Tumgik
#ABDULLAH B. ZÜBEYR
yalnzardc · 9 months
Text
ABDULLAH B. ZÜBEYR (H. 64-73)
Abdullah b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abdiluzza b. Kusayy el-Esedi, künyesi Ebu Bekir'dir. Ebu Hubeyb oldu ğunu söyleyenler vardır.
Kendisi de babası da sahabiydi. Babası, cennetle müjdelenen on kişiden biridir.
Annesi, Esma bintu Ebi Bekir, babaannesi Peygamber (s.a.)'in halası Safiyye' dir.
Hicretten on ay sonra Medine'de dünyaya geldi.
Hicretten sonra Muhacirlerin ilk doğan çocuğudur.
Peygamber (s.a.)'den rivayet ettiği ve kendisinden nakledilen hadis sayısı otuz üçtür.
Yezid b. Muaviye'ye biat etmeyi reddeden şahıslardan biridir. Yezid ölünce ona hilâfet için biat edildi.
Haccac ona galip geldi, onu öldürüp astı. Bu olay yetmiş üç senesininde oldu.
ABDÜLMELİK B. MERVAN (H. 65-86)
Abdülmelik b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Umeyye b Abdi Şems b. Abdi Menaf b. Kusay b. Kilab, Ebu'l-Velid'dir.
Hicri yirmi altı senesinde doğmuştur.
Yetmiş yedi senesinde Abdülmelik halife olarak insanlarla beraber hac etti.
Onun zamanında fethedilen yerler :
Sinan kalesi, Masisa ve Mağrip'te Evdiye fethedildi. Erdebil ve Berzaa şehri kuruldu. Bulak ve Ahrem kaleleri de fethedildi.
Hicretin 86. Senesinde Şevval ayında vefat etti. Arkasında on yedi çocuk bıraktı.
VELİD B. ABDÜLMELİK (H. 86-96)
Velid b. Abdülmelik, Ebu'l-Abbas'tır.
Velid babasının vasiyeti üzerine seksen altı senesinde hilafe ti aldı.
Onun döneminde büyük fetihler yapılmıştır.
Onun zamanında fethedilen yerler :
Hind, Beykent, Buhara, Sürdaniye, Matmura, Kumaykum ve Fursan gölü savaşla alındı. Cersume ve Tuavana, Minorka ve Miyorka adaları, Nesef, Keş, Şuman, Medain ve Azerbeycan'da bazı kaleleri, Endülüs bölgesinin tümü, Ermail ve Kannezbur, Dibil, Kerb, Behrem, Bace, Beyza, Harezm, Semarkand ve Sağad, Kabil, Fergane, Şaş, Sendere, Mukan ve Bab şehirleri, Tus ve başka şehirler de fethedildi.
Cemadiyelâhire ayının ortalarında halife Velid öldü.
Öldüğünde yaşı elli bir idi.
5 notes · View notes
derdiderun · 3 years
Text
Tumblr media
Hz. Peygamber (s.a.v) ve İstişare
İstişare, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hayatında mühim bir yoldu. Onun en önemli özelliklerinden biri de işlerini danışarak yapması idi. Peygamberliği boyunca istişareye çok büyük ehemmiyet verdi.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem) vahyin indirilmediği durumlarda daima ashabı ile istişare ederdi. Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferi’nde, İfk (iftira) Hadisesi’nde, ezan konusunda olduğu gibi birçok konuda ashabıyla istişarede bulundu. Bu sebepledir ki Ebu Hureyre (radıyallahu anh) “Resulullah’tan daha çok ashabıyla istişare eden bir kimse görmedim.” demiştir.
Ashabı da Resulullah’ın kendi fikriyle hareket ettiğini bildikleri konularda, fikirlerini Allah Resulü’ne açıklar, o da uygun fikir doğrultusunda hareket ederdi. Hatta ashabının ikaz ve uyarılarını dinlerdi.
O, İstişareyi Önemli Görürdü
Elbette ki onu istişareye bu kadar önem vermeye sevkeden bir sebep vardı, o da istişarenin faydaları idi. Bu sebeple her daim ashabı ile istişare eder ve ümmetini de istişareye sevkederek şöyle buyurdu:
“İstişare eden, asla pişman olmaz!” (Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 2/280; 8/96.)
İstişarede bulunan kimseler, milletler, fertler ve toplumlar doğrunun, isabetli icraatın ve başarılı bir geleceğin yolunu bulurlar. Ferdi ve kişisel görüşler yanılabilirse de cemaatin görüşü asla yanılmaz. Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teala, ümmetimi delalet üzere birleştirmez. Allah’ın rahmeti (ve desteği) cemaatin üzerindedir. (Tirmizi, Fiten, 17 (nr. 2167).
O İstişareye Muhtaç mıydı?
Nitekim kendisi ilahi vahye mazhar bir peygamberdi. Herkesten daha zeki, daha akıllı, derin fikirli, salim düşünceli bir zattı. Dahası her an ilahi murakebe halinde idi. Vahiy dışındaki sözleri bile bir vahiy idi ve her söylediği vahye dayanırdı. “Onun kendi hevasından bir şey söylemediği” (Necm 53/3) Kur’an-ı Hakim’in ifadesi ile sabittir. Hatta öfkeli halinde bile ağzından sadece hak söz çıktığı kesin delillerle sabittir. Onun her sözü, dini hükümler için bir dayanak ve bir delildir. Öfke ve sevinç halleri, onun her an Hakk’a bağlı ve ilahi vahyin mahalli olan kalbine tesir edip dilinden akan hikmet pınarlarını bulandıramazdı. Rivayet edildiğine göre Abdullah b. Ömer (radıyallahu anh) şöyle demiştir:
“Ben Resulullah’tan işittiklerimin tamamını yazıyordum. Kureyş’ten bazı kimseler,
“Sen Resulullah öfkeli haldeyken de ondan duyduğunu yazıyor musun?” diyerek beni bundan menettiler. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Resulullah’a arzettim. Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem), parmağıyla ağzına işaret ederek,
‘Sen yazmaya devam et, varlığım kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki haktan başkası şundan çıkmaz.’ Buyurdu. (Ebu Davud, İlim, 3 (nr. 3646)
Buna rağmen o, pek çok konuda arkadaşlarına danışmış ve onların görüşlerine önem vermiştir.
O, İstişare Hususunda da Örnek Şahsiyetti
Allah, onu peygamberlik vazifesiyle müşerref kıldığı halde, örnek olması için arkadaşları ile istişare etmesini emir buyurdu. Şayet ashabı ile istişare etmeyip her işinde vahye dayansaydı, söz konusu “örnek olma” vazifesi yerine gelmemiş olurdu. O, insanlarla istişareye ihtiyacı olmadığı halde, yine de istişareden geri durmazdı. Zira o, örnek şahsiyetti, üsve-i hasene olarak gönderilmişti. İnsanlık istişarenin lüzumu, ehemmiyeti ve nasıl yapılması lazım geldiğini ondan öğrenecekti.
Hasan-ı Basri hazretleri (rah.a), “İş hususunda onlarla istişare et” ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: “Cenab-ı Hak, bu ayetle mahlukatın en kamiline istişareyi emretmiştir. Elbette ki bu emir, Resulullah’ın ashabına olan ihtiyacı sebebiyle değildir. Bu emirle Cenab-ı Hak, bize istişarenin fazilet ve ehemmiyetini öğretmek ve Müslümanların istişareyi hayatlarında tatbik etmelerini sağlamak; kişinin, alim bile olsa insanlarla istişarede bulunması gerektiği öğretmek istemiştir.”
Görüldüğü gibi Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) paygamberlik vasfını taşıma cihetiyle istişareye muhtaç değildir ama ümmetine örnek olmak ve öğretmek cihetiyle istişare yapmakla memur kılınmıştır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) Müşavirleri
Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem), durumuna ve konusuna göre ashabıyla istişarelerde bulunurdu. Bunu istişare edilecek konuya göre yapardı. Dahası kimi veya kimleri ilgilendiriyorsa onlarla istişare eder, onların düşünce ve fikirlerine başvururdu. Nitekim Hz. Enes (radıyallahu anh), “Arkadaşları ile istişarede Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) kadar ileri giden bir başkasını görmedim.” (Tirmizi, Cihad, 34 (nr. 1714). Bununla beraber genellikle ensar ve muhacirlerin temsilcileri durumunda olan büyükleriyle istişare ederdi. 
Ancak Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in (radıyallahu anhüma) yeri çok farklıydı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem), onlara çok önem gösterir, görüşlerine ehemmiyet verirdi. Her hususta mutlaka onlarla istişare ederek şöyle buyurdu:
“Benim nazarımda Ebubekir ile Ömer bir baş için göz ve kulak mesabesindedir. (Münavi, Feyzü’l-Kadir, 1/189.) Hatta Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem), Ebubekir ve Ömer’e (radıyallah anhüm),
“Bir istişarede ikiniz ittifak edip birleştiniz mi ben size asla muhalefet etmem” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/227; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 9/53.) buyururdu. Onlar sıradan insanlar değillerdi. Her daim Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) sağında ve solunda bulunan iki müşavir gibilerdi. Biri, Hz. Resulullah’ın sağ kolu, diğeri de sol kolu gibiydi. Hatta en samimi arkadaşları ve sırdaşlarıydı.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem), genelde ve özelde Hz. Ebubekir’in (radıyallahu anh) görüşlerine çok ehemmiyet verirdi. Bu hususta Hz. Ömer (radıyallahu anh) şöyle demiştir:”Allah Resulü Müslümanlarla alakalı bütün meselelerde Hz. Ebubekir ile istişare ederdi, geceler boyu baş başa kalırlardı, bazen bu istişarelere bende katılırdım. (Hakim, el-Müstedrek, 2/227.)
Hakikaten bu iki müsteşar son derece ileri görüşlü ve liyakat sahibi kimselerdi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), “İkinizle beni takviye eden Allah’a hamdolsun” buyurmuş olması da bunun en bariz delili idi. Bunların dışında; Hz. Osman, Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Üsved b. Hudayr, Sa’d b. Muaz, Sa’d b. Ubade ve Muaz b. Cebel (radıyallahu anhüm) gibi sahabilerle sık sık istişare ederdi. (bk. Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 1/178.)
Ehl-i İstişare - Muhammed Mübarek ElHüseyni
47 notes · View notes
teneres · 4 years
Text
SAHABE (RADIYALLAHU ANHUMA), RASULULLAH (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)'IN İDRARINI/KANINI İÇTİ Mİ?
Bu meselenin yeri her ne kadar burası olmasa da insanların faydalanması ve bilinçlenmesi adına buraya yazıyorum, çünkü bu mesele hakkında birçok yanlış ve abartı bilgi dolaşmaktadır.
Bu mesele hakkında iki uç nokta, yani ifrat ve tefrit söz konusudur. Kendilerini "Kur'ân Müslümanı" olarak tanımlayanlar ve Hadîs ilminden bihaber olmadığı yetmezmiş gibi yeri geldiğinde de Hadîs ilmini ve muhaddisleri eleştiren ve çoğu zaman fitneye sebep olan "câhil hocalar".
Bu fitne, insanların sahabeye bakışını etkilemektedir.
Aslında bu mesele, muhaddislerin nazarıyla incelendiğinde hiçbir problemi bulunmayan bir meseledir; zira bu rivâyetlerin -Abdullah b. Zübeyr(ra)'in rivâyeti hariç- neredeyse tamamı ilmi açısından problemli kabul edilmiştir.
İDRAR RİVÂYETLERİ:
Bu konu ile alakalı iki kadın sahâbîden rivâyet vardır: Ümmü Eymen(ra) ve Bereke Ümmü Yûsuf(ra)
- Ümmü Eymen(ra) Rivâyeti (Hâkim, el-Müstedrek, VII, 118; vd. kaynaklar)
Rasûlullah(sav), ihtiyaç halinde kullanmak için sedirinin altında bir kap bulundururdu.
Tumblr media
Rasûlullah(sav)'ın dadısı olan Ümmü Eymen de bir gece susamış, kendi ifadesiyle "farkında olmaksızın" bu kaptaki idrarı içmiştir. Ertesi sabah Rasûlullah(sav), Ümmü Eymen'e kaptaki idrarı dökmesini söylemiş, o ise onu içtiğini söylemiştir. Bunu duyan Rasûlullah(sav), dişleri gözükecek şekilde gülmüş, sonrasında "Bundan sonra ölene kadar karnın ağrımayacak." demiştir.
Bereke Rivâyeti (Beyhakî, Sünen, VII, 106; vd. kaynaklar)
Yine aynı şekilde sedirin altında bulunan kaptaki idrarı bu sefer Ümmü Habîbe(ra) validemizin, Habeşli kölesi Bereke içmiştir.
Tumblr media
Birinci rivâyet, senedindeki Nübeyh ile Ümmü Eymen(ra) mülaki olmadığı için hem munkatı hem de Ebû Mâlik gibi zayıf/münker olduğu ittifak ile kabul edilen bir ravi olduğu için şiddetli derecede zayıftır. İkinci rivâyette ise, Hükeyme binti Ümeyme gibi tanınmayan bir râvi vardır.
KAN RİVÂYETLERİ:
Rivâyetlere göre beş sahâbî, Rasûlullah(sav)'ın kanını içmiştir ancak bu rivâyetlerin sıhhat açısından en iyi durumda olanı Abdullah b. Zübeyr(ra)'in rivâyetidir. Sefîne, Sâlim el-Haccâm, Kureyşli çocuk ve Mâlik b. Sinân rivâyetleri ise şiddetli ZAYIF/UYDURMADIR.
Diğer rivâyetlere yazı uzamasın diye girmiyorum.
Abdullah b. Zübeyr(ra): (Hâkim, el-Müstedrek, VI, 455; vd. kaynaklar)
Rasûlullah(sav), hacamat olduktan sonra Abdullah'a kanını kimsenin göremeyeceği bir yere dökmesini emretmiş, Abdullah ise -kendi iradesiyle- o kanı içmiştir.
Tumblr media
Rasûlullah(sav) ne yaptığını sormuş, Abdullah da lafı dolandırınca "Onu içtin mi?" diye sorunca evet demiştir. Bunun üzerine "Yazık insanlardan sana olacaklara, yazık senden dolayı insanlara olacaklara." demiştir.
Bu rivâyet de senedindeki Hüneyd'den dolayı problemlidir.
İbn Hacer(ra), el-İsâbe(II, 310) ve Telhîsu'l-Habîr(I,30)'deki ifadelerine göre bu rivâyetin birçok tarîki vardır, bu durum -her ne kadar rivâyetler arasında değişik lafızlar mevcutsa da- bir aslı olduğunu göstermektedir.
Bir diğer mesele de Rasûlullah(sav)'ın kan/idrarının necis mi yoksa tahir mi olduğu meselesidir. Bu konu fukahânın ihtilaf ettiği bir meseledir, kesin bir görüş yoktur. Ancak diğer kanlar ayet, hadîs ve icma ile haramdır.
Sonuç olarak Rasûlullah(sav) hiçbir sahâbîye kendi kanını ya da idrarını içirmemiştir/ içmeye zorlamamıştır. Bu mesele, ne birilerinin yaptığı gibi abartılacak bir "bereketlenme" ameli, ne de başka birilerinin yaptığı gibi muhaddisleri hadîs uydurmakla itham edecek kadar büyük bir meseledir. Zaten gerekli eleştiriyi muhaddisler yapmıştır.
Araştırın ve okuyun ki fitneye sebep olmayın!
Vesselâm.
