Tumgik
#Dokuz oğul
nesrin-c · 1 year
Text
"Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda."
Nazım Hikmet
28 Nisan 1960'da Beyazıt Meydanı'nda katledilen #TuranEmeksiz hürriyete adadığı bedeniyle kalbimizde yaşıyor.
"Orman mühendisi olacağım.Bu dağları ağaçlandıracağım."
TURAN EMEKSİZ (1940 Malatya-28 Nisan 1960 İstanbul)
Turan Emeksiz
Bir yürüyüş eylediler sabahtan
Ilgıt Ilgıt kan gider loy loy!
Dayan dizlerim dayan!
Ağla gözlerim ağla!
Namlu puşt olmuş,at ayağı puşt.
Yine düşman elindeydi vatan
Bir oğul çıktı Malatya'dan:
Anası Yılmaz çağırırdı
Haram süt emmemişti anadan.
Ve Beyazıt derler bir büyük alan
Düşman sarmıştı sağı solu
Düşman çok,cephane yoktu.
Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu
Amandı el aman!
Tank paletleriydi alanda dönen
Kusan namlularda,kalleş ölümcül
Ve vuran ve kıran ve haykıran
Malatyalı şöyle bir baktı
Ana baba günüydü herhal
Her yönde toz duman!
Vay anam vay!
Bu belalı başınan
Kime ne diyem
Kime ne diyem
Nerelere gidem
Ya derdime dermen
Ya katlime ferman!
Başı daralınca Yılmaz'ın
Baktı atacak taşı yoktu
Baktı eli durmuş,ayağı durmuştu
Vurulmuştu.
Çıkardı yüreğini kan içinde
Çarptı kötünün kafasına
Hay bu nasıl devran?
28
Nisandı
Yavri
Hey!
Ham
Meyveyi
Kopardılar
Dalından
(Mayıs 1960)
Enver Gökçe
Tumblr media
79 notes · View notes
yalnzardc · 7 months
Text
Şit / Şîs Aleyhisselâm
* Şîs aleyhisselamın babası Adem aleyhisselâm, annesi de Hz. Havva'dır.
Adem aleyhisselamın oğlu Kabil, kardeşi Habili kıskanarak öldürdükten beş yıl sonra Şîs (Hibetullah) aleyhisselâm doğdu.
* Adem Aleyhisselâm'dan sonra Şit (a.s.) yeryüzünde halife oldu. Rivayet ederler ki Adem (a.s.) öldüğü zaman oğul ve oğullarının çocukları 40.000 kadar olmuştu. Şit (a.s.) hepsine padişah oldu. Mekke'de oturdu. Ömrünü Mekke'de geçirdi.
* Şit'den (a.s.) İdris'e (a.s.) kadar hiçbir peygamber gelmedi.
* Şit (veya Sis) İbranî dilincedir ve Allah'ın hediyesi demektir.
* Adem aleyhisselâmdan sonra oğullarından, Kabe'nin onarımını ilk defa, taşla ve çamurla yapan da Şîs aleyhisselam idi.
* Şîs aleyhisselâm, vefat ettiği zaman, dokuz yüz on iki yaşında idi.
İdris aleyhisselâm da o zaman yirmi yaşında bulunuyordu.
8 notes · View notes
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 27 ŞUBAT (731)
(GÖK/KÖK TÜRK) TÜRK DEVLETİNİN EN ÖNEMLİ
KUMANDANLARINDAN VE YÖNETİCİ
KÜL TİGİN’İN ÖLÜMÜNÜN YIL DÖNÜMÜ.
SAYGIYLA ANIYORUM.
Kül Tigin veya Köl Tigin (𐰚𐰇𐰠𐱅𐰃𐰏𐰤‎, d. 684 - ö. 27 Şubat 731),
İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı’nı ağabeyi Bilge Kağan ile birlikte yöneten devlet başkanıdır. Kül Tigin devletin askeri kanadını yönetiyordu.
Kutluk Kağan'ın oğlu, Bilge Kağan'ın kardeşi ve İstemi Kağan'ın torunudur.
Babası Kutluk Kağan (İlteriş) öldüğünde ağabeyi Bilge 8, Kül Tigin ise 7 yaşındaydı. Ağabeyiyle birlikte amcası Kapağan Kapgan Kağan tarafından büyütüldü. Kapağan Kağan, Türk töresine aykırı hareket ederek ölmeden önce kendi oğlunu veliaht ilan etti ve yeğenlerinin iktidar adaylığını geçersiz kıldı. Ancak Kapağan'ın ölümünden sonra Kül Tigin, daha önce Mete Han'ın yaptığına benzer bir darbeyle yönetimi ele geçirdi, Kapağan Kağan'ın oğlunu destekleyen beyleri idam ettirdi, Kapağan döneminde geri plana itilen Tonyukuk'u ve Alp Eletmiş'i yanına alarak büyük bir temizlik yaptı ve sonunda, tahta ağabeyini oturttu. Bilge Kağan 32 yaşında, Kül Tigin de 31 yaşındaydı. Resmi lider Bilge Kağan olsa da ülkede asıl güç, ordu komutanı Kül Tigin'in elindeydi. Ağabeyi ile birlikte ülkelerindeki isyanları bastıran Kül Tigin’e ilişkin en sağlıklı bilgiler Orhun Yazıtları’nda yer alır.
Kül Tigin, 16 yaşında iken amcası Kapağan Kağan ile birlikte 50 bin kişilik Çin ordusuyla yapılan savaşa katıldı ve kahramanlığı ile dikkat çekti. Kül Tigin, 21 yaşında iken Çinli general Caca ile yapılan savaşta da yer almış ve üç atını kaybetmesine rağmen düşmanla çarpışmaya devam etmişti. Çinli askerlerin attığı 100’den fazla oktan kurtulmayı başararak, bu savaşın kazanılmasında büyük payı olduğu abidelerde yazılıdır. Kitabeler, Kül Tigin'in kahramanlık öyküleriyle doludur. Örneğin erkekler batı seferine çıktığı zaman Türk yurduna baskın yapan Kırgız,Oğuz ve çin kuvvetlerine karşı kadın ve çocukları örgütleyerek zafer kazanmasından bahsedilir. Kül Tigin hem başarılı bir savaşçı, hem de başarılı bir komutandır.Bununla birlikte Tarihte ender görülen bir olay olan iki kardeşin taht kavgasına tutuşmadan devleti birlikte yönetmesinde büyük pay sahibidir.
Kül Tigin, 26 yaşında iken Göktürk Devleti’ne başkaldıran Kırgızlara karşı düzenlenen sefere de katıldı. Sanga Dağı’nın eteklerinde 710 yılında yapılan savaşta, Kül Tigin’in savaşçılığı Çinlilerin de dikkatini çekti ve Çin kaynaklarında onu ‘Yenilmez Savaşçı’ olarak gösterdiler. Orhun Kitabeleri, bu savaşta Kül Tigin'in elinde bir hançerle kaplan gibi atılarak dokuz düşmanı biçtiğini anlatır.
