Tumgik
#Gılgamış
tuzcularisin · 1 year
Text
Tepedeki Mabet
Zümrütten yapılmış bir aynaya benzeyen gökyüzünü, bir örtü gibi beyaz bir bulut kaplamıştı. Güneşin ışınları, kibar ve nazlı bir kadının güzelliğinin parıltıları gibi her yeri aydınlatıyor ama yakmıyordu. Sık yapraklı ağaçların gölgeliklerine yaslanıp uzanan çimenlerin, çevrelerini küçümser gibi bir duruşları vardı… -Abla son durak… Kitaptan başımı kaldırıyorum şaşkın, Üsküdar’dan bindiğim…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
proofhead · 4 months
Text
İnternette İlk Defa: İhsan Oktay Anar'ın İlk Öyküsü - Kafirler İçin Apologya
Dördüncü sayının kapağı Elimde biriken onca yeni materyale karşın, bir süredir yeni bir İhsan Oktay Anar yazısı yazmıyordum. Ancak o kadar kıymetli materyaller buldum ki bunları tek bir yazıda ve bir anda değil de, yavaş yavaş paylaşmaya karar verdim. Ülkedeki ciddi birkaç fanatik Oktay Anar okuru gibi, siz de blogumu takibe alırsanız oldukça nadir durumda olan bu eserler hakkında bilgi…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
dolunay66 · 1 month
Text
Binlerce yıl önce yazılmış Sümerlere ait Gılgamış destanında, sevginin en güzel ifadesini buluyoruz:
"Solumda yer açtım sana dinlenmen için."
Gılgamış Destanı- 8. Tablet
Tumblr media
47 notes · View notes
azad30altug · 1 month
Text
"Solumda yer açtım sana dinlenmen için."
Gılgamış Destanı-8. Tablet
Tumblr media
13 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
BÜYÜK TUFAN
genellikle bir deitenin veya deitelerin, ilahi bir intikam biçimi olarak insanoğlunu temizlemek ve günahlardan arındırmak için medeniyetleri yıkmak için kullandığı iddia edilen bir araçtır. çoğumuzun bildiği en yaygın hali nuh tufanıdır, semavi dinlerinin üçünün de kabul ettiği bir olaydır. mezopotamya'da bir çok farklı kültürde rastlanılsa da mezopotamya dışındaki uygarlıkların kültürlerinde de yer alması sebebiyle bu tufan felaketinin ortadoğuda gerçekleşmiş yerel bir olaydan ziyade bütün dünyayı etkilemiş olarak küresel bir felaket olabileceği ihtimali söz konusu. ancak günümüzdeki bilim bütün dünyayı etkileyebilecek küresel bir tufan felatinin çok da mümkün olmadığı görüşünde. bu yüzden bu tufan hikayelerinin küresel tek bir tufandan ziyade görece yerel tufanlardan esinlenilmiş olması daha güçlü bir ihtimal.
nuh'un yaradılış tufanı dışında yunan mitolojisinde deucalion ve pyrrha, hinduizm'de manu, çin mitolojisinde gun-yu, iskandinav mitolojisinde bergelmir, maya mitolojisinde k'iche', kuzey amerika'da lac courte oreilles ojibwa kabilesinde, yine güney amerika'da muisca ve canari kabilelerinde ve son olarak avustralya'nın aborjinlerinde bile yer alan bir motiftir. nuh, manu, gun-yu, bergelmir ve diğerleri de hikayenin kahramanları oluyor, tufandan sağ çıkıp insanlığı devam ettirmekle görevli tanrıların seçtiği elçiler olarak düşünülüyor. bizim aşina olduğumuz nuh tufanının ise nuh öncesi üç farklı versiyonu mevcut, bunlar sümer mitolojisinden ziusundra destanı ve babil dönemlerinden kalma gılmamış destanı ile atrahasis destanı olarak geçiyor. içlerinden en eskisi olan ziusundra destanının bilinen en eski yazıtı milattan önce 1600'lü yıllara dayanıyor.
sümer tarihinde tufan öncesi kralların çok uzun yaşadıkları görülüyor, tufan sonrası krallar ise çok daha kısa ömürlere sahip olmuşlar. ki burada çok uzundan kastım 20 ile 45 bin yıl arası bir zamana tekabul ediyor. nuh peygamber için de tufandan sonra 350 yıl civarı, toplamda 950 yıl civarı yaşadığı öne sürülüyor. tufan sonrası sümer kralları çok nadiren bin yıl yaşayabilmiş, çoğunluğu 100 yılın altında bir ömre sahip olabilmiş. adem 900 yıl, ibrahim 175 yıl, musa 120 yıl yaşamış deniliyor. tufandan önce neden insanların bu kadar uzun yaşadığının söylenildiğiyle alakalı çok bir fikre sahip değilim, dinlerin yazılış tarihlerindeki insanların hesaplarıyla alakalı olabilir veya kullanılan takvim sistemleriyle. ne yazık ki bu konuda araştırma yaparken tanrıdan bağımsız bir cevap bulamadığım için işin bu kısmını detaylıca açıklayamıyorum. çünkü "tanrı öyle istemiş" benim gibi biri için pek tatmin edici bir cevap sayılmaz. ama günümüzde insanın biyolojik ömrünü düşününce bu sayıların büyük ihtimalle uydurma veya mantıksız bir hesaba dayandığını söyleyebiliriz. çünkü sırf tufan sonrası yaşamış sümer krallarının hüküm sürdükleri süreleri topladığın zaman milattan sonra 10,000 küsürlü yıllara karşılık geliyor. tufan öncesinde hüküm sürmüş olan 8 kralın toplam 240 bin yıl kadar bir süre hükmetmiş olduğu söyleniyor ki insanlığın tarım devrimi ve yerleşik hayata geçişi yaklaşık 10 bin yıl önce gerçekleştiğinden bu sürelerin mantıksız olduğu görülebiliyor.
