siyasetekseni-blog
siyasetekseni-blog
Siyaset Felsefesi ve Güncel Siyaset
11 posts
Sonat Akova'nın kaleminden...
Don't wanna be here? Send us removal request.
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
TBMM YEMİNİ VE KÜRT SORUNU, ARAP BAHARI VE ORTADOĞU
Yemin etmeyen 2 vekil (Bengi Yıldız ve İsa Gök), yemin edemeyen ise 6 milletvekili (Hatip Dicle'yi sayarsak 7) kaldı. BDP ve Blok vekilleri de TBBM'ye girerek yemin etti. Bu bir anlamda geri adım atma, diğer anlamda ise AKP'nin yapamadığı zeytin dalını uzatma açısından ileri adım atma oldu. İkinci anlamın üstünde durursak eğer, bağımsız seçilen vekiller tükürdüklerini yalamak pahasına artık TBMM'deler. Edilen yeminlerin en ilginci ise tabii ki Leyla Zana'nınki oldu. 20 yıl sonra tekrar "Türkçe" yemin etti. Türkçe'ye vurgu yaptım çünkü birçok kişi Zana'nın Kürtçe yemin ettiğini zannediyor. Şimdi ilgili videoyu seyredelim. O gün neler olmuş hatırlayalım. http://www.youtube.com/watch?v=gQaiowrL-VQ Görüldüğü gibi, Leyla Zana daha kürsüye bile çıkmadan protestolar yükseliyor. Zana, Türkçe olarak yemin ediyor ve protestolara karşı Kürtçe olarak "bu yemin Türk ve Kürt halklarının kardeşliği içindir" diyor. Daha sonra malumunuz Leyla Zana ile birlikte birkaç kişinin daha vekillikleri düşürülerek hapse tıkılıyor. Kürtlere açıkça "siz dağa çıkın" deniyor. Gelinen süreç yine malum. Bugün yine şartlar aynı. Yine Kürtlere siz hapiste kalın siyaset yapmayın deniyor. Şurası bir gerçek ki devlet Kürt sorununda üzerine düşeni yapmamakla ısrar deniyor, AKP iktidarı en büyük emperyalist gücün emelinde Ortadoğuyu şekillendiren Müslüman yardakçı konumundayken Türkiye iç savaşa sürükleniyor. Peki neden? 1- AKP iktidarı Doğu'dan alacağı oylara göz dikerek bir Kürt açılımı ortaya attı, sonra tekrar oy uğruna şovenist esintiler ile Milliyetçi-Muhafazakar kimliğine büründü ve açılım sadece başlığı atılmış bir makale gibi kaldı. Çözümsüzlüğe olan inanç arttı. 2- PKK eylemsizlik kararı aldığından bile devlet herhangi bir adım atmadı. 3- PKK, kendi türevi olan küçük örgütleri stratejik olarak kontrol edememeye başladı. Yanlış zamanlı ve hedefini şaşırmış saldırılar düzenledi. Tüm bu olanlar bizi dönüp dolaştırıp yine aynı noktaya itti: "Kahrolsun Kürtlerin siyaset yapma hakkı!" Blok vekillerinin meclis boykotu sırasında da hep bu argüman öne sürüldü. "Meclise gelmezseniz sorunu nasıl çözeceksiniz?" dendi. Kimse, tutuklu bulunan vekiller TBMM'ye gelmezse sorun nasıl çözülecek diye sormadı. ( Sadece KCK tutukluları ya da Hatip Dicle için değil, Ergenekon ya da Balyoz tutukluları için de geçerli.) AKP, inadım inat kıçım iki kanat deyip, çocuksu bir tepki verdi bu süreç boyunca. Olay sadece tutuklu vekiller meselesi değildi. Bir anda BDPli yönetici ve üyeler, belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleri de tutuklanmaya başladı. Yani açık açık siz siyaset yapmayın arkadaş, oturun oturduğunuz yerde ya da dağa çıkın denildi. PKK saldırılara başlayınca da milliyetçi güruhlar primlenmeye başladı. Sorumlu belliydi: Kürtler. Bütün Kürt siyasetçiler tutuklansın, BDP kendini feshetsin, PKK kendini lağvedsin işte o zaman bu topraklarda barış içinde yaşayabiliriz(!). Bu önermeyi ciddi ciddi savunanlar var. Yıllardır üvey evlat muamelesi gören Kürtler, tamamen durduk yere dağa çıkıyor, devlet onlara zulmetmedi. Önce bu fikir ezilmeli, yok edilmeli. Gelelim dış politikaya. Arap coğrafyası dış dinamiklerin büyük etkisiyle değişime uğradı, uğruyor. Arap baharının ilkbahar mı sonbahar mı olduğuna karar vermeden önce bu coğrafyanın yakın siyasi tarihine, ABD'nin çevreleme politikasına, yeşil kuşak oluşturma çabalarını öğrenmemiz gerekir. Yeşil kuşak, ABD'nin SSCB yayılmasına karşı çevreleme politikası gereği Müslüman ülkelerde oluşturduğu kukla diktatörlüklere deniyor. Sovyetlere karşı ABD dostu bu diktatörler yakın geçmişte ABD'nin en belalı düşmaları oldu. Saddam, Osame bin Laden, Kaddafi gibi diktatörler ABD'ye müttefik olmaktan uzaktı. Bölgenin petrol açısından zengin olduğuna değinmeye gerek yok sanırım. ABD, kontrolden çıkan ortadoğuyu yeniden müttefik istasyona sokmaya çabaları, bu diktatörleri koltuğundan etti. Radikal İslam yerine Hristiyan-Demokrat benzeri, AKP'yi rol model olarak almış siyasal İslam hükümetleri kurulmaya başladı. AKP de tam da bu sıralarda İsrail'e kabadayılık yaparak Müslüman halkların kahramanı olma rolüne büründü. Tabii ki bu da projenin bir parçasaydı. Şimdi siz karar verin. Arap baharı ilkbahar mı son bahar mı?
11 notes · View notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
VAHDETTİN HAİN MİYDİ? VATANSEVER MİYDİ?
