Tumgik
#Göründü
metbuat · 2 years
Text
"Yumun ağzınızı!"
“Yumun ağzınızı!”
“Milan”ın 41 yaşlı hücumçusu Zlatan İbrahimoviç PSJ-nin forvardı Kilian Mbappenin “Real Madrid”ə keçməyərək paris klubunda qalmağa qərar verməsini dəyərləndirib. Metbuat.org xəbər verir ki, “Marca” Bosniya əsilli isveçli forvardın dediklərini belə çatdırıb: “Mbappe ilə şəxsən tanış deyiləm. Onu deyə bilərəm ki, oyunçu kimi əladır. Amma sən intizamı itirirsənsə, fərdiliyini də itirmiş olursan.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dogtrainingblogs · 2 years
Text
8 Yıldır Kayıp Pit Bull Yetersiz Beslenmiş Ama Sevgi Dolu Göründü
8 Yıldır Kayıp Pit Bull Yetersiz Beslenmiş Ama Sevgi Dolu Göründü
Mikroçipler birçok köpeği ve insanı yeniden bir araya getirmeye yardımcı oldu, ancak ne yazık ki her zaman hemen kontrol edilmiyorlar. Harley adlı bir Pit Bull, güncel bir mikroçipi olmasına rağmen sekiz yıl boyunca ortadan kayboldu. Ailesi harap oldu, ancak sevgi dolu köpeklerinin bir gün geri döneceğine dair umutlarından asla vazgeçmediler. Birisi sonunda Harley’i bulduğunda, zavallı yavru…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
tarumarimm · 1 month
Text
Ben, denizi derin derin yaşayan, daima gülen, söyleyen, dinleyen, darılan bir şey gibi tanır ve severdim. Halbuki bu gece sular bana çaresi, tesellisi olmayan büyük bir yalnızlık gibi göründü.
Tumblr media Tumblr media
•Çalıkuşu
44 notes · View notes
yhuart · 21 hours
Text
Ben, denizi derin derin yaşayan, daima gülen, söyleyen, dinleyen, darılan bir şey gibi tanır ve severdim. Halbuki bu gece sular bana çaresi, tesellisi olmayan büyük bir yalnızlık gibi göründü.
Tumblr media
21 notes · View notes
sillagen · 9 days
Text
Haneye bir evlat, cocuk eklense nasil seviniyoruz.Resullulah'ın doğduğu haneye nasıl bir sevinç gelmiştir hayal bile edilemez hakikaten o doğarken kainatta düzen yeniden kuruldu. Kisra sarayı yerinden oynayıp on dört burcu yıkıldı, taptıkları bin yıldır sönmeyen Mecusilerin ateşi söndü, şark ve garbi aydınlatan bir nur göründü daha niceleri. Kainat resmen " Muhammed (sas) " geliyor dedi.
39 notes · View notes
hermes-0 · 27 days
Text
30 BÖLÜM
RÜYA REHBERİ
Tufan, Elif’in rüyasında onun yanına yaklaştı ve nazikçe konuşmaya başladı. “Elif,” dedi, “bu rüyada seninle birlikteyim çünkü içindeki gücü ve potansiyeli keşfetmene yardımcı olmak istiyorum. Seninle konuşmak istiyorum, çünkü senin değerini ve yeteneklerini görmeni istiyorum.”
Elif, Tufan’ın sözlerini dikkatle dinledi. “Ama nasıl?” diye sordu. “Ailem sürekli olarak benden daha fazlasını bekliyor ve ben hiçbir zaman yeterli olamıyorum.”
Tufan, Elif’in gözlerine bakarak devam etti. “Senin değerini başkalarının beklentileri belirleyemez. Sen, kendi isteklerin ve hayallerinle değerlisin. Kendi yolunu bulmak için içindeki sesi dinlemelisin. Hangi kitapları okumaktan hoşlanıyorsun? Hangi konular seni heyecanlandırıyor?”
Elif, biraz düşündükten sonra cevap verdi. “Klasik edebiyat ve felsefe kitaplarını seviyorum. Onlar bana farklı bakış açıları kazandırıyor ve düşüncelerimi derinleştiriyor.”
Tufan gülümsedi. “İşte bu, Elif. Bu senin tutkun. Bu tutkuyu takip etmelisin. Yazı yazmayı da sevdiğini biliyorum. Belki de duygularını ve düşüncelerini yazıya dökerek kendini daha iyi ifade edebilirsin. Günlüklerine yazdığın yazılar, senin içsel yolculuğunda bir rehber olabilir.”
Elif, Tufan’ın sözlerinden cesaret aldı. “Ama ya ailem? Onların beklentilerini nasıl karşılayacağım?”
Tufan, nazikçe Elif’in omzuna dokundu. “Ailenin beklentileri önemli olabilir, ama senin mutluluğun ve iç huzurun daha da önemlidir. Kendi yolunu bulduğunda, onların da seni anlamaya başlayacaklarını göreceksin. Kendi isteklerini ve hayallerini gerçekleştirmek için cesur olmalısın. Unutma, senin yolculuğun senin ellerinde.”
Elif, Tufan’ın sözlerinden güç alarak derin bir nefes aldı. “Teşekkür ederim, Tufan. Bana gerçekten yardımcı oldun. Kendi yolumu bulmak için elimden geleni yapacağım.”
Tufan, Elif’e güven dolu bir bakış attı. “Her zaman yanında olacağım, Elif. Rüyalarında ve gerçek hayatta, senin içsel yolculuğunda sana rehberlik edeceğim.”dedi ve karanlığın içinde kayboldu
Tufan, Solaria Adası’na geri döndüğünde önce ailesinin yanına gitti. Samira’ya sarıldı ve Aylarayı kucağına alıp sımsıkı sarıldı. O sırada Merlin kapının önünde göründü.
“Çabuk dönmüşsün, Tufan. Söylesene, Merlin, insanlar neden küçük bedenlere büyük yükler yüklüyor? Neden görmezden geliyorlar onların isteklerini?” dedi Tufan.
