Tumgik
reklamcispec · 8 years
Photo
Tumblr media
Otomotiv Sektörünün Arafı
Bildiğiniz gibi otomotiv sektöründe tarihi bir geçişe tanıklık ediyoruz. Modern araçların üretiminden bu yana muhtaç olduğu yakıt teknolojisi büyük bir evrim geçiriyor. Elektrik kullanımı sokağa indi artık. Fiyatlar henüz el yaksa da, bu durumun böyle gitmesi imkansız. Elbet hepimizin temin edebileceği makul fiyatlara düşecektir bu teknoloji. Büyük markalar ise neler yapabildiğini göstermek için sadece bu teknolojiye odaklanmış durumda haliyle. Fakat biz hala elektrik teknolojisini tam anlamıyla kullanamıyoruz. Son 1 senedir temin edemeyeceğimiz teknolojileri önümüzde getiriyor markalar. Hayaller/Hayatlar yaşıyoruz resmen. Peki bu hep böyle mi gidecek? Tabi ki hayır. Geçiş dönemindeyiz, şanslı nesiliz. Geleceği otomotiv sektöründe de deneyimleyebilen nesiliz. Fakat sokakta kullandıklarımız ile markaların tanıtımlarında kullandıkları araçlar/materyaller arasında iyice fark açıldı.
Elektriğin yakıtta kullanılmasının doğaya, cebimize, insanlığa kattığı yararlardan değişimlerden bahsedecek değilim. Bunun hakkında binlerce yazı bulmak da mümkün google'landığı takdirde. Bu yazı araf döneminde olmanın pazarlamaya etkilerinden bahsedecek.
Apple araç çalışmalarını hızlandırdı, Google zaten senelerdir üzerine çalışıyor... Otomotiv sektörünün liderleri önümüzdeki senelerde değişebilir bile.Liderler değişince otomobile bakışlar da değişecektir. Şuan için ülkemizde ev satın almak ile hemen hemen eş değer konumda olan otomobil, ilerleyen senelerde telefon satın almak ile aynı konumda bile olabilir. Tabi bunun için baya bir küçülmeleri ve metropollerin trafik sorunlarına çözüm bulmak lazım önce. Buradaki çelişki şu; gelecek bu değişimlerin sinyalini verirken, geleneksel otomobil üreticileri aksine araçlarını büyütüyorlar(motor hacmi hariç tabi ki). Şu dönem dikkat ederseniz neredeyse her otomobil firması SUV model üretimine geçiyor. Sektörün en şehirli çocukları bile şehirli suvlar üretiyor. Örneğin; Audi koskoca bir suv ailesi kurma eşiğinde. Q1'den Q8'e kadar tüm rakamlarda bir suv ailesi 3-4 seneye sokaklara inecek. Burada bir çelişki var. Gelenekselciler araçlarını büyütürken, sektöre kendi tarzlarıyla dalan iddialı abiler minimallik getirmeyi hedefliyor. DÜnya genelinde gelenekselcilerin kazandığı hiç bir alan yok uzun vadede. Yine uzun vadede bu sektörde de yenilikçiler kazanacaktır mutlaka fakat bu araf dönemi şuan fazla komplike haliyle. Yeniliklere henüz erişemiyoruz, geleneksel çalışmalar için de bir gelecek olmadığı için üzerlerine çok fazla inovasyon çalışmaları olmuyor. Süspansiyonlar yumuşuyor, bilmem kaç km. hızla giderken sürücü asistanı devreye giriyor vs... Süre gelen yenilikler içerisinde dönüp duruyoruz 2-3 senedir. Şahsen tüketici olarak bunlar artık tatmin etmiyor beni. Bununla beraber markalar gelecekten bahsettikleri zaman yeni elektrikli motor teknolojilerinden bahsedip bizleri tatmin etmeye çalışırlarken, henüz bu teknolojileri tecrübeleyemememiz hevesimizi kursağımızda bırakıyor. Hedef kitleye sunulanlar ise gelenekselci teknolojiler. Elbet var futuristik özellikler sunan model ve markalar ama aralıksız 400 sene çalışmak lazım sanırım o modellere ulaşmak için. Pazarlama çalışmaları da şu dönem futuristik özellikle gözümüzü boyarken, markalarının sunduğu modeller henüz 2 sene önce araç içi ekranı standart hale getirdi henüz. Sektör arafta. İnsanın artık "ne yöne gideceksek gidelim de, pazarlama çalışmaları bizim ulaşabildiğimiz yönde çalışsın" diyesi geliyor.