Twitter Alıntı: Osman Çavuş
11 notes · View notes
caginmumineleri · 4 years
Text
Tumblr media
ZÜBEYR B. AVVÂM
Resûlullah onu çok seviyor ve onu överek şöyle diyordu: "Her peygamberin bir havarisi vardır; benim havarim de Zübeyir b. Avvâm' dır." Bu sevgi ve muhabbet, ne onun Peygamber'in halasının oğlu olduğu ve ne de Ebu Bekir'in kızı Esma'nın kocası olduğu için değil; çok vefakâr, saygın, cesur, cömert, malını ve canını Allah yolunda feda etmiş biri olmasındandı.
"Yermük" savaşında Zübeyir tek başına bir orduydu. Dağları andıran Rum ordusu karşısında Müslümanların geriye çekildiğini görünce "Allahu Ekber!.." diye bağırdı. Kılıcıyla vuruşarak, yürüyen dağları tek başına yarıp geçti. Sonra alev alev parlayan kılıcıyla düşüp kalkmadan dehşet veren o safların arasından tekrar geriye döndü. Allah ondan razı olsun.
Şöyle diyordu:
"Talha Bin Ubeydullah, Muhammed(sav)'den sonra peygamber olmadığını bildiği halde çocuklarını peygamber isimleriyle adlandırıyordu. Ben de şehit olmaları ümidiyle, çocuklarıma şehit isimleri ile adlandırıyordum.". Şehit sahâbî Abdullah b. Cahş'ın adına teberrüken çocuğuna Abdullah b. Zübeyr adını verdi. Şehit sahâbî Münzir b. Amr adına, çocuğuna Münzir adını verdi. Şehitlerin efendisi Hamza b. Abdülmuttalib adına çocuğuna Hamza adını verdi. O, ecellerinin geldiği gün şehid olmaları temennisiyle çocuklarına şehitlerin adlarını verdi.
Allah bizleri de çocuklarını Bu ince düşünce ile büyütüp yetiştirenlerden eylesin.
18 notes · View notes
kerbelafaciasi · 2 years
Text
MUVİYE B. EBU SÜFYAN’IN VEFATI
YEZİD B. MUAVİYE’NİN HALİFE SEÇİLMESİ
Muaviye b. Ebü Süfyan hicretin altmışıncı yılı Recep ayı ortalarında Şam’da vefa etti.
Ölüm döşeğine düşünce oğlu Yezid’i yanına çağırıp:
“-Gördüğün gibi ölüm meleği beni avucunun içine almış, canımı kabzetmek üzeredir. Benden sonra yerime sen halife olacaksın. Bunun gerçekleşmesi için gereken her şeyi sağlığımda senin için yaptım. Ölümümden sonra sen Şamlılara tutun. Onlar sana tereddüt etmeden biat edecek, ardında duracaklardır” dedi.
Muaviye’nin; oğlu Yezid’in kendisinden sonra halife olması isteği çok güçlü idi. Bunun için her şeyi yapmaya hazırdı.
Muaviye Resullah’ın sünnetine uygun şekilde istişare ile halife seçimi yoluna gidilse oğlu aday olsa bile seçilme şansının olmadığını çok iyi biliyordu.
Hz Hüseyin b. Ali’nin halife seçileceği kesindi.
Muaviye ölümünden hemen sonra oğlu Yezid b. Muaviye’yi halife ilan ettirip Şamlıların biat etmelerini sağlayacak, hilafet işini oldubittiye getirecek düzeni çoktan kurmuş, tedbirleri almıştı.
Muaviye bunu yaparak Hz Muhammed’in yapmadığını yapmış; sünnetini çiğnemiş, İslam’ın temellerinden olan istişare geleneğini yok saymış, hilafeti bir saltanat haline getirmiş, büyük bir fitnenin kapısını aralamış, nice yüzyıllar sürecek, İslam dünyasını yakıp kavuran ateşi tutuşturmuş, yaptığı hayırların, güzel işlerin sevabını bir çırpıda yok edip günahlarla değişmiştir. Sonuçta hem kendisinin hem de oğlunun mahşere kadar lanetle anılmasına neden olmuş bir bedbaht durumuna düşmüştür.
***
Muaviye son demlerini yaşarken oğluna:
“-Hüseyin b.Ali’yi iyi kolla. Çünkü o insanların insanlara en sevgilisidir. Hakkı en çok gözetilecek, ardında en çok durulacak kişidir.
Iraklılar Hüseyin b.Ali’yi rahat bırakmayacaklar, senin aleyhine tahrik edip duracaklardır.
Fakat onlar aynı zamanda altını çok seven kaypak insanlardır. Hüseyin onlara güvenip kalkışırsa çok kötü şekilde aldanmış demektir.
Gerekirse sen onların kaypak kişiliklerinden istifade et. Bol altın dağıtarak onları kendi tarafına çek.
Eğer o üzerine yürür de galebe çalarsan sen onu affet. Çünkü O hakkında hüsn-ü zan edilmesini, akrabalık haklarının gözetilmesini hak eden büyük bir Zattır.
Hüseyin elleri bağlı yanına getirildiğinde ona yumuşak davran.
Ondan muhalefet gelirse şüphesiz ki babasını öldüren, ağabeysini durduran Allah senin için onlara kâfi gelecektir” dedi.
Şamlılar İslam geleneğini, peygamber efendimizin sünnetini hiçe sayarak tereddüt etmeden Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat ettiler. Hilafeti babadan oğla geçen bir saltanat haline getirdiler.
Yezid b. Muaviye babasının kendisi için planlayıp kurduğu sağlam bir düzenle desteklenmiş halde halife oldu.
Halife olduğunda 34 yaşında idi.
Yezid halife olduğunda:
Velid b. Utbe b.Ebu Süfyan Medine
Yahya b.Hakim b. Safvan Mekke
Numan b.Beşir el Ensari Kufe
Ubeydullah b. Ziyad Basra valileri olarak bulunmakta idiler.
***
Yezid’in tek endişesi Müslümanlar üzerinde çok güçlü etkilerinin olduğunu bildiği; bu nedenle rakip olarak gördüğü Hz Hüseyin Abdullah b. Zübeyr Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebu Bekir idi.
Onların biat etmesi Müslümanlar üzerinde kesin bir otorite kurabildiğine kanıt olacaktı.
Yezid b. Ebu Süfyan ilk iş olarak Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebü Süfyan’a şu mektubu yazdı:
“Yazım sana geldiği zaman yanına adamlar olduğu halde Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zübeyr’i yanına çağır.
Onlardan adıma biatlarını iste ve al..
Biat etmekten kaçınırlarsa onları zorla.
Yine de biat etmezlerse boyunlarını vur, başlarını bana gönder.
Halkında biatlarını al.
Biattan kaçınanlar olursa Hüseyin b.Ali ve Abdullah b. Zübeyr üzerine uyguladığın hükmümü onlara da uygula.
Emrimi yerine getirirken tereddüde düşme;
gevşeklik ve yumuşaklık gösterme.
Vessalam..”
Yezid’in emirnamesi ivedilikle gelince vali Velid’e bir telaş aldı, içine korku sardı. Ne yapacağını bilemedi.
Araları bozuk olmasına rağmen amcasının oğlu Mervan b. Hakem’i çağırarak mektubu ona gösterip:
“-Sen karanlıkların ardındaki ışığı görebilen akıllı ve uzak görüşlü bir adamsın. Şu mektup ve onunla gelen emir bana çok ağır geldi. Sen şu mektubu oku, sonra ne yapmam gerektiğini bana haber ver” dedi.
Mervan mektubu okudu.
Bir müddet düşündükten sonra:
“-Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebu Bekir hilafet konusunda pek istekli olmazlar. Hüseyin b.Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkında ise aynı şey söylenemez.
Sen onları yanına çağır ve Yezid için biatlarını iste ve al. Biat etmezlerse boyunlarını vur. Ama bu işi sakın öteleyip geciktirme. Bu işi halk Muaviye’nin ölümünü duymadan önce yap.
Eğer gecikirsen onlardan birisi bir kenara çekilir ve muhalefete başlar, halk yanlarında üşüşür, söndürmesi zor bir yangına dönüşür. Yangın çıkmadan bir an önce kıvılcımı söndüresin” dedi.
Vali Velid de denileni yaptı. Yakın adamlarından Abdullah b.Amr b. Osman’ı haberci olarak gönderdi.
***
O sırada Hz Hüseyin yanında Abdullah b. Zübeyr olduğu halde Mescid-i Nebevide oturuyordu.
Haberci Abdullah b.Amr yanlarına varıp:
“-Vali sizleri bekliyor, tez yanına varasınız diye beni haberci gönderdi. Bana bunu emretti” dedi.
Onlarda:
“-Sen şimdi git. Bize müsaade et, azıcık süre ver. Ardından izin sıra gelir, valiyi bekletmeyiz” dediler.
Haberciyi savdıktan sonra Abdullah b.Zübeyr Hz Hüseyin’e:
“-Bu saatte adam gönderilip çağırtılmamızın sebebi ne olabilir?” Diye sordu.
Hz Hüseyin (ra) bir müddet düşündükten sonra:
“-Sanırım Muaviye vefat etmiş, vefat etmeden önce de hilafeti oğlu Yezid’e bırakmış.
Velid Muaviye’nin yakın adamı ve sırdaşıdır.
Yezid Velid’e kendisi için bizden biat almasını emretmiş. Bizi bunun için çağırıyor olmalı” dedi.
Abdullah b Zübeyr:
“-İsabetli görüş işte budur. Bende dediğin iş için bizi çağırttığını düşünüyorum. Bundan başka bir maksat için çağrıldığımızı sanmıyorum” dedi.
Hz Hüseyin Abdullah b. Zübeyr’in yüzüne bakarak:
“-Vallahi bu dedem Resulallah aleyhiselamın sünnetini yok saymadır. İstişare nerede kaldı?” Diye sordu.
Düşünceli bir halde mescitten ayrılıp evlerine döndüler.
***
Gelmeleri gecikince Velid tekrar bir haberci gönderdi. Gelmeleri için ısrar etti.
Abdullah b. Zübeyr gelen davetçiye:
“-Vali acele etmesin. Müsait olduğumda geleceğim” diye haber gönderdi.
Zaman geçip yine gitmeyince vali kızdı. Azatlı kölelerinden bir kaçını Abdullah b. Zübeyr’e gönderdi.
Gönderilenler Abdullah b.Zübeyr’e:
“-Ey Kahiliye’nin oğlu! Vali sana gelmeni emretti. Sen bu emri hemen uy ve hemen gel. Gelmez isen biz seni öldürürüz” deyip hem hakaret, hem de tehdit ettiler.
Abdullah b. Zübeyr kardeşi Cafer b. Abdullah’a gizlice haber göndermiş, o da yanına gelmişti.
Cafer b.Abdullah gelen adamlara:
“-Beni sahibinize götürün. Ben bu işi onunla hallederim” dedi.
Adamlar onu valinin yanına götürdüler.
Cafer b.Abdullah valiye:
“-Allah seni iyilikle mükâfatlandırsın.
Kardeşim Abdullah b. Zübeyr’in üzerine fazla düşme. İki de bir adamlar göndermen onu korkutmuştur. İnşallah yarın sabah erkenden yanına gelecektir” dedi.
Valide adamlar göndermekten vazgeçti
O gece sessizce derlenip toparlandılar. Cumartesi gecesi Medine’den ayrılıp Furu’ yolundan Mekke’ye doğru yola çıktılar.
Sabah olup gelmeyince Vali Velid Abdullah b. Zübeyr’i arattı fakat bulamadı. Mekke’ye gittiğini fark edince ardından atlılar gönderdi ise de ele geçiremedi.
***
Hz Hüseyin ise serinkanlı, bir iş yapmadan önce iyiece düşünen, acele etmeyen bir kişi idi.
Gerçeğin ne olduğunu öğrenmeden harekete geçmeyi uygun görmedi. Valinin yanına gitmeye, gerçeğin ne olduğunu öğrenmeye karar verdi.
Yalnız gitmesine ev halkı razı olmayınca yanında azatlı kölelerinden ve oğullarından bazıları olduğu halde vali konağına geldi.
Valinin huzuruna girmeden önce yanında bulunanlara:
“-Sizler sesimi duyabileceğiz bir yerde bulununuz. Sesimi işitir işitmez içeri dalmakta gecikmeyin” diye emrettikten sonra valinin yanına girdi.
Mervan, Vali Velid’in yanında otuyordu.
Hz. Hüseyin valinin diğer yanına oturdu.
Hz Hüseyin vali Velid ile Mervan’ın aralarını bozuk olduğunu bildiğinden ikisini yan yana oturur görünce:
“-Şüphesiz ki akraba ile ilgilenmek, görüşüp konuşmak ilgisiz kalmaktan hayırlıdır.
Barışık olmak da düşman olmaktan hayırlıdır.
Allah aranızı düzeltmiş olmalı ki ikinizi bir arada oturur görüyorum” dedi.
Vali Yezid’in mektubunu Hz Hüseyin’e okuduktan sonra:
“-Ya Hüseyin! Sen Yezid’e biat et” dedi.
Hz Hüseyin doğrularak:
“-İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn. Allah Muaviye’ye rahmet etsin. Sizlere de ecirler ihsan buyursun.
Biat meselesine gelince..
Ey vali! Benim gibi bir adam gizli olarak biat etmez. Bu zaten uygun olmaz.
Şurada, ikinizin yanında biat etsem bile halkın önünde gerçekleşmedikçe etkisi olmaz. Buna kimse inanmaz. Bu biate sende razı olmazsın.
Sen halkı biate çağırdığında beni de çağır. Gelir biat ederim. Uygun olan budur” dedi.
Velid, şiddetten hoşlanmayan, sulh ve iyiliğe taraftar bir kişi idi.
Bu nedenle:
“-Peki! Dediğin gibi olsun. Sen şimdi evine dön. Halk biat için toplandığın gelip biat edersin” dedi.
Mervan Velid’e dürterek kendi tarafına dönmesini sağladıktan sonra:
“-Şu kişi Resulallahın torunu, halk içinde muteber, sözü dinlenen kişilerin önde gelenlerinden biridir. Biat etmeden yanından ayrılırsa onu bir daha biate hazır hale getirmeye kadir olamazsın. Kaçırırsan bir daha ele geçirmeye de muktedir olamazsın.
Korkarım onunla senin aranda kılıçlar çekilir, çarpışmalar olur.
Sen sözümü dinle de onu bırakma. Uygun bir yerde hapset. Biat eder ya da etmez. Biat ederse ne ala. Biat etmez ise boynunu vurmaktan çekinme” diye fısıldadı.
Fısıldamıştı ama söylediklerini Hz Hüseyin duymuştu.
Hiddetle yerinden fırlayarak:
“-Ey Mervan! Morsuratlı adamın oğlu. Vallahi yalan söyleyip alçaklaştın. Benim boynuma vurmaya ne sen kadir olabilirsin ne de o” diye bağırdıktan sonra çıkıp gitti.
Velid ve Mervan ardından bakakaldılar.
Mervan Velid’e çıkışarak:
“-Sen benim sözümü dinlemedin de onu bıraktın. Vallahi sen böyle bir fırsatı hiç bir zaman bir daha ele geçiremezsin” dedi.
Velid:
“-Ey Mervan! Yazıklar olsun sana. Sen Resulallah’ın gözünün nuru kızı Fatıma’nın oğlu Hüseyin’in boynunu vurmamı, onu öldürmeme mi tavsiye ediyorsun? Bu ne kötü bir tavsiye” diye bağırarak devam etti.