Yuğ töreni
Kül Tigin 27 Şubat 731’de 47 yaşında iken öldü.[1] 1 Kasım 731’de kendisine büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Orhun Kitabeleri’nde Kül Tigin Yazıtında yazılanlara göre 47 yaşında iken Koyun yılında on yedinci günde öldü. Kül Tigin kony yılka yiti yigirmike uçdı (Kül Tigin anıtı Kuzey-doğu yüzü),[4] Kuzey Yüzü, ll-13: "Yogçı, sıgıtçı, Kıtany, Tatabı bodun başlayu, Udar Sengün kelti. Tabgaç kaganta İsiyi Likeng kelti. Bir tümen agı altun, kümüş kergeksiz kelürti. Tüpüt kaganta bölön kelti. Kurıya kün batsıkdakı Sogd Berçik-er, Bukarak uluş bodunta Enik Sengün, Ogul Tarkan kelti. On-Ok oglım Türgiş kaganta Makaraç Tamgaçı, Oguz Bilge Tamgaçı kelti. Kırkız kaganta Tarduş lnançu Çor kelti. Bark itgüçi, bediz yaratıgma, bitig taş itgüçi Tabgaç kagan çıkanı Çang Sengün kelti."
Kül Tigin yazıtı
"Yasçı, ağlayıcı olarak Kıtay, Tatabı milletinden başta Udar general geldi. Çin kağanından İsiyi Likeng geldi. On binlik hazine, altın, gümüş fazla fazla getirdi. Tibet kağanından vezir geldi. Batıda gün batısındaki Soğd, İranlı, Buhara ülkesi halkından Enik general, Oğul Tarkan geldi. On Ok oğlum Türgiş kağanından Makaraç mühürdar, Oğuz Bilge mühürdar geldi. Kırgız kağanından Tarduş İnançu Çor geldi. Türbe yapıcı, resim yapan, kitâbe taşı yapıcısı olarak Çin kağanının yeğeni Çang general geldi."[4]
yazıldığı gibi törene Çin, Kıtan, Tatabı, Tibet, İran, Soğd, Buhara, Türgiş, Kırgız ve diğer devlet boyları da katıldı. 732 yılında Kül Tigin'nin cenaze töreni için Orhon başkentine Türkçe adlı Ogul-Tarhan Buhara elçisi gelmiştir.[5]
Kül Tigin'in Orhun Yazıtları'nda emeği vardır. 732'de ağabeyi Bilge Kağan bir Kül Tigin Bengü taşı diktirmiştir. Kül tigin anıtı Batı yüzünde Bilge Kaganın ona ölümümünden sonra "İnançu Apa Yargan Tarkan" adını vermiştir.
Türk Bilge Hagan ayukıka inim Kül Tiginig küzedü olurttum.İnançu Apa Yargan Tarkan Atıg birtim Anı Ögtürtüm Türk Bilge Kağanı, nezaret etmek üzere, küçük kardeşim Kül Tigini gözeterek oturdum. İnançu Apa Yargan Tarkan adını verdim. Onu övdürdüm. [4]
Bu anıt, Baykal Gölü'nün güneyinde Koşo Çaydam gölü yakınındadır. Mermer üzerinde Göktürk yazısıyla "Kültigin koyun yılında 17. günde uçtu" diye yazar.
Ağabeyi Bilge Kağan 734 yılında ölmüştür. Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kül Tigin'in yaptıkları Göktürk Yazıtları'nda(Orhun Kitabeleri) tüm sadeliğiyle yer almaktadır.
0 notes
kaanozer · 2 years
Text
Tadeo Isidoro Cruz'un Yaşamı (1829 - 1874)
Yüzümü arıyorum bir zamanki Dünya yaratılmadan önceki
YEATS: Hem Genç Hem Yaşlı Bir Kadın
6 Şubat 1829'da, bütün gün Lavalle tarafından tartaklanan bir bölük gauço milisi, kuzeye, Lopez komutasındaki orduya katılmaya giderken, yürüyüş sırasında Pergamino'nun dokuz-on mil ötesindeki adını bilmedikleri bir çiftlikte mola verdiler. Tan ağarırken adamlardan biri uğursuz bir karabasan gördü ve yattığı barakanın loş gölgelerinde kopardığı şaşkın çığlık, yatağındaki kadını uyandırdı. Kimse onun uykusunda ne gördüğünü öğrenemedi, çünkü o ikindi, saat dört sularında gauçolar, Su'arez kuvvetlerinden bir süvari müfrezesinin baskınına uğrayıp yirmi milden fazla süren ve bastıran alacakaranlıkta uzun bataklık sazları arasında son bulan bir kovalamacada yenik düştüklerinde adam, kafatası Peru ve Brezilya savaşlarında görev almış bir kılıçla yarılmış olarak bir hendekte can verdi. Kadının adı lsidora Cruz'du. Doğurduğu oğlana Tadeo Isidoro adı verildi.
Burada amacım, onun özel yaşamını tümüyle anlatmak değil. Onun yaşamını oluşturan sürüyle gün ve gece içinde yalnızca bir tek gece çekiyor ilgimi; geri kalana gelince, o gecenin tam olarak anlaşılması için gerekenleri aktaracağım yalnızca. Başlangıçtaki alıntı ünlü bir şiirdendir yani zamanla "herkese her şey" anlamına gelmiş (Ben Korintliler 9:22) bir şiirdendir, çünkü nice sayısız değiştirim, uyarlama ve saptırma okunmuştur sayfalarına. Tadeo Isidoro'nun öyküsüne kuramlar getirenler -bir sürü düşünür- uçsuz bucaksız düzlüklerin onun kişiliğindeki etkisi üstünde durdular ama ona tıpatıp benzeyen gauçolar, Parana'nın ağaçlık kıyılarında Uruguay'ın dağlık geri yörelerinde doğup ölmüştüler. Cruz, doğruyu söylemek gerekirse, kapanık bir barbarlık dünyasında yaşadı. 1874'te çiçek salgınında öldüğünde ne bir dağ görmüştü, ne bir gaz memesi, ne bir yel değirmeni tulumbası. Ne de bir kent. 1849'da Francisco Xavier Acevedo'nun çiftliğinden alınacak bir davar sürüsünü gütmek üzere Buenos Aires'e gitti. Öteki davar tüccarları, para yemeye kente indiler. Cruz, nedense biraz bitkin, ağılların bulunduğu mahalledeki döküntü handan pek uzaklaşmadı. Orada tek başına, yerde uyuyarak, matè'sini demleyerek, tan ağarırken kalkıp akşam alacasında yatağa girerek günlerini geçirdi. Birdenbire (sözcüklere hatta algılara sığmayacak bir biçimde) kentle başedemeyeceğini anladı. Tüccarlardan biri, kafayı iyice bulduğunda onunla dalga geçmeye başladı. Cruz onu görmezden geldi, ama birkaç kere eve dönüş yolunda, gece kamp ateşinin çevresinde otururlarken adam yine alaylarını sürdürünce Cruz, (o ana kadar ne bir öfke ne de bir sıkılma belirtisi vermişti) bıçağıyla onun işini bitirdi.
