Tumgik
#19 Aralık Katliamı
sade1-adam · 2 years
Text
Tumblr media
19 Aralık'da ne olmuştu?..
19-26 Aralık 1978’de Aleviler ve solculara yönelik Maraş Katliamı’nın açtığı yara hâlâ kanıyor.
Kontrgerillanın organize ettiği, ülkücü militanların tetikçilik yaptığı Maraş katliamı dosyası 68 faile hiç ulaşılamadan, yargılananlar da “Özal affı” ile serbest bırakılarak kapatıldı. Resmi rakamlara göre 150 kişinin öldüğü, 176 kişinin yaralandığı katliamın kurbanlarının çoğu Şeyh Adil Mezarlığı’na topluca defnedildi. “Derin Devlet’in ilk organize eylemi” olarak anılan katliam ile ilgili birçok soru ise 36 yıl sonra hâlâ yanıtsız.
Katliam provası
1978’in son aylarında Alevi yurttaşların yoğunlukla yaşadığı Malatya, Sivas, Erzincan ve Elazığ’da silahlı ve bombalı saldırılar sahneye konuldu.
Katliamın hazırlıklarını uzaktan izlemekle yetinen polis ve asker saldırılara son gününe kadar müdahil olamadı, her şey bittikten sonra sokaklardan ceset topladı. MİT’ten aldığı bilgilerle olaylara sol militanların yol açtığı açıklaması yapan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı istifa etmek zorunda kaldı, yerine Hasan Fehmi Güneş atandı. Güneş de katliamın asker tarafından sıkıyönetim ilanını sağlamak amacıyla kullanıldığını ifade etti. Güneş, “Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, MİT bizzat katkı yaptı’’ dedi.
Başbakan Bülent Ecevit de aynı şekilde olayların sıkıyönetim ilan etmesini sağlamak üzere çıkartıldığını açıklarken, sorumlu olarak da “kontrgerilla’’yı işaret etti.
‘Cennet’ vaadiyle katliam
36 yıl önce bugün Maraş, CHP Pazarcık İlçe Başkanı Memiş Özdal’a bombalı paket gönderilmesi ve nüfus sayımı iddiasıyla Alevilere ait evlerin işaretlenmesi ile gergindi. Aleviler, devrimciler, solcular, POL-DER ile TÖB-DER’i hedef alan bir saldırının hazırlıklarının yapıldığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Yaklaşan yılbaşı çekilişi bahane edilerek kente gelen 26 Milli Piyango satıcısı otellere yerleşmişti. Daha sonra sokaklarda görülen yabancılar arasında Bahçelievler katliamı sanıkları Ünal Osmanağaoğlu, Haluk Kırcı, Bünyamin Adanalı ve Ahmet Ercüment Gedikli’nin de oldukları iddia edildi.
19 Aralık günü “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli filmin Çiçek Sineması’nda gösterimi yapılırken kimine göre ses, kimine göre de etki gücü zayıf bir bomba patladı. Bombayı atanın daha sonra MHP Milletvekili seçilen Ökkeş Kenger’in (Şendiller) olduğuna ilişkin kuvvetli deliller ortaya çıktı ancak o gün “Bombayı komünistler attı’’ söylentisi fitili ateşledi.
Ardından TÖB-DER üyesi iki öğretmen Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu 21 Aralık’ta öldürüldü. Ertesi gün öğretmenler için cenaze töreninin yapılacağı caminin içinde ve çevresinde “Alevilerin cenaze namazı kılınamaz’’ tahrikleriyle yaklaşık 10 bin kişi toplandı. Bu arada “Komünistler cami yakacak’’ dedikoduları da kentte yayıldı. 23 Aralık günü, Belediye hoparlörlerinden yayılan yalanlar, camilerde verilen vaazlar gerginliği daha da tırmandırdı. “Bir Aleviyi öldürenin mükafatı cennettir” vaadiyle azdırılan topluluk, üzerlerine kırmızı işaret konulan evlere saldırdı, sokaklarda insan avına çıktı.
Hatırlamak istemiyorlar
Dövülen, kaçmaya çalışırken de kurşunlanan Esma Suna’ya sıkılan kurşunlardan biri de doğmamış bebeğine isabet etti.
Esma Suna’nın ailesinden geri kalanların tamamına yakını Maraş’ı terk etti. Aileye ulaşma çabalarımız “O günleri hatırlamak istemiyorlar’’ denilerek karşılık bulamadı. Suna Ailesi’nin akrabalarından Salman Kartalkanat, “Yaşadıkları vahşeti unutamadılar. Hâlâ yanlarında yüksek sesle bile konuşamıyoruz. Ses yükselse o günleri hatırlıyorlar’’ diyor.
‘Aynı ilçedensiniz’
Durdu Gevher, 1981’de kapatılan TÖB-DER Maraş bölge temsilcisi. Gevher, Maraş Katliamı ardından yapılan operasyonla Mamak’a götürüldü. Adli müşavirin “Operasyonlarda toplananların genelinin aynı ilçe nüfusuna kayıtlı olması örgütlü olmalarının delilidir” beyanı ile 2 yıl hapis yattı. Avukatı Mehmet Ali Özpolat’ın “Ben de aynı ilçe nüfusuna kayıtlıyım, beni de mi tutuklayacaksınız?” savunması ile beraat ettikten 13 gün sonra yeniden arandığını öğrenince 2 yıl kaçak yaşayan Gevher Hollanda’ya iltica etti. 26 yıl sonra Türkiye’ye dönen Gevher’in ağzından katliam: “Memleket gerilimliydi ama Maraş iki katı gerilmliydi. Maraş’ta yüz yıllardır bir arada yaşarken bu 5 günde nasıl Aleviler hedef oldu diyorlar. 5 gün değil bu, Maraşlı diyor ki ‘Aleviler müslüman değil’, ‘horoz çırpındırıyor. Bir yandan da ‘Ecevit solcu, komünist’ diyor kendi kitlesini böyle inandıyor ülkücüler. Köylerde “Aleviler’in arazilerini size vereceğiz diye propagandalar yapılmış. O zaman TÖB-DER tek hedef aslında, komünist dedikleri biziz. Her gün solcular dövülüyor, saldırılıyor. Alevi karşıtı bir kalkışma değildi bu. Sloganlar hep Ecevit’i hedef alıyordu. Aleviler yok olsun diye yapılan bir şey değil çünkü Aleviler zaten “biz varız’’ demiyor idare ediyorlar. Bu olay Alevilere sonradan yöneldi.
’Kurşun gelir, ölürsünüz’
Cenazelerin Cuma namazına denk getirilmesi rastlantı değil. Baştabip işlemleri uzatıyor. Hastane önünde, bir komiserin telsizinden ‘Cami önünde kalabalıkar birikiyor, sokaklar doluyor’ sesini duyunca dedim ki “Önlem alıyor musunuz?”, “Korkmayın’’ dedi. Bizi iki saat beklettiler, kitleyi hazırladılar. Camiye yaklaşırken, bizi durdurdular, uzun süre, eklettiler. Vardık ki her taraftalar, damların üzeri, belediyenin üzeri. Cenaze tam indirilecekken, şişeler, demirler, odun parçaları yağmaya başladı. Herkes sıkıştı bir yerlere.”
68 kişi bulunamadı
19-26 Aralık tarihleri arasında süren olaylarda resmi rakamlara göre 150 kişi, tanıklara göre 500’e yakın yurttaş katledildi. Alevilere ait 200’den fazla ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi.
Savcılığın bin 350 olarak belirlediği katliamdan sorumlu olanlardan 840’ı hakkında dava açıldı. 23 yıl süren yargılama sonunda 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 357 kişi 1–24 yıl arasında cezaya çarptırıldı, 379 sanık da beraat etti. Cezalardan bir kısmı Yargıtay’da bozuldu, 1991’de Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde çıkan ve hapis cezalarının 8 yıl olarak infazını sağlayan af, Maraş Katliamı sorumlularının imdadına yetişti. Ceza alanların bir kısmının cezaları yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri serbest kaldı. Katliamın asıl sorumlusu olduğu, cinayetlere işlediği iddia edilen 68 kişi ise hiçbir zaman bulunamadı. Maraş Katliamı dosyası böylece kapandı. Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979’da, Halil Sıtkı Güllüoğlu Şubat 1980’de ve Ahmet Albay da 3 Mayıs 1980’de öldürüldü.
Tanıklar konuşuyor
Salman Kartalkanat:“Buzhanede cenazeler balya gibi üst üste atılmış bir vaziyetteydi. Herkes cenazesini tanımaya çalışıyor, kiminin kolu, kiminin bacağı yok, tanıyabildiğimiz kadarıyla Suna’ların cenazesini aldık. Ev yakıldığı için onlar da yanmıştı. Defin için tabuttan çıkardığımızda kömür gibi parça parça döküldü. O acıyı anlatamam.’’
Meryem Polat:“Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı.Her şeyi talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu.”
Kamil Berk:“Devlet var’’ diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki… Sabahın ilk saatleriydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. “Allah’ını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim, Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP” diye bağırıyorlardı.”
Yeter İşbilir:“Ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği ile evin önüne geldiler. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, briket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler.”
33 notes · View notes
isvicreninsesi · 2 years
Text
Bern’de “Katliamları Unutmadık, Unutturmayacağız” paneli düzenlendi
Tumblr media
BERN- KUTÜSCH lokalinde AVEG-KON’a bağlı  İGİF ile Bern Halkevi, Bern Komal, SYKP, MARDEF ve KUTÜSCH tarafından organize edilen “1978 Maraş, 2000 Cezaevleri, 2011 Roboski Katliamlarını Unutmadık, Unutturmayacağız” şiarı altında bir panel gerçekleştirildi. Çok sayıda dinleyicinin katıldığı panel, ölümsüzlerimize saygı duruşu ile başladı. Moderatörlüğünü İGİF Eş Başkanı Ali Orak’ın yaptığı panele; araştırmacı yazar Hüseyin Torun, 19 Aralık 2000 hapishane katliamı tanığı Selahattin Hıra ve siyasetçi, araştırmacı yazar Demir Çelik konuşmacı olarak katıldılar. Maraş katliamına ilişkin söz alan Hüseyin Torun, politik amaçlarla devlet tarafından katliamların gerçekleştirildiğini dile getirdi. Maraş katliamında CIA, MİT, KONTRGERİLLA, MHP ve devlet görevlilerinin isimlerini sayarak konuşmasına sürdürdü. Yargılamalarda devlet, MİT, MHP ve kontracı katiller ve sorumluların korunduklarını ve yargılanmadıklarını belirtti. 12 Eylül’le birlikte devletin katliamı devrimcilerin üzerine yıkmak istediğini ve Maraş davası dosyasının “devlet sırrı” zırhına alınarak Genel Kurmay’ın tozlu raflarına kaldırıldığını dile getirdi. Selahattin Hıra,. 19 Aralık 2000 hapishane ve F tipi direnişi sürecinin nasıl bir seyir izlediğini; 20 zindanda gerçekleşen katliam anında neler yaşandığını kendi tanıklığı ve yaşadıkları üzerinden bir sunum yaptı. Devletin dün zindanlarda yaptıklarını bugün infaz yakma, hasta tutsakların ölümüne yol açma, işkence ve hak ihlallerini örneklerle dinleyicilere sundu. Barış İnan adlı tutsağın dışarı gönderdiği bir karta düştüğü notu dinleyicilere okuyarak herkesin özgür tutsakları sahiplenme çağrısında bulundu. Katliamlar, Roboski ve günümüzdeki saldırılara ilişkin söz alan Demir Çelik, tarihsel olarak Alevilerin, Kürtlerin ve devrimcilerin uğradığı katliamların amacına ilişkin sunum yaptı. Roboski katliamının bu genel katliamlar ve asimilasyonun bugünkü uzantısı ve devamı olarak gerçekleştirildiğini dile getirdi. Herkesin kendi sorunu ve acısıyla boğuştuğunu ve bunun için ilerlemediğimizi; sınırlı olan güçlerimizi birleştirmek zorunda olduğumuzun altını çizdi. Bugün Kürtler ve Alevlerin Asuri, Pontus ve Ermeniler gibi soykırım ve asimilasyon tehditleri ile karşı karşıya olduğunu söyledi. Panelin ikinci turunda dinleyiciler düşüncelerini açıkladı, sorularını sordu ve eleştirilerini yaptı. Panel katliamsız bir dünya çağrısı ile son buldu. Read the full article
0 notes
gazetelinkmedya · 4 years
Text
CHP, Maraş Katliamı'nın yıl dönümünde 'Türkeş'i ziyaret etti!