Ne olursa olsun güçlü bir motor sesinin verdiği hazzın gelecekte yeri olmasa da şuan için bunlarla eğlenmek zorundayız maalesef. Zaten en azından şu dönem verdikleri de yetiyor gelenekselcilerin. O zaman 5-10 sene daha pazarlama iletişimlerinin merkezine bu özellikleri koymak zorundalar. Tabi ki trend çalışmalarını sürdürebilirler ama merkez iletişime almak şahsen bana saçma geliyor.
0 notes
reklamcispec · 8 years
Photo
Tumblr media
Biraz farklı bir blogum var, farkındayım. Reklam sektöründen yazılar da, kişisel yazılar da, otomobil mekaniği/tekniği ile ilgili yazılar da paylaşabiliyorum. Kafam acayip karışık! Bu yazıda ise, motor teknolojisinin nasıl geliştiğinden bahsedeceğim. düşük litre motorlar günümüzde hala bazı insanları ürettikleri güçler konusunda korkutabilir ama teknolojinin dokunuşu da aslında tam budur. Resmen teknoloji geçmişimizle dalga geçer gibi dokunuşlar yapıyor hayatımızın her bir alanına. Bunlardan biri de motor teknolojisi tabi ki.
Gelişen teknolojinin etkilerini günümüz ile dünün teknolojisini karşılaştırarak yapalım;
Karbüratör-Enjeksiyon farkı: Araçların bagaj kapağında gördüğünüz İ harfi var ya, he o işte enjeksiyon(injection) demektir. Şimdilerde gözümüz alıştı tabi bu harfe. Bir zamanlar fena havalıydı. Çünkü yaygın teknoloji karbüratörden yanaydı. Peki nedir bu iki cool isimli materyalin farkı? Olay basınçtan kaynaklı. Karbüratör sistemi yakıtı yanma odasına basınç desteğiyle mekanik olarak akıtma sistemiyle götürürken, enjeksiyon sistemi yanma odasına yakıtı çok daha yüksek basınçla elektronik yolları kullanarak direk olarak püskürtme sistemiyle götürür.Enjeksiyon ile başlayan elektronik sistem artık günümüzde motora bir çok komut vermeye de yarıyor. Bununla beraber, püskürtme sistemiyle yakıt daha sağlıklı yandığı için verimliliği arttırırken, yakıtı daha bilinçli/tasarruflu da kullanabiliyor. Bu sistem aslında oto yıkamalarda bulunan araç yıkama sistemine benziyor. Aracınızı kendiniz hortumla su tutarak yıkarsanız çok daha fazla su tüketmiş olursunuz fakat basınçlı su ile hem daha az su tüketirseniz hem daha fazla alana müdahale edersiniz. 
Sübap: V yani İngilizce Valve kelimesinden gelen ve motordaki sübap sayısını belirten bu rakam ve harf grubu genelde bagaj kapağının üstünde motorun hacminden hemen sonra yer alırdı. Performanslı modellerde yer alan ve göze oldukça hoş gelen bu 16v uzantısında genelde kırmızı renk kullanılırdı ve görüldüğü zaman bir çok kişinin kalbi daha hızlı çarpardı. Aslında silindir başına düşen sübap sayısını gösteren bu uzantı 4 silindirli motorlarda her bir silindirde 4 adet sübabın olduğunu gösteriyordu. Bahsettiğimiz dönemlerde ise motorlarda silindir başına 2 sübap yaygın olarak kullanılıyordu. 4 silindirli ve silindir başına 4 sübap düşen bir motor ile 8 silindirli silindir başına 2 sübap düşen motor 16v olarak adlandırılıyordu. Ancak 4 silindirli bir motor 16v ile teknolojik olarak oldukça üstündü ve bu nedenle aracın dışında 16v olarak kırmızı bir amblem ile bu özellik vurgulanırdı. 8 silindirli motorlarda böyle bir yazı bulunmuyordu. Silindir başına 2 sübaba sahip motorlarda her bir silindirde 1 adet emme (hava) 1 adet de egzoz sübabı bulunurken 4 sübaba sahip motorlarda 2 adet emme ve 2 adet de egzoz sübabı bulunur. Bu sayede hava silindirler içerisine daha rahat girerken egzoz gazı da daha rahat tahliye edilir. Daha rahat çalışma sayesinde motor daha fazla devir çevirebilir ve bu sayede daha fazla güç üretilebilmektedir. 2 sübaplı motorlarda tek egzantrik mili bulunurken 4 sübaplı motorlarda çift egzantrik bulunur ve DOHC (Double OHC) olarak adlandırılır. Günümüzde yüksek hacime sahip bazı Amerikan arabaları ve geleneksel üretim araçlar dışında 2 sübap düzenini kullanan motor kalmamıştır. 
