Tumgik
#Suriyeli cihatçılar
hetesiya · 9 months
Text
Gözler Gazze’deyken Suriye’de neler oluyor?
Fehim Taştekin
Gözler Gazze’deyken Suriye’de neler oluyor?
Dünya Gazze’ye kilitlenmişken Suriye’de cephesine göre durulmalar ya da yükselmeler yaşandı. Aktif cephe hatlarının başında Fırat’ın doğusu geliyor.
İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşının bölgeselleşmesi halinde ateşin sıçrayacağı yerler arasında ilk sırayı Lübnan, ikinci sırayı Suriye’nin alacağı öngörülüyor. Gelişmeler bu senaryoya varmadan da taşların ne yönde oynayacağı belli oluyor.
Dünya Gazze’ye kilitlenmişken Suriye’de cephesine göre durulmalar ya da yükselmeler yaşandı.
Aktif cephe hatlarının başında Fırat’ın doğusu geliyor. 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan tam bir hafta önce PKK’nin Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na düzenlediği saldırıyla birlikte Erdoğan yönetimi, 2019’da M-4 yolunda önü kesilen Barış Pınarı Harekatı’nı kaldığı yerden devam ettirmek için yeni bir bahane yakalamıştı. Özerk yönetimin kontrolündeki elektrik, gaz ve petrol istasyonları dahil altyapı tesislerini hedef alan bir operasyon geliştirdi. Fakat Erdoğan muhtemelen Gazze’de ağır suçlar işleyen İsrail’le kıyaslanmaktan kaçınmak için hemen vites küçülttü. Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG), Türkiye’nin güdümündeki Suriye Ulusal Ordusu (SMO) milisleriyle kesişme noktalarındaki çatışmaların yoğunluğu da epeyce azaldı. Bununla birlikte SİHA’larla suikast girişimleri kesilmedi. 16 Kasım’da Kobani’de Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) 3 kişinin öldüğü bir saldırı oldu. 22 Kasım’da Kamışlı’da 3 saldırıda iki kişi öldü. 23 Kasım’da Amude’de yeni evli bir çiftin aracı vuruldu, bir kişi öldü. Bu yıl içinde düzenlenen SİHA saldırılarının sayısı 100’ü geçti. Gazze gündemi dağılır dağılmaz Erdoğan takıntılı Suriye planlarına tekrar asılabilir. Bunun için bahse gerek yok.
***
Beri tarafta Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) kontrolündeki İdlib’de cihatçı kümeler ‘fırsat bu fırsat’ havasında çatışmaları tırmandırdı. Bir taraftan İsrail, Suriye’nin Şam ve Halep havaalanlarını felç eden saldırılar düzenlerken diğer taraftan HTŞ’nin başını çektiği Feth’ul Mubin koalisyonu Halep, Hama ve Lazkiye kırsalında Suriye ordusuna yüklendi. El Kaide-IŞİD artıklarının Suriye’deki varlığı, ABD-İsrail ikilisinin çıkarları açısından önem taşıyor. Suriye felç edilsin de kim ederse etsin; ister NATO üyesi Türkiye ister cihatçılar! Terörle mücadele edildiğine dair yalanlarla sabaha uyanıp aynı yalanlarla yatağa sızanlar Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler gibi Suriye yönetiminden ‘teşekkür’ bekleyebilir. Ayrıca Orta Doğu toza dumana karışmışken Türk askeri-istihbarat unsurları, Fırat’ın batısında boş durmayıp muhalif güçlerin sivil ve askeri kanatlarını yeniden organize etmek için balçıklı patikada yine patinaj yapıyor.
***
Gazze’nin doğrudan yansıması olarak tırmanışın görüldüğü diğer yerler Deyr el Zor, Haseke ve Tanaf hatları. Amerikan güçlerinin konuşlandığı bu alanlara yönelik Irak ve Suriye’deki İran destekli milis güçlerinden gelen saldırılarda ciddi artış görüldü. Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden bu yana Amerikan güçlerinin bölgeden gitmesini temin için izlenen bir strateji zaten var. Fakat ABD’nin İsrail’e kalkan olan askeri-siyasi angajmanı Amerikan varlığına düşman milisleri caydırmak yerine daha da kışkırttı. Saldırılar ivme kazandı. Iraklı gruplar 9 Aralık’ta Irak ve Suriye’de Amerikan güçlerine 11 saldırı düzenledi. İki gün sonra Şedadi ve El Ömer’deki güçler hedef alındı. 17 Ekim’den bu yana düzenlenen saldırı sayısı 94’ü buldu. Amerikalılar roket saldırıları artınca Şedadi’nin yanı sıra El Ömer petrol sahası ve Koniko gaz sahasındaki üslere takviye yapmıştı.
***
Bu tırmanış Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) üzerinde oturduğu zemini de oyuyor. Geçen yaz patlak verip ABD’nin ağırlık koymasıyla gerileyen aşiret isyanı alttan alta körükleniyor. 27 Ağustos'ta Deyr el Zor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed el Halil’in (Ebu Havle) gözaltına alınmasının ardından Ukeydat (Akidat) kabilesi SDG’ye savaş açmıştı. SDG’ye göre isyanı İran ve Suriye körüklüyor. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, Al Monitor’a verdiği röportajda, “Bölgemizin ABD ile İran destekli milisler arasında bir savaş alanına dönmesini istemiyoruz. Bunu onlara da söyledik” dedi. Kobani, İranlıların kendilerine, “Biz sizin güçlerinizi hedef almıyoruz. Deyr el Zor saldırılarına karışmıyoruz” dediklerini ama SDG’nin bir silah deposunun da SİHA ile vurulduğunu belirtti. Kobani açıkça aşiret isyanını İran destekli milislerle birlikte Suriye yönetiminin kışkırttığını öne sürerken Ankara, Şam ve Tahran’ın Amerikalıları bölgeden çıkarma hedefinde birleştiğini vurguladı.