Kaçarken, bataklık çalılarına gizlenmek zorunda kaldı. Birkaç gece sonra, ürken bir yağmur kuşunun ötüşü, onu uyardı, polis çevresini sarmıştı. Bıçağını kalın bir çalı öbeğinde sınadı ve ayaklarına dolaşmasın diye mahmuzlarını çıkardı. Teslim olmak yerine savaşmayı seçtiğinden kolundan, omuzundan ve sol elinden yaralandı. Parmaklarından sızan kanı hissedince daha da kıyasıya savaştı, peşindeki adamların en zorlularını öldüresiye yaraladı. Tan sökümüne yakın, kan kaybından yorgun düşünce yakayı ele verdi. O günlerde ordu, bir çeşit cezaevi işlevini görüyordu; Cruz, kuzey sınır bölgesindeki bir ileri karakola gönderildi. Sıradan bir er kimliğiyle iç savaşlarda görev aldı, bazan doğduğu eyalet adına bazan ona karşı savaşarak. 1856'da Ocak ayının yirmi üçünde, Cardoso bataklıklarında Başçavuş Eusebio Laprida komutasında, iki yüz çatışmada mızrakla yaralanmıştı. Kızılderili ile çarpışan o tuz beyaz adamdan biriydi. Cruz'un bulanık ve gözüpek yaşam öyküsü boşluklarla dolu. 1868 dolaylarında Pergamino'dan bir daha haberini alıyoruz, ya evliymiş ya da bir kadınla yaşıyormuş, bir oğul babasıymış, küçük bir toprağı varmış. 1869'da Cruz, yerel jandarma şefliğine getirildi. Geçmişindeki lekeyi silmişti ve o günlerde olaki kendini mutlu bir adam sayıyordu, ta derinde değilse bile. (Onu pusuda bekleyen gelecekte gizlenmiş apaçık bir aydınlanma gecesiydi - neden sonra kendi yüzünü gördüğü gece, neden sonra kendi adını duyduğu gece. Besbelli o gece, özünü damıtıyor öyküsünün; daha doğrusu o gecenin bir anı, bir davranış (çünkü davranışlar bizim simgelerimizdir) Herhangi bir yaşam, istediği kadar uzun ya da karmaşık olsun, tek bir an'dan oluşur aslında -kişinin kim olduğunu keşfettiği andan. Büyük İskender'in demirden geleceğini Achilleus'un meselinde, İsveç'in XII. Şarl'ınınsa kendininkini İskender'in öyküsünde gördüğü söylenir. Okumayı bilmeyen Tadeo Isidoro Cruz bu esini bir kitapta bulmadı; bir insan-avında ve avladığı adamda öğrendi kim olduğunu.
Olay şöyle geçti:
1870 Haziran'ının son günlerinde Cruz, iki adamı öldürmüş bir kaçağı yakalamakla görevlendirildi. Adam, güney sınırındaki Albay Benito Machado birliklerinden firar etmişti; bir genelevde çıkan bir sarhoş kavgasında bir zenciyi, bir başkasında da Rosas'ın yanlaşlarından birini öldürmüştü. Hakkındaki rapora, en son Laguna Colorada yakınlarında görüldüğü de eklenmişti. Orası, kırk yıl kadar önce, cesetlerinin akbabalarla köpeklere yem olmasıyla sonuçlanan feci serüvene çıkmadan önce gauço milis bölüğünün konakladığı yerdi. Aynı yerden, sonraları Buenos Aires'in merkezindeki alanda, son sözlerini kalabalığa duyurmamak üzere çalınan davullarla bir idam mangasının önüne dikilen Manuel Mesa da çıkmıştı; aynı yerden, Cruz'un babası, Peru ile Brezilya savaş alanlarında görev almış bir kılıçla kafatası yarılan o bilinmeyen adam da çıkmıştı. Cruz, yerin adını unutmuştu. Şimdi, belirsiz ve bocalatıcı bir tedirginlikten sonra anımsıyordu... Peşinde askerlerle, at üstünde ileri geri savrularak uzun bir labirent örmüştü avlanılan adam, yine de on iki Temmuz gecesi, bölükler izini buldular. Uzun sazların arasına sığınmıştı. Karanlıkta göz gözü görmüyordu nerdeyse; Cruz'la adamları yaya olarak sinsice yaklaştılar ortası dalgalanan çalı öbeğinde gizlice bekleyen ya da uyuklayan adama doğru. Ürkmüş bir yağmur kuşu öttü. Tadeo Isidoro Cruz, bu anı daha önce yaşamış olduğu duygusuna kapıldı. Avlanılan adam, gizlendiği yerden çıkıp onlarla açıklıkta dövüşmeye davrandı. Cruz, iğrenç karaltıyı seçti - darmadağın saçlarıyla, boz sakalı yüzünü yiyip bitiriyordu sanki. Bunun ardından gelen dövüşü ince ince anlatmamı açık bir neden engelliyor. Yalnızca kaçağın Cruz'un adamlarından birçoğunu kötü yaraladığını ya da öldürdüğünü belirteyim. Cruz karanlıkta dövüşürken (gövdesi karanlıkta dövüşürken) anlamaya başladı. Hiçbir yazgının ötekinden daha iyi olmadığını ama herkesin kendininkine uyması gerektiğini anladı. O anda apoletinin ve üniformasının yoluna dikildiğini anladı. Gerçek yazgısının, sürüden bir köpek gibi değil, tek başına bir kurt gibi yaşamak olduğunu anladı. Öbür adamın kendisi olduğunu anladı. Sınırsız düzlüğe günün ışıkları vurdu. Cruz, kasketini attı, yiğit bir adamı öldürme suçuna katılmayacağını haykırdı ve kendi askerleriyle vuruşmaya başladı. Kaçakla, Martin Fierro'yla omuz omuza.
Çeviren: Tomris Uyar Jorge Luis Borges, Alef
2 notes · View notes
Text
"Halktv'den Dilan Alp'in haberine göre, baba-oğul balık satıyorlardı ancak zabıta tezgaha el koydu. Dokuz yaşındaki çocuk, zabıtayı engellemek için arabanın peşinden koşarken, “bırakın” diye bağırdı, olayın görüntüsü sosyal medyada gündem oldu.
O gün yaşadıklarını, “Zabıta boğazımı sıktı ve ‘Devleti de zabıtayı da tanıyacaksın’ dedi” sözleriyle anlatan çocuk, duruma tepkisini dile getirdi. Baba ise zor durumda olduklarını belirterek “Çocuğumun psikolojisi bozuldu” dedi."
18 notes · View notes
ibokumus · 3 years
Text
Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girdi. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem; ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu!
Eksikte olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biriydi Mustafa. Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gömdü. Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine sakladı.
Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça, ne eksik bacağını hisseder oldu, ne de dokuz yılın hediyesi tüberkülozun genzinde hissettirdiği kanın tadını. Tek bacağı üzerinde ilerledikçe, vuslatın sıcaklığını hissetmeye başladı.
Mustafa çeşme başına oturup biraz soluklandı, kana kana su içti. Az sonra, yanında merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaştı. Üniformalı birini görmek heyecanlandırdı Halil Emmi'yi. Giden kolay kolay gelmezdi geri bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine baktı… Yüzünü, saçlarını okşadı. Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başladı. Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir kelime çıktı dışarı. Sanki dokuz yıldır mahpustu ağzında; ‘’Mustafa’m!’’
Sarıldılar doyasıya… Hıçkırarak ağlayan Mustafa şaşırdı haline, ‘’demek hala dökecek gözyaşım kalmış’’ diye geçirdi içinden.
Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürdü Mustafa’yı. Avlunun tahta kapısından içeri girip, tahta bir sandalyeye oturttu. Halil Emminin ağlaması hala son bulmamıştı. Kendini biraz toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini sildi. Hafif bir tebessümle: ‘’Hoş geldin Mustafa’m, Nasılsın?’’ diyebildi. Mustafa, sessiz bir şekilde; ‘’şükür’’’ dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koydu. Yorgun gözleriyle Halil Emm'inin gözlerine baktı. Heybesinden bir zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzattı.
Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açtı, okumaya başladı. Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın Tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını kaybettiğini ve artık konuşamadığını bildiriyordu. Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acılar yaşamış biriydi fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktı.