destanın sümer halinde ziusundra tanrıların insanlığı yok etme planlarını duyar ve bir gemi inşa eder. yahudi incilinden gelen yaradılış destanında ise yehova nuh'a gemi yapmasını emreder ve tufandan sonra insanlığı bir daha asla bir tufan ile yargılamayacağını buyurur. nuh destanına içerik olarak en yakın bilinen tufan destanı m.ö. 700'lere dayanan, gılgamış destanının babilli bir kopyasında yer alıyor. gılgamış destanında bahsi geçen gılgamış döneminin sümerlere bağlı şehir devleti olan uruk'un kralıdır bu arada, gılgamış destanında tanrı ea tarafından gemi yapmakla yükümlendirilen kişi utnapishtim'dir.
bu kadar genel kültür yeterlidir herhalde, tanrıları ve 45 bin yıl yaşayan kralları bir kenara bırakıp bütün bu destanların arkasında yatan olaya bakmak istiyorum. çünkü amerika'dan avustralya'ya, iskandinavya'dan çin'e kadar uzanan geniş bir coğrafyada yer alan bu destanların nasıl bir felaket sonucu ortaya çıkmış olabileceği işin literatür kısmından daha çok ilgimi çekiyor. ilk olarak bu tufanlara neyin yol açtığını düşünmek gerekiyor. ortada bir çok senaryo söz konusu. sümer tufanı veya nuh tufanı olarak bildiğimiz olayın aynı olaya karşılık geldikleri düşünülünce, eski sümer şehirlerinin kalıntılarından bir tufanın gerçekleşmiş olduğu kesinlikle gözlenebiliyor.
ilk olarak sümer uygarlığının şehirlerinin ve basra körfezinin bir kısmının mevcut olduğu haritayı eklemek isterdim
eğer ki sümer uygarlığı bu tufanı yaşadılarsa, tufan çok büyük ihtimal ile bu bölgede gerçekleşti. haritada fırat ve dicle nehirleri de mevcut.
peki ama bu kadar su nereden geldi, bu sorunun birkaç farklı cevabı var ortada. ilk ve belki de en basit olan cevabı, m.ö. 3000'li yıllarda hint okyanusuna düşen yaklaşık 30 kilometre çapa sahip bir meteor olabileceği düşünülüyor. meteorun yarattığı kratere bugün burckle krateri deniliyor, görselden de bakıldığında bu meteorun sümer, çin ve avustralya'da gerçekleşebilecek bir tufanı açıklayabileceği aşikar. ama çin tufanının sümer tufanıyla alakasız oluşu ve aborjinlerin tufanı hakkında pek bilgi sahibi olmamamız bu meteorun sadece sümer tufanına yol açmış olabileceğini gösteriyor. zaten amerikan tufanları düşünülünce bu meteorun küresel bir tufana yol açmış olması ihtimali düşük gözüküyor. ama sümerler dönemindeki nuh'un gemisinin güneydoğu ırak'tan ağrı dağı'na ulaşmasını mantıklı bir şekilde açıklayabiliyor. görselde ağrı dağıyla fırat ve dicle nehirleri de mevcut. günümüzden 5 bin yıl önce gerçekleşmiş ve meteordan kaynaklı bir tufan deniz seviyelerindeki yükselmelere ihtiyaç duymadan gerçekleşebilir, çünkü 5 bin yıl önce deniz seviyeleri günümüzdekinden çok daha farklı değildi. ki sümerlerin geç neolitik çağdan bronz çağının ortalarına kadar yaşadıkları, tufan felaketinin de neolitik çağdan bronz çağına geçiş esnasında gerçekleşmiş olabileceği de düşünülünce mantıklı bir teori gibi geliyor. sümerlerin m.ö. 4500'den m.ö. 1900'lere kadar yaşamış olduklarını da düşününce bu meteorun yaratabileceği bir tufana maruz kalmış olma ihtimalleri çok güçlü. keza sümerlerin yaşadıkları dönemlerde de deniz seviyelerinde ciddi bir yükselme mevcut değil.  yine sümer/nuh tufanı için bir başka fikir de tufanın Basra körfezinin
dolumundan kaynaklı olabileceği görüşü. daha sonra detaylarına gireceğim, ancak son buzul döneminin sona erişiyle yükselen su seviyelerinin hürmüz boğazını aşmasıyla bölgeye tufan etkisi yaratacak bir tsunamiye sebep olmuş olabilir. bunu bir barajın yarılmasıyla barajın tuttuğu bütün suyun bir vadiye boşalması gibi düşünebilirsiniz. su seviyeleri hürmüz boğazını aşamıyorken boğaz, doğal bir baraj görevi görmüş olabilir. ki benzer bir olayın aden körfeziyle kızıldenizde olmasının hz. musa'yı kovalayan firavunun su altında kalmasını da açıklayabileceği düşünülüyor. her ne kadar kızıldeniz bu olaydan çok daha eski bir deniz olsa da su seviyesindeki ani bir yükselme böyle bir efsaneyi destekleyebilir.
hint denizine düşen meteorun tektonik levhalarda ve fay hatlarında yaratacağı stres ile oluşan bir deprem, hürmüz boğazında bir yarılmaya ve dolayısıyla basra körfezine ciddi bir su akışı olmasına sebep olabilir. basra köfezinin oluşumu 15 bin yıl öncesine dayandırılıyor. avrasya ile arabistan tektonik levhalarının çarpışması sonucu oluştuğu düşünülüyor, ki bölgedeki zagros dağları da bu teoriyi destekler nitelikte. kızıldenizin sürekli açılmasıyla (yatay olarak genişliyor) arap levhası afrika levhasından her yıl kuzey ile kuzey-doğu arası bir istikamette 1.2cm civarı uzaklaşıyor. bu ayrılma ile arap levhası iran'da bulunan fayları sıkıştırıyor ve bu etki kuzey anadolu fay hatlarında meydana gelen depremlere dahi yol açabiliyor. meteor teorisinin böyle bir yanı da mevcut, özellikle meteorun yarattığı bir tsunami dalgasından ziyade yol açabileceği bir deprem de tufana sebep olmuş olabilir.
