Tumgik
#Felsefe ve Çocuk
dipnotski · 1 year
Text
Gareth B. Matthews – Felsefe ve Çocuk (2023)
Felsefe tarihinin ve kurumsallaşmış felsefenin sırtımıza yüklediği katı sorumluluklardan bir anlığına kurtulup gerçek bir felsefi duyarlılık geliştirmek, çocukların felsefi sorularına kulak vermek ve hayret duygusu ile zihnimizin çeperinin genişlemesine izin vermek belki de kaybedilen bu inancı yeniden kazanmayı sağlayabilir. Matthews, çocukluk felsefesi alanındaki kilometre taşlarından birisi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
egesizizmir · 9 months
Text
Kendimi çok yorulmuş hissediyorum. Beni seven birisini aramaktan çok yoruldum. Önümde sadece beni kullanmak isteyen insanları görüyorum. Dünya karanlık, çok karanlık ve insanlar çok bencil, çok acımasız. Dünya iyi bir yer değil. Burası bana göre değil.
162 notes · View notes
lolonolo-com · 2 years
Text
Sosyolojiye Giriş 2022-2023 Vize Soruları
Sosyolojiye Giriş 2022-2023 Vize Soruları
Sosyolojiye Giriş 2022-2023 Vize Soruları Sosyolojiye Giriş 2022-2023 Vize Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojik hayal gücünün sonuçlarından biridir? A) Toplumsal ilişkiler hakkında farkındalığımızı köreltir B) İnsanların daha fazla manipüle edilebilmesini sağlar C) Empati yeteneğini ortadan kaldırır D) Dünyayı baskıcı bir yer haline getirir E) Bize dünyanın şimdi olduğundan farklı bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hermes-0 · 29 days
Text
30 BÖLÜM
RÜYA REHBERİ
Tufan, Elif’in rüyasında onun yanına yaklaştı ve nazikçe konuşmaya başladı. “Elif,” dedi, “bu rüyada seninle birlikteyim çünkü içindeki gücü ve potansiyeli keşfetmene yardımcı olmak istiyorum. Seninle konuşmak istiyorum, çünkü senin değerini ve yeteneklerini görmeni istiyorum.”
Elif, Tufan’ın sözlerini dikkatle dinledi. “Ama nasıl?” diye sordu. “Ailem sürekli olarak benden daha fazlasını bekliyor ve ben hiçbir zaman yeterli olamıyorum.”
Tufan, Elif’in gözlerine bakarak devam etti. “Senin değerini başkalarının beklentileri belirleyemez. Sen, kendi isteklerin ve hayallerinle değerlisin. Kendi yolunu bulmak için içindeki sesi dinlemelisin. Hangi kitapları okumaktan hoşlanıyorsun? Hangi konular seni heyecanlandırıyor?”
Elif, biraz düşündükten sonra cevap verdi. “Klasik edebiyat ve felsefe kitaplarını seviyorum. Onlar bana farklı bakış açıları kazandırıyor ve düşüncelerimi derinleştiriyor.”
Tufan gülümsedi. “İşte bu, Elif. Bu senin tutkun. Bu tutkuyu takip etmelisin. Yazı yazmayı da sevdiğini biliyorum. Belki de duygularını ve düşüncelerini yazıya dökerek kendini daha iyi ifade edebilirsin. Günlüklerine yazdığın yazılar, senin içsel yolculuğunda bir rehber olabilir.”
Elif, Tufan’ın sözlerinden cesaret aldı. “Ama ya ailem? Onların beklentilerini nasıl karşılayacağım?”
Tufan, nazikçe Elif’in omzuna dokundu. “Ailenin beklentileri önemli olabilir, ama senin mutluluğun ve iç huzurun daha da önemlidir. Kendi yolunu bulduğunda, onların da seni anlamaya başlayacaklarını göreceksin. Kendi isteklerini ve hayallerini gerçekleştirmek için cesur olmalısın. Unutma, senin yolculuğun senin ellerinde.”
Elif, Tufan’ın sözlerinden güç alarak derin bir nefes aldı. “Teşekkür ederim, Tufan. Bana gerçekten yardımcı oldun. Kendi yolumu bulmak için elimden geleni yapacağım.”
Tufan, Elif’e güven dolu bir bakış attı. “Her zaman yanında olacağım, Elif. Rüyalarında ve gerçek hayatta, senin içsel yolculuğunda sana rehberlik edeceğim.”dedi ve karanlığın içinde kayboldu
Tufan, Solaria Adası’na geri döndüğünde önce ailesinin yanına gitti. Samira’ya sarıldı ve Aylarayı kucağına alıp sımsıkı sarıldı. O sırada Merlin kapının önünde göründü.
“Çabuk dönmüşsün, Tufan. Söylesene, Merlin, insanlar neden küçük bedenlere büyük yükler yüklüyor? Neden görmezden geliyorlar onların isteklerini?” dedi Tufan.
Merlin derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Bir an düşündü, sonra yavaşça konuşmaya başladı:
“Tufan, insanlar bazen kendi korkuları ve beklentileri yüzünden çocuklara büyük yükler yüklerler. Kendi hayal kırıklıklarını ve umutlarını çocukların omuzlarına bırakırlar. Bu, onların isteklerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelmelerine neden olabilir. Ancak, her çocuk kendi yolunu bulmalı ve kendi isteklerini keşfetmeli. Bizim görevimiz, onlara bu yolda rehberlik etmek ve destek olmaktır.”
Merlin, Tufan’a dönerek ekledi: “Ve tam olarak sana o gün gemide anlatmak istediğim de buydu. Onların kendi yolları olmalı.”
37 notes · View notes
nnnebula · 3 days
Text
DİŞİ ASLAN
Hayvanlar bir gün, " Kim daha çok çocuk doğurabilir ? " diye çekişmeye başlarlar. Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar..
" Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun ? " diye sorarlar aslana. " Bir " diye yanıtlar dişi aslan. " Fakat ben aslan doğururum. "
Nitelik, nicelikten önemlidir.
---
YENGEÇ İLE ANNESİ
" Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum ? " diye sorar anne yengeç çocuğuna. " Düzgün yürüsene ! " der.
- " Pekala anne " der çocuk.
- " Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "
Hareketler sözlerden önde gelir.
---
ASLAN, KOYUN, KURT VE TİLKİ
Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin kokup kokmadığını sorar.
"Evet " diye yanıtlar koyun. Aslan bu yanıta kızar ve koyunu oracıkta parçalar.
Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır, ona da aynı soruyu sorar.
" Hayır " diye yanıtlar kurt korkudan. Ancak o da yağcılık yaptığı için aslanın öfkesinden kurtulamaz.
Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu tilkiye de sorar. Tilkinin yanıtı şöyle olur;
- Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor ...
Akıllı kişi tehlikeli durumlarda konuşmaz !!!
---
KAZLAR VE TURNALAR
Kazlar ve turnalar, bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken birden yanlarına yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler. Turnalar daha çevik ve hafif oldukları için hemen uçarlar. Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için avcıdan kurtulamazlar.
Yakalananlar her zaman suçlu olanlar değildir.
---
HASTA GEYİK
Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar. Her hayvanla iyi geçindiği için pek çok hayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir.
Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca, kısa süre sonra tüm otlar biter. Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şey kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.
Bazen iyi şeyler de paylaştıkça bitebilir. Elimizdekinin değerini bilelim.
---
FARELERİN TOPLANTISI
Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiç biri kabul görmez.
En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi kendilerine yaklaşırken, farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır.
Bu arada, bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir. " Fakat " der. " Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çan asacak ? "
İyi bir plan yapmak ayrı, o planı gerçekleştirmek ayrıdır.
---
İnsanlar FELSEFE yi;
* Çocukken MASAL'lardan,
* Büyüyünce KİTAP'lardan,
* İhtiyarlayınca da arkalarında kalan Yaşam'larından öğrenirler...
4 notes · View notes
keemlenyekun · 2 months
Text
Bekleme seansımıza hoşgeldiniz.
Yine hastane yine beklemek. Bu sefer kulaklığımız bizi yalnızlaştıran unsur. Yoksa omü diş hekimliği fakültesi kalabalık. Allahım sen benim dişlerimi titanyum kaplamalı uzaylı dişlerinden eyle de yaşlanınca çok uzanmayayım şu diş musallasına.
Hanımı getirdik ufak bir operasyona teslim ettik. Kafa dağıtmaya oturduk. Karmaşık saçma bir liste açtık. Bacak bacak üstüne atıp düşünmeye koyulduk.
Ağustos geliyor. Galiba en nefret ettiğim ay. Sıcak. Acı. Pislik. Yapış yapış. Tuzlu. Lanet bir ay. Üstelik çocukken herkes fındığa köylerine gittiğinde ben mahallede tek kalırdım. Üstelik trafik kazası yapmıştık. Yetmedi tutuklandık. Ne lanet ay yahu.