‘’Mustafa’m… Yiğidim! Anlıyorum hissettiklerini, heyecanını. Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda; gayri ölüm de gelse hoş gelsin derdim. Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti. Karın Zehra bebeğiyle ortada kaldı. Sizden bir haber alınamayınca öldünüz sandık. Ne bir mektup geldi, ne bir haber, ne de gidip de geri dönen biri. Ortada kalan muhtaç kadınlar harbe giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi. Zehra’da küçük kardeşin Hasan ile evlendi. Senin oğlun Ali’de Hasan’ı babası biliyor. Ama artık Ali demiyorlar, Mustafa diye değiştirdiler adını. Halil Emmi yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra olan biteni anlatmaya devam etti.
Mustafa duydukları karşısında önce tepkisiz kaldı. Göz damarlarının kızardığı fark ediliyordu. Artık daha acısını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştı dokuz yıl boyunca. Ayağa kalktı… Koltuk değneklerine tutunup kapıya yöneldi. ‘’Nereye oğul?’’ diye seslendi Halil Emmi. Mustafa mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret etti. Parmak ucunun gösterdiği yerde ‘’Kolağası Cafer’’ yazıyordu. Halil Emmi anladı Mustafa’yı… Geldiği yere geri dönecekti.
O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmadı. Geceyi beraber geçirdiler. Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazdı Halil Emmi. Tüm olan biteni uzunca anlattı. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu etti Mustafa’yı. Heybesine biraz para, biraz azık koydu. Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmadı.
Mustafa, bazen yaya, bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaştı. Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrendi. Mustafa’yı evine aldı. Kendi evlatlarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterdi. Mustafa her geçen gün daha da durgunlaştı. Hareketleri anlamsızlaştı. Bir müddet sonra akli dengesini kaybetti. Tüberkülozu ağırlaştı.
Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındaydı.
Ve karısı Zehra… Mustafa’m bir gün döner gelir diye, ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koydu. Zehra 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardı.
*Unutmayın! Bir zafer; binlerce acının birbirine örülmesiyle oluşur.
1 note · View note
aygultopal35 · 4 years
Text
DÎVÂN-I HİKMET ADLI ESERİNDEN
1. H İ K M E T
Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip
Tâliplere inci, cevher saçtım işte.
Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.
Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,
Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,
Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp
Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.
Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;
Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen;
Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;
Kani olup şevk şarabını içtim işte.
Medine’ye Resûl varıp oldu garip;
Gariplikte mihnet çekip oldu habip;
Cefa çekip Yaradan’a oldu karîp
Garip olup engellerden aştım işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
Aşk kapısını Mevlâm açınca bana erdi;
Toprak kılıp “Hazır ol!” diyip boynumu eğdi;
Yağmur gibi melâmetin oku değdi;
Tamren alıp yürek, bağrımı deştim işte.
Gönlüm katı, dilim acı, kendim zalim;
Kur’ân okuyup amel kılmaz sahte âlim;
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Hak’tan korkup ateşe girmeden piştim işte.
Altmış üçe yaşım yetti, geçtim gafil;
Hak emrini muhkem tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz, kazâ kılıp oldum kâhil
Kötüyü izleyip iyilerden geçtim işte.
Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden,
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verende şaştım işte.
İmanıma çengel vurup gamlı kıldı;
Pîr-i muğan “Hazır ol!” diyip afyon saçtı;
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti;
Allah’a hamd olsun, iman nuru götürdüm işte.
Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Azâzil’i kovup sürdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum işte.
Garip, fakir, yetimleri kıl sen şadman;
Parçalayıp aziz canın eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile kıl sen ihsan;
Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o bendeden Perverdigâr.
Ey habersiz, sen ver sebep, kendisi korur;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim işte.
Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim;
“Hak Mustafa emanetini lutfedin” dedim;
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim;
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.
Hurma verip, başımı okşayıp nazar kıldı;
Bir fırsatta âhirete sefer kıldı;
“Elveda!” diyip bu âlemden göçüp gitti;
Mektebe varıp, kanayıp dolup taştım işte.
İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum;
Işık saldı, kendimden geçip didar gördüm;
Selam verdim “Üskut!” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çâresiz olup durdum işte.
“Eya cahil, mâna ol!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasip etti, Azâzil’i tutup yendim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim işte.
Zikrini tamam edip döndüm divaneye;
Hak’tan başka birşey demedim bigâneye;
Mumunu izleyip çırak girdim pervaneye;
Kor ateş olup, kavrulup söndüm işte.
Adım, sanım hiç kalmadı lâ lâ oldum;
Allah yadını diye diye illâ oldum;
Halis olup, muhlis olup fenâ oldum;
Fena fii’llah makamına yükseldim işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;
Yer altına yalnız girip nurla doldum;
Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte.
Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı;
İnsanlara hasretle bakıp inlettirdi;
Zikr söylemeyip şeytan ile yâr eyledi;
Hazırsın diyip nefs yarasını deldim işte.
Kul Hâce Ahmed, gaflet ile ömrüm geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetti;
İyi amel kılmadan kervan olup göçtüm işte.
Eya dostlar, kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual;
Bu nasıl ruh, tene girmeden buldu kemâl?
Gözü yaşlı, halka yaralı, boyu hilâl;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Cibrîl dedi: Ümmet işi size haktır;
Göğe çıkıp meleklerden dersler alır;
Yedi tabaka gök iniltisiyle iniler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Bil, Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi;
“Kalû belâ” dedi ruhum dersler aldı;
Şüphesiz bilin , hak Mustafa “oğul” dedi,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı;
Ondan sonra bütün ruhlar selâm verdi;
Rahmet denizi dolup taş, diye haber ulaştı;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Rahim içinde belir” diye nida geldi;
“Zikr et!” dedi, uzuvlarım titreyiverdi;
Ruhum girdi, kemiklerim “Allah!” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak;
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek;
Yüz on dört bin müçtehit hizmet kılacak;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm;
Dokuz saat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü pâyesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm;
Derdimi deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Sahte âşık, sahte sofu görünce söğdüm;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan;
Bu hayasızdan sual sormayın, yolda kalan;
Kendisi de gizli, sözü de gizli, Hakk’ı bulan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
2. H İ K M E T
Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
Yol gösterdim, nice şaşkın yola girdi;
Nere varsam Hızır Baba’m yoldaş oldu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
Baş eğerek oruç tutmayı âdet kıldım
Gece gündüz zikrederek rahat kıldım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgiyi kesip hep tanıdık ve bağlardan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun, gördüm.”dedi, izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı;
Hûrîler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Namazını kılıp yerden kaldırdılar;
Bir anda cennet içine ulaştırdılar;
Ruhunu alıp İlliyyîn’e girdirdiler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Allah Allah, yer altında vatan kıldı;
Münker, Nekîr “Men Rabbük?” diye sual sordu;
Arslan Baba’m islâmından haber verdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Akıllı isen, erenlere hizmet kıl sen;
Emr-i mâruf kılanlara izzet kıl sen;
Nehy-i münker kılanlara hürmet kıl sen;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” dendi, başıma nur saçıldı;
Allah’a hamd olsun, pîr-i muğân mey içirdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Pîr-i muğân hak Mustafa, şüphesiz bilin;
Nereye varsanız, vasfını deyip ululayın;
Selâm verip Mustafa’ya ümmet olun;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Tebbürk deyip alıp yürüdü elden ele;
İnanmadım bu sözlere kaçtım çöle;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet;
Hâceliğe bina koydun, kılmadan tâat;
Hâceyim, deyip yolda kalsan, vay ne hasret;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
3. H İ K M E T
Sabahları kulağıma nida geldi;
“Zikr et!”dedi, zikrini deyip yürüdüm işte.