9 notes · View notes
gecemavisibiri · 2 months
Text
1 note · View note
venusunruhu · 2 years
Text
Lilith’in ilk izi 5000 yıl önceki Sümer Mitolojisine kadar uzanmaktadır. Gılgamış destanı, Kabala, Talmud, Tevrat gibi dini ve mitolojik metinlerde Lilith hakkında oldukça fazla efsane ve öykü bulunmaktadır. Musevi inanışına göre Lilith, Âdem’in ilk karısıdır ve Âdem’le birlikte çamurdan yaratıldığından onunla eşit olduğu görüşündedir. Âdem’e tabi olmaya karşı çıkınca cennetten kovulur. Karanlıklara karışan Lilith şeytanla birleşerek günde yüz çocuk doğurur ve hızla yeryüzünde kötülüklerin yayılmasını sağlar. Cennette tek başına kalan Âdem çok sıkılır ve eşini geri vermesi için tanrıya yalvarır. Tanrı sürgündeki Lilith’e üç melek göndererek geri dön çağrısı yapar. Lilith bu çağrıyı kabul etmeyince elçi melekler “günde yüz çocuğunu öldürürüz” tehdidini gerçekleştirirler. Lilith duyduğu derin acı nedeniyle bundan böyle âdemoğullarından doğacak her çocuğu öldürmeye yemin eder. Hamile ve Loğusa kadınlara dadanır, bebeklerin baş düşmanı kesilir. Sadece yakınında üç meleğin ismi ya da sureti bulunan çocuklara zarar veremez. Günümüzde bebeklere nazarlık ve muska takılmasının tarihçesi de Lilith kültüne bağlanır. Musevi dininde erkek çocukların doğduktan sekiz gün sonra sünnet edilmesinde de gene bu kültün izi vardır. Zira Lilith her doğan erkek çocuğun ilk sekiz gün içinde, kız çocuğun ise yirmi gün içinde canını alacağına yemin eder. Ayrıca yalnız yatan erkekleri erotik düşlerle baştan çıkarıp güçten düşürür, aynalara fazla düşkün olan kadınları da kötülüğün safına çeker. Kısacası insanoğlunun başına gelen tüm felaketlerin sorumlusu olarak görülen Lilith adeta bir “günah keçisi” ilan edilerek lanetlenir. Bu arada Tanrı Âdem’in yalnızlığını gidermek için kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Erkeğin kaburga kemiğinden doğan Havva, Âdem’e tabii olur.
16 notes · View notes
choirubyy · 2 years
Text
Lilith kimdir ?
Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldığından Âdem'in kendisine eşit olduğu görüşündedir. Âdem'le birlikte olmayı şiddetle reddeder. Adem ısrar ettiğinde ise büyü ile kaçar ve onu terk eder. Melekler geri getirmek için Lilith'i bulur ama kendisi Kızıldeniz ile birlikte olduğundan 100 den fazla cin çocuğu olduğunu, bu nedenle artık Adem'e sadık olamayacağını bildirir. Bu arada Tanrı Lilith’i durdurmak için üç melek gönderir. Melekler Lilith’e eğer geri dönmezse 2 günde bir çocuğunu öldüreceklerini söylerler ve geri dönmediği, Tanrıya ve Adem’e itaat etmediği her bir gün için bir çocuğunu öldürürler. Bunun üzerine Lilith, Adem ile Havva’nın soyundan gelenlerin çocuklarını öldürmeye başlar. Rivayete göre, erkekleri doğduktan 8 gün, kızları ise 20 gün içinde öldürmeye çalışır. Bugün dünyada var olduğuna inanılan cinler Adem ile Lilith'in ve Tuval Kabil eşi Naama'ın birlikteliğinden meydana gelmiştir. Adem ile Havva'nın sınırlı hayat ile lanetlenmeden önce, cenneti terk ettiğinden ölümsüzdür. Lilith'den sonra Tanrı, ismi bilinmeyen bir başka eş daha yaratır ve Adem'de bu yaratılışı seyreder. Gördüklerinden çok etkilenir, yeni eşi kabul etmez. Üçüncü olarak, Daha sonra Âdem'i uyutur ve kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır. Havva, Adem’in bir parçasından yaratıldığından ona tabi olur. Lilith’in gizemli bir varlık olması onu birçok efsaneye ve mitolojiye malzeme yapmıştır. Lilith ile ilk olarak, Gılgamış Destanı’nda gecelere ve yeraltının karanlıklarına hükmeden kötü bir dişi karakter olarak karşılaşırız. Sümer, Babil ve Pers mitolojilerinde ise Lilith; vampir kadın, baykuş ve yılan olarak tasvir edilir. Ayrıca eklemek istediğim bir diğer inanışa göre; Lilith geceleri Adem ve Havva’nın soyundan gelen erkeklerin rüyasına girer. Onlara erotik rüyalar göstererek spermlerini çalar. Daha sonra bu spermleri vampir, kurtadam, şeytan ve cin gibi kötü yaratıklar doğurmak için kullanır.Bu paragrafi arastirmalarim sonucunda yazdim <3
Eklemek istediklerim : Lilith cok guclu bir kadin olduguna inaniyormus ve bu yuzden ademin ustun oldugu bir cinsel iliski yasamak istememis diye biliyorum adem de bu duruma sinirlenmis sonra lilith gitmis ve tanri lilith’e benzeyen bir kadin yaratmis adem onu da istememis en sonunda tanri ademin kaburga kemiginden havvayi yaratmis havva ademin bir parcasi olarak yaratildigi icin ona itaat etmis ve sozunu dinlemis lilith bu ikiliyi gorunce kiskanmis ve soylarindan gelen cocuklari kacirip oldurmeye baslamis ayrica adem ve havvanin cennetten kovulmasini istedigi icin yasakli elmayi yemelerini saglamis
Tumblr media
Okuduysaniz begenmeyi ve yorum yapmayi unutmayin lutfen <3
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
22 notes · View notes
justgrayjohn · 2 years
Text
Abla ne anlatıyon gılgamış destanı gibi post atmışsın kim okucak onu aq
3 notes · View notes
gundemarsivi · 8 days
Text
Tumblr media
Karanlığı Uzun Şiirlerindeki Anasoylu Yansımaların İnceleme Denemesi
✍🏻 Zeren Keziban Karaaslan
Şiir bazen bir sığınaktır; kendi elleriyle yaptığı, kıymetli olduğunu hissettiği yegâne yerdir belki de şair için… Belki de bazen kıyıda yaşamanın bedeli ya da ödülüdür. Bir hak ediş halidir, dışarıya inat… Bir korunma hali belki de ışıksızlığa çare, ışıklı zamanlardan, şefkatli kucaklardan kalma…
Arzu Demir’in bu kitabında, epey yıldır (araya tezli yüksek lisansı girince uzayan) üzerinde çalıştığım konunun temalarına (diğer kitaplarından daha belirgin, daha yoğun) rastlayınca, incelemeyi deneme ve çağrışımları da paylaşma isteğiyle, içindeki şiirlerle daha yakından ilgilenmeye başladım. Bu ilginin ortaya çıkardığı bir yazıdır bu; herhangi bir iddiası yoktur.