Merlin derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Bir an düşündü, sonra yavaşça konuşmaya başladı:
“Tufan, insanlar bazen kendi korkuları ve beklentileri yüzünden çocuklara büyük yükler yüklerler. Kendi hayal kırıklıklarını ve umutlarını çocukların omuzlarına bırakırlar. Bu, onların isteklerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelmelerine neden olabilir. Ancak, her çocuk kendi yolunu bulmalı ve kendi isteklerini keşfetmeli. Bizim görevimiz, onlara bu yolda rehberlik etmek ve destek olmaktır.”
Merlin, Tufan’a dönerek ekledi: “Ve tam olarak sana o gün gemide anlatmak istediğim de buydu. Onların kendi yolları olmalı.”
37 notes · View notes
metbuat · 2 years
Text
"Topla rahat davrana bilmirdik" - Qurban Qurbanov
“Topla rahat davrana bilmirdik” – Qurban Qurbanov
“Qarabağ”ın baş məşqçisi Qurban Qurbanov Misli Premyer Liqasının XII turunda “Şamaxı”nı səfərdə 4:0 hesabı ilə məğlub etdikləri oyunu dəyərləndirib.  Metbuat.org xəbər verir ki, təcrübəli mütəxəssis matçla bağlı bunları deyib:  “Futbolçularımı təbrik edirəm. Çox əziyyət çəkdilər. Həm ümumi yorğunluq, həm süni örtük səbəbindən topla rahat davrana bilmirdik. Ümumən matçın gedişatında, xüsusən də,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
nefes3534 · 4 months
Text
Sadece 1 hafta içinde, 783.562 km²' lik tımarhanemizde yaşanan vakalardan bir-iki örnek:
Mesela;
Ankara' da bir lise öğrencisi ve bir arkadaşı boş derste erik dalı oynarken sınıf arkadaşları videoya çekip sosyal medyada yayınlıyor! Aynı arkadaşları tarafından video Din Kültürü öğretmenine izletiliyor ve şikayet ediliyor. Din Kültürü öğretmeni öğrenciyi çağırıp azarlıyor. Yetmiyor tutanak tutup olayı okul idaresine aksettiriyor. Velileri okula çağrılıyor ve durum onlara da aktarılıyor. Öğrenci, ailesi okuldan çıkar çıkmaz pencereden kendini boşluğa bırakıyor ve ölüyor!
Gencecik öğrencilerin 'öğretmene yaranma' ile başlayan güce yaltaklanma çabası bir yana, bu öğretmenin Din Kültürü öğretmeni olması! Gammazlığın, jurnalciliğin, ihbarcılığın çocuklara kadar indirgenmiş olması.
Din Kültürü öğretmeninin hiç haddi değilken okul müdürü gibi davranıp olaya müdahale etme cüreti!
Din Kültürü öğretmeninin ve okul idaresinin o kapkaranlık zihinlerinden; Erik dalı Filenin Sultanları ile özdeşleştiği için kız öğrencinin videosunda buna gönderme yaptığı, demek ki iktidara muhalif olduğu, belki de Allah muhafaza Ebrar ya da Vargas gibi eşcinsel olduğu, buna müsaade ederlerse başlarına iş açılacağı gibi birbirinden korkunç düşünceler mi geçti de bu çocuğu ölüme giden yola sokmaktan kaçınmadılar?
Yozlaşan (!) gençlikten bir üye eksilterek eğitim dünyasına katkı sundukları ve iktidarlarını koruyarak görevlerini yerine getirdikleri için mutlu ve gururludurlar umarım.
Mesela:
Kadın Voleybol takımımızın ABD' deki maç esnasında seyirciler arasında bir kadın sevinç gösterisi yaparken memeleri görünüyor diye, TRT özür mahiyetinde bir açıklama yapıyor!
Oyuncularımızı linçledikleri, hor gördükleri, ekonomi sınıfında sıkış tepiş uçurarak hakaret ettikleri yetmezmiş gibi seyirciyi de baskılamaya çalışıyor hadsizler! Meme göründüyse göründü! Meme bu! Dünyanın yarısında aynısından var! Üç beş tarikata kendilerini affettirecekler diye koskoca TRT' nin adını bu yalakalığa alet edebiliyorlar!
Mesela;
MEB, mezuniyet balolarının dışarıda yapılmasını genelge ile yasaklıyor! Hangi hadle? Çocukların okulun dışında ne yaptıkları sadece kendilerini ve ailelerini ilgilendirir! Size ne oluyor? Kim bunlar ya? Aile polisi falan mı? Öğrenciler geleceğin yetişkinleri değil de bunların kula kul adayları mı? Keyiflerine göre oynatacakları kuklaları mı?..
Artık iktidarlarının sona erdiğini, bittiklerini, yok olma sürecine girdiklerini görüp anladıkça daha da coşmaya, daha da cüretkar olmaya başladılar! Tez zeval buluruz diye düşünmeden zulümlerini artırdıkça artıyorlar. Hiç demiyorlar ki bu yükselen zorbalık, bu gidişat döner, bizi vurur!
Bize göre hava hoş da, arada heba olan gencecik canların vebali ne olacak?...
32 notes · View notes
amezhu · 2 months
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
212. BÖLÜM - Mükemmel olamamak - Pişmanlıklarla Dolu Bir Kalp -
Ayna duvarın diğer tarafını gösteriyordu. Diğer tarafta, Yin Yu sert bir şekilde Quan Yi Zhen’i salladı, “Uyan, uyan?”
Quan Yi Zhen sonunda uyandı ve yarı bilinçli halde mırıldandı, “Shihong, beni az ööce kin döödü? Burass nersi?”
…Zavallı Qi Ying, o kadar yaralanmıştı ki konuşması artık net değildi, Xie Lian elinde olmadan ona karşı bir sempati hissetti. “Seni yenebileceğimi mi düşündün?” Yin Yu sordu.
Quan Yi Zhen kafasını kaşıdı, ancak o zaman hatırlıyormuş gibi göründü, “ah, bei döğen impatoodu, ah.” Ardından bir şey hatırladı ve tekrar istekli gibi görünmeye başladı. “sein küreeni kaçııdı, geri aliim mi?”