10 notes · View notes
mustafasalihbozok · 5 years
Text
Tumblr media
Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girdi. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem; ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu!
Eksikte olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biriydi Mustafa. Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gömdü. Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine sakladı.
Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça, ne eksik bacağını hisseder oldu, ne de dokuz yılın hediyesi tüberkülozun genzinde hissettirdiği kanın tadını. Tek bacağı üzerinde ilerledikçe, vuslatın sıcaklığını hissetmeye başladı.
Mustafa çeşme başına oturup biraz soluklandı, kana kana su içti. Az sonra, yanında merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaştı. Üniformalı birini görmek heyecanlandırdı Halil Emmi'yi. Giden kolay kolay gelmezdi geri bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine baktı… Yüzünü, saçlarını okşadı. Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başladı. Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir kelime çıktı dışarı. Sanki dokuz yıldır mahpustu ağzında; ‘’Mustafa’m!’’
Sarıldılar doyasıya… Hıçkırarak ağlayan Mustafa şaşırdı haline, ‘’demek hala dökecek gözyaşım kalmış’’ diye geçirdi içinden.
Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürdü Mustafa’yı. Avlunun tahta kapısından içeri girip, tahta bir sandalyeye oturttu. Halil Emminin ağlaması hala son bulmamıştı. Kendini biraz toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini sildi. Hafif bir tebessümle: ‘’Hoş geldin Mustafa’m, Nasılsın?’’ diyebildi. Mustafa, sessiz bir şekilde; ‘’şükür’’’ dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koydu. Yorgun gözleriyle Halil Emm'inin gözlerine baktı. Heybesinden bir zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzattı.
Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açtı, okumaya başladı. Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın Tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını kaybettiğini ve artık konuşamadığını bildiriyordu. Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acılar yaşamış biriydi fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktı.
‘’Mustafa’m… Yiğidim! Anlıyorum hissettiklerini, heyecanını. Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda; gayri ölüm de gelse hoş gelsin derdim. Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti. Karın Zehra bebeğiyle ortada kaldı. Sizden bir haber alınamayınca öldünüz sandık. Ne bir mektup geldi, ne bir haber, ne de gidip de geri dönen biri. Ortada kalan muhtaç kadınlar harbe giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi. Zehra’da küçük kardeşin Hasan ile evlendi. Senin oğlun Ali’de Hasan’ı babası biliyor. Ama artık Ali demiyorlar, Mustafa diye değiştirdiler adını. Halil Emmi yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra olan biteni anlatmaya devam etti.
Mustafa duydukları karşısında önce tepkisiz kaldı. Göz damarlarının kızardığı fark ediliyordu. Artık daha acısını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştı dokuz yıl boyunca. Ayağa kalktı… Koltuk değneklerine tutunup kapıya yöneldi. ‘’Nereye oğul?’’ diye seslendi Halil Emmi. Mustafa mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret etti. Parmak ucunun gösterdiği yerde ‘’Kolağası Cafer’’ yazıyordu. Halil Emmi anladı Mustafa’yı… Geldiği yere geri dönecekti.
O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmadı. Geceyi beraber geçirdiler. Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazdı Halil Emmi. Tüm olan biteni uzunca anlattı. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu etti Mustafa’yı. Heybesine biraz para, biraz azık koydu. Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmadı.
Mustafa, bazen yaya, bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaştı. Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrendi. Mustafa’yı evine aldı. Kendi evlatlarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterdi. Mustafa her geçen gün daha da durgunlaştı. Hareketleri anlamsızlaştı. Bir müddet sonra akli dengesini kaybetti. Tüberkülozu ağırlaştı.
Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındaydı.
Ve karısı Zehra… Mustafa’m bir gün döner gelir diye, ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koydu. Zehra 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardı.
Özkan SARI
*Unutmayın! Bir zafer; binlerce acının birbirine örülmesiyle oluşur.
#otuzağustos #zaferbayramı
7 notes · View notes
bulancakajans-blog · 6 years
Text
Dokuzoğul Efsanesi
Dokuzoğul, Bulancak’ın Erikli köyünde bir yerin adıdır. Bu yerin ismiyle ilgili olarak halk arasında şöyle bir efsane anlatılır:   Bugünkü Dokuzoğul mevkiinde bulunan büyük bir meşe ağacının altında çocuksuz bir aile yaşarmış. Bunlar, yıllarca çocuklarının olması için bu meşe ağacının altında Allah’a yalvarmışlar. Duaları Allah tarafından kabul edilmiş ve dokuz tane erkek çocukları olmuş. Bu…
View On WordPress
0 notes
yalnzardc · 1 year
Text
Uygular :
8. asrin ortasında Gök Türkleri yıkmak suretiyle bağımsızlıklarını elde ettiler.
Yaklaşık 100 yıl yaşayan bu kağanlık Kırgızlar tarafından baskına uğrayıp yıkıldıktan sonra ikiye bölündüler. Böylece dağılan Uygurların bir kısmı Kansu-Ordos, diğerleri Beşbalık bölgesine göç ettiler.
§ Çin tarafından da bagimuz kağanlık olarak tanınan Sir Tarduş birliği 646 yılına kadar ötüken bölgesi ve Tola Irmağı civarına hakim oldu. Onlara bağlanan Uygurların unvanı Huo İlteber idi.
§ 717 yılında Bilge Kagan, Kargan'da savaştığı Uygur Ilteberi'ni mağlup edip doğuya kaçmasına yol açmıştır.
§ Uygurların 742 yılında çok kuvvetli bir şekilde yeniden tarih sahnesinde görüldüğüne şahit oluyoruz.
§ Boy sistemi Uygurların kendi iç yapılanı için de geçerliydi Çünkü Uygurlar kendi içlerinde de Yağlakar, Uturgar, Kürebir. Baga Sıgır, Ebirçeg (Abırçak). Hazar, Hu-wu-su, Yagmurgar ve Ayabire adlı dokuz uruga (küçük kabile) ayrılmışlardı.
§ Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Uygur Kağanliği'nin ilk hükümdarı Kutlug Bilge Kül oldu.
İlk etapta Uygurlara bağlanan topraklar banda Altay Dağları ile doğuda Ssu-wei arasında uzanıyordu.
Karluklar ise daha üst seviyede olan sol yabguluğu aldılar. Adı geçen Uygur kağanı 747 yılında ölünce tahta oğlu Bayan Çor (Mo- yen Çor) geçti."
§ Bayan Çor Kağan'ın devri Uygur Devleti'nin her bakımdan geliştiği, sağlam temellere oturduğu bir dönem sayılır.
§ Bayan Çor Kan 759 yılında ölünce yerine oğlu Bögü geçti.
§ 762'deki sefer esnasında Bögü Kağan ile tanışan Mani rahipleri kendisini etkilediler. Bu dini resmen kabul etti.
§ Bögü Kağan o dönem Çin'den istediklerini elde etti. Sürekli gönderilen hediye ve vergilerin de katkısıyla Uygurlar ekonomik olarak kalkınırken, Çin'de sıkıntılar başladı. 769 yılında Bögü Kağan'ın bir Çin prensesi ile evlenme teklifi derhal kabul edildi. Aynı sıralarda, siyasi üstünlüğün yansıması olarak ticari ilişkilerde de başarı göstermeye başlayan Uygurlar verdikleri her atın karşılığında çok fazla ipek alıyorlardı.