IV. Mehmed Vahdettin'in hain olup olmadığı sorunsalı yıllardan beridir tartışılır. Bazen bilim adamları bazen de siyasetçiler bu tartışmaya katılır. Peki ya gerçekten hain miydi, değil miydi? İkisi için de somut nedenler ortaya koymak gerekir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye topraklarında ikili bir yönetim havası hakimdi. Bir yanda İttihat Terakki siyasetiyle harekat eden Anadolu ve Rumeli Mudafai Hukuk Cemiyeti (ARMHC)ve diğer yanda İmparatorluk. ARMHC ilk başlarda mandacılıkta yoğunlaşsa da daha sonra mutlak bağımsızlık fikri ile hareket ediyordu. Oysa ki saray erbabı vatanı değil, imparatorluğu kurtarma zihniyetindeydi. Örneğin, 30 Mart 1919'da İngilizlere sunulan barış planında Vahdettin, tahtını korumak için bağımsızlıktan tamamen vazgeçmiştir. (AKŞİN, 2009:163)
"Vahdettin ortacağcıl, feodal bir zihniyetin gereğini yapmaktaydı. Bir adam çağdışı olduğu için hainlikle suçlanamaz. Çağdışı olmak belki bir suçtur, ama başka bir suçtur. " (AKŞİN, 2009: 163)
 "Padişah'ın halifesi olduğu bir ülkeye "ihanet eden" duruma düşmesi ne yazık ki dönemin tarihsel, siyasal, ekonomik ve en önemlisi dış koşullarının bir sonucudur" (KONGAR, 2009: 134)
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönem imparatorları ne yazık ki bu tarihsel konjonktürü yakalayamamıştır. İmparatorluklar yıkılıp bir bir ulus-devletler kurulurken inatla imparatorluğu ayakta tutmaya çalışmışlar ve süreci yakalayamamışlardır. Kurtuluşu İngiliz eteklerinin altına girmekte bulmuşlardır. Şunu da hatırlatmakta yarar var: ARMHCnin giriştiği mücadele en başlarda bir mucize arayışı gibi görülüyordu, ki doğruydu da. Vahdettin, 13 Mayıs 1920de Anzavur İsyanı'na katılanları ödüllendirdi. Hatırlatalım, Anzavur İsyanı, Kuvay-ı Milliye hareketine karşı açılmış yeni bir cephe olmuştur. Mayıs ayı boyunca M.Kemal ve arkadaşlarına yönelik idam kararları çıkarıldı. 10 Ağustos 1920de ise Sevres Antlaşması'nın hükğmetçe imzalanmasını onayladı. 26 Mart 1922de ise İngilizler ile özel ve gizli anlaşma isteği gönderildi. 17 Kasım 1933de ise Vahdettin, İngiltere'ye ait bir gemi ile ülkeyi terk etti. Bu kronolojide Vahdettin'in hükümranlığını korumak adına iç savaşı harladığı da görülüyor. Hükümranlığını sürdürmek istemesi tabii ki normal ama "ne var ki, İç Savaşın düşman istilası sırasında çıkartılması, işin rengini çok değiştiriyor. Burada işte, hainlik vardır." (AKŞİN, 2009: 163) En son olarak ise Milli Mücadele başarıya ulaştıktan sonra İngilizlerle anlaşmak istemesi var ki bu da büyük bir benciliyet örneğidir. İngilizler ile kaçması ise geri dönülemez bir yola girdiğindendir. Vahdettin'in hakkında hain hükmünün verilmesinin en büyük sebebi, eğitimi, ufku ve geleceği görüşündeki eksikliktendir.  Karşıt görüş için, Yılmaz Çetiner'in Son Padişah Vahdettin kitabı okunabilir. KAYNAKÇA Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, İmaj Kitabevi, 2009Emre Kongar, Traihimizle Yüzleşmek, Remzi Kitabevi, 2009
6 notes · View notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
MİHRİ BELLİ YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
1 note · View note
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
STOA OKULUNDA DİN FELSEFESİ
Genelde Stoa Okulu, ilk dönem, orta dönem ve Roma Stoa’sı gibi dönemlere ayrılarak incelenir. (GÖZE, 2009: 60) (AĞAOĞULLARI, 2006a: 416) Bu, genel olarak Stoa felsefesini anlamak için kronolojik ve iyi bir yöntemdir. Fakat bizim yazımızın konusu panteizm olduğuna göre bizim için önemli olan ilk dönem stoacılarıdır. 
Yunan “polis”lerinin yıkıntıları üzerine kurulduğundan dolayı, Yunanlıların üstün ırk olduğu düşüncesinden sıyrılmışlardır. Bu da onları panteist düşünceye yaklaştırmıştır. Sadece Yunanlıların saygı duyulmaya değer varlıklar olduğu düşüncesinden sıyrılıp ve tüm insanlar eşit, özgür ve evrensel olarak nitelendirilmiştir. Tüm bu şartlar, Stoa Okulu’nu özgün bir felsefeye ulaştırmış ve Cicero[1], Seneca, Marcus Aurelius[2] ve Epiktetos gibi kişilere ilham oluşturmuştur. (YETKİN, 2008: 122-128) (GÖZE, 2009: 60-63) 
Stoa Okulu’nun siyasal yaşama etkisi olan “kozmopolis” düşüncesini, siyasal felsefe ile alakadar olduğundan bu yazının konusuna girmemektedir.
Stoacı felsefe, hemen hemen diğer çağcılları gibi mantık, fizik (metafizik) ve ahlak olmak üzere üç dala ayrılır. (AĞAOĞULLARI, 2006a: 419) Konumuzla alakadar olmadığından dolayı bu dalları da genişçe açıklamak lüzumu görülmemiştir.
Stoa Okulu, benimsediği doğa görüşü hakkında Herakleitos’un “ateş” ya da “logos” görüşünden etkilenmiştir. Temel amaç olarak mutluluğa erişmeyi kabul eden Stoacılara göre, logos aynı zamanda akıldır, doğadır, Tanrıdır. Yani doğaya uygun davranmakla akla ve Tanrıya uygun davranmak aynı şeydir. Akıl da tüm evrende bulunur. Akla uygun yaşamak evrene uygun yaşamaktır. Erdemli kişi olmak için de hem doğaya hem akla uygun yaşamak gerekmektedir. Çünkü erdem, doğanın bizi yönelttiği amaçtır. (GÖZE, 2009: 61-62)
Ayrıca Stoa Okulu, bilgelik ve erdemin sadece belirli insanlarda bulunmadığını iddia ederek Yunan polislerindeki “yurttaşlık” bilincini de yıkmıştır.
Stoacılara göre; Tanrı sadece tüm dünyayı –dünyayı geniş algılamak lazım, kozmos gibi- yaratmakla kalmamıştır. Dünyanın özünü ve ruhunu da oluşturmuştur. Buradan şu sonuç rahatlıkla çıkarılabilir: Dünya, Tanrının ta kendisidir, Tanrıya içkindir. Sadece dünya değil, Tanrı ile bütün doğa birdir.
Stoacılardan biri olan Khrisippos’un sözleri ile “insanların bireysel doğaları, tüm evrenin doğasının bir parçasıdır, işte, bu nedenle de bireysel yaşam doğaya uygun olmalı, insan doğal olmayan yaşamdan kaçınmalıdır.” (YETKİN, 2008: 124) 
İşbu görüşleri ile Stoacılar, panteizmin temellerini ortaya koymuş oldular. “Stoacılık her türlü uzlaşmaya ve koşula uyum sağlayan yapısı, dünya devleti düşüncesi, doğal hukuk anlayışı, kavramlar üzerinde oynayarak farklı insanlara seslenebilen çeşitli, hatta çelişkili söylemleri ve dinsel görüntüsüyle, dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin, Roma İmparatorluğu’nun hâkim ideolojisini besleyen temel kaynak durumuna gelmeyi başarmıştır.” Kendisine doğayı temel alan Stoa düşüncesi, iyiliği, erdemi, akılcı davranışı ve Tanrıyı da doğaya eşit görmüştür.
[1] Doğal hukuk anlayışından yola çıkarak “kozmopolis” düşüncesine ulaşmıştır. [2] Marcus Aurelius, Stoa felsefesini siyasal iktidarın en üst basamağına çıkarmıştır. Kendisi bir Roma İmparatoru’dur. KAYNAKÇA: 1 -Ağaoğulları, Mehmet Ali, Kent Devletinden İmparatorluğa, İmge Kitabevi Yayınları, 2006, Ankara2 -Göze, Ayferi, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, 20093 -Yetkin, Çetin, Siyasal Düşünceler Tarihi – 1, Salyangoz Yayınları, 2008, İstanbul
4 notes · View notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
SİYASAL PARTİLER KANUNU NEDEN ANTİDEMOKRATİK?