Atmosferik-Aşırı Besleme: 80′li yıllarda bazı otomobil markaları (volvo,honda) aşırı besleme sistemlerini performans modellerinde kullanıyordu. Günümüzde ise neredeyse bütün otomobiller artık bu sisteme sahip. 1.0 litre ve benzeri araçlardan alınan yüksek beygirlerin sebebinde ise bu sistem yatmaktadır.Aşırı besleme sistemi sayesinde silindirler içine gönderilen hava miktarı artıyor ve yüksek hacimlerle aynı güç elde etmeyi mümkün kılıyor. Bu durum tork artışını da direk etkiliyor. 
Yağ Kullanımı: Takdir edersiniz ki yağ, motor için en önemli maddelerden biridir. Yağın görevi, motor içerisindeki sürtünmeden oluşan hasarları önlemektir. Eskiden kullanılan mineral yağ, günümüzde popüler olan sentetik yağdan daha yoğun bir yapıya sahip. Sentetik yağın mineral yağa göre daha pürüzsüz ve saf olması, sürtünmenin daha az olmasını sağlıyor. Sentetik yağların yaygınlaşması hem bakım maliyetlerini ve yakıt tüketimini düşürmüş, hemde performansı arttırmıştır. 
Egzantrik Stilleri: 2 çeşüt egzantrik stili var; Bloktan(OHV) ve üstten egzantrik(OHC). Bloktan egzantrik sistemi çok fazla parçayı içinde barındırır. Bu da ciddi bir ağırlık farkına sebebiyet verir. DOğurduğu sonuçlar ise performans kaybı ve yakıt tüketiminin fazlalığıdır. Üstten egzantrik sisteminde ise hareketli parçanın sayısı azdır. Bu da motor sesini daha aza indirirken, daha hafif bir sistemdir. Daha az parça barındırdığı için sürtünme daha az, maliyeti daha ucuz, yakıt tüketimi daha azdır. ÖZETLE; 80′li yıllarda 2.0 Litre araçtan alınan güç günümüzde 1.0 litre otomobillerden kolayca alınır. Günümüzdeki 2.0 litre motorlardan alınan güç ise 80′li yıllarda alınan gücün iki katından daha fazla olabilir. Güç fazla olmasına rağmen daha az yakıt tüketimine de sahiptir. 80′lerde alınan tork ile günümüzde aynı litreden alınan tork arasında ise 2-3 kat fark vardır.