§ Bögü Kağan Çin'e saldırıp kazandığı ilk çarpışmada 10 bin Çinliyi öldürdü ancak Tai-chou valisine yenildi.
§ Alp Kathg Bilge unvanlı yeni kagan 789 yıla kadar 10 yıl tahtta kaldı.
§ Tun Baga Tarkan (Alp Kutlug Bilge Kağan) ölünce (789) oğlu To-lo-ssu, Ay Tengri'de Kut Bulmış Külüg Bilge unvanıyla onun yerine geçti. İki yıl kadar süren kısa hükümdarlığı döneminde Tibetlilerin işgal ettiği Beşbalık kurtarıldı. Kagan muhtemelen kardeşi veya hatunu tarafından zehirlenerek öldürülünce (790) kardeşi hemen kendini kagan ilan etti; ancak bu oldu bittiyi kabul etmeyen devlet adamları öldürülen kağanın oğlunu tahta geçirdiler.
Duraklama Dönemi
16-17 yaşında Kağan olan A-ch'o (Feng-ch'en), önceleri devler idaresine hâkim olamadı.
Kağan oğul bırakmadan ölünce (795) yerine Hsi-tie kabilesinden geldiği için evlatlık olduğu anlaşılan Ay Tengri'de Ülüg Bulmış Alp Ulug Bilge unvanıyla kağanlığa getirildi.
10 yıl tahtta kalıp devleti eski gücüne vuşturan Ay Tengri'de Ülüg Bulmış Alp Ulug Bilge Kağan, 805 yılında öldü. Üç yıl gibi kısa bir süre hükümdarlık yapan yeni kağan, Tengri'de Bolmiş Alp Külüg Bilge dönemine ait fazla bilgi yoktur. Tahta çıkışı gönderilen Çinli elçilerce kutlandı.
Bu hükümdar da ölünce (808) yerine Ay Tengri'de Kut Bulmiş Alp Bilge Kağan geçti.
Zayıflama ve Yıkılış
Ay Tengri'de Kut Bulmış Alp Bilge Kağan 821 yılının başında ölünce, Kün Tengri'de Ülüg Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan tahta geçti.
Bu kağanın da ölümü (824) üzerine devleti çökertecek olan Hazar Tegin, Ay Tengri'de Kut Bulmış Bilge Kağan unvanıyla tahta çıktı.
832 yılında öldürülerek saltanatına son verilen bu başarısız hükümdarın yerine Ay Tengri'de Kur Bulmış Alp Bilge Kağan unvanıyla Hu Tegin geçti.
Öncekine hiç benzemeyen yeni kağan devleti nispeten toparladı. Daha sonra bazi devlet adamlarının ihtilal teşebbüslerini engellemeyi başardıysa da Sha-t'o'larla beraber kendisine saldıran bakanlarından Kürebir tarafından öldürüldü. Yerine Hazar (Ho-sa) Tegin tahta geçirildi (839). Aynı yıl çok ağır geçen kış Uygur hayvan sürülerinin çoğunu telef etmişti.
Kağanlığın otağı dahil bütün değerli varlıkları Kırgızların eline geçti.
Devletin yıkılışından sonra Uygurların 15 boyu Karluklara, yani batı yönüne gitti. Geride kalan 13 boy kendi aralarında Üge (Wu-chia) Tegin'i Kağan seçtiler (840)."
Devletin eski dirliğini sağlayamayan Uge Kağan 847 yılında öldürüldü." Batıya doğru giden grup da ikiye ayrılarak bir kısmı Kuca'ya, diğerleri Beşbalık'a yerleşti.
6 notes · View notes
melih-asik · 6 years
Text
Müşahit çağrısı...
CHP’de sandık güvenliği için ön safta çaba gösteren PM üyesi Mehmet Ali Çelebi geçen hafta önemli açıklamalar yaptı... Çelebi’ye göre..
- CHP’nin 183 bin sandıktan yaklaşık 1800 sandıkta görevlisi yoktu...Bu sandıklarda toplam 300 bin seçmen oy kullanıyordu
- 30 bin sandıkta ise sadece bir görevlisi vardı... Bu sayı da yeterli değildi...
Mehmet Ali Çelebi bu yüzden yurttaşları sandık müşahit olarak görev almaya çağırdı... Yurttaşlar partilere başvurarak müşahit kartı alabilir ve seçim günü sandık başında bulunabilirler...
★ ★ ★
Müşahitlerin önemine geçen hafta partisinin bir kapalı toplantısında Tayyip Erdoğan da değindi... Sandık müşahitlerinin herkesten önce sandık başında olmalarını istedi... Eğer sandık üyelerinde eksiklik olursa ilk gelen müşahitlerin oraya oturtulacağını kaydetti.
Bu arada Avukat Ece Toprak Güner uyarıyor...
Sandık görevli ve müşahitleri, daha oy verme işlemi başlamadan tüm pusula ve zarfların mühürlenmesini sandık başkanından istemeli...
Sandıklar kapanınca eğer yine de mühürsüz oy veya zarf varsa bunların sayısı kayıt altına alınmalı... Ki sonradan sağlıklı bir değerlendirme mümkün olsun...
MODEL
İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Uysal’ın hazırladığı rapora göre... İzmir tarımı son dönemde mucizevi gelişmeler gösterdi...
1990 - 2003 dönemini kapsayan 14 yılda binde 9 düzeyinde büyüyen İzmir tarımı, Aziz Kocaoğlu’nun Belediye Başkanlığı sırasında, 2004 -2017 döneminde yüzde 7.5’lik büyüme oranını yakaladı. Aynı dönemde ülkede tarım sektörü yüzde 3.1 büyüdü.
Başarının sırrı mı? Tarımda doğru destekler ve kooperatifleşme... Ve işte partilere hazır bir kalkınma modeli...
KeTeBe
Her mahalleye bir kıraathane vaadine örnek olarak Zeytinburnu Belediyesi’nin açtığı modern çalışma evi örnek gösteriliyor.
Kadıköy Belediyesi de geçen yıl gençler için İDEA adında çok modern bir çalışma ve okuma evi açmıştı.
Bu ülkede çocukların daha çok okumasını desteklemeyen kimse yoktur ve olamaz. Ama şu rakamlara ne demeli...
Türkiye’de 54 bin devlet okulundan 30 bin tanesinde kütüphane bulunmuyor.
TÜİK rakamlarına göre... 2002 yılında 1275 olan kütüphane sayısı 2016 yılında 1137’ye düştü...
KAHVE6
Pazar günü Kadıköy’de bir kafede açık büfe kahvaltı ederken müşterilerin tabaklarını nasıl doldurduklarını görünce... Aklımıza İskoç fıkrası geldi...
Cimrileriyle ünlü İskoçya’da bir baba oğul ziyafete gitmiş...
Oğlan tabağına yumulurken, babası uyarmış:
- Oğlum yarınki ve öbür günkü yemeklerini yemeyi de unutma...
Oğlan ağzı dolu dolu:
- Babacım, şimdilik dünkü ve önceki günkü yemeklerimi yiyorum, onlar bitsin yarınkine başlarım...
Asayişten haber!
Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde AKP milletvekili adayının esnaf ziyareti sırasında çıkan tartışmada 4 kişi öldü 9 kişi yaralandı. Ölenlerden üçünün yaralı olarak getirildikleri hastanede öldürüldüğü haberlere yansıdı.
Olayı incelemek üzere Suruç’a giden CHP Heyeti Başkanı Levent Gök, olayla ilgili önyargılı açıklamalar yerine adli tıp raporu ve yargı kararının beklenmesi gerektiğini hatırlattı. Dedi ki:
- Suruç’ta pek çok sivil yurttaşımızda silah olduğuna tanık olduk, emniyet buna bir şey demiyor...
Yalnız Suruç değil, yurdun dört bir yanı kovboy kasabalarına dönüştü.
Adalet işlemiyor. İnsanlar kendi hesabını kendi görme veya kendini koruma güdüsüyle silahlanmaya başlıyor.
İstenen bu mudur?
1 note · View note
turkudostu61 · 4 years
Photo
Tumblr media
Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girdi. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem;  ana şefkati yar koynu, evlat kokusu!Eksikte olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biriydi Mustafa. Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gomdu. Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine sakladı. Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça, ne eksik bacağını hisseder oldu, ne de dokuz yılın hediyesi tuberkulozun genzinde hissettirdiği kanın tadını. Tek bacağı üzerinde ilerledikçe, vuslatın sıcaklığını hissetmeye başladı. Mustafa çeşme başına oturup biraz soluklandı, k an a k a na su içti. Az sonra, yanında merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaştı. Üniformalı birini görmek heyecanlandırdı Halil Emmi'yi. Giden kolay kolay gelmezdi geri bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine baktı… Yüzünü, saçlarınıokşadı. Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başladı. Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir kelime çıktı dışarı. Sanki dokuz yıldır mahpustu ağzında; ‘’Mustafa’m!’’ Sarıldılar doyasıya… Hıckırarak aglayan Mustafa şaşırdı haline, ‘’demek hala dökecek gözyaşım kalmış’’ diye geçirdi içinden. Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürdü Mustafa’yı. Avlunun tahta kapısından içeri girip, tahta bir sandalyeye oturttu. Halil Emminin ağlaması hala son bulmamıştı. Kendini biraz Toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini sildi hafif bir tebessümle: ‘’Hoş geldin Mustafa’m, Nasılsın?’’ diyebildi. Mustafa, sessiz bir şekilde; ‘’şükür’’’ dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koydu. Yorgun gözleriyle Halil Emm'inin gözlerine baktı. Heybesinden bir Zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzattı. Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açtı, okumaya başladı. Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın Tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını kaybettiğini ve artık konuşamadığını bildiriyordu. Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acıılar yaşamış biriydi fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktı. ‘’Mustafa’m… Yiğidim! Anlıyorum hissettiklerini, heyecanını. Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda; gayri eceI de gelse hoş gelsin derdim. Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti. Karın Zehra bebeğiyle ortada kaldı. Sizden bir haber alınamayınca öldünüz sandık. Ne bir mektup geldi, ne bir haber, ne de gidip de geri Dönen biri ortada kalan muhtaç kadınlar harbe giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi. Zehra’da küçük kardeşin Hasan ile evlendi. Senin oğlun Ali’de Hasan’ı babası biliyor. Ama artık Ali demiyorlar, Mustafa diye değiştirdiler adını. Halil Emmi yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra Olan biteni anlatmaya devam etti Mustafa duydukları karşısında önce tepkisiz kaldı. Göz damarlarının kızardığı fark ediliyordu. Artık daha aclsını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştı dokuz yıl boyunca. Ayağa kalktı… Koltuk değneklerine tutunup kapıya yöneldi. ‘’Nereye oğul?’’ diye seslendi Halil Emmi. Mustafa mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret etti. Parmak ucunun gösterdiği yerde ‘’Kolağası Cafer’’ yazıyordu. Halil Emmi anladı Mustafa’yı… Geldiği yere geri dönecekti. O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmadı. Geceyi beraber geçirdiler. Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazdı Halil Emmi. Tüm olan biteni uzunca anlattı. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu etti Mustafa’yı. Heybesine biraz para, biraz azık koydu. Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmadı Mustafa, bazen yaya, bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaştı. Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrendi. Mustafa’yı evine aldı. Kendi evlatlarına göstermediği Şefkati Mustafa’ya gösterdi. Mustafa her geçen gün daha da durgunlaştı. Hareketleri anlamsızlaştı. Bir müddet sonra akli dengesini kaybetti. Tuberkulozu ağırlaştı. Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındaydı. Ve karısı Zehra… Mustafa’m bir gün döner gelir diye, ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koydu. Zehra 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardı. *Unutmayın! Bir zafer; binlerce acının birbirine örülmesiyle oluşur. (ALINTI)
0 notes
novellakitabevi · 4 years
Photo
Tumblr media
J. K. Rowling - Harry Potter ve Lanetli Çocuk (Harry Potter #8 - Birinci ve İkinci Bölüm) Qiymət: 13.9 azn Təsviri Sekizinci Hikâye. On Dokuz Yıl Sonra... Harry ait olduğu yerde durmayı reddeden bir geçmişle boğuşurken, en küçük oğlu Albus da istemediği bir aile mirasının yükünü omuzlarında taşımakta zorlanır. Geçmişle gelecek uğursuzca iç içe geçerken hem baba hem oğul tedirgin edici bir gerçeği, bazen karanlığın beklenmedik yerlerden geldiğini öğrenir. "Harry Potter ve Lanetli Çocuk", J.K. Rowling, John Tiffany ve Jack Thorne'a ait yeni bir özgün hikâyeden yola çıkarak Jack Thorne'un yazdığı yeni bir oyun. Bu oyun sadece sekizinci Harry Potter hikâyesi değil, aynı zamanda tescilli olarak sahneye koyulan ilk Harry Potter hikâyesi. 30 Temmuz 2016'da Londra West End'de gerçekleşen prömiyerin hemen ardından Sahne Metni Özel Baskısı, dünyanın dört bir yanındaki okuyucuları Harry Potter, arkadaşları ve ailesinin devam eden yolculuğuyla buluşturuyor. Əlaqə vasitələri 📲070-200-71-33 (zəng və whatsapp) ☎ (012)-465-07-81 Ünvan: Gənclik metrosu, Caspian shopping və Elatus moda evinin yanı. Fətəli xan Xoyski 83 Səhifəni izləməyi unutmayın @kitabal.novella #novellakitabevi #kitab #kitablar #romanlar #dedektiv #kitabevi #kitab_evi #novellakitabevi #kitabsatisi #kitabkirayesi #kirayekitablar #icarəkitablar #kitabci #telebe #kirayekitab #bestseller #povest #roman #klassikedebiyyat #klassikler #turkcekitablar #sexsiinkisaf #psixolojikitablar #marketinqkitablari #detektiv #harrypotter #harrypottervelanetlicocuk #lanetlicocuk (at Novella kitab evi) https://www.instagram.com/p/CDQfCHEHoeK/?igshid=emnzyr7g5nxq
0 notes
gamze3458 · 7 years
Text