Türkiye Cumhuriyeti hukuk düzeninden sadece bir yasayı alıp incelemek pek anlamlı değil. Yine de Siyasal Partiler Kanunu'nu (SPK) incelemek, Türk siyasal hayatında partilerin durumu, işleyişi hakkında bilgi verecektir. Bunun için Anayasamızın ilgili hükümlerine de bakılması gerektiğini ısrarla belirtelim. SPK'nın genel esaslar bölümünde tanım, amaç, kapsam, siyasal partilerin niteliği, üyelik ve teşkilat gibi konulara değinilmiştir. Burada bahsedilen maddeler uluslararası normlara uygundur. Buna karşılık teşkilatlanmayı düzenleyen 7.maddeye 1999 yılında eklenen ek cümle bazı aksaklıkları gidermiştir: "Siyasi partilerin tüzüklerinde ayrıca kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri yan kuruluşlarla, yabancı ülkelerde yurtdışıtemsilciliği kurulması öngörülebilir." Eklenen bu cümleden önce kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri yan kuruluşlar, yabancı ülkelerde örgütlenmenin önü açılmıştır. Bir sorun giderilmştir. 8. madde, kanunda belirtilen  belgelerin İçişleri Bakanlığı'na verilmesiyle partinin kurulacağını belirtir. Görüntüde hiçbir sorun yoktur, siyasal partiler izin almaksızın, belgeleri topladığında kurulur. Aynı madde bir siyasi partinin en az 30 üyeyle kurulacağını da söyler ki gayet makul bir rakamdır. Peki bu kanana göre kimler siyasal partilere üye olamazlar? A) Hakimler ve savcılar, Sayıştay dahil yüksek yargı organlarımensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, Silahlı Kuvvetler mensupları ile yükseköğretim öncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.
B) 1- Kamu hizmetlerinden yasaklılar,
2-  Basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya Devlet sırlarını açığa vurma su��larından biriyle mahkum olanlar,
3- Taksirli suçlar hariç beş yıl ağır hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkum olanlar,
4- Türk Ceza Kanunununİkinci Kitabının birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini aleni olarak tahrik etme suçundan mahkum olanlar,
5- Terör eyleminden mahkum olanlar.Bilindiği gibi terör ve ideolojik eylemlerden fıkrasından 2003 yılında R.T.Erdoğan milletvekili olabilmesi için "ideolojik" kısmı çıkarılmış ve kısmen düzeltime gidilmiştir. Yine de bu maddede  bulunan tanımlanmamış kelimeler, yuvarlak anlatımlar hakimlere geniş bir takdir yetkisi bırakıyor ve zaman zaman hukuksuzluğa neden oluyor. Büyük Kongreyi düzenleyen madde 14 ise parti içi oligarşinin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Büyük Kongre üyelerini seçen il delgelerini yine parti genel başkanı seçmektedir ve bu statükonun devamını sağlamaktadır. Benzer durumlar, MYK ve Disiplin Kurulu için de geçerlidir. Bunun dışında SPK, ön seçim gibi demokratik bir unsuru mecbur kılmamıştır. Çoğu düzen partsi de milletvekillerini, MYK üyelerini ön seçim olmadan ya da göstermelik bir temayülle seçerler. Bunun sebebi bizzat SPK'dur. Madde 22ye göre ise partiler TBMM'de grup kurmak için 20 milletvekiline ihtiyaç duyarlar. Bu rakam 60-80 arasında 10du. Yani, grup kurmak zorlaşmıştır. Türk siyasetinde sıkça karşımıza çıkan baraj konusu, seçimlere girmeden önce de partilerin önünde bir engeldir. Madde 36 partilerin seçime girmesi için bazı örgütlülük düzeyini aşması gerektiğini içerir. "Siyasi partilerin seçimlere katılabilmesi için illerin en az yarısında oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olması veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunması şarttır. Bir ilde teşkilatlanma, merkez ilçesi dahil o ilin ilçelerinin en az üçte birinde teşkilat kurmayı gerektirir." Bu ölçüde örgütlenemeyen bir parti seçime giremez. Bu da kuşkusuz hazineden  yardım almayan, nispeten maddi olanakları zayıf partilere vurulan bir darbe ve antidemokratik bir uygulamadır. Yukarda da belirtildiği üzere, bu kanun, ön seçim veya aday yoklaması yöntemleri arasındaki tercihi parti yönetimine bırakmıştır.  Madde 43/3 ise propaganda esaslarını belirler. "Aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, milli, mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaadde bulunamazlar ve Türkçe’den başka dil ve yazıkullanamazlar" Günümüzde sıkça tartışılan bu madde, Türkçe dışında bir dille propaganda yapmayı yasaklıyor.  Madde 53e göre ise parti içi disiplin soruşturmasında ceza almış bir parti üyesinin yargı organlarına itiraz hakkı düzenlenmemiş. Madde 57 ise itiraz mercii olarak Asliye Hukuk Mahkemesini işaret etmektedir. Mahkemenin kararı ise kesindir. Madde 67-69 maddeleri ise siyasal partilere ticari faaliyette bulunmayı, kredi ve borç almayı, siyasal amaç dışında taşınmaz sahibi olmayı yasaklamıştır. Fikrimce bu gayet yerinde bir yasaktır. Aslında bu kanunun en çok tartışılan maddelerinin bulunduğu kısım, dördüncü kısmın birinci bölümü olan yasakları içeren maddelerdir. İlk fıkrada a) Anayasamızın 3.maddesine atıfta bulunulmuş ve bu maddeye aykırı parti faaliyetlerini yasaklamıştır. b) Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
c) Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
d) Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı nitelikte eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.
e) Genel ahlak ve adaba aykırı, amaçlar güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar. f) Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar. Açıkça görüldüğü gibi, bu madde ve fıkraları, siyasal partilere siyaset yapmaları için çok küçük bir alan bırakmıştır. Yasaklar bununla da bitmiyor. Bağımsızlığın korunması, devlet tekliği ilkesinin korunması, azınlık yaratılmasının önlenmesi, bölgecilik ve ırkçılık yasağı, eşitlik ilkesinin korunması, Atatürk ilke ve inkılaplarının korunması, Atatürk'e saygı, laiklik ilkesinin korunması ve hilafetin istenemeyeceği, din ve dince kutsal sayılan şeylerin istismarı yasağı, dini gösteri yasağı, diyanet işleri başkanlığının yerinin korunması gibi başıklarda da çeşitli yasaklar düzenlenmiştir. Dördüncü kısımda ise çeşitli yasaklar düzenlenmiştir ve bunun içinde komik yasaklar bulunmaktadır. Örneğin; "Komünist, anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil, ırk, mezhep ve bölge adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarla da siyasi partiler kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz."Ya da 1999a kadar 12 Eylül Harekatını eleştirmenin yasak olması gibi.  Buradaki maddelerin çoğunu Anayasa Mahkemesi  tarafından uygulanmamaktadır. Bunların dışında bilindiği gibi parti kapatılması ülkemizde çok sık rastlanan bir durumdur. Refah Partisi davası hariç, bütün kapatılan partilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvurular karşında Türkiye Devleti haksız bulunmuştur. Bunlar yüzünden parti kapatılması biraz zorlaştırılmış ve hazine yardımlarının kesilmesi gibi yeni yaptırımlar getirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin partiler için verdiği kararlar ise kesindir. Madde ek-1de ise parti yardımları düzenlenmiştir. Bu parti yardımlarından sadece barajı geçen partiler yararlanır ve bir sonraki seçime daha güçlü girerler. Statüko yine korunmuş olur. Bu makalede SPK'daki maddeler dikkate alınarak bazı eleştirilerde bulundum ve yazının kapsamını da bununla sınırlı tuttum.  
0 notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
EKONOMİK VE SİYASAL YÖNDEN KÜRT SORUNU
Türkiye Cumhuriyeti son başbakanı R.T.Erdoğan, Kürt sorunu ile ilgili değişik, tutarsız mesajlar veriyor. İlk önceleri Kürt sorunu ben çözeceğim diye başbakan, daha sonra "Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır"a, en son olarak da "Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır" deyiverdi. Kürt sorunu konusunda başlanılan yere tekrar dönüldü. Mevcut sistem partilerinin bu sorunu sadece "oy toplama" olarak kullandığı çok net bir şekilde bir kez daha ortaya çıktı. Peki, Kürt sorunu diye bir şey var mı gerçekten? Bunu ayrı ayrı alanlarda incelemek gerekir: Ekonomik ve siyasal yönden. EKONOMİK YÖNDEN Doğu bölgesinin ekonomik yönden geri kaldığını anlamak için geçmişin kayıtlarına bakmaya gerek yok. Zira geri kalmışlık halen daha sürmektedir. Geri kalmışlığın göstergesi olan işşizlik oranı, kişi başı düşen milli gelir vb. rakamları inceleyelim. Örneğin 2010 yılı baz alınarak, tahmini iller bazından kişi başı düşen gelir 2011 yılında bize doğu illeri hakkında bazı fikirler veriyor. Tabloya bakalım.
