Tumgik
#çocuk edebiyatı
zahirevliyasi · 3 months
Text
Kurgunun Hâsıl-ı Kelâmları VI: Bir Arsa Dolusu Çocuk
Pal Sokağı Çocukları (tefrika: 1906 , kiraplaştırma: 1907) – Ferenc Molnar – YKY – 235 syf.
Bu eser, savaş muhâbirliği de yapmış bir drama yazarının kaleminden çıkmış müstesnâ bir “çocuk” romanı. Tom Sawyer’ın Mississippi Nehri kıyısındaki mâcerâları ya da Peter Pan’in Neverland’deki mücâdelesi ile benzerlikler kurulsa da bir başka çocuk kitabıyla kıyaslanamayacak denli ciddî meseleleri gündeme…
19 notes · View notes
yakazakalb · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Gün oluyor yorgunluktan düşüp bayılıyorlar. Gün oluyor uyumamak için diretiyorlar. O zaman şu mucize şeyler çıkıyor karşıma. "Hadi seçin bi kitap okuyacağım" diyorum. Hopp hemen yataklara.
Vili ile vigi'yi seçtiler: "Evinden sıkılan solucancık ve evinden çıkınca başına gelenlerden sonra koşa koşa evine dönmek isteme hikayesi. -biraz da beni mi anlatıyor ne-"
Kitaplar büyüklere de çocuklara da şifa 🩶
6 notes · View notes
lolonolo-com · 9 months
Text
Çocuk Edebiyatı 2023-2024 Final Soruları
Çocuk Edebiyatı 2023-2024 Final Soruları Auzef Çocuk Gelişimi 2. Sınıf sınav soruları Çocuk Edebiyatı 2023-2024 Final Soruları Çocuk Edebiyatı ve Onun Etkileyici Yolculuğu Çocuk edebiyatı, yalnızca genç okurların dünyasını zenginleştirmekle kalmaz, aynı zamanda onların bilişsel ve duygusal gelişimlerinde de önemli bir rol oynar. 2024 Ocak ayında yapılan bir final sınavında ele alınan konular,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mutereddit · 5 months
Text
Önceden slim ya da skinny fit yüzünden giyecek bir şey bulmakta zorlanırdım. Şimdi de aşırı bol pantolonlar yüzünden giyecek bir şey bulmak zor oluyor. Ben de gittim aradım taradım kumaş buldum güç bela. Kimse de perakende satmak istemiyor. Esnaf dili ve edebiyatı ile onu da halettim. Terzi en kolay iştir herhalde diye düşünürken kumaş bulmaktan daha zor oldu. Ama nihai olarak terziyi de buldum ve istediğim pantolonu diktirdim. Şöyle güzelinden yüksek belli, abuk subuk beli olmayan, babasının pantolonunu giymiş çocuk gibi göstermeyen bir pantolon çok zor olmamalı. Güzel bir kumaş bulayım da gidip terziyi tekrar ikna edeyim.
23 notes · View notes
semaamagokyuzuolmayan · 2 months
Text
3391 km yı bugün yine izledim. Sinemada izlediğim yetmiyormuş gibi evde de izledim evet. Watty tarzı hoşuma gidiyor evet. Türk Dili ve Edebiyatı okuyor olmam dönemimin eserlerini okumayacağım anlamına gelmiyor evet. Kalemi güçlü olan yazarları okuyorum evet. Bu yıllara kitap yazıyorlar diye onları eleştirmiyorum evet. Çünkü hem içimdeki çocuk Sema mutlu oluyor, hemde şu an ki belli bir olgunluğa erişmiş Sema mutlu oluyor, hemde Türk Dili ve Edebiyatı okuyan Sema mutlu oluyor evet. Çünkü kitaplar kıyaslanmaz ve kimse kimsenin okuma serüvenine karışamaz. Teşekkürler.
10 notes · View notes
kitapsevenbiriii · 4 months
Text
Pencerenin önünde iki kuzenim kavga etmeye başladı. Başta konuşarak tartışıyorlardı. Sonra baktım biri öbürüne vuruyor. Ayırdım onları. Baktım diğer kuzenlerim de geliyor. Haklı olan kuzenime iyi misin, bir şeyin var mı diye soruyorlar. O sırada da haksız olan kuzenime de seninle arkadaş olmayacağız bir daha, özür dile, niye vuruyorsun, sana ne yaptı gibi şeyler söylediler. Haklı olanı savundular. Herkes haklı olan kuzenimle beraber eve gitti. Baktım diğeri biraz pişman kaldı öyle yüzünü astı sonra o da içeri girdi.
Baktım bundan çıkarılacak çok ders vardı. Bir kere dünyada en iyisi çocuk olmak. Masumca, iyinin kötünün ne olduğunu bilerek, dünyaya güzel bakarak yaşamak en güzeli.
Bir haksızlık oldu mu ona bu kadar ses çıkaran çocuklar var. Peki bu büyüklerde niye yok. Hep bir çıkar peşinde olarak hayatı yaşayanlar haklı haksız kim umrunda olmayanlar var.
Bizim dünyaya çocuk gözüyle bakmamız gerek. Böyle bu şekil vicdanlı bireyler olmamız gerek.
Bu savaşta bile masum kardeşleri için üzülen haklının kim olduğunun bilincinde olan minik çocuklar var. Zalimlere karşı çok öfkeliler.