Ağustosa lanet okuduktan sonra çalışmaya başlayabilirim. Kesin karar verdim bu sene üniversite sınavına gireceğim. Sınavın isminin öss olmadığını biliyorum sadece. Başka bir bilgim yok. :// umuyorum ki samsunda sosyoloji, felsefe, psikoloji (ya da edebiyat bölümü de olabilir) bölümünü kazanabilirim. Gönlüm sosyolojiden yana.
Sınavda hangi sorular çıkıyor, bu bölümler sözel mi eşit ağırlık mı? Ya da eşit ağırlık falan kaldı mı ki? Hiç bir şey bilmiyorum.
Çok acil öğrenmem lazım. Çalışalım ara sıra.
Avukatlık serbest meslek. İş olmayınca aşırı serbest oluyor. Serbestlikten canımız sıkılıyor. He bak tez yazmam lazım ama kendime güvenim sıfır. Ve bir yıl içerisinde olacak iş değil. Olur mu? Olur mu lan acaba? Ne diyorsun. 8.madde ve kamu görevlileri bıdı bıdı. Geçen galatasaray hukukta birisi yazmış bu konuyu. Yani tam istediğim konu. Ben de yazsam olur mu?
Gücüm var mı?
Ofise bir yerleşelim. Annemin kemo ve ameliyatı iyilikle bitsin. Çocuk da kreşe falan giderse, çalışmaya çok vakit kalıyor aslında. 2025 çok kötü geçecek diyollar. Hangi yıl iyi ki zaten?
Bu ay karar ayı olur. Hadi bakalım.
Yine beklerken ücretsiz terapimizi yaptık. Yolumuzu seçtik. Psikoloji bilimiyle ilgili konuşunca hanım tarafından lince uğruyorum. Ama sonuçsuz bilim mi olur? İşte işin cahili böyle konuşur, okuyalım da aydınlanalım. Psikoloji kaç puan yerleşir miyim?
Ofise yerleş serco çok konuşma. Annem beni kesecek yoksa tembellik yapıyorum diye.
Defterciğim hatırlar mısın bilmem seninle hakimlik sınavı için 6 aylık çalışma planı yapmıştık. Saat saat konu konu. Attık mı la onları, tarihi eserdi o. Bu kadar harika bir plan yapılamazdı çünkü. Günlük 11 saat 45 dklık çalışma maratonu. Yine ticaret hukukuna vakit ayırmamıştık. Yapar mıyız bir tane daha? Ofisin duvarına asarım. Heyecanlandım. Plan bizim işimiz. :))
Terapimiz sonlandı.
Vesselam.
4 notes · View notes
Text
GİBİ 5.SEZON 1.BÖLÜM (SİNEK) ÜZERİNE METAFORİK BİR YAZI
Tumblr media
Çoğumuzun sevdiği “Gibi” dizisinin yeni sezonu yayınlanmaya başladı. Her zaman çok ilgimi çeken, güldüren, düşündüren, bazen hüzünlendiren “Gibi” 5.sezonuna enteresan bir giriş yaptı. Hazır Pazar gününe kadar bir konser yokken, bölümü izledikten sonra kafamda canlanan şeyleri not almaya karar verdim. Evet, burası bir konser bloğu sayfası idi fakat “inside.thecityof.glass” arada bir neden böyle şeyler de yapmasındı? İnternette biraz yorumlara baktıktan sonra tam olarak benim hissettiğim şeyleri ifade eden birkaç kişiyle karşılaştım. Bölümün yayınlanması üzerinden henüz çok vakit geçmediği için, zamanla daha fazla ortak yorumla karşılaşacağımı düşünüyorum. Bu zaman gelene kadar kendi izlenimlerimi yazmaya başlayayım, sonra tekrardan konuşuruz.
-HOLY SPOILER-
Bölümde dönemin siyasi aktörleri üzerinden metaforik bir anlatım tercih ettiklerini düşündüğüm için, anlaşılırlığı arttırmak adına biraz kodlama ve açıklama yapacağım, daha sonrasında akış üzerinden devam edeceğim.
Başlarken, bölüm hakkındaki düşüncelerimde bilinmesi gereken şey bu bölümün sadece arkadaşlık ilişkileri, kıskançlık, çekememezlik, toplum gözünde yükselme ve düşme, çoğu bölümde yapılan “ufacık saçma bir olayın aşırı büyümesi” vs. “Gibi” şeylerin dışında aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin belirli bir döneminden itibaren neredeyse günümüze gelene kadar olan kısmının metaforik olarak anlatıldığıdır. Buna dayanarak bölüm içerisindeki ilk kodlamalar benim düşünceme göre aşağıdaki “Gibi”dir.
Yılmaz (Süleyman Demirel) (S.D.)
Ersoy (Turgut Özal) (T.Ö.) (Bu zaten bet bir şekilde gösteriliyor.)
İlkkan (Bülent Ecevit) (B.E.)
Suna hanım (Sovyetler birliği) (S.B.)
Genç çocuk (Halk)
Servet abi (Amerika Birleşik Devletleri) (ABD)
Misafirler (Diğer ülkeler) (D.Ü.)
Candan abla (Yeni Rusya)
Erol (Liyakat)
Neden bu şekilde düşündüğüme bölümün akışı içerisinde bakalım. İlerledikçe daha fazla kodlama ve birtakım siyaset tarihi açıklamaları yapmaya çalışacağım. Doğru olabilir, yanlış olabilir. Dediğim gibi kolektif bilinç içerisinde bunların hepsini ileride daha doğru noktalara koyabiliriz. Haydi başlayalım!
Tumblr media
BAŞLIYOR!
Yılmaz (S.D.) ve Ersoy (T.Ö.) bıkkın bir şekilde koltuklarında otururken, salonun arka kısmında, yemek masasında İlkkan (B.E.) misafirlerine Tarot falı bakıyor. Diğerlerinin aksine İlkkan’ın keyfi gayet yerinde. Önemli olaylardan bahsediyor, dışarıya açık, aksiyon halinde. İlkkan’ın misafirleri olan iki adet yaşlı teyzemiz, kendisini ilgiyle dinliyor. Tarot falını, İlkkan’ın ileri görüşlülüğü olarak yorumlayabiliriz. Karşısında oturan teyzeler de muhtemelen anlatılan dönem gereği eski Sovyetler birliğini (Komünizm ya da sol felsefe) temsil ediyorlar. Bir teyzemiz eski Sovyetler iken diğeri onun en büyük destekçilerinden belki Çin ya da Kuzey Kore vs. olarak konumlanmış olabilir. Neden böyle düşündüğümü bol bol açıklayacağım.  
Yılmaz ve Ersoy, arkadaki konuşma devam ederken yine sıkılgan tavırlarla bir sinek problemleri olduğundan bahsediyorlar. (Belki “Ecevit hâkim” sol politikalardan ya da arka planda kalmaktan sıkıldılar, yeni bir oluşum lazım.) Ersoy dört tane muz yediğinden ve Roma dondurmacısına gittiğinden bahsediyor (Çikita muzu memlekete ilk defa Turgut Özal getirmiş. “Roma” belki de Özal’ın dışa açık politikalarını, dış sermayeyi, özelleştirmeleri vs. vurgulamak için kullanılmış. Ya da müthiş politik, sosyolojik, ideolojik fikirlerin, jikler, izmler ve istlerin, her bokun o döneme dayandığını, oradan çıktığını belirtmek için.) Sovyetler birliğine benzettiğimiz Suna Hanım (S.B.) için İlkkan; “Suna ablacığım, sen olmasan bu Dünya yok olur gider, her şeyi bir arada tutan bir enerjin var” diyor. Sanırım gözümüzde bir şeyler canlanmaya başladı. Hakikaten de çift kutuplu, kısmen güç dengeli Dünya düzeni, birçok ulusu bir arada tutan Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte hapı yuttu. Sol ideoloji çöktü, kapitalizm yeni tanrımız oldu. Suna hanım, bakılan Tarot falı için ödemesi gereken ücreti İlkkan’a sorduğunda, İlkkan kendisinden para istemediğini, ücretsiz rehberlik yaptığını söylüyor. Para istenmemesi ve karşılıksız yardım gibi kavramlar Yılmaz’ın canını fazlasıyla sıkıyor. Para almadan bir iş yapılması, Yılmaz’a (Sağ ideoloji, kapital düzen, sermaye piyasası vs.) Tarot falı kadar anlamsız geliyor, bu işi kafasında anlamlandıramıyor.