0 notes
reklamcispec · 9 years
Text
Bölündü Kişilikler İstanbul’da
En son şarap muhabbetinden sıyrılıp "hehe aaay iyi muhabbet ettik ya ben artık kaçayım" diyerek fırladım işyerinden. Nişantaşı'nda lüks bir rezidans içerisinde çalışırken Türkiye'nin pek kitlelerine hakim olmak zor. Üstelik toplumu en fazla tanıman ve iyi analiz edebilmen gereken bir meslek için çalışıyorsan mükemmel bir handikap. En azından iş saatleri içerisinde zor. Ben kesinlikle mesleğimin farklı toplum dinamiklerini barındıran insanlardan oluşması gerektiğini düşünüyorum. Big Chef açmaz senin beynini arkadaşım, Kuru fasulyeci Erzincanlı Ali Baba açar, Eyüp ciğercisi açar. Açılamasan da en azından hakkıyla sağlam bir şey girer midene. Neyse, Evim Rami'de. Çoğu istanbullunun bile bilmediği bir semt.Bölgesi sanayi, delikanlıları bıçak yalar, dolmuşları hamburg sticker'lı bir yerdir Rami. Komik bir yer bana göre. Daha da komiği her akşam nişantaşı'ndan buraya gelmem. Bayılıyorum bu 15kilometredeki değişime. Her türlü insana rastlarsınız Rami'de. Dolmuşa bindiğinizde mesela çoğu zaman Libya'dan kalktığını Edirnekapı'nın son durak olduğunu düşünmeniz çok normaldir. Neden mi? Çünkü içerisi saat satan zenci kardeşlerimiz ve takkeli abilerimizden oluşur. Her insan birbirinden bağımsızdır dolmuşta. İyi giyinimli biri kolay dikkat çeker içerde. Bu insanlar arasında benzer ortak özellikler de yok değil. Örneğin, ter kokusu. Kokar abi. O dolmuşa binmek için bastığın akbil gibidir ter kokusu, yoksa binemezsin! Aşağılamak değil tabi amacım ama binlerce kez bindiysem eğer çok enderdir farklılık gösterdiği bu durumun. Neyse, en son iş yerinden çıkıyordum şimdiki zamanda. iş yerinden çıkınca gitmem gereken yer tabi ki sıcacık evim oldu. Yukarda bahsettiğim tarzda bir dolmuşu kullanmam gerekiyor eve varmak için. Edirnekapı-Gazi Mahallesi arası mekik dokuyan bir dolmuş. Dolmuşun kapısından girene kadar seneyi ben 2015 sanıyordum ki içeri birdim 1997'e resmen ışınlandım. Mor perde, full ses açık beşiktaş maçını anlatan cızırtılı radyo, 24 saat telefonla uğraşan lalelerden hiç biri yok içerde, ispanyol paçalı bir abi, tespih sallayan kahverengi gömlekli bir delikanlı, "kişi başı 1milyon 650bin" yazılı fiyat tabelası... Efsane bir zamanda yolculuğa şahit oluyordum. Şoklar içerisindeydim. Zaman durdu her şey yavaş akarken yanıma bir kişi oturdu ve ter kokusu da geldi... Kusursuz bir 97 yılı! Doku süperdi, kimse muhabbet etmiyordu, ben hayranlıkla etrafıma bakıyordum derken geldi benim durak, indim. Hay sikeyim ya! Karşımda elektronik tabelalı hırdavatçıyı gördüm. Sonrası, bir araba baştan dibine kadar korna çaldı, telefonla uğraşan beyni yanmış bir kız çarptı sonra bana, ardından çakmacı bir giyim dükkanının full ses tekno müziği kulağama ilişti. "Ulan bitti be!" dedim içimden. Sanki 15dakikalık kafa yapan bi madde kullanmış gibi hissediyodum kendimi. Sonrası mı? Öyle sevdim ki o anı, bu yazıya döktüm işte. Okudukça hatırlıcam sizi, dişsiz şöför amca, ispanyol paçalı abi, 1milyon 650bin, nike şapka takan uzun saçlı arka koltuk mumyası...
0 notes
reklamcispec · 9 years
Video
Sosyal medyanın hızından, interaktifliğinden falanından filanından bahseden yüzlerce işin ustası mevcut ve ben bu yüzden bunlardan bahsedip yazıyı zaten herkesin bildiği şeylerle boğmak istemiyorum. Yalnız şöyle bir gerçek var; sosyal medyanın hızı Türkiye’de henüz markalar tarafından tam kullanılmış değil. Daha doğrusu, markaların ender eline geçebilecek fırsatları hızla birleştirip bir kampanyaya dönüştürmek Türkiye’ye henüz uzak. Dünyada örnekleri var bunun. Örneğin, Super Bowl’da elektrik kesildiği gibi Oreo’nun durumu fırsata dönüştürdüğü çalışma gibi.
Türkiye’den fırsatı yakalayamayan bir markaya örnek vermek istiyorum; Koçtaş.
Son günlerde popüler olan videolardan birisi de bu video.
