Tumgik
#Hadi Maraton
ozgur-beden · 2 years
Text
Tumblr media
Maraton bitti,
Yarış artık bitti,
Herkes köşesinde,
Etraf buz sessizlik,
Yarış yok, yarışmacı da,
Bomboş yollarda, deli deli koşarak
Kalpten bir ev aramak artık boş,
Uyan artık, aşk yok!
Fark etmedin mi,
Sen bağırdıkça yankılanıp sana dönen seslerden?!
Hadi, yapma ama,
Bu kadar da aptal olamazsın!
60 notes · View notes
marcelinesw0rld · 1 year
Text
1 hafta yokum buralarda. Köyde bayram maraton var. Hadi hayırlısı.
0 notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (28 Kasım 2019)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (28 Kasım 2019)
Ali Tınaz, Cem Avnayim ve Tarık Uğur Özenbaş’ın dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” de bugün “Flo ile Hadi Maraton” günü. Gün boyunca 1.500 TL ödüllü 10 yarışma yapılacak. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 11:30’da “Hadi Maraton”da 1.500 TL.
Saat 12:30’da “Hadi Maraton”da 1.500 TL.
Saat 13:30’da “Hadi Maraton”da 1.500 TL.
Saat 14:30’da “Hadi…
View On WordPress
0 notes
yemreyi · 5 years
Photo
Tumblr media
Merhaba, otizmli çocukların eğitimi için başladığım iyilik koşumda son düzlüğe girdim ve kampanyam yarın sona erecek. Bugün son koşumu yaptım ve son kez sizlere de hatırlatmak istedim. Bununla birlikte maraton öncesi hazırlık, maraton ve maraton sonrası koşuları ile birlikte otizmli çocuklar için yaklaşık 200 Km koşarak, iyiliğe doğru yaklaşık 500 bin adım attım. Koşu sonrası bu fotoğrafta da göründüğü gibi, çok yorulduğum ve pes etmek istediğim anlar elbette oldu ama attığım her adımda otizmli çocukların gözlerindeki ışıltı ve ailelerinin mutluluğu canlandı zihnimde. Bu hayal sayesinde durmadım ve devam ettim. Hem hiç tanımadığınız insanlara sırf dünya daha yaşanır, daha güzel bir yer olabilsin diye yardım etmekten daha büyük haz olabilir mi? Tabii bu kampanyanın amacına ulaşması için, o adımların daha da anlamlanması için sizlerin desteği hem benim için hem de otizmli çocukların topluma faydalı bireyler haline gelebilmesi için çok çok önemli. Bütçeniz ölçüsünde kampanyama ve bu iyiliğe katkılarınızı bekliyorum. Hadi siz de durmayın. Kampanya detaylarına ve bağış sayfasına profilimdeki linki kullanarak ulaşabilirsiniz. Bu kampanyada bana ışık olan Tolstoy’un şu sözünü sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum; “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.” Şimdi başkalarının acılarına kulak verme zamanı... İyilikte kalın. 👋 http://ipk.adimadim.org/kampanya/CC49276 #adimadim #iyilikpeşindekoş #adımlarımızotizmliçocuklariçin #tohumotizm (Belgrad Ormanları, Kemerburgaz) https://www.instagram.com/p/B4-Ig2rpBIl/?igshid=vcvugezd7ov8
1 note · View note
belkidebirharfimben · 5 years
Text
Kur’an Netflix’ten de bahsediyor
Hiç maraton izlediniz mi bilmem. İzlediyseniz muhakkak dikkatinizi çekmiştir. 'Tavşan atlet' denilen bir uygulama vardır. Yarışta, temponun düştüğü yerlerde, yarışçılar arasında yeralmayan, ama hazırlıkları itibariyle sanki onlardanmış gibi görünen birisi koşuya dahil olur. Bir süre diğer atletlerle birlikte koşar. Sonra uygun bir yerde terkeder. Zaten yarış üzerine bir iddiası da yoktur. Niye yapar bunu peki? el-Cevap: Çünkü yarışçıların tempolarını yüksek tutabilmek için bir motivasyona ihtiyaçları vardır. Eğer salt birbirlerine bakarlarsa beraberce yavaşlarlar.
Manipüle edilebilir bir yanımız var. Kabul etmemiz lazım. Tavşan atlet nasıl koşucuların tempolarını yükseltmelerine neden oluyorsa, başka 'nümune-i imtisaller' de, farklı alanlarda düşen tempoların yükseltilmesine sebep oluyorlar. Hatta nübüvvetin insanlık için bir ihtiyaç/gerek oluşu şu hikmete de bakıyor. Yani, ne zaman ki kullukta insanlığın temposu düşüyor, Cenab-ı Hak 'temposu yüksek bir güzeli' parkura sokuyor. Onun parkura girişiyle damarlara kan yürüyor. Evet. Yine, Aleyhissalatuvesselamın bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi, 'peygamberlerin varisleri' sayılan hakikatli âlimler/mürşidler de aynı fonksiyonu kendi zamanlarında icra ediyorlar. Cenab-ı Hak eksikliklerini göstermesin. Âmin.
Fakat meselenin iyiye bakan yönleri olduğu gibi kötüye bakan yanları da var. Kerametler varolduğu gibi istidraçlar da var. Melekler semaya yükseldikleri gibi şeytanlar da uçmaya çalışıyorlar. Hatta belki şöyle söylemeli: Her yol 'fenomeni'yle kararsızları balına/bataklığına çekmeye gayret ediyor. Hidayetin fenomenleriyle dolduramadığı yerleri dalalet fenomenleriyle işgal ediyor. Yani kainat/insan boşluk kabul etmiyor. Kimisi zikirde titriyor kimisi break dans yaparken.