“-Ey Mervan! Yazıklar olsun. Sen benim dinimi yıkacak, ahretimi karartacak bir şeyi teşebbüs etmeme mi istiyorsun?
Vallahi Hüseyin’i öldürünce; güneşin doğup battığı her yeri, tüm dünyanın malını, mülküne sahip olacağımı bilsem bile yinede onu kıymam, onu öldürmem.
Süphanallah!
Biat etmedi diye Hüseyin’in boynuna mı vuracağım?
Vallahi ben bunu yapmam.
Bunu yapmamanın getireceği sorumluluk ve yük; kıyamet gününde, Cenab-ı Allah’ın (cc) katında Hüseyin’i öldürmenin hesap yükünden çok daha hafiftir. Hem onu kanı masumdur, korunmuştur” dedi.
***
Hz Hüseyin evine döndüğünde hem hiddetli, hem de düşünceli idi. Mervan’ın sözleri açık bir tehditti. Durumu ailesine anlattı.
Hz Hüseyin’in baba bir kardeşi Muhammed Hanefiyye:
“-Ey kardeşim! Mervan; Velid’ten daha etkili, sözü geçen bir kişidir. Yezid’in bir numaralı adamıdır. Şüphesiz ki seni Yezid’e biat ettirmek için üzerine düşecek, elinden gelen her şeyi yapacaktır.
Sen herkesin seni görüp, yanına gelebileceği bir yerde dur. Halka elçiler sal. Eğer halk yanına gelip biat ederlerse Allah’a şükret.
Halk bir başkasının yanında toplanıp biat ederler ise bu senin ne şerefini, nede faziletini eksiltmez.
Ben senin adına şundan korkarım.
Sen şehirlerden bir şehre varırsın. Halk hakkında anlaşmazlığa düşerde ilk mızrak sana dokunur.
Senin gibi her yönüyle faziletli, insanların en hayırlısının kanı dökülür, ev halkında perişan olur” dedi.
Hz Hüseyin:
“-Ey kardeşim! Senin gözünde benim için en hayırlı yer neresidir?” Diye sordu.
Muhammed Hanefiyye:
“-Kardeşim! S-Sen Mekke’ye git. Orada rahat edemezsen Yemen’e git. Yine rahat edemez isen dağ başlarına çık. Fakat burada durma. İşlerin nereye varacağını oralarda bekle” dedi.
Hz Hüseyin hicri 60ncı yılı recep ayının bitmesine iki gün kala bir Pazar akşamı gece karanlığı çöküp ortalık sakinleşince ailesi ve yakınları yanında olduğu halde gizlice Medine’den ayrıldı. Mekke’ye doğru yola çıktı. O menhus planın birinci adımı atılmış oldu.
Ne Hz Hüseyin, ne de ailesi bir tuzağa doğru çekildiklerinin farkına varamadılar. Yapılan tehditler boşuna değildi.
Hz Hüseyin’in baba bir kardeşi Muhammed Hanefiyye Medine’de kaldı.
Görevi, Medine’de olan biten önemli olayları tez elden Hz Hüseyin’e bildirmekti.
***
Hz Hüseyin yolu yarılayıp birazda geçmişken Mekke’den Medine’ye gitmekte olan Abdullah b. Muti’ye rastladı.
Abdullah b.Muti Hz Hüseyin'e:
“-Ey Resulallahın oğlu! Nereye gitmektesin?” Diye sordu.
Hz Hüseyin:
“-Niyetim Mekke’ye gitmektir” buyurdu.
Abdullah b. Muti:
“-Allah varmayı umduğun menzil hakkında hayırlı eylesin. Ben sana senin için hayırlı olduğunu sandığım bir başka görüşü işaret ile tavsiye etsem olmaz mı?” Dedi.
Hz.Hüseyin:
“-O görüş nedir?” Diye sordu.
Abdullah b.Muti:
-Ey Resulallahın oğlu! Vardığında Mekke de otur. Oradan bir başka yere özellikle Kufe’ye gideyim deme. Kufe’den gelenleri de evine sokma.
Orası sizler için uğursuz bir memlekettir.
Baban orada öldürüldü.
Ağabeyin Hasan orada aldatılıp yaralandı.
Sen Mekke hareminden sakın ayrılma.
Hicaz halkı seni başkaları ile denk tutmaz.
Onların nezdinde değerinde olursun.
Yanında olmak isteyenleri oradan çağır. Orada toplansınlar” dedi.
Hz Hüseyin:
“-Allah dilediğini takdir ve hükmeder. Allah neyi emrederse o olur” buyurdu.
***
Hz Hüseyin Mekke’ye varınca Abdullah b. Zübeyr’in etrafında toplanan halk ona döndü.
Abdullah b.Zübeyr’i bırakıp etrafında toplandılar.
Toplananların içinde Yezid’in casusları da vardı.
Yezid b. Muaviye Hz. Hüseyin ile birlikte Abdullah b. Zübeyr’in Mekke’ye gittiğini, halkın etraflarında toplandığını öğrenince cin fikirli danışmanlarını topladı, ne yapması gerektiğini sordu.
Onlarda:
“-Ey emir! Biat etmeden Mekke’ye gitmeleri senin adına hayırlı bir iş değil gibidir. Fakat onlar halk nezdinde muteber kişilerdir. Onlara karşı hareketlerinde çok dikkatli ve sabırlı ol. Fakat boş bırakma. Hareketlerini takip ettir, duruma göre hareket et. Belki onun Mekke’ye gitmesi senin için daha hayırlıdır” dediler.
Yezid tavsiyelere uydu. Casuslar göndermeye karar verdi.
Hz. Osman’ın yanından görünüp gerçekte Muaviye’nin casusu gibi çalışan Mervan b. Hakem’e bir mektup yazdı. Mektubunda şunları emrediyordu.
“-Sen hemen, oyalanmadan, milletin inanacağı geçerli bir bahane bularak Mekke’ye git.
Hem İbni Ali’yi, hemde İbni Zübeyr’i görebileceğin, duyabileceğin bir yere yerleş. Yardımcı olarak güvenebileceğin kişiler bul, gerektiğinde altınla satın al.
Gözlerinden birisi Hüseyin b. Ali’nin diğeri Abdullah b. Zü- beyr’in üzerinde olsun. Meclislerine gir, hareketlerini takip et ve bana bildir.”
Yezid, Mekke valisi Amr b.Said’e de aynı konuda mektuplar yazıp, emirler verdi.
Gerek Hz Hüseyin b.Ali’nin gerekse Abdullah b. Zübeyr’in her hareketi dikkatle takip ediliyor, geleni gideni; mektupları, konuşmaları.. .. Ayrıntıları ile Yezid’e bildiriliyordu.
***
Muaviye’nin vefatından önce oğlu Yezid’i halife ilan etmesi Hz Muhammed’in (as) sünnetine ve halifelik konusuna uygulana gelen teamüllere aykırı idi. Bu, tam anlamıyla bir Emevi saltanatının ilanı anlamına geliyordu. Bu nedenle pek çok kişi kabul etmedi.
Kufedeki Hz Ali tartarları da aynı fikirde idiler.
Muviye b. Ebi Süfyan’ın vefat ettiğini yerine oğlu Yezid’in geçtiğini, Hz Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini haber alınca Süleyman b. Su- rad’ın evrinde toplandılar
Süleyman b. Surad peygamberimizin ashabındandı. Müslüman olunca Yesar olan ismini peygamberimiz Süleyman ile değiştirmişti. Kendisi Hz Ali’nin de yanına bulundu. Samimi bir ehl-i beyt taraftarı idi.
Ani kararlar vermeyen, karar vereceği konular üzerinde enine boyuna çokça düşünüp, ondan sonra karar veren temkinli bir adamdı.
Süleyman b. Surad toplantıda:
“-Muaviye ölmüştür. Hilafeti oğlu Yezid’e bırakmıştır. Bu yaptığı iş hem haksız, hem sünnete hem de süre gelen geleneklere aykırıdır.
Halifeliğe Yezid b. Muaviye’den çok Hüseyin b.Ali layıktır. Bu onun babadan, dededen gelen hakkıdır. Halk da Hüseyin b.Ali’ye biat edecek, Yezid’in hilafetini tanımayacaktır.
Bizler ise onun taraftarlarıyız.
Ben derim ki Hüseyin b.Ali’ye biatte diğer insanları geçelim. Ona en yakın, destek veren ilk kişilerden olalım.
Fakat bu kolay değildir. Nice kılıçlar üzerlerimize çevrilecektir.
Koruyup kollamakta, destek olmakta sabit iseniz ona mektuplar yazıp yanınıza davet ediniz.
Şayet korkacak, korkaklık edecek; yarı yolda, çaresiz ve korumasız bırakacak iseniz bu işi yapmayınız. Çünkü bu tür ihanetin vebali çok büyük olur” dedi.
Toplantı da bulunanlar:
“-Hayır! Onu aldatmayacağız. Düşmanları ile çarpışacağız. Gerektiğinde onun için canımızı verip, şehit olacağız” dediler.
Süleyman b. Surad:
“-Öyleyse yazınız” dedi.
Hz Hüseyin’e şu mektubu yazdılar.
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile.
Kufe halkı içindeki taraftarlarından. Hüseyin b.Ali’ye!
Allah’ın selamı üzerine olsun.
O Allah ki ondan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun kulu resulüdür.
Allah’a hamdolsun ki düşmanını öldürmüştür.
Bizim imamımız da, önderimiz yoktur. Bir an önce yanımıza gel. Bize imam ve önder ol.
Umulur ki Allah bize senin yanında, gölgen etrafında hak üzere toplar da; selamete, iyiliğe, güzelliğe erdirir.
Biz Muavyen’in oğlu Yezid’in halifeliğini kabul etmiyoruz. Onu halife olarak tanımıyoruz. Bu nedenle adına hutbe okunan Cuma namazlarına dahi gitmiyoruz.
Yanımıza geleceğin haberini aldığımızda karşılamaya çıkar, Sana kavuşuruz inşallah.”
Yazdıkları mektubu iki kişilik bir heyetle Mekke’ye Hz Hüseyin’e gönderdiler.
***
Mektubu götürenler Hz Hüseyin’in yanına varıp mektubu kendisine verdiler.
Hz Hüseyin mektubu okuduktan sonra:
“-Bu mektubun yazıldığı mecliste kimler vardı?” Diye sordu.
Elçiler:
“- O mecliste Kufe’nin ileri gelenleri, sözü dinlenen kişileri vardı” dediler.
Hz Hüseyin:
“-Bana onlardan bahsedin? Bu meclis nerede kimin evinde toplandı? Kimler vardı?” Diye sordu.
Elçiler:
“-Biz Süleyman b. Surad’ın evinde toplandık ki o hem babanın, hem ağabeyinin, hem de senin en yakın dostundur. O Sıffin’de baban ile kılıç sallayanların başında idi.
Süleyman b.Surad’ın yanına kavmimizin ulularından ve sözü dinlenen kişilerinden Şebes b. Rib’i, Haccar b. Ebcer, Yezid b. Haris, Yezid b.Rüveym, Azre b.Kays, Amr b.Haccac, Muhammed b. Umeyrü’t-Temimi de bulunmakta idi” dediler.
Hz Hüseyin elçilerin zikrettikleri kişileri tanıyordu. Onlara güveni tamdı.
Hz Hüseyin’e Kufe’ye gitme kararını verdiren en güçlü etken, bu güven duygusu olmalıdır.
***
Bu mektuba başka mektuplarda takip etti.
Mektuplarında genelde Kufe’ye gelmeye davet ediyorlar, gel- diği takdirde kendisine biat ile halifeleri, imamları, önderleri kabul edeceklerini, emrini dinleyip, itaat edeceklerini, Küfe valisini kovacaklarını, bu konuda istediği her güvenceyi vereceklerini yazıyorlardı.
Mektuplar bir ara kesilir gibi oldu. Daha sonra artarak devam etti.
Gelen mektuplarda şunları yazıyorlardı.
“Ey Hüseyin!
Biz kendimizi sana kesin bir biatla bağladık. Senin yanında, senin için ölmeyi göze aldık.
Biz Yezid’i de hilafetini de, saltanatını da tanımıyoruz. Bu nedenle onun adına hutbe okunan namazlara katılmıyoruz.
Hemen yanımıza gel. Halk seni bekliyor. Onların senden başka imamları yoktur.
Acele et.
Geleceğini haber alacak olursak karşılamaya çıkarız.
Gelirsen yanında senin için ölmeye öldürmeye hazır yüz bin kişi olacaktır. Vesselam”
***
Hz. Hüseyin’e mektup yazanların içinde Küfenin reislerinden, ileri gelenlerinden daha önce isimleri zikredilmeyen pek çok insanda vardı.
Onlarda mektuplarında:
“Ey Ali'nin oğlu, Resulallahın torunu!
Her taraf yeşerdi, meyveler yetişti. Kuyuların suyu çoğaldı. Bet ve bereketimiz arttı. Senin için askerler ve yardımcılar hazırlandı. İstediğin zaman yanımıza gel” diye yazıyorlardı.
***
Hz Hüseyin ve Abdullah b Zübeyr’i casusları vasıtasıyla dikkatle takip eden Yezid’in bu yazışmalardan ve davetten haberi oldu.
Muaviye çok zeki, ileri görüşlü, o nispette kurnaz bir adamdı. Kendisi gibi cin fikirli kişileri etrafında toplamıştı. Bu kişiler aynı zamanda Yezid’in danışmanları durumunda idiler.
Hz Hüseyin’e Kufe’ye davet edip “halifemiz ol” diyen mektupların geldiği haberi Yezid’e ulaşınca bunlardan birisi yüzünde şeytanca bir gülümseme olduğu halde:
“-Ya emir! Bu tür haberler seni sıkıntıya sokmasın. Bu senin için hayırlara vesile olabilir” dedi.
Yezid danışmanın yüzüne bakarak;
“-Söyle” diye emretti.,
“-Ey emir! Bu mektuplar gelip durduğu, vaatler tekrar edildiği halde Hüseyin bütün bunlara iltifat etmez, yüzünü başka yöne çevirirse mesele yok. O zaman onu rahat bırak. Ona altına, gümüşe boğ. Bir dediğini iki etme. Ömrü bitinceye kadar rahatlık ve huzur içinde yaşasın.
Fakat Hüseyin gibi bir adam böyle yapmaz. Aslanın yavrusu da aslan olur.
Muhakkak bu mektuplara cevap verecek, davetlere icabet etmeye, Kufeye gitmeye kalkacaktır” deyip devam etti.
“-Ey emir! Hüseyin Mekke’de ininde korunan bir aslan gibidir. Pek çok koruyucusu, taraftarı, destekçisi vardır. Ona ilişmene izin ver- mezler. Sen aslanı ininden çıkarmaya bak.
Belki bu mektuplar sayesinde aslanı ininden çıkarır, avlanmasına uygun yerlere sürer götürürsün” dedi.
Yezid danışmanının yüzüne hayretle bakarak:
“-Yani.. Bu mektupların aslanı ininden çıkaracağına mı söylersin?” Diye sordu.
Danışman:
“-Ey emir! Bu mektuplar ne kadar çok ve davetkâr olursa o kadar çekici olur. Hiç bir insan böylesine davetlerin çekiciliğinden, vaatlerin güzelliğinden kendini kurtaramaz” dedi.
Yezid:
“-Bana ne yapmam gerektiğini söyle” diye emretti.