“Onu yenebileceğini mi düşünüyorsun?” sordu Yin Yu.
Xie Lian sonunda anlamıştı, burası Qi Ying Sarayıydı.
Görünüşe göre Yin Yu, Quan Yi Zhen’i aramaya gittiğinde Jun Wu tarafından yakalanmıştı.
Jun Wu onun arkasında daireler çizerken Xie Lian bu şansı kullanarak başını eğdi ve sessizce fısıldadı, “Lord Rüzgar Ustası, hala orada mısın?”
Ancak cevaplayan Shi Qing Xuan değil Jun Wu’dan başkası değildi. Jun Wu arkasından doğru konuştu, “Tabii ki hayır.”
“…”
Jun Wu sordu, “fark ettim ki cennet başkentini kilit altına alan bariyerde birkaç açık nokta varmış, bu yüzden ruh değiştirme büyüsünü de ekledim.”
“…”
Jun Wu omzunu patpatladı ve dostane bir şekilde konuştu, “Ancak şimdi düşününce sana ruh değiştirme büyüsünü öğreten bendim. XianLe öğrettiğim her şeyi pratik olarak kullanıyor, cidden mutlu oldum.”
Daha sonra odayı terk etti. Jun Wu’nun aynanın diğer tarafında belirmesi uzun sürmemişti. Quan Yi Zhen’de fark etmişti, “!”
Yin Yu da etrafına bakındı ve telaş içinde, "Lordum?!" diye seslendi.
Quan Yi Zhen dövüşmeye hazır bir şekilde ayağa fırladı ama Jun Wu sadece elini savurdu ve Quan Yi Zhen şilteye çarptı ve tüm şilte çöktü. Quan Yi Zhen yere düştü, başı dönmüş ve bilincini tekrar kaybetmişti. Yin Yu son derece temkinliydi ama Jun Wu, "Bu kadar gergin olmana gerek yok. Şöyle düşün: Temkinli olsan bile bir anlamı olmaz, o yüzden neden biraz rahatlamıyorsun?”
Sahiden de doğruydu. Yin Yu ne demesi gerektiğini bilmiyordu o yüzden her zamanki gibi garip bir şekilde gülümsedi ancak ardından hızla geri çekildi.
Diğer taraftan Jun Wu rahatlamış gibiydi ve rahatça, “Sevgili Yin Yu’m, sanırım geçmişte hiç böyle muhabbet etmemiştik, haklı mıyım?
Yin Yu dikkatli cevapladı, “Durum öyle görünüyor.”
Geçmişte Yin Yu batıyı koruyan savaş tanrısıydı ancak tapınak ve meritleri çok olmadığından seviyesi o kadar da yüksek değildi. Yine de üst cennetin en düşüğü değilse de ortalamanın altındaydı, bu yüzden pratik olarak ne yüksek mahkeme ne de cennet imparatoruna yaklaşma şansı olmuyordu. Geçmişte Jun Wu onun sarayının girişinin önünden geçtiğinde bile muhtemelen stres oluyordu, o yüzden şimdi daha da gerilmişti. Ekledi, “Ama doğrudan konuşmadığın çok fazla cennet mensubu var, muhtemelen beni bilmeyenler de çok fazla.”
Ancak Jun Wu cevapladı, “Bu kesinlikle doğru değil. Seni bilen çok kişi var. Seninle daha önce tanışmamış olsalar da biliyorlar.”
Yin Yu şaşırmıştı, “Cidden mi?”
“Shidi’ne yaptıklarından dolayı” dedi Jun Wu. “Shidi’nden bahsedildiğinde onun de adın geçer. Yani laf arası geçiyordu.”
Bunlar kasten söylenen iğneleyici cümlelerdi.
Her ne kadar duygulardan arınmış renksiz bir tanımlama olsa da tam da tanımlayan kişinin tarafsız olması ve sadece gerçeği söylemesi daha fazla acı veriyordu. Quan Yi Zhen'in başı hâlâ dönüyordu, henüz kendine gelememişti. Yin Yu yumruklarını sıkarak başını öne eğdi.
Xie Lian, Jun Wu'nun ne planladığını belli belirsiz tahmin edebiliyordu.‌ ‌
Yin Yu cesaretini toplayıp konuşana kadar sorun yoktu, “Lordum, ne istiyorsun? Zaten cennetin imparatoru, üç diyardaki en yüce savaş tanrısısın, kimse seni engelleyemez, kimse senin pozisyonunun sorumluluğunu almaya cesaret edemez, ne yapıyorsun sen? Cidden… amacın ne?”
Elbette Jun Wu cevap vermedi. Ansızın konuştu, “Yin Yu üst cennete dönmek istiyor musun?”
“Ne?!”
Xie Lian da bu soruya şaşırmıştı. Jun Wu ne planlıyordu? Böyle bir zamanda Yin Yu’yu kandırarak yanına çekmeye çalışmasının amacı neydi?
“Alt dünyada, hayalet aleminde ayakçılık yapan çocuk olmaktan hoşlandığını hiç sanmıyorum.”
“…”
Yin Yu, sonunda fark etti, “Lordum çok fazla düşünüyor. Asla hoşlanma veya hoşlanmama diye bir şans yok.”
Xie Lian içinden ‘of hayır!’ diye haykırdı, ‘bu şekilde cevap vermemelisin. Muhtemelen zayıf noktanı bulacak.’
Tabii ki Jun Wu’nun yüzünde koca bir gülümseme belirdi, “Bilmiyor musun, bu şekilde cevap vermenin anlamı ‘sevmiyorum ama konuşmamayı tercih ederim’ demek.”
“…”
Sahiden. Yin Yu kendine gerçekten güveniyor ve hayalet diyarındaki mevcut konumunu gerçekten seviyor olsaydı, doğrudan "Seviyorum" diye cevap verirdi. Ancak açık sözlü olmaktan kaçınsa da cevabı çok açıktı.