‘Fenomen’ demekle mevzuu küçüksediğimi sanmayın muhterem kârilerim. Aksine önemsiyorum. Hatta Fussilet sûresinin 26. ayetinde buyrulan hakikatin bununla bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Hani kısa bir mealiyle buyruluyor: "Kâfirler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Onun ikazlarını tesirsiz bırakmak için manasız şeylerle dikkatlerini dağıtın. Belki böylece üstün gelirsiniz, derler." Bazı mealler 'manasız şeyler'i 'gürültü yapın' veya 'yaygara koparın' şeklinde de veriyorlar. Her şekilde zikrettiğimiz hakikate işaret eden bir yanı var: Ehl-i küfrün değişmeyen bir yöntemi mü'min zihinleri kendi fenomenleri/meseleleri ile meşgul etmektir. Yani, evet, Kur'an'da Netflix'ten de bahsedilmektedir.
Bunu böyle yazdığım zaman bazıları tepki gösterdi. Fakat ben mevzuun tam da mürşidimin dediği gibi olduğunu düşünüyorum: "Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar."
Bence bu bulunma türlerinden birisi de 'kanunen'dir. ‘Çekirdek’ten kastedilen de budur. Yani: Kur'an-ı Hakîm, geçmişten geleceğe öyle olagelecek şeylerin bütün fertlerine, yalnız bir ferdine işaret etmekle işaret eder. Kanaatimce bu ayet-i kerimenin de bize söylediği kanun: Kâfirlerin mü'minleri veya mü'min adaylarını hakikatten alıkoymak için onları boş şeylerle meşgul edeceğidir. Böylesi her ne varsa kanunun kapsamına dahildir. Ayet-i celilede ona da bir işaret vardır.
Bir genç hayal edelim ki: Netflix'ten en az üç tane diziyi düzenli takip ediyor olsun. Haftasının ne kadarı dizilere ayrılıyor demektir? Eksik hesap yapmayalım. İş bu dizileri takip etmekle bitmiyor ki karilerim. Arkadaş sohbetleri var. Bir sonraki bölüm merakları var. İnternette diziyi takip eden fenomen grupları var. Bunların takipleri var. Komplo teorilerinin tartışıldığı videolar var. Önce olanları didik didik irdeleyen youtuberlar var. O dizinin oyuncularının sosyalmedya hesapları var. Orada paylaşılanlar var. Var, var, varoğlu var ve en nihayet kafasının büyük bir bölümü ister-istemez Netflix'in mülkiyetine geçmiş bir gençlik var. Ha, bunun suçlusu gençler mi sadece, değil. Bizim bıraktığımız boşluğun mağduru onlar.
Çocuk/genç olmanın getirisi fenomen arayışına düşmek. İlla bulunacak bir yerden bir fenomen. İlla karakterimizi bir parça da o biçimlendirecek. Bir parça da ‘o olma’ derdine düşülecek. Eh, hidayetin fenomenleri pek de nefislere tatlı gelmiyor artık, onlarla bunlara galip gelinemiyor. Ya ne olacak? Gençler teslim mi edilecek? Bence etmemenin bir yolu var. Bediüzzaman'ın Mesnevî-i Nuriye'de zikrettiği bir formülle bunu başarmak mümkün. Nedir o yol peki? Gençleri ‘ikincil niyetler’ sahibi yapmak. Ama önce mezkûr bahisten alıntı yapalım:
"Fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıtâ bulur. Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ, tevâzua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izâle eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkezâ, kıyas et."
İşte, bence, çocuklara/gençlere "Bunları izlemeyin!" demekte bir fayda yok. Çünkü karşısına üretip koyabildiğimiz bir alternatif de yok. Yani ben izliyorsam, ki izliyorum, onlar da izliyorlar. Üstelik ben bu yaşımda izliyorsam onların izlemesi daha anlaşılır bir durum oluyor. O zaman ne yapmamız gerekir? Ben bunun o yapımları/fenomenleri yok saymak yerine irdelemekle mümkün olacağını düşünüyorum. Yani onları, her ne anlatıyor olurlarsa olsunlar, hakikatin malzemesine dönüştürebilmeliyiz. Gerekiyorsa da usûlünce alay edebilmeliyiz. Eğer beyne operasyon çektikleri kısımları farketmişsek şüphelendirmeliyiz. Ne kadar başarılı olduğumu bilemem ama bunu yapmaya çalıştığım birçok yazım oldu. Okur tepkileri bana bir parça doğru yolda olduğumu düşündürdü.
Bugün rapçileri tartışıyoruz mesela. Bugünün tavşan atletleri de onlar. Ama nasıl tartışıyoruz? Bence etkileri itibariyle bir parça ciddiye alınmayı hakediyorlar. Ancak bu kadar. Bundan ilerisinde onların aslında ne kadar ‘kof’ olduklarını ortaya koyabilmeliyiz. Bunu yaparken hakverilecek parçasına da hakvermeliyiz. Böyle bir kapı var. Fakat görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Görmezden gelmekse yarayı iyileştirmiyor. Büyütüyor. Gençlerle dünyalarımız arasındaki mesafe açılıyor.
Yazı çok uzadı. Bu yazılık toparlayayım. Özetle demek istediğimse şuydu: Günümüz gencine "Aleyna Tilki'yi dinleme, Reynmen'i görme, Norm Ender'i sallama!" falan demekle sonuç alınamıyor. Öyle birşey yapabilmeliyiz ki, bunları gördüğünde 'ikincil niyet' farkındalığı onları körükörüne bağlanmaktan, kapılmaktan, sağılmaktan korusun. Tevfik ise Allah'tandır. Yardımı her zaman Ondan dilemeliyiz. Hidayetini dileyene yollarını gösteren Odur.