Sıra İl Nüfus Ekonomiye katkısı (milyon) Ekonomiye katkısı (%) Kişi başı yıllık gelir 1 Kocaeli 1560138 $47738 4,7 $30598 2 Karabük 227610 $6094 0,6 $26775 3 Yalova 203741 $5078 0,5 $24926 4 Kırklareli 332791 $8126 0,8 $24416 5 Bilecik 225381 $5078 0,5 $22533 6 Bolu 271208 $6094 0,6 $22471 7 Manisa 1379484 $27424 2,7 $19880 8 İzmir 3948848 $77193 7,6 $19548 9 Muğla 817503 $15235 1,5 $18637 10 Eskişehir 764584 $14220 1,4 $18598 11 Artvin 164759 $3047 0,3 $18494 12 Kırıkkale 276647 $5078 0,5 $18357 13 Denizli 931823 $16251 1,6 $17440 14 Mersin 1647899 $27424 2,7 $16642 15 Çanakkale 490397 $8126 0,8 $16569 16 Tekirdağ 798109 $13204 1,3 $16544 17 Kilis 123135 $2031 0,2 $16497 18 İstanbul 13255685 $218375 21,5 $16474 19 Ankara 4771716 $78209 7,7 $16390 20 Bursa 2605495 $42659 4,2 $16373 21 Edirne 390428 $6094 0,6 $15609 22 Zonguldak 619703 $9141 0,9 $14751 23 Nevşehir 282337 $4063 0,4 $14390 24 Aydın 989862 $14220 1,4 $14365 25 Adana 2085225 $29455 2,9 $14126 26 Antalya 1978333 $27424 2,7 $13862 - TÜRKİYE 73722988 $1015698 100 $13777 27 Kütahya 590496 $8126 0,8 $13761 28 Bayburt 74412 $1016 0,1 $13650 29 Çorum 535405 $7110 0,7 $13279 30 Tunceli 76699 $1016 0,1 $13243 31 Balıkesir 1152323 $15235 1,5 $13222 32 Karaman 232633 $3047 0,3 $13098 33 Sakarya 872872 $11173 1,1 $12800 34 Rize 319637 $4063 0,4 $12711 35 Samsun 1252693 $15235 1,5 $12162 36 Giresun 419256 $5078 0,5 $12113 37 Niğde 337931 $4063 0,4 $12023 38 Trabzon 763714 $9141 0,9 $11970 39 Burdur 258868 $3047 0,3 $11771 40 Tokat 617802 $7110 0,7 $11508 41 Çankırı 179067 $2031 0,2 $11344 42 Isparta 448298 $5078 0,5 $11328 43 Kastamonu 361222 $4063 0,4 $11247 44 Sivas 642224 $7110 0,7 $11071 45 Hatay 1480571 $16251 1,6 $10976 46 Malatya 740643 $8126 0,8 $10971 47 Konya 2013845 $21330 2,1 $10592 48 Afyon 697559 $7110 0,7 $10193 49 Sinop 202740 $2031 0,2 $10020 50 Ordu 719183 $7110 0,7 $9886 51 Kayseri 1234651 $12188 1,2 $9872 52 K.Maraş 1044816 $10157 1 $9721 53 Ardahan 105454 $1016 0,1 $9632 54 Elazığ 552646 $5078 0,5 $9189 55 Kırşehir 221876 $2031 0,2 $9156 56 Amasya 334786 $3047 0,3 $9102 57 Erzincan 224949 $2031 0,2 $9030 58 Uşak 338019 $3047 0,3 $9015 59 Düzce 338188 $3047 0,3 $9010 60 Gaziantep 1700763 $15235 1,5 $8958 61 Yozgat 476096 $4063 0,4 $8534 62 Gümüşhane 129618 $1016 0,1 $7836 63 Diyarbakır 1528958 $11173 1,1 $7307 64 Adıyaman 590935 $4063 0,4 $6875 65 Mardin 744606 $5078 0,5 $6820 66 Siirt 300695 $2031 0,2 $6756 67 Kars 301766 $2031 0,2 $6732 68 Şanlıurfa 1663371 $11173 1,1 $6717 69 Erzurum 769085 $5078 0,5 $6603 70 Osmaniye 479221 $3047 0,3 $6358 71 Batman 510200 $3047 0,3 $5972 72 Iğdır 184418 $1016 0,1 $5508 73 Bartın 187758 $1016 0,1 $5410 74 Aksaray 377505 $2031 0,2 $5381 75 Hakkari 251302 $1016 0,1 $4042 76 Bingöl 255170 $1016 0,1 $3980 77 Van 1035418 $4063 0,4 $3924 78 Ağrı 542022 $2031 0,2 $3748 79 Bitlis 328767 $1016 0,1 $3089 80 Muş 406886 $1016 0,1 $2496 81 Şırnak 430109 $1016 0,1 $2361 Son 20 ilin 15i doğu illeri. Tabloda açıkça görüldüğü üzere KBDGde doğu illeri yerlerde sürünmektedir. Bütün doğu illeri Türkiye ortalamasının altındadır. İstihdam oranına bakacak olursak yine farklı bir tablo çıkmıyor karşımıza. En düşük iller sırasıyla Diyarbakır (yüzde 27,5), Siirt (yüzde 29,1) ve Şanlıurfa (yüzde 31,1) olarak tahmin edildi. İşgücüne katılım oranında yine iller değişmiyor: Diyarbakır (yüzde 31,8), Siirt (yüzde 33,3) ve Şanlıurfa (yüzde 35,5) oldu. İşsizlik oranının en yüksek olduğu il yüzde 19,1 ile Adana olarak tahmin edildi. Bunu, yüzde 17,4 ile Hakkari, yüzde 17,2 ile Van izledi. Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat göstergelerde bir değişme olmayacaktır. Çıkacak sonuç çok net: doğu bölgeleri ekonomik yönden Türkiye ortalamasının çok altında. SİYASAL YÖNDEN Bilindiği gibi özgürlükçü Kürt halkının TBMM'de temsiliyeti çok düşük. Sadece üç dönem meclise girebildiler. İlkinde seçime SHP bünyesinde giren, Leyla Zana ve Hatip Dicle gibi vekillerin meclisten kovuşturmasıyla sona erdi. Son ikisi de 2007 ve 2011 seçimleri ile meclise giren bağımsız vekiller. 2007-2011 dönemi yine soruşturma ve kovuşturmalar ile geçti ve seçimlere kısa bir süre kala 19 vekile indiler.(+Ufuk Uras) Grup kurmaları engellenmeye çalışıldı ve Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk'un vekillilikleri düşürüldü. 2011 seçimleri le meclise giren 36 bağımsız vekil ise çeşitli yollardan baskı altında. Önce Hatip Dicle'nin vekilliği düşürüldü.(Bu da yetmedi yerine AKPli vekil atandı!)  Açıkça görüldüğü üzere Kürt siyaseti büyük bir baskı altında. Bu sadece yakın tarihimize yansıyan olaylar.  Günümüzdeki adıyla BDP, en ufak bir terör olayında hemen çapraz ateşe tutuluyor. Sanki böyle yaparak bir şeyleri çözmek mümkünmüş gibi. Bilinçsiz Türk vatandaşı azdıkça, terör azıyor, terör azdıkça bilinçsiz Türk vatandaşı azıyor. Böylece olay Türk-Kürt çatışmasına dönüyor. Sokaklarda Kürt avı başlıyor, Kürt sanatçılar Kürtçe şarkı söylüyor diye taşa tutuluyor. Bunu söyleyenler de PKK yanlısı yaftası yiyor. Bu yazıda anayasal ayrımcılıktan bahsetmeyeceğim. Zira yazı çok uzuyor. Onu başka bir yazının konusu yaparız, hem de yeni anayasa tartışmalarını da irdelemiş oluruz. Gelelim sonuç bölümüne: SONUÇ Ekonomik yönden;- Bölgesel dengesizliğin oluşturduğu ekonomik yıkımı bizzat devlet, özel sektöre bırakmadan halletmeli.  - Artık modası geçmiş teşvik, indirim gibi liberal yöntemleri bir kenara bırakarak devletin bizzat bölgeye gitmesi ve işsizlik sorunu halletmeli. -Bölgenin yarı-feodal yapısı kırılmalı. Ağalık-kölelik düzenine son verilmeli. Bunun için toprak reformu şart. -Kadınların iş hayatına sokulması, ekonomik özgürlüklerinin sağlanması. Siyasal yönden;-Kürt halkının, ne savunurlarsa savunsun TBMM'de temsiliyeti sağlanmalı. -Kürt siyaseti önündeki toplumsal, siyasal baskılar kaldırılmalı. -Kürt siyasetçilerinin önündeki yasaklar kaldırılmalı. -Yeni özgürlükçü bir anayasa.