Jun Wu sözlerine şöyle devam etti, "Sen ünlü bir aileden geliyorsun, kötülüğün yolundan asla geçmeyen Ortodoks bir klandan geliyorsun, tarikatta yetiştin ve büyüdün ve küçüklüğünden beri yükselmenin hayattaki nihai hedef olduğu konusunda etkilendin. Böyle bir arayıştan vazgeçmek çok zordur. Hayalet âlemine düşmenin ancak zoraki bir durum, çaresizlikten doğan bir eylem olduğu söylenebilir. Elbette hayalet âlemindeki mevcut konumundan memnun olduğunu söyleyemezsin, çünkü bu senin istediğin şey değildi.‌”
Yin Yu yeterince cesareti olmasa da zayıf bir şekilde konuştu, “Hua Chengzhu bana nezaket gösterdi, beni kurtardı…”
“Biliyorum.” Dedi Jun Wu, “Hatta seni sürgün sırasında ölen Jian Yu’nun kederli ruhunu yatıştırmana için yolcu etmene de yardım etti.”
“…Evet.” Dedi Yin Yu, “Yani şu anki konumumdan memnun olsam da olmasam da, durum bu.”
“Can sıkıcı.” Dedi Jun Wu, “Onun lütfuna bağlanmışsın ve gidecek bir yerin yok, yani sen yalnızca kendini zorluyorsun.”
“…”
Yin Yu başını yere eğdi ve konuşmadı. Xie Lian’ı ise soğuk terler basmıştı.
Artık Jun Wu'nun nasıl saldırmayı planladığını az çok tahmin edebiliyordu ve Yin Yu'nun tepeden tırnağa her ifadesi, her hareketi zayıflık doluydu.
"O zaman," dedi Jun Wu, "Konuyu değiştirelim. Sana başka bir soru sorayım: Quan Yi Zhen'e hiç nezaket gösterdin mi?"
"..."
Jun Wu sözlerini şöyle sürdürdü: "Alakasız biri size lütuf gösterdiğinde kendinizi adamak ve iyiliğe karşılık vermek için hangi gerekçeyle kendinizi memnuniyetsiz bir konuma sokmanız gerekiyor demek, ama siz Quan Yi Zhen'e lütuf gösterdiğinde o seni böylesine alçak seviyelere düşürdü?"
“Yin Yu, başkalarına yardım etmek için kendini küçümseme alışkanlığı hiç iyi bir alışkanlık değil. Bilmelisin ki, kimse sana teşekkür etmeyecek.”
Her adımda zorluyor ve her adımda Yin Yu’nun en çok yara aldığı yerleri eziyordu.
Daha sonra Jun Wu devam etti, “Tüm hayatını yükselmeyi arzulayarak harcadın. Yüksek cennette iyi bir yer edinmeyi ve büyük dövüş salonuna iyi bir rütbe ile girmeyi diledin. Quan Yi Zhen’ın arka plan dekoru gibi kalsan da seni cennetin şaklabanı yapsa da hatta büyük bir utanç içine soksa da sen yüksek cennette kalmak için dayandın ve gayret ettin. Bunların hepsi burada kalmak istediğin için değil miydi?”
“Sen buraya aitsin, ama Quan Yi Zhen senin olması gereken her şeyi aldı götürdü ve her şeyi mahvetti.”
“Kim öyle olduğunu düşündü?”
"Sen onun kadar çok şey fena etmedin mi? Hayır, sen ondan daha çok şey verdin. Ve genel yetenekler söz konusu olduğunda, o seninle kıyaslanamaz bile. Qi Ying neden üst cennette yapayalnız, kimse destek veya yardım vermiyor? Çünkü aklı basit, cahil ve aptal, kör ve vahşi, bu yüzden kimsenin ona saygı duymasını sağlayamıyor. Ama sen. Aklın ve bilgeliğin ondan çok daha olgun, dünyanın nasıl olduğunu ondan daha iyi biliyorsun, ne zaman saldıracağını ve ne zaman geri çekileceğini biliyorsun ve çaba göstermeye daha isteklisin. Onun doğal yeteneğine, ruhani güçlerine sahip olsaydın, başarıların onunkinden çok, çok daha büyük olurdu ve herkes sana saygı duyardı.”
Yin Yu kararsızlaşmaya başladı, “Lordumun neden bunları söylediğini bilmiyorum. Tüm ‘eğer’ler anlamsız, onun ruhani güçleri onun…” aniden çığlık attı ve ellerini havaya kaldırarak telaş içinde bağırdı, “NE?? B-BU NE BÖYLE?!”
Saf beyaz ruhsal ışık aniden ellerinde parladı, o kadar kör ediciydi ki direkt bakmak imkansızdı. Jun‌ ‌Wu‌ kayıtsızdı, şöyle dedi: “Korkmaya gerek yok, sadece birazcık ruhsal güç.”
Ancak o zaman Yin Yu biraz sakinleşti ve inanamayarak konuştu, “Kimin ruhsal güçleri?... Benimkiler mi? Ben bunlara sahip değ…” onun ruhsal güçleri bu kadar güçlü değildi.
“Henüz senin değiller.” Dedi Jun Wu, “Ancak senin olup olmayacağı, neyi seçeceğine bağlı olacak.”
Yin Yu haykırdı, “Eğer benim değilse kimin bunlar? Yoksa…”
Bir anda aklına biri geldi ve ona doğru baktı. Şans eseri, yaşam gücü inanılmaz inatçılıkla güçlü olan Quan Yi Zhen tekrar kendine gelerek şaşkınlıkla etrafına baktı. Yine kafası karışmış görünüyordu. Jun Wu cevapladı, “Evet doğru. Bunlar Quan Yi Zhen’in ruhsal güçleri.”
“Ha?” Quan Yi Zhen esnedi.
“Neden onun ruhsal güçleri benim içimde?” Yin Yu sorguladı, “ruhsal güçler nasıl bu şekilde aktarılabiliyor? Bu mümkün mü??”
“Kader bile değiştirilebiliyor, neden ruhsal güçler değiştirilmesin?” dedi Jun Wu, “Zor olduğunu düşündüğün ama aslında öyle olmayan o kadar çok şey var ki. Sadece cennet mensuplarının bazı sözleri ve bazı fırça darbelerinden ibaret bir şey, bu kadarcık.”