Danışman:
“-Kufedeki valine emret. Bu tür mektupların yazılmasına da, gönderilmesine de engellemesin. Tam tersine gizlice teşvik etsin. Bu işi çok gizli yapsın. Ayrıca….”
Danışman yüzünde bir tilki gülümsemesi bir parça daha belirginleşerek devam etti:
“-Ey emir! Sen bana izin ver de aslanı ininden çıkarıp kucağına düşüreyim” dedi.
Yezid de ona izin verdi.
***
Hz. Hüseyin’e Küfeden heybeler dolusu mektuplar gelmeye başladı.
Mektuplar farklı kişilerden gelmiş gibiydi ama küçük farklılıklar dışında metinleri aynı idi.
Her mektup Hz Hüseyin’i övüp yüceltiyor, gururunu okşuyor, hilafetin Yezid’den önce kendisinin hakkı olduğunu, büyük bir haksızlık yapıldığını vurguluyor, kendisini ve ailesini Kufe’ye davet ediyor, gelirse mallarıyla canlarıyla yanında olacakları vaadiyle son buluyordu.
Amaç Hz. Hüseyin’in ailesini yakınlarını ve kendisi ile beraber gelecek taraftarlarını Mekke’den çıkarmak; ıssız, tenha, insanların öldürüleceği, imdat edilemeyeceği yerlere çekmek, sadece Hz. Hüseyin’i değil, tüm ailesini yok etmek, kökünü kurutmak, Yezid için büyük sorun olan bu meseleyi kökünden çözüp halletmekti.
***
Gelen davet mektupları güne, güne çoğaldı. Üslupları tatlılaştı, vaatleri arttı.
Hz. Hüseyin, amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i çağırarak:
“-Ey amcamın oğlu! Kufeden bana canlarıyla mallarıyla yanımdan olacaklarını, benim için analarını, babalarını, çocuklarını dahi feda edeceklerini vaat ile beni ve ailemi Kufeye davet eden mektuplar alıyorum.
Ben seni Küfeye göndereceğim. Giderken şu mektubumu onlara götür.
Küfelilerin görüşlerinin hangi noktada toplandığına bak. İşin gerçekliğini araştırıp haber ver.
Onlar gönderdikleri mektuplarında yazdıkları durumda ise bana ivedi yaz ki yanınıza gelmekte acele edeyim” deyip onu Küfeye gönderdi.
Hz Hüseyin gelen mektuplara cevap olarak yazdığı, amcasının oğlu Müslim b. Akil ile gönderdiği mektubunda besmeleden sonra şunları yazıyordu:
“Bu mektup Hüseyin b.Ali’den, Küfeden mektup gönderen dost, taraftar ve bağlı olanlardan kimlere erişmiş ise onlar adınadır.
Selamün aleyküm.
Bundan sonra derim ki gönderdiğiniz mektuplar bana geldi. Yazdıklarınızdan yanınıza geldiğim zaman sevineceğinizi, bana sevgi ve saygı göstereceğinizi anladım.
Amcamın oğlu kardeşim ve ailem halkından güvenebileceğim Müslim b. Akil’i sizlere gönderiyorum. Sizin hal ve gidişinizi, iş ve görüşünüzü araştırıp sonucu bildirmesini ona emrettim.
O benim için işinizin mahiyetini öğrenecek cemaatiniz ve niyetiniz hakkında kendisine malum olacakları bana yazacaktır.
Eğer iş bana gelen mektuplarda yazdığınız, elçilerinizin söyledikleri gibi ise yanınıza gelmekte acele edeceğim.
And olsun ki Kitabullah’ı ve sünneti yeterince bilmeyen, adalet terazisini düzgün tutmayan, hak ve gerçek dine göre hareket etmeyen, nefsini Allah’a bağlamayan kişiler gerçek anlamda imam ve önder olamaz. Vesselam.”
***
Hz Hüseyin mektup hazır olunca Amcasının oğlu ve en güvendiği kişilerden olan Müslim b.Akil’i yanına çağırıp:
“-Ey amcamın oğlu! Sen benim gören gözüm, tutan elim gibisin. Seni Kufe’ye göndereceğim.
Varınca görüşlerinin hangi noktada toplandığına bak. Eğer onlar gönderdikleri mektuplarda yazdıkları durumda iseler bana acele yaz ki yanına gelmekte acele edeyim.
Şayet durum başka olursa yanıma dönmekte sen acele et. Bunları yaparken Allah’tan kork ve işini gizli tut” buyurdu.
Hz Hüseyin Müslim b.Akil’i yanında güvendiği üç adam olduğu halde Kufe’ye gönderdi.
Müslim b.Akil Medine’deki ailesi ile ilgili işleri hallettikten sonra Kays kabilesinden iki kılavuz kiralayarak yola koyuldu.
Geceleri yürüyüp gündüzleri dinlenerek yol aldılar.
Fakat aksilikler üst üste geliyordu.
Bir gece giderlerken kılavuzlar yollarını şaşırdı. Kendilerini ıssız, susuz çöllerden bir çölde buldular. Son derece susadılar.
Kılavuzlar öleceklerini anlayınca Müslim b.Akil’e yönlerden bir yönü göstererek:
“-Sen ve arkadaşlarının şu yöne gitmenizi tavsiye ederiz. Gösterdiğimiz yönde giderseniz belki su bulursunuz” dediler.
Müslim ve arkadaşları kılavuzları can çekişir halde bırakarak tavsiye edilen yönde ilerlediler. Meşakkatli ve zorlu bir yolculuktan sonra suya kavuştular.
Müslim b. Akil suya kavuştukları yerde bir müddet oturdu. Hz Hüseyin’e başlarına geçenleri anlatan bir mektup yazdı.
Mektubunda başlarına gelen aksilikleri, çektikleri sıkıntıları, yollarını kaybedişlerini, kılavuzların başlarına geleni, suyu nasıl bulduklarını anlattıktan sonra:
“-Ben anladım ki üzerinde olduğumuz bu yol, gitmeye niyet ettiğimiz yer hayırlı değildir. Bu yol ve yön hayır ve iyiliklerin unutulduğu, günahların ve kötülüklerin kol gezdiği yerlere götürmesinden korkuyorum.
Sen bana verdiğin elçilik görevinden af et de geri döneyim. Gerekirse yerime başkasını gönder.
Biz şu anda Hubeyt vadisindeki subaşındayız” diyordu.
Müslim b.Akil mektubu Hz Hüseyin’in yardımcılar olsun diye yanına kattığı adamlardan Kays b. Müshirü’s-Saydavi ile gönderdi.
Kays Mekkeye gelerek mektubu Hz. Hüseyin’e teslim etti
Hz Hüseyin mektubu okuduktan sonra şu cevabı yazdı:
“-Anladım ki seni emrettiğim yere gitmekten alıkoyan şey; çektiğin sıkıntılar, karşılaştığın güçlükler değil korkaklığındır.
Korkaklığı bırak, emrettiğim yere git.
Ben seni bu işten affedici, yerine bir başkasına koyucu, gönderici değilim. Çünkü verdiğim göreve senden daha uygunu yoktur.
Vesselam.”
Müslim Hz Hüseyin’den gelen cevap mektubunu okuduktan sonra:
“-Vallahi ben kendi nefsim için korkmuş değilim” demekten kendini alamadı.
Hz. HÜSEYİN’İN BASRALILARA MEKTUBU
Basra’da hatıra sayılır derecede çok ehl-i beyt taraftarı vardı. Bunlardan kimilerini Hz Hüseyin yakından tanıyordu.
Kufe’ye gitme kararı şekillenirken bu işini Basralılara haber verip, örgütlemeyi uygun gördü.
Onlara bir mektup yazıp azatlısı Selman ile gönderdi.
Mektubunda şunları yazıyordu:
“-Malik b.Misma, Ahnef b.Kays, Münzir b. Carud, Mes’ud b. Amr, Kays b. Heysem ile taraftarımız olanlara.
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla..
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Yüce Allah dedem Muhammed aleyhisselamı insanlar arasından seçip resulü olmakla şereflendirmiştir.
O görevini layıkıyla yeterine getirdi. Cenab-ı Allah’ta onu huzuruna aldı.
Biz ise Onun ehl-i beyti, velileri, vasileri ve veresesi durumunda bulunuyoruz.
Peygamber efendimizin yerine geçmeye Müslümanları Onun izinde yürütme görevini üstlenmeye en haklı ve layık olanlarda bizleriz. Bizler varken başkalarının bu işi yüklenmeleri doğru ve haklı olmaz.
Tefrika yapmak, huzuru bozmak, savaşmak… bize uygun davranışlar değildir. Amacımız sadece hakkın, haklı olana verilmesini sağlamaktır.
Biz biliyoruz ki bu hakka, şu anda ellerinde bulunduranlardan daha layık ve hak sahibi olan benim.
Onlar benim hakkımı gasp etmiş bulunuyor.
Yüce Allah ihsan ve ıslahta bulunanları, hakkı araştırıp hakkı olanlara verenleri rahmetiyle esirgesin. Bizleri de, onları da yarlıgasın.
Ben size Allah’ın kitabına Allah’ın peygamberi Muhammed aleyhisselamın sünnetine davet ediyorum.
O sünnet ki bu gün öldürülmüş, ayaklar altına alınmış, yok sayılmış, yerine bid’atler ihdas edilmiştir.
Derim ki;
Sözlerimi dinler, emirlerime itaat ederseniz doğru yolu bulmuş olursunuz.
Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun.
Basralılar gelen mektubu gizli tutmaya kararlaştırdılar ama bu konuda çok büyük bir hata yaptılar.
Münzir b.Carud’un kızı İbn Ziyad ile evliydi. Her ihtimale karşı Mektup Münzir b. Carud’tan gizli tutulması gerekiyordu. Fakat tutulmadı. Sonunda İbni Zİyad’ın mektuptan haberi oldu.
İbni Ziyad Selman’ı yakalatıp boynunu vurdurdu. Diğerlerini de türlü bahanelerle birbirlerinden ayırdı.
Bu olayın tek hayırlı yönü mektuptan Basra’daki diğer ehl-i beyt taraftarlarının da haberdar olmasıdır.
KUFE DE OLANLAR
Hz Hüseyin’in Müslim b. Akil’i Küfeye gönderdiği haberi Yezid’in Kufedeki adamlarına ulaştı.
Yapılan plan gereği Müslim b. Akil Hz. Hüseyin taraftarı gibi görünenlerinde içine bulunduğu büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılandı.
Müslim b Akil Kufe’nin ileri gelenlerinden Muhtar b. Ubeyd es-Sakafi’nin evine götürülüp oraya indirildi.
Gerçek ehli-i beyt taraftarları ile taraftarları gibi görünenler Müslim b. Akil’in başında toplandılar.
Müslim b. Akil onlara Hz Hüseyin’in mektubunu okudu. Mektup okunurken ağlaştılar.
Kılıçlarını çekip sallayarak Hz Hüseyin için çarpışacaklarını, gerektiğinde canlarını vereceklerini, bu işi yaparken Allah katındaki ecirden başka bir şey istemediklerini haykırdılar.
Bazı kişiler Müslim b. Akil’i etkilemek, Kufe’nin Hz Hüseyin ve ailesine emniyetli bir yer olduğunu telkin için ellerinden geleni yapıyor, etrafında dönüyorlardı.
Aktörler rollerini çok iyi oynadı. Müslim b.Akil gördüklerinden işittiklerinden çok memnun kaldı.
Menfur plan tıkır, tıkır işliyor, kader ağlarını örüyordu.
0 notes
horozmehmetemin · 4 years
Text
Tumblr media
109. KAFİRUN SÜRESİ
RAHMAN VE RAHİM (OLAN ALLAH ’İN ADIYLA…
1. Ey Muhammed! De ki: “Ey kafirler!”
2. “Ben sizin taptıklarınıza tapmam.”
3. “Benim taptığıma da sizler tapmazsınız.”
4. “Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim.”
5. “Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz”
6. “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER
Adı: Birinci ayetteki “kafirun” (kafirler) kelimesi sureye isim olmuştur.
Nüzul zamanı: Abdullah b. Mesud, İkrime, Hasan Basrî bu surenin Mekkî olduğunu söylemektedir. Abdullah b. Zübeyr ise Medenî olduğunu söylemişlerdir. İbni Abbas ve Katade’den iki kavil mervidir. Birincisine göre bu sure Mekkîdir, ikincisine göre ise Medenîdir. Ama cumhur müfessire göre bu sure Mekkîdir. Zaten surenin muhtevası da buna delalet etmektedir.
Tarihî arkaplan: Mekke dönemi, Rasulullah’ın daveti karşısında, Kureyş müşrikleirinin şiddetli muhalefet fırtınası estirdikleri bir dönemdi. Bunun yanı sıra Kureyşin ileri gelenleri, Rasulullah ile uzlaşma düşüncesinden de geri kalmıyorlardı. Bu nedenle onlar, Resulullah’a ara sıra uzlaşma teklifi götürüyorlardı. İstiyorlardı ki, böylece bu ihtilaf ortadan kalksın. Buna ilişkin müteaddit hadisler rivayet edilmiştir.
İbn Abbas’ın rivayetine göre, Kureyşliler Rasulullah’a şöyle diyorlardı: “Biz sana o kadar mal veririz ki Mekke’de herkesten zengin olursun. Eğer bir kadın istersen onunla seni evlendiririz. İstersen seni önder olarak kabul ederiz. Yalnız tanrılarımızı kötülemekten vazgeç. Eğer bu teklifi kabul etmezsen başka bir teklifimiz var. Bu, senin için de bizim için de hayırlı olur.” Rasulullah onlara: “O nedir?” diye sordu. Onlar: “Sen bir sene tanrılarımız olan Lat ve Uzza’ya ibadet et. Biz de bir sene senin tanrına ibadet edelim” dediler.
Rasulullah: “Bekleyin. Rabb’im ne emir verecek” dedi. Bu olay üzerine bu sure nazil oldu: “Ey kafirler…” ve ayrıca Zümer suresinde 64. ayette de şöyle buyurulmuştur: “De ki ey cahiller, bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?” (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Taberanî) İbn Abbas’ın bir diğer rivayeti şöyledir: Kureyşliler Rasulullah’a, “Ey Muhammed! Eğer tanrılarımıza saygı gösterirsen biz de senin tanrına ibadet ederiz” dediler. Bunun üzerine bu sure nazil olmuştur. (Abd b. Humayd) .
Said b. Bina (Ebu’l Bahterî’nin azad ettiği kölesi) rivayet etmektedir ki, Velid b. Mugire, As b. Vail, Esved b. Muttalib ve Ümeyye b. Halef Rasulullah ile görüşerek şöyle demişlerdir: “Ey Muhammed, gel biz senin tanrına ibadet edelim ama sen de bizim tanrılarımıza ibadet et. Seni işlerimizin hepsine ortak ederiz. Eğer getirdiğin şey iyi ise biz de ona katılırız ve ondan payımızı alırız. Eğer bizdeki, senin getirdiğinden daha iyi ise sen ondan payını alır ve ona ortak olursun.” Bunun üzerine bu sure nazil olmuştur. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, İbn Hişam da Siret’inde bunu nakletmiştir.)
Vehb b. Münebbeh rivayet etmiştir ki, Kureyşliler Rasulullah’a “eğer istersen bir sene senin dinini kabul edelim, bir sene de sen bizim dinimizi kabul et” demişlerdir. (Abd b. Humayd, İbn Ebi Hatim)
Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, bu teklifler bir oturumda değil, değişik zamanlarda Resulullah’a getirilmiştir. Onun için, kafirlere kesin bir cevap vermeye ve din konusunda uzlaşma olmayacağını belirterek ısrar etmelerini önlemeye ihtiyaç vardı.