“Karanlığı Uzun” bir dünyanın içinde ara sıra kandil yakıp aydınlığı beklemeyi beceren ışık fakirleriyiz; malum, umut fakirin ekmeği… İnsanlık tarihinin karanlığı, bilinen insanlık tarihi kadar eski. Ataerkil kilometre taşlarının yollara döşendiğinden beri oluşan bir karanlıktır bu; beterin beteri…
Şafağı getiren ışıkları bir bir yakan, yaşamı kuran kadınlardı aslında… (Şimdi Taş Çağı’nın kadınlarının kokularını koyunlarında saklasalar da, korkuları baskındır çağın kadınlarının.) Siz ötekileştirilmeyi Eski Yunan, Roma ya da Mısır medeniyetlerinde mi oluştu sanırsınız? Diğer ırklara yönelik midir yalnızca? Ötekileştirme; erkeklerin, yani çocukların, doğumda kendi payını öğrenir öğrenmez yaptıkları ilk icraattır, ve hâlâ ötekidir kadınlar, her çağda ve her toplumda. Ve o yüzden:
“hak hak hakikat-i beşer
kaç bin soy
kimin yüzüyle giydirdin” (s. 33)
diye sorar şair. Dünyanın en eski ve ilk önyargısıdır bu başlatılan. Havva ve Pandora öyküleri mi dışladı kadınları yalnızca? Karanlık uzadıkça uzadı bu çağa, ta yarı tanrılıkla yetinmeyen Gılgamış’ın İştar’ı reddiyle tanrıçalığını kabul etmeyen edasıyla başlatıldı. Ve kâtiplerin elleriyle yazılan yazıtlarla yeryüzüne, zamanın akışıyla birlikte hiç durmadan yayıldı! Tanrıçaların ölümsüzlüğü ve kendi ölümlülüğünün kıyaslanmasından doğan hasedi, ölümsüzlüğün peşine düşen (aslında dünyanın efendisi olma yani tanrı olma yolundaki mücadelesi) destanında gizlenmiş olarak sızıp durdu zihinlere…
“kavruldu oğullarımın yadigârı
çatlak toprağıyla karnımdaki bu bahçe” (s. 21)
Gılgamış’ın annesi tanrıça, kutsal anne Ninsun, kıyabilseydi şımarık oğluna, yardım etmeseydi, neredeyse imkânsızdı aslında onun bu destanı yaratan yaşam hikayesi. Oğullar büyüyüp baba olunca olanlar oldu, binlerce yıl sonra dürtüp dizeler yazdırdı kutsal anne, neler olduğu anlaşılsın diye Arzu Demir’e:
“yere diz vurdular
sol memelerinde hep bir oğul kurşunu” (s. 25)
Babil’in yaratılış destanı Enuma Eliş’te zirve yaptı ötekileştirme: Tiamat’ın katledilişiyle tiranlık ve kıyım da başlar, öyle ki bu çağda şiire böyle yansır:
“sürüyor
can çukurumuzdaki kıyım mevsimi” (s. 59)
Kadının ilahi yerine ve anaerkil değerlere duyulan öfke, o yeri ve değerleri değiştirme hamleleriyle tüm mit ve yorumlarda büyüyerek çıkar karşımıza. Anaerkil benliğin ve anaerkil mantığın suistimal edilmesi, insanlığa yaraşmayan eşitsizliğin ortaya çıkması yalana, iftiraya dahildir. Marduk, Tiamat’ı kaos yaratmakla suçlar ve düzen getirmeyi vadederek (böylece ilk algı yönetimi de girer insan yaşamına, şimdilerde cılkı çıkan) öldürmeyi normalleştirmeyi de hedefler, sonuçta tanrıları doğuran tanrıçanın yaşamına tuzağa düşürerek, hileyle son verecektir:
“tanrının oraklarıyla biçerken katilin biri
İnsanlık
ne de teşneymiş örtmeye katilin üzerini”
Gılgamış ve Marduk, kadına duyulan ilk inanç biçimini değiştirerek tanrıları ön plana alıp, kadınların yarattığı değerleri de önemsizleştirdiler. Ne yazık ki insanlık onların belirlediği hattan ilerledi ve o hattı takip edenler, o günden bu yana, kadının yazgısı adı verilerek dayatılan, benimsetilen normları, kültürü oluşturdular. Anaerkil değerlerle biçimlenmiş yaşamın ataerkil düzene nasıl kolayca evrilmiş olabileceğini fısıldar gibidir şu dizeler:
“bilseniz
ne çok bağışladım sizi
sevebilmek için”
Oğullar büyüdükçe anaların yetkilerine göz diktiler, sonrası malum: analar oğulları tarafından tuzağa düşürülüp vuruldular, (ana yüreği bu kıyabilir mi ki oğullarına, erk olup savaşsın) onlar yine de bağışladılar, oğulların isteklerine karşı çıkmadılar, sevmekten de vazgeçmediler.