CHP, Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde ‘Türkeş’i ziyaret etti!
CHP, Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde ‘Türkeş’i ziyaret etti! CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaş, Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde Alparslan Türkeş’in eşi Seval Türkeş’i evinde ziyaret etti. Ziyaretin katliamın yıl dönümüne denk gelmesi özellikle…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
doriangray1789 · 3 years
Text
19 ARALIK 1978
1978 MARAŞ OLAYLARINDAN MADIMAK OTELİNE Maraş Katliamı veya Maraş Olayları, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978 Resmi rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında120 insan öldürüldü.Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi. Yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis,321 kişi de 1-24 yıl Arasında ceza almıştır.Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı.12 Eylül Natocu Darbesi'ne sebep olan olaylardan biri olarak kabul edilmektedir. Olaylar Nasıl Başlamıştı Siyasal nedenlerle körüklenen Alevi Sünni ayrılığının Kahramanmaraş'ta gerginliği tırmandığı bir dönemde,19 Aralık'ta kentteki Çiçek Sineması'na,o dönemin ender milliyetçi filmlerinden biri olan,Cüneyt Arkın'ın başrol oynadığı Güneş Ne Zaman Doğacak isimli filmin gösteriminde, saat 21:00'de patlayıcı madde atılması,olayların başlangıcı olmuştur Bülent Ecevit, olayların kendisini uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerillalar tarafından çıkarıldığını bildirdi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, 1990 yılında yayımladığı Kenan Evren'in Anıları'nın ilk cildinde bu katliamdan bahsetmiştir:''Olaylar sırasında çoğunlukla Alevi vatandaşların oturdukları evler ve iş yerleri yakılmış yıkılmış ve çocuklarla hamile kadınlar da dahil olmak üzere hunharca 107 kişi katledilmiştir.'' 12 eylülü hazırlayan hatta tam hazırlayabilmesi için o kadar geç müdahale edildiği iddia edilen,her şeyin aylarca önceden hazırlandığı ,saldırılacak evlerin kapılarının 1 hafta önceden kırmızı boyalarla işaretlendiği , basit bir alevi-sünni çatışması değil ,belli çevrelerin çıkarları için dünyanın her yerinde,her döneminde yapılan insan katliamlarından biri;cahil insanların ne kadar kolay ikna edilip ne kadar kolay en yakınlarındakilere bile zarar verebileceklerinin göstergesi,umut kırıcı olaylar bütünüdür. Yıllar sonra 2 Temmuz 1993'te, 1978 in 2. perdesi sahnelenecekti- MADIMAK Madımak katliamı, yaşanan vahşetin dışında üç temel unsur'ludur. Bu unsurlar; 1-)Meydan, Laiklik ve Cumhuriyet karşıtlığından beslenen guruplara terk edilmiştir. Devlet, denetimde kontrolsüz, eyleminde planlı ve organize gruplara izleyici kalmıştır. 2-)Hizbullah sokağa inmiştir.-cüreti artmıştır Bu basitçe provoke edilmiş cami cemaatinin eylemi değildir! Provokasyon ile kitle toplamak mümkündür.Fakat bu kitle, dağınık ve çabuk çözülme eğilimi gösterir. Madımak'da toplanan kitle, genel olarak bütün ve örgütlüdür! 3-)Proje ürünü olan Alevi-Sünni çatışmasında devlet; -Harekete seyirci kalması -İstihbaratın pasifliği -35 insanın katledilmesine gösterdiği duruş -Failleri korumak konusunda ki isteği ile bu çatışmada ki tarafını net bir şekilde göstermekten geri durmamıştır.Bu tavır, yakın dönem Türk siyasi tarihinin, belirleyici unsuru olmuştu.. 1978 ile 1993 süreçleri benzer bir ateşi körüklüyordu-> 2000 yıllarda tüm ortadoğu coğrafyasına ulaşacak mezhep savaşlarını, o sürce gelene kadar, emperyalizm denemelerini, bu ülkede yaptı ve sonuçlarını tahlil etti
Tumblr media
5 notes · View notes
jineolojikamplar · 3 years
Photo
Tumblr media
Takvim yaprakları 19 Aralık 1978 gününü gösterirken başlamıştı her şey. Türk devletinin katliam tarihinde saat bu sefer Maraş’ı gösteriyordu. Maraş’a dair denecek o kadar çok şey var ki işgalci Türk devletinin ve atalarının dünden bugüne hedef aldığı yerlerden biride Maraştı. Maraş katliamı Kürt-Alevilere dönük yapılan ve amacı demografik ve ideolojik yapıyı değiştirme olan bir katliam gerçekliği idi.
O güne kadar Maraş’ta bir çok kargaşa yaratmak isteyen MHP, sol-alevi kesime karşı tutunamıyordu. Tabii bu duruma karşı bir şeyler yapılmalı ve Maraş solculardan temizlenmeliydi diye düşünen Alparslan Türkeş öncülüğündeki kafatasçı milliyetçiler devreye sokulmuştu. Bir evde bombaların bulunması ile ‘Türk Yıldırım Komandoları’ adlı bir grup ortaya çıktı. Türk yıldırım komandoları, tarihi, etnik ve dini farklılıklara karşı katliamlarla dolu olan işgalci Türk devletinin, JİTEM gibi bir örgütüydü. Bu terör örgütünün görevi Maraş’taki Alevi-Kürt kesimine karşı katliam gerçekleştirmekti.
19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda bir film gösterilmekteydi salon “ülkücü” faşistlerle doluydu. Sovyetler Birliği’ndeki “komünist zulmü” anlatan, Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’ın baş rollerini oynadıkları, Mehmet Kılıç’ın yönettiği “Güneş Ne Zaman Doğacak?” isimli filmin ara­sında bir ses bombası patladı. Katliamın startı verilmişti. Sonrasında kan gölüne çevrilecekti her yer. Bir kez daha TC faşizminin ötekilere karşı yürüttüğü inkar, imha politikası devreye girecekti!
Ardı arkası gelmeyecek ve Maraş bir kan gölüne çevrilecekti. Türkeş’in çizdiği Verimli Hilal projesinin en güneydeki ucu olan Maraş’ta alevi solun bir rengi vardı ve bu renk bir an önce karartılmalıydı. Her şey dönemin milliyetçi filmlerinden olan, ‘Güneş ne zaman doğacak?’ filminin Maraş’taki Çiçek sinemasında gösterildiği gün başladı. Film nerede gösterilse orası ülkücülerin propaganda bürosu haline gelirdi. O gün film sırasında içeri bir ses bombası atılmıştı, bir kişi topuğundan hafif yaralanmıştı. Panik halinde kendini dışarı atan kitlenin içinden, daha sonra Maraş katliamının başrollerinden olduğu anlaşılacak olan, Ökkeş Kenger dışarı fırlayıp telefon ile ‘Komünistler sinemayı bombalıyor!’ diyerek herkesi ayağı kaldırmıştı.
Faşizm yazdığı senoryaya göre rolünü almaya devam ediyordu. Sonraki gün akşam okullarından dönen sol görüşlü iki öğretmen öldürüldü, cenaze törenin de büyük bir kitle toplanacaktı, Sol-Alevi kesimden oluşan bu kitleye cenazeler bir türlü verilmiyor, hastane morgunun önündeki bekleyiş devam ediyordu. Bekleyiş devam ederken, kafatasçı ülkücü kitle boş durmamış şehrin başka bir tarafında ‘Allah-u Ekber’ sloganları ile toplanmaya başlamışlardı. Günler Cumaydı kitlenin namazdan çıkması ile cenazeler verildi. Sol görüşlü iki öğretmenin cenazesi camiye yaklaştıkça, kafatasçı kitle sol görüşlü alevi kitleye yöneliyordu. Ortalık tam bir mahşer alanına çevrilmiş- Alevi-Kürt ve solcuların evleri dükkanları şehrin her yerinde toplanan kitle tarafından talan edilmişti.
3 kafatasçı ülkücü öldürüldü. Hava kararmış ve Maraş’ın üstünü bir kara bulut toplandı. Valilik tarafından sokağa çıkma yasağı konmuş ama bu yasak tamamen prosedür olarak kalmış, 3 ülkücü için belediye hopörlerinden anonslar yapılıyor kitle ülkücülerin cenazesine çağrılıyor, camilerden ‘Alevi koministlere ölüm’ vaazleri veriliyordu. Plan şimdiye kadar aksamadan devam ediyor, Alevilerin evlerinin etrafı cenaze için toplanan kitle tarafından sarılıyor, alevi evlerinin önünden kan kokusu geliyordu. İşgalci Türk devleti her zaman ki gibi, ‘Aleviler suyumuzu zehirliyor, camileri yakıyor…’ rivayetleri ile kana susamış ülkücü kitle besleniyordu. Silahlı bir grup alevi mahallerine saldırıyor, baltlarla, silahlarla ‘Allah Allah’ naraları ile alevi halkına saldırıyorlardı.
Maraş artık bir katliam alanına dönmüş, evler yakılıyor, çocuk, kadın ve yaşlılar katlediliyordu. Yörük selim mahallesi hariç diğer bütün mahallerde Alevi halkı kendini savunamıyor ve katlediliyordu. Ana karnından çocuklar kesilerek çıkartılıyor, boyunları kesiliyor, insanlar cayır cayır yakılıyordu. Alevi-Kürtler, Dersim’den yükselen kan kokusunu şimdi Maraş’tan alıyor, insanlık aleviler için bir kez daha ölüyordu.
Geceli gündüzlü tam 1 hafta boyunca katliam devam etti ve ne hikmetse devlet her zaman ki gibi, duymadı, görmedi, söylemedi. Devlet sessizdi, insanlar ölüyor, yeni doğmuş çocuklar ikiye ayrılıyordu. Jandarmaya telefon ediliyor cevap olarak, ‘Askerimiz yok!’ deniliyordu.
26 Aralık günü yüzlerce kişi ölmüş, Maraş talan edilmişti. Verilen rakamlara göre 120 kişi öldürülmüş, 1000 yakın insan yaralandı, yüzlerce ev ve iş yeri yok edildi.
Maraş ardından bir kan deryası bıraktı, işgalci Türk devleti elinin kanıyla kara bir sayfayı daha ekledi tarihe. Maraş Katliamı devletin kirli oyunları ile kendini gün yüzüne çıkardı ve gelecek olan daha kara günler öncesinde bir haberci gibi, her yeri sardı.
Katliamla beraber binlerce Kürt-Alevi yurtlarında göç etmek zorunda kaldı. Göç edenlerin çoğu Avrupa’ya diğer kısmı da Türkiye’nin metropollerine taşındı. Kürt-Aleviler ‘Ya ölüm ya tehcir’ dayatması ile topraklarından kopartıldı. Bu katliamın hemen ardından yüz binler, Avrupa ülkelerine sığınmak zorunda kaldı. Kürt Alevilerinin mallarına-mülklerine el konuldu. Böylelikle faşist zihniyet emellerine ulaşmış oluyordu.
Bu katliam ve tehcir politikalarına karşı bugün bize düşen görev acımızı örgütleyerek faşist Türk devletinden “İntikam” olmaktır.