Videoda görüldüğü gibi çocuk tatlış tatlış kadınlara tavsiyeler veriyor. Kadınlara tavsiye verirken bir çok kez Koçtaş diyor, Koçtaş’ın erkeklere özgü bir yer olduğunu söylüyor…Kardeşimizin bir viral video kurbanı olabileceğini dahi düşündüm bir an. Abi bas virali, kadınlara özgü bir ton malzemen de var senin.  Ultra ses getirecek bir çalışma olmasa bile iletişim öğrencilerine iyi bir case olabilecek bir çalışma olabilirdi ya da ülkemizde dijitalin sadece hesap yönetiminden ibaret olmadığını bir kez daha göstermiş olurdunuz. Ama maalesef olmadı böyle bir şey. Bu saatten sonra da olmasın zaten. Bir potansiyel süper kampanya daha gözlerimizin önünde yitirilip gidiyor, toprağı bol olsun.
2 notes · View notes
reklamcispec · 9 years
Text
Kaostan Beslenen Ülke; Türkiye
Ailemin yetiştirme tarzı gereği siyasi konuda baskılara maruz kalmamayı öğrendim. Her seçim günü ailenin hiç bir üyesine babam sormadı mesela “kime oy attın?” diye. Bu konuda kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır. Fakat, toplumların dinamikleri bakımından aileme dışarıdan bakanlar eminim hep bir kalıplara sokmuşlardır kendilerini. Umurlarında olduklarını çok sanmıyorum, çünkü bunun rahatsızlığını hiç dile getirdiklerini duymadım.
Yıllar önce ailemden ilk defa uzaklaşıp, başka bir şehre üniversite okumaya gittiğimde baskıları daha fazla hisseder oldum. Üstelik hissettiğim baskılar Türkiye’nin en özgürlükçü üniversitelerin birinde okumama rağmendi. Kendilerine “azınlık” diyen grupların bile baskılarını hissettim burada. Baskıdan kastım illa fiziksel ve sözle baskı oluşturmak değildi. Mesela arkadaş olarak kabullenemediler, tartışamadılar, kabullenemediler. Tabi tartışmalarda 1-0 öndeydim, nihayetinde kendimi hiç bir siyasi oluşumun parçası olarak hissetmediğimden yanlış olan şeyleri bile bile kabullenmek zorunda da kalmadım ama dostluklarımın da sekteye uğradığı da bir gerçekti. Ne yazık ki; aidiyet duygusu yoksunluğumun çok fazla negatif gelişmesini yaşadım. İyi bir şey olmaktan çıktı artık benim için. Ya çok fazla baskılara uğruyordum, ya da çağımın getirdiği bir özellikti bu bana. Örneğin; çay ısmarlayan bir arkadaşımın bile iyi niyetinden şüphe duydum ki çoğu zaman da haklı çıktım. Bazı kesimler jenerasyonları X,Y diye ayırıyor biliyorsunuz(özellikle geziden sonra her medya organı bu ayrımları soktu gözümüze gözümüze). Bu jenerasyon ayrımlarına ben kesinlikle katılmıyorum çünkü bu ayrımların bir pazarlama çabası olduğunu düşünüyorum ama benim içerisinde bulunduğum jenerasyonun böyle aidiyet duygusundan yoksun olabileceğini de söylüyorlar. Resmen inanmak istiyorum buna ne kadar kabul etmesem de. Suçu içerisinde bulunduğum jenerasyona atıyorum, çünkü başka hesap sormam gereken hiç kimsem de olmadığını biliyorum.
İlla bir aidiyet ise; ben gezi’nin 31Mayıs’ı ile 1 Haziran’ıyım, ben gezi olaylarını fırsat bilip alana gelmeye çalışan siyasetçileri ıslıklayan kitledenim. Hepsi bu.
Acaba farklı olan ben miyim bilmiyorum ama yukarda da söylediğim gibi; bu aidiyet yoksunluğu hoşuma gitmiyor artık açıkçası. Biliyorum, kitleler bana böyle hissettiriyor ama gerçekler de böyle ne yazık ki. Bu baskıların her dönem bu ülkede kaosu doğurabileceğini düşünüyorum, siyasetin çıkar meselesi olduğunu düşünüyorum, ideoloji olayının miladının dolduğunu düşünüyorum, bilmiyorum çok mu yanlış düşünüyorum ama kaostan beslenen bu ülkenin çok da sikinde olmadığımı da biliyorum çünkü her bir kitlenin besin kaynağının kaos olduğunu düşünüyorum.
