemesi hakimleri halihazırda yönetim planına göre tahliye kararı veriyor olsalar da – Türkiye, 2003 yılında, Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’nin Onaylanması Hakkında Kanun’a imza atmıştır. Söz konusu sözleşmenin 3. maddesi açıkça “kimsenin ev hayvanını terk edemeyeceğini” belirtmektedir. Uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olması nedeniyle ilk derece mahkemelerinin ve Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin de bu uluslararası sözleşme gereğince görüş değiştirip hayvanların korunması yolunda kararlara imza atması gerekmektedir.
Yönetim Planında Bağımsız Bölümlerde Hayvan Beslenmesi Yasağı ile İlgili Madde Yoksa:
Yönetim planında bağımsız bölümlerde hayvan beslenmesine ilişkin bir yasak bulunmadığı takdirde dairesinde kedi köpek besleyenlerin işi daha kolaydır. Bu durumda kat maliklerinden hayvan beslemeye ilişkin izin almaya gerek yoktur. Yine de apartmanda kedi ve köpek beslenmesinden şikayetçi olanlar çıkabilir. Bu şikayetler genellikle gürültü ve tüy dökülmesi ile ilgilidir. Kat Mülkiyeti Yasası’nın 18. maddesine göre, “kat malikleri ve bağımsız bölümlerde herhangi bir hukuki sebeple oturanlar, birbirlerini rahatsız etmemekle, birbirlerinin haklarına saygı göstermekle, doğruluk kurallarına ve yönetim planına uymakla yükümlüdürler.” Bağımsız bölümde hayvan beslenmesinden şikayetçi olan kişi sulh hukuk mahkemesinde bu nedenle dava açabilir. Bu durumda kedi ve köpek besleyen sizler savunmanızda kedi ve köpeğinizin apartmanda kimseye rahatsızlık vermediğini, daha önce var olmayan bir şikayetin neden şimdi yapıldığı ile ilgili beyanlarda bulunabilirsiniz.
Bilirkişi incelemesi ile de hayvanınızın gürültü yapıp yapmadığı davacının yaşadığı bağımsız bölümden desibel ölçümü ile tespit edilir.
Yukarıda da değindiğim gibi, evinizde sakin bir şekilde sizinle yaşayan, belki günde birkaç kez havlayan kimseyi rahatsız etmeyen köpeğiniz ve kediniz varsa ve yönetim planında hayvan beslenmesi ile ilgili yasak koyan bir madde bulunmuyorsa evinizde gönül rahatlığıyla yaşayabilirsiniz. Hala kapınızı çalıp kedinizi köpeğinizi evden atmanızı söyleyen komşularınız olursa onlara yönetim planını hatırlatabilirsiniz.
Av. Aslı AĞAR
www.agarhukuk.com.tr
1 note · View note
lawoud · 10 years
Text
Nafaka nedir?
Tumblr media
Merhaba Lawoud Blog Okuyucuları,
Sizler için, en çok merak edilen hukuki konular hakkında ve güncel hukuki gelişmelerle ilgili bilgiler paylaşacağımız blogumuzda her salı yazılarımla birlikte sizlerle olacağım. Bu hafta "Nafaka" konusunu seçtim. Hepinize adalet dolu günler dilerim.
Türk Hukukunda nafaka yükümlülüğü, boşanma ya da ayrılık nedeniyle maddi durumu kötüleşen eş lehine diğer eşe ve boşanma neticesinde ortak çocukların velayetini alan eş lehine diğer eşe yüklenmiştir. Medeni Kanun, zayıf olanı koruma amacına yönelik olarak düzenlendiği için, asgari ve zorunlu ihtiyaçların karşılanması kapsamında boşanma ve ayrılık neticesinde maddi yönden eskisinden daha kötü bir durumda olacak eş ve çocukların korunması için “nafaka” hukuk sistemimize dahil edilmiştir. Medeni Kanunumuza göre, evliliğin devamı süresince, eş ve çocukların maddi ve sosyal ihtiyaçları eşler tarafından karşılanır. Ancak çoğu kez, boşanma davası açılmasıyla birlikte eşlerin bu yükümlülüklerine uymadıkları gözlemlenmektedir. Bu durumda geliri olmayan ya da geliri düşük olan eş ve çocukların geçimi için nafaka ödenmesine karar verilir.
En sık rastladığımız nafaka çeşitleri “tedbir nafakası”, “iştirak nafakası” ve “yoksulluk nafakası”dır.