3 notes · View notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
2 TEMMUZ 1993: MADIMAK'IN FAİLİ KİM, MAĞDURU KİM?
Yarın Madımak Oteli katliamı üzerinden 18 yıl geçmiş olacak. Madımak Oteli artık kültür merkezi. Madımak Oteli önce kamulaştırıldı, sonra Bilim ve Kültür Merkezi olarak düzenlendi. Şu anki hali aşağıdaki gibi.
Buraya kadar her şey normal gözükse de işin aslında insanın vicdanını rahatsız eden noktalar var. Öncelikle, bilindiği gibi bu faşist olayda 37 kişi öldü. Bu 37 kişiden 33ü aydınımız, 2si otel çalışanı ve 2si de gösterici, yani faşist. Yukarıda gördüğünüz anıta bu 2 kişinin de ismi yazılmış, Yani faillerle mağdurlar aynı duvarda. Gülsek mi ağlasak mı belli değil. Devlet Aleviler ile dalga geçiyor olmalı. Bu durumun sorulduğu Sivas Valisi Ali Kolat ise şöyle cevap veriyor: "Olaya insan merkezli baktık." Evet belli ki insan merkezli bakmışsınız ama kim insan kim insan değil onu araştırmayı unutmuşunuz. Aleviler otel "utanç müzesi" olsun demişti ama bu şekilde değil. İkinci anormallik ise eski otelin önünde anma gösterisi yapmak isteyenlere yine aynı valinin izin vermeyişi. Vali şunu unutmasın: yasakların çoğaldığı yerde özgürlük patlaması yaşanır. O gün orada bu anma yapılmalıdır! Hükümetin yıllardır süren Alevi Çalıştayı, aynı Kürt açılımı gibi fiyaskodur. Bir arpa boyu yol ilerlenmemiştir. Büyük kitlelerine güvenen iktidar partisi, Alevi ve Bektaşilerin güvenini kazanamamıştır. Yine bu sıralar bazı AKP sempatizanları Madımak katliamını da Ergenekon'un üzerine yıkmakta. Tam da bu iddia üzerine çok güzel bir yazı yazmış Onur Caymaz ve Madımak faillerinin avukatlarını ifşa etmiş adeta. Birebir alıntı yapalım ve kimmiş bu avukatlar görelim:  Av. Şevket Kazan, eski RP Milletvekili ve eski Adalet Bakanı;  Av. Celal Mümtaz Akıncı, Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi; Av. Hayati Yazıcı, AKP’nin Devlet Bakanı; Av. Haydar Kemal Kurt, AKP Isparta Milletvekili; Av. Zeyid Aslan, AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı; Av. Hüsnü Tuna, AKP Konya Milletvekili; Av. Burhanettin Çoban, Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı; Av. Faik Işık, Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı; Av. İbrahim Hakkı Aşkar, 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili; Av. M. Ali Bulut, AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi; Av. Bülent Tüfekçi, AKP Malatya İl Başkanı; Av. Halil Ürün, RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Belediye Başkan adayı; Av. Mevlüt Uysal, AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı; Av. Nevzat Er, Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı; Av. Suat Altınsoy, AKP Konya İl Başkanı Yardımcısı; Av. Tayfun Karali, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü; Av. Ferruh Aslan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü; Av. İbrahim Kök, AKP Elazığ Milletvekili Aday Adayı; Av. Ali Aşlık, eski AKP İzmir İl Başkanı; Av. Bedrettin İskender, AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı; Av. Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi; Av. Eyüb Karagülle, eski Saadet Partisi İlçe Başkanı; Av. Faruk Gökkuş, AKP, Kâğıthane Belediye Başkanlığı Aday Adayı; Av. Hasan Hüseyin Pulan, AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi; Av. Hurşit Bıyık, AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı; Av. Reşat Yazak, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi.
Bu isimleri de göz önünde bulundurunca ikisonuç ortaya çıkabiliyor: Ya AKP zihniyetinin içinde de Ergenekon var, ya da tek terör örgütü Ergenekon değil. Öyle yakın geçmişteki bütün pislikleri Ergenekona yıkmakla kendinizi aklayamazsınız. Oy verenlerin yarısnın size oy vermiş olması sizi aklamaz. Sizi ancak tarih aklar ve tarih bunları da yazar.