Hoşçakal siyaset, ben artık senle konuşmuyorum.
0 notes
reklamcispec · 9 years
Text
Paradoksa Düştüm
Seçim kampanyaları içinde boğulduğumuz bugünlerde bir çok siyasal vaade, küfürleşmeye, hesaplaşmalara, hesaplaşamamalara, maruz kalıyoruz. Nedeni; taht savaşları. Siyasi partilerin ideolojilerinden bu kadar bariz ödün verdiği belki de ilk seçim olacak. İktidar çoğu reklamında türbanlı oynatmıyordu mesela başlarda. Sonraları dahil ettiler fakat, “küpeli gençleri” oynatmaktan vazgeçmediler. İktidar bunu inkar etse de onların deyimiyle “küpeli gençler”e pek hitap eden bir parti değil kendileri. Ana muhalefet ise, liderinin dua okurken görüntülerini internete sızdırıyor, türbanlıları seçim kampanyalarına dahil ediyor, kandillerde Eyüp Sultan Cami’nin orada stand açıyor... CHP kurulduğundan bu yana herkese hitap ettiğini söylese de aslında aynı iktidar gibi bir kesimi dışlıyordu sürekli. Bu seçim, bu iki parti de diğer kesimleri dışlamadığını kampanyaları ile göstermeye çalışıyor. Gelelim HDP tarafına. Batıda ayrı kampanya yürütüp, doğuda ayrı kampanya yürütüyor kendileri. Batıda iktidarın tabiriyle “elit” kesime hitap ediyor, doğuda aynı terane, hepimiz biliyoruz. HDP barışçıl bir kampanya yürüttüğünü iddia etse de, bu ülkede en fazla can almış kanlı bir örgüt ile yakınlığı efsanevi bir paradoksun parçası. Aslında kendileri haksız da değil. Çünkü, diğer partiler de bu paradoksun bir parçası bu seçimde. Ben, yıllar geçse de siyasal olarak partilerin kimliklerin değişmediğine inanıyorum. Bu tamamen seçmenin gözünü boyamaya odaklı kampanyalar olduğunu düşünüyorum. Seçimden sonra birincinin kim olacağını herkes bilse de, tek umut koalisyon. Koalisyon olayına değinmeden önce, varsayalım diğer muhalefet partilerinin tek başına iktidar olmasına, öncelikle yıkmaları gereken devletin her bir koluna, her bir dairesine yayılmış olan bir oluşum var. Bu oluşumlarla boğuşurken, yine kendi ekiplerini yağdıracaklar oralara. Yine belli kesimler dışlanacak, yine aynı terane olacak... Her gelen yine tüm toplumu benimseyemeden kendi çevresini doyuracak. 
Olaylar böyle yürürken, ben bir seçmen olarak kendime yakın bir parti göremiyorum. Ya da onlar bana yaklaşamıyor. Yaklaşanlar ise samimiyetini yansıtamıyor bana. Oy kullanmak vatandaş olarak en büyük hakkım olsa da, oy kullanmaya istemeden gideceğim. Kime basacağımı bilmiyorum ve bir boku yollamaya çalışırken başka bir bokun başıma bela olacağının farkındayım. Umudum kesildi, ömrümün sürekli bokları yollamaya çalışırken bokları seçmekle geçeceğine inanıyorum artık. Paradokstayım.
0 notes
reklamcispec · 9 years
Photo
Tumblr media
Gezi direnişinin 2. yılı kutlu olsun
Görsel, Sinan Akgül'e ait.
0 notes
reklamcispec · 9 years
Photo
Tumblr media
Mustang Dyno verileriyle 665 beygir Evo9
CMMotors Bursa & Dr.Ecu
0 notes
reklamcispec · 9 years
Text
DUMP VALVE NEDİR? BLOW OFF NEDİR?
Öncelikle sokakta duyduğumuz “çuf çuf” seslerinin sebebi büyük ihtimal bu iki parçanın işlevini yaparken çıkardığı sestir. İhtimalin dışında kalan kesim ise; bu kulağa hoş gelen ses için siren taktıran veya çeşitli garip elektrik ses çıkaran aletleri kullanan arkadaşların oluşturduğu kesim. Ayrıca, bu yazının turbo destekli araçları ilgilendiren bir yazı olduğunu belirtelim.