5 notes · View notes
baladalayanganputus · 3 years
Text
Lari
Akhirnya aku sampai pada sebuah simpulan: satu-satunya olah fisik yang bisa kulakukan cukup baik hanyalah berlari. Aku tidak pernah begitu berbakat soal permainan. Sepakbola, badminton, tenis, hanya tontonan belaka pada akhirnya. Sebenarnya berenang, namun membayangkan ramainya kolam renang umum kerap membuatku mengurungkan niat. Bersepeda tentu tidak akan kulakukan karena prinsipku sederhana: aku tidak akan melakukan apa yang aku kesal orang lakukan di depanku, di jalan raya.
Tapi berlari seingatku berlari adalah yang cukup baik kulakukan. Bahkan dalam konteks survivalitas. Dari saat kecil menggoda Johnny si orang gila lalu ngibrit saat dia mulai mengggenggam sebongkah batu. Berlari dari kejaran anjing di masa-masa cynophobia. Mengorganisir teman-teman kelas tiga SDN 001 Rintis Pekanbaru untuk lari menghindari suntik vaksin. Banyak betul.
Yang pasti melahap sepuluh putaran di tengah siang terik di bulan puasa ketika berpuasa di tengah-tengah teman yang tidak berpuasa adalah salah satu pengalaman lari yang berkesan. Tawaran Pak Joko kutolak untuk mengurangi putaran. Tetap aku yang duluan selesai dibandingkan yang lain dan seingatku, aku tetap berpuasa hingga magrib tiba.
Beruntung betul aku mencari nafkah di tengah hutan. Arena berlari terbaik yang dapat kubayangkan. Lingkar luar untuk menjajal berbagai tanjakan yang membuat sesak. Lingkar dalam untuk lari dalam tempo lebih santai bersama Bang Hadi. Bang Hadi, seorang sadomasokis lari sepertiku. 
Tujuh tahun yang lalu terakhir kalinya sepuluh. Sebelum paru-paruku dipenuhi nikotin. Sekarang mencoba konsisten di lima. Makin hari tempo penyelesaiannya makin dapat diringkas. Sebuah kebanggaan, kepuasan atau kenikmatan masokis pribadi. Semuanya berkerumuk dan berjalin ketika jam tangan pintarku bergetar dan menunjukkan kilometer kelima telah ditempuh.
Kesakitan tak dapat ditolak, penderitaan itu pilihan. Pameo klasik yang mungkin sering dijumpai di tulisan-tulisan tentang berlari. Pergelangan kaki yang tiba-tiba ngilu tanpa sebab pasti, rusuk yang tiba-tiba nyeri dan begitu banyak kesakitan. Barangkali berujung penderitaan. Yang kuketahui ketika komposisi Bill Conti menghentak gendang telinga, segala kesakitan berubah menjadi gengsi. Gengsi tubuh ringkih-gendut kepada otak yang memerintahkan terus lanjut. Tidak ada alasan berhenti ketika empunya jiwa raga memerintahkan untuk jangan berhenti. Tidak ada.
Mulanya seminggu sekali. Seminggu dua kali. Selang-seling sehari seperti Puasa Nabi Daud. Sekarang ketika malam tiba seolah sudah ingin memasukkan dua potong baju, sepotong celana pendek, sepasang kaus kaki ketat dan sepatu dua juta ke dalam tas jinjing olahragaku. Sepatu lari yang termasuk sedikit dari barang mahal yang rela kubeli untuk diriku.
Setengah maraton, maraton, semuanya telah dimasukkan ke dalam ember angan-angan. Dalam waktu dekat tentu transisi dari lima ke sepuluh. Setelahnya, mungkin nanti ketika benar-benar tidak lagi jadi perokok, maraton adalah sebuah Perang Kurukshetra pribadiku. Mungkin juga sebuah memoir seperti Murakami: apa yang kubicarakan ketika aku bicara soal berlari. 
Bukan, bukan sebuah memoir yang memotivasimu untuk berlari demi kesehatan atau tubuh yang kurus. Sebuah memoir yang mengafirmasi berlari adalah sebuah aktivitas meditatif dan, terlebih, bagian syukur pada Sang Pencipta. Bersyukur untuk kedua kaki yang berfungsi baik, jantung yang masih dapat berdetak kencang dan kelenjar keringat yang masih membuat tubuh banjir. Tidak lebih.
0 notes
craker81 · 4 years
Video
10 Günde Neler Başarabilirsin❓ Sağlıklı ve dengeli beslenerek, muhteşem bir enerji ve yüksek motivasyonla kilo yönetimi için hadi sende Ücretsiz Online Fit Maratona katıl ❣️ 10 günde eğlenerek, 8 kişi ile pozitif bir ortam yaratarak, Benzersiz öğün planlaması ile, Bireysel koçlukla, Fit tariflerle, Günlük takiple, Her güne özel koçluk bilgileriyle, 10 günün sonunda birincilik ödülü ile, Sürdürülebilir bir kilo yönetimi yaparak kilolarını nasıl yönetebileceğini sana öğretebilirim.💯 Yeni tur Fit Maraton Kilo Verme Yarışması 2 Mart'da başlıyor.📣📣🤩 Yeni gurup için 8 yeni kişi arıyorum.🙆🏻‍♀️ Kilolarını kontrol altına almak ve bunu bağışıklık sistemini koruyarak yapmak isteyen kararlı, istekli 8 kişiden biri benim 🙋🏻‍♀️ diyorsan bana ulaş, birlikte değişimi başlatalım 😉👍 (Düzce) https://www.instagram.com/p/CLn1y_OlpCt/?igshid=e0jac8vctzgi
0 notes
kendimeozlem · 4 years
Text
Bende asla şaşmayanlar sıralı liste giriş:
1) Bir kitabı, filmi, diziyi bitirdikten sonra sevdiysem onunla vedalaşmak adına o arada birkaç gün ne başka bi şey izleyebiliyorum ne de okuyabiliyorum. Asla tüketim insanı değilim, neye temas edersem içselleştiriyorum ve "bitti, hadi sıradaki" demek yerine o dünya ile biraz daha zaman geçiyorum.