Konusu: Eğer surenin arkaplanı göz önüne alınırsa bu surenin, dinî bakımdan hoşgörü konusuna açıklık getirmek için nazil olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, diğer dinlerin de doğru olabileceği ihtimalini telkin etmek için bu sure nazil olmamıştır. Konu, bugün bazı aydınların zannettiği gibi değildir. Aslında surenin nüzulü, bu vesile ile kafirlerin dininden ve taptıklarından beraati ilan etmektedir.
Aynı zamanda sure, küfür dini ile İslam dini arasında hiçbir ilginin bulunmadığını ve herbirinin başlı başına ayrı bir düşünce olup uzlaşma imkanının da bulunmadığını açıklamaktadır. Başlangıçta bu surenin muhatabı Kureyşli kafirlerdir ve sure onların teklifleri üzerine nazil oldu. Ama surenin geçerliliği o günler ile sınırlı değildir. Kur’an’a geçen bu talimat müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Küfür dini ne şekilde olursa olsun, hem sözle hem de amelle ondan beraat etmek gerekir. Bu surede, küfür dininin ilkelerine riayet edilemeyeceği ve din konusunda hiç bir anlaşma olamayacağı kafirlere bildirilmiştir. Bu nedenle, surenin ilk muhatabları toprağa karıştıktan sonra da bu sure hâlâ okunmaktadır. Müşrikler, haklarında nazil olan bu sureyi müslüman olduktan sonra da okumaya devam ettiler. Onlar bu dünyadan gittikten asırlar sonra da Müslümanlar bu sureyi okumaktadırlar. Çünkü küfür ve kafirlerden beraat ve onlarla ilişkili olmadan iman etmek kıyamete kadar sürecek bir davadır.
Rasulullah’ın indinde bu surenin ne kadar önemli olduğu aşağıdaki hadislerden açıkça anlaşılmaktadır.
Abdullah b. Ömer’den rivayet edilmiştir; “Ben pek çok defa Rasulullah’ı, sabah namazından önceki iki rekat ve akşam namazından sonraki iki rekatta Kafirun ve İhlas surelerini okurken gördüm.” (Bu konudaki pek çok rivayeti bazı lafzî farklılıklar ile İmam Ahmed, Tirmizî, İbn Hibban ve İbn Merduye, İbn Ömer’den nakletmişlerdir.)
Habbab şöyle diyor: Nebi (s.a) bana dedi ki: “Uyumak için yatağa girdiğin zaman Kafirun suresini oku!”, Rasulullah (s.a) da bu adeti yerine getirirdi. (Bezzar, Taberanî, İbn Merduye) .
İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah, “Ben, şirkten kurtulacağınız kelimeleri size öğreteyim mi?” dedi. Ve “o kelimeler, uyumadan önce Kafirun suresini okumanızdır” buyurdu. (Ebu Ya’la, Taberanî) .
Enes diyor ki, Rasulullah Muaz b. Cebel’e şöyle dedi: “Uyumadan önce Kafirun suresini oku, çünkü bu, şirkten beraattir.” (Beyhaki Şa’b'ta) .
Ferva b. Nevfel ve Abdurrahman b. Nevfel, babaları olan Nevfel b. Muaviye eş-Şuc’ayî’den şöyle rivayet etmişlerdir: “Ben Rasulullah’a, uyuyacağım zaman okuyacağım bir şey tavsiye etmesini rica ettim. Rasulullah, Kafirun suresini sonuna kadar okuduktan sonra uyumamı tavsiye etti. Çünkü bu, şirkten beraati ilan etmektir.” (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn Ebi Şeybe, Hakim, İbn Merduye, Beyhakî Şa’b'ta) Benzer bir rica da Zeyd b. Harise’nin kardeşi olan Cebla b. Harise’den gelmiş ve Rasulullah da aynı karşılığı vermiştir. (Müsned-i Ahmed, Taberanî). (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)
0 notes
1-yolcu · 7 years
Photo
Tumblr media
🍀 Tevazu ~ Hz. Ebû Bekir (r.a.) “Keremi takvâda zenginliği yakînde ve şerefi tevazuda bulduk” demiştir. ~ Hz. Ömer (r.a.) ise şöyle demiştir: “Kul Allah için tevazu gösterdiği zaman Allah Teâlâ onun hikmetini artırır ve derecesine yükseltir.” ~ Selmân-ı Fârisî’nin (r.a.) şöyle dediği bildirilmiştir: “Dünyada Allah için tevazu ediniz. Dünyada tevazu sahibi olanları Allah kıyamet günü yüceltir.” ~ Hz. Ali (r.a.) “Yüksekliği istedim onu alçak gönüllükte buldum” demiştir. ~ Urve b. Zübeyr (r.a.) şöyle diyordu: “Size gerekli olan tevazudur. Çünkü tevazu büyük bir nimettir ve bu nimetten dolayı kimse sene haset etmez.” ~ Ziyad en-Nemîrî (r.a.) şöyle diyor: “Tevazu göstermeyen zâhid meyve vermeyen ağaca benzer.” ~ Hz. Âişe (r.a.) validemiz alçak gönüllülükten bahsederken şöyle demiştir: “Siz en faziletli ibadetten habersizsiniz. Bilesiniz ki o alçak gönüllülüktür.” ~ Yahya b. Ebû Kesîr (rah) şöyle derdi: “Amellerin en faziletlisi vera`dır. İbadetlerin en faziletlisi de tevazudur.” ~ Süfyân-ı Sevri (rah) der ki: “Beş kimse dünyada mahlukatın en şereflileridir: Zühd sahibi âlim sûfî fakih mütevazi zengin haline şükreden fakir ve sünnete bağlı şerif (seyyid).” ~ Bekir b. Abdullah el-Müzenî (r.a.) diyor ki: “Kişi müslüman kardeşlerine tevazu etmesiyle onların hürmet ve saygısını kazanır.” ~ Muhammed b. Semmâk (rah) demiştir ki: “Makam ve mevki sahibi iken tevazu göstermek makam ve mevki sebebiyle kazandığı şereften daha yüksek bir şereftir.” ~ Velîler taifesinin imamlarından Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) şöyle demiştir: “Bir kimsede hilim tevazu cömertlik ve güzel ahlâk bulunursa bu dört haslet o kimsenin yüksek makamlara kavuşmasına sebep olur. Bunlar imanın kemalıdır.” ~ Ebû Bekir el-Verrâk (k.s) şöyle derdi: “Fâsıkların alçak gönüllü olmaları sâlihlerin gururlanmalarından daha iyidir.” ~ Yahya b. Muâz er-Râzî (k.s) derdi ki: “Her kimde bulunursa bulunsun tevazu güzeldir ama zenginlerde bulunursa çok daha güzel olur.” ~ Lokman (a.s) “Her şeyin bir bineği vardır; amelin (ilâhî huzura yükselmesini temin edecek) bineği de tevazudur” demiştir.
53 notes · View notes
Text
Tumblr media
                                PEYGAMBERİMİZİN AİLE HAYATI-12
      Muhammed’in (a.s.v) süt annesi Halime hatun ile süt babası ve süt kardeşleri Mekke’ye geldiklerinde muhakkak yanına uğrarlardı. Muhammed (a.s.v) onlara öz anne ve babası gibi karşılar, sevgi ve saygı gösterir, ikramlarda bulunurdu.
    Muhammed (a.s.v) evlendikten sonra süt anne, baba ve kardeşleri ona ziyaret için geldiler. Muhammed (a.s.v) oturmaları için elbisesini yere serdi onları üzerine oturttu. Onları en iyi şekide konukladılar, ağırladılar.
    Söz sırasında Halime hatun yurtlarında hüküm süren kuralıklık ve kıtlıktan dert yandı. Muhammed (a.s.v) bu konuda eşi Hatice (r.anha) ile konuştu. Hatice (r.anha) Halime hatuna kırk koyunla binmek ve yüklerini taşımak üzre bir de deve armağan etti.
    Hatice (r.anha) Muhammed (a.s.v) için iyi bir eş olduğu kadar onun en yakın arkadaşı ve ideallerini ve isteklerini paylaşan dostu idi. Çok iyi anlaşıyorlar, evlilikleri mutluluk içinde sürüp gidiyordu.
                                                    * * *
    Muhammed (a.s.v) yirmi altı yaşındayken Hatice (r.anha) bir oğlan çocuk doğurdu. İsmini Kasım koydular. Artık Muhammed’e (a.s.v) Araplardaki âdet uyarınca Ebul Kasım (Kasım’ın babası) lakabı verildi, Onu bu lakapla çağırmaya başladılar.
    İki sene sonra Muhammed’in (a.s.v) mutluluğuna gölge düştü. Pek sevdiği oğlu Hz. Kasım iki yaşında bulunduğu sırada aniden vefat etti. Aynı yıl Hz. Abdullah doğdu. Fakat Muhammed’in (a.s.v) bu oğlu da uzun yaşamadı.
      Kasım’ın vefatından iki sene sonra Muhammed (a.s.v) otuz yaşında bulunduğu sırada Hz. Zeynep dünyaya geldi.
      Bu sene Ebu Talib’in Ali ismindeki oğlu doğdu. Halası Safiye’de (r.anha) Zübeyr b. Avvam’ı (r.a.) dünyaya getirdi. Aynı sene Talha b. Ubeydullah (r.a.) ve Sa’d B. Ebi Vakkas (r.a.) da dünyaya geldiler.
                                             * * *                                                     
    Ali (k.v.) Ebu Talib’in en küçük oğludur. Ali’nin (k.v.) annesi Fatıma (r.a.) hatun yeni dünyaya gelen oğluna babasının ismi olan Esed= Haydar ismini koymayı niyet etmişti. Fakat bu isim Muhammed (a.s.v.) tarafından beğenilmemişti.
    Ali’nin (k.v.) annesi Fatıma (r.a.) hatunun bildirdiğine göre:
    Ali (k.v.) doğduğunda ismini Ona bizzat Muhammed (a.s.v) koymuş, dilini de ağzına vererek, uyutunca kadar emdirmiştir.
    Muhammed (a.s.v) otuz bir yada otuz iki yaşındayken üçüncü oğlu Hz. Tayyip (Tahir) doğdu. Fakat hikmet-i ilahi olarak bu oğlu da yaşamadı.
      Bazı kaynaklarda Hz. Tayyip ile Hz. Tahir’in ayrı ayrı çocuklar olduğu, henüz memedeyken vefat ettikleri kayıtlıdır. Bu duruma göre Muhammed’in (a.s.v) dört oğlu olmuş olur.
    Muhammed (a.s.v) otuz üç yaşına geldiğinde ikinci kızı olan Hz. Rukayye (r.a.) doğdu.
    Hz. Rukayye’yi (r.anha.) Hz. Ümmü Külsüm, (r.anha.) Hz. Ümmü Külsüm’ün doğumunu Hz. Fatıma’nın (r.anha.) doğumu takip etti.
    Hz. Fatıma (r.anha.) Kureyşîlerin Kâbeyi yeniden yaptıkları yıl doğmuştu ki o sırada Muhammed (a.s.v) otuz beş yaşındaydı.
    Muhammed (a.s.v) erkek evlatları için iki, kız evlatları içinde birer koyun olmak üzere her birine akîka kurbanları kestirmiştir.
    Bu duruma göre Hatice (r.anha.) Muhammed’e (a.s.v) üç yada dört erkek, dört kız evlat vermiştir.
    Cariye Hz. Mariye (r.a.) dışında Muhammed’in (a.s.v) diğer eşlerinden çocuğu olmamıştır.
    Muhammed’e (a.s.v) peygamberlik verildiğinde kızlarından Hz. Zeynep on, hz. Rukayye yedi, Hz. Ümmü Külsüm altı, Hz. Fatıma ise beş yaşlarındaydı. Erkek evlatlarından hiç biri yaşamıyordu.
    Hz.Muhammed Araplar içindeki geçerli örf ve âdet gereği büyük kızı Hz. Zeyneb’i henüz on yaşında olduğu halde Ebü’l As ile evlendirdi. Diğer kızlarından Rukayye ile Ümmü Külsüm’ü amcası Abdüluzza’nın (Ebu Leheb’in) oğullarıdan Utbe ve Uteybe ile nişanladı. Fakat kızlar küçük olduklarından evlilik gerçekleşmedi. Ebu Leheb, hakkında Tebbet suresi nazil olunca kızarak oğullarını peygamberimizin kızlarından ayrılmalarını emretmiş, onlarda ayrılmışlardır. Daha sonra Rukayye Hz. Osman ile evlendi. Rukayye’nin vefatından sonra peygamberimiz Ümmü Külsüm’ü Hz. Osman’a nikahladı. Fakat Ümmü külsüm’de Osman’ın nikahında fazla yaşamadı. Peygamberimiz bu konuda:
    -Bir üçüncü kızım daha olsaydı onuda Osman’a nikahlardım buyurmuş, Hz. Osman’a verdiği büyük değeri göstermiştir.
                                              * * *
.�*
3 notes · View notes
sizekitap · 6 years
Text
İman ve Aksiyon Sahibi İdeal Gençlik
İman ve Aksiyon Sahibi İdeal Gençlik M. Mustafa Uzun Ravza Yayınları
Onlar rablerine inanmış gençlerdi biz de onların hidayetlerini artıtrdır. Kehf 13
Hz. Ali (r.a.) İslam’ı kabul ettiğinde henüz 8 yaşında idi. Abdullah ibn Ömer iman ile şereflendiği zaman 10 yaşı civarlarındaydı. Zeyd bin Harise (r.a.) Allah Resulünü tasdik eden ilk 3 kişinden birisi olduğunda daha 15 yaşındaydı. Abdullah bin Mes’ud 14, Zübeyr b. Avvam 16, Talha b. Ubeydullah 11, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d bin Ebivakkas17, İbn-i Cerrah 25, Osman bin Affan 20 yaşlarındaydı. Onlar gençken imana susamışlardı.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/xmSc9I
0 notes
yalnzardc · 9 months
Text
Mervan b. Hakem
Abdullah bin Zübeyr şama gitmeyi kabul etmeyip Mekkede kalacağını söylediği için şam halkı Mervan b. Hakeme beyat etti.
Onun ile dahhak b. Kays arasında mervi rahıt olayı oldu
Bir rivayete göre onu anası öldürmüştürmüştür.
Abdülmelik
Hicretin 26. Yılında doğdu. Hz Osman Şehid edildiğinde 10 yaşındaydı.
Künyesi: Abdimenaf oğlu Abd Şems Oğlu Ümeyye oğlu Ebil As oğlu El-Hakem oğlu Mersenoğlu Abdülmelik idi.
Anası: Aişe Bint el-Mugiyre bin Ebi'l-As bin Ümeyye'dir.
Abdülmelik öldükten sonra 14 oğlu kaldı. Bunlar:
1. Velid
2. Süleyman
3. Mervan-il Ekber
4. Mervan-il Asgar
5. Yezid
6. Muaviye
7. Hişam
8. Ebû Bekir
9. Ebul Hakem
10. Abdullah
11. Müslim
12. Münzir
13. Muhammed
14. Said el-Hayr
Üç kızı da şunlardı:
1. Aişe
2. Ümmü Gülsüm
3. Fatima
Onun zamanın muhtar adında biri de halifelik iddia etti.
Abdullah bin Zübeyr'in gönderdiği ordu ile muhtar yakalanıp öldürüldü.