Tumblr media
İlk olarak Dump Valve ile başlayalım;
Tumblr media
Dump Valve, turbo basıncını belirli seviyede içinde hapsederek, gaz tepkisini tabir-i caizse daha canlandırmak için kullanılan parçadır. Ayağınızı gazdan çektiğinizde turbo işlevini sürdürmeye devam etmekte, bu da basınç üretiminin devam ettiğini gösterir. Ayağınız gazda değilken üretilen basıncın gidecek yeri kalmıyor ve tam bu nokta Dump Valve devreye giriyor. Şöyle ki; bu üretilen basıncın turboya zarar vermeyecek kadar olanını içinde hapseden Dump Valve, fazlasını dışarı salıyor. (Bu işlemi yaparken “çuf” sesinin çıkmasına da neden oluyor. Fakat genelde sokaklarda duyduğumuz “çuf” sesi Dump Valve’den değil, Blow off’tan kaynaklı. Çünkü Dump Valve’in sesi Blow Off’unki kadar şiddetli değil. Bu konuya aşağıda değineceğim.) Yeni nesil turbo araçların hemen hepsinde dump valve bulunmaktadır. Fakat modifiye edilecek araçların ya da şöyle söylemek daha doğru olur; basıncı alışılmıştan daha fazla üretmeye başlayacak olan araçların daha büyük diyaframlı ve çıkışlı valve takması gerekmektedir. Tabi ki 2.5bar basan bir araç ile 1.2bar basan bir aracın aynı Dump Valve parçalarını kullanması sağlıklı değil. Sonuçta dışarıya bırakılacak basınç ve tutulması gereken basıncın şiddeti bir değil. Örneğin Forge’un Dump Valve’ini ele alacak olursak; Valve kutusundan farklı renklerde yaylar çıkmaktadır. Bu yayların sertlikleri kendi içinde değişkenlik gösteriyor. Kullanılacak arabanın ürettiği basınca göre yay renkleri değişiyor. Aşağıda basınç aralıkları ve yayların basınçları taşıma aralığı bulunuyor. Green - 5-15 PSI (0.3bar – 1bar) Yellow - 15-23 PSI (1bar - 1.5bar) Blue - 23-30 PSI (1.5-2bar) Red - 30 + PSI (+2bar)
Ayrıca, Forge’un Valve’i ikiye ayrılıyor; sesli ve sessiz. İşte tam burada yazıya başlarken bahsettiğim “çuf” sesine bağlanıyoruz. Sesli denilen valve, havayı dışarı salarken “çuf” sesi çıkarıyor. Sessiz ise, bu sesi çıkarmıyor. Aralarındaki tek fark bu. Bunu basitleştirecek olursak, bi düdük olarak düşünebilirsiniz; birinin tahliye bölgesinde düdük var, diğerinde yok. Bazı kişiler der ki; sesli valve çok yüksek basınç üreten araçlarda kaçağa yol olabilir. Ben bunu şahsen hiç yaşamadım ve başına geleni de duymadım. Alırken tercih sizin, gönül rahatlığıyla ikisini de kullanabilirsiniz. Forge’un valve’i TSI grubu araçlar için en çok önerilen ve tercih edilen valve.
BLOW OFF Geldik o malum yüksek sesli “çuf çuf” sesine.