Tumblr media
Evden kafeye geçildiğinde İlkkan’ı, karşısında oturmakta olan bir genç çocukla konuşurken görüyoruz. Çocuk İlkkan’ın kendilerine bir ümit olduğundan bahsediyor ve İlkkan’ı övüyor. Bu çocuğu köylü sınıf, tarım sınıfı ya da hiç bunlara da girmeden dümdüz “Halk” olarak konumlandıralım. Çocuğun bu övgüsüne daha fazla katlanamayan Yılmaz, İlkkan’a “paran var mı”? Diye soruyor. Yani bu işler, sevgi gösterileri, köylü şehirli el ele ayakları, sol ütopyalar bir yere kadar sürer. Senin paran var mı? Sermayen var mı? Bu değirmeni döndürebilecek misin? Ondan haber ver diyor. İlkkan, biraz parası olduğunu söylüyor. Yılmaz bunun üzerine sinek ilacı almaktan bahsediyor. Sinek burada önemli bir öğe olabilir. “ANAP” logosunu hatırlayalım. Petekten oluşan bir Türkiye haritası üzerine konmuş arı görseli gözünüzde canlanmıştır. Burada anlatılmak istenen şey arıyı sineğe benzetip bu yapıyı eleştirmek mi? Ya da “ANAP”tan belki ilelebet kurtulmak, bunu bir sorun olarak görmek? Veya tam tersine desteklemek fakat doğru kişiyle desteklemek mi bilinmez. Dönemi okuyalım ve büyüklerimizden dinleyelim. Sonuç olarak bu durum Yılmaz’ın fazlasıyla canını sıkıyor.
Tumblr media
Meşhur 3’lümüz yolda yürürken, bence bilinçli şekilde daha batılı bir “Cast” olarak seçilen (Hatta beyaz ABD’li denilebilecek, kafasında bir tek yıldızlı şapkası eksik olan Sam amca.) Servet abiyle (ABD) karşılaşıyor. (“Servet” seçimine dikkat.) Ersoy, Servet abiyi evlerine davet ediyor. (Yabancı sermaye ülkeye davet ediliyor.) Servet abi çok hevesli, motive “hemen gidelim” diyor. Yılmaz bu tutuma karşı temkinli yaklaşıyor. (Belki ülke henüz hazır değil.) Servet abiyi ilk başta bir bahane uydurarak uzaklaştırma ve içeriye almama gayesinde. Yılmaz ayrıca Ersoy’un kendisine hiç danışmadan “sürpriz bir inisiyatif alarak” bu işe kalkışmasına ayrıca kıl oluyor. Sonuçta Servet abi bu işe çok sinirleniyor, İlkkan naif bir şekilde özür diliyor. Yılmaz buna da kızıyor. Servet abi eve gelmek için şartları çok fazla zorluyor, niye gelemediğini kesinlikle anlamıyor, anlamamakta ısrar ediyor hatta neredeyse güç kullanacakmış “Gibi” tavırlar bile sergiliyor. Yılmaz evin içerisindeki (ülkenin içerisindeki) problemi anlatmak zorunda kalıyor. Sinek probleminden bahsedildikten sonra Servet abi durumu anlayışla karşılayıp bir sinek ilaçlama numarası veriyor fakat bu numara yalan yanlış uydurma bir numara. (ABD’nin meşhur yardım olmayan yardımlarından, verilen kredilerin bin misli faizle geri alımından, ödenemeyince verilen imtiyazlardan vs. bahsetmek için çok güzel bir anlatım, kuvvetli bir sahneleme.)
Tumblr media
Evimize geri dönüyoruz. Yılmaz, Ersoy’u Servet abiyi eve çağırdığı için azarlıyor. (İç siyasette konuşulmadan, ortak karar verilmeden, danışıklı dönüşümlü, kapalı kapılar ardında gizli kapaklı işler yapılmadan öyle dış sermayeye kucak açılmaz.) Ersoy tabi ki Servet abiyi savunmaya, zararı olmadığını anlatmaya, (özelleştirmeye, dışa açılmaya, borçlanmaya vs.) devam ediyor. (Ülkenin hayrına olacak.) Yılmaz böyle bir şeye müsait değilim derken, (en azından henüz) İlkkan misafirlerini (D.Ü.) beklediğini, seansının olduğunu, diğerlerinin içeriye gitmesi gerektiğini söylüyor. Bu, takdir edersiniz ki evin diğer liderleri tarafından kabul edilmiyor. Yılmaz bunun önceden konuşulması gerektiği kanaatinde. (Parlamento? Kapalı kapılar? Pazarlıklar?) Yılmaz burada muhafazakâr kanadı temsil ediyor. Geleni gideni olmadan, etliye sütlüye karışmadan, kendi küçük Dünyasında, evinde oturup televizyonunu izlemek istiyor. Misafirler geliyor, kartlar İlkkan tarafından yeniden dağıtılıyor. Kalabalık misafir ekibi içerisinde bu sefer Suna Hanım yok. Belli ki Sovyetler dağılmış. Bu misafir ekibini Avrupa birliği ya da diğer Dünya ülkeleri belki G8 vs. diye konumlandırabiliriz diye düşünüyorum. İlkkan övülmeye devam ediliyor. Yılmaz sıkılgan bir şekilde çoraplarını çıkarıyor (Muhafazakârlar kolları sıvadı) İlkkan bu işe çok sinirli. Bizi dış güçler önünde “takunyalarınla” rezil ediyorsun pozlarında. Bu ana kadar sessizce koltukta oturmakta olan Ersoy kapı zilinin çalmasıyla birlikte ayaklanıyor. Kapı Ersoy tarafından açılıyor ve sürpriz! Servet abi kapımızda! (Demokrasi geldi hanım!)
Ersoy tarafından hoşça karşılanan Servet abi, eve türlü bahanelerle davet edilmediği için çok kızgın. Herkesin içeride olduğunu öğrenmiş ve kapıya dayanmış. (X bir yerde önemli bir şey; savaş, kriz, maden, para, servet, vs. varsa eğer “ABD” orada olmadan olmaz.) En nihayetinde Servet abi içeriye Ersoy tarafından buyur ediliyor fakat öyle olmasaydı bile gerekirse zor kullanıp yine de içeriye girebileceğinin sinyallerini bize oyunculuk olarak veriyor. Bütün misafirler (Diğer ülkeler) İlkkan’la birlikte ayrı bir yerde, Servet abi Yılmaz ve Ersoy ayrı bir yerde konumlanmış durumda. Servet abi Yılmaz’ı azarlıyor, “herkes burada, ben nasıl yokum” diyor, Ersoy, Servet abiyi sakinleştirmeye çalışıyor. İlkkan’ın misafirlerle masada oturduğu sahne “Son akşam yemeği” tablosunu çağrıştırıyor, bu kısımda ayrıca bir metafor daha var.
Tumblr media
Burada dönen konu Servet abinin ilgisini çekiyor, seansın ücretini soruyor. Seansın ücretsiz olduğunu, “sevgi ve saygı karşılığında” bakıldığını Yılmaz’dan öğrendiğinde, Servet abi “iyi” diyor ve gözleri parıldıyor. Tam da bu noktada çok kritik bir an yaşanıyor. Servet abi belki gözüne İlkkan’ı kestirmişken, Yılmaz ayağıyla bir sinek yakalıyor ve olayın bütün seyri değişiyor! Yakaladığı şey belki “ANAP” belki başka bir aktör, belki iç ve dış siyasete yeni bir soluk, belki sermaye kazanımı, belki bunların hepsi ya da hiçbiri. Ama bence Yılmaz’ın yakaladığı ya da bulduğu esas şey “Liberalizm”… Bunu zaten ilerleyen bölümlerde yine bet bir şekilde gözümüze sokularak görme fırsatı yakalıyoruz. “Liberalizm” ve “Liberal” politikalar sayesinde birçok şey mümkün kılınabilir, anlatılabilir, sevimlileştirilebilir. Zaten günümüzde yaşadığımız birçok sıkıntıda yanlış uygulanan bu politikaların artçılarından ibaret. Velhasıl kelam öyle de olsa böyle de olsa, sonuç olarak bunların hepsi aslında sadece bir “Sinek”…
Tumblr media
Yılmaz’ın yakaladığı sinek ve dolayısıyla Yılmaz, bir anda evin içerisindeki herkesi inanılmaz etkiliyor. Bu olayı çok yüksekten yaşıyorlar. Sanki bir bayram havası var. Bir keşif yapılmış, maden bulunmuş, savaş kazanılmış “Gibi”. Bu bayram havası içerisinde en büyük gazı tabi ki Servet abi veriyor ve Yılmaz’la Servet abi nihayet barışıyor. (We're all living in Amerika!) Bütün misafirler Yılmaz’ın yanında toplaşıyor, bu olayın en büyük “şakşakçısı” tabi ki Ersoy oluyor. Bu arada İlkkan arka planda kalmış, unutulmuş, modası geçmiş pozisyonda kalıyor. Mutfakta (Mecliste?) Yılmaz ve Ersoy cephesiyle İlkkan ters düşüyor, kavgalar, gürültüler çıkıyor. İlkkan bu olayın “bir seferlik şanstan ibaret” olduğunu söylüyor, diğerleri buna karşı “olmamış “Gibi”mi davranalım?” diyor. (Para bir kere gelir, har vurup harman savurursak eğer bir daha gelmeyebilir ve hiç de hoş olmayan sonuçlarla karşılaşabiliriz aklınızı başınıza alın demek istiyor. Bu ve bunun “Gibi” söylemler muhafazakâr sağ kanadın hiçbir zaman kanadında olmadı, olmayacak. Varken harca, nasıl harcarsan harca.) İlkkan mücadeleye devam edeceğinin sinyallerini veriyor ve yumruğunu duvara vuruyor. (Masaya değil.) Halkın bütün kesimlerinde Yılmaz’ın popülaritesi artıyor. İlkkan hala “o öyle her zaman olmaz, şans oldu şans” demeye, insanları tırnak içerisinde “uyarmaya” devam etse de artık ortada yakalanmış bir sinek olduğu için bu uyarılar kimseye geçmiyor. Üretmeden tüketmek, yalan yanlış yatırımlar, “lale devri” had safhada.