5 notes · View notes
ehlibeyt-yolu · 3 years
Text
Tumblr media
#Kahramanmaraş
Maraş Katliamı, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen Alevilere yönelik katliamdır Resmi rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında 120 insan öldürüldü. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi.
Hamile Kadınların karınlarının parçalanarak, küçük çocukların duvara çivilenerek, çocukların kazanda kaynatılarak katledildiği yerdir Maraş - Katliyamı..
19Aralık1978
İnsanlığa karşı işlenmiş en ağır suçlardan biri olan Maraş katliyamı'nda yaşamını yitirenleri saygı anıyoruz.
https://fb.watch/a2lsblkDpt/
3 notes · View notes
hbkultursanat · 3 years
Photo
Tumblr media
ARALIK AYI KATLİAMLARINI UNUTMAYACAK, FAŞİZMDEN HESAP SORACAĞIZ!
Osmanlıdan bugüne faşist Türk Devleti tekçi devlet yapısını kurmak ve yaşatmak için kitle katliamlarına sıkça başvurmuştur. Kendisini baskı ve zulüm politikaları üzerinden var eden Türk Devletini içinde bulunduğumuz Aralık ayında ise kitle katliamları ile hatırlıyoruz. Maraş’tan, 19 aralık Hapishaneler katliamı ve Roboskiye kadar kitle katliamlarına başvurarak Kürt, Ermeni, Rum, Asuri, Süryani, Keldani halklarına yönelik katliamlar gerçekleştirerek kendi bekasını sürdürmeye çalışmıştır.
19-26 ARALIK 1978 MARAŞ KATLİAMI Alevi kimliğine yönelik faşist sömürgeci Türk devleti tarafından planlanan ve devlet destekli sivil faşist birimlerin yürüttüğü bir katliamdır. Bu katliama giden yol ise; aylar önce Malatya, Sivas, Erzincan ve Elazığ’da gerçekleştirilen mezhepçi kışkırtmalar, ölümlerle sonuçlanan provokasyonlarla adım adım örüldü. Faşist devletin temsilcileri yükselen devrimci gelişmelere karşı faşist planlarını Maraş’ta devreye soktular. Maraş Kataliamı ile egemen sınıfların toplumu yeniden dizayn etme ve 12 Eylül askeri faşist darbesinin yolu hazırlandı. Anne karnında bebeklerin bile öldürüldüğü ve günlerce süren katliamda, yüzden fazla Alevi yurttaş katledildi. Binlerce Alevi ise; yerinden yurdundan edildi. Bir haftaya yayılan katliamın bilançosu fotoğraf karelerine düşen sarsıcı görüntülere yansıdı. 1978’in 19-26 Aralık günleri arasında yaşanan katliamda resmi rakamlara göre yüz on bir kişi, tanıkların anlatımına göreyse yüz elli kişi katledildi.
19-22 ARALIK HAPİSHANE KATLİAMI Hapishaneler, devrimci mücadelenin en kararlı bir şekilde yürütüldüğü, bu mücadelenin en sert şekilde yaşandığı yerlerin başında geliyordu. Toplumsal mücadele büyüdükçe, bu mücadele sokaklara yansıdıkça hapishaneler, mücadelenin önemli alanından biri haline geliyor; devletin dışarıda kontrolü sağlama politikaları içeriye de yansıyordu. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in ağzından çıkan “Cezaevlerini kontrol altına alamazsak IMF programlarını uygulayamayız” itirafı, denetimi sağlamak için önce devrimci tutsakların teslim alınması gerektiğine işaret ediyordu. Hapishanelere yönelik bu saldırı devletin en kirli yüzünü gösterdiği anlardan biridir. 20 hapishanede gerçekleşen bu saldırı ve katliam, Türk Devleti’nin acizliğini, devrimcilerin ise baş eğmezliğini bir kez daha göstermiştir. Devrimci tutsaklar bulundukları bütün hapishanelerde büyük bir direniş açığa çıkarmıştır. Bir yandan açlık grevi direnişi devam ederken katliama karşı da destansı bir direniş açığa çıkarılmıştır. Tam bir çarpıtmayla “Hayata Dönüş” dedikleri saldırı 19 Aralık saldırısı ile 28 devrimci tutsak katledildi, yüzlercesi ise; yaralandı-sakat kaldı. Kimyasal ve ağır silahlarla devrimci tutsaklar diri diri yakıldı, sağ kalanlar ise vahşice işkencelerden geçirilerek F Tipi’ne götürüldü.
ROBOSKİ KATLİAMI Bundan 10 yıl önce, 28 Aralık 2011’de, Roboskî’de korkunç bir katliam yaşandı. 19’u çocuk 34 Kürt’ün TSK’ya ait savaş uçaklarıyla katledildiği Roboskî katliamı sömürgeci inkârcı, katliamcı politikaların bir devlet geleneği olduğunu göstermiştir. Çorum, Malatya, Maraş, Sivas katliamları gibi onlarca katliamı sıradanlaştıranlar, Roboski’de tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan katliamı unutturmak için on yıldır elinden geleni yapmaya devam ediyor. Bizler sömürgeci, asimilasyoncu burjuva Türk devletinin saldırılarını biliyoruz, ancak faşistler de devrimcilerin, halkların, ezilenlerin direnişini iyi biliyor. Direnişten ve özgürlük mücadelesinden aldığımız güç ile katliamların en büyük faili Türk devletinden ve bu katliamda payı olan herkesten hesap sormak için inancımız ve irademiz sonsuzdur. ADGB olarak, Avrupa’da yaşayan emekten, özgürlükten yana olan tüm halkları Faşist Türk Devletini protesto etmeye, katliamların hesabını sormaya çağırıyoruz.
Avrupa Demokratik Güç Birliği (AGDB)
2 notes · View notes
traveler313 · 4 years
Text
19 Aralık maraş katliamı unutmadık
2 notes · View notes
nazdarnazdar · 5 years
Text
Tumblr media
Merhaba.
Bu benim çocukluk fotoğrafım... Yerde uyuyan benim.....
O zaman 2 yaşındaydım. Yıl 1978 idi. Ben hala 2 yaşındayım...
Maraş'ta doğdum... Annemin babamın adını da bilmiyorum henüz... Kendi adımı da bilmiyorum...Kimliğimi bile görmemiştim, sonradan öğrendim annem çantasında taşırmış patiklerimle beraber...
Bir sabah kapıların yumruklandığını duydum....Annem gözlerimi kapattı ama elini "yapmayın!" diyerek uzattığında gördüm gelenleri...
İnsan yüzü güzeldir çirkindi bunların ki. İnsan yüzü sıcaktır soğuktu bunların ki... Elleri el değildi, eli andırıyordu. Gözleri göz gibiydi, bakışsızdılar....
Göğüse benzer bir kafesti taşıdıkları içinde yürek yoktu...
Kapıların arkasında emeklememiş, beşiklere belenmemişlerdi.
Karda tipide girdiler akşam sofralarında evlerimize.
Ben 1978'den beri 2 yaşındayım. Ama acılarım 100 yaşında …
Maraş Katliamı (19-22 Aralık 1978) —
Benim kuşağım için Aralık ayı Maraş'tır...
.
6 notes · View notes
cnsu8 · 5 years
Text
Maraş katliamı... Unutmadık 19-26 Aralık 1978
Tumblr media
4 notes · View notes
ordu-kent-gazetesi · 4 years
Photo
Tumblr media
⛔️🚩Maraş Katliamı/Olayları, ⛔️🚩19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen ⛔️🚩Alevilere yönelik katliam. ⛔️yedi gün süren olaylar sırasında 🚩120 insan öldürüldü. 🚩Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 🚩100'e yakın işyeri tahrip edildi. https://www.instagram.com/p/CJOypO-jE24/?igshid=1gjdy2yd4jc6a
0 notes
yfs-t-t-2623 · 4 years
Link
Maraş katliamını kimler yaptı
maraş katliamı Maraş olayları . Neden mi hatırlatma gereği duyuyorum , çünkü tarih tekerrürden ibarettir , o gün bu katliamları devreye sokan hain gruplar , bu günde halen pusuda olup , fırsat beklemektedirler , Çok geç müdahale edildiği iddia edilen , her şeyin aylarca önceden hazırlandığı , saldırılacak evlerin kapılarının 1 hafta önceden kırmızı boyalarla işaretlendiği , basit bir alevi-sünni çatışması değildir Maraş olayları , belli çevrelerin çıkarları için dünyanın her yerinde , her döneminde yapılan insan katliamlarından biri;Cahil insanların ne kadar kolay ikna edilip ne kadar kolay en yakınlarındakilere bile zarar verebileceklerinin göstergesi , umut kırıcı olaylar bütünüdür Maraş katliamı Maraş olayları günü bir sinemanın bombalanmasıyla başlayan ve kısa süre içinde bir iç savaşa dönüşen şiddet olaylarında Resmi olarak Toplam 105  Gayri resmi 500 ün üzerinde ölüm 176 kişi yaralı vardır   TRT Arşivinden Maraş olayları Alevi-sünni ayrımının körüklenmesiyle çıkan ve 26 aralık'a kadar süren çatışmalar sonrasında 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Sanıkların yargılanması ve davaların sonuçlanması 1988'e kadar sürdü. Olayların baş aktörü olan Ökkeş kenger daha sonra adını Ökkeş Şendiller olarak değiştirmiş olup,Anap tarafından bbp ile ittifak yapıp milletvekilliği ile ödüllendirilmiş ve meclise sokulmuştur. Neden Maraş? 1970’li yıllarda sağ-sol çatışmasıyla insanlar arasında bölünmeler başlamış. İnsanlar artık sürekli bir kavga içine sürülmüştü. Maraş’ta aşırı sağcı kesimin fazla olması karşın Alevilerin de yadsınamaz derecede olması, sağcıların burada bulunan "Alevi Sol kesime" saldırıları her geçen gün artmıştı. Ancak kimse olayların bu kadar feci bir boyuta gidebileceğini düşünmemişti. 1977 seçimlerinde CHP, yani bir sol parti kazanmış ve solcular sayede güçlenmişti. Maraş’ta solcuların güçlenmesi, örgütlenmesi; bu bölgenin çoğunluğunu oluşturan "Milliyetçi Sağ kesim" tarafından hoş karşılanmamıştır. Şimdi sizlere, "Sunilerin Alevilere yaptığı bir katliamdır." diyerek anlatırsam yanlış anlatmış olacağım. Evet, bakıldığı zaman mezhepsel bir sorundur. Ancak bunu "Suniler" yaptı, dersek kapsamı çok geniş tutmuş oluruz. Sonuçta solcu, Alevilere karşı sevgisi olan, böyle barbarca düşüncelere sahip olmayan bir sürü Sünni vardır. Hem bunu yapanlar zaten belli bir kesim, belli bir partiye üye kişilerdir. Bu gayet aşikardır. Bu katliam, aşırı sağcı, milliyetçi kesim tarafından yapılmıştır. 1993’de yaşanılan Madımak Katliamını kim yapmışsa; Maraş Katliamını da o zihniyet yapmıştır Aslında 1978 yılındaki Maraş Katliamı, Sivas’ta gerçekleşen Madımak katliamının habercisidir. Bu şu şekilde açıklanabilir: Maraş’ta vicdanlar sızlamadı , Alevilere yönelik olan bu katliam’da resmi verilere göre 105 Alevi öldürüldü. Ancak, Ölenlerin daha fazla olduğu söyleniliyor. Alevilere ait 200’den fazla ev yakıldı. Bu olaylara karışan kişilerden 23 yıl süren davalar sonucu 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1-24 arası hapis cezası almıştır. Tabi her zamanki gibi bu olayda da önemli rol oynayan kişiler sırra kadem basmışlardır. Maraş’ta bulunan Aleviler bir daha dönmemek üzere memleketlerini terk ettiler. Halen de gitmekten korktukları Maraş, onlar için korkunç bir sahnedir. Katliam Şekli Maraş’ta insanlar diri diri yakıldı Başları baltayla kopartıldı, Çocuklar tekmelerle yuvarlatıldı, Hamile kadınların bebeği düştü, İnsanlık dışı bir katliam sonrasında görüntüler ise yürekleri dağladı. Kimlikleri sorgulayarak üzülmemek gerekir; kim olursa olsun insanlar katladilmişti. Burada "İnsan" kelimesini tırnak içine alıyorum, "Alevi mezhebi" terimini ise es geçiyorum çünkü bu bir insan kıyımıydı. Ecevit’in seçimleri kazanarak başbakan olması, kadrolarda değişikliklere gidilmesi sağladı. Maraş’ta kadrolara solcuların yerleştirilmesi, burada kökleşmiş sağcı kesimin zoruna gitmişti. Artık Maraş’ta farklı renkler belirmişti, buradaki yaşam tarzlarında bir değişiklik olmuştur. Bu durum Muhafazakar sağ kesimin kabul edebileceği bir durum değildi. İçten içe kin besleyip, dolup taşmaya başlamalarıyla birlikte Alevi Sol kesime saldırmalar baş göstermişti. Bu saldırılar her geçen gün artıyordu. 