Tedbir Nafakası: Boşanma davasının açılmasıyla birlikte aile yepyeni bir durumla karşı karşıya kalmaktadır. Eşler genellikle ayrı evlerde yaşamaya başlar. Zaten boşanma davası ile birlikte ayrı yaşamak eşler için bir haktır. Bu husus, yeni bir maddi durum yaratmaktadır. Tedbir nafakasının amacı, boşanma davasının devamı süresince eş ve çocukların barınma, bakım, geçim ve malların yönetimi konularında tedbirler alınmasıdır. Her eş, boşanma sebebi ne olursa olsun, ister davacı ister davalı olsun, diğer eşten tedbir nafakası isteme hakkına sahiptir. Tedbir nafakasına hükmedilirken, lehine tedbir nafakası hükmedilecek kişinin kusurlu ya da kusursuz olmasına bakılmaz. Dikkat edilecek husus, bir eşin boşanma davası devam ederken ayrı yaşamaya başlaması nedeniyle maddi durumunun olumsuz etkilenecek olmasıdır. Tedbir nafakasının miktarı her aile, her dava için farklıdır. Eşlerin sosyo-ekonomik durumları, çevreleri, çalışıp çalışmadıkları, yaş ve cinsiyeti itibariyle kolaylıkla iş bulup bulamayacaklarına göre hakim tarafından belirlenir. Tedbir nafakası hakkında, tarafların talebi olmasa da hakim kendiliğinden karar verebilir ve boşanma davasının açıldığı tarihten itibaren olmak üzere, boşanma davasının kesinleşme tarihine kadar olan süre için tedbir nafakasına hükmedilir.
Yoksulluk Nafakası: Boşanma dolayısıyla evlilik süresince alışmış olduğu hayat standardını kaybeden eş, diğer eşten yoksulluk nafakası talep edebilir. Nafaka yükümlüsünün kusurlu olması şartı aranmaz. Ancak nafaka isteyen eşin diğer eşten daha az kusurlu olma şartı bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da tedbir nafakasının aksine, yoksulluk nafakasının mutlaka talep edilmiş olması gerekmektedir. Yoksulluk nafakası talebi, mahkemeye sunulacak dilekçelerde yazılı olarak belirtilebileceği gibi duruşma esnasında sözlü olarak da talep edilebilir. Nafaka ödemesi belirli bir süreyle sınırlandırılmasa da nafaka alacaklısının yoksulluğunun sona ermesi, haysiyetsiz hayat sürmesi, bir başkasıyla fiili karı koca ilişkisi kurması durumlarında kaldırılmasına karar verilebilir. Yine nafaka borçlusunun maddi durumunun kötüye gitmesi durumunda nafaka borçlusu tarafından, nafaka miktarının azaltılması ya da nafakanın tamamen kaldırılması dava yoluyla talep edilebilir. Nafaka alacaklısı da ilerleyen yıllarda nafakanın arttırılmasını dava yoluyla talep edebilir. Kanunda yer almasa bile Yargıtay uygulamasında ÜFE oranında arttırım yapıldığı görülmektedir. Yoksulluk nafakası, nafaka alacaklısının evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü ile kendiliğinden sona erer.
İştirak Nafakası: Eşler evliliğin devamı süresince evin geçimi ve eş ve çocukların bakımı konusunda eşit sorumluluk yüklenmişlerdir. Medeni Kanun’a göre, boşanma halinde, velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş de çocukların bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. Çocukların bakımı ve yetiştirilmesi de tıpku tedbir nafakasında olduğu gibi kamu düzeninden sayıldığı için iştirak nafakasına hakim kendiliğinden karar verebilir ve miktarını da kendisi belirleyebilir. Ancak yine de uygulamada talepten fazlasına hükmedilmemektedir. İştirak nafakası talep hakkı, boşanan eşlerin müşterek çocuklarına aittir. Çocuklar bu haklarını, velayeti kendisine verilen eş tarafından kullanmaktadırlar. Hakim, iştirak nafakasının miktarını belirlerken çocuğun ihtiyaçlarını, iştirak nafakası yükümlüsü eşin ve velayet hakkına sahip olan eşin mali durumunu dikkate alır. Anlaşmalı boşanma durumunda bile protokoldeki iştirak nafakasının varlığı ya da yokluğu ve miktarı hakimin denetiminden ve onayından geçer. İştirak nafakası, boşanma davası ile birlikte talep edilmişse boşanma davasının kesinleşmesiyle başlar. Boşanma davası kesinleştikten sonra ayrı bir dava ile iştirak nafakası talep edilirse bu davanın tarihinden itibaren iştirak nafakasına hükmedilir. İştirak nafakası ödeme yükümlülüğü, çocuğun reşit olmasıyla sona erer ancak iştirak nafakası alacaklısı çocuk reşit olmasına rağmen eğitim hayatı devam ediyorsa nafaka yükümlülüğünün devamı gerekir.
Nafaka yükümlüsü, nafaka borcunu 1 ay ödememesi halinde dahi kendisi hakkında icra ceza mahkemesinde nafaka borcunu ödememekten dolayı dava açılır. Şikayet süresi 3 ay olup bu süre içerisinde de nafaka borcunu ödememişse 3 aylık hapis cezası ile cezalandırılır. Burada dikkat edilecek husus, nafaka ile ilgili ödeme emrinin vekiline değil bizzat nafaka borçlusuna yapılmış olmasıdır.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere;
Av. Aslı AĞAR
www.agarhukuk.com.tr
1 note · View note