Tumblr media
Misafirler tekrardan eve geliyor fakat bu sefer İlkkan ve seansı için değil, Yılmaz için oradalar. Herkes evin içerisine doluşuyor (Dış sermayeler ülkeye giriş yapıyor.) Yılmaz, ayağıyla tekrardan bir sinek yakaladığında, Ersoy aşırı heyecanı sonucunda çayları deviriyor ve resmen yanıyor! (Turgut Özal öne çıkarıldı ya da atıldı ve sonunda yandı?) Tam da bu noktada Ersoy’un sırtında beliren Turgut Özal şeklindeki lekeleri görüyoruz. İlkkan artık masada yalnız hatta karamsar, depresif bir şekilde otururken diğer tarafta resmen zafer sarhoşluğu yaşanıyor. Burada giren müzikler ve kutlama havaları bana kazanılan bir seçim, kampanya süreçleri, balkon konuşmaları vs. “Gibi” atmosferleri anımsatıyor. Hemen Star Wars’tan bir alıntı yapayım; “Demek ki demokrasi böyle ölüyormuş. Alkış ve tezahüratla”. İlkkan’ın Yılmaz ve Ersoy’un yatağına koyduğu “Ölüm” kartları bir uyarı niteliği taşıyor. (Olacaklara karşı millet ve meclis uyarılmaya çalışılıyor?) Bunların da pek bir etkisi olmuyor tabi. Hangi uyarı dinlenmiş bugüne kadar? İlkkan mutfakta hüzünlü bir konuşma yapıyor ve bence sol siyasetin gerçek manada ilk defa ülkede uygulanmış olduğundan, hayata geçirilmeye yakınlığından ve sonrasında bunun nasıl elinden alındığından bahsediyor. Bu hissiyatlar Yılmaz’a geçmiş gibi görünüyor. Seksen sonu, doksanlı yılların başı siyasetinin “ayrı fikirlerde olabiliriz ama biz aynı gemideyiz” söyleminin o yıllarda hakikaten yaşanmış olan halini uygulamada görüyoruz
Yılmaz ve Ersoy, İlkkan’ın göz önünden düşmesinden rahatsız olmuş olacaklar ki İlkkan’ı biraz daha yükseltmek, eskisi gibi olmasa da kendine getirmek için kontrollü hamleler planlıyorlar. Bu iş için Candan abla (Yeni Rusya) seçiliyor. (Eski soldan düşman olmaz mantığı?) İlkkan sanki Candan ablaya yardım ettiğini hissedip mutlu olacak. (Dağılmış Sovyetlerin küllerinden doğan yeni Rusya’ya destek atılacak.) En azından plan buna benzer bir şey. Yılmaz, sinek yakalamaktan bir süreliğine vazgeçeceğini ancak uygun zaman geldiğinde, ileride devam edeceğini söylüyor. Böyle bir şey bırakılamaz. “Liberalizm” bırakılabilecek bir şey değil. Bırakıldı zannedersin fakat tekrar tekrar seni “liberize” eder. Bu bölümde müzik olarak Cem Karaca’dan “Raptiye Rap Rap” şarkısı kullanılsa çok yakışırdı diye düşünüyorum. Hep birlikte sözleri hatırlayalım.
Maaşla gırtlak gırtlak gırtlağa rap rap. Bir de kitap okuyor bakın şu çatlağa rap rap. Liberal, miberal malı kap, götür al rap rap. Eriyor liralar, mark kap, dolar al rap rap. Bul bir kaşalot, toriğini işlet rap rap. Bir koy üç al, üçünü de beşlet rap rap. Raptiye rap rap zaptiye zap zap rap rap. N'aber nitekim gene geldi şapka rap rap.
Tumblr media
Foto “Liberal”de, Ersoy’un sırtındaki Turgut Özal’a benzeyen lekenin fotoğrafları çekiliyor. Ersoy, seçim propagandasına hazırlanır gibi pozlar veriyor. Yılmaz “güzel” diyerek onaylıyor, fotoğraflar arasından seçimler yapılıyor. Fotoğrafçıya ödenen parayla alakalı bir konuşma geçiyor. Yılmaz’ın önceden fotoğrafçıdan 36 lira alacağı varken 73 lira vereceği oluyor. Sonuç olarak dükkândan para ödemeden ayrılıyorlar. Eczaneye gidiliyor, Ersoy’a alerji ilacı alınacak. Dükkânda çalışan Erol (liyakat) arkada konumlanırken, ön tarafta Yılmaz, Ersoy ve sonradan dükkâna giren Canan hanım kentsel dönüşüm konularını konuşuyorlar. Yılmaz ve Ersoy bu dönüşüm olayından aşırı mutlu. (Betona yatırım her zaman mutlu eder.) Canan hanımın eski binası yıkılmış (Sovyetler birliği) geçici olarak bir yerde kalıyor, sonra yeni binasına (yeni Rusya) geçecek. Erol bu muhabbetlerden rahatsız oluyor ve Yılmazla Ersoy’a parayı ödeyip gitmelerini söylüyor. Yılmaz ve Ersoy, Canan hanıma, İlkkan’a yardım alma kisvesi altında yardım edebilir mi diye soruyorlar. Canan hanım “tabiki” diyerek bu yardım işini hevesle kabul ediyor. 427 liralık ilaç ücreti Yılmaz tarafından kabul edilmiyor. Onun gözünde bu ilacın parası daha az olmalı (İşi ucuza kapatmaya çalışmak, devlet kadrolarının ödeme çıkmaması, meclis lokantası fiyatlarına alışık olup gerçeklikten kopmak?...)
İlkkan, Candan hanıma evin kapısını açıyor. Candan hanım İlkkan tarafından hoş bir şekilde karşılanıyor. Candan hanım inanılmaz zor bir dönemden geçtiğini söylüyor ve İlkkan’la neredeyse flörtleşir gibi konuşuyor. Yılmaz ve Ersoy kafede otururken, Erol’un ilacın kullanımını yanlış yazdığına dair bir muhabbete girişiyorlar. (Kesinlikle liyakatli insanlara, doktorlara, mühendislere, bilim insanlarına güvenmiyorlar, kendi bildikleri en doğrusu. Doğruyu söyleyen, bilimin ışığında ilerleyen, akıl mantık sahiplerinin onların Dünyasında bir yeri yok. Bunlar her zaman sorun çıkaran, istemezükçüler… Bu ve buna benzer olaylara yaşamak zorunda olduğumuz dönem gereği çok hâkimiz.) Yılmaz başta o kadar negatif değilse bile, eczaneye geri dönüldüğünde başka bir yanlış ilaç vakasıyla karşı karşıya kalan teyzemizi görünce fikirleri hemen değişiyor. Erol aksini iddia etse de, bu ilacı doktorun yazdığını söylese de bunların hiçbiri işe yaramıyor. Yılmaz’ın gözünde Erol, Dünyanın yanmasından sorumlu, zararlı, toplumda yeri olmaması gereken suçlu biri. Derhal polis, güvenlik güçleri aranıyor. (Muhafazakâr iktidarda asla yeri olmayan, hapse atılan fikir, ilim, bilim insanları, düşünce suçluları?) Ersoy’un yaşadığı bu alerjinin ve kendisine yanlış bir tedavinin uygulanmasını düşünmesinin, kaygılanmasının Turgut Özal’ın zehirlenme teorileriyle bir ilgisi var mı bilmiyorum. İlkkan’ın kendini camdan attığı haberi duyulunca Yılmaz ve Ersoy evin önüne doğru koşturuyor.