Peki soruyorum bizim bu bilincimiz niye yok, varsa da neden onlar kadar öfkeli değiliz?
Bizim sorunumuz şu ki; biz yeterince öfkeli değiliz, yeterince bilinçli değiliz. Biz okuyup öğrenmiyoruz! İnternette gördüğümüz bilgilerin doğruluğundan emin bile değilken onu direkt alıp kabul ediyoruz,araştırmadan.
Bizim bir an önce okuyup,öğrenmemiz lazım! Tarihi, bilimi, edebiyatı, inancımızı öğrenmemiz lazım.
13 notes · View notes
cayircimengezegezeoy · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media
çocuk edebiyatı zirvesi
30 notes · View notes
Text
Seabrook ༘˚⋆𐙚。⋆𖦹.✧˚
Flinn sabah ilk dersine girmeyi erteleyip amigoluk için prova ayarladı.Salonda eteğini düzeltirken içeri giren Juliette'i fark etti ve gülümsedi.
"Bugün anlatacaksın değil mi?"
Juliette başını olumlu anlamda salladı ve etrafa baktı.
"Kimse yok mu?"
"Yok senin anlatman için buraya çağırdım.Yarışmaya daha iki ay var"
Juliette göz devirip bedenini duvara yasladı ve Flinn'e her şeyi anlattı.Konuşmayı bitirdiğinde Flinn şok içinde ona bakıyordu.
"Kimseye söylemek yok Flinn tamam mı?"
"Yani...şimdi...sence koç senden hoşlanıyor mu?"
Juliette omuz silkti.
"Garip"
Teneffüs zili çaldığında hızla salona giren Audria'ya baktılar.Audria gergin bir şekilde onların yanına gitti.
"James'ten haberiniz var mı?"
"Hayır neden?"
Audria sıkıntıyla iç çekti
"Sabah aramalarıma cevap vermedi ve okulda da yok"
Juliette saatine baktı
"Belki uyuyakaldı"
"Dün bir kız ile story atmıştı"
Audria kaşlarını çattı.
"Hangi kız?"
Flinn saçlarıyla oynayarak konuştu
"Siz görmediniz mi?Bana da gizlemişti storyi ama ben James'in hesabındayken gördüm"
Audria sinirle saçlarını düzeltti.
"Emin misin Flinn?"
"Evet"
Juliette Audria'nın omzuna dokundu.
"Belki de sadece saçma bir oyun oynayıp böyle bir şey atmıştır.Bilirsin doğruluk cesaret oyunu gibi?"
Audria göz devirdi
"Umrumda değil"
Arkadan Flinn'e sarılan Ella konuştu
"Noluyor?"
"James dün bir kızla story atmış ve hepimize gizlemiş"
Ella göz devirdi.
"Amaan max erkek işte kantine gidelim mi ben kahvaltı yapmadan geldim"
Flinn ve Juliette kıkırdadı,Audria ise sadece omuz silkti.
"Gidelim"
Kantine gittiklerinde Audria bir şey almak istemediği için boş bir masaya oturdu ve kızları beklemeye başladı.Telefonunu çıkartıp mesajlarına baktığında James'in hâlâ cevap vermediğini görünce iç çekti ve telefonu kapatıp karşısına oturan kişiye baktı.Mavi gözlü çocuk hafifçe gülümsedi ve ayağa kalktı.
"Üzgünüm sana sormadan oturdum.Biraz dalgındım da"
Audria nezaketen gülümsedi.
"Hayır hayır sorun değil oturabilirsin"
Çocuk yerine geri oturdu ve ona baktı
"Ben Adrian bu arada"
"Audria"
"İsmin çok güzelmiş"
Audria gülümsedi.
"Teşekkür ederim"
"Müzik grubundaydın değil mi?"
"Evet sen nereden..."
"Okula Almanya'dan yeni geldim ve müzik grubuna kaydoldum.İsmini listede görmüştüm"
"Anladım"
Audria kahvesini yudumlayan Adrian'a baktı.
"Alanın ne?"
Adrian bakışlarını bardağından çekti ve ona baktı.
"Yunan Dili ve Edebiyatı neden ki?"
Audria gülümsedi.
"Benimle aynı derslere gireceksin"
Adrian şaşkınlıkla gülümsedi.
"Bu güzel...yani sanırım"
Audria başını olumlu anlamda salladı.
"İstediğin konularda sana yardımcı olurum"
"Teşekkür ederim"
Audria kızların onlara doğru geldiğini görünce ayağa kalktı.
"Benim gitmem gerek 2 dakika sonra Yunanca dersi başlıyor zaten"
Adrian gülümsedi.
"Pekâlâ derste görüşürüz o zaman"
"Görüşürüz"
Audria arkadaşları ile kantinden çıkarken Adrian gülümseyerek onu izledi.
"Yanındaki kimdi?"
Audria Juliette'in sorduğu soruyla ona baktı.
"Adrian.Okula Almanya'dan gelmiş ve benimle aynı alanda.Biraz sohbet ettik."
Flinn onun omzuna sarıldı.
"Yakışıklı çocukmuş"
Juliette omuz silkti.
"Gözüm tutmadı"
"Juli daha çocuğu tanımıyoruz bile"
Juliette Ella'ya baktı.