Yin Yu ürperdi, “Bu… BU…!!”
Ellerini sanki haşlanmış sıcak bir yam atmak istermiş gibi savurdu ama bu kuvvetli ruhani güç mutlu bir şekilde eline sıçradı, parmaklarının işaret ettiği her yeri patlattı ve aniden Qi Ying Sarayı'nın içindeki tüm duvarlar sırasıyla havaya uçtu. İlahi heykel çöktü, çatı da neredeyse çökmek üzereydi. Yin Yu daha da şok oldu ve artık elini rastgele savurmaya cesaret edemedi. Jun Wu gülümsedi, "Gergin olma, acele etme, sadece toparlan."
‌Yin Yu elini diğer eliyle tuttu, sarsılmış ve korkmuştu, iki kolu da titriyordu. Jun Wu sordu, “Yin Yu, bir kere daha soruyorum. Geri dönmeyi diler misin?”
Yin Yu nefes nefese kalmış gözleri kıpkırmızıydı, şöyle bir baktı. Jun Wu konuştu, “Eğer geri dönmeyi dilersen yalnızca lanetli zinciri kaldırmakla kalmam, Quan Yi Zhen’in tüm ruhani güçlerini de sana aktarırım.”
Quan Yi Zhen böylesine şeytani büyüleri duymamış gibiydi, şaşakalmıştı. Xie Lian şaşkın bir şekilde haykırdı, “??? SEN DELİRDİN Mİ???!!”
Jun Wu yavaşça konuştu, “Ve şu andan itibaren, sadece Yin Yu'yu değil de Qi Ying'i bilen bir başkası asla olmayacak. Senin adını hatırlamamaya kim cüret edebilir ki? Artık hiç kimse olmayacak."
Yin Yu tökezleyerek birkaç adım geri gitti, zihni karmakarışıktı, "Ben... Ben... Ben..."
Xie Lian o kadar gergin ve gergindi ki RuoYe tarafından sandalyeye bağlandığını bile unutmuştu. Nefesini tuttu, elleri sandalyeyi kavradı, vücudu öne doğru eğildi.‌
Jun Wu’nun yanılmadığı bir şey vardı. Xie Lian bile bunu söyleyebilirdi. Yin Yu’nun kalbinin derinliklerinde o hep cenneti arzulamıştı. O ilk sıralarda yüksek cennete aitti. Bu onun düşüncelerinin derinliklerine öylesine yerleşmişti ki değiştirmesi çok zordu.
Ayrıca, Yin Yu’nun Quan Yi Zhen’e karşı hiç mi kırgın olduğu düşünceler yoktu?
Emin olamazdı.
Aralarında bu kadar çok şey olan kişiler arasında, "Senden nefret etmiyorum" sözlerini bu kadar kolay söylemek tamamen imkansızdı. Bu 'nefret' büyük ya da küçük olabilirdi ve Yin Yu kararlı bir karakter değildi; ne yapmak istediği muhtemelen etrafındakilerden büyük ölçüde etkileniyordu. Birbirlerini iyi tanımadıkları için, Xie Lian da Yin Yu'nun ne yapacağından emin olamadı ve sadece zihninde sessizce dua edebildi.
Ekselansları Yin Yu… dikkat edin!
“Ben… ben…”
Yin Yu uzun süredir zihin karmaşası yaşıyor gibiydi, oturdu ve ellerini yüzüne kapattı. Bir zaman sonra kafasını yukarı kaldırıp baktığında gözleri buz gibi ve karamsar bakıyordu.
Uzun zaman önce çöp yığını gibi dövülen Quan Yi Zhen’e baktı ve fısıldadı, “…Lordum, sen, cidden… onun tüm ruhsal güçlerini bana verebilir misin?”
Xie Lian’ın kalbi parçalanırken Quan Yi Zhen’in ağzı kocaman açılmıştı, “…Shixiong?”
“Neden hemen şimdi sana verip yapabilip yapamadığımı göstermiyorum.” Dedi Jun Wu.
Yin Yu hala endişeli görünüyordu ve sordu, “O zaman… yine geri alabilir mi? Sonuçta onun ruhsal güçleri, isterse geri alabilir…”
“Kendi isteğinle verirsen ona geri dönerler, ya da ölürsen. Başka türlü geri almasının yolu yok.”
Yin‌ Yu‌ tereddütle sordu, “Eğer ruhsal güçleri bana geçerse, Quan Yi Zhen ölecek mi? Ya da başka bir şey olacak mı?”
Ne olursa olsun yine de Quan Yi Zhen’in kendi elleriyle ölmesini istemezdi. Jun Wu cevapladı, “Hiçbir şey olmayacak, sadece biraz canı yanacak ama bu dünyada acıyı tatmamış olan kim var ki?” Bundan sonra onunla nasıl başa çıkmak istersin, ölü ya da diri, hepsi sana bağlı.”
Yin Yu tekrar sordu, “Diğer cennet mensupları peki? Büyük dövüş salonunda ne olduğunu gören birçok cennet mensubu var, eğer dışarı çıkarsam…”
Jun Wu güldü, “Gördülerse ne olmuş? Hepsi tek elle öldürülebilecek pis böcekler. Hepsini yok et, yeni bir grup cennet mensubu getir, yüzünü ve adını değiştirip yeni bir geçmiş oluştur, kim daha akıllı olabilir ki?”
Bunu söylerken yüz ifadesi o kadar soğukkanlıydı ki sanki fincandaki çayın soğuduğunu, onu döküp yeni bir fincan değiştirmesini söylermiş gibi sakin ve rahattı.
Son olarak Yin Yu, "Yeni Üst Saray'da ben... benim yeni kimliğim ne olacak?" diye sordu.
"Ling Wen sol elimse, sen de sağ elim olacaksın." Jun Wu, "Benden başka senin üstünde kimse olmayacak," dedi.‌
Yin Yu dişlerini gıcırdattı ve sonunda şöyle dedi, “… Çok iyi!”
Karanlık bir şekilde konuştu, “Lordumun bugün bana verdiği sözü unutmaması için dua ediyorum. O zaman, simdi…”
Devam etmedi ve bakışlarını Quan Yi Zhen’e çevirdi. Jun Wu cevapladı, “Nasıl istersen.”