Tumblr media
Candan hanım İlkkan’ın ırzına geçmeye çalışmış. Candan hanımın beyanına göre kendisi İlkkan’a çamaşır asmayı gösteriyormuş. İlkkan buna karşılık olarak “saçmalamayın çamaşırları zaten ben asıyorum” diyor. Burada karşılıklı bir uyumsuzluk söz konusu. (Türk ve Rus sol yapıları temelde belki aynı ilkelere dayansa da arada kültürel farklılıklar var. Dışarıdan alınma felsefeler, ideolojiler, vs. bizde her zaman eklektik durmuştur, açıkçası bir boka yaramamıştır. Zaten burada söz konusu olan yeni Rusya ve bana kalırsa Don’t fuck with the Russians…) Güvenlik güçleri tekrar çağırılıyor. Suna hanımın durumundan İlkkan’a bahsediliyor. İlkkan artık Suna hanımı hatırlamıyor bile. (Good old Soviet days RIP…) Tam bu esnada Servet abi kadraja giriş yapıyor. İlkkan için, “bu uğursuzun falına inanan kaldı mı sorarım size diyor” Ee… Solculuk molculuk bitti. Artık sarılmamız gereken şey sadece kapital düzen, sermaye piyasası, şiştikçe şişen üretim ve tüketim bataklığı, ahlak yoksunluğu, materyalizm, Mc Donald’s, Coca cola, Metallica! Yılmaz bize bunu neden yapıyorsun diye çaresizce Servet abiye soruyor. Ne kadar haklı bir soru değil mi? Candan abla kaçmış, Yılmaz bağırıyor. “Ambulans çağırın, yardım edin, yardım edin bize!... (Çünkü bu saçmalıklar arasında ölüyoruz. Ölüm korkusuyla birlikte bilin bakalım neye sarılırız…)
Evet… En sonunda liyakat haklı çıkıyor tabi ama artık her şey için çok geç oluyor. Yılmaz, İlkkan eğer isterse Servet abiyi dövdürtebileceğinden bahsediyor ama İlkkan “Allah’ından bulsun” diyor. Ersoy yüksekten düşme kaygılarından bahsediyor. İlkkan, ölmeyeceğini bildiğini söylüyor fakat sürüneceğine dair sinyalleri sonrasında söylediği birbiriyle alakasız, saçma sapan sözlerle kanıtlıyor. Türkiye’de kendisini “Solcu” ya da en hafif tabirle “Muhalif” olarak tanımlayan kesimin kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını, binlerce fraksiyona bölünmelerini, asla ortak bir zeminde birleşememelerini, herkesin kendi kesimine dair müthiş ideoloji, ideal ve ütopyalarının olduğunu bundan daha iyi hiçbir cümle açıklayamazdı diye düşünüyorum. İlkkan bize muazzam bir muhalefet özeti geçiyor. İktidarda olanlar ise tam aksine tek bir cemaat “Gibi” hareket ediyor. Bunun sonucunda senelerdir aynı sonuçlarla yüzleşiyoruz. Muhafazakârlar giderek çoğalırken biz giderek azalıyoruz. Bu bahsettiğim durumu sadece siyasette değil, yaşantımızın hemen her alanında, her alt kültürde gözlemlemek mümkün. Fazla okumak ve düşünmek belki demokrasinin açığını kullanan mutlak cehalete karşı her zaman yenik düşecektir bilemiyorum. Bunu zaman gösterecek. Elimden geldiğince bu bölümü kendimce yorumlamaya çalıştım. Sabırla okuyan arkadaşlara kucak dolusu teşekkürler. “Gibi”nin beşinci sezonu aşırı sinematografik, metaforik ve başka bir sürü “ikler” şekilde devam ediyor. Diğer bölümleri izlemenizi de tavsiye ederim, belki bir ara onları da yazma fırsatı yakalarım. Hoşça kalın!    
youtube
4 notes · View notes
olumsuzsozler · 6 months
Text
Tumblr media
DENİLİYOR Kİ, "İNANMAK" BİR İHTİYAÇTIR! YOK BİLMEM "İNANÇ/TANRI GENİ BULUNMUŞ :) !
İnançların konusu hayal, yalan, masaldır. Mesela "yalan" bir ihtiyaç olabilir mi? Inanç "Geni" nedir var olması mümkün müdür??! İnanç Geni'ni bulduğunu iddia eden ABD'li film yapımcısı. "Dean Hamer," Scientific Dergisi'nde okuyucu sorularına verdiği cevaplarla kendini yalanladı. Hamer, İnanç Geni'nin yüzde 1'den daha fazla etkili olamayacağını söyledi.:)) 24 Eki 2004 * Bu tamamen bir safsatadır. Karıncaların, kuşların, konuştuğuna inanmanın neresi bir ihtiyaç? Duvardan devenin çıkmasına inanmak, bunun nesi bir ihtiyaç? Adam parmağı ile "Ayı, ortadan ikiye bölmüş, böylesi bir "yalana inançın" nesi ihtiyaç ? Abuk, subuk, saçma, sapan yalanlara inanç, asla ihtiyaç olamaz! Hayali olmayan şeylerden "korkmak" ihtiyaç olabilir mi? Her Çocuk İnançsız Doğar; -Camiye Bırakılırsa Müslüman, -Kiliseye Bırakılırsa Hristiyan, -Sinegoga Bırakılırsa Musevi Olarak Büyür. Bazılarıda bu çocukluk alışkanlığını, savunarak korku içinde ömrünü tamamlar. * Din ve dinin metafizik ahlakı kavimler için kötüdür ve insanın doğasına zıttır. "Her din bir saçmalıktır." "İnsan ne sofu doğar ne dinci. "İnsanlara korku saldılar. Korktuğunda, insanın muhakemesi artık işlemez; insan düşünemez, değerlendirme yapamaz. Jean Meslier * İnsan korkusuz doğar. Korku, zorla ‘öğretilir’. Stefano D’Anna * Sürekli inanç iddiası, korkunun bir göstergesidir. Jiddu Krishnamurti * Bütün çocuklar ateisttir, tanrı fikri onlarda yoktur. Paul Henri Thiry d'Holbach * Korku; İnsanın zihnini, vicdanını ve davranışlarını felce uğratır. Jiddu Krishnamurti * Çocuklar ırk ve din bilmezler, insan ayrımı yapmazlar, ölçütleri sevgidir. Nefreti büyüklerden öğrenirler. Florence Nightingale * Korku beyni felce uğratır. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret şüphe eder. Korku dindir. Cesaret bilim. Robert Ingersoll * İnsanın mutlak kudretli bir Tanrı'ya duyduğu yüceltici inanca baştan beri sahip olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur. Charles Darwin * İnanmak ihtiyaçtır. "Yalanını ortaya atanlar", kalabalıkları sürmüren, onları avutan, yerli ve yabancı, kapitalist, dinci, kurnaz, azınlıklardır. * SON SÖZ: Eğer inanmak istiyorsan; karşılıksız iyilik yapmaya inan, Aklına inan, İnsan haklarına inan, Vicdanına inan, Bilime inan, Hayvanlara yardım yapmaya inan, Doğayı sevmeye inan, Adalete inan. İyi insan olmaya inan, Bilgiye, bilmeye inan, Kendine güvenmeye inan…
Bir insanın DÜŞÜNEBİLMESİ, ancak felsefe ile mümkündür. Bilgi olmadan, anlayış ve düşünme yetisi gelişmez! #ÖlümsüzSözler
EsenKalın Düşünen ve Sorgulayan insanlar.
4 notes · View notes
doriangray1789 · 6 months
Text
DEVLET BABA
Modern devlet teorisi, ilk olarak Niccolo Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış, laik/ dünyevi bir siyasal iktidar/devlet kurgusuyla başlamıştır.
Ardından Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini ortaya koymuştur.
Hobbes ise toplum sözleşmesi kuramını geliştirerek modern devlet düşüncesini teorik bir temele kavuşturmuştur.
John Locke devlet iktidarının sınırlandırılmasını, Jean Jacques Rousseau halk egemenliği teorisini, Emmanuel Sieyes de ulus egemenliği teorisini savunmuştur…
Cicero, tüm staocular gibi mutlu yaşamı felsefe edinmiş, devlet üzerine yazdığı eserde, devleti yurttaşların içinde seyrettiği ve kaderini de kaptanının belirlediği bir gemiye benzetir. Hava güneşliyken seyir almak kolay olabilir ama asıl maharet devlet gemisini, fırtınalı havada alabora olmaktan kurtarmaktır. Halk, devletin iyi yönetilmesini istiyorsa iyi nitelikli adamları seçmelidir der.
Platon da devlet mutluluk felsefesi üzerine yazılmış bir metindir.