"Olsun tipinden belli"
"Her neyse ben derse gidiyorum"
Flinn hepsinin yanağına öpücük kondurup yanlarından ayrıldı.Diğer kızlar da derslerine girince Juliette bahçeye çıktı ve nöbetçi olan öğretmene baktı.Matematikçi Meredith...nasıl da nefret ediyordu o kadından.Elinde olsa bir kaşık suda boğardı.Meredith onu fark edince seslendi.
"Juliette zil çaldı sınıfına git!"
Juliette göz devirdi ve içeri girip merdivenlerden çıktı.Merdivenlerden inen koçu fark edince başını eğdi ve yanından geçti.
"Juliette sonraki teneffüste yanıma gel"
Juliette koçun sesiyle duraksadı ve arkasını dönüp ona baktı.Koç çoktan merdivenlerden inmişti.
2 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 7 months
Text
Tumblr media
✓ Atatürk
Bir İranlı, Ülen Tölge'nin ATATÜRK hakkındaki tespitleri:
Atatürk kimdir?
1- Atatürk üst insandı. Onu herkesle karşılaştırmak doğru olmaz kanımca.
Atatürk’ün vatan sevgisi basit bir ifade olur! Üst insanlarda vatan sevgisi çok farklıdır!
Başka şey olmalı: Vatan kuruculuğu...
Farklı düşünüyorum bu konuda.
Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu.
Osmanlı’nın yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı.
Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan, değerlerin zarfıdır.
Peki Atatürk zamanında hangi değerler vardı? Hiçbir değer...
Hiçlik vardı.
İnsan hiçliği nasıl sevebilir?
Atatürk sevilecek ve insanca değerlere zarf olacak bir vatan tesis etmek istedi.
Yüksek ölçüde de bunu başardı.
Çünkü üst insanlar, değerlerin kurucuları olurlar.
O değerlerle de vatan, madde olmaktan, toprak yığını olmaktan çıkarak manevi ölçütlerin yurduna dönüşür. Atatürk´ün kurduğu ve Anadolu´ya armağan ettiği değerlerin O´ndan önce var olduğuna dair hiçbir örnekle karşılaşmadım.
Nelerdi bu örnekler?
2- Cumhuriyet bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu.
3- Laiklik, sadece bir değer değildir, değerlerin üreme ve üretilme olanağıdır ve Atatürk öncesi yoktu.
4- Türkçe bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu. Özellikle benim için önemli olan budur.
Ben bir kaç dil bilirim ve Türkçenin de bir kaç lehçesini bilirim.
Atatürk öncesi Türkçe yoktu.
Felsefeye, fiziğe, tıbba, bütün bilim dallarına girmiş bulunan modern Türkçenin kurucusu Atatürk´tür.
Çağımızda eski Yunan felsefesinden modern Batı felsefesine denli bilgi kaynakları tercüme edilmişse, bunun nedeni Atatürk tarafından insanlık tarihine sunulan ve grameri belli olan Türkçedir.
5- Atatürk öncesi kadın yoktu.
Şeriat esiri ve seks makinası olan, evde oturması gereken, cihat için çocuk doğuran dişi nesne vardı.
Kadına insan onuru kazandıran, yazıp okuması için önündeki şeriat engellerini kaldıran, seçip seçilme hakkı kazandıran Atatürk olmuştur. Atatürk olmuştur ve başka kimse olmamıştır.
6- Atatürk öncesi tarih hafızası olan bir toplum yoktu.
Çünkü tarih bilgisi ve bilinci olan bir toplum yoktu.
10 yıl boyunca TDK başkanlığı yapmış olan felsefeci Macit Gökberk "Değişen dünya, değişen dil" kitabında "Ortaokulu Osmanlı döneminde bitirdim. Anadoluda Selçuklu devletinin de olduğunu Ortaokulu bitirdikten sonra yabancı kaynaklardan öğrendim" diye yazar.
Yani Anadolu toplumunda tarih bilinci ve bilgisi yoktu.
Bu hafıza, bilinç ve bilginin yaratıcısı
Atatürk’tür.
7- Türkler için (Sadece Türkiye Türkleri için değil) Atatürk´ten önce tarihin kendisi de yoktu. Üst insanlar kendilerinden itibaren başlayan tarihin yaratıcıları olmuyorlar. Daha önceki tarihin de kurtarıcıları, aydınlatıcıları oluyorlar. Bu açıdan Atatürk tarihin kurucusu, kurtarıcısı ve aydınlatıcısıdır.
8- Atatürk öncesi Arap töreleri Türk toplumunun beynini öylesine karanlığa gömmüştü ki, iğne deliği denli bir yer bile ışık sızması için kalmamıştı.
Atatürk büyük dinsel aydınlatıcı gibi Kuran’ı Türkçeye çevirttirerek 1000 yıllık katı ve delinmesi güç olan karanlıklara ışık sızdırtmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu.
Günümüzdeki Osmanlı karanlıklarına dönüşün
macerası başkadır.
9- Atatürk´ten önce edebiyat yoktu, çünkü alfabe yoktu.
Arap alfabesi, sadece Türkçe'nin düşmanı değil, Arapça'nın ve Farsça’nın da düşmanı. Arap harflerinin beyinleri körleştirme sürecini durduran Atatürk olmuştur ve başkası değildir.