Bu sözler dudaklarından dökülür dökülmez Quan Yi Zhen aniden kıvranmaya başladı, yüzü buruştu ve çığlık attı; başını tutup yuvarlanırken ağzı, burnu, her yerinden kan akıyordu, çok büyük bir acı çekiyor gibiydi. Yin Yu'ya gelince, vücudundan ani bir ruhani ışık yayıldı.
Tüm yüzü ışıl ışıl parlıyordu ve bir kolunu kaldırarak yukarı doğru salladı ve tüm Qi Ying Sarayı bir gümbürtüyle çöktü!‌
Altın sarayın üzerinde koca bir delik açıldı. Enkazların arasında dururken Yin Yu kafasını eğdi ve ellerine baktı, ellerinin yavaşça yumruk haline getirdi. Jun Wu sanki yeni oyuncağıyla oynayan çocuğu izler gibi bakıyordu, “Nasıl hissediyorsun?”
   Bir an sonra Yin Yu cevapladı, “…Daha önce hiç bu kadar kuvvetli güçlere sahip olmamıştım.”
Diğer tarafta yerde acı içinde bağırıp kıvranan Quan Yi Zhen’e baktı, ifadesi karmaşıktı, “hocam demişti ki, Quan Yi Zhen yükselmek için doğmuş, cennetten yetenekle kutsanmış. Bu, cennetin bahşettiği güç mü?”
“Şu andan itibaren, artık hepsi senin.” Dedi Jun Wu.
Yin Yu yavaşça başını salladı.
Bir sonraki an ellerini havaya kaldırdı ve BUM!
Bu patlamada Quan Yi Zhen'in tüm güçlerini kullandı, gücü dehşet vericiydi ve aynadan beyaz bir ışık fışkırdı. Kısa bir süre sonra Yin Yu sağ eliyle havada dev bir daire çizdi, bu daireyi havadan yakaladı ve fırlatarak Jun Wu'yu tuzağa düşürdü. Jun Wu ayaklarının etrafındaki ışık çemberine baktı, hafifçe kaşlarını çattı, temkinli görünüyordu. Ona dokunmamaya dikkat etti. Sonra yerde Quan Yi Zhen'i çekiştiren Yin Yu'ya baktı, kayıtsız görünüyordu, "Yin Yu, son dakikada vazgeçmek mi, bana bir açıklama yapmayacak mısın?"‌
“…”
Yin Yu Quan Yi Zhen’i taşırken sırtı ona dönüktü, cevap vermedi. Jun Wu konuştu, “Yaptığın şey kesinlikle övgüye değer, klas bir adamsın. Ama bu senin gerçekten kalbinden geçen mi? Yüzlerce yıldır buna katlandın ve acı çektin. Katlanmaya devam mı edeceksin?
“…”
“Şu anda kurtardığın kişiye gerçekten kızmıyor musun? Kızmıyorsan, nefret etmiyor musun?
“…”
Yin Yu artık daha fazla dayanamadı.
Yumruklarını sıktı, eklemlerini çıtırdattı ve etrafa savurdu, “KIZIYORUM! ONDAN NEFRET EDİYORUM!!! AMA, NE OLMUŞ?”
Ağzından burnundan kan fışkırmış gibi konuşurken Quan Yi Zhen dağılmış ve şaşırmıştı, “Shixiong…”
“KAPA ÇENENİ!!!” Yin Yu bağırdı.
Tekrar Jun Wu’ya döndü, “Lordum… Lordum… SEN! NEDEN BANA BUNU HATIRLATMAK ZORUNDAYDIN Kİ? HEPİNİZ BENİ ANLIYORMUŞ GİBİ KONUŞUYORSUNUZ! EVET, ONDAN NEFRET EDİYORUM! AMA, NE OLMUŞ YANİ? BAŞIMA O KADAR BELA AÇTI, TABİİ Kİ ONDAN NEFRET EDECEĞİM??”
“…”
Xie Lian’ın parçalanmış kalbi aniden derin vadilerden yükseklere sıçradı, gülse mi ağlasa mı bilemedi, neredeyse devrilecekti. Ne tür karmaşık bir mantıktı bu?
Yin Yu devam etti, “…AMA… ama ben yalnızca… yalnızca ondan nefret etmek istedim, bu onu incitmek zorunda olduğum anlamına gelmez. "Benim olmalıydı" ne demek? Doğal yetenek dışında doğuştan birine ait olan hiçbir şey yoktur. DİĞERLERİNİN VARLIKLARINI, ONLARI İSTEMİYORUM!!!”
Xie Lian'ın gözleri parladı ve bağırdı, “İYİ DEDİN!!”
Yin Yu devam etti, “Cennete dönmek istiyorum, ilk on’da yer almak istiyorum. AMA! Eğer tüm bunları kendim yapmazsam hiçbir anlamı olmaz! Şanssızım, kabul ediyorum! Eğer onun kadar güçlü değilsem, en azından onun kadar güçlü olmadığını itiraf edebilirim!”
“KARŞILAŞTIRAMAĞIMI KABUL ETMEK O KADAR ZOR DEĞİL!”
Ne büyük bir gurur!
O anda Xie Lian sonunda bir kez daha Yin Yu’nun görkemli ışığını ve gençlik gururunu gördü.
“WAH!" Quan Yi Zhen gözyaşları içinde sırt üstü yere yığıldı, kan gözyaşlarına karıştı, Yin Yu'nun da yüzüne kan sıçradı, Yin Yu devrildi, "KES ŞUNU!!!
Quan Yi Zhen ağladı ve inledi, “Shixiong, özür dilerim!”
Yin Yu daha fazla dayanamadı, "Artık benden özür dilemene de gerek yok! Ne kadar özür dilersen dile anlamayacaksın. Senden gerçekten bıktım..."‌
Jun Wu içini çekti ve şakağını ovuşturdu. Yin Yu ekledi, "Ayrıca... ayrıca, ben de tamamen güçsüz değilim. Kendin de söyledin. Genel yetenekler söz konusu olduğunda, o benimle kıyaslanamaz. Benim de kendi yeteneklerim var..."