“sahi kimdiniz
incittikçe küçüldünüz”
Büyümek sevmek demektir, büyümek demek beslemek, koruyup kollamak demektir. Ana yetkili koşulları tahmin etmek zor olmasa gerek. Bu konuda Robert Briffault, Analar adlı kitabında “topluluk birliğinin yarattığı diğerkâm kendiliğinden serpilmiş güdüdür, benim senin diye ayırmayı bilmez insanlar” der. Oysa tam da bu yüzden analarda kendiliğinden oluşmuştur yetki ve doğanın, doğalın mevkilendirdiği bu durum… Eski Taş (Paleolitik) Çağı’nda, doğanın koynunda, doğal seyrinde ilerliyordu adımlar ve zaman… Sonra Cilalı Taş Çağı’nda rotası değişti adamların ve adımların, doğadan, doğaldan ayrılarak bir düzen isteği yayıldı atmosfere… Marduk’un taahhüt ettiği düzen başladı ama düzen bu, entrikasız, hilesiz olur mu? (Oysa sıralandıkça kurallar, komuta, kontrol erkin eli erkekleri de ezdi.) İnsanlığın dirliği ve birliği bozuldu. Marduk’un iftira ve yalanlarından çıkan başka başka iftira, yalanlar ve normalleştirme becerileri tarihin raylarında hızla yol aldı, gelişti, serpildikçe serpildi, hormonlanarak gelip, bu çağın da kapısına dayandı:
“riyanın dili uzun
sustukça
hep aynı fasit daire
katil değişir de
katliam daimdir”
Yaktıkları ışıklar ve basireti söndürüldü, ana elinin rehberliğinde ortaya çıkmış ne varsa yok edildi, mağara duvarlarına çizilmiş ne varsa babalara mal edildi. Yapıcı, koruyan, şefkatli ruh ortadan kaldırılıp yerine yıkıcı, otorite ve tahakküme dayalı bir ruh reva görüldü yerküreye. Bazı kadınlar (Amazonlar) en önemli dişil değer olan insanın ilk besinini barındıran memelerini kesip savaşmayı denediler ancak gözü dönmüş büyümüş evlatların acımasızlığıyla baş edemediler, ne de olsa dişil ilkeyle biçimlenmiş anne yüzü taşımaktadırlar.
“ben
anne yüzlü kızların
yetim çocukluğunda kalayım”
Arzu Demir, toplumun konumlandırdığı kadının yerinden uzak durmaya çalışır.
“değişiyordu yolumuz durmadan” (s. 72)
Erk eliyle belirlenmiş o hattan ve alanlardan uzak, meydanlar belirler hep kendine ve piyasa ilişkilerinin olmadığı sahalarda, kendi tutunduğu ve bırakmadığı değerlerin olduğu vadilerdeki ilişkilerle muhabbet kurar.
“gördüm
tanrım
bıraktım ellerini
hayal kırıklığımsın
kavmim, kardeşim ve dahi tüm beşer
kör inançlarla boğazlıyor birbirini
sense başındasın karanlığın
gitgide açılıyor aramızdaki mesafe” (s. 66)
O’nun şiiri, başlangıçtan yani ilk kitaptan itibaren yetkinliğe meyilli bir şiir olarak karşımıza çıkar. Doğulu ipliklerden dokunmuş bir kumaşa sahip, bir mizaç ve duruşu vardır. Şiirleri de Doğulu ipliklerden dokunmuş bir tona sahiptir, şiirleriyle bütündür. Şiiri Arzu’nun yükünü, Arzu ise şiirinin yüzünü taşır; ancak tüm kadınların taşıdığı endişeleri, huzursuzlukları ve yaşanmışlıkları duyumsatır dizelerinde. Geçmişten seslenir günümüze, “karanlığı uzun” diyerek…
Sessizliğinden çıkan dizelerinde buluruz sesini, gündelik yaşamın koşuşturmacasının içinden dinginleştirip dile getirdiği dizelerde… Sesini yükseltmeden, sakince; ancak söyleyeceklerini esirgemeden söyler. Sözcükler aracılığıyla imgeye dönüştüğünde her şiir, sesini duymamızı istediği bir çağrıya dönüşür Arzu Demir’in…
“hadi dokuz kez yıkayalım dilimizi” (s. 69)
Arınıp ataerkil kodlardan, öyle bakalım bir de eski metinlere; çünkü anasoylu değerler ve bilgeliği, dipsiz kuyulardan çıkarılıp okunmayı, yorumlanmayı bekler:
“unutkandır ve sever ya geçmiş
yeniden yazılmayı” (s. 62)
Pek itibar edilmeyen, ana anlayışlı bir yaşamın varlığının tüm ayrıntılarını bulup gün yüzüne çıkarmak, anaların eliyle kurulmuş ne varsa görmek, söndürülmüş ışıklarını bir bir yakmak; yeni bilgiler, yeni gerçekler, yeni doğrularla bilgilenmek…
“bir kadın eliydim işte
kapıları ürkerek açan” (s. 7)
Kasti olarak ilgilenilmeyen, unutturulan bir kadın tarihi var elbet, ama gördük ki doğanın belirlediği yasalar doğruymuş demenin vakti geldi. İnsanın anlam veremediği hasretten oluşmuş, içindeki o büyük boşluğun sebebi, ana yetkin zamanların DNA’larda bulunması ve o zamanların aşinalığı ve kaybı değil midir? Düzen ve hakimiyet kurma arzusuyla bozulmuş, üzerinde yaşadığımız gezegenin durumu da malum… Vakti gelmese, iklim krizinin küresel sesi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun canhıraş çabası duyulur muydu hiç bu denli? Belki de anasoylu idealin gerekliliğinin kabulüyle yakınlaşmayı haber veren sinyallerdir, herkesin görmesini bekleyen! Yaşadığımız zamana düşmüş bir işaret, müjdesi de ardından gelecek olan… Kim bilir?