Atatürk öncesinde 1000 yıl boyunca Ebu Reyhan El Biruni gibi bilgeler bu alfabeden Orta Doğu’yu kurtaracak kurtarıcı üst insan aramışlardı.
O kurtarıcı Atatürk kişiliğiyle ortaya çıkmıştır.
10 - Atatürk öncesi musiki yoktu.
Osmanlı sarayının saçma ve karmaşık dildeki aruz edebiyatı musiki için asla yatkın değildi ve beyinlere uyuşturucu etkisi bırakmaktaydı. Konservatuarların kurucusu ve eski karanlıklara gömülmüş toplumun estetik zevk algısını aydınlatan Atatürk olmuştur.
11- "Atatürk’ten önce, Tanzimat’tan başlayarak Batılılaşma süreci vardı ve bu süreç Atatürk’ü yetiştirdi" savını kabul edemiyorum.
Çünkü böyle olsaydı, o zaman Atatürk gibi bir önder Batının kendisinde yetişmeliydi?
Ama yetişmedi.
18. YY itibarı ile Rusya’da büyük aydınlanma süreci başladı.
Rusya aydınlanma ve intelenjiyası 19. yüzyılda bütün dünyayı etkisi altına aldı.
Tanzimattan sonra Osmanlı'da Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, .... gibi dahiler mi yetişti? Yok.
O zaman neden Rusya intelejensiyası Atatürk gibi bir önder değil, Lenin gibi bir terörist yetiştirdi?
Evet, Lenin teröristti ve Çar saltanatını mensuplarının hepsini toptan teröre uğratarak katletti.
Atatürk de Osmanlı hanedanını toptan katledemez miydi?
Ama etmedi.
Hz. Muhammed’in "Yeryüzünde İslam egemen olana dek savaşın!" sözlerine benzer Lenin de "Yer yüzünde işçiler azat olana dek savaşın ve proletar diktatörlüğünü kurun!" dedi.
Ama Atatürk ne Arap, ne de Lenin saçmalıklarına aldırış etti.
Bu saldırgan zihniyetlere karşı "Yurtta barış dünyada barış" söylemini ortaya koydu. Tarihte böylesine bir devlet adamıyla karşılaşmadım ve neler neler...
12- Özetle: Atatürk öncesi yokluk vardı, en önemli ve kıymetli insani ve evrensel değerler yoktu!
ATATÜRK, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya eşsiz bir armağandır...
6 notes · View notes
savasbitti · 1 year
Text
instagram
"yanımdan sürtünerek geçen bir otomobil gördükçe içimden küfredip duruyordum: tanrı'nın belası, neden beni ezip de geçmedin sanki?" s.186
"benimle bir ilişkisi bulunmadan olagelen, hayal gücümü harekete geçirmekle kalmayıp dahil edilmediğim yerlerde vuku bulan varoluşlar ve olaylar, dahil olan insanlarla beraber 'trajik şeyler' tanımlamamı meydana getiriyordu. sonsuza dek dışlanmış olmanın kederi düşlerimde hep bu insanlara ve hayatlarına duyduğum kedere dönüşüyordu, kederimle varoluşlarına katılmaya çalışıyordum sadece.
bu böyle olduğuna göre, sözde 'trajik şeyler'in gelecekte daha da büyüyecek bir kederin ve dışlanmanın getireceği yalnızlığın önsezileri olduğunun farkındaydım." s.18
dünya edebiyatı içerisinde de bir öneme sahip olmuş ve en çok tartışılan yazarları arasına giren yukio mişima, yaşantısından da izler taşıyan bu romanındajapon ruhunu, bir yandan ürkütücü acımasızlığı, öte yandan sonsuz kırılganlığı dile getirmiş ve evrensel bir eser yazmıştır. yazar, "bir maskenin itirafları" eserinde bir ergenin kendi bedeni üzerinden giriştiği yaşam ve ölümle hesaplaşma sürecini, insan zihninin en uçlardaki serüvenlerinden birine dönüştürmüş, ölüm, kan ve intihar saplantısı, modern yaşamın reddi, eşcinsellik gibi temalar üzerinde durmuştur.
"çocukluğumdan beri insan varoluşuna ait düşüncelerim determinizm öncesi Augustinus teorisinden bir kere bile sapmadı. boş kuruntular durmadan bana eziyet etti -bugün de böyledir bu- ancak bu kuruntuları günahın bir tür ayartıcılığı olarak gördüm ve determinist görüşlerim sarsılmadı. çocuk sayılacağım bir çağda, yaşantımın bütün dertleriyle ilgili mönü iyice okumam için önüme sürülmüştü. benim yapacağım tek şey, peçeteyi açıp masanın başına geçmekti. şimdi şu garip kitabı yazmam bile mönüde tamı tamına belirtilmişti ve muhtemelen başından beri biliyordum bunu." s.21
"gerçek acı yavaş yavaş duyulan bir şeydir, yavaş yavaş gelir. tıpkı verem hastalığındaki gibidir bu; hastanın belirtilerinin fark edilmesi için hastalığın kritik bir evreye girmesi gerekir." s.178
4 notes · View notes
haziranzede · 1 year
Text
Tumblr media
birazda bunlara bakalım. çocuk edebiyatı okumayı çok seviyorum. beni sakınleştiriyor. bu yayınevinide çok seviyorum.