Peki Madımak'ta kimler öldü? Madımak'ta ölenler sadece Alevi değildi. Onlar devrimci ve solcuydu aynı zamanda. Onlar tarihi yanarak da olsa aydınlatmış insanlardı. Son olarak Madımak'ta ölenlerden biri olan Metin Altınok'un kızı, Zeynep Altınok Akatlı'nın yazısını okumanızı şiddetle tavsiye ederim. (Söz konusu yazı için tıklayın)
1 note · View note
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
12 HAZİRAN 2011'İN ARDINDAN
Artık herkesin bildiği gibi XXIV. dönem milletvekilleri seçimi sonuçlandı.(fiili olarak YSK hala atama yapsa da!). Sonuçları hatırlatmakta fayda var: AKP %49.83, CHP %25.98, MHP %13.01 ve çoğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun destekledikleri olmak üzere bağımsızlar ise %6.57. ( Ayrıntılı sonuçlar için: XXIV. Dönem Seçim Sonuçları ) Milletvekilliği dağılımı ise şöyle oldu (sanmıştık):-Adalet ve Kalkınma Partisi 325-Cumhuriyet Halk Partisi 135 -Milliyetçi Hareket Partisi 54-Bağımsızlar 36 Seçimden sonra her parti bir "kazanç payesi" açıkladı kamuoyuna. Bunu hepimiz biliyoruz. Buna karşılık bağımsızlar haricindeki üç partinin de kaybettikleri var. Örneğin AKP, anayasayı değiştirecek 330 ve 367 rakamlarına ulaşamadı. Yani tek başına anayasayı değiştiremiyor.  CHP ise beklediği atılım olan %30 bandına yerleşemedi ama yine Baykal döneminde rüyasında göremeyeceği bir orana ulaştı. Mhp ise barajı geçerek rahat bir nefes alsa da kronik bir 3. parti olarak çeperini yırtamadı. BDP için oy oranını arttıramadığı yönünde eleştiriler olsa da sadece 30 ilde seçime girdiği düşünülürse bu tenkit biraz geçersiz kalıyor. Kesin sonuçlar açıklanmadan ise süpriz ve şaşırtıcı gelişmeler yaşandı. Önce Hatip Dicle'nin vekilliği düşürüldü ve yerine AKP'nin 6. sıra adayı Oya Eronat milletvekili oldu. YSK kendini halkın yerine koyarak yasama organının bir üyesini belirledi ve skandal bir karara imza attı. (Gerekçeli karar için tıklayın. ) Bağımsız milletvekili sayısı 1 düştü ve AKP'nin vekil sayısı da 326ya yükseldi. Daha sonra MHP ile AKP arasındaki tartışmalı milletvekilliği de AKPnin lehine sonuçlandı. Yani Akp'nin milletvekili sayısı 327 oldu. Ergenekon sanıkları Prof.Dr. Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan, KCK tutuklusu 5 vekil ise yetkili mahkemece tahliye edilmedi. Akıbetlerinin ne olacağı belirsiz. Bunların yerine kendi partilerinden bir sonraki adayın meclise girmesi gerektiği hakim görüş. Kararlara yasal kılıflar uydurulsa da, mahkemenin takdir yetkisini hukuktan yana kullanmadığı da açıktır. Bizim Anayasa ve yasalarımızda her yöne çekilebilen, oldukça karmaşık ve geniş yorum imkanı tanıyan birçok madde var. Bunları hakimin çağdaş hukuk normlarına göre yorulmasında ise toplumsal ve hukuki zemin oluşmuş durumdaydı. Bu fırsat kullanılmadı, toplum kaosa sürüklendi. BDP (ve diğer bağımsızlar), Hatip Dicle vetosuna karşılık Meclisi boykot etme kararı aldı. Buna karşılık ise, cumhurbaşkanı ve iktidar mensupları çözüm için meclisi işaret etti. kişi giremediği bir mecliste nasıl sorun çözer orası da düşündürücü olan tarafı. Mhp her zamanki devletin eteğinin altına girmiş tavrını sürdürdü ve bir-iki cılız açıklama dışında  sert bir tepki koyduğu söylenemez. Chpnin ne tepki vereceği ise hala soru işareti. Kaçan trenin ardından ise yapılması gereken, Akpnin anayasayı değiştirmek için minimum kabul oyu sayısı olan "330u bulma ısrarı ve ayak oyunundan" vaz geçmesidir. Her ne kadar mahkemeler ve YSK bağımsız kuruluşlar olsa da bunların her zaman iktidar güdümünde olduğunu biliyoruz. Sorumlu AKP değildir tarzı bir bakış açısı gerçeği yansıtmamaktadır. Sorumlu Akpdir ve bundan sonra çözüm bulması gereken kurum da ta kendisidir. Eğer gerçekten AKP "ileri demokrasi" konusunda şaka yapmıyorsa -ki Hopa'da çok kötü bir demokrasi deneyimi yaşadık- demokrasiyi biraz ilerletmeli.
0 notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
SPİNOZA : “DEUS SIVE NATURA” (TANRI YA DA DOĞA)
Spinoza, Yahudi cemaatinden dışlanınca Baruch olan adını, Benedictus olarak değiştirmiştir. Annesi haham olmasını istediği için ilahiyat eğitimlerinden geçmiştir. Bu, Spinoza’nın din bilgisini geliştirmiştir. Buna karşın başını belaya da soksa dinlere karşı sorgulayıcı bir tavır takınmıştır. Nitekim bu “sapkın” düşüncelerinden dolayı da bağlı bulunduğu cemaatten atılır. 
Spinoza’yı en çok etkileyen düşünür ise Descartes olmuştur. Bununla birlikte Descartes’in düalist töz anlayışını, monist felsefeye çevirmiştir. İşte bu monist felsefe, Spinoza’nın özünü oluşturur. Tek bir töz vardır: “Deus sive Natura” ( Tanrı ya da Doğa).
Spinoza, temel eseri olan “Ethica”da, ilk bölümün adını “Tanrı üzerine” koymuştur. Buna karşılık olarak tanım olarak kendinin nedenini (causa sui) yapmıştır. Başta şaşırtıcı gelse de olay aslında basittir: Spinoza’ya göre Tanrı ile kendinin nedeni aynı şeydir. (SPINOZA, 2007: 11-33)“Kendinin nedeni ile özü varoluş içereni ya da var olmadıkça doğası kavranamayanı anlıyorum.” (AĞAOĞULLARI, vd, 2005: 26)
Kimileri onun için ateist dese de -ki bütün panteistler bu muameleye maruz kalmıştır- panteist düşünceler geliştirmiş ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine evirilmiştir. Spinoza’da Tanrı kavramının yerini anlamak için kendi sözlerine bakmak yeterlidir:“Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiç bir şey ne var olabilir ne de kavranabilir.”[1] (SPINOZA, 2007)
Stoacıları onaylar nitelikteki bu sözleri ile Spinoza, Tanrı, her şeydir ve her şey Tanrıdır demek ister. Tanrı-insan-evren diye bir ayrım ise sadece aklın yanılsamasıdır. Tanrı, insan ve evrenle birdir. Tanrı kendisinin ve her şeyin nedenidir. Spinoza’nın, bu görüşleri benimsemesini Endülüs İspanyası’nda yaşayan mutasavvıflara bağlayan görüşçüler de vardır.
Aslında Spinoza’nın Tanrı anlayışı hakkında oluşmuş bir görüş birliği yoktur. Spinoza’yı materyalist, natüralist veya akozmik olarak niteleyen yorumlar olduğu gibi, ateist, panteist, panenteist olarak niteleyenler de vardır. Dikkat edilirse bu nitelemelerin hepsi panteizmin özelliklerindendir. Spinoza’nın panteist olması aynı zamanda ateist olmasını gerektirir. Spinoza’daki Tanrı kavramının “yaratıcı” bir güze tekabül etmediği ortadadır. Literatürde ateist, sanılanın aksine Tanrıya inanmayana değil semavi Tanrıya inanmayana denir. Yani, Budistler de ateist bir dine mensuptur. O yüzden ateizm ve panteizm çelişik iki kavram değildir. Natüralizm ve materyalizm de zaten panteizmin tanımının içinde var olan anlayışlardır. Panteizm ve panenteizm birbirleriyle çok karıştırılan iki kavram olmakla birlikte aralarından çok önemli bir farklılık vardır: Panteizmde her şey Tanrıdır, Pan-enteizmde ise her şey Tanrıdan sudur etmiştir. Spinoza konusunda şu çok nettir: O bir monisttir. (AĞAOĞULLARI, 2005: 26-27)
Spinoza hakkında söyleyebileceğimiz en temel nokta ise, daha önceki panteistlerden hiçbiri, “panteizmi mantıki sonuca götürme”de Spinoza kadar başarılı olmamıştır. (ARICAN, 2004)
             KAYNAKLAR:
Ağaoğulları, Mehmet Ali, Zabcı, Filiz Çulha, Ergün, Reyda, Kral-Devletten Ulus-Devlete, İmge Kitabevi Yayınları, 2005, AnkaraArıcan, M. Kazım, Spinoza’nın Tanrı Anlayışı, İz Yayıncılık, 2004 Spinoza, Benedictus, Etika, çev. Hilmi Ziya Ülken, Dost Kitabevi, Ankara, 2007
2 notes · View notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
EĞRİSİYLE DOĞRUSUYLA TÜRKİYE İÇİN BAŞKANLIK SİSTEMİ
KABACA HÜKÜMET SİSTEMLERİ Çeşitli uzmanlar tarafından hükümet sistemleri çeşitli tasniflere ayrılır. Hemen hemen hepsinde parlamenter sistem, yarı başkanlık sistemi, başkanlık sistemi bulunur. Bunun yanında başkanlı parlamenter sistem, süper başkanlık sistemi gibi alt başlık veya başlıklara ayıran da vardır ve her uzman farklı kıstaslar kullanır. 