Amca oğlu amr ibn Said ona isyan etti.
Salih b. Mehr mer ona hucum etti.
Hicretin 86. Senesinde şevval ayını ortasında 58 yaşında vefat etti.
vefat etti. Halifelik müddeti 18 yıl 5 aydı.
Abdullah b. Zübeyrin ölümünden sonra 14 yıl sağ kalmıştı.
Ondan sonra oğlu tahta otururdu.
13 notes · View notes
stkguncel · 7 years
Photo
Tumblr media
RT @siyervakfi: Başta Hatice annemiz olmak üzere Esma b. Ebû Bekir, İbn Zübeyr, Efendimizin oğulları Kasım, Abdullah ve dede Abdulmuttalib burada metfundur.
0 notes
kerbelafaciasi · 2 years
Text
��BNİ ZİYAD PİŞMAN OLDU MU?
İbni Ziyad, Yezid aniden ölünce öldürülmekten korkarak Basra’dan Şam’a kaçmıştı.
Yolda giderlerken Yeşkur oğullarından kılavuzu:
“-Ey emir! Ben seni dalgın ve üzgün görüyorum. Ama ben senin bu halinin nedenini de biliyorum.
Seni üzen, her şeyi unutturacak kadar dalgın yapan yitirdiğin saraylar, mahrum kaldığın dolgun maaşlar değildir.
Seni bu hale sokan Hüseyin b. Ali’yi öldürme emrini vermiş olmandır.” dedi.
İbni Ziyad:
“-Vallahi sen tahmininde yanıldın. Hiç birini tutturamadın.
Ben Hüseyin b.Ali’yi öldürdüm çünkü o müminler emirine ve ümmetin bütünlüğüne karşı gelmiş, fitne çıkarmaya yeltenmişti.
Müminler emiri bana yazı yazıp onu öldürmemi emretti.
Yaptığım işin sorumluluğu bana değil Yezid’e aittir.
Çünkü baştan sona; Hüseyin b. Ali’nin Medine’den Mekke’ye gidişini, Mekke’den çıkıp Kufe yerine Kerbela’ya yönelişini… Her şeyi ama her şeyi o planladı.
Bu facianın her aşamasında onun parmağı vardı.
Hüseyin b. Ali’nin biate zorlanması, kabul etmez ise boynunun vurulması emri de onundu.
Ben sadece müminler emiri olan kişinin emirlerini uyguladım.
Şimdi müminler emirinin emrini uyguladığım için öldürülmekten korkuyorum.” dedi.
***
Şebes b. Ribi duyduğu koyu pişmanlıklar sonucu şunları söylemiştir.
“-Allah Kufe şehrine ne hayır ihsan eder, nede Kufelilere doğru yola götürür.
Bizler önce Ali b. Ebu Talib’in, ardından oğlu Hasan b. Ali’nin yanında Ebu Süfyan hanedanı ile beş yıl çarpıştık.
Ali b. Ebu Talib’i öldürdük, oğlu Hasan’ı döve, döve yaraladık.
Sonra yeryüzü halkının en hayırlısı kişisi olan Hüseyin b. Ali’ye ihanet ettik, ona düşmanlıkta birleştik.
Muaviye hanedanı ve Sümeyye denile zaniyenin oğluna kul, köle olduk.
Zaniyenin oğlu emretti, dünyanın en hayırlı kişisi ile çarpıştık; onu ve ashabını şehit ettik. Bu yaptıklarımız dalaletinde dalaleti idi.”
***
Ömer b. Saad istemeyerek de olsa bu büyük facianın içine düşmüştü ve üçüncü dereceden sorumlusu idi.
Derin bir vicdan azabı içini tırmalayıp duruyor; rahat, huzur vermiyor, insan içine çıkamıyordu.
Çıkamıyordu çünkü yüzü yoktu, feci şekilde kınanmaktan korkuyordu.
Evinde otururken yakın dostlarından Humeyd b. Müslim yanına geldi.
Ne zamandan beri ortalıkta görünmemesi merakını celp etmiş, bu nedenle yanına gelmişti.
Humeyd b. Müslim yanına oturup halini hatırını sordu.
Ömer b. Saad:
“-Halimi hiç sorma! Bir insan evine kötülük için dönmezken ben kötülük için döndüm. Yakın akrabalık bağlarımı koparıp attım. Olmayacak, yapılmayacak kötü işler yaptım.
Hiç sorma.
Ben öyle büyük bir cinayet işledim ki..
Bu cinayette İbni Ziyad’a itaat, Allah’a ise isyan vardır” dedi.
Abdullah b. Mu’ti bir sohbet sırasında Ömer b. Saad’a:
“-Ey Saad’ın oğlu! Sen ehl-i beytin kanını eline bulaştırmış bir kişisin.
Sen o işi yapamasaydın da Hemdan ve Rey’e, ya da başka bir yere gitmeyi tercih etsen olmaz mıydı?” Diye sordu.
Ömer:
“-İşler göklerde takdir olunur. Takdir olunanın önüne geçilmez. Yapanlar sadece bir piyondur.
Ben; çok önceden planlanan amcaoğlumun o malum işinden, Kerbela faciasına karışmaktan mazur görülmemi İbni Ziyad’tan istemiştim. Fakat o dileğim kabule yanaşmadı.
Ailemi öldürmekle, evimi yıkmakla tehdit ederek beni buna zorladı. Yapmaktan kaçtığım iş bana yaptırıldı” dedi.
ABDULLAH B. ZÜBEYR
Hz Hüseyin Kufeye giderken Yezid’e karşı örgütlenebilsin diye Mekke’yi Abdullah b.Zübeyr’e bırakmıştı. Bunun nedeni basitti.
Mekke’de bulunduğu müddetçe Mekke’lilerin yanından ayrılıp Abdullah b. Zübeyr’in etrafında toplanmayacaklarını çok iyi biliyordu.
Nitekim Hz Hüseyin ayrılınca İbn. Zübeyr Mekke’lilerin başına geçti.
Yezid; Hüseyin b. Ali gibi onunda her hareketini dikkatle takip ediyordu.
Abdulah b. Zübeyr Hz Hüseyin’in şehit olduğu haberini alınca çok üzüldü.
Mekkelileri toplayıp bir hutbe irat etti. Hutbesinde Kufelileri kınadı, Iraklıları yerden yere vurduktan sonra şunları söyledi:
“-Şüphesiz ki Allah ne takdir etti, neyi hükmetti ise o yerini bulacaktır.
Vallahi Kufe’liler ihanet ederek öyle bir Zatın şehit olmasına neden oldular ki O; geceleri uzun, uzun namaz kılan, gündüzleri oruç tutan salih bir kişi idi.
O ehl-i beytten Resulallah’a en yakın olanlarındandı.
O, şimdi elinde tutanlardan daha çok hilafete layıktı. O bu işi hak edenlerin önde geleni idi.
Vallahi O günümüzde hilafet makamında oturanın aksine Kuran’ı değiştirmeden usulünce okur, gözleri Allah sevgi ve saygısı ile yaşarır, orucunu helal nimetlerle açar, içki içenlerden, haram lokma yiyenlerden, kötülük yapanlardan, günah işleyenlerden, av köpekleri ile yarenlik gibi boş şeylerle uğraşanlardan kaçardı.
Vallahi salih ve güzel bir Zatı şehit ettiler.”
İbn. Zübeyr’in adamlarından bir kaçı:
“-Sen şehit edilen o Salih Zatın vekillerinden birisin. Kendin için biat al. Bu yolda sana karşı çıkacak kimse yoktur” dediler.
Abdullah b. Zübeyr denileni yaptı. Yezid b Muaviye’ye baş kaldırdı.
Abdullah b. Zübeyr; Yezid, Muaviye, II. Muaviye, Mervan b. Hakem dönemlerinde başta hicaz olmak üzere pek çok yerde Müminlerin emiri olarak tanındı.
On yıl kadar sonra Abdülmelik b. Mervan döneminde Mekke’yi kuşatıp mancınıklarla taşa tutan zalim Haccac diye tanınan Yusuf b. Haccac b. Sakafî tarafından öldürüldü.
Böylece tüm hilafet Emevilerin eline geçti.
0 notes
kerbelafaciasi · 2 years
Text
ABDULLAH B. ABBAS VE YEZİD
Abdullah b. Zübeyr isyan edince Abdullah b. Abbas’ın kendisine biat etmesini istemiş fakat o kabul etmemişti.
Bunu duyan Yezid, İbni Abbas’a bir mektup yazarak türlü vaatlerle yanına davet etti. Onu kandırıp safına çekmeyi denedi.
Abdullah b. Abbas’ın cevap mektubu konumuzla yakından ilgili olduğu kadar ibret vericidir.
İbni Abbas Yezid’e olan cevabında şunları yazıyordu.
“Abdullah b.Abbas’tan Yezid b.Muaviye’ye!
İbn. Zübeyr’in beni kendisine biata davet ettiğini, benimde biat etmekten kaçındığımı konu alan mektubun bana ulaştı.
Evet, olay dediğin gibi olmuştur.
Ona biat etmemem seni sevdiğim, istediğim için değildir.
Ben seni ne överim, neden dostluğunu ve sevgini isterim.
Bana diyorsun ki sen sevgi ve dostluğumda herkesle bir değilsin.
Andolsun ki senin gasp edip elinde bulundurduğun haklarımızdan ancak çok azı bize geri verilmiştir. Sen onlardan pek çoğunu bizlerden esirgedin ve yanında tuttun.
Halkı sana biata teşvik etmem, ibni. Zübeyr’e biat etmelerinden alıkoymamı istiyorsun.
Hayır!
Vallahi tarafımızdan sana ne iyilikte bulunma, ne de sevindirme vardır.
Çünkü sen Resulallah’ın oğlunu, bu ümmetin göz nurunu, Hüseyin b.Ali’yi nice ince taşlı; susuz, çorak bir yere indirip şehit ettin.
Bu vahşet, sadece senin keyfi arzu ve görüşünün neticesi idi.
Sen hiç şüphesiz zayıf, hafif akıllı, işin sonunu düşünemez bir adamsın.
Sen Hüseyin’i ve Abdulmuttalip oğullarının karanlıkları aydınlatan yiğitlerini ince taşlı kumsal bir yerde tutup; aç, susuz bıraktın. Leşkerlerinle vurup yerlere serdin, al kanlara boyadın. Kafalarını kestin. Başsız bedenlerini tozlara, topraklara, kanlara bulanmış, çırçıplak bir halde atlara çiğnettin. Kefensiz, mezarsız meydanlarda bırakıp kurda kuşa yem ettin. Rüzgârlar üzerlerinde topraklar savurdu, kızgın güneşler yakıp kavurdu.
O mübarek güzel insanların çiğnetip unufak ettirdiğin ceset parçalarını, kurtların dişlerine takıp oraya buraya sürüklediklerini, sırtlanların o ceset parçalarını kurtlardan yağmalayıp inlerine götürdüklerini, nihayet henüz Allah korkusunu yitirmemiş, kanlarına girmeye katılmamış güzel insanlar tarafından arta kalanlarının geceleyin gizlice kefenlenip gömüldüklerini bilmediğimi mi sanıyorsun?
Benim unutmadığım seninde unutmaman gereken şeylerden birisi de; zinakar oğlu zinakar, merhamet duygusundan mahrum ve uzak; baba ve ana yönünden bir soysuzun oğlunu o mübarek insanların başına musallat ve bela etmendir.
Onun babası senin babana; bir genel kadın çocuğu olduğu halde kardeş olduklarını iddia etmiştir.
Babanda; dünya ve ahrette, sağlığında ve ölümünden sonra; kendisi için bir zillet ve ayıp olan; utanmadan, horluktan ve yüzkarasından başka bir şey olmayan bu pis işi kabullenmiş, o genel ev kadının oğlunu soyuna katmıştır.
Resulallah aleyhisselam “çocuk doğduğu döşeğe düşer” buyurduğu halde baban onu, genel kadının oğlunu, temiz ve pak bir çocuğu nesebe katar gibi nesebine katmış, bilmeyerek sünneti öldürmüş, kasten bir bid’atı ihya ve ihdas etmiştir.
Unutmadığım ve unutamayacağım şeylerden birisi de Hüseyin b. Ali’yi Resulallah’ın haremi olan Medine’den Allah’ın haremi olan Mekke’ye gitmeye mecbur etmen, hile ile adamlar gönderip onu yok etmek için kandırman, Allah’ın haremi olan Mekke’den çıkarıp Kufe yoluna tutturmandır.
Fitneni öyle ince işledin ki Onu Mekke’den çıkmaya mecbur bıraktın.
O Mekke’den etrafına bakına bakına, çekine çekine, korka korka çıkmıştı.
O; öncede, sonrada Mekke’lilerin en şereflisi idi.
Eğer o Mekke’de ya da Medine’de oturmak istese ve buralarda çarpışmayı helal saysa idi; şüphesiz ki Mekke ve Medine’lilerin en çok sayıp itaat edecekleri tek kişi olurdu.
Fakat o Allah Resulünün haram kıldıklarını helalleştirmek istemedi.
Bundan daha ağırı senin Hareme çarpışmak için hile ile adamlar, casuslar göndermendir.
İbni Zübeyr böyle ağır bir vebal işlemiş midir?
İbni Zübyr nerede, ne zaman Beyt-i Harama karşı haksızlık etmiş, iyilik için koşanın önüne kesmiştir?
Hâlbuki sen öyle misin?
Sanırım hayır!
Şüphesiz olarak bilirim ki haramı helalleştirmek ister, haramları helallere bile, bile değiştirirsin.
Kadınlar gibi yemin eder, ettiğin yeminleri tutmazsın.
Çalgı çalar, içki içersin.
Senin kötülüğünü görenler seni bir daha görmek istemez.
Sen; Mercane’nin oğluna işi fazla uzatmadan; o vahim sonuca kısa yollardan ulaştıran; her türlü kirden, günahtan azade edilip temizlemiş Resulallah efendimizin ehl-i beytini şehit edinceye kadar, gaddarca üzerlerine süren, insafsızca üzerlerine düşmesini emreden kişisin.
Ey Muaviye’nin oğlu!
Biz senin kaba, ciğerleri beş para etmeyen ataların gibi değiliz.
Sen türlü oyunlarla Resulallah’ın oğlunu yalnız ve çaresiz bıraktın. Onları öldürmek için yer yolu denedin, kumpaslar kurdun, bahaneler arayıp durdun.
Hüseyin b. Ali geldiği yere dönmek için talep de bulundu ama ret edildi.
Siz onun yardımcılarının azlığını, o andaki çaresizliğini fırsat bildiniz. Ehl-i beytin kökünü kazımak istediniz. Üzerlerine saldırdınız.
Onları acımasızca vurup öldürdünüz.
Sanki babamın oğullarını öldürmüşken, kılıcından kanları damlarken, benim için kanı helal sayılmış, intikam alınacak kimse iken doğrusu senin benden sevgi, dostluk, yardım istemen ve beklemen kadar şaşılacak bir şey yoktur.
Allah dilerse üzerindeki kanımın öcünü alma vaktini uzatmaz, öcümü almadan seni önüme geçirip yaşatmaz.
Umarım hesap vereceğin yere götürülmek üzere teneşir tahtasına yatırıldığını görürüm.
Eğer dünyada yaşamakta beni geçecek olursan bu da peygamberlerin ve hanedanlarının şehit edilmeleri gibi kader olarak kabulümüzdür.
Muhakkak ki Allah neyi hükmetmiş ise o olacaktır.