1978’in Nisan ayında iki önemli gelişme oldu, Ülkücülere ait  bombalar bulundu ancak bunun daha sonra üstü örtüldü. Bu ayda diğer bir gelişme ise bu şehrin önemli “dedelerinden” olan Sabri Özkan öldürüldü. Bunun üzerine çatışmalar daha da artı. Çatışmaların artmasıyla birlikte artık Maraş, Aylar sonra meydana gelecek büyük katliama hazırlanıyordu. Adım Adım Maraş Katliamı İçinde MİT istihbaratlarının olduğu bu katliama her geçen gün zemin hazırlanıyordu. Nüfus sayımına geldiğini söyleyen iki kişi Alevi olanların duvarlarına işaretler koydular. Halk bunun ne anlam ifade ettiğini anlamadı. Meğerse bu saldırılması gereken evlerin, aile nüfusları hakkında bilgi alınarak da içinde kaç Alevinin katledileceğinin sayımıydı. İşte böyle planlanmıştı Maraş Katliamı. 19 Aralık’ta sinemada yayınlanan “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi, Kırımlı Türkler'in Rusya’ya karşı mücadelesini anlatan, bu film esnasında sinema salonunun içine bir sesli bomba atıldı. Atılan bu sesli bomba sonucu kimse yaralanmamıştı. İşte bahane yaratılmıştı. Maraş Katliamı'nın en azılı faili olan Ökkeş Şendiller tarafından Ülkücü birliklerine haber vermiş ve 19 Aralık itibariyle Maraş katliamı başlamış oldu. 7 gün sürecek olan bu katliam karşısında devletin hiç sesi çıkmamış ya da çıkamamıştır. İnsanlar göz göre göre katledilmeye başlandı. İlk Kurbanlar 2 öğretmen oldu. Ülkücüler, bu 2 öğretmenlerin cenaze namazını engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Artık karşı karşıya gelinmeye başladı. Maraş Kalesi, etrafında iki grup karşı karşıya gelmesiyle birlikte polis tarafından havaya silah açılması; çevredekiler tarafından "komünistler camilere silahla saldırıldı" şeklinde sloganlar atılarak duyuruldu. Artık fitil ateşlenmiş, insanlar galeyana getirilmişti. Bundan sonra geri dönüş olmayacak, Ülkücüler tarafından Alevilerin dükkanlarının yağmalanması sırasında , sanılanın aksine 3 ülkücünün öldürülmesi ile sonuçlandı. Artık ok yaydan fırlamıştı. Valilik sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, ancak bunu bir türlü belediye hoparlörlerinden duyurmamıştı. Aksine, o gün biri belediye hoparlörlerinde bütün halkı cenaze namazına çağırılıyordu. Bu bildiri aynı şöyleydi: Komünistlerin öldürüldüğü 3 şehidimiz için bugün herkesi saat 10:00’da meydanda bekliyoruz . Bunu kimin yaptığı hiçbir zaman öğrenilemedi. Halk, cenaze namazında bir araya getirildi. Artık kinle doldurdukları insan güruhuyla, Alevilere karşı saldırılar başlayacaktı. İnsanlar, kendilerini maskeyle kamufle eden bir grup insan tarafından yönlendirdi ve "Komünistleri öldürmek vaciptir, kim bunları öldürürse 40 kere hacca gider” gibi sloganlarla insanları galeyana getirdi. Artık Alevilere karşı hunharca katliam başlandı. Katliam 7 gün sürdü. Dönemin “Başbakanı Bülent Ecevit”, Kenan Evren’e, “Durdurun bu katliamı” dedi. Kenan Evren ise yeterli asker olmadığını söylemiştir. Aslında bu 12 Eylül Darbesi’nin olacağının sinyaliydi. Asker yardım etmedi, demokrasi tehlikeye girdi. Bu olanlar aslında 12 Eylül Askeri Darbe’nin yapılması için zemin hazırlama çalışmalarıydı. Sokaklar, evler cenazelerle dolup taştı. Yörükselim Maraş Katliamı’nda kendini tek koruyan Alevi mahallesiydi çünkü bu mahallenin tamamına yakını Alevilerden oluşuyordu. Diğer mahallelerde oturan Aleviler, 20 yıldır bir arada yaşadıkları insanlar tarafından öldürüldü. Devletin müdahale etmediği bu katliam'ın dördüncü günü müdahale etmeye başlandı. Olanlar olmuş; Maraş yakılmış, ağıtlar ise dile gelmişti. Son Olarak; Maraş’ta yüzlerce kişi ölmüş ve binlerce kişi yaralanmıştı. Selimyörük’e girilmiş olsaydı bu bilanço daha da artacaktı. Maraş, insanlığın utancıdır. Evet, yine cehalet kazanmış, İnsanlar“40 kez hacca gitmiş gibi olmak düşüncesiyle” insanları katletmişti. Her katliamın altında Müslümanlığa dair ibareler paylaşıyorum. Yine paylaşacağım çünkü böyle vahşetlerin bir daha olmayacağının bir garantisi maalesef yoktur. Katliamlar yapacaksanız; bunu pisliğinize, çıkarlarınıza dayandırarak ve açıkça dile getirerek yapınız. Sonuç olarak .. Sakın bu insanlık dışı katliamları Müslümanlıkla bağdaştırmayınız. Müslümanlık, bunu öngörmüyor, Müslümanlık bu değildir. İnsan öldürmek büyük günahlar içinde yer alır. Bütün katliamları lanetliyorum; bu katliamda Aleviler'in yanı sıra insanlık katledilmiştir. Maraş katliamı bu gün dahi tam olarak aydınlanmamıştır Not: Yukarıdaki araştırma haberi; Vikipedi gibi bağımsız sayfalardan, bu konuyla ilgili yapılan belgesellerden ve TRT Arşivinden yola çıkılarak derlenilmiştir
0 notes
hetesiya · 5 years
Text
0 notes
ehlibeyt-yolu · 3 years
Text
1 note · View note
hbkultursanat · 4 years
Text
ALEVİ ÖRGÜTLERİNDEN AÇIKLAMA
BASINA ve KAMUOYUNA BUGÜNÜN ADI MARAŞ KATLİAMI BİR KEZ DAHA HATIRLAMAK, HATIRLATMAK VE ASLA UNUTMAMAK
Failleri belli olan ancak adı “derin güçler" olarak tanımlanan katillerin, bağnaz ve faşistlerin Küresel emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçi siyasetçilerinin ortaklaşa düzenlediği ve Alevilerin katledildiği “ 1978 Maraş katliamı haftasındayız” Sormak-sorgulamak gerekir, Maraş Katliamı sır değil, bu katliamla hesaplaşacak bir hükümet yapısı olmadığı, iktidara gelen her hükümetin katilleri aklama politikası ve katillere avukatlık yapanların yerel seçimlerde aday gösterilmesi açıkça bellidir. Maraş katliamı devlet arşivlerinde raporlarla gizlenmiş, yok sayılmış ancak hepimizin, hepinizin bildiği gibi Türk –İslamcı Jitem'in Kontr-Gerilla Tetikçilerinin devlet eliyle yaptığı bir katliamdır. Alevilerin uğradığı katliamların tarihi eserlere yansıması ve toplumsal hafızayla olan ilişkisi engellense de Maraş ve sonrasında yapılan tüm katliamlarda çekilen fotoğraflar, canlı tanıkların anlatımları belge olarak tarihsel süreci çözümlemeye yeterlidir. Katliamlar sır olarak kalamaz. Maraş; İspanyol ressam Francisco Goya’nın “Üç Mayıs Katliamı” ve Nazi askerlerinin işgaline direnen ressam Pablo Picasso’nun Guernica kasabasıdır, nettir katliamdır. Ve her katliamın katilleri bellidir. 1978 /19-26 Aralık Aleviler için bu denli önemli ve unutulması mümkün olmayan bir gün, Alpaslan Türkeş ise katliamdan aylar önce Maraş’ı ağzından düşürmeyen, ülkücülerin katliam konusundaki hamlelerini tertipleyen bir siyasetçiydi. Alevi toplumun vicdanında hiç de masum olmayan Alpaslan Türkeş sonraki süreçte de katliam sanıklarının aklanması konusunda hep destek olmuştur, provokasyonların devreye sokulmasında bizzat MHP ve Ülkücü kuruluşların yönetici ve üyeleri rol aldığı kanıtlanmıştır. biz Aleviler için çok acı olan bu tarihi günde Alevilerin oylarıyla partisi ayakta duran CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu, CHP İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP Üst düzey yöneticileri Alpaslan Türkeş’in eşini tören anlamıyla ziyaret ettiler. Belki şaşırdık, belki tanıdık, belki hatırlandık bir tabloydu ama Alevilerin vicdanını bir kez daha sızlatan bu görüntü karşısında kendilerini kınıyor ve Alevi toplumu adına Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerine soruyoruz ? 1- Bu ziyaretin sebebini Adalete olan vurgunuz ve söylemlerinizle net bir şekilde anlatacak mısınız ? 2- Yoksa Alevilerin mazlum bir toplum olmasına bilinçaltınızdaki küçümsemeyle mi bakıyorsunuz ? Evet, sevgili canlar tüm Alevi kurumları olarak Alevi halkının oylarıyla iktidara gelmiş ve demokrasi, adalet ve özgürlük vadeden Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerini bir kez daha kınıyor ve bu konuda açıklama yapmalarını bekliyoruz. Saygılarımızla...
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Alevi Bektaşi federasyonu Alevi Dernekleri Federasyonu Alevi Vakıfları Federasyonu Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Alevi Kültür Dernekleri Pir Sultan Abdal Kültür Derneği
3 notes · View notes
gozel · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
not your turkish exotic
http://mavrithalassa.com/karadeniz-kiyisi-turk-kuvvetleri-baskomutani-yoldas-osman-agaya/?fbclid=IwAR1pMTX8Q-WFrVnprZhmqcqXD40s_D2F5E6ILikO0hq6yKTlm4gg2Y2Rebg
http://www.greek-genocide.net/index.php/overview/perpetrators/126-topal-osman-aga-1883-1923?fbclid=IwAR0wCBkebkwt6a8nTFnM06-2LPtuC_4kwRXego_6mXjZ5GauMyV9UOKVJmo
https://hyetert.org/2011/09/21/the-pontus-independence-movement-and-the-greek-genocide/?fbclid=IwAR1SvGjOHc2SRkbnhPGII8hsrYFqrUsONfpgfpeQrD8q9XidRDnuFsrwDgY
*
KARADENİZ KIYISI TÜRK KUVVETLERİ BAŞKOMUTANI YOLDAŞ OSMAN AĞA’YA
By karadeniz
Last updated
Eki 28, 2018
1.932
Share
Tamer Çilingir
Günlerdir önümde duran mektuplar bana, ben mektuplara bakıyorum.   ’’Bunları nasıl yazacağım?’’ diyor bir yanım. Ve arıyorum güvendiğim, görüşlerine saygı duyduğum, öngörülü insanları; mektuplardan bahsediyor, fikirlerini alıyorum. En azından kitaba kadar beklemek, kitapta mektuplardan bahsetmek konusunda netim ama… Yunanistan’da Atina’daki 19 Mayıs Pontos Soykırımı Anmasındaki bir fotoğraf takılıyor gözüme. Mustafa Kemal ve Lenin’in fotoğrafları yan yana ve ikisinin de üzerine kırmızı çarpı atılmış. İçime bir acı saplanıyor.