"Hükümetlerin ortaya çıkması ve devamının, parlamentonun daha doğrusu parlamento çoğunluğunun, açık bir ifadeyle onayına ve tahammülüne bağlı olduğu hükümet şekli, parlamenter hükümet sistemi olarak isimlendirilir." (HEKİMOĞLU, 2009: 116)
Yani, yasama parlamentonun kendisidir, yürütme ise parlamentonun denetimine bağlıdır. Klasik parlamentarizm (parlamenter cumhuriyet) ve Westminster parlamentarizm (parlamenter monarşi) gibi alt dallara da ayrılabilir. (Ayrıntılı bilgi için bknz.Parlamenter Monarşi ve Parlamenter Cumhuriyet ) Parlamenter sistemin ana unsurları sabit tutulup bu sisteme halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı (devlet başkanı) eklediğimizde ise sistem başkanlı parlamenter sistem olur. (GÖNENÇ, 3) Şu an için Türkiye'de 2007 değişikleri ile uygulanmaya başlayan sistem de budur. Eğer ki devlet başkanına parlamentoyu fesih gibi kimi yetkiler verirsek bu sefer de sistem yarı-başkanlık sistemine evrilmiş olur. Başkanlık sistemi dediğimizde ise Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulana gelen, katı kuvvetler ayrılığına dayanan sistem aklımıza gelir. Bu sistemi başkanlık sistemi yapan, sistemde ayrıyetten bir başbakan ve bakanlar kurulunun bulunmamasıdır. Sanılanın aksine Başkanlık sistemindeki başkanın gücü, yarı-başkanlık sistemindeki başkanın gücünden daha azdır. Tahminimce Türkiye'de AKP hükümetince uygulamaya sokulmak istenen sistem de başkanlık sistemi değil, yarı-başkanlık sistemi olacaktır. Son olarak ise süper başkanlık sisteminden söz edilebilir. Rusya örneğinde olduğu gibi devlet başkanı olağanüstü yetkilerle donatıllır bu sistemde.  BAŞKANLIK SİSTEMİ Öncelikle Türkiye'de şu an için uygulanan sisteminin başkanlı parlamenter sistem olduğunu tekrar hatırlatalım. Bu yüzden önce bu sistemi tartışmak gereklidir. Dr. Levent Gönenç, bu sistemin uygulamada ciddi sıkıntılara yol açabileceğini belirterek, iki temel sıkıntı üzerinde durmuş: tarafsızlık tartışması ve meşruiyet krizi. Hükümet programını uygularken devlet başkanı tarafsız olmalıdır. Tam tersi durumda tarafsız tartışması başalayacak ve meşruiyet krizine neden olacak. Şerif İba'ya göre ise 2007 değişikliği cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi dışında bir şeyi değiştirmedi. (İBA, 2003: 31) Buna rağmen bir takım şeylerin eskisi gibi olamayacağı söylenebilir. Cumhurbaşkanının tarafsızlığı artık "sözde" kalacaktır. (İBA, 2003: 33) Şerif İba, sistemin hala parlamenter sistem olarak kaldığını öne sürer. Kemal Gözler ise isim koymamakla birlikte artık sistemin niteliklerinin değiştiğini kanısındadır. Hangi sisteme doğru sürüklendiğimiz net olmamakla birlikte şurası kesinidir: parlamenter sisteme elveda diyoruz. Şimdi başkanlık sisteminin geniş bir biçimde ne olduğunu açıklayalım. Başkanlık sisteminde Meclis ve hükümet birbirinden bağımsız iktidar organlarıdır. Birbirlerinden bağımsız yetkileri vardır ve birbirlerini fesih yetkileri yoktur. Katı kuvvetler ayrılığını getiren özellik de budur. Her kurum yönetim gücünden kendi payına düşeni kullanır. Hükümet, yani devlet başkanı tek kişiden oluşur. Bu başkanın siyasi sorumluluğu yoktur. (BECEREN, KALAĞAN, 2007: 166-167)  ABD'de ise başkanlık sistemi, artı olarak federe devletler ve fedaral devlet ayrılığını da getirir ve iki hakim partinin olduğu bir sistemdir. (HEKİMOĞLU, 2009: 30) Kabaca sıralanan bu özellikleri dışında başkanlık sisteminin negatif özellikleri de mevcuttur. "Siyasal hayatı kutuplaştırıp iktidar mücadelesinisiyasi bir kumara dönüştürebilir. Yürütme esneklikten yoksundur. İktidarın kişselleşmesi eğilimi artar. Yasama-yürütme kilitlenmesi durumunda (cohabitation) kilit açıcı mekanizmalardan yoksundur." (İBA, 66) TÜRKİYE İÇİN BAŞKANLIK SİSTEMİ Anlaşıldığı üzere başkalın sistemi, parlamentonun bilinen vasfının yitirilmesine sebep olacaktır. Keza siyasal partiler de öyle. Bu da, Türk hükümet sisteminde köklü bir değişimin olması anlamına gelir. İncelendiğinde görülecektir ki ABD'de başkanlık sistemi tarihsel bir derinliğe sahiptir. Amerikan demokrasisi bu yönde şekillenmiştir. Peki Türk demokrasisi buna elverişli midir? İşte tartışılması gereken de budur.
"Başkanlık hükümet sistemi, antidemokratik ve keyfi yönetime zemin hazırlayan kurumsal bir yapıya; şiddeti bir değişim yöntemi olarak meşrulaştıran teknik yetersizliklere; ulus devleti modelinin yerini tutabilecek yeni toplumsal formasyonların gelişmediği bir dünyada ulusal birliği yok ederek; ülkeyi uluslararası kapitalist çıkarların denetimsiz yönetimine sokmaya elverişli özelliklere sahiptir. Bu nedenle, Anayasal rejimi bu yönde değişmeye zorlayan tüm girşimler, kapitalizmin doğası gereği "emperyalist güruhların" yinelemesini engelleyecek değişmelerin mümkün olabileceğinin kanıtlanmadığı da nazara alınarak, sınırları kan'la, Lozan'la çizilmiş olan Türkiye Cumhuriyetinde hakettiği kuşkuyla karşılanmal; Modasi geçmiş gözükse de, benzer uluslararası konjonktürde Türk devriminin oluşturduğu, uluslararası toplum içinde onurlu, bağımsız bir ulus devleti olarak varolma ideali yeniden düşünülmeli ve bu idealin çağdaş Anayasal rejimi aranmalıdır."  (EVCİMEN, 332)
Evcimen  bu şekilde başkanlık sistemine oldukça mesafeli yaklaşmış ve "emperyalist güruhların" ülkeyi ele geçirme çabalarına yardımcı olmakla bir tutmuştur. Şerif İba ise başkanlık sistemindeki başkanı "seçimle başa gelmiş kral"a benzetir.  Başkanlık sisteminin bir diğer sakıncası ise, sistemde gerilimi azaltıcı, frenleyici unsurların bulunmamasıdır. (BECEREN, KALAĞAN, 2007: 178) Sonuç olarak başkanlık sisteminin en büyük gereksinimi toplumsal dinamiklerin oluşmasıdır. Başkanlık sisteminin  gerek duyduğu uzlaşı toplumu malesef Türkiye'de mevcut değildir. Bu durumda bu sistem olsa olsa modern padişahlık sistemi olacaktır. Eğer yapılmak istenen yarı-başkanlık sistemi ise bu başka bir yazının konusunu oluşturur. KAYNAKLAR: Mehmet Merdan Hekimoğlu, Anayasa Hukukunda Karşılaştırmalı "Demokratik Hükümet Sistemleri" ve Türkiye, Detay Yayıncılık, 2009 Şeref İba, Siyaset ve Kültür Dergisi, "Türkiye İçin Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemi Düğüm mü, Çözüm Mü?" Şerif İba, Çelik-iş Sendikası, "Güle Güle Parlamenter Rejim" 2008  Ertan Beceren, Gökhan Kalağan, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, "Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Sistemi; Türkiye'de UYgulanabilirliği Tartışmaları", Yıl 6 Sayı 11, 2007 Günsev Evcimen, Başkanlık Hükümet Sistemi: "Ratio Pollitica"sı ve Türkiye Levent Gönenç, Hükümet Sistemi Tartışmalarında "Başkanlı Parlamenter Sistem" Seçeneği Bülent Yücel, Yarı-Başkanlık Sisteminin Hükümet Modeli Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Fransa Modeli ve Komünizm Sonrası Polonya
3 notes · View notes
siyasetekseni-blog · 14 years ago
Text
15-16 HAZİRAN OLAYLARI NEYDİ?