4 notes · View notes
lolonolo-com · 9 months
Text
Çocuk Edebiyatı 2023-2024 Final Soruları
Çocuk Edebiyatı 2023-2024 Final Soruları Auzef Çocuk Gelişimi 2. Sınıf sınav soruları Çocuk Edebiyatı 2023-2024 Final Soruları Çocuk Edebiyatı ve Onun Etkileyici Yolculuğu Çocuk edebiyatı, yalnızca genç okurların dünyasını zenginleştirmekle kalmaz, aynı zamanda onların bilişsel ve duygusal gelişimlerinde de önemli bir rol oynar. 2024 Ocak ayında yapılan bir final sınavında ele alınan konular,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
timurkaraca · 2 years
Text
Bar taburelerinde miskin miskin konuşuyorlar ardımdan. Sayacakları sayılar ya üç ya da beş. Paltom nerede olabilir? Bir bulaşık diz çöküyor aşka nazaran. Çığlık çığlığa kalmış bedenler. Buralar hep suskun gibi görünür diyorlar ancak hepsi evli. Ya kime bağıracaksın? Kime anlatacaksın derdini diyor kırklı. Giyinmek gerekli yalanları. Gerçeğe ulaşmak adına, blöfler mi yapmak gerekli tetik tetiğe? Bir çeksem vuracağım on ikiden gibi. Karmaların karmasına ulaşacağım. Günah işleyeceğim ve sonrasında tövbe edeceğim ellilerde. Ne uğruna? Kusmak istiyorum suratına. Otuz beş kilometre hızla gidiyorum ve önümde bir insan beliriyor. Leş. Camı indiriyorum. Sana dünyadaki en önemli bilgiyi vereceğim diyor bana. Karşılığında beş sterlin. Tamam, diyorum. Söyle. Rus edebiyatı diyor... Beş para etmez. Elinde Dostoyevski kitabı. Annesi evden kovmuş. Ben o sırada içimdeki cesetleri sayıyorum.. Mezarlar yetmiyor. Annem benim için ağlıyor. Annem için, diyor bana. Annem, bana benim yüzümden yalan söylüyor. Oysa bilmiyor yılanlar beslediğimi. Bilseydi... diyorum ben. Daha da zehirler miydi kendini? Benim yüzümden? İki bin dokuz yüz doksan altı kilometre yürüdüm. Yoruldun mu diye ayaklanma çıkardılar. Gereksiz telaşlanmalar. Domuzlar ateşler içinde kıvranıyor. Sizin ve sizlerin, hepinizin suyu yetersiz. Bir kıvılcım gerekli kıvranmaya. Kemiklerimi sayıyorum bir gece vakti, ansızın beliriyor ay. Arılar ölürse ne kalır sana dair? Kaç musiki gerekli beni sana susturmaya? Susadım ve susmuyorum geceleri. Bunlar hep kelime oyunu gibi ve alaycı tavırlar. Geçmişimi tırnaklarımın arasına alıp, bir kürdan mı gerekli yakmak için? Zift kokuyorum sabahları. Kayalıkların arasına saklanmış bir çocuk, boğulmak için can atıyor okyanuslarda. Kıpırdamak bile istemiyor. O derece güçsüz düşüyor derinlere. İn, diyorum sana! Derinlerime in ve çek beni bu kuyuların ve yılanların ve öfkelerin ve nefretlerin ve girdapların ve soykırımların ve katliamların ve nefessizliğin bulanıklığından. Çocuk acı ile haykırıyor uçurumların ardından. Ancak kimse duymuyor. Alaylar ile birlikte tabutlar çakılıyor bir kış güneşinde. Arapça bir şeyler okunuyor. Ölüm var, diyor. Yedi yaşında. Ben yirmili yaşlarımda hayallerimde öldüm. Gözyaşları süzülüyor yanaklardan. Derinlerimde kusarcasına bir acı. Yoksa öfke? Nedir seni bu kadar delirten ve dellendiren? Nedir sana bunu yaptıran? İyiyi öldürmek... Geleceği kandırmak değil midir? Ey... Sen! Bazen güneş ve bazen gece. Nedir aklını bulandıran? Benim adıma... Türlü türlü oyunlar ve türlü türlü kendinden emin olamama... Bir yalan, başka bir yalanı doğurduysa diyor... Hangisinin gerçek olduğuna nasıl inanacaksın? Ne uğruna? Kimsesizler hiç dans etmeyecek mi ateşler arasında? Ve sen burada, nerede olacaksın? 
7 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Hırsızlar Kasabası - I. Gandhi
Okumanız dileğiyle
"Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş. Fakat, gün doğarken geri döndüklerinde her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış.+++Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış. Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam.+++Hırsızlar da O'nun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali O'na kızmaya başlamış: "Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok" demişler. +++Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek +++hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış. Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla zengin fakir ayrımı çoğalmış. +++Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş! Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. +++Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar. Sonunda zenginler++eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş: ++"Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir.." Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.."+++Ne dersiniz, bizim Millet uyuyor mu, yoksa uyuyor gibi mi davranıyor?