Doğu Konferansında yaşananları biliyorum, Mustafa Kemal’e antiemperyalist sıfatının yakıştırıldığını hatta bir sandık altın hikayesinden de haberdarım. İlk sosyalist deneyim olan Ekim Devrimi’nin ilk yıllarında herşeyi doğru ve sağlıklı hayata geçirememiş olma ihtimali, sosyalizme halel getirecek bir durum da değil ayrıca. Lenin böyle bir soykırımı desteklemiş olamaz, asla, bilmiyordur olan biteni, yanlış bilgilendirilmiştir sözcükleri ardı sıra geliyor dudaklarıma, üstelik sadece kendimle konuşurken.
ZİNOVYEV: ULUSAL VE DEMOKRATİK TÜRK HAREKETİNİ DESTEKLİYORUM Sonra Sovyetler Birliği’ni temsilen Zinovyev’in 1 Eylül 1920 tarihinde, Bakü’de, Birinci Doğu Halklar Kurultayı’ndaki konuşmasından şu bölüm geliyor gözlerimin önüne. ’’(…) Sizin de bildiğiniz gibi yoldaşlar, Sovyet Hükümeti, Kemal Paşa’dan desteğini esirgemiyor. Onun yönettiği hareketin bir komünist hareketi olmadığını unutmuyoruz; onu biliyoruz. Önümde Ankara’daki halk hükümetinin ilk meclis oturumunun steno ile yazılmış özetleri var; orada Kemal Paşa kendisi sultanın ve halifenin kişiliğinin kutsal ve saldırılamaz olduğunu söylüyor. Kemal Paşa’nın yönettiği hareket halifenin ‘kutsal kişiliğini’ düşmanların elinden kurtarmayı amaçlıyor. Bu komunistçe bir görüş mü? Hayır! Ama biz yığınların dini duygularına saygı duyuyoruz ve onlara başka bir anlayışın da verilebileceğini biliyoruz. Tabii bu uzun çalışma yılları ister. (…) Bugün, henüz gerçek çıkarlarının nerede olduğunu anlayamayan Türkleri bunu yarın anlayacakladır. Onları desteklemek, onlara yardım etmek ve ülkelerinde gerçek bir halk devrimi patlamasını beklemek zorundayız; böylelikle çabucak ve sonsuza dek sultanları ve diğer önyargılarla ilgili saplantıları unutacaklardır. Büyük kardeş olarak bu hareketi hızlandıralm, diyor komünist işçi. Ulusal ve demokratik Türk hareketini destekliyorum, diyor komünist işçi…’’[1]
Bu sözler, Bolşeviklerin birilerince kandırılmış olmadığını göstermiyor mu? Ankara’daki meclis tutanakları ellerinde Zinovyev’in. Ve Kemal Paşa’nın saltanatın kutsal kişiliğine ilişkin sözlerinin yanı sıra henüz gerçek çıkarlarının nerede olduğunu anlamayan Türklerden bahsedip bir halk devrimini beklediklerini söyleyip, ulusal ve demokratik Türk hareketini desteklemekten sözediyor Zinovyev ama kendisinin de belirtiği nedenlerden ötürü bu hareketin demokratik bir yanı yok. Peki neden Bolşevikler Mustafa Kemal’den desteklerini esirgemiyorlar? Mustafa Kemal’in İngiliz emperyalizmi ile bir kavgada olduğunu da söylüyor konuşmasının bir bölümünde Zinovyev. İşte Mustafa Kemal’i desteklemek için akla yatkın tek gerekçe bu olsa gerek. Ama Mustafa Kemal’in İngilizlere karşı bir kavga yürüttüğü de tartışmalı değil mi?
İNGİLİZLERLE SAVAŞ OLMADI İngilizler Ankara’nın güçleriyle doğrudan çarpışmaya girmediler çünkü Birinci Paylaşım Savaşı’ndaki büyük kayıplarından sonra yeni bir savaşa devam edecek askeri, mali ve moral güçleri yoktu. İngiliz kamuoyu, bu yüzden  hükümete destek vermiyordu. İngilizlerin esas işlevi, Yunanistan’ın Küçük Asya’ya çıkarılmasıydı. Ama iki yıl geçmeden İngiltere hükümeti, 14 Nisan 1921’de, Türk-Yunan Savaşı’nda kesin tarafsızlığını belirten notasını Yunan hükümetine bildirdi.
Aslında olan biten, Jöntürklerin Birinci Paylaşım Savaşı sırasında efendileri olan Almanların buyruğuyla başlattıkları Hristiyan uluslara yönelik soykırımı projelerini savaşı kaybettikten sonra yeni efendileri olan İngilizler ile birlikte sürdürmeye devam etmeleriydi. Yoksa ortada ne ’’yedi düvel’’ vardı ne de bu düvel-i muazzamaya karşı yürütülen bir ’’kurtuluş savaşı’’ Cumhuriyet ilan edildikten sonra hızla asimilasyon politikaları hayata geçecek, sonra sıra Alevilere ve Kürtlere gelecekti. Ve yüzyıl boyunca kan kusturacaklardı halklara. Zinovyev’in ’’ulusal ve demokratik Türk hareketi’’nden beklediği gerçek bir halk devrimi de olmayacaktı.
SOVYETLERDEN KEMALİSTLERE GELEN YARDIMLAR Ayşe Hür’ün aktardığına göre; Mustafa Kemal’in isteğiyle Sovyet Rusya’nın yardım olanaklarını araştırmak üzere Moskova’ya gönderilen Halil (Kut) Paşa, Temmuz 1920’de geri dönerken, yanında 400 kilo külçe altın getirmişti. Eylülde ise Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey tarafından 1 milyon ruble daha getirildi. Bu yardımları başkaları izledi. Fahir Armaoğlu’nun Sovyet belgelerinden aktardığına göre, iki ülke arasında imzalanan 16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması’ndan sonraki bir yılda, Sovyet Rusya, Ankara Hükümeti’ne karşılıksız olarak 39.275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 62.986.000 tüfek mermisi, 147.079 top mermisi, 1.000 atımlık top barutu, 4.000 el bombası, 4.000 şarapnel mermisi, 1.500 kılıç, 20 bin gaz maskesi ve 10 milyon altın ruble yardım göndermişti. Değişik kaynaklarda değinilen Sovyet Rusya’nın veremediği silahların Almanlardan alınması için Almanya’ya gönderilen 1.760.000 ruble, İtalya’daki bir hesaba yatırılan 1 veya 3 milyon İtalyan Lireti, Sovyet Rusya temsilcileri Danilof ve Bagirof tarafından getirilen 200 kilo külçe altın ile Sovyet Rusya’nın parasal yardımı 17,5 milyon rubleye yaklaşıyordu. Ayrıca yüksek miktarda gıda ve tahıl yardımları vardı. Burada bir parantez açıyor Ayşe Hür; 1920 yılında Buhara Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Osman Hoca’nın iddiasına göre, Buharalı Müslümanlar, Ankara’ya verilmek üzere Moskova’ya 100 milyon ruble teslim etmişti. Ama bu konuların uzmanı olan Alptekin Müderrisoğlu, arşivlerde Buhara Cumhuriyeti’nden gönderilen yardımlara dair bir belgeye rastlamadığını söylemekte. Parantezi kapatıp devam edersek, Ukrayna ve Kırım’daki Kızıl Orduların komutanı, Komünist Parti Politbüro Üyesi Mikhael Frunze’nin 13 Aralık 1921 tarihinde Ankara’ya gelmesi; 1922’nin ilk günlerinde de Sovyet Rusya’nın ilk Ankara Sefiri Simeon I. Aralof’un göreve başlamasıyla Ankara-Moskova ilişkileri daha da sıcaklaşmış, Sovyet Rusya’nın geniş çaplı askeri yardımları 1922 yılı boyunca sürmüştü. Bu yakın ilişki Lozan Barış Görüşmeleri sırasında Boğazlar konusunda Ankara’nın Britanya’nın tezlerine yaklaşması ile sıcaklığını yitirmekle birlikte Aralık 1925’te iki ülke arasında bir dostluk ve saldırmazlık paktı imzalanacaktı.[2]
ERMENİ SOYKIRIMI SUÇLUSU DOĞU HALKLARI KURULTAYI’NA KATILDI Sadece bununla da bitmiyor aslında… Eylül 1920’de Bakü’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nın davetlileri arasında Ermenilere yönelik soykırımının en büyük sorumlularından Dr. Bahaddin Şakir’in varlığı da göze çarpar… İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’nın Bakü Temsilcisi olan Dr. Şakir, 1921 ilkbaharında bu örgütün Moskova’da yapılan kongresine bile katılır… Dr. Bahaddin Şakir’i bu topraklarda yitip giden 1.5 milyon Ermeni çok iyi tanır… 14 Mayıs 1915’te İstanbul Hükümeti tarafından çıkarılan Tehcir Kanunu’nu uygulama görevi Teşkilat-ı Mahsusa’ya verilmişti. Teşkilatın bölüm şefi Bahattin Şakir, 1910’da Jön Türk Kongresi’nde Ermeni tehcirini gündeme getiren de kişidir aynı zamanda. Kanunun çıkmasından sonra tehciri planlayıp asıl uygulayan baş sorumlulardan biridir… 1918’de Mondros Mütarekesi’ndan sonra “Nemrut Mustafa Divanı” adıyla anılan mahkeme tarafından gıyabında yargılanarak “savaş çıkarmak” ve ” Ermeni katliamı” nedeniyle idama mahkûm edilen Bahaddin Şakir’in Doğu Halkları Kurultayı’nda ne işi olur diye sormadan edemiyor insan…
Üçüncü Enternasyonel’in ikinci kongresinde kararlaştırılan ve dünyanın en önemli olayı olarak lanse edilen kurultayın başkanlığını kim yapıyordu dersiniz? Lenin’in sağ kolu olarak bilinen Alexander Zinovyev…
Tüm bunları okurken, insanın aklına şu da geliyor tabii? Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasındaki ilişkiler nasıl kurulmuştu ve en önemlisi bu bağlantıyı kim sağlıyordu? Araştırmalarım derinleştikçe o döneme ait bazı mektupları okurken, çok tanıdık bir isimle karşılaştım: Topal Osman… Mektuplarda hitap edilen kişi, Pontos Rum Soykırımı’nda ve Koçgiri katliamlarında boy göstermiş Giresunlu halk düşmanı katil Topal Osman’dır..