2) Çivi çiviyi söker diyorum herhalde kendi kendime. Ne ile ilgilenirsem tüm ilgimi ona kanalize ediyorum. Bir şeye tamamen odaklandığımda başka şeylere ilgimi bölemediğim için ve multitasking biri olmadığım için bu huyumu sevmiyorum. Yani en azından öyle sanıyorum çünkü sevmeme rağmen bir şeye tamamen odaklanmadığım zamanlar çok kısa sürüyor. Özgürlüğünü kaybeden köle, kölelikten başka bir yaşam bilmediği için nasıl kendine yeni bir efendi arıyorsa ben de öyleyim. Takılı kalacak bir şeyler arıyorum.
Kendime not: Başkaları için uğraştığını fark ettiğin ne varsa fark eder etmez teslim ol, ellerini havaya kaldır. İlgini çektiği için değil de "Hmm, eğer kafamda inşa ettiğim bene yaklaşmak istiyorsam bunlarla ilgilenMELİyim." itkisi ile ne ile ilgileniyorsan bırak. Daha kaba bir tabirle yaptım demek için yapma hiçbir şeyi. En basitinden film izlemeyi sevmiyorsan film izlemek gereklidir diye izleme. Hoşuna giden bir film karşına çıktığında izle, izlemek zorunda olduğun için değil. Bu kitabı da okudum demek için okuma, okurken o kitabın dünyasından keyif alıyorsan oku. Sürekli aslında var olmayan ama kafanda yaşattığın ötekileri memnun etmek için koştuğun bir maraton olmasın hayatın. İçinde zorlantı ile değil de huzurla yaşadığın bir dünya inşa et kendine.
12:15
05.11.2020
0 notes
rmolid · 4 years
Text
0 notes
kosucu · 7 years
Text
Tumblr media
Bir maraton hikayesinin geç kalmış raporuna hoş geldin…
Maraton yarışlarının mesafeleri kadar, hazırlıkları da uzun oluyor. Ankara soğunun hüküm sürdüğü bir kış mevsimi içinde bir yarışa hazırlanmak yarışı koşmaktan çok daha yıpratıcı olduğuna inanıyorum.
Elinden geleni yapmak, disiplinini korumak hatta günün yorgunluğunun verdiği isteksizliği bir kenara bırakıp yer değiştiren araçların egsoz dumanları arasında mesafeleri geçip, meraklı bakışları arkada bırakarak, antrenmanlarını yapmak…
Viyana Maratonunu koşmaya karar verdiğimde tarihi ve hazırlık sürecini hiç düşünmediğimi fark ettiğimde koşmak zorunda olduğum gerçeği ile karşı karşıya kalmıştım. Kim bilir nasıl bir heyecan içindeydim ki! Her şeyi bir çırpıda yapıp ağır aksak çalışmalara başlamıştım. Kendime koyduğum hedefler ütopik olsa da, yapabileceğime inanıp başlamak, bitirmeyi müümkün kılıyor.
Uzun zamandır bir program yürütmüyor olmamdan dolayı, yer yer “bak programa başlıyorum” kafasına girerken birkaç antrenman sonra bir isteksizlik :) ne kadar heyecana sokmaya çalışsam da kendimi gerçekler ile yüz yüze kalmaktan asla kurtulamıyorum. Gerçekten bir heyecan duymadan olsa gerek, sürekli koşulan yarışların bol olduğu seneden sonra, hiç kopmadan yüksek tempolar içinde yeni bir maceraya atılmak Maraton için gerekli bu heyecanı sönümlemiş olsa gerek.
Zorlu ve soğuk kış mevsimi böyle yoğunluklu antrenmanların yapılması ile ayağımda oluşan sakatlık neticesinde, ara vermenin daha iyi olacağına inanarak bir süre dinlenmek için 10 gün kadar hiçbir antrenman yapmadan miskinliğin tadını çıkarmaya çalıştım. Benim gibi insanlar bir dönem miskinlik yapmak isterler ama sonradan tüm hayat kalitelerini kaybeder, mutsuzlaşır. Bu kaçınılmaz son beni de buldu ve spordan bu kadar uzak kalmamın bana nedenli zarar verdiğini fark edip, yeniden bir gazla kalan süremi tamamlayıp, yarışa odaklanmaya başladım.