*** I. Gandhi nin bu hikayesinin ardından, Andre Maurois eseri olan Şişkolarla Sıskalar kitabının okunmasını da önermek isterim “ ..«İnsan yaşamak için yemeli, yemek için yaşamamalı.»...Çocuk edebiyatı içimde yer alan bu kitap, tıpkı küçük prens gibi aslında büyüklere düşündürücü tavsiyeler veren bir eserdir Şişmanlar (Fattypuff'lar) ve sıska lar (Thinifers) arasında bir savaşa giren iki erkek kardeş hakkında tamamen eğlenceli bir fantezidir.” Ülkesine güveni olanlar herkese özgürlük vermekten korkmazlar..”
4 notes · View notes
lancelotsir · 2 years
Text
SENEEE HATIRLAYAMADIĞIM KADAR ESKİ BİR SENEE
Çocukluğum masal ve hikayelere konu olabilecek kadar masumca ve yokluk içerisinde geçti. Şeytan gelip beni ateşe atsa; allah razı olsun ısınmamı istiyo diyecek kadar saf ve kendine çamurdan top yapıp, kurutarak oynayacak kadar yoksuldum. Tabi buradan bir fakir edebiyatı çıkmasını istemem, sadece çocuksu ihtiyaçlar için bütçe ayırmayı tercih etmeyen geleneksel bir anadolu ailesine mensuptuk diyelim. Yoksa herhangi bir muhtaçlığımız yoktu. Hal böyle olunca bize çok küçük yaşlardan beri eldekilerin kıymetinin iyi bilinmesi yeterince tesirli öğretildi.
Neredeyse her geniş ailede olduğu gibi bizim geniş soy ağacımızda da bir alamancı akrabamız vardı elbet. Yılda bir kez yurda döner, oradaki hayatıyla bizleri ezer geçer, muhtemelen oranın en adisi olan çikolata ve şekerlemeleriyle bizlerin gönlünü çalarlardı. Kendi hayatlarında sıradanlaşmış ama bizler için hayal ötesi olan eşyalarını kullanırlarken, bizlere sadece ilk defa gördüğümüz bu şeylere gözlerimizi ayırmadan bakmak düşerdi.
Tabi burada şunun iyi anlaşılması lazım. Bahsettiğim tarih tahmini olarak 2000 ya da 2000'lerin başı. İçinde yaşadığım o anadolu kültürünün de o günkü çağı bile bir hayli geriden takip ettiğini belirteyim. Hal böyle olunca dışarıdan gelmiş basit bir kapaklı nane şekeri bile benim için telefonun icadı gibi anlaşılmaz ve ilgi çekici olabiliyordu.
İşte böyle bir zaman diliminde bu alamancı akrabam bana Türkiye'de bir uzaktan kumandalı araba aldı. Benim gibi hayallerinde oyun oynamaya alışmış bir çocuk lancelot için bu büyüleyici bir hediyeydi. Üstelik de kablosuz... Daha önce kablolu olanları görmüştüm, yaklaşık 1,2 metreden arkasından dolanarak gittiği yere peşinden gidiyordun ama bu bambaşka bir şeydi benim için. Koyu bir lacivert ve fantastik görünümü, çivili lastikleriyle beni büyülüyordu. Tek istediğim eve gitmek ve onu sürmekti. Tabi çocukluktan beri süregelen soğuk duruşum ve gururumdan ödün vermeyen halimle bu içimden geçenleri bir ben biliyor ve dışa vurmuyordum. Alamancı akrabam bunu verirken üstünlüğüyle bizi ezmeyi de unutmadı tabi; bozarsan bir daha alamazsın bak, dikkatli oyna.
Eve gelmiştik ama bu sözler beni strese sokmuştu. Ben de her çocuk gibi oyuncaklarının bozulması ya da kırılmasını engelleyemeyen biriyim. Babam ilgiyle oyuncağı kurcaladı ve bana verdi. Hareket mekanizması arka tekerlerdendi ve ön tekerin tek fonksiyonu arkadan gelen itişle dönmekti. Beni meraktan çatlatan bu oyuncağınsa ne kendisinde ne de kumandasında pili yoktu. Tam da tahmin ettiğim gibi ailem pil almanın elzem bir ihtiyaç olmadığına karar verdi ve bu arabayı kendi elimle sürmemi, bir ara pil alacaklarını söylediler.
Bazen dönüp geriye bakınca kendime gülüyorum. Bu oyuncak aradan geçen en az 20 yıla rağmen hala tek bir çizik olmaksızın ailemin evinde çalışır vaziyette durur. Bana o dönemden yerleştirilen bu abartılı seviyedeki var olanı koruma duygusu, 4-5 yaşlarındaki bir çocuğun, en sevdiği ve özel oyuncağını sırf mekanizması bozulmasın diye arka tekerleri havada kalıp dönmeyecek, ön tekerleri üzerinde elle itilecek şekilde sürdürdü. Günler sonra o pillere ulaşabildim. Öyle her zaman değil, sadece özel zamanlarda birkaç dakikalığına takıp sürdüğümü hatırlıyorum. Belki de o arada bu 20 yılı aşkın zamanda toplamda 2 saat bile uzaktan kumandası ile sürülmemiştir. Geçen bunca yıl içersinde yeğenlerimin her ziyaretinde o arabayı dolaptan çıkarıp da arka tekerlerine basa basa sürdüklerinde hala inceden içim acırken, bir yandan da kendi süremediğim günlerin acısını çıkarırım.