Türk ve Müslüman ulus devlet kurmak amacıyla bu toprakları hristiyanlardan temizleme projesinin ikinci ayağı Karadeniz Rumları’nın soykırıma uğratılmasında en önemli isimdir Topal Osman… Karadeniz’de hayatları sönen binlerce Rum ve vicdanlı Müslümanlar çok iyi bilir Topal Osman ismini… Sovyet yetkililerinin gönderdikleri mektuplardan da anlaşılır ki Topal Osman aracılığıyla Ankara Hükümeti’ne silah başta olmak üzere birçok konuda yardım yapılmıştır…
Karadeniz Kıyısı Türk Kuvvetleri Başkomutanı Yoldaş Osman Ağa’ya
Karadeniz Teknik Üniversitesi okutmanlarından Veysel Usta, Giresun’da musiki ile ilgili birkaç sayfalık notun çevirisi için gittiği bir ziyaret sırasında Osman Fikret Topallı’nın Topal Osman ile ilgili bir çok belgeyi de barındıran, o döneme ait yayınlanmamış hatırat/günlüğüne ulaşır. Osman Fikret Topallı, Topal Osman’nın yakınında bulunan ve döneme ilişkin bir çok olayın da tanığıdır. Ve bu hatırat bir kitap olarak da yayınlanır.[3] Belgeler arasında Sovyet görevlilerin Topal Osman’a yazdığı bazı mektuplar  da vardır. Bu mektuplara dair olanı biteni yorumlamayı sadece kendi başıma yapmanın doğru olmadığı kanısına vardım. Bu mektuplara dair, döneme ilişkin duyarlı, araştırmacı herkesin söyleyecek sözü olacaktır diye düşünüyorum. İşte günlerdir önümde durup, onların bana, benim onlara bakıp durduğum mektuplar:
Muhterem Ağa Her ne kadar şahsınızı tanımıyor isem de vatan fedakarı olduğunuz, Rusya Sovyet hükümetlerinde, iştima merkezlerinde, nutuklarda şerefli ve şan şöhretli isminiz alkışlanmıştır. Taraf-alilerinden gönderilen memur-ı mahsusa Hüseyin Efendi ile yarın alessabah Yekaterinodar şehrine hareket ediyoruz. İstediğiniz kadar silah tedarik. Plehanov Zinin iltimasıyla her halde alacağımızı ümit ediyorum. 25 Ağustos 1336 ( 1920) Atinalı Kolafadisi
Tuapse Dağı 28 Eylül 1920 Karadeniz Kıyısı Türk Kuvvetleri Başkomutanı Yoldaş Osman Ağa’ya Saygıdeğer Yoldaşım! Hem Türk hem de Rus Bağımsız Cumhuriyetleri’nin çıkarlarının bekçiliğini yapan Türk misyonunun temsilcileriyle doğrudan temas kurarak, önemli ulusal sorunların çözümü için alınan kararlar doğrultusunda her türlü yardımı gösteriyorum. Teknik işlerin gerçekleşmesi için temel ihtiyaçlar konusunda aşırı sıkıntı çekerken eğer mümkünse, Türk Cumhuriyeti’nin mevcut stoklarında olanların sevkini geri çevireceğim. Kendi açımdan, zamanı gelince, koşulsuz en dostane ilişkilerle, mevcut önemli işlerde her türlü yardıma hazırım. Dost selamıyla 9.Deniz Ordusu Bölüğü Şefi Lebedev
Sovyetler Birliği Kayıt Noktası No:6 Kafkas Cephesi kayıtlarına göre 23 Eylül 1920 yılı No:87 Kızıl Ordu Anadolu Kıyıları Giresun Şehri Komunist Parti Temsilcisine Partide dendiği gibi Merhaba sevgili yoldaş, Sizi komunistçe selamlıyor ve bildiriyorum. Gönderdiğiniz proletarya çocukları için sizlere minnettarız. Silahlar hakkındaki ricanız yerine getirilecek, çoğu zaten gönderiliyor ve sizin emrinizde olacak. Hüseyin Efendiyev ve Hüseyin Kalafaciyeva’nın selamları var. Onlar 25 Ağustos tarihinde silahları almak için Yekaterinodar’a geliyorlar. Ele geçirilen gemi malzemelerinin gönderilmesini bekliyorum.Türklerin durumu hakkında bilgi edinebilmemiz için benimle devamlı temas kurmanızı rica ediyorum. Sovyet Rusya hakkında bilgi verme sırası benimdir. Kırım gazeteniz varsa acilen bana gönderiniz. Adresim: Kafkas Cephesi, 6 numaralı Kayıt Noktası Tuapse Şefi Plehanov Zinin
1)Değerli Osman Ağa sizden grup kartları çıkarmanızı ve birkaç tane göndermenizi rica ediyorum. 2)Askeri kıyafetlerinizin temini için bize birkaç silahlandırılmış kişi gönderiniz. Ve bu vesileyle sizden birkaç takım göndermenizi rica ediyorum; hazır sivil elbise malzemeleri, çoraplar vs. 3)Gömlek ve elbiseleri yıkamaya malzeme, kolonya, sigara ve daha fazlası… 4)En önemlisi 100 şişe konyak göndermeyi unutmayınız. Siz genel olarak daha zenginsiniz ama size ihtiyacınız olandan fazlasını gönderme sırası bizdedir. İhtiyacınız olanlar size Yoldaş Hüseyin Efendiyev tarafından gönderilecektir. 5)Biz onunla dostça yaşıyoruz ve hatta ben kendimi ona bıraktım. Birlikte faydalandığımız konuk odası için teşekkür ederim. Size komunist selamıyla görüşünceye kadar hoşçakalın diyorum. Yoldaş Plehanov Zinin
Giresun’da Yoldaş Başkan Osman Ağa’ya Saygıdeğer Yoldaş, Eğer sizin için ilk fırsatta, koyu , mavi veya siyah renkte erkek kıyafetleri malzemesi ve 12 metrelik siyah kumaştan bayan ceketi, bir çift 35 numara bayan ayakkabısı, bir-iki düzine erkek çorabı göndermeniz zor olmayacaksa geri çevirmemenizi rica ederim. Ve tabii ki, yardımcılarım için bir tane koyu mavi veya siyah kumaştan erkek elbisesi, siyah kumaştan erkek elbisesi, siyah kumaştan palto, bir-iki düzine erkek çorabı, bir çift 28 numara erkek ayakkabısı rica ediyorum. Sizi saygıyla selamlıyorum Liman Komiseri (İmza)
[1] Baku 1920, Birinci Doğu Halkları Kurultayı Belgeleri, Koral Yayınları, İkinci Basım Nisan 1990, Sayfa 49/52
[2]  Ayşe Hür’ün Kaynakları: Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı Mali Kaynakları, 2 Cilt, Kastaş A.Ş. Yayınları, 1988; Kazım Özalp, Milli Mücadele 1919-1922, 2 Cilt, TTK Yayınları, 1971 ve 1972; Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, 1789-1960, Sevinç Matbaası, 1964; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınları, 1976; Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, TTK Yayınları, 1991; Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), SBF Yayınları, 1978; Celal Erikan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, Hazırlayan: Rıdvan Akın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008.
[3] Müdafaa-i Hukuk ve İstiklal Harbi Tarihinde Giresun, Osman Fikret Topallı Hatıratı, Hazırlayan Veysel Usta, Serander Yayınları, Temmuz 2011
..
Feridunoğlu Osman Ağa (1883-1923)
Feridunoğlu Osman Ağa (1883-1923) otherwise known as Topal Osman, was a brigand and Kemalist Military Commander responsible for the mass murder of a vast number of Greeks during the Greek Genocide. While serving for the Committee of Union and Progress (CUP) in the Balkans as a volunteer he received an injury to his foot which resulted in him being referred to as Topal Osman (Topal meaning lame.1  In WW1 he would round up deserters, some of whom he enlisted in his band. Osman Ağa roamed the Black Sea region with his band of ‘cut-throats’ and was responsible for numerous massacres and deportations of Greeks and Armenians. He had a fanatical loyalty to Mustafa Kemal who awarded him a colonelcy and also served as his bodyguard.2 He was appointed mayor of Giresun in 1919 as a reward for his murderous deeds. Mustafa Kemal's biographer Andrew Mango, refers to Topal Osman as 'a sadistic ethnic cleanser of Armenians and Greeks'.3 The Central Council of Pontus received eye-witness accounts of the following atrocities committed by Osman Ağa and published them in a report dated October 17, 19214:
In July of 1921, after having murdered the greatest part of the notables and robbed them of their fortunes, Osman Ağa deported the male population of Tirebolu (Gr: Tripolis) near Giresun, and Bulancak (Gr: Pulantzaki) to Harput, Mamouret-oul-Azis and Alpistan, while he shared the beautiful women with his fellow partisans. The victims were conveyed into the mountains by the çetes. Women and children who were left unprovided for and completely nude, perished from hunger. Of the 2,500 Greeks in Tirebolu, only 200 women and children remained, and of the 14,000 Greeks of Giresun only 4,000 women and children survived. The Greeks of Fatsa and Ünye were also invaded by Osman Ağa and suffered the same atrocities. In the little village of Çakallı four hours from Samsun, Osman Ağa ordered the women and children (the men having previously been deported) to be locked up in some houses of the village and there they were burnt alive. In the village of Kavak he committed the same crimes; only a single old man of 80 was saved.
At Havza he drove together the women and children on the banks of the river, where they were massacred and thrown into the river. All the Greek villages of the district were laid to ashes. Eighteen brides and girls of the above village were picked out by Osman Ağa for their beauty in order to be distributed to his fellow criminals, who after having satisfied their carnal appetites for several days, shut them up in a house and burnt them alive. At Merzifon, Osman Ağa and his companions, after having completely bereaved all the Christians, put fire to the Greek and Armenian quarters. The scenes which took place in the course of the fire were heart appalling. All the exits were barricaded and the unfortunate people trying to escape were either mercilessly killed or thrown back into the fire without distinction of whether they were women, children or old men. In the course of 5 hours, 1800 houses along with their inhabitants were burnt down. It was impossible to describe the orgies committed against virgins and children. While they were performing these cruelties, they shouted at their victims; "Where are the English, the Americans and your Christ to save you?"
Other atrocities committed by Osman Ağa:  
While on his way through the village of Kirli having lodged and fed at the expense of the people there, he demanded the daughter in law of Anastasse Agha, a notable of that village who refused. Osman Ağa then ordered Anastasse Agha to be butchered together with his four children and four other men.5 In June 1920 at the village of Enayet near Giresun, a family of 5 Greeks were murdered by Osman Ağa and his followers, and several women and young girls carried off. Houses were robbed and cattle stolen.6 In July 1920, Osman Ağa massacred 15 Christians in the village of Karali and Kuruk. Because of the violation of a Muslim woman by a man named Panayoti, 50 Greeks of this name were arrested and beaten and 2 tortured and killed. His followers then extorted large sums from the Christians while he himself threatened to massacre all Christians unless the San Remo decision was modified.7 In July 1920 Osman Ağa arrested and beat the Bishop of Sivas.8 On 20th of August 1920, Osman Ağa continued to extort money from the Christians and many of the richest had been reduced to poverty. On the night of the 13/14th of August, Osman arrested the whole male population of Giresun in order to expel them; his followers subsequently entering and pillaging their houses.9 On the 8th of September 1920, a newspaper report described how Osman Ağa carried out a ghastly series of atrocities in Giresun whereby he shut up all the males, and every evening led out five to be executed. The remaining Christians bought their liberty with a ransom of £300,000.10
The Daily Telegraph, Launceston, 8 September 1920.