“tohumlarımız
yere düşen çocuklar
ki yeniden yeşerecekler
yanık kefeninden Mezopotamya’nın” (s. 18)
Kadını mitlerle sarmalamış, kendi yarattığı algı yönetimiyle onun yazgısına hükmetmiş, onu tehdit ederek ve küçülterek yerle bir etmiş tanrıları sorgular.
Bu kitap bir şiir seslenişi, bir çağrı… Kadınlara bir hatırlatma… Yaşadıklarını söyleyen; atalarından, analarından bir ağıt belki de… Ya da belki de, ışıklı bir yol olacak okurlara…
Zeren Keziban Karaaslan
https://www.gundemarsivi.com/karanligi-uzun-siirlerindeki-anasoylu-yansimalarin-inceleme-denemesi/
0 notes
gulindede · 1 month
Text
2023-2024 sezonu tiyatro bakiyesi;
1. Altın Elma, Olası İşler, Bergama Tiyatro Festivali, 11 Ağustos 2. Deli Bayramı, DasDas, 
Bergama Tiyatro Festivali, 11 Ağustos 
3. Afet & Diana, BGST , 
Bergama Tiyatro Festivali, 12 Ağustos
4. Kral Übü, Sarı Sandalye,  Bergama Tiyatro Festivali, 13 Ağustos 
5. La Reprise, NtGent, İO Festivali , 9 Eylül
6. Gılgamış, Platform 0090, 15 Eylül, Io Festivali 
7. A night with thick&tight, Fringe Festivali, 16 Eylül
8. My favorite person, Fringe Festivali, 18 Eylül
9. On Wednesday We Wear Pink, Fringe Festivali, 20 Eylül
10. Kaçak Çay Performansı, Fringe Festivali,, 23 Eylül 
11. Bunker+Vault&Reprise, Fringe Festivali, 23 Eylül
12. Disko Topu, Lemur Company, 30 Eylül
13. Ölümün Tersi Arzudur, Kadıköy Emek Tiyatrosu, 7 Ekim
14. Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz, Art12, 8 Ekim
15. Selmin Zeki Hanım, Moda Sahnesi, 13 Ekim 
16. Aşık Shakespeare, 19 Ekim
17. Cafe Müller,  İstanbul Tiyatro Festivali, 25 Ekim
18. Geçen Yaz Birdenbire, İstanbul Tiyatro Festivali, 30 Ekim
19. Büyük Zarifi Apartmanı, İstos Sahne, 1 Kasım
20. İO, Terzopoulos, İo Festivali, 3 Kasım 
21. Annemden Kalan Gül Ağacı Masa..., Ba Tiyatro, 4 Kasım
22. Ayazmanın Yılanı, Tiyatro Poyraz, 5 Kasım
23. Düğün, İstanbul Tiyatro Festivali, 7 Kasım
24. Kel Diva, Oyun Atölyesi, 8 Kasım
25. Çifte Cinayet, İstanbul Tiyatro Festivali, 14 Kasım
26. Baklava Cumhuriyeti,  İstanbul Tiyatro Festivali, 17 Kasım
27. Kabuk, İstanbul Tiyatro Festivali, 19 Kasım
28. Kız Kardeşler, İstanbul Tiyatro Festivali, 21 Kasım
29. Mon Amour, İstanbul Tiyatro Festivali, 26 Kasım
30. Çirkin, Dolkun Production, 2 Aralık
31. Dans Adrenalin, Mdt, 
33. Othello, Moda Sahnesi, 4 Ocak
34. Parrhesia 2, Echoes&Kast, 7 Ocak
35. Heybesini Çiğneyen Katır, KadroPa, 8 Ocak
36. Uykusuz Bir Rüya Salim, D22, 15 Ocak
37. Takım Yıldızları, Kaos Sanat,  22 Ocak
38. Geçen Gün, Kundura Sahne 28 Ocak
39. Tarihte Yaşanmamış Olaylar, Kadıköy Boa Sahne, 29 Ocak
40. 39,5 Basamak, Tiyatroadam 8 Şubat
41. Kırmızı Küre, Devlet Tiyatrosu, 18 Şubat
42. On Adımda Unutmak, Studio Oyuncuları, 18 Şubat
43. Treplev, Decolage Art Space, 20 Şubat
44. Sivrisinekler, İBŞT,2 Mart
45. Slava’s Snowshow, 3 Mart
46. Sonbahara Son Güller, Devlet Tiyatrosu, 6 Mart
47. Ben çoktan gidersiniz sanmıştım, 6 Nisan
48. Öbür, Proje Difüzyon, 16 Nisan
49. Gong, gong Sahne, 19 Nisan
50. Kaza, Köpek, Kahvaltı ve Yumurta, NKT, 20 Nisan
51. O Taraf Bu Taraf Şu Taraf, NKT 21 Nisan 
52. Dıkşın, Moda Sahnesi, 24 Nisan
53. Tanrıdan Öğrendiğim Şeyler, Moda Sahnesi, 29 Nisan
54. Sortiee, 5 Mayıs, İO Festvali
55. Sendrom, Fact Tiyatro, 8 Mayıs
56. Öteki Venedik Taciri, Kumbaracı50, 12 Mayıs
57. Hatırlarsanız Mahremiyet Demiştik, Artalan Kolektif, 18 Mayıs
58. Cimri, BeReZe, 20 Mayıs
59. Titus Kompleks, DasDas, 31 Mayıs
60. Çarpışma, Devlet Tiyatroları, 4 Haziran
61. Soğuklar, Nomad&Echoes, 10 Haziran
62. Bu Bir Aşk Hikayesi, Mono Vino, 7 Temmuz
1 note · View note
paganizmturkiye · 1 month
Text
Antik Pagan inanışlarda LGBTİQA’nin yeri
Tumblr media
Kadim Pagan inanışlar insanlığın anaerkil dönemlerinde şekil almaya başlamıştır. Bu Pagan toplumlarda Ana Tanrıça inanışı hâkimdi ve Ana Tanrıça, tüm tanrıların ve tanrıçaların annesi, evrenin sahibesi ve ruhların kraliçesi diye anılırdı. En eski Ana Tanrıça arketipleri ise çift cinsiyetliydi. Bu kozmik dengeyi kendinde barındırdığını ve hem eril hem dişil üzerinde bilgelik sahibi olduğunu ifade ediyordu.