15 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 2 years
Text
Can Yücel / Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir
Tumblr media
"Bir kez gözaltındayken 'Hayatını anlat' dediler, bir başladım, nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda ...tir ol git deyip kovdular." Yaşamını 'en güzel şiiri' olarak niteleyen Can Yücel, yaşadıklarını, düşündüklerini yine kendi üslûbuyla anlatıyor.
İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde, ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım. Benimsemedim. Her şeyi benimsemediğim gibi... Futbol vardı, futbol oynuyordum... İyi bir futbolcu olacaktım. Nasıl gol atacağım hâlâ rüyama girer... Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya! Ankara'da Taşmektep. Ahır gibi. Bombok bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim... Ortaokul bitti. Atatürk Lisesi. Aynı numara, orayı da sevmedim. Klasik şube harikaydı. Harika kadro, Nurullah Ataç, Cevdet Kudret ders veriyor. Nâzım okuyoruz. Dünya edebiyatını tanıyoruz. Latince öğreniyoruz. Sekiz öğrenciyiz. Gazi Yaşargil de orada. Gazi çok çalışkan, bize karışmaz. Orada komün kurduk. Harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz. Dışarı gitmek için. Sonra tüm topladığımızı Gaziciğimize verdik, onu dışarı yolladık.
Hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir
Ben babama hep posta koyuyorum. Tek parti numarası vardı ya. Utanıyorum senden derdim. O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu. Arabasına binmezdim. Öyle bir gerginlik işte. Sonunda beni Cambridge'e postaladılar. Bu da çılgınlık. Ben Dil Tarih Fakültesi'nde Almanca öğrenmiştim, Alman edebiyatını biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz beni Cambridge'e! Çılgınlık işte! Züppelik işte! Cambridge'de Allah muhafaza kuş gibiyim. Ben de hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir. Bütün Katolik papaz çocukları benim Latincenin on mislini biliyor. Ben de kafayı modern tarihe taktım. Bertrand Russel derse gelir... Ama hem kuş gibiliğe hem ukala İngiliz numaralarına yokum... Ayrıldım Linkfield'e gittim. Bülent, Rahşan orada. Ali Neyzi, Yavuz Bayraktar orada. Havuzlu, tenis kortlu, lüks evlerde oturuyorlar, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz.. Londra'da resim tarihi öğrenmek için 'Court of Institute of Art'a gidiyorum. Orada bizim ressamları buldum. Avni, Bedri Rahmi'ler, Selim, Şadi Çalık, İlhan Koman. Orada hem eğlendik hem öğrendik... Arada şişeye giriyoruz...
Şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın
İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım. Ben mümkün olduğu kadar aile içinde yaşadım. Bütün serseriliğime rağmen aile köklerimi kaybetmedim. Aile değil sade, arkadaşlarım için de böyledir. Öldükleri zaman şiir yazarım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur... Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana... İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit'le, Orhan'la... Bu arada insan şiiri kaybedebilir de. Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın. Elbette hümanizma beni etkilemiştir. Böyle yetiştim ben. Baba Mevlevihane'de doğmuş, yetişmişti. Babam her ne kadar Batıcı, Atatürkçü, Batılılaşma hareketinin bir yiğini olarak yaşamışsa da Şark edebiyatı, mistisizm, Divan edebiyatı ve bizim temel gökkubbemiz musikisini de birleştirmişti. Ama ben o kadar şanslı değilim.
Aşk, kendine mahsus bir boğa güreşidir
Hayatımda, karım hariç, iki şey sevdim: Şiir ve politika. Şiir nedir, diye sorarlar. "Şiir göklerde uçan nazenin bir balon' değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde onu bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin işlemeyen yüzde doksanını harekete geçirmektir. Şiir bir terlemedir. Güneş güneş sözlerle... ve böyle böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpkı; döndükçe terleye terleye... Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lâzımdır ki aşk için, hiçbir boğa seni tutamasın, hiçbir toreador sana kırmızı şal göstermesin... Evet, aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.
Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor
Oktay Rifat'ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir 'happening' olur. Şiir, yaşamı çekip çeviren bir ilke. Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor. Bu sevgi ve öfkenin diyalektiği eytişimdir. Bu nedenle sevgi ve öfkenin bir bileşimi olarak ortaya çıkar sanat. Olanı kabul yerine olanı değiştirme yolunda bir çabadır, bundan dolayı verimlidir ve önemlidir. Bundan dolayı insan beyninin ince noktalarına kadar giren, süreklilik kazanan bir eylemdir. Şiir, gürültüden müziğe geçmektir. Şiir, evrenin içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmosdan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür... Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kâinat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır. Bence kahkaha çiçekleri yaratmak Baudelaire'in 'Şer Çiçekleri'nden daha iyidir. Hiç olmazsa, kahkaha çiçeklerinden LSD yapılır.