Viyana yarışına katılmamın en büyük sebebi abimin bu şehirde yaşıyor olmasıydı. İnsan sanırım bu tür seyahatleri daha bi kolay planlıyor. Konaklama ücreti ödemeden istediğin gibi kalacağın bir yerin olması ayrı bi güzel :)
Seyehat etmekten her zaman mutlu olduğumuşumdur. Yeni yerler görmek, bilmediğin bir lezzeti tatma ihtimalinin fazlalığı ve en güzeli yeni parkurlarda koşmak…
Sabah saatlerinde Ankara’dan yola çıkıp, öğlen sularında Viyana’ya vardım ve abim ile buluşup fuar alanına gittik ve hiç beklemediğim bir durum ile karşılaştım. Fuar alanı içinde insanların azlığı beni o an için umutsuzluğa itti. Sanki bu yarışa katılım olmuyormuş gibi bir hisse kapıldım. Günün erken saatlerinden beri yollarda olmam, sebebiyle yorgunluğumun artması ertesi günün yarış günü olması sebebiyle artık dinlenmeye çekilmem gerektiğinden eve geçtik ve ufak birkaç hazırlıkla yarış sabahı için istirahatime başladım.
Yarış günü için erkenden başlayıp, her zaman olduğu gibi aç bir miğde ile yollara düştük. Yarış sabahları o şehir karnaval alanına döner, her koşucu rengarenk kıyafetlerini giyip, en mutlu surat ifadesini suratına takıp, yarış hakkında bir çok sohbet ile start noktasında yerlerini alır.
İlk defa yurtdışında bir şehirde bir organizasyona katılmam sebebiyle, heyecan ile biraz sessizlik içinde kendi kendime “artık buradan dönüş yok” diye azarlarken buldum kendimi… 
Yarış, yaptığın antrenmanlar ile koşulur, içinde ki heyecan ve coşku ile bitirilebilir.
Kayıt sırasında verdiğim süre hedefim ile birlikte benim hızlarımda olan arkadaşlarım ile birlikte olduğum bölüme geçtim. Startın verilmesine saniyeler kala, herkes sözleşmişcesine üzerindeki fazla kıyafetleri birden sağa sola fırlatmaya başladı. 
10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 ve başla…
En önlerde start almanın verdiği güven içinde adımlarımı daha sık atıyorum, nefesim biraz dengesiz köprü üzerinden geçerken önümde olan yolun git gide düzleşerek bir halı gibi önüme serilmesini izlerken, sadece kendimi yolun üzerinde gitmek zorunda kalan bir araç gibi önüme bakarak devam ediyorum. Saatime her bakış attığımda kafamda dönen hesap beni bin kat daha mutlu ediyor. Bu kadar az çalışmanın neticesi bu kadar iyi olabilir mi?
Evet çok iyi gidiyorum km’ler bir bir azalıyor, geçtiğim yerler çılgın destekçilerin sesleri ve yeşillikler arasında büyülü bir tünelin içinde gidiyormuş gibi hissettiriyor.
Minik elleri bir sürü rengarenk afişleri taşıyan koca yürekli minikler ile daha bir eğlenceli oluyor.  Artık güven kazandığımı düşünmeye başladım ve yarı maraton mesafeme gelirken birden hiç istemediğim durma dürtüsü ile birlikte birden durdum! Yıkımın başlamaması için birden koşmaya başladım ve bir kaç km daha iyi bir tempoda yola devam ettim, bu süre içinde yarı maraton derecem 1 saat 27 dakika olmuştu artık gidilen mesafeler kısalmak yerine uzamaya başlıyor, ayaklarım gitmek yerine durmayı tercih ediyor. Kendime olan kızgınlığım ve kırgınlığım artmakta, mesafeler uzamakta ”hadi biraz yürüyüp dinleneyim” telkinleri içinde ite kaka devam ediyorum artık iyiden iyiye 40 km mesafesine gelmişken, birden durmayı tercih edip iyi bir esneme seansına giriştim. Son km’leri daha hızlı geçip bitirmek istiyorum, kendime kızıyor bir başka yerden hadi gidelim artık diye söylene söylene bitiş çizgisine yaklaşmaya başladım. Son metreleri deparla bitirmek bir gelenek olmuş, başladım depara koşuyorum insanlar coşku içinde alkışlıyor, göz ucuyla baktığımda bitiş çizgisine daha çok var, evet biraz daha dinlenmeliyim son 200m bitmiyor. Son bir nefesle kalan mesafeyi yine hızlı koşarak bitirip o madalyayı aldım. Artık dinlenmek benim en büyük hakkım, küçük bir kramp vakası atlatıp kendime gelmeye başladım. Ufak bir buluşma sıkıntısı yaşayıp, neyseki abimler ile buluşup tüm yarış boyunca hayal ettiğim duşa ve yemeğe kavuştum. 
Mutlu son, kalan günlerimi 120 km yürüyerek Viyana içinde adım atılmadık yer bırakmadık…
1 note · View note
guzinguzey · 7 years
Text
Hedef mi Sistem mi?
Hayat bu ya, hepimizin bir şeyleri başarma istenci var. Kimimiz kilo vermek istiyor, bazılarımız kariyer yapmak, çoğumuz aile kurmak ya da belki çok satanlardan düşmeyecek bir kitap yazmak, hatta bu eylemler serisi maraton koşmaya kadar uzanabilir. Okuduğunuz üzere, tutkularımızın ve başarma istencimizin sınırları yok.
Peki, bu istenç karşısında ne yapıyoruz?
Genellikle spesifik hedefler belirliyoruz. Yani, yürüyeceğimiz yolu haritadan işaretliyor ve bir anlamda hedefe ulaşana kadar nasıl yaşayacağımızın sınırlarını çiziyoruz. Bunun önemli bir fark yarattığı yadsınamaz. Ancak bunun üzerine düşünürken çok enteresan bir yere geldim. İlerleme kaydetmek ve yoldan şaşmamak için hedef koymaktan daha etkili bir alternatifin varlığına, nedir bu? Sistem!