In March 1921, Osman Ağa compelled the inhabitants of the village of Sivas to feed him and his band of 500 men for 3 weeks. At Ezboter 2 Greeks and an Armenian were arrested and after having their bare feet shod with horse shoes, they were massacred. He also ordered the massacres of women and children of the villages of Kul-Hisar , Mesudiye and Kirik.11 In 1921 on passing through Amasya and Çorum, Osman Ağa instructed his men to massacre every Christian man or woman whom they encountered.12 A report on the 9th of July 1921, described horrible details of the persecution of Christians when Osman Ağa arrived there on the second day of Bayram (a Turkish religious holiday) and murdered 10 Greeks, then surrounded the stores of the American Tobacco Company and arrested all the Greek clerks numbering some 800 and had them transported to an unknown destination. The Greek quarter was then surrounded and 1,500 other Greeks were arrested and deported to the interior.13 On the 20th of December 1921, a band of 100 Turco-lazes from Rize enlisted by the Mayor of Giresun Osman Ağa, landed at Ordu and were received by the authorities of the town. The following day they surrounded the streets and proceeded to pillage the shops of Christians taking with them 2 Greeks. The merchant Michel Macrides of Giresun was decapitated in a small boat by order of Osman Ağa and his body thrown into the sea. Several other notables were also deported causing a severe sense of terror among the other Christians.14 On the 25th of February 1922, 20 Greek villages were destroyed by fire in the region of Giresun by the order of Osman Ağa, Major of Giresun and Kemalist military commander, and on the 1st of March the villages of Beislan, Pozat, Topekeny and Kiavourhiki were also burned down, the inhabitants consisting only of women and children who were previously imprisoned in the houses, having completely perished in the flames.15
On the 23rd of March 1923, Osman Ağa strangled Trabzon Deputy Ali Sukru Bey to death because the Deputy criticized Mustafa Kemal. He was shot dead in Ankara on the 1st of April 1923 after an exchange of gunfire with the military police who had been sent to capture him. His body was hanged in front of the Turkish Parliament and later buried in Giresun. A statue of him was erected in Giresun which still stands today.
References
1.  Mango Andrew, Ataturk. John Murray, London 1999, 551. 2.  Turkish Affairs. Kemal's Bold Stroke, The Maitland Weekly Mercury. 4 Apr 1923, 5. 3.  Mango, Ataturk, 383. 4.  Black Book the Tragedy of Pontus 1914-1922. A few short notes on the Turkish cruelties perpetrated against the Greeks of the Pontus during the months of June, July and August 1921. The Central Council of Pontus. Athens 1922, pp 20-21. 5.  Yeghiayan Vartkes ed., British Reports on Ethnic Cleansing in Anatolia: 1919-1922, Center for Armenian Remembrance, USA 2007, XXXI, 6.  ibid, 154 7.  ibid, 157 8.  ibid, 252 9.  ibid, 170 10. Ghastly Atrocities,The Daily Telegraph, Launceston. 8 Sep 1920, 5. 11. Yeghiayan, British Reports, 252 12. Yeghiayan, British Reports, 257 13. 700,000 Greeks Victims of Turks, The New York Times. 10 July 1921, 4. 14. Yeghiayan, British Reports, 190. 15. UK Parliament Hansard, 3 April 1922.
*******
The Pontus Independence Movement and the Greek Genocide 2011-09-21 by Sait Çetinoğlu The growth of nationalism in the 19th century directly affected the Christian populations of the Ottoman Empire. The ideology of the Orthodox Greeks scattered throughout the Balkans and in Anatolia was linked to the Hellenic state, and under the influence of a bourgeoisie leadership it began to spread. However the Greeks living in the distant Black Sea shores of Anatolia had little contact with the free Hellenic state which gained its independence in 1821.
THE PONTUS INDEPENDENCE MOVEMENT AND THE GREEK GENOCIDE Sait Çetinoğlu 1)        Introduction The growth of nationalism in the 19th century directly affected the Christian populations of the Ottoman Empire. The ideology of the Orthodox Greeks scattered throughout the Balkans and in Anatolia was linked to the Hellenic state, and under the influence of a bourgeoisie leadership it began to spread. However the Greeks living in the distant Black Sea shores of Anatolia had little contact with the free Hellenic state which gained its independence in 1821. The process of identity crisis in the 19th and 20th centuries played a part in the formation of modern Hellenism. The main reasons for this are the prevailing new political and international conditions in the region, the end result being the transformation of cultural identity into a political identity. 2)        The Black Sea and the Revolutionary Movement The Pontus issue is directly related to the international revolutionary movement. Lenin, as a leader of the Communist movement, was proposing the liberation of nations on one hand, while on the other he was saying: “I and the Bolsheviks are the Young Turks of the Soviet Revolution”. In fact one can easily see a contradiction in these two statements. Contrary to this, Rosa Luxemburg while being captive in a Berlin prison, called for full support to the Christian communities of the Ottoman Empire by saying: “A country has no hope of progress if it remains under Turkish domination. Concerning the Eastern issue, it is our duty to accept the fragmentation of Turkey and show unconditional solidarity to the Christian people”. Rosa Luxemburg1 in her work:” The activities of German imperialism in Turkey” wrote about the supreme economic and military interests of Germans in Turkey. The Ottoman lands were the main aims of the German imperialists. On this issue an important role was played by German banks. Along this line many propaganda instruments were devised such as the organization on November 8, 1898 of a ceremony in Damascus by the German Kaiser and his delegation, declaring that they were walking on the footsteps of Salahettin Eyubbi under the green flag of the Prophet to defend the Muslim community and gave an oath to this. As Rosa Luxemburg said, the role undertaken by Germans to resurrect the Ottoman Empire was nothing more than to paint a dead man with make-up. The disclosure by Rosa Luxemburg that the construction of the Baghdad railway line during the First World War was based on the massacre of masses of people is an important statement to be emphasized. The role of Deutsche Bank has been crucial. The German officials had made great efforts to fanaticize the Muslims and Turks against the non-Muslim communities of the Empire after the Balkan Wars. The testimony of Dido Sotiriou2 on the role of the Deutsche Palestinian Bank is significant. This Bank printed brochures in Turkish saying that: “If we Turks are poor and suffering, the causes of this are the infidels (gavurs) who grasped the wealth from our hands. How long will we afford this? Do not buy their products and do not have any dealings with them. What do you expect from a friendship with them? Why are you offering them so much love and brotherhood”. On this matter, German Field Marshal Liman von Sanders in 1916 ordered the deportation of Greeks from the coastal areas of Anatolia. After realizing that despite all the exiles, the Greeks of Ayvalik were remaining in their homes, on Easter day of 1917 von Sanders ordered their deportation by saying: “Have you not yet expelled these infidels!” German imperialism wanted Anatolia to be cleared of its Christian element. The same could also be said of the other western powers. If one studies the behavior of England, France, USA and Italy during World War I and beyond, it would not be wrong in saying that these countries were indifferent to the annihilation of the ancient peoples of Anatolia. Liman von Sander (left) with Mustapha Kemal (right) 3)        The Political Organization in Pontus. All the state influenced Turkish publications on the Pontus issue are almost identical because they use the same source as a reference. All these publications are based on a propaganda piece printed in 1922 by the Information and Printing Establishment (Matbuat ve İstihbarat Matbaası) under the title “The Pontus Affair” (Pontos Meselesi). In all the mentioned publications the same arguments are stated. In the propaganda publication of 1922, it mentions that the Greeks of the Black Sea shoreline were aiming to establish an independent Republic of the Pontus with its capital city being Trabzon or Samsun and its territories to extend from Batumi all the way to Sinope. This is far from what really happened in Pontus. Mustapha Kemal used the same arguments in his Speech (Nutuk). At the commencement of the First World War, the Greeks of Pontus which until that time had served in the Ottoman Army merely as hard laborers, like the other people of the Empire wanted to enlist in the Ottoman armed forces. It is a historical fact that during the course of World War I, many peasants deserted the army and returned to areas near their home villages with or without their weapons to resume their lives in their rural areas. In this way they began to set up armed irregular guerrilla groups in the various parts of mountainous regions of Anatolia as in the Black Sea zone. A group of armed resistance fighters The efforts of the Ottoman government to settle Muslim refugees from Balkan lands into the Greek villages of the Black Sea region was the cause of the second phase of unrest leading to ethnic clashes. The decision of the Pontic Greeks to refuse entry of these refugees into their villages was the beginning of the resistance against the state authorities. Faced with this situation, the Government in Autumn of 1915 started military operations against the villages Okse, Tsichman and Tefkeris. These places were the focus of resistance against the establishment of Balkan refugees. Villages began being burned, populations dispersed and fighters such as Vasilis Anthopoulos (Vasil Usta) emerged and armed resistance groups were formed. Many armed groups were concentrated in the Nebian town of the Bafra region. Up until the Balkan Wars, the prevailing view among Pontic Greek scholars was that it would be possible to create a Turkish-Pontic Union in peace and cooperation with the Turks in the wider region of the Black Sea. The role of the Bishop of Trabzon Chrysanthos in the dissemination of this view and his role through the “Eastern Party” is of paramount importance. After the Balkan wars and before the First World War the Young Turks began the implementation of a “solution plan” of ethnic problems by the extermination of other ethnicities as decided in 1911 at a Conference held in Thessaloniki. The extermination operations started in the beginning of the War by the process of deportations. The establishment of an independent Republic of Pontus therefore gained support as a result of these actions by the Young Turks. During this period, throughout the entire Black Sea shore region, the development of self defense groups was aimed at defending the political rights of the Greeks of Pontus which had started to gain momentum. On February 4, 1918 Konstantinos Konstantinidis, the son of the former Mayor of Giresun Captain George, having been influenced by the proclamation of the Soviets on the right of “self determination of peoples” by the Bolsheviks, organized a conference in Marseille with the participation of Pontic Greek representatives from various European countries including the USA and elsewhere. The Conference members sought the support of the Soviets and sent a letter to the Minister of Foreign Affairs Leon Trotsky. The letter stated that it would be a big mistake to return the city and the region of Trabzon to Turkish rule. Support was also asked from the Soviets to achieve the establishment of an independent Pontic Republic. A printed card depicting the proposed Republic of Pontus 4)         East and West Pontus After the occupation of the Eastern Black-Sea shore by the Russian Army in the Summer of 1916, the Pontus region was divided into two parts and as a result, the course of events changed in the two regions. When the Russian Army halted its advance at Gemoura, the fall of Trebizond to the Russians was inevitable. The Turkish administration seeing the inevitability of the fall of Trebizond, called Bishop Chrysanthos and other Greek notables to hand the city over to them and asked them for the protection of the civilian Muslim population. After a short ceremony, Governor Azmi speaking to Chrysanthos said: “We took this country from the Greeks and now we give it back to the Greeks”. On August 16, 1916 the Russians entered Trebizond and found a Greek administration in control of the city. The reception of the Pontic Greeks to the Russians was warm. Chrysanthos established a Council of Christian and Muslim members which under his leadership ruled the region until the return of the Turkish Army. Bishop Chrysanthos protected the families of Muslims whose men had fled because of the fear of Russians. He also tried to introduce a new spirit of equality among nations. The independent administration of Trebizond also met with Soviet representatives during 1917. The situation in western Pontus was very different. The armed rebels who had fled to the mountains and consisted of independent non-coordinated guerilla groups, started accepting more men in their ranks towards the end of 1916 when deportations of the Greek population by the Turkish forces began. On July 3, 1916 Vasil Anthopoulos formed an armed resistance group in Sivas, with the hope that when the Russian forces moved to the west of Pontus it would start a general revolution. But the halt of the Russian advance changed Anthopoulos’ plans. Believing the Russians were playing games with him, Anthopoulos decided to create new conditions in the region. Then, with his armed group of 80 irregulars, he attacked Turkish villages, killed and burned homes of those he thought had harmed Christians. In Ordu (Kotyora) he clashed with Turkish military forces and after losing the battle took refuge in Trabzon where he lived until the end of the war. The reaction of the Turks concerning these two events was twofold: (a) counter attacks on Greek guerillas, and (b) exiles of the Greeks in western Pontus (Black Sea shore) towards the inner regions of Anatolia. The first reaction seems to have been more of a local type response. Both Christians and Muslims were army deserters while the Muslim deserters were ready to implement the nationalist policies of the Committee of Union and Progress (CUP). The most active irregular guerilla group was that of Topal Osman Agha from Giresun. He and his followers were army deserters and fugitives which were acting freely without any control. Topal Osman was the source of indescribable terror and horror. Even the local Muslim population was asking for his removal from the region. Among the Pontic Greek armed rebels, the most notable guerilla leader was Anton Pasha. While defending Pontic Greek villages with his wife Pelagia, he became the main source of fear to the Turkish administration and the Muslim irregular forces. He was killed in 1917 while his wife Pelagia continued the struggle until 1923. In the same area, among the Muslim armed groups, there were also Circassians. 