Ben ihtiyarım, ilhamım genç
Hayatımda şiirden başka, çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında hiçbir iş tutmadım. Eskiden babaanneme anlatırdım: Bak şimdi, şu yazıdan elli lira kazanacağım, ötekinden şu kadar... diye. Kadıncağız kahkahalarla gülerdi. Hiçbiri doğru çıkmazdı. Para kazanmak için birtakım işler yaptım, tercümeler, fıkra yazarlığı. Ama aldığın para para değil, ekmek parası bile değil. Peki nasıl geçiniyorum? Ankara ve Dragos'daki baba evlerini sattık, Kuzguncuk'ta ev aldım. Artık babam sayesinde parasızlıktan şikâyetim yok. Şiir benim için meslektir. Düne ve geleceğe bakışımla birlikte yürüyen özgür bir meslektir. Son zamanlarda kitaplarımdan gelen parayla yaşamımı sürdürüyorum. Bu benim için çok önemli bir şey. Şiir yazmada intizamım var. Hep şiir düşünüyorum... Ben ki, büyük planlarda, İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadım... Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var. Rahatım yerinde. W. B. Yeats'in dediği gibi: Ben gençken ilhamım ihtiyardı. Şimdi ben ihtiyarım, ilhamım genç...
Bazı şeyler ancak çocukça anlatılabilir
Ben hep iki tür düş görüyorum. Ya futbol düşleri ya da erotik düşler. Erotik düşler, eski hikâyelerle. Kadınları çok seviyorum. Kadın erkek çelişkisi çok önemli. Çok yakın bu iki cinsin, bu çelişkiyi, gerilim içinde yaşaması bir mucize. Erotizm, bu gerginliği yaşama. Hayatın temelindeki erotizm bu. En güzel yanı insanları ayakta tutması. Yabancı bir televizyon görüncesinde bitkilerin nasıl çiftleştiğini seyrederken ağlıyorum... Derken, aklıma geliyor Güler'le ilk seviştiğimiz. Orada da ağladığını gülerek hatırlıyorum. Ben yedi yaşında, yetmiş yaşında gibi hissettim kendimi. Yetmiş yaşında da kendimi yedi yaşında gibi hissediyorum. Bundan dolayı iş karışık... Belli bir yaştan sonra insanda çocuklaşma demeyeyim de, dünyaya çocuk açısından, çocuk gibi bakma ihtiyacı doğuyor. Zaten bazı şeyler de ancak çocukça anlatılabilir geliyor bana.
Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk
Şiirden değil, çeviriden yattım. Che Guevara'nın 'İnsan ve Sosyalizm'i ile Che, Mao ve bir Amerikalı generalin yazdığı 'Gerilla Harbi' kitaplarını çevirmiştim. Amerikalı general kontrgerillayı anlatıyor. Dava dört yıl sürdü. Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk. Şairlerin hepsi hapisane kuşudur. Kendi kendilerine acımaktadırlar ki, insanın en büyük kabahati kendine acımasıdır. Ondan dolayı çok güç çıkıyor şiir, daha doğrusu şair çıkmıyor da şiir çıkıyor ara sıra. Cumhuriyet şiiri, bütün tek parti devrindeki gayretlere rağmen -Hececiler, şunlar bunlar- resmi şiir tutmadı. Şiir resmi kanalın dışında, siyasi olarak da onun dışında duranların inhisarında gelişti. Bu nedenle de menfi bir şey olarak bakılmıştır şiire Türkiye'de. Şimdi otel yaptılar ya, Sultanahmet Cezaevi'nden geçmemiş şair yoktur o devirde.
1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi
Menfiden kasıt öfkeyse sevgiyle beraber olmalı bu. Nâzım'da da böyledir. Ama baskıdan ciddi zarar görmüştür şiir. Gençlere seslenme bakımından ayağı bağlanmıştır, kösteklenmiştir. Kitleye intikali güçleşmiştir. Ondan dolayı da kendi içine kapanmıştır. Hele 1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi. Bir insan için kendine acımaktan daha kötü bir şey yoktur. Benim şiirimde de, siyasetimde de hâkim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi, bana yaşama gücü veriyor. Olupbitene ve olupbitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi... Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.
Kala kala küfretme özgürlüğü kalacak
Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, elbette bu küfür işi de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye'de de kala kala küfretme özgürlüğü kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum. Hırgür sevmeyen bir insanımdır. Ama hırgürsüz yaşanmıyor bu ülkede. İkincisi mahcubumdur, fakat artık yırtık olmadan yaşanmıyor. Mümkün olduğu kadar asude, kendini dinleyeek yaşamayı seviyorum, fakat çok patırtılı bir ülke. Bundan dolayı insanın mizaç doğrultuları, bu yaşam içinde kendi sonuçlarına varamıyor.
Aslında bir kül tabağıdır dünya
Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanlıktan umut kesmem. İnsan, zaman zaman iyimserlik ya da karamsarlık duyabilir. Fakat, insanla ilgili aşağı yukarı bütün gerçekler içinde bir tansık, bir mucize vardır. Bu mucize, umudu getiriyor. Ama umut durduğu yerde olmaz. Kazanarak, çalışarak, savaşarak edinilir. Umudun olmadığı yerde insan 'Herkes koyun gibi kendi bacağından asılır' diyerek, enayi gibi kendini, yaşamayı askıya alır, geberip gider. Aslında bir kül tabağıdır dünya. İçine bir güneş bastırılmış. Amma da izmarit ha!.. Ölmekten değil, ölümün acısı olmasından, işkenceden korkuyorum. Ölüm içimizdedir hep, her doğan çocuğun içinde. Ölüm bütünselliktir. Bu bütünselliği bozacak, beni parçalayacak acıdan korkuyorum. İnsanı ezici, bütünselliği bozucu her şeyden nefret ediyorum. (Cumhuriyet gazetesi / 15 Ağustos 1999)
5 notes · View notes