Tumblr media
Blow Off, ayağınızı gazdan çektiğinizde borularda kalan basıncın tamamen atmosfere tahliyesini sağlayan parçadır. Blow off, basıncı kendi bünyesinde barındıramaz, gaz kelebeğinin kapandığında sıkışan ve turbo pervanesine doğru ters rüzgar oluşturan havanın tamamının tahliyesini sağlar. İçerde hava kalmadığı için gaza tekrar yüklendiğinizde gaz tepkimesi Dump Valve’e göre geriden gelir.Tercih edilmesinin başlıca sebebi tabi ki o “çuf” sesidir. Hatta bu ses o kadar çok seviliyor ki, Blow Off Valve’in çakmasını yani sadece ses üreten versiyonunu(elektronik bir aparat ile) kullananlar bile var. Aslında Dump Valve’lerin Blow Off Valve’lere göre işlevi çok daha verimli olmasına rağmen Blow Off kullanıcıları yine de azımsanmayacak kadar çoktur. Ayrıca mantıken hali hazırda basınç tutmadığı için kullanımda yakıt tüketimi Dump Valve’e göre biraz daha fazla olacaktır. İki parçanın da kendine göre avantajları var. Aracınızı kullanım tarzınıza göre seçiminizi yapabilirsiniz. Tekrar görüşmek üzere…
1 note · View note
reklamcispec · 9 years
Photo
Tumblr media
En "gizli" popülerler The Stig & Daft Punk
0 notes
reklamcispec · 9 years
Text
KREATİF ACI GERÇEKLER
Tumblr media
Toplum olarak; dünyada alışagelmiş dogmalar üzerinden sosyal platformları kesinlikle kullanmadığımızı düşünüyorum.(Toplumu inceleyecek kadar sosyolog, kesin konuşacak kadar cahil, internet göçmenlerinden olmadığımdan dolayı böyle başlamak istedim.) 
Baştan bir platformları evrimleştirmek ile geçiyor bizim senelerimiz. Öncelikle yeni platformları %100 tam performans kullanan userlarımız inceliyor, mantığını algılıyor, fayda sağlıyor ve daha sonra evrimleşerek toplumun en temel damarlarına kadar yol alıyor. Bunun örneğini Vine’da görebiliriz.
Vine ile ilgili bir acemi anımı paylaşmak istiyorum;
2013 yılının Ocak ayında, üniversite iletişim fakültesi 3. Sınıf öğrencisiyken, Vine ile tanıştım. Bulunduğum konum gereği olması muhtemel; meraklı ve yenilikçi algılarım farklı çalışıyordu. Programı anlamak için deneme postları girmeye başladım, hangi markaların hemen koltuğunu kaptığını araştırdım, kendi memleketim insanları neler yapıyorlar onlara baktım ki henüz çok küçük bir kitleydik milletçe. Sonra bu programı ajansımdaki büyüklerimle paylaştım ve “tutmaz abi o” önyargısıyla ilk kez karşılaşmıştım. “Neden tutmasın? Üstelik çalıştığımız marka kendisi hesap açmış, bu istekli olduklarını gösteriyor.” Dediğimde ise; “sektörün piçliklerine hakim olman daha imkansız stajyer o yüzden sen boşver bunları” denilip, hevesim kırılmıştı. Üstelik Vine’ın belki de ilk marka kampanyasını biz üretecektik. Çöp oldu, stajyerin heves kırıldı, fırsat kaçtı, reklamcı egosu galip geldi...Sonrası stajyer istifası ile devam etti. Ne kadar acı ki o zamanki çekingenliğimden dolayı bundan dolayı stajı bıraktığımı söyleyemedim kendilerine sadece “ehe abi dersler felan çok ağır yea” demiştim ayrılırken. “ 1 yıl sonra bu ajans okuluma sertifika programı yapmaya geldi, tabi ki katıldım. Kendi kampanyalarını ağızları sulana sulana öğrencilerin beyinlerine kazırlarken, arada bir vine için yürüttükleri kampanya çalışmalarını gördüm, şok! Kreatif abiler nasıl da övünüyorlardı kampanyalarıyla.İlk defa imrenerek baktığım, benden 20 yaş büyük insanlardan saniyede acımıştım. Yaratıcı olarak sundukları kampanyaları aslında, benim için cesaretsizliğin, tekrarın, yenilikleri deneyemeyecek kadar korkaklıklarının resmiyetiydi. Tabi ki eğitim sırasında ordu gibi ajanstan gelen adamlara parmak kaldırıp bunları söyleyemedim. Sonuçta; beni anında salonun ortasında rezil etme durumları vardı. Onların çeneleri öylesine kuvvetli ki; cesaretsizliklerini, yaratıcılık örneği olarak topluma, bu işin okulunu okuyan öğrencilere ve sektör uzmanlarına yedirecek kadar kuvvetli. Bir öğrenciye mi susacak o kuvvet abideleri.
Nihayetinde o kampanya beraberinde bir kaç müşteri daha getirdi belki de o ajansa. Benim sessizliğim başka bir staj tecrübesi daha hediye etti bana. Hayat devam etti, kuşlar uçtu...
0 notes