Antik Anadolu’da bunun en eski örneği olan Kibele mitini görüyoruz. Kibele bir Ana Tanrıçadır ve Gılgamış Destanı‘na göre çift cinsiyetlidir; hem vajinaya hem penise sahiptir. Ancak kendisi penisinden bağımsız olarak kadın bir İlahtır. O zamanın Pagan anlayışında cinsiyet, cinsel organlardan bir nevi soyutlanmış durumdaydı. Daha sonra sevgilisi Attis‘in ihanetinden sonra kendini hadım etmiştir ve salt kadın organına sahip olmuştur (Bu hikâyenin farklı bir versiyonunda kendini hadım eden Attis’in kendisi).
Bu inanıştan yola çıkarak Kibele rahipleri her yıl Ana Tanrıça’nın adına düzenlenen festivallerde; trans durumuna geçerek, o aşkınlık esnasında penislerini keserek, kendi kendilerini hadım ederek, Ana Tanrıça’ya adanırlardı. Bu erkeklikten vazgeçiş ve dişile geçiş anlamına geliyordu.
Tumblr media
Antik Sümer‘de ise interseksler dahil eşcinseller ve transların da çift ruh taşıdığı için kutsal kabul edilir. Bunun kökeni de Aşuşunamir isimli çift cinsiyetli ve Tanrıçalar’ın dahi çekiciliğine dayanamadığı bir varlığın İştar‘ı, Ereşkigal’den çaldığı yaşam suyu ile hayata geri döndürmesine dayanır. Kendisinin öldürdüğü İştar’ı hayata döndüren yer altı Tanrıçası Aşuşunamir’i kendini ve onun soyunu çağlar boyu sürecek toplumdan dışlanma ile lanetler.
İştar bu duruma çok üzülür ama kardeşi Ereşkigal’in lanetini bozamayacağını ama ona ve soyuna çağlar boyu eğer yakarılırsa yardım edeceği sözünü verir.
Bunun inanışın Sümer’de ki uzantısı olarak kutsal fahişelik hem erkek hem kadınların yaptığı bir tapınma biçimi olmuştu. Sümer halkı şöyle derdi şimdinin ötekilerine: ”Erkek olan kadınlar, kadın olan erkekler, önünden geçer, sana selam, der.”
Hindu Şaktizm Mezhebi ise Pagan bir inanıştır ve anaerkildir. Yok edip tekrar yaratan Tanrı Shiva‘nın bir yaşamında erkek diğer yaşamında kadın olduğuna inanıldığı için yüzünün bir tarafı kadın, bir tarafı erkek şeklinde resmedilmiştir bazı resimlerde.
Tumblr media
Shiva’ya en çok saygı gösteren ve seven kesim ise hâlâ günümüzde varlığını devam ettiren Hindistan’ın üçüncü cinsiyeti olan Hijra'lardır. Hijra'lar günümüz Hinduizm'inde dahi saygı görür ve bereket Tanrıçasının kutsama gücüne sahip olduğunu ve bunu alkışlayarak bahşettiğine inandığı için düğünlere özellikle davet edilirler.
Tumblr media
Mitolojiden çıkıp bugünün kadim inanışlarını sürdüren topluluklara gelirsek, şu an modern Pagan inanışlar giderek dünyada ekoloji bilincinin de etkisiyle artmakta ve LGBTİQA direk bu oluşumlarda eşit özne olarak yer almakta. Eşcinsel çiftler handfasting (el bağlama) ritüeli ile neo-Paganizmin içerisinde evlenebiliyor.
Tumblr media
Mitolojide LGBTİQA’nın yeri daha genişçe anlatılabilir; Olimpos’un hâkimi biseksüel Zeus’tan tutunda güzeller güzeli Tanrıça ve Haberci Hermes’in evladı Hermaphroditus’a kadar. Asıl yakalamamız gereken nokta, toplumlar anaerkil Pagan dinleri sonrası baba Tanrıcı inançlara geçişiyle LGBTİQA nefretinin hangi dayanaklarla çıktığı sorusu ve neden örgütlü dinlerin ve sanayi devriminin ortak ”daha fazla nüfus/üreme” hedefinin en başta şimdinin ötekilerini vurması olmalı.
Sorun ataerki mi?
0 notes
onderkaracay · 5 months
Text
Tumblr media
🎯 Türkler ve Efsaneler 🎯
Oğuz Kağan ilk olarak tarih sahnesine Türkler ve insanlık adına çıktı
Bir efsane oldu efsane
Bir efsaneydi Türkler bir efsane
Dede Korkut hikayelerinde bir efsaneydi
Ergenekonda demiri eritirken başka bir efsane
Gılgamış destanın da neydi?
Bir efsaneydi Türkler bir efsane
Kaşgarlı Mahmut'un divanında
Sümer tabletlerinde
İlham kaynağı olup Türklerin efsanenelerini anlatan din kitaplarında
Bir efsaneydi Türkler bir efsane
Nuh tufanında
Fatih Sultan Mehmet'in gemisini karadan yürüterek düşmanı yenip çağ açıp çağ kapattığında
Bir efsaneydi Türkler bir efsane
19 Mayıs 1919'da Samsun'dan Anadolu'ya çıkan Mustafa Kemal Atatürk
Emperyalizm karşısında onları ilk yenilgiye uğratan Türk ulusunun dahi insanlık devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk yönetiminde
Bir efsaneydi Türkler bir efsane
Susuz şer denizinde kitapla gemi yüzdüren bir Türk
Ona desteğe gelen ve tarihe nam salmış dört büyük Türk ile
Mahşer tufanı efsanesi ile insanlığa son ibreti bir sır ile Atatürk'ün yarım kalan devrinlerini yapmak için devrimin ve Türk ulusunun düşmanlarına canlı ölü ibreti ile son efsaneyi yaşatan Türkler
Son efsaneydi, son efsane
Önder Karaçay
1 note · View note
pohotocolors · 5 months
Text
ŞAMHAT VE ENKİDU
Yatağımda uyuyordum.