Allah ister ve yardım ederse bir gün gelir bizde sizlere elbet galebe çalar, üstün geliriz.
Mektubunda, verdiğim sözde duracağımdan ve hakkımdan da bahsediyorsun.
Evet! Vallahi ben amcamın oğlunun da ve bütün babalarının oğullarının da halifelik işinde senin babandan daha layık ve haklarının bulunduklarını bile, bile; nifak çıkmasın, masum kanları akıtılmasın diye babana biat ettim.
Sizler ise üzerimize yürüyüp galebe çaldınız. Bizi hakkımızdan men ettiniz. Hakkımızı gasp ettiniz.
Bize haksızlık yapanlar, buna cüret edenler kahrolsun.
Hak hukuk tanımaz bu sefih mahlûklar bize karşı yolsuzluklar, haksızlıklar yaptılar.
Onlarda Semûd ve Lût kavminin başına gelenler benzeri peygamberlerini yalanlayanların kahroldukları gibi kahrolsunlar.
Yeni yetişmiş fidanlarımızı kırıp, yok edip üzerimizdeki hâkimiyetinizi halk görsün diye Kureyş’in ve Arapların ulusu, Abdulmut- talib’in kızlarını, öldürdüğünüz oğullarının çocuklarını kimilerinin elleri bağlı olarak yanınızda taşıdınız, göstere, göstere Kufe’den Şam’a getirttiniz.
Yemin ederim ki sen emin olarak sabahlasan da akşamlasan da pek yakında vurulacaksın.
Alacağın yaranın büyük olmasını, başından kavgaların eksilmemesini, Resulallah’ın torunlarını, amcasının oğullarını en öldürülmeyecek şekillerde öldürdükten sonra yüce Allah sana pek az mühlet verip; inim, inim inletici bir azabın merhametsiz ellerinin yakalayışı ile yakalamasını, dünyadan en hor, en hakir, en günahkâr bir şekilde çıkarması bedduasını dilimden düşürmeyecek, bunu can-ı gönülden dileyip duracağım.
Yaşayabilirsen biraz daha yaşa bakalım.
Vallahi Allah katında kazandığı tek şey olan günahların seni helak edecektir.
Allah’a ve Resulüne itaat edenlere selamlar olsun.”
***
Yezid mektubu alınca küplere bindi. Medine valisi Velid b. Utbe’ye yazı yazarak Hz Osman b.Affan’ın şehit edilme olayı ile İbn. Abbas’ın ilişkisinin olup olmadığının titizlikle araştırmasını, bulduklarını kendisine bildirmesini istedi. Amacı bu vahim olayla ilişkilendirip İbni Abbas’ı suçlamak ve öldürmekti.
Gerek Muaviye gerekse Yezid, Hz Osman b. Affan’ın şehit edilme olayında Haşimîleri, özellikle ehl-i beyti sorumlu tutmuşlar, onları suçlayıp durmuşlar, bu vahim olayı kurgulayıp menfaatlerine uygun kullanmışlardır.
İbn. Abbas yapılmak istenenin farkına varınca Yezid’e şu mektubu gönderdi.
“-Osman b. Affan’ın şehit edilme olayı ile ilgim yoktur. O dönemlerde ben Osman’dan ayrılmış ve bir köşeye çekilmiş bulunuyordum.
Fakat senin baban o dönem işbaşında idi. Osman b. Affan’a yardımda ağır davrandı. Bir bakıma onun şehit edilmesine çanak tuttu.
Osman b.Affan imdat diye bağırıp yardım istediği zaman; baban, onun tarafından gönderilen imdatçıları dikkate almamış, kasıtlı olarak bekletmiştir.
Osman b. Affan’ın şehit edilmesini istemiş ve buna göz yummuştur.
Daha sonra kendini kurtarmak için adamlar göndermiş ise de iş işten geçmiş, Osman b.Affan çoktan öldürülmüştü.
Bir suçlu arıyorsan babanı yakala.”
0 notes
kerbelafaciasi · 2 years
Text
***
Yezid b.Muviye’nin ölümünü fırsat bilen Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b.Yezidu’l-Ensarî’yi Kufe’ye vali olarak göndermişti. Bir ba-kıma tövbeciler ile aynı safta idiler.
Abdullah b. Yezid Süleyman b. Surad komutasındaki tövbeci-lerin İbni Ziyad’ın üzerine yürümeye hazırlandıkları haberini alınca yanlarına geldi.
Süleyman b. Surad’a:
“-İkimizin de düşmanı aynıdır. Mercane’nin oğlunun üzerine gitme. Bırak o üzerimize gelsin. Güçlerimizi birleştirirsek onu kolayca yenebiliriz” dedi ise de dinletemedi.
Süleyman b.Surad:
“-Karar verilmiş, ok yaydan çıkmıştır. Biz onun üzerine gide-ceğiz” dedi.
Abdullah b. Yezid:
“-Gitmekte kararlı iseniz biraz bekleyin de öyle gidin. B u ara bir ordu hazırlayalım. İbni Ziyad’ın karşısına daha hazırlıklı, daha kala-balık, daha güçlü olarak çıkınız” dedi.
Gerçekte öneri son derece akılcı idi. Fakat Süleyman b. Surad bu öneriyi kabul etmedi, edemedi.
Nedeni ise basitti.
Eğer biraz daha oyalanırsa toplanmış olanların büyük bölümü birer ikişer ortadan kaybolacak, Hz Hüseyin’i yaptıkları gibi Süleyman b. Surad’ı da orta yerde, yapayalnız bırakacaklardı.
Süleyman b.Surad bu nedenle:
“-İyi biliyorum siz iyiliğimiz için saf ve karışıksız bir öğüt verdi-niz. Üzerinizdeki öğüt verme işini çok güzel yerine getirdiniz.
Allah’a yemin ederiz ki biz mühim bir iş için yola çıktık. Bize doğru yola iletmesini, bu iş için sebatkâr olmamızı, azmettirmesini Allah’tan diledik.
Bunun içinde; dönülmesi, vazgeçilmesi mümkün olmayan azimli bir karar aldık.
İnşallah siz bizi düşmanımıza karşı hareket etmiş halde göre-ceksiniz” dedi.
***
Tövbeciler birliği yola çıkmak için hazırlandılar.
Süleyman b. Surad yola çıkmadan önce şunları söyledi.
Allah’a hamdüsenadan sonra:
“-Ey insanlar!
Şüphesiz ki Allah sizlerin hangi niyetle, neyi isteyerek yol çıktığınızı elbette biliyor.
İnsanlar iki kısımdır. Kimileri dünya, kimileri ahret tüccarları-dır.
Ahret nimetleri para ile satın alınamaz. O nimetleri insanlar; ayakta dikilerek ya da oturarak; rükû ederek, secdelere kapanarak elde etmeye çalışırlar.
Ahretin tadı, dünya lezzetlerinden farklıdır.
Ahret tadını isteyenler dünya nimetlerinin lezzetini istemez-ler. Onlar için dünya lezzetleri tatsız ve yavan olur.
Dünya tüccarları ise ahret tadından nasipsiz olanlardır.
Onlar dünya nimetlerini sarılırlar; yerler içerler, gülüp oyna-yarak bir kaç günlük dünya hayatından lezzet almaya bakarlar.
Şüphesiz ki dünya lezzetlerine tamah edenler kaybetmiş, ahret nimetlerini isteyenler ise kazanmıştır.
Çünkü dünya lezzetleri gelip geçici, ahret nimetlerin tadı ko-yu hem de sonsuzdur.
Allah cümlemizi rahmeti ile esirgesin. Doğru yolundan sap-tırmasın.
Ben size; gecenin sonuna doğru uzun, uzun teheccüd namazı kılmanızı, her ne halde olursanız olunuz Allah’a çokça zikretmenizi, hayır ve hasanelerle Allah’a yaklaşmaya çalışmanızı, haramları helal-leştiren gaddar ve zalim düşmanlarınız ile karşılaştığınızda onlarla savaşmanızı tavsiye ederim.
Şunu iyi biliniz ki Rabbinizin katında; sizi Ona yaklaştıran; na-maz kılmak, cihat yapmaktan daha hayırlı, ecri büyük başka bir ibadet yoktur.
Cihat yapmak; Allah’ın salih, mücahit kullarının yaptığı amel-lerin doruğu, hörgücüdür” dedi.
***
Tövbeciler birliği Aver Deyr denen yerde konakladı.
Sabahleyin kalktıklarında tövbeciler birliğinin sayısı bir hayli azalmıştı.
Tövbeciler grubuna dâhil olanların çoğu Hz Hüseyin’in kanını arama adına insanları öldüreceklerini fakat kendilerinin ölmeyecekle-rini, zarar görmeyeceklerini zannediyorlardı.
Fakat kolay lokma olan Kufeliler yerine İbni Ziyad’ın üzerine, hem de uzaklara, zahmetli yerlere gideceklerini duyunca pek çoğun-da şafak attı.
İbni Ziyad Kufeliler üzerinde öylesine bir dehşet duygusu ve korku oluşturmuştu ki sadece isminden bile korkar hale gelmişlerdi.
Kaçıp gitmelerinin gerçek nedeni bu idi.
***
Tövbeciler ordusu gitgide azalarak yollarını devam ettiler.
Kayyare denen yere vardıklarında Kufe valisi Abdullah b. Yezid’in mektubu Süleyman b. Surad’a ulaştı.
Abdullah b.Yezid mektubunda şunları yazıyordu:
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile,
Kufe valisi Abdullah b. Yezid’ten Süleyman b. Surad ve ya-nındaki Müslümanlara!
Selamünaleyküm!
Bu yazı size öğüdü kulak tutulup uyulması gereken bir kişinin gönderdiğidir.
Sizin az bir kuvvet ile çok kuvvetlere doğru gitmekte olduğu-nuzu haber aldım.
Yapmak istediğiniz iş dağları külünk ile kaldırmayı çalışmaya benzer.
Böylesine akıl, mantık dışı işler hem kınanır, hem de yerilir.
Ey kavmimizin güzide insanları!
Az kişi ile üzerlerine gittiğiniz çok kişiler size galip gelirler. Sizleri ya öldürürler ya da esir alırlar. Sonunuz zillet olur.
Ey Müslümanlar!
Dinimiz bir ve beraber olmamızı, nefislerimiz bile, bile tehli-kelere atmamamızı, öldürtmememizi emreder.
Bizimde sizinde düşmanınız aynıdır.
Bizler ne zaman söz ve gücümüzü birleştirmiş isek düşmanla-rımıza galip gelmişizdir.
Ne zaman ihtilaflara düşüp ayrılmış, bölünmüş isek düşman-larımızı bize galip gelmiş, boyunlarımızı onların keskin kılıçlarına, elle-rimizi bağ iplerine teslim etmişizdir.
Ey kavmim!
Sakın bu nasihatlerimi kulak ardı, minder altı yapmayınız. Emrime aykırı davranmayınız.
Peygamber efendimizin buyruğuna, sünnetine karşı gelme-yiniz.
Yazım sizlere okununca bulunduğunuz yerden geri dönüp bize kavuşunuz.
Allah sizi emrettiği yoluna getirsin. Günah işlemekten beri tutsun.
Allah’ın emirlerine, peygamberinin sünnetine uyan, başlarına tayin edilmiş olanların emirlere itaat eden halis kullarından eylesin.
Vesselam! “
Süleyman b. Surad tövbeciler grubunun önde gelenlerine mektubu okuduktan sonra:
“-Bu konudaki görüşünüzü bana bildiriniz” dedi.
Onlarda:
“-Geriş dönüş konusunda daha önce görüşlerimiz açıklamış-tık. Görüşlerimizde bir değişiklik olmadı. Görüşümüz yine o görüştür” dediler. Dönmeye yanaşmadılar.
Ardından:
“-Sen bizim liderimiz, yol göstericimizsin. Senin görüşün ne-dir?” diye sordular.
Süleyman b.Surad:
“-Benim görüşümde sizin görüşünüz gibidir. Yola çıktığımızda azlık olduğumuzu, çoğa doğru gittiğimizi; keskin kılıçların, sivri mızrak-ların üzerimize döneceğini zaten biliyorduk.
Vallahi bizim iki iyiliğe; şehitliğe ya da zafere bu günden daha yakın olduğumuz gün yoktur.
Allah bizi hak üzere topladı ve yollara çıkardı. Şehit olmayı ya da zafer kazanmayı bizlere gönülden istetti.
Allah’ın fazl-ı kerimi ile iki iyilikten birine böylesine yakın ol-muşken nasıl döneriz?
Eğer kaderimizde zafere ulaşamayıp şehit olmak var ise oda bizim için büyük kazançtır.
Niyetlerimize göre günahlarımızdan tövbe edici, Allah’ın biz-leri affetmesini umucu olarak hak yolunda ölmüş oluruz” dedi.
Süleyman b. Surad Kufe valisi Abdullah b.Yezid’e şu cevabı yazdı:
“-Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile!
Süleyman b. Surad ve yanındaki müminlerden Kufe valisi Abdullah b. Yezid’e:
Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun.
Mektubunu aldık, okuduk ve anladık.
Mektubundaki güzel ifadeler senin güzel bir emir, iyi bir dost, hayırlı bir kardeş olduğun konusundaki kanımızı pekiştirdi, sana olan güven ve sevgimizi artırdı.
Vallahi bizler her şeyin Allah’tan geldiğine inanır, istişare ede-rek öğüt alır ve verir; her hal üzere Allah’a hamd-ü senalar ederiz.
Cenab-ı Allah; Kuran-ı Azimüşşan'ın tövbe suresi 11 ve 112 ayetlerinde; şüphe yok ki Allah hak yolunda düşmanları öldürmekte ve öldürülmekte olan müminlerin canlarını ve mallarını cennetler karşılığı satın almıştır.
Onun Tevrat’ta İncil’de ve Kuran’da zikrolunan bu vaadi Kendisi üzerine hak ve kesin bir vaattir.
Allah’tan ziyade ahdine vefa eden kim var?
O halde ey müminler!
Yapmış olduğunuz bu kârlı alışveriş için sevininiz. Bu ne büyük saadettir.
O tövbe edenler, ibadet edenler, hamt edenler, insanlara iyiliği emredenler, kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın çizdiği sınırları koruyanlar yok mu?
İşte onlar cennetliktir.
Sen o müminleri cennetlerle müjdele buyurduğunu işitmi-şizdir.
Bu kavim yapmış oldukları biatler ile müjdelenmişler, gaflete düşerek işledikleri büyük suçlardan dolayı tövbe edip Allah’a yönel-mişler, Allah kendileri için takdir ettiklerine, hükümlerine rıza gös-termişlerdir.
Ey yüceler yücesi Allah! Rabbimiz!
Biz sana tevekkül ettik. Sana döndük. En son dönüş ve varış Sanadır.
Biz bu yola geri dönmek için çıkmadık.
Müminlere selamlar olsun.
***
Kufe valisi Abdullah b. Yezid mektubu alınca:
“-Ölmeyi gönülden isteyen, bunu şiddetle arzu edip koşuşan bir kavimden sonuçta size gelecek, isteklerine kavuştukları, öldürül-dükleri haberidir.
Allah’a yemin ederim ki İslam adına hayırlara vesile olabile-cek iyi Müslümanlar öldürülmüş olacaktır.
Keşke öldürülmeleri daha hayırlı bir iş için olsa idi.
Korkarım ki öldürülmeleri düşmanlarına zarar, Müslüman kardeşlerine fayda vermediği gibi düşmanlarının azametlerini artıra-caktır” demekten kendini alamadı.