Bizim felsefemiz ise daha duygusal “DEVLET BABA” devlettir, sever de döver de
devlet, ataerkil toplumlarda, "baba"dır zaten...kısaca hem sever, hem dover...eve para getirir...bu paranın nasıl harcanacağına karar verir...sevdiği çocuklarına iyi davranır, onları ödüllendirir...kendisine karşı çıkanlara veya eleştirenlere, yani sevmediği çocuklarına karşı gaddardır...onları itina ile cezalandırır...
vatandaş aslında devlete derin bir aşkla bağlı. devletin başında kim olursa olsun onun biricik aşkı devlet. dolayısı ile devlet onun istediği gibi konuşsun/davransın istiyor. haksızlığa, hukuksuzluğa, soyulmaya, hatta işkenceye bile razı, o zaman daha katmerli seviyor. 'devlettir, sever de döver de'' diyor.
en küçük birimlerine bile aşkla bağlı. tapu kadastrodaki memurdan, kaymakama, nüfus memurundan, mal müdürüne kadar hepsine derin bir saygı sevgi besliyor. köy kahvesine jandarma geldiğinde ayağa kalkılıyor, polisin önünde esas duruşta duruyor, savcı, vali, kaymakam dedin miydi, zaten put. . selamsız bandosu gibi devletin şapkasını görse yetiyor.
yalnız aşkla sevdiği devlet hiç bunları görmüyor. hiç sevgi sözcükleri söylemiyor, söylerse de ortalığa söylüyor. tek bildiği hemen işini bitirip gitmek. vatandaş devletin arzularını tatmin etmekle yükümlü görüyor kendini ve zevk almasa da almış gibi yapıp bir sonrakine hazırlanmak. devletin ruh hali değişiyor bazen, daha derin, daha sığ, daha müslüman, daha tek adam, daha kapalı, daha açık, daha milliyetçi vs.. o zaman üzülüyor vatandaş. bu ruh hallerinde kendisini nasıl konumlandırıyorsa devleti,biricik aşkı da öyle yapsın istiyor. kalan herkesin üstüne yürüsün, ezsin, yok etsin istiyor. ihtirasla istiyor hem de. devlet düşündüğünden farklı davrandığında, küsüyor, arkasından gizli gizli konuşuyor ama sıra vazifesine gelince onu ihmal etmiyor. devletin zevk almasını sağlıyor.
çocuklarını da öyle yetiştiriyor. çok çocuk yapıyor ki, biri ölürse ötekini feda edebilsin. üzerine sadece o gün dönecek kameralara, ''devletimiz sağ olsun'' diyebilsin.
oysa başka yerlerde ilişki böyle olmuyor. devlet saygılı, vatandaşın ne dediğini dinliyor, kendini ona göre değiştirmeye yenilemeye çalışıyor. sonuç aynı olsa da, en azından bir mum ışığında yemek yiyor vatandaşıyla, bir iki tatlı söz, ne bileyim belki ön sevişme. gönlünü alıyor yani vatandaşın.
en sevmediği insanlar ise devlete karşı gelenler. bir vatandaşın devlete nasıl karşı gelebileceğine aklı almıyor. ''devlet vatandaş için var'' sözünü hazmedemiyor. koskoca devlet, itaat edilmesi, saygı duyulması, biat edilmesi, sorgulanmaması gereken devlet mi vatandaş için var? bu çok saçma. devlet ne derse o olur.
bu aşkı bozmak için bir sürü dedikodu çıkarıyorlar, yok orman, yok ağaç, yok, yolsuzluk ama vatandaşın aşkı hiç bitmiyor. hala devlet için her şeyi yapmaya hazır. seçme şansı verildiğinde, bu aşkın devam etmesini isteyecek..
4 notes · View notes
felsefesitesi · 10 days
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/egitim-nasil-olmalidir/
Eğitim nasıl olmalı?
Tumblr media
İnsanlık sandığımız kadar rasyonel değildir. İnsanlara peşin ve fazladan ödeme ile sevgi göstermeli, ardından yüzmesi gereken kıyıları, ok atacağı yerleri zihninde görselleştirmesini sağlamalıyız. Belki ideal olan bu değil, ama insanlığın mirası bunu gerekli kılıyor. Basitleştirip, bildiği şeylere benzetianlatmalı, rasyonel olmayan bir sevgiyle donatmalıyız. Hangi çocuk masalsız yetiştirilebilir, hangi bebek kelimelerin kanıtına sahip? Hep mitolojik, efsanevi bir kurgu içindeyiz. Eğitim bu yüzden diğer bilimlerden farklıdır. Eğitim insan insana ortaya çıkan bir dönüşümdür. İnsan insana ortaya çıkan diğer çalışmalardan felsefe, sanat, ahlak yine kendi ortamlarının bilinmeyen etkenleriyle yönlendirilirler. Tüm bunlar tarih boyunca farklıydı ve her grup her dönemde birbirine saçma geliyordu. Çünkü
0 notes
mel-inoe · 29 days
Note
Geç cevap vermen sorun değil, senin iyi olman çok çok daha önemli. Bana cevap vermesen de iyi olmanı isterim, o yüzden sorun değil. Yani evet, zaten zor seviyorum, sevdiğim birini bulunca da her şeyiyle ilgilenmek istiyorum ki bu sadece romantik değil arkadaşlarımla da ilgilenirim, kötü hissediyolarsa sorar ederim. Senin iyi olmanı da o yüzden istiyorum ve unutmadım çünkü iyi birisin, iyi biriden kastım çok farklı bir anlam ama açıklamak zor. Sen birini öldürsen de iyi birisin, çünkü senin sebepsiz yapmayacağını biliyorum. İltifat için teşekkür ederim, bi gün hanımcılık moda olursa yayarım fikirlerimi. Infjler hakkında son fikirleriiim, ilk fonksiyonun aynılığı intj-infj ilişkisini çok kolaylaştırıyo o yüzden bence infjlerle anlaşmak kolay. En sevdiğim tip midir infjler? İlk belki değildir ama ilk 3te kesin var. Bazı zorlukları olsa da severim yani infjleri. Bad boy gibi bahsedilen kişilerin de çocuk yürekli çıkması ayrı bir olay. Amasya'da yeniden başlamak daha da iyi gelmeye devam eder umarım. Konuşmasak da burda olduğun sürece iyi olup olmadığına arada bakıyorum, bakıcam. Olan mevzuyu sormalı mıyım yoksa anlatmadan geçelim mi? Yaklaşık 1900 ışık yılı ötede kara delik keşfedilmiş. Bu evrenin büyüklüğü cidden beni hem korkutuyo hem de rahatlatıyo. Birkaç seneye hayatım daha da yerine oturunca felsefe ya da psikoloji okumayı düşünüyorum tamamen keyfii. Senin keyfii okumak istediğin bir şey var mı? Tamamen meraktan, meslek edinmek için değil
ne diyeceğimi bilemedim, ağlatacaksın beni. adını bile bilmiyorum ama bende güzel bir yer edindin anonim. arkadaşız diyebilir miyiz o zaman, ben de senin iyi olmanı isterim. soru soran taraf genelde sen olduğun için hakkında çok şey bilmiyorum ama iyi ol, ayağına taş değmesin. bana "iyi birisin" denmesinin yeri ve yarası çok derin. ferahlattın, teşekkür ederim. rica ederim, aynı şekilde intjlerle anlaşılmasını kolay buluyorum. hatta feelerlar beni zaman zaman duygusallıklarıyla boğarken intjler hiç boğmuyordu. (bazen empati yaptırtmakta çok zorlanıyodum ama olsun) beyefendi duymasın ama dürüst olmak gerekirse bence kendisi "kötü çocuk" değil kötü çocuk olmaya çalışan "çocuk". ben kötü gördüm, kötü insan öyle olmaz yani. onun psikolojisi harbiden farklı bi kafa oturup analizini bile yapabiliriz fkslsmkdls iyi olup olmadığıma baktığın zaman bir selam çak ve ben de senin iyi olup olmadığını bileyim olur mu? olan mevzuu, bizimkiler ayrıldı ayrılalı annem biraz bunalımda. biraz narsist bir insan örneği olduğu için süreç bizim için daha zor geçmesine rağmen sürekli benden psikolojik destek ve sempati beklentisinde. beni de bu şekilde manipüle etmeye uğraşıyordu ve kendine kıyacağından falan bahsediyordu bi ara. dün de ulaşamadım bir süre. kendine kıymak konusunda benimle ve vicdanımla oynadığını biliyorum ama elim kolum birbirine dolaştı, korktum. "şarjı bitmiş" neyse ki. bunalmış, sıkışmış hissettim işte. evrenin büyüklüğünden ziyade o evrenin içinde yaşayan canlılar beni daha çok geriyor. (küçükken eskaza uzaylı belgeseli izledikten sonra camdan uzaylılar gelip beni kaçıracak sanardım, bir hafta evdeki pencerelere yaklaşamadım dnwllszmsw) neden rahatlatıyor merak ettim. beni biraz ürkütüyor da. bende aynı fikri daha geçen hafta pedere danıştım, ben de tamamen keyfii psikoloji okumak istiyorum. bölüm kayseride olsaydı çok rahat olurdu ama psikoloji olmaması başka bir bölüm okusam mı diye düşündürüyor. adli bilimler de çok ilgimi çekiyor, bilemiyorum.