Oof.
Jun Wu arkasını döndü ve rahatça elini salladı, "Çok heyecan verici. Sen ve Xian Le çok iyi anlaşıyor olmalısınız.”
Ne?
Ne oldu?
Xie Lian hala sandalyeye bağlıydı, kalbi o kadar hızlı atıyordu ki sanki göğsünden çıkacak gibiydi. Yin Yu’ya ne oldu?
Konuşmayı bırakmış, ifadesi de tuhaflaşmıştı. Jun Wu’ya gelince, ellerini sırtının arkasına koydu ve sakin bir şekilde güçlü görünen çemberin üzerinden herhangi bir sınırlama olmadan geçti. “Bu şekilde cevap vereceğini çok iyi tahmin etmiştim. Bu yüzden önceden lanetli zincirini kaldırmamıştım.
Lanetli zincir?
Sahiden de Yin Yu’nun kolunda lanetli zincir vardı. Xie Lian derhal onu baktı, Yin Yu da kollarını kaldırmıştı.
O tipik lanetli zincir o kadar sıkılaşmıştı ki, çok fazla, neredeyse Yin Yu’nun bileğini koparıp atacaktı ve aniden tüm kolu kağıt gibi solmaya başladı, beyazlık gittikçe yayılıyordu.
Lanetli zincir onun kanını emiyordu.
Xie Lian kendini öne doğru ittirdi ve kendisiyle birlikte sandalye ile yere yığıldı. Yerde delicesine çırpınsa da boşaydı, sadece aynadan delirmiş dayak sesini duyabiliyordu.
Bir zaman sonra gözlerinin önünde iki beyaz bot belirmişti, dönen Jun Wu’du.
Elinde Yin Yu’nun lanetli zinciri vardı, koyu kızıl ve kanlarla kaplanmış. Xie Lian’ın kafasına doğru fırlattı, “Al, küçük arkadaşına veda et.”
RuoYe’nin kördüğümü sonunda çözülmüştü. Xie Lian yerden sürünerek kalktı ve suratına yumruğu geçirdi. Elbette yumruğu Jun Wu’ya değmemişti, hatta neredeyse kendisi yere düşecekti, kendisi de vurabileceğini düşünmemişti gerçi, sadece fırsat yaratmaya çalışmıştı. Çılgınca yandaki salona koştu.
Yin Yu yerde yatıyordu, kurumuş ve pörsümüştü, kağıttan bir bebek gibi beyazlaşmış ve incelmişti, yanakları bile solmuştu. Vücudundaki tüm ruhani güçler gitmiş, yüzü artık tamamen tanınmaz halde olan, daha fazla yara bere içindeki ve dövülmüş Quan Yi Zhen'e geri dönmüştü. Görünüşe göre, o ruhani güçler efendilerine geri dönmüştü.
Xie Lian koşarak geldi, "EKSELANSLARI YİN YU!!!"
Yin Yu, eskisinden daha zayıflamış bir çift gözle gözlerini kırpıştırdı ve onu gördüğünde, "Ekselansları..." diye mırıldandı.
   Quan Yi Zhen göğsünün üstüne doğru uzanmış feryatlar ediyordu, feryatları tüm cennetten duyuluyordu adeta, “ÖZÜR DİLERİM SHİXİONG, DÖVÜŞMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY BİLMİYORUM, AMA ONU YENEMEM Kİ!”
Tumblr media
Ağzından burnundan fışkıran kanlar Yin Yu’nun gözlerine, yüzüne saçılıyordu, onu izlerken acınası görünüyordu, kanlar yine Yin Yu’nun tepesine çıkmıştı, hayatının son kalan gücüyle bağırıyordu, “SANA ŞUNU KES DEDİM!! Ah, boşver… bırak öleyim…”
Yaşama direncini bir kez daha kaybetti. Xie Lian ağlamak mı sızlanmak mı hangisini yapmak istediğini söyleyemezdi, ya da belki kahkahalara boğulmak istiyordu.
Aniden Yin Yu'nun kurumuş gözleri yaşlarla doldu
Fısıldadı, “Biliyordum.”
Devam etti, “Yi Zhen bir dahi, bense sıradan biriyim. Tırmanabildiğim en yüksek yer ancak bu kadar yüksekti. Biliyordum.”
Bir güçsüzlük ve acı duygusu Xie ‌Lian'ın kalbini kapladı.
“Bilmeme rağmen bir türlü kabul edemedim.” Dedi Yin Yu, “Doğrusu, Jian Yu’nla aynı şeyleri düşündüm. Ben onun hissettiğinden daha da öfkeli hissettim. Hiç kırgınlık hissetmediğimden değil, kırgınlık hissetmemem imkansız. Kazadan sonra, brokarlı ölümsüzü giymesine rağmen neden on öl dediğimi düşünmeye cesaret edemedim. Gerçekten delirmiş miydim ya da gerçekten istemiş miydim?”
Xie Lian ona sarıldı, “Geçti, geçti. Bunlar küçük meseleler, gerçekten. Ekselansları Yin Yu, bu dünyada sadece birkaç yüz yıl daha yaşadıysan göreceksin ki hiçbir şey önemli değil. İster delirmiş ol ister gerçekten ölmesini dilemiş, fark etmez. Bu dünyada kimin böyle düşünceleri var. Ben de bu dünyadaki bana yanlış yapanları katletmek istedim, gerçekten, yalan yok, neredeyse yapıyordum. Ama bana bak, bu zamana kadar utanmazca yaşamadım mı? Sonuç olarak sonunda hiçbir şey yapmadın, önemli olan da bu.”
“Ama… sonunda, ben… hala bunun haksız… olduğunu düşünüyorum.” Yin Yu gözyaşlarına boğuldu, “etkileyici olmamak alnıma yazılmışsa bile en azından, ben… kibar ve mükemmel bir insan olmak isterdim. Ama… bunu bile yapamadım. Gerçekten… haksızlık. Doğruyu söylemek gerekirse, şu an bile, bu küçük salak, Yi Zhen için öldüğümü düşünüyorum, hala bunun üstesinden gelemiyorum. Pişmanlıklar ve kırgınlıklar olmadan boşverip ölemiyorum bile, bu ne böyle?”