Kimler geldi.. kimler geçti.. Hiç birinin değeri bilinmedi..😴😴😪😢 CURA Konu: CURA Cok enteresan bir hayat hikayesi, hislenmemek mümkün değil !!, Cura Halk ozanıdır. Koca yürek... Anadolu'nun bağrından kopar, yolu Paris'e düşer. Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken, bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura'sını tıngırdatmaya, yanık yanık söylemeye başlar: "Aç kulaklarını dinle sözümü, yalan söz gerçeğe tuzak değil, insan hakkını hak bilen kişi, özünde nur doğar yalan ateşi, kamili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil..." * Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden, ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından resim ve sinema eğitimi için Rusya'ya gönderilen... ABD'de Fransa'da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı'ndan Altın Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne gönderilen Abidin Dino. * Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu kokan ozan'ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer, evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim Merkezi'nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz? Hayrola derler, ne lazımsa biz sana alalım... "Bale ayakkabısı alacağım" der! Dino'lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle devam eder: "Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim." * Çünkü...Nesimi Çimen'dir o. *Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964'te yapan, Almanya'da Fransa'da İsveç'te albümler çıkaran, dünyanın en önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye'de ha bire gözaltına alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan, ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan, yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye gayret eden... Sazın, sözün, üç telli cura'nın ustası. * Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri'de ırgatlık yaparken, aşiret ağasının kızı Dilber'e aşık olur, Dilber de ona, kaçarlar, Adana'ya... Evlatları olur. Almanya'ya işçi yazılır, nefes darlığı olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar Kemal'le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul'a göçer, gecekondu kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve gider, Nesimi'yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri çalıp söylediği cura'sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız der, ozan'lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır. Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban'ın tek göz oda gecekondusuna gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal'in yanısıra, gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran, caz-pop divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Aşık Mahsuni Şerif vardır... Ve, kurban olduğum, Can Yücel. * Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla kazandığı halde "torpil yaptı dedirtmem, seni gönderemem" diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı Ordinaryüs Profesör Gazi Yaşargil'e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge Üniversitesi'ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan verici şairi Can Yücel. * Bi gün, Nesimi'nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna bakar şöyle Can Yücel... "Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader" der. Nesimi de "peki" der. * Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet Konservatuarı'nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar. Yazarlar ama, keman alacak parası yok. Okul hediye eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can Yücel tarafından karşılanır. Ancak... Ciddi bir sorun vardır. Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da mecburen cura'sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak, sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir... 14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya, koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: "Nerde mutluysan, orda yaşa!" * Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır, babasıyla köy köy dolaşır, derleme çalışmalarına katılır, Orhan Gencebay'ın arkasında çalar, neticede Konservatuar'dan mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne girer. * Mazlum Çimen'dir o * Nesimi'nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında "Mazlum" adını koyduğu oğlu... Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine şahit olan Mazlum. * 20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz'den Hisseli Harikalar Kumpanyası'na sayısız müzikalde dans etti. Edip Akbayram'a Fatih Kısaparmak'a besteler verdi. Film müzikleri yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza'nın yanısıra, Almanya'dan Fransa'dan İsviçre'den ödüller kazandı. Dizi film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal'in ölümsüz eseri Hanımın Çiftliği gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik'i kurdu. * Oğul da, Saki Çimen...Nesimi'nin torunu. Piyanist. * Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı. Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle eşlik etti. * Bale ayakkabısına dönersek... Paris'ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi, orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı... Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü curanın içine girdi, ööyle dinledi. * Senelerce bunu anlattı. Gel zaman git zaman... Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası cura çalıyor, "o adam" adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş dinliyor. Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi... O adam, bu adam mıydı? Evet dedi Nesimi... * Peter Gabriel'di. * Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis'in kurucusu... Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı Grammy'si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen. * Ve... Yaktılar o Nesimi'yi! Sivas'ta yakılanlardan biri. * Ve, değerli gençler... Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne de güvenlik zafiyeti... Hepsi sığmayacağı için, sadece bir örnek verdim, yukarda adı geçenleri sıralayın lütfen alt alta. * Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı'ya yelken açan yolculuk'tur asıl önlenmek istenen... Yobazlığı hâkim kılmaktır. Eskilerden ama hala okudukca gözlerim dolar.
4 notes · View notes
sizekitap · 5 years
Text
Harry Potter ve Lanetli Çocuk - Birinci ve İkinci Bölüm
0
Harry Potter ve Lanetli Çocuk – Birinci ve İkinci Bölüm J. K. Rowling Yapı Kredi Yayınları
Sekizinci HikayeOn Dokuz Yıl SonraHarry Potter olmak her zaman zordu. Sihir Bakanlığı’nın yorgun bir çalışanı, bir koca ve okul çağındaki üç çocuğun babası olan Harry için şimdi de kolay değil. Harry ait olduğu yerde durmayı reddeden bir geçmişle boğuşurken, en küçük oğlu Albus da istemediği bir aile mirasının yükünü omuzlarında taşımakta zorlanır. Geçmişle gelecek uğursuzca iç içe geçerken hem baba hem oğul tedirgin edici bir gerçeği, bazen karanlığın beklenmedik yerlerden geldiğini öğrenir.J.K. Rowling, John Tiffany ve Jack Thorne’a ait özgün hikâyeden yola çıkılarak yazılan Harry Potter ve Lanetli Çocuk, 2016’da Londra West End’de gerçekleşen dünya prömiyeriyle beraber “sahne metni özel baskısı” olarak yayımlandı. Oyunun metni yayımlanmasının ardından dünya çapında çok satan bir kitap oldu ve pek çok tiyatrosever ve eleştirmenden coşkulu yorumlar aldı. Bu eksiksiz nihai metin, bazı eklerle beraber, sahnelenen oyunun son diyaloglarını içermektedir.
Tumblr media
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara devamı burada => https://sizekitap.com/edebiyat/harry-potter-ve-lanetli-cocuk-birinci-ve-ikinci-bolum/
0 notes
mustafaokutan · 6 years
Photo
Tumblr media
Sekizinci Hikâye. On Dokuz Yıl Sonra... Harry ait olduğu yerde durmayı reddeden bir geçmişle boğuşurken, en küçük oğlu Albus da istemediği bir aile mirasının yükünü omuzlarında taşımakta zorlanır. Geçmişle gelecek uğursuzca iç içe geçerken hem baba hem oğul tedirgin edici bir gerçeği, bazen karanlığın beklenmedik yerlerden geldiğini öğrenir. "Harry Potter ve Lanetli Çocuk", J.K. Rowling, John Tiffany ve Jack Thorne'a ait yeni bir özgün hikâyeden yola çıkarak Jack Thorne'un yazdığı yeni bir oyun. Bu oyun sadece sekizinci Harry Potter hikâyesi değil, aynı zamanda tescilli olarak sahneye koyulan ilk Harry Potter hikâyesi. 30 Temmuz 2016'da Londra West End'de gerçekleşen prömiyerin hemen ardından Sahne Metni Özel Baskısı, dünyanın dört bir yanındaki okuyucuları Harry Potter, arkadaşları ve ailesinin devam eden yolculuğuyla buluşturuyor. . . . @yapikrediyayinlari #harrypottervelanetliçocuk#jkrowling #yapıkrediyayınları#kitapokufotografcek#fotografcekkitapoku#kitap#kitapkurdu#yazar#edebiyat#kitaplar#kitapkokusu#okumahalleri#kitapaşkı#kitaptavsiyesi#kitapsevgisi#kitaplik#kitaplariyivar#kitapsever#kitapyurdu#okuyorum#kitapoku#instakitap#okudumbitti#kitapokuyorum#kitapyorumu#kitapaskı#kitapönerisi#kitapağacı#kitapsözleri (Darıca Province) https://www.instagram.com/p/BslIiGeF2Js/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1x340tmdlvqlb
0 notes