#23
0 notes
pazaryerigundem · 3 months
Text
YÖK açıkladı... İkinci üniversite kalktı mı?
https://pazaryerigundem.com/haber/182332/yok-acikladi-ikinci-universite-kalkti-mi/
YÖK açıkladı... İkinci üniversite kalktı mı?
Tumblr media
YÖK Başkanı Erol Özvar, devlet üniversitelerindeki 2’nci öğretim programlarının kapatıldığını açıkladı. Gelecek akademik yıldan itibaren Çocuk Gelişimi, Felsefe, Sosyoloji, Tarih ve Türk Dili Edebiyatı açık öğretim programlarına “ikinci üniversite” kapsamında sadece 35 yaş üstündeki öğrencilerin kayıt yaptırabileceğini anlatan Özvar, “İstihdamla bağı azalan programların kontenjanlarını kademeli olarak azaltıyoruz” dedi.
ANKARA (İGFA) – 259. Üniversitelerarası Kurul Toplantısı Yükseköğretim Kurulunda gerçekleştirildi.
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar toplantının açılışında yaptığı konuşmada, erişilebilir ve kapsayıcı bir yükseköğretim sistemi anlayışıyla hareket ettiklerini belirterek, “Ülkemizin tüm kesimleri için nitelikli yükseköğretime adil erişim sağlamak için var gücümüzle çalışıyoruz.” dedi.
Devletin yükseköğretime yaptığı büyük yatırımlar ve Yükseköğretim Kurulunun çalışmaları neticesinde üniversitelerde bu yıl 1 milyonu aşan bir kontenjan oluşturulduğunu ifade eden Özvar, “Kapasitemiz hızla artarken, ülkemizde yükseköğretime erişim talebi de güçlü bir şekilde devam etmektedir. Bu yoğun ve güçlü talebe doğru politikalarla yanıt vermek, önceliklerimizden birisidir.” diye konuştu.
“İSTİHDAMLA BAĞI AZALAN PROGRAMLARIN KONTENJANLARINI AZALTIYORUZ”
Özvar, Yükseköğretim Kurulu olarak, gelecek dönem için belirledikleri vizyonun önemli başlıklarından birini de istihdama duyarlılığın oluşturduğunu belirterek, “İstihdamla bağı azalan programların kontenjanlarını kademeli olarak azaltıyoruz” dedi.
Yükseköğretim Yürütme Kurulunca alınan karar doğrultusunda, gelecek akademik yıldan itibaren Çocuk Gelişimi, Felsefe, Sosyoloji, Tarih ve Türk Dili Edebiyatı açık öğretim programlarına “ikinci üniversite” kapsamında sadece 35 yaş üstündeki öğrencilerin kayıt yaptırabileceğini anlatan Özvar, “Başta öğretmenlik mesleği olmak üzere ülkemizin istihdam dengesini yakından gözeterek bu kararları alıyoruz. Nitekim, farklı ön lisans ve lisans programlarında öğrenim gören öğrencimizin öğretmenliğe geçiş fırsatı yakalamak adına 35 yaş sınırı getirdiğimiz programlara ‘ikinci üniversite’ kapsamında yoğun bir şekilde yöneldikleri görülmektedir. Aldığımız karar bu durumu kontrol altına almayı ve sürdürülebilirliği sağlamayı amaçlamaktadır.” ifadelerini kullandı.
“İSTİHDAMA DUYARLI VE GELECEĞİN MESLEKLERİNE UYGUN PROGRAMLARA DÖNÜŞÜM TEMİN EDİLECEK”
Beşerî sermaye dahil olmak üzere ülkenin kaynaklarının etkin kullanımı konusunda çok hassas davrandıklarına işaret eden Özvar, şöyle devam etti:
“Bir taraftan istihdam odaklı yeni programlarla üniversitelerimize ilave kontenjanlar verilirken diğer taraftan da mimarlık, eczacılık, psikoloji, beslenme-diyetetik ve temel bilimlere özgü bazı programlardaki eğitim-öğretim kalitesini yükseltmek amacıyla piyasa beklentilerinin üzerinde mezuniyete yol açan kontenjanlarda ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda yeni düzenlemeler yapılmış ve öğretim elemanları sayısı, derslik ve benzeri kapasite dikkate alınarak düşürülme yoluna gidilmiştir.
Bu dönem üniversitelerimizdeki program kalitesini artırmaya yönelik belki de en önemli çalışmamız devlet üniversitelerimizdeki ikinci öğretim programlarının kapatılması olmuştur. Vakıf üniversitelerinde, devlette olduğu gibi, ikinci öğretim programları yerine istihdama duyarlı ve geleceğin mesleklerine uygun programlara dönüştürülmesi temin edilecektir. Vakıf üniversitelerimizin de gelecek yıla yönelik planlamalarını buna göre yapmalarını bekliyoruz.”
Devlet üniversitelerine gösterdikleri kolaylıkları vakıf üniversitelerine de göstermeye devam edeceklerini vurgulayan Özvar, “Adalet programında yaptığımız benzer uygulamaları burada da yapacağız. Bu bakımdan herhangi bir kayıp olmayacağını özellikle belirtmek isterim.” şeklinde konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
elazigsurmanset · 3 months
Text
YÖK’ten Açıköğretime Yaş Sınırı!
Tumblr media
Evet, doğru duydunuz. Yükseköğretim Kurulu (YÖK), ikinci üniversite başvurularında yaş sınırı getirdi. Bu yeni karar, 2024-2025 eğitim-öğretim yılından itibaren geçerli olacak ve bazı açık öğretim programlarını kapsayacak. Hangi Programlar Etkilendi? Yaş sınırı getirilen açık öğretim programları şunlardır: Çocuk Gelişimi Felsefe Sosyoloji Tarih Türk Dili ve Edebiyatı Yeni Düzenleme Ne Demek Oluyor? Bu programlara ikinci üniversite olarak kayıt olmak isteyenler, artık en az 35 yaşında olmalı ve lisans mezunu olmalı. Daha Önce Nasıldı? Daha önce, herhangi bir yaş sınırı olmaksızın, bir üniversiteden mezun olan veya halen üniversite öğrencisi olan herkes bu programlara sınavsız başvuru yapabiliyordu. Neden Yaş Sınırı Getirildi? YÖK'ün bu kararıyla ilgili resmi bir açıklama yapılmadı. Fakat bazı uzmanlar, bu uygulamanın kaliteyi artırmak ve öğrenci profilini dengelemek için yapılmış olabileceğini düşünüyor. Etkilenenler Ne Yapmalı? Eğer bu programlardan birine ikinci üniversite olarak kayıt olmak istiyorsanız ve 35 yaşından küçükseniz, 2024-2025 eğitim-öğretim yılından önce başvurunuzu tamamlamanız gerekiyor. Read the full article
0 notes
haytaogluyunus · 9 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ  ŞEHİT SAMİ ÇAMCI
ŞEHİT OLDUĞU TARİH: 01 OCAK 1980 ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: SİVAS
DOĞDUĞU YER: SİVAS-YILDIZELİ İLÇESİ MUMCUOĞLU ÇİFTÇİLİĞİ KÖYÜ MESLEĞİ: ÖĞRETMEN
27 yaşındaydı. Evli ve iki çocuk babasıydı. 1975 yılında Sivas İmam Hatip Lisesinde Felsefe öğretmenliğine başlamıştı. Genç    Ülkücüler Teşkilatı döneminden beri TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ  hareketin içinde oldu. ÜLKÜ-BİR’in üyesiydi.Ülkücü  Gençlik Derneğinde de emeği vardı.
OLAY GÜNÜ:  Yılbaşı gecesiydi, okulda yatılı öğrenciler kalıyordu. Sami Ülküdaşımızda o gece nöbetçiydi. Koridorlarda geziniyordu, öğrencilerini kontrol ediyordu. Komünist militanlar önceden bir şeyler planlamıştı.  Gecenin karanlığından ve kimsesizliğinden faydalanarak, Sami Öğretmenin ensesine silah dayadılar. Militanlardan birisi de kadındı. Onu okulun kazan dairesine götürdüler. Vahşice işkenceler uyguladılar. Bununla da yetinmeyip kurşunladılar. Katiller onu kazan dairesinde kan gölü içinde bırakıp gittiler.  Sabah erken gelen kazan dairesinin görevlisi gördü Sami Ülküdaşımızı… Ardından emniyet görevlileri geldi.. Bit Bozkurt vahşice şehit edilmişti.