Xie Lian onu nazikçe rahatlattı, “Ekselansları, şu zamana kadar zaten o kadar çok çabaladın ki. Ve çok iyi şeyler yaptın. Zaten çoktan çoğu insandan daha iyisin.”
Yin Yu, nihayet zorlu bir şekilde küçük bir kıkırdadı, “Çoğu insandan daha iyi, ha?”
Durduktan sonra içini çekti, mırıldarken pişmanlığının sesi son ruhuyla birlikte göçüp gitti, “Ama, tanrı olmak istemiştim…” Xie Lian kafasını iyice ona doğru eğdi, “ama, ekselansları Yin Yu, bu dünyada tanrı diye bir şey yok…”
Yin Yu ve Quan Yi Zhen'in eski günlerinden bir kitap çizimi;
Tumblr media
15 notes · View notes
birtekhayalimsensin · 3 months
Text
Bana yine sahil yolları göründü
18 notes · View notes
floralbeautysweet · 2 days
Text
Bug Noire
Tumblr media
العربية:
هذه هي دعسوقط معرفة باسم باغ نوار مزيج من كل من الدعسوقة والقط الميراكيلوس ارتدت بدلة ذات سمات، وهي مزيج حقيقي من شكليها الدعسوقة والقط الميراكولوس. ثم اكتشفت أخيرًا أن غابرييل أغريست هو الملك، وواجهته وجهًا لوجه في معركة معه، ووحدت الدعسوقة والقط ميراكولوس لتصبح دعسوقط.
ظهرت لأول مرة في الموسم الخامس الحلقة 25: التشكل (اليوم الأخير - الجزء الأول)، والتي بُثت في 01 يوليو 2023 في فرنسا والعالم، عندما اختبأت مارينيت في المطبخ وصرحت أنها لا تستطيع أن تتعرف على القط الأسود أو تتحول إلى ميراكوليسيسد مرة أخرى في شكل الدعسوقة.
Türkçe:
Bu Böceği Kara hem Uğur Böceği hem de Kedi Mucizelerinin bir karışımı, Uğur Böceği ve Uğur Kara formlarının gerçek bir modası olan özelliklere sahip bir takım elbise giydi. Daha sonra nihayet Gabriel Agreste'nin Hükümdar olduğunu keşfetti, onunla savaşta yüz yüze geldi ve Uğur Böceği ve Kedi Mucizelerini birleştirerek Böceği Kara oldu.
İlk kez 5. Sezon 25. Bölümde göründü: Conformation (The Final Day - Part 1), 01 Temmuz 2023'te Fransa'da ve Dünya çapında yayınlandı, Marinette mutfakta saklandığında Kara Kedi'yi ele geçiremeyeceğini veya Miraculized'ın onu tekrar Uğur Böceği olarak bulacağı için dönüşemeyeceğini belirtti.
English:
This is Bug Noire a mix of both Ladybug and the Cat Miraculouses wore a suit with traits, a true fashion of her Ladybug and Lady Noire forms. She then finally discovered that Gabriel Agreste was Monarch, came face to face in battle with him, and unified the Ladybug and Cat Miraculouses to become Bug Noire.
She made her first appearance in Season 5 Episode 25: Conformation (The Final Day - Part 1), which aired in July 01st, 2023 in France and Worldwide, When Marinette hides in the kitchen she states that she can't get a hold of Cat Noir or transform as the Miraculized would find her as Ladybug again.
15 notes · View notes
kosmazsankosamazsin · 17 days
Text
Yine yol göründü bana
15 notes · View notes
birguzelllincirkini · 3 months
Text
Yakında ilk defa amca oluyorum :)
Bugün prenseslerimde geldi dedik dur bir junior dayisinizi arayalim doğum ne zaman diye soralım.
Sanırım çocuk heycanı başka bişey
-Ee abi ne zaman geliyorsunuz diyor.
-Nereye gelicez
-Yahu ilk çocuğumuz ne anlarım ben çocuktan doğumdan,ya erken gelirse ne yapıcam diyor.Bana annemi yollayın vala bak ben altından kalkamam diyor 😂
-la nolucak işte sanci başlarsa al götür hastahaneye o kadar işte.
-Yeminle gelmezseniz bir daha yüzünüze bakmam.
-Ya ablalarım gelsin ya siz gelin
-Zaten doğum yakın diye uyuyamıyorum her an gelicek gibi tedirginim,elim ayağima dolasir,anneme ver annem ile konuşacam
-Al yadem ufak oğlun istiyor dedim
-Annem he ne var ne istiyorsun diyor.
-Yahu ne demek ne var ne istiyorsun ben anlamam yarin yola çik buraya gel.
-Ben hastayım o kadar yolu çekemem vala
-Bak gelmezsen dinime imanıma sana torunu gostermem ha
Neyse memleket yolu göründü cümbür cemaate..
10 notes · View notes
otuzsekizinciparalel · 2 months
Text
tam şu an şehirler arası yol alırken bu sene ne çok yol yaptım diye düşünüyordum, şahsi olarak yani ilk defa(ailemle yapardık genelde),, yolda mesaj aldım eylül başı yine yol göründü..başka bir şey düşünseymişim keşk
13 notes · View notes
huznunbahari · 1 year
Text
"sen geldin saçlarım örüldü, ufukta kara göründü. gurbet bitti, evime döndüm. bir kırık kemik kaynadı. alçısız, sargısız dallarıma su yürüdü, omuzlarım büyüdü.sen geldin, çatımı onardın benim. perdem havalandı, çantam hafifledi. bir serin suya girdi ayaklarım.uçurtmam havalandı ocağı tüttü evimin. bir batık gemi buldum içimde. artık çok zenginim."
46 notes · View notes
savasbitti · 2 months
Text
Tumblr media
gönül isterdi 9¾ peronundan binmek ama bize hogwarts değil pamukkale yolu göründü
17 notes · View notes