İzin verin, hedef ve sistem arasındaki farkı somut bir örnekle açıklamaya çalışayım:
Diyelim ki antrenörsünüz ve hedefiniz şampiyonluk kazanmak. Bu durumda sistem, hangi antrenmanları yapacağınıza odaklanmak oluyor. Yani, hedef ile geleceği, sistem ile günü tasarlıyorsunuz. Bir örnek daha vereyim; koşucu olduğunuzu düşünelim. Hedefiniz maratonsa, sisteminiz günlük antrenman planınız olmalı...
Benim kafamı kurcalayan mesele şu:
Eğer, hedeften tamamen uzaklaşır ve sadece sisteme odaklanırsak daha iyi sonuç alır mıyız?
“Ne demek istiyorsun Güzin?” dediniz, hissettim.
Mesela, koşucular maraton hedeflerini tamamen unutsalar ve sadece her gün yapacakları antrenmana odaklansalar, daha iyi sonuç alırlar mı?
Benim cevabım, yüzde 100 evet!
Neden?
Hadi, size biraz kendi yolculuğumdan bahsedeyim:
3 Mayıs’ta Personal Trainer ile çalışmaya karar verdiğimden bu yana, toplam 44 antrenman yaptım. Bu süre sağlam bir kondisyona ve gelişmiş vücut yapısına sahip olmak için iyi bir süre. Ancak ben hiçbir zaman hedef belirlemedim. Ne kadar ilerlemek istediğime dair sınır çizmedim. Herhangi bir ölçü ya da rakam da kaydetmedim. Sadece haftanın üç günü, çok acil bir durum oluşmadıkça derslerimi iptal etmeyeceğime dair kendime söz verdim. Sonra geriye dönüp baktığımda ne kadar fazla yol almış olduğumu, belki de hedef koysam onu bile aşmış olabileceğimi fark ettim. Sadece sisteme odaklanarak aldığım sonucun keyfini çıkardım. Yani, bunun rakamlarla ölçülen bir hedef değil sistemi oturmuş bir yaşam şekli olmasını tercih ettim.
Neden sisteme odaklanmanın daha etkili olduğunu düşündüğüme gelince… Tabi ki birtakım çıkarımlarım mevcut:
Hedefler anı yaşamanın keyfini baltalıyor:
Hedef odaklı çalışanlardan sıklıkla duyabileceğiniz cümle kalıbını yazıyorum: “Şu an yeterince iyi değilim, ama siz beni hedefime ulaştıktan sonra görün.” Bu kafa yapısındaki problem, mutluluğu ve başarıyı sürekli ileri bir tarihe ertelemekten kaynaklanıyor. “Hedefe ulaştığım zaman mutlu olacağım, henüz değil.”
İnanır mısınız, şuraya: “Altı ay sonra maraton koşacağım” cümlesini yazmak bile beni strese sokmaya yetiyor. Bunu neden yapıyoruz? Böyle devasa hedeflerle kendimizi strese sokmak yerine günlük planımıza odaklansak ve bu plana maksimum çabayla sadık kalsak nasıl olur? Zaten uzun vadeli hedeflere önce kısa vadeli planlar yaparak, aşama aşama ulaşabiliriz. Birdenbire; “Ben altı ay sonunda maraton koşacağım” demek ama henüz plan yapmamış olmak başlı başına ironi ve başarısızlık örneği...
Ben, performans yerine önce pratiğe yönelmeyi tercih edenlerim. Bu mantıkla yaşadığım anın tadını çıkarabiliyorum. Sadece günlük gelişimime odaklanıyorum. Önce günü planlıyor ve bu plana sadık kalıyorum.  
Hedefler sanıldığının aksine uzun vadeli ilerleme sağlamıyor:
Şüphesiz, hedefinizin sizi uzun bir süre motive edeceğini düşünüyorsunuz. Tamam, peki hedefe ulaştıktan sonra ne olacak? Araştırmalar, insanların hedeflerine ulaştıktan sonra çabalamayı bıraktığını, yaptıklarının artık rutinlerinin bir parçası olmadığını kanıtlamış. Hiç şaşırmadım!
Yarı maraton koşma hedefiyle aylarca sıkı antrenman yapan; ama yarışı tamamladıktan sonra başlamadan önceki düzenlerine geri dönen insanlar tanıyorum. Bir hedefleri vardı, koştular, bravo; ama artık bu hedef onları motive etmiyor. Bana sorarsanız, bu bir çeşit yo-yo etkisi. Tıpkı “10 kilo verip 50 kilo olacağım” motivasyonuyla başlayan diyetin, tüm kiloyu verdikten sonra bırakılması ve yavaş yavaş eskisinden daha da deforme bir vücuda yol almak gibi hep bir başarısızlık hikayesi…
Sonuç alma ihtiyacını ortadan kaldırmalısınız. Neden?
Çünkü bu sonuca ulaşmazsanız, bunu başarısızlık gibi algılayacak ve devam etme gücünüzü kaybedeceksiniz. Oysa sistem odaklı bir zihniyete sahipseniz, hareket etmekte asla zorlanmazsınız. Çünkü sistem, asla belirli bir sayıyı yakalamakla ilgili değil! Aksine sürece sadık kalmak üzerinden hareket eder.
Hiçbir antrenmanı aksatmazsam, daha iyi bir kondisyon geliştireceğimi ve daha büyük ağırlıkların altına gireceğimi biliyorum. Şüphesi olan? İşte, tam da bu yüzden sistem, hedeften çok daha önemli diyebiliyorum. Hedefler bilinenin aksine kısa vadeli sonuçlarla, sistemler ise uzun vadeli bir süreçle yakından ilgilenir. Sonuçta yaşam boyu devam eden süreç kazanır.