5)         The Exiles In a document prepared to be sent by the Austrian Foreign Ministry to Berlin, the following was stated: “The Turkish policy has the nature of a complete expulsion of the Greeks in the region, aiming at their total extinction by using the excuse that the Greeks of the region are posing a risk against the State, an argument used in the past against the Armenians. The Turks do not discern any difference among the population, leaving no chances to their survival under the pretext of moving all the Greeks to other regions as deportations of the population from the shores towards the interior, leaving them in appalling, inhumane conditions so that the hunger will lead them to death. Their homes after being occupied by the Muslim irregular forces (tsettes) are looted, burned and demolished. Similar measures used against the Armenians are also being used in the region of Pontos”.3 The Pontic Greek guerilla forces, although not being able to prevent the deportation of the Greek population, established “liberated zones” in mountainous areas where refuge was provided to the Greeks escaping their destroyed villages. The appearance of new Pontian rebel groups and the inability of the Turkish Army to destroy them leads to a regional compromise with the Turkish village population who provided food and supplies to the Pontian guerilla groups. After the defeat of the Ottoman State in the First World War, British forces (Indian soldiers with British officers) were placed in the Black Sea shore regions of Anatolia. In order for Britain to ensure its future interests it required the Pontic Greek guerilla forces to surrender their weapons to the Turkish Army. The guerillas didn’t fall for this trap and refused to hand in their weapons. The Pontic Greeks embraced the establishment of a Pontic Republic. Meanwhile about 100.000 Pontic Greeks returned home from Russia. The Pontus movement had reached such a critical stage that it began to concern the Ottoman State, which led the Istanbul based Ottoman government to send Mustapha Kemal Pasha to the Black Sea region. Mustafa Kemal began his efforts to quell the Pontus movement at the request of Britain and the moral and material support of Sultan Mehmet Vahdetin. Mustapha Kemal arrived in Samsun and met with Britain’s Major Hurst and invited representatives of the various communities to the local command garrison. The leader of the local Greeks, Bishop Germanos did not respond to this invitation. The report sent by Mustapha Kemal to the Sultan Government said that Pontus guerrilla forces led by Bishop Germanos didn’t come to the invitation. Meanwhile Mustapha Kemal on his arrival in Samsun on May 19, 1919 immediately began organizing Turkish irregular groups to act against the Pontic Greek guerrillas who were seeking independence. It is mentioned that Topal Osman was one of the first leaders of the irregulars (tsettes) Mustapha Kemal met. As shown in public records, Mustapha Kemal put more importance to the Pontian guerrilla movement than on the Hellenic State armed forces which had landed forces in western Anatolia. 6)         The End of the Movement and Ethnic Cleansing After the initial successes of the Pontian guerillas and despite their efforts to unite their forces, it led to a decline in their strength due to an absence of any coordinated center. The decline of morale among the Pontian rebels was fast. The Turkish Army with the significant help of the Bolsheviks was being reorganized and support by the Italian and the French also strengthened its position. These developments discouraged the intentions of the Pontic Greek guerilla forces in forming a common command centre and they started becoming completely independent. There were even clashes between various guerilla groups. The end was tragic. Despite the sheepish attitude of the Greece towards the Pontus movement, the Greeks of Pontus always showed a trend of identifying themselves with the Hellenic State. In order to compete with the actions of the Greek guerillas in the region the government in Ankara began deporting and exiling the Greek population that was providing support to the guerillas. Ankara was determined to enlist in its Army every Pontic Greek that had the ability to endanger the stability in the region. All non-Muslims were sent to labor battalions. Although some Pontic Greeks did not obey, a significant number were sent to the work battalions, known as Amele Taburlari, and through this measure those men were inactivated. After this, a mandatory collection of arms was initiated in the region starting with the non-Muslims. Resistance was raised against the army units coming to collect the arms in the region of Samsun and in other areas. The most severe clashes took place in areas such as Tokat, Carshamba and in Nebian of Bafra. This effort which began in April 6, 1921 by the Turkish Army, and despite the implementation of extensive violence by the Army units, did not give any result. The Turkish army units were strengthened with the Giresun Divison after having failed in their objectives at Carshamba and Nebian-Bafra. The Ankara government then declared the region of the Black Sea a war zone and decided on June 21, 1921 to exile all the Greeks of Pontus. Furthermore, most of the rural regions had been cleared of Greeks and the Greek villages burned down. Because of the fear of the Hellenic Navy landing in Samsun, the Executive Government Committee in Ankara after its decision on June 16, 1921, decided on the deportation of all the Greek men in the region between the ages of 16 to 50 years. Arrests of Greeks then started in the areas of Samsun and Bafra (in the Alatsam region). On the following day, the first group of deportees departed southward and while passing near the town of Kavak, it went under fire from either Turkish or Greek guerillas (depending on the information source, Greek or Turkish). Several guards accompanying the exiled Greeks were also killed. Similar events occurred during the deportation marches during the month of June 1921. The attacks were caused by irregular Turkish forces (tsettes) with the cooperation of the guards escorting the exiled Greeks. In these attacks an important role was played by the irregular armed groups of Topal Osman Agha and Saki Ali from Tokat. The reactions to the events according to a letter sent by the Ministry of Interior on June 25, 1921 indicates that the displacement of the Greeks was being carried out due to military reasons, which were not an act of deportation, while it was mentioned that the livelihood of the exiled Greeks should be protected and also the lives, fortune and honor of the Greek women and children remaining in their home should be protected. In this order, severe punishments were sought to those state officials who attacked women and children as well as the exiled men. We learn from the Minister of Health at the time Riza Nur that in practice things didn’t exactly happen this way. Riza Nur4 who later became the chief negotiator at the Lausanne negotiations, wrote in his memoires about conversations he had with Topal Osman: “I told him, Aga clear the Black Sea well. Do not leave a stone in the Greek villages of the Black Sea”. He replied to me: “I will do exactly that, but I will protect and will not destroy their churches and buildings because they might be useful in the future”. I told him: “Demolish the buildings and churches as well and scatter their stones away. You never know what will happen in the future. Nobody should be able to come here in the future and say ‘there was a church here'”. The answer given by Topal Osman was: “I will do it that way, I wasn’t thinking correctly”. Riza Nur also writes that Topal Osman was the new Kioroglu, making reference to the legendary Turkish public hero who revolted against the Sultan centuries ago. When the government in Ankara forced troops from the region of the Black Sea to the western front, it reduced the number of exiles. However after the failure of the Hellenic Army at Sakarya, the exiles resumed on a massive scale in the Black Sea region. During this period, the cleansing operations against the Greek guerillas in the mountains was intensified and the exiles continued to increase. On the order of Nurettin Pasha, women were also deported despite the initial orders not to include them. There had not been any reaction to this by his superiors in Ankara. According to Nurettin Pasha: “Greeks are snakes and their women are their poison. These women support their men who are fascinated with the dream of Pontus both physically, morally and materially”. In addition to this, in the notorious Independence Courts (Istiklal Mahkemeleri) in Amasya, women were also tried, being accused of spying, fomenting crimes and helping criminals to hide. During these operations in the Black Sea, after discussions held in the Parliament at Ankara, the Commander of the Central Army Nurettin Pasha was dismissed on November 8, 1921 on the grounds of his illegal activities and incompetence, while on February 8, 1922 the administration of the Central Army was abolished. The responsibility of the operations against the Greeks of Pontus was then assigned to the 10th Brigade operating under the orders of the Ministry of Interior. Cemil Cahit Bey was appointed as commander of this Brigade. The Turkish armed forces increased its recruiting and also its arms, and ended the Pontus issue in February 1923, an issue that had been running for many years. 7)        Conclusion Despite all this, the beginning of the end for the Black Sea Greeks really began in December of 1920 after the wholesale defeat of the Armenians by the Kemalist Army, who then established relations with the Bolsheviks. The Soviet support flowed to the Kemalists while agreements were then signed between the Soviets and Britain, the Soviets and the Turkish Ankara administration, and Britain with the Minister of Exterior Affairs of the Ankara administration Bekir Sami on March 16, 1921. On this day, Britain effectively declared their neutrality. The Hellenic state left the Greeks of Pontus to their fate. Britain supported Turkey thinking that it would serve as a buffer or as an intermediary with the Soviet Union. The realpolitik at the time was the reason that determined the end of the Pontus movement. After the signing of the Lausanne Treaty the guerilla forces that remained in the Black Sea region escaped from the shores of the Black Sea by boats on their way to Greece or fled to nearby Russia. References 1. R Luxemburg, Ausgeıvahlte Reden und Schriften, Berlin 1951, pages.. 294, 297. 2. See the book authored by Dido Sotiriou “The Blooded Landed”. 3. P.K.Enepekidis, The Genocide of Anatolian Hellenism, 7-14 July 1985, Conference in Thessaloniki. . 4. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (My Life and memoirs),Publisher İşaret, year 1992 , page 164. Biography of the Author Sait Çetinoglu was born in Trabzon. He is an activist on human rights and a member of the Free University An¬kara Independent Initiative. He has not been a member of any political organization since the military takeover of 1980 while he has been pursuing is work as an independent political researcher. His work on human rights issues has been carried out under the Free University, Human Rights Association (IHD) of Turkey, Amnesty International and Ankara Freedom to Throughout Initiative. He has been a member of the Administrative Board of the IHD and among the first members of the Amnesty International in Turkey serving also as a coordinator. He has been editor of the Human Rights Publications and Humanite Journal. He also worked as editor in the publications of the Free University, Belge and Peri publishing houses in Turkey concerning the publications on “minority issues”. He authored the book on “Varlik Vergisi 1942-1944- Ekonomik ve Kültürel Jenocid (Capital Tax 1942-1944- an Economic and Cultural Genocide)” based on his research and published by Belge International Publishing House. He also coauthored with Fikret Bashkaya the research books : “İttihatçılıktan Kemalizme (From Unionists to Kemalists) and Türkiye’de “Azınlıklar” (The “Minorities” in Turkey) both published by Free University. He authored the publications: “The ‘turkification’ of the Capital” and the Secret Agenda of the Union and Progress (İttihat ve Terakki’nin Gizli Ajandası) published in the series “Discussions on the Official History” and also authored lemmas in the Concepts Dictionary and Official Ideology on the topics official ideology/official history, genocide, issues related to Turkish economic history, etc. His worked on “The 20 years Conscription to Work Battalions”- A Terror Act against the Minorities, The Assassination of Justice in 1909 at Cilicia and on various other topics which will be published by Belge International Publishing House in the series Myths of Official History- Sayings and Truth. Presently he is working on the research topic of the Development of Turkish-Muslim wealth after the looting of Greek and Armenian fortunes to be published in a book entitled “The Turkish Bourgoise and the Dark side of the Turkish Economy”. He has published articles on the Committee Union and Progress, Kemalism, The Nature of the Kemalist Regime, Armenian, Greek and Assyrian Genocides, The Turkish Economic History and “Minorites” at various newspapers in Turkey as well as in the journals Yevrobatsi, Collectifvan, Le monde, Nouvelles d’Armenie Magazine, Keghart, Pontos World, Deutsch-Armenische Gesellschaft (DAG), Agos, Marmara, Zartong, Özgür Üniversite, Birikim, Yaba, Atılım, Devrimci Demokrasi, Devrimci Halkın Günlüğü, Newroz, Gündem, Birgün, Evrensel ve Radikal… including newspapers and internet sites.
http://pontosworld.com/index.php?option=com_content&task=view&id=2032&Itemid=1
0 notes