Ay Tanrısı Sin; gülümseyen çehresiyle perdeleri geri çekerek içeri geldi, yatağımın ucuna oturarak bana dokundu “ Şamhat uyan. Zalim Gılgamış’ı alt edecek bir canlı var. O bir ormanda yaşıyor. Yarı adam yarı yabani bir hayvan. Muazzam kuvvette bir canlı. Adı Enkidu. Sana ihtiyacımız var. Bu muazzam kuvvetteki adamı sen ehlileştireceksin”.
Sin beni onore etmişti.
Bu adam kimdi? Ve nasıl bulacaktım...
Ben size kendimi anlatmadım.
Ben Şamhat;
İştar tapınağının fahişesi.
Adım; bitkiler ile ilgili hızlı büyümek, verimli, olağanüstü bir endam ve güzelliğe sahip anlamlarına gelen “Samahu” kelimesinden gelmektedir.
İnsanlar ve tanrılar benden övgü ile bahseder...
Danslarım ve erkekler üzerindeki etkim tüm Sümer şehir devletlerinde konuşulmaktadır.
Zalim Kral Gılgamış; başedilemez bir kuvvette idi ve şehrimizden kimse onu durduramıyordu.
Uruk acı içindeydi,
Kral gücünü kötüye kullanıyordu.
Enkidu belki şehrimiz için bir umuttu.
Enkidu’yu bulup şehre getirmem ve Gılgamış’ın karşısına çıkarmam gerekiyordu.
Biz Sümerliler için; tanrıların her sözü bir emirdir.
Kalkıp hazırlandım ve yola çıktım.
Çok yol gittim.
Bir gün bir nehrin kenarında onu gördüm.
Gösterişli ve geniş muazzam bir göğsü vardı.
Uzun ve güçlü bacaklara sahipti.
Yüzü insandı fakat vücudunda normal insandan çok tüy bulunuyordu.
Konuşabiliyor muydu bilmiyorum ve korkmanın sırası da değildi.
Adım adım ona doğru yaklaştım.
Beni fark eder etmez kızgınlıkla baktı.
Başta varlığım onu rahatsız etmiş olmalıydı. Fikri yakında değişecekti.
Vücudumun yuvarlak hatları sadece ince tülden bir kıyafet ile örtülüydü.
Bereketli ve yuvarlak göğüslerim tülün üzerinden taşıyordu.
Birkaç dakika sonra; ilk kızgınlığı geçmişti.
Yaklaşıp ona dokundum.
Sıcak parmaklarım onu etkilemişti.
Bakışları yumuşadı.
Ona dokunmaya devam ediyordum ve onu okşamaya başladım.
Hoşlanmıştı.
Bu benim yıllardır en ustası olduğum konu idi.
Rahatladı ve o da bana dokunmaya başladı.
Birbirimize karşı tehlikeli olmadığımız anlaşılınca; ikimizde rahatlamıştık.
Onu en şefkatli okşayışlarım ile okşadım, en şehvetli öpücüklerim ile öptüm.
Bedenim bedeninin üzerinde kayıyordu.
Artık bedenimle bütünleşme zamanı gelmişti ve onu içime aldım.
6 gece, 7 gündüz seviştik.
Onu traş ettim ve kokulu yağlar ile ovdum.
Saçlarını taradım ve ona yeni güzel giysiler giydirdim.
Artık ehlileşmeye hazırdı ve şehre götürebilirdim.
Yeni kendine; inanamıyordu.
Şehre doğru beraber yola çıktık.
Yolda ona zalim kral Gılgamış’ı alt etmesi gerektiğini anlattım.
Halkım acı çekiyordu ve Enkidu bizi bu büyük zalimden kurtaracaktı.
Tekrar görüşme kararı alarak onu saraya yolladım.
Gözlerimizin içinden; birbirimizin ruhunun içine bakmıştık.
“Beni bırakma “ diyordu.
“Seni sonsuza kadar bırakmayacağım “ diyordum; ben de...
Bilhan Akkaya
Tumblr media
0 notes
tferyal · 6 months
Text
Tumblr media
Mutluluğun formülünü mü arıyorsunuz?
Mutluluğun formülü beş bin yıl önce, ölümden çok korkan ve bundan dolayı ölümsüzlüğü arayan Sümer kralı Gılgamış'a öğüt veren İçkicibaşı Siduri'nin şu sözlerinde saklı:
"Nereye koşuyorsun böyle Gılgamış?
Eline geçmeyecek aradığın yaşam.
Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında
Yalnız ölüm oldu ona verdikleri,
Kendi ellerinde tuttular yaşamı.
Karnın dolu olsun yeter Gılgamış,
Sen ona bak!
Gece gündüz eğlenmene bak,
Gününü gün et, keyif sür.
Çalgılarla gece gündüz gül, oyna,
Hep güzel giysiler olsun üstünde,
Başın temiz olsun,
Bedenin yıkanmış olsun,
Elinden tutan yavruna bak,
Karın mutluluğu tatsın göğsünde,
Budur insanoğlunun tek yapacağı!"
Gılgamış Destanı 10. Tablet
1 note · View note
gamerbulten · 8 months
Link
Eternals yönetmeni Chloé Zhao, orijinal senaryodan iki süper kahramanın kesildiğini açıkladı İki Ebedi kesim yapmadı Yaklaşan Marv...
0 notes