1967 yılında, devletçi Türk-iş yerine, işçi sınıfını gerçekten temsil eden bir sendika konfedarasyonu kurma fikri meyvelerini verdi. Bilindiği gibi 1960ların ikinci yarısında Türk parlementer siyasetine TİP girmiş ve ilk defa AP-CHP ekseninin dışına çıkılarak, parlementoda sosyalist vekiller seslerini duyurmaya başlamıştı. Siyaset kazanında sosyalizm ciddi ciddi konuşulmaya başlanmıştı. Devrimci bir sendikaya ihtiyaç günbegün artıyordu. Sosyalizmin bu yükselişi ile birlikte üzerindeki baskı da artıyordu. Faşist AP yönetimi devletçi sendika aracılığıyla işçileri elinin altında tutmaya çalışıyordu. Aynı zamanda dünya konjonktüründe de sosyalizm hızlı bir yükseliş içindeydi. İşte DİSK böyle bir ortamda kuruldu.
"İşte 15-16 Haziran’ın önkoşulları bu çerçevede şekillendi. DİSK bir yükselişin ürünü olarak doğmuştu ve hemen ardından bizzat onun varlığı yeni ve daha güçlü bir yükselişin nedeni haline geldi. Buna paralel olarak gelişen sol hareket de tabloyu tamamlayan ve tüm şekilsizliğine ve muğlaklığına rağmen yine de yükselen işçi hareketinin gittikçe siyasallaşmasını sağlayan faktör olarak şekillendi." (DOĞAN, 2002)
DİSK sınıf bilincinii desteklerken Türk-iş milli bilinci destekliyordu. İki sendikanın bu bakış açısı onların politikalarını da açıklamaya yetecek cinstendi. Türk-iş genel sekreteri "işçilere sınıf şuuru değil milli şuur yararlıdır" diyordu.
"Dünya işçi sınıfının bir parçası olarak Türkiye işçi sınıfının sömürüye karşı verdiği mücadelede, 15-16 Haziran direnişi, yarattığı sonuçlar itibariyle ve özellikle de birleşen işçilerin kendi güçlerini kavramaları bakımından önemli bir dönemeç noktası oluşturur. Bu direnişin ortaya koyduğu mücadelecilik ve başkaldırı ruhu, bugün de hâlâ aşılamamış bir eylem olarak tarihimizde iz bırakmıştır."  (DOĞAN, 2002)
Hemen hemen bütün dünyada işçi direnişlerinin motorgücünü maden işçileri oluşturmuştur. DİSK içindeki Maden-iş de "en ilerici sendikaydı." (ÇAVDAR, 2008: 163) AP ve CHP içerisinde birçok Türk-iş kökenli milletvekili bulunuyordu. Bu milletvekilleri önderliğinde DİSK'in önünü kesecek bir yasa tasarısı gündeme geldi. 274 sayılı Sendikalar Yasası bunun için meclis gündemine geldi. Tasarının meclisten geçeceği belli olunca DİSK bir basın açıklaması yaptı ve uyarı ve eylem komiteleri oluşturdu.  9 Haziran günü Genel Başkan Kemal Türkler, Başbakan Süleyman Demirel'e bir mektup gönderdi. Mektupta, sözkonusu tasarının Anayasa'ya ve Uluslararası Sözleşmelere aykırı olduğu, bu tasarı geçtiği takdirde fiili durum, işgal, oturma, direnme gibi eylemlere başvurulacağı bildirildi. (ÇAVDAR, 2008: 168-169) Ankara'ya giden heyeti ise bir tek CHP genel sekreteri Bülent Ecevit kabul edip, desteklerini bildirmişse de Meclis'te yapılacak bir şey kalmadığını da eklemiştir. Sadece Senato'da  bu tasarıya karşı çıkacağını belirtmiştir. (ÇAVDAR, 2008: 169) Ne var ki tasarı Senato'dan da geçti. 14 Haziran günü DİSK'te bir toplantı alındı. "DİSK yönetimi, bir protesto mitingi yapmayı planlıyor ve fabrikalardaki işçilere DİSK’ten gelecek talimatları beklemelerini salık veriyordu. DİSK’in planına göre miting 17 Haziranda yapılacaktı. Ancak DİSK’in kanuna karşı çıktığı ve protesto edeceği haberi bir anda tüm fabrikalara, işyerlerine, kahvelere ve hatta evlere kadar ulaştığında, zaten istim üzerinde olan işçi sınıfı kendiliğinden derhal sokaklara aktı." (DOĞAN, 2002) "İşçiler İstanbul'da yaptıkları gösterilerle her şeyi durdurdular." (AKŞİN,2009: 248) "Trafik işlemiyordu. İki yüz büyük işyerinden 100-150 bin işçi yürüyordu." (ÇAVDAR, 2008: 172) Bu sırada hükümet bazı illerde sıkıyönetim ilan etti, Türk-iş olayları kınadığını belirten bir bildiri yayımladı. "Ordu tanklarıyla ve zırhlı araçlarıyla gösterilere müdahale etmek istediğinde de işçiler tankları ve barikatları aşıp geçtiler."  (SİNAN, 2008) İçlerinde sendika yöneticileri de olmak üzere birçok işçi gözaltına alındı. Türkiye işçi sınıfının en etkin eylemlerinden biri olan 15-16 Haziran direnişi gösterdi ki, sağ partiler ve onların güdümündeki sendikalar, basın vb. kuruluşlar böyle bir masum gösteriye bile tahammul edememiştir. (ÇAVDAR, 2008: 174) İki gün boyunca süren işçilerin eylemliği DİSK'in çağrısıyla sona erdi. (SİNAN, 2008) Bu eylemlerden birkaç sonuç çıkarılabilir. İlk olarak, Türkiye'de işçi sınıfının "batılı anlamda" sınıf bilincine ulaştığının işaretleri verildi. Burjuvazinin gözü korktu ve tasarı yürürlüğe girmeden kaldırıldı. İkinci olarak, Türk sosyalizminin TSK ile kol kola yürüyemeyeceği görüldü. Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Turhan ve İlhan Selçuk gibi solcular, Ordu destekli bir devrimin savunuculuğunu yapıyordu. Son olarak ise DİSK işçi sınıfı arasında varlığını pekiştirdi, varlıkları günümüze kadar sürdü. İlk defa TİP ve DİSK arasındaki gayri organik bağ ile işçi sınıfı gerçek anlamda siyasete katıldı. KAYNAKLAR: Tevfik Çavdar, Türkiye'nin Demokrasi Tarihi 1950'den Günümüze, İmge Kitabevi, 2008Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, İmaj Yayınevi, 2009, Ankara Özgür Doğan, 15-16 Haziran Genel Direnişi, 5 Haziran 2002, http://www.marksist.com/Bellek/15-16.htmMehmet Sinan, "Statükoculuk, Liberalizm ve Türk Tipi Burjuva Demokrasisi Üzerine Notlar X", Emperyalizmin ve Yerli Finans Oligarşisinin Hegemonyası Altında Gelişen Siyassal Süreç, 2008
Ayrıca Sırrı Öztürk'ün "İşçi Sınıfı, Sendikalar ve l5/16 Haziran" kitabı genel kaynak niteliğindedir.
0 notes