Hedefler, üzerinde kontrol sağlayamayacağımız durumlarla baş edebileceğimiz yanılgısı yaratıyor:
Geleceği tahmin edebilir misiniz? Ne yalan söyleyeyim, benim böyle bir kudretim yok. =) Ama her hedef koyduğumuzda aslında yaptığımız şey bu! Nerede olacağımızı ve ne zaman oraya varacağımızı planlamaya çalışıyoruz. Yol boyunca hangi koşulların veya durumların ortaya çıkacağı konusunda hiçbir fikrimiz olmamasına rağmen, ne kadar çabuk ilerleme kaydedebileceğimizi tahmin etmeye çalışıyoruz. Açıkçası bu, bana çok mantıklı gelmiyor.
Peki, ne yapabiliriz?
Ben antrenman yaparken öylesine hareket etmiyorum. Hangi ağırlıkla kaç tekrar yaptığımı ve ne kadar sürede bu tekrar sayılarını ve ağırlığı arttırabildiğimi kontrol ediyorum. Bu sayede daima yolda kalıyorum. Sistem yaratmak için bu tarz geri dönüşler çok önemli. Çünkü sistem, aynı zamanda gelişiminize göre karakter değiştirecek bir olgu. Kendinizi dürüstçe eleştirebileceğiniz ve geliştirebileceğiniz sinyaller bütünü.
Bir kitap okuyorum şu sıralar, Robert Frager’dan, Sufi Terapistin Sohbet Günlüğü… Orada şöyle diyor: “İnsanlara ne zaman kendilerini mutlu hissettiklerini sorduğunuzda birçoğu size, belli büyük hedefler için çalışırken çok mutlu hissettiklerini söyleyecektir. En büyük saadetimiz bitiş çizgisinde değil, mücadele etmekte yatmaktadır. Keyif yolu yürümektir; bitirmek değil.”
Başka söze gerek var mı?
Yine de hedef belirlemenin tamamen gereksiz bir eylem olmadığını düşünüyorum. Çünkü hedef, sistem yaratmak, planlama yapmak ve ilerleyecek motivasyonu bulmak adına itici bir güç, bir nevi başlangıçtır. Ne yapıp edin, kendi sisteminizi bir an önce kurun ve kim ne derse desin, o yolu yürümekten asla vazgeçmeyin. Unutmayın, sadece 24 saatlik bir zaman diliminde yapacaklarınız sizin sadece kim olduğunuzu değil kim olarak hatırlanacağınızı da belirleyecek. 
Anlaştık mı?
Güzin GÜZEY
9 notes · View notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (26 Kasım 2019)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (26 Kasım 2019)
Ali Tınaz, Cem Avnayim ve Tarık Uğur Özenbaş’ın dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” bugün 12:30 ve 20:30’da. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 19:30’da “Mini Hadi”de Joker Hakkı.
Saat 20:30’da “Hadi”de 10.000 TL.
Joker Kodu:  Joker Kodu ekleme sayfasında “Hediye Joker” sekmesine tıklayıp, “Hadi İzle” bölümündeki reklam videolarını izleyin. Her 5…
View On WordPress
0 notes
e-l3thallust · 7 years
Note
Canımı çok breaking bad çektirdin hadi maraton yapalım
sjwfmjdnssks tamam
1 note · View note
sarkisozleriarsivi · 8 years
Text
Norm Ender - O Zaman Dans
Hadi yeni gün yeni dün gibi hayat Arada bir şaka yapıyor oda bayat Artık bir şey olmalı hemen ansızın Kendimi bildiğimden beri şansızım Bir şirket açsam 2 güne batar Kimi sevsem anında trip atar Bune iş güç dert aşk panik atak Bir kupon yaptım bak oda yatar Nereye kadar bunu hiç bilemiyom Ben çarşı gibiyim hep direniyom Bak aramıyo o geveze aşkım bile Ama sana ... çok pis bileniyo Zar zor çekiyom kefalle sazanı Bir de gönül istiyor kalpte yazanı Bu böyle gitmez be yok sorun ne Hedef ben miyim felek sorun ne he Vovvovovovo Bizede güler hayat bu derdim Nanananana Güleceği yok ne hale geldim Tamam anladım bende yok şans E hadi bari sen gör be tandan  Neyim kaldı ha ha? O zaman dans .. Renk.. Ben mi çekicem.. Aynen öyle.. Yapma stres..işte böyle.. Deli gibi çıldır. Aşkıda parayıda bulamıcam Homie serseriyim ben adam olamıcam Biri hayatın anlamını söylese Bak eminim ben onuda duyamıcam Bana dünya koş sürekli maraton Hep başa dönüyor gıcık ve monoton Hiç bitmiyor hoş direndi modası Sana ne desem boş ve lanet olası Hadi gel gör yaşa öl bumu olay Aşk dediğin şey bile dile kolay Bu basit sistemin ayarlı töresi İnsan sevdiği şeyin hep kölesimi Takıldı bende kendi yoluma Sorular filozof yada deli yapar Bu böyle gitmez be yok sorun ne Hedef ben miyim felek sorun ne he Norm Ender - O Zaman Dans - Şarkı Sözü
0 notes
memorandumcoid · 4 years
Text
Meninggal Olahraga
Oleh: Dahlan Iskan
Tiga bersaudara ini wartawan semua. Yang dua meninggal karena olahraga. Tahun lalu si kakak meninggal saat ikut maraton di Surabaya. Jumat kemarin, giliran Hadi Mustofa, sang adik. Ia meninggal saat berolahraga naik sepeda.