0 notes
kerbelafaciasi · 2 years
Text
***
Yezid b. Haris daha önce sokak başlarında uygun gördüğü yerlere okçular yerleştirmişti.
Muhtar b.Ebu Ubeyd ve arkadaşları yerlerinden çıkıp Kufe’ye girerken bu okçular tarafından oka tutuldular.
Muhtar o yönden Kufe’ye girmekten vazgeçti. Yönünü değiştirip Namazgâh tarafından Kufe’ye girdi.
Dağılıp kaçışanların bir kısmı Vali Abdulah b. Muti’nin yanına geldi.
Raşid b. İyas’ın öldürüldüğü haberini alınca valinin iki elleri yana düştü, elleri böğründe kaldı.
Amr b. Haccac atılarak:
“-Ey vali! Sen ki müminlerin emiri Abdullah b. Zübeyr tarafından atanmış bir kişisin. Ellerini çaresizlikle yana düşürmek sana yakışmaz. Ellerin böğründe de kalmasın.
Sen halkın yanına git. Onlar yalnız seni tanır ve isterler. Onları hak adına, din adına çarpışmaya davet et.
Halkın sayısı çoktur. Karşındakiler ise azdır.
Vallahi halkı yanına alır isen karşındakiler rezil olarak inlerine geri dönerler.
Halkı senin için çarpışmaya davet edenlerin ilki ben olacağım” dedi.
Abdullah b.Muti:
“-O zaman sen halka çağrı yap. Mescitte toplansınlar” dedi. O da çağrı yaptı.
Halk valinin çağrısına uyarak mescitte toplandı. Abdullah b. Muti minbere çıktı. Allah’a hamd-ü senadan sonra şunları söyledi.
“-Ey insanlar!
Şaşılacak şeylerin en şaşılacak olanı sayı bakımından sizlerden çok daha az; bozuk dinli, sapmış ve saptırıcı bir takım kimseler karşısında aciz kalmanızdır.
Ben Müminler emiri Abdullah b. Zübeyr tarafından üzerinize vali olarak atanmış kişiyim.
Emirlerime uymanız vaciptir. Aksi halde büyük günahlara girersiniz.
Size emrediyorum. Asilerin üzerine gidiniz. Ailelerinizi, mallarınızı onlardan koruyunuz.
Aksi halde bir kısmınız öldürülecek, bir kısmınız köle olacak, mallarınız ellerinizden alınacak, mallarınıza onlar ve onlara katılanlar sahip çıkıp, ortak olacaktır.
Unutmayınız.
Savaşmazsanız o asiler grubu çekirgeler gibi çoğalırlar. İzzet ve şerefiniz elden gider. Dininiz bozulur. Hem dünyanızı, hem de ahretinizi kaybedersiniz.
Sizlere komutan olarak atadığım Nevfel b. Musahık’ın etrafına toplanınız.” Dedi
***
Muhtar b. Ebu Ubeyd adamlarıyla birlikte namazgâh yönünden Kufe’ye girip Müzeynelerin oturduğu yere kadar çıktı. Mescidin bulunduğu yere geldi. Burası Kufe dışında bir mahalle idi.
Mahalle sakinler onları su ile karşıladılar. Arkadaşları içti. Muhtar içmedi. Çünkü oruçlu idi. Bir kaç sırdaşı dışında bunu kimse bilmiyordu.
Biraz daha ilerlediler.
İbni Eşter Muhtar’ın yanına gelerek:
“-Allah düşmanlarımızı hezimete ve mağlubiyete uğrattı, onları zelil etti. Kalplerine korku düşürdü.
Şimdi onlar; ellerinden ayaklarından canları çekilmiş, titrer durumdadır.
İstersen sen burada konakla. Bizi gönder. Ne yapmamızı istersen emret ” dedi.
Muhtar:
“-Bulunduğum yer benim değil acizlerin, zayıfların yeri olsun. Yaşlı, zayıf, hastalıklı olanlar burada otursun. Erişebilecekleri yerlere eşyalar yiyecekler koyunuz.
Hayır dualarını aldıktan sonra düşmanlarınıza karşı harekete geçiniz” diye emretti.
Karışık nizamda biraz daha ilerledikten sonra Muhtar ordusunu savaş nizamına soktu. İbni Eşter öncü birliklerin komutanı olup en öne geçti.
Bu ara Vali Abdullah b. Muti iki bin kişilik bir birlik hazırlamış Amr b. Haccac komutasında üzerlerine göndermişti.
Muhtar Amr b. Haccac’ın iki bin kişilik bir birlikle üzerlerine geldiği haberini alınca Yezid b. Enes’i çağırıp:
“-Amr b. Haccac iki bin kişilik ordusu ile üzerimize gelmektedir. Birliğinle onu karşıla” emrini verdi.
Muhtar, Halit b.Abdullah namazgâhına gelince durdu.
İbni Eşter’e:
“-Künase denen yere kadar git. Ne buldun ise onu bana bildir” diye emretti.
İbni Eşter Kufe’nin ortalarına kadar geldiği sıralarda Şimr b. Zilcevşen’in iki bin kişilik ordu ile bir başka yönde üzerine geldiği haberini aldı. Hemen Muhtar’a bildirdi.
Muhtar iki değerli komutanı ibni Enes ile İbni Eşter farklı görevlerde olduklarından Şimr Zilcevşen’ine karşı Said b. Munkız’ı görevlendirdi.
***
Vali Abdullah b. Muti yerine Şebes b. Ribi’yi bırakarak isyancıları dört bir yandan saldırıp yok etmek amacıyla köşkünden çıktı. Askerleri ile birlikte Kunase denen yere doğru ilerledi. Uygun bir yere kondu.
Muhtar’ın öncü kuvvetler komutanı olan İbrahim b. Eşter, Abdullah b.Muti ve askerlerinin yakınlarına kadar sokuldu.
Yanında bulunanlara:
“-Atlarınızdan ininiz. Kılıçlarınızı sıyırıp yürüyünüz. Şu gördükleriniz canları tatlı, korkak kişilerdir.
Kılıçlarınızın sıcaklığını üzerlerinde hissettiklerinde kurtları gören keçi sürülerinin ürküp kaçıştıkları gibi kaçışıp dağılırlar. Abdullah b. Muti’nin yanında ona su verecek bir kişi bile kalmaz” dedi.
Abdullah b. Muti ve uyanındakiler saldırılacak kadar yakınlaşınca İbrahim b. Eşter ve yanındakiler eteklerini bellerine soktular, gömleklerini cübbeleri ile örttüler. Kılıçlar havada idi.
İbrahim b.Eşter:
“-Saldırınız şunlara! Sizlere feda olsun amcalarım dayılarım” diye bağırınca hücuma kalktılar.
Karşı taraf kılıçların sıcaklığına dayanamadı. Çok geçmeden dağıldılar. Kaçarken birbirleri üzerine yığıldılar. Gök ekin gibi biçildiler.
Kaçmayı başaranlar dükkânlara, mescitlere sığındı. Abdullah b. Muti ise köşküne geri döndü. Köşk kapılarını sıkı sıkıya kapattırdı.
Muhtar köşkün çarşı tarafına gelip kondu. Köşk muhasara altına alındı, kuş uçurtmadılar.
Köşktekiler un dışında yiyecek bir şey bulamaz hale geldiler.
Abdullah b. Muti kendisi gibi kaçıp köşke sığınmış bulunan Kufe eşrafı ile konuşup danıştı.
Şebes b. Ribi:
“-Allah sana iyilikler versin.
Senin için şimdi kendinden başkasını düşünme vakti değildir. Şu an sen yalnız kendini ve yanındakileri düşün. Vallahi kuşatanlar ne senden, ne de yanındakilerden vazgeçmezler. İllaki sizleri isterler” dedi.
Abdullah b.Muti diğerlerine dönerek:
“-Bana görüşlerinizi bildiriniz. Ne yapmamız gerekiyor?” Diye sordu.
Şebes b. Ribi dışındakiler suspus olmuş, kara düşünceler içinde idiler. Ağızlarını bıçaklar açmıyordu.
Şebes b. Ribi:
“-Ey vali!
Görünen o ki yapabileceğiniz tek iş çıkıp başımıza gelen bu işin sahibi olan adamdan aman dilemen, kendini ve yanında bulunanları helak olmaktan kurtarmaya çalışmandır” dedi.
Abdullah b. Muti:
“-Ben buraya müminler emirinin gönderdiği valisiyim. Onu temsil ediyorum. O ise bir başkaldırıcıdır. Benim ona gidip aman dilemem hoş olmaz” dedi.
Şebes:
“-Ey vali! Eğer aman dilemeyi uygun görmezsen kendini ve yanındakilerin canını kurtarmaya bak.
Kufe içinde kimsenin bilemeyeceği, itimat edilir bir dostunun yanına git. Orada gizlen. Fırsat bulduğunda çık git. Adamına kavuş” dedi.
Abdullah b.Muti suspus olmuş kara düşünceler içinde kaybolup gitmiş, korku ile titreşen Kufe eşrafına dönerek:
“-İbni Ribi’nin benim için yaptığı tavsiyeyi duydunuz. Sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz. Bana fikrinizi açıkça bildirin” dedi.
Onlarda:
“-Ey vali! Vallahi bizim, onun görüşü dışında bir görüşümüz yoktur. Sen nasıl uygun görürsen öyle davran” dediler.
Abdullah b. Muti kuşatmanın üçüncü günü köşkte bulunanları toplayıp Allah’a hamd-ü senadan, peygamber efendimize salât-ü selamdan sonra şunları söyledi:
“-Başımıza gelen şu işler içinizdeki rezillerin, sefihlerin; hor, hakir ve soysuz olanların yaptıklarıdır.
İçinizde hak ve hakikat için bana itaat edip yardım etmeye çalışanlarınız da oldu.
Nasip olur da ulaşabilirsem bunu müminler emirine bildireceğim.
Sonuçta Allah’ın takdir ve emir ettikleri meydana gelir. Kaderimiz ne ise onu yaşarız.
Görüşlerinizi bana işaret ettiniz ve bildirdiniz. İstişare sünnetini gerektiğince yerine getirdik.
Ben köşkten ayrılıp gitmeyi daha uygun gördüm” dedi.
Şebes b. Ribi:
“-Ey vali! Allah seni hayırlarla mükâfatlanırsın. Aramızda hükmettiğin sürece hak üzere bulundun, haksızlık yapmadın, mallarımızı el sürmedin.
İkramlarda bulundun, iyilikler ettin.
Hayırlı öğütlerle eğrilerimizi doğrultmaya çalıştın.
Sonuçta başımıza gelen geldi, Allah’ın takdir ettikleri oluştu.
Vallahi sen izin vermedikçe buradan ayrılmayacak emanetini hıyanet etmeyeceğiz” dedi.
Abdullah b.Muti:
“-Allah sizleri hayırlarla mükâfatlandırsın” dedikten sonra köşkten ayrıldı. Ebu Musa el- Eş’ari’nin Kufe’deki evine gitti, oraya saklandı. Orada aranmayacağını umuyordu.
***
Abdullah b.Muti gittikten sonra köşk çalışanları kapıları Muhtar’a açtılar.
“-Ey Ebu Ubeyd! Biz burada çalışan kişiler, emir kulları idik. Bize aman var mı?” dediler.
Muhtar:
“-İhanet etmediğiniz sürece emniyet içindesiniz” dedi.
Köşktekiler birer ikişer çıkıp Muhtar’a biat ettiler.
Muhtar köşke girdi, geceyi köşkte geçirdi.
Haklarında karar verilmemiş halkın eşrafı köşkün kapısında ve mescitte sabahladılar.
Muhtar mescide gelip minber çıktı, Allah’a hamd-ü senadan sonra şunları söyledi.
“-Hamdolsun o Allah’a ki dostuna yardım etti. Düşmanına hüsrana uğrattı. Bu, Cenab-ı Allah’ın vaadi ve hükmüdür. Allah muhakkak ki vaadini ve hükmünü yerine getirir” dedikten sonra Taha suresinin 61nci ayetini okudu.
Cenab-ı Allah bu ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyordu:
“-..Allah’a karşı yalan uyduran herkes muhakkak hüsrana uğramıştır.”
Muhtar ayet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle devam etti:
“-Ey insanlar! Hakka sırtını dönenler, karşı koyanlar, yalan sayanlar, yüz çevirenler bizden uzak dursun ve kahrolsun.
Ey insanlar!
Giriniz, yaklaşınız. En doğru şekilde biat ediniz. Biatiniz sağlam ve içten olsun.
Semayı yuvarlak bir tavan, yeri de yürümeye elverişli halde var eden; geniş yollarla, ulu çöllerle döşek gibi yapan Allah’a ant olsun ki siz Ali b. Ebu Talib ve hanedanından sonra böyle bir hidayet biati yapmadınız” dedi. Minberden inip köşke girdi.
Halk ve eşraf ardından köşke girdiler.
Muhtar başköşeye oturup elini uzattı. Sıra ile gelip biate hazırlandılar.
Muhtar:
“-Biat edecekler Allah’ın kitabına peygamberinin sünnetine sarılmak ehl-i beytin kanlarını aramak, intikamlarını almak, haramları helalleştirenler ile çarpışma, zayıfların üzerinden zalimlerin zulmünü kaldırmak üzere biat etsin” dedi.
Biat edeler bu temellere göre biat ettiler.
Biat bitince Muhtar:
“-Biz, bizimle çarpışanlarla çarpışır, barış içinde olanlarla barış içinde oluruz.
Görevli olanlar halka karşı iyi ve anlayışlı olsun. Kimseye haksızlık ve zulüm etmesin” dedi.
***
Her ne kadar rakip, düşman gibi görünseler de Abdullah b. Muti ile Muhtar gerçekte yakın tanış idiler.
Gizlendiği yer anlaşılınca durum Muhtar’a bildirildi.
Muhtar bilmezden, duymazdan geldi. Yakalanmasını engel olduğu gibi yüz bin dirhem para ile şu mesajı gönderdi:
“-Zannederim paran olmadığı için çıkıp gidemiyorsun.
Gönderdiğim parayı al, yol hazırlığını gör ve hemen yola çık. Çünkü gizlendiğin yer öğrenildi. Daha fazla görmezden gelemem.”
***
Muhtar Kufe hazinesinde dokuz milyon dirhem buldu. Kendisi ile çarpışmalara katılanlara beşer yüz, sonradan katılanlara ise ikişer yüz dirhem dağıttı.
Muhtar Kufe halkına karşı müşfik ve anlayışlı davranıyor; sık, sık halk arasına karışıyor, onlarla konuşup, dertleşiyordu.
Muhtar; Abdullah b. Kamil’i Kufe emniyet amiri, azatlı köle Keysan Ebu Amre’yi muhafız birliği komutanı yaptı.
Kendisine bağlı yerlere adamlar, memurlar göndererek düzen ve adaleti sağladı.
Sancaklar bağlayıp cihat için İbrahim b. Eşter’in anne bir kardeşi Abdullah b. Haris’i Ermeniye’ye, ardından Muhammed b. Umey- ru’l-Utarid’i Azerbaycan’a gönderdi.
Cihat girişimleri artarak devam etti.
Her şey yoluna girdikten sonra halk için adalet meclisi kurdu.
Kadılık için Şureyh’i davet etti ise de o hastalığını bahane ederek gelmedi Gerçek neden Muhtar’dan korkması idi.
Şureyh gelmeyince Abdullah b. Utbe b.Mesut’u kadı olarak atandı.
0 notes