 ÜLKÜDAŞIMIZA ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM
0 notes
piyasahaberleri · 10 months
Link
Daniel Radcliffe, Harry Potter'ı canlandırıyor. Harry Potter ve Felsefe Taşı. —Harry PotterJK Rowling'in bir çocuk büyücü hakkında romanlarının ilk kitabı olan Harry Potter ve Felsefe Taşı, 1997'de ciltli olarak piyasaya sürüldü ve Highland'deki bir kitapçının indirim sepetinde bulunmuş oldu ve kıymeti 60.000 £ olabilir.Hansons Auctioneers, kitabın ilk baskısından itibaren perakendecilere verilen 200 kopyadan biri bulunduğunu ve tavsiye edilen perakende satış fiyatının 10 £ bulunduğunu söylüyor.Kimliği belirlenemeyen İskoç bir bayan, kitabı 1990'ların sonunda, Rowling'in kitaplarının küresel bir başarıya ulaşmasından kısa bir süre ilkin Wester Ross'ta bir aile karavan tatilinde keşfetti.Hansons, kopyanın 11 Aralık'taki müzayedede 40.000 £ ile 60.000 £ içinde bir fiyatla satılmasını bekliyor.Kitap, Ullapool'da tek şeritli bir yolun sonundaki bir kitapçı kafede bulunan 58 yaşındaki emekli yönetici satıcı tarafınca satın alındı.Yazarın adını The Scotsman'da Rowling'le meydana getirilen bir röportajı okuduktan sonrasında belirledi.Şu şekilde dedi: "Kitapçı onu yerdeki hasır bir 'pazarlık kovası' sepetine koymuştu.""Toz kılıfı olmadığı için fiyattan birkaç pound düşürdüm.""İki evladımız, 1997'deki dinlence süresince büyücü masalını bir uyku öncesi hikayesi olarak sevmiş oldu."Emekli yönetici, kitabı satın aldığından beri evindeki merdivenlerin altındaki dolapta saklıyor.Felsefe Taşı'nda Harry Potter evindeki merdivenlerin altındaki dolapta uyuyor.Hansons, ciltli kitabın en ender ve en kıymetli Potter kitaplarından biri bulunduğunu ve koleksiyoncular için "mukaddes kase" bulunduğunu söylemiş oldu.Harry Potter kitapları uzmanı Jim Spencer şunları söylemiş oldu: "Bu ilk sayıları bulmak giderek zorlaşıyor.""Bu, 1997'de satın alındığından bu yana hususi ellerde kalan birkaç kopyadan biri olmalı.""Bu gerçek, dürüst bir kopya ve muhteşem derecede iyi korunmuş bir örnek."Harry Potter kitapları, dünya genelinde 600 milyondan fazla kopya satışıyla tüm zamanların en oldukca satan kitapları içinde yer ediniyor.Bunlar, Daniel Radcliffe'in Harry Potter rolünü oynayacağı filmlere uyarlandı ve bir TV dizisi de yapım aşamasında.
0 notes
hcagla · 11 months
Text
Kitap İncelemesi: Bir Kavanoz Mutluluk - Davide Cali
Tumblr media
Çocuk kitapları ile ilgili bir kitap kulübüne katılıyorum. Her ay belli bir çocuk kitabını okuyup yorumluyoruz. Özellikle okul öncesi çocuk kitapları listeleri paylaşılıyor. Son toplantıda Ekim kitabı Bir Kavanoz Mutluluk kitabıydı. Özellikle kitap muhteşem bir görsel şölen sunuyor. Çizimler gerçekten harika. Kısacık ama düşündürücü bir hikaye. Burada kitap kulüpleri ile ilgili bir parantez açmak istiyorum. Kitap kulüplerine katılmak, okuma alışkanlığını geliştirmek ve edebiyatla ilgilenen kişilerle daha fazla etkileşimde bulunmak için oldukça faydalı olabilir. Bu kulüpler, kitapları daha derinlemesine incelemenize ve farklı perspektifler kazanmanıza yardımcı olur. Aynı kitabı okuyan diğer üyelerle yapılan tartışmalar, kitapların daha iyi anlaşılmasını sağlar ve farklı yorumlara açık olmanızı teşvik eder. Ayrıca, kitap kulüpleri sosyal bağlantılar kurmanıza ve yeni arkadaşlar edinmenize olanak tanır. Bu tür topluluklar, okuma deneyiminizi zenginleştirirken, kişisel gelişiminize de katkıda bulunur. Çağla'nın yazı önerisi: Çocukları Felsefe ile Tanıştırmak Gelelim Ekim ayı için seçilen kitaba. Öncelikle kitap uçanbalık yayınlarından çıkmış. Kısacık bir hikaye fakat çizimler oldukça etkileyici. Hatta bazı sayfalarını çerçeveletecek kadar güzel. Genelde resimler biraz pastel tonlarda kaldığı için küçük çocukların dikkatini çok fazla çektiğini düşünmüyorum. Günümüzde yaygınlaşan çizimlere da bir eleştiri getirmek istiyorum. Artık daha çok ebeveynlere yönelik çizimler yapıldığını görüyorum. Çocukların ilgisini ya da anlamasını kolaylaştıracak şekilde değilde daha detaylı ve estetik görünen resimli çocuk kitapları satılıyor. Bu konuda özellikle Türk çizerleri ayrı tutuyorum çünkü gerçekten hala çocuklara odaklanan ve anlaşılır kitaplar resimliyorlar. Bence Türk çocuk edebiyatı alanı son yıllarda altın çağını yaşıyor. Gerek yazarlarıyla gerek çizerleri ile çok nitelikli kitaplar piyasaya çıkıyor.
Tumblr media
Gelelim Bir Kavanoz Mutluluk kitabımıza. Ben şöyle düşünüyorum kitapta genellikle üst tabakadan gibi gösterilen güvercinler mutluluğu satın alırken daha alt tabakada gördüğümüz fare boş kavanozu tamamen tesadüfen bulduğunda çok mutlu oluyor. Güvercinler sanki günlük telaşı arasında öylesine mutluluğu almışken fare kendi ağacını o kavanozda yaratarak çocuklarına ağacın altında bir kitap okuyor. Yani aslında satın almak yerine kendisi oluşturduğunda çok daha mutlu oluyor. Kitap her ne kadar okul öncesi resimli çocuk kitabı gibi görünse de bence ilkokul çağındaki çocuklara okunarak üstüne uzun uzun sohbet edilecek bir kitap. Tanıtım bülteninden; Mutluluğu küçücük bir kavanoza sığdırmak... Davide Calì'nin düşlerinden süzülüp Marco Somà'nın fırçasıyla renklenen Bir Kavanoz Mutluluk, minik okurlarıyla birlikte tam da bu can alıcı sorunun izini sürüyor.   Hızla değişen dünyadaki tüketim alışkanlıklarından ve maddiyata dayalı hazır mutluluk formüllerinden dem vuran bu düşündürücü öykü, zamansız bir evrende geçmesine rağmen günümüz gerçekliğine ayna tutuyor.       Uçanbalık okurlarının Bir Dostluk Masalı ve Yediuyur Nerede Uyur? isimli çalışmalarından tanıdığı Marco Somà'nın olağanüstü resimleriyle farklı görsel okumalara kapı aralayan kitap, kuşların renkli dünyası üzerinden insan hayatındaki maddi ve manevi değerlere değiniyor. Çın! Çın! Bakın, mutluluk satıcısı Bay Güvercin eski bir kamyonetle ta uzaklardan tıngır mıngır geliyor. Bayan İbibik, Bay Sülün, Bayan Çalıkuşu ve diğerleri...  Tüm kuşlar heyecanla sıraya giriyor. Hepsinin tek bir arzusu var, o da hayalini kurdukları mutluluğa bir an önce kavuşabilmek. İyi ama mutluluk satın alınabilir mi gerçekten?.. ​Mutluluk kavramını bir arzu nesnesine dönüştürüp, küçük, büyük ve aile boyu kavanozlarda satışa sunan Bay Güvercin'in, ormanın sakinleriyle kurduğu alışveriş ilişkisini konu edinen bu sevimli öykü; değişik türdeki kuşlara ev sahipliği yapmanın yanı sıra satır aralarında basit hesaplama ve matematiksel tanımlara da yer veriyor.   Bir Kavanoz Mutluluk, mutluluk arayışına eleştirel bir bakış sunarak, bakmasını bilen gözler için mutluluğun aslında çok yakında olduğunu hatırlatıyor. https://www.kitapyurdu.com/ Yeni haberler için bu siteyi Google News’ten takip etmeye devam edebilirsiniz. Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Read the full article
0 notes