Ups… bukan tiga. Tapi empat. Yang satu lagi bukan wartawan: Helmy Nashor. Tapi juga meninggal ketika baru selesai berolahraga: main tenis. Helmy adalah…
View On WordPress
0 notes
Text
Ben hızsız değilim.
Hızla ilgili yazacağım demiştim, bu yazı sanırım onunla ilgili olacak. O niyetle başlıyorum artık nereye giderse. Bu arada klavyem bozuk, çok zorlanıyorum ama yine de hızlı yapmayı sevdiğim tek şey sanırım yazı yazmak, geçen yazıyı yazarken fark etmiştim.
Bugün yine yavaş hareket etmem üzerine bir kişi şahsıma uyuz oldu. Uyuz ettim demeyeceğim çünkü ben bir şey yapmadım, kendi ritmimde yemek yiyordum karşıdaki nedense öfkelendi. Bu kadar müdahaleyi hiçbir zaman kabul etmiyorum. Saygısızcaydı.
Çocukluğumda en çok duyduğum kelime “hadi”ydi. Her yere geç kalır, evden en son ben çıkar, masadan en son ben kalkar, okul boşalınca okuldan çıkardım. Rüyalarımda hala bir yerlere geç kaldığım ve bir şeyleri kaçırdığım kabuslarını görüyorum. Alakası olduğunu düşünüyorum, en arka sıralarda oturmayı severdim. En son ben konuşmayı, her şeyi en son yapmayı ve mümkünse sadece gözlemci olmayı isterdim. Bir de görünmez olmayı, asosyal değilim ancak görünmekle ilgili uzun zamandır fark etmiş olduğum beni sıkıntıya sokan hislerim var.
Yavaş hareket etmem yaşamım boyunca ailem tarafından alay konusu oldu, çok kişi sinirlendi. En son sevgilim de bu kervana katıldı. Bu arada trafiği kilitleyecek yavaşlıkta hareket etmiyorum ama Fred Çakmaktaş’ın arabasıyım diyelim, aracımı ayaklarımla sürüyorum. Yediğim yemeğin tadını daha uzun süre almayı ve daha iyi almayı seviyorum, yavaş yiyorum. Evden yavaş çıkarım çünkü evi bırakmayı aslında istemem ve kendimle olmayı tercih ederim. İstemediğim bir buluşmaya gidiyorsam geç kalırım. Bir yandan yavaş konuşmayı sevmiyorum hatta çocukken çok hızlı konuşurdum, hala buna eğilimim var. Düzenli ve hızlı sporlar yapıyorum orada da yavaş değilim. Çocukken çok hızlı koşardım. Spor olarak koşuya başladığımda ise 8 veya 10 antrenmanda 15 km durmadan koşabilecek seviyeye geldim. Kendimin ritmini kabul ettiğim ilk olay bu koşu oldu. Yarı maraton koşusunda yürümekten biraz daha hızlı kendi hızımda hiç durmadan 15 km koşabildim. Bunun için ayaklarıma şükran borçluyum. Koşu esnasında çok geçildim, önemli değildi etrafımla yarış halinde değildim. Genelde de böyleyimdir. Başkalarıyla yarışa başladığım zaman yaratıcılığım gider, güvenim kaybolur, stres gelir ve kendim kazansam da memnun olmam sonuçtan. Beni geçenleri bir süre sonra ben tekrar geçtim. Profesyonel olmayan koşuculardan bahsediyorum, bir süre sonra çok hızlı oldukları için durmak zorunda kaldılar. Ben koşarken ne kalbim ne ciğerim ne ayaklarım rahatsız oldu. Onları dinleyerek koştum hep, sıfır sıkıntı ve eve gidecek enerjiyle bitirdim.
Yavaşlığım başka bir biçimde ortaya çıkışı da şarkı söylerken oldu. Yavaş ve yumuşak şarkıları söylemeyi, vibratoları geniş almayı çok seviyorum. Hatta bir ara Celine Dion’dan hızlı bir şarkı seçmiştim ve söylemek mümkün olmamıştı. Ne kadar zorlandığımı ve sesimin duyuluş biçimini unutamam. Şan hocam buna çok şaşırmıştı çünkü asıl zor olan yavaş şarkı söylemektir. Sesi notasında tutmak çok daha zordur. Hızlı söylemek pratikle öğrenilebilen bir şey ancak tondan çıkmadan yavaş şarkı söylemek uzun süre egzersizle olabiliyor. İlk kez biri yavaş yaptığım bir şey için hayranlığını dile getirdi, kendimi şaşkın ve kabul edilmiş hissetmiştim.
Yazıyorum yazıyorum bitmiyor çünkü benim için en eğitici ve mucizevi şeylerden biriydi bu. İnsan her anında kendini öğreniyor. Ve dedim ki koştuğum gün kendime, senin kendi ritmin seni nerelere getiriyor. Kendi hızına bak, kendini dinle. Bundan sakın şaşma. Çünkü çok baskı görüyorum hala. Gerçekten bazı insanların sebepsizce ve hadsiz bir biçimde başkalarından niye rahatsız olduğunu anlamak güç. Neyse ki son yıllarda kendimi daha çok tanımaya ve kabul etmeye çalışıyorum ki çatışmalardan zararıma olacak şekilde çıkmıyorum. Çatışma hep var, hız konusu da büyük şehrin hızlı temposunda epey göze batıyor. Sakince balkonunuzda oturuyorsanız bile birileri rahatsız olabiliyor. Üzerimde nilüferlerle bir su olmak isterdim ben durgun, durmadan taş atmasalar.
0 notes