Kobani’nin değerlendirmesi olası bir tırmanış ya da Amerikan pozisyonundaki değişimlere bağlı olarak öngörülebilir bazı tehlikelere işaret ediyor. 27 Ağustos’tan itibaren 3 isyan denemesi, ortalık karıştığında ya da Amerikan koruması sona erdiğinde özerk yönetimin geleceği açısından kırılma noktalarını işaretliyor.
İlk isyanın ardından Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi aşiretlerin güvenini kazanmak için bölgede çok sayıda toplantı yaptı. Altı ay içinde sivil ve askeri konseylerin yeniden düzenlenmesi kararlaştırıldı. Yine de yeni bir sayfanın açılabildiği söylenemez. Nitekim Ukeydat’ın lideri İbrahim Abbud el Hafil 11 Kasım’da 11 grubun birleşmesiyle “Aşiretler ve Kabileler Ordusu” kurulduğunu ilan etti. Kendisini başkomutan olarak sundu. “İşgalci” olarak nitelediği SDG’yi bölgeden çıkarmak için seferberlik çağrısı yaptı. Bu çağrı Hafıl’ın Doha’da yaşayan kardeşi Musab el Hafıl’ın arabuluculuk girişiminin başarısız olmasının ardından geldi. Amerikalılarla doğrudan görüşmek isteyen Musab el Hafıl’ın Semelka’dan Suriye’ye sokulmadığı aktarılmıştı.
İbrahim el Hafıl’ın çağrısını takiben aşiret savaşçıları Şuheyl, Carzi, Sağir el Cezire ve Havaic gibi yerlerde SDG’yle yeniden çatışmaya girdi. Amerikan güçlerinin SDG ile birlikte Ziban, Tayyana ve Şuheyl’de hava destekli iki devriye turu atıp gözdağı vermesi de durumu değiştirmedi. Hafıl’ın ekipleri 6 Aralık’ta Deyr el Zor Askeri Konseyi Üyesi Rone Welat’ı (Şirvan Hassan) da öldürdü. El Ömer bölgesinde köprüye yerleştirilen mayınla hedef alınan Welat, SDG’nin önde gelen komutanlarından biriydi.
11 Aralık’ta daha geniş bir saldırı dalgası geldi. Al Vatan gazetesine göre aşiret savaşçıları Deyr el Zor’un doğusunda Ebu Hardub, Carzi, Tayana, Ziban, Havaic ve Şaffa ile vilayetin batısındaki Hassan’da SDG noktalarına eş zamanlı olarak RPG’lerle saldırı düzenledi. Deyr el Zor’un batısında bir tuz madeninde konuşlu SDG güçlerine saldırı oldu. Aşiret isyanını tamamen İran-Amerikan hesaplaşmasına bağlamak yanıltıcı olabilir. İsyanın kaynağında petrol sahaları ve Arap bölgelerinin kontrolünde Kürtlerin üstün rolüne karşı bir rahatsızlık var. Buna ilaveten IŞİD’le mücadele çerçevesinde yürütülen gözaltı operasyonları kızgınlığı büyütüyor. Suriye yönetimi de ülkenin zenginliklerini çalmakla suçladığı Amerikan güçlerinin bölgeden çıkarılması için aşiret isyanını değerlendiriyor. Bölgedeki Amerikan askeri varlığı, Kürtler ve Arapların SDG çatısı altında birlikte hareket etmesine dayanıyor. Arap-Kürt ayrışmasıyla SDG’nin çözülmesi ve Amerikalılar açısından sahanın güvensiz kılınması gibi bir hesap güdülüyor.
***
Aşiret isyanı bu düzeyde kaldığı sürece bölgedeki denklemin bozulması zor. ABD’nin Suriye ve Irak’tan çekileceğine dair öngörüler daha çok temennilere dayanıyor. Geçen hafta Cumhuriyetçi Senatör Rand Paul’ün 7 Ekim’den sonra daha fazla saldırı altında oldukları gerekçesiyle Suriye’deki güçlerin çekilmesi yönünde sunduğu öneri 13’e karşı 84 oyla reddedildi. Öneriye karşı çıkanlar bunun İran’a hediye olacağını savundu. Tabii, Amerikan medyasında çekilmeyi salık veren yazılardaki artış da dikkat çekici. The American Conservative’de çıkan bir yazıda bölgedeki Amerikan askerlerinin ABD’yi cezalandırmak isteyenler için kolay hedeflere dönüştüğünü yazdı. “Çekilme hem Amerikan yaşamları hem de çıkarlarına öncelik veren tek yoldur. Bu aynı zamanda ABD'ye İsrail-Hamas savaşı ve İran ile artan gerilim karşısında daha fazla manevra alanı sağlayacaktır. ABD, Irak ve Suriye'den çekilerek, İsrail'e verdiği destek nedeniyle savunmasız Amerikan askerlerine misilleme yapılmasından endişe etmek zorunda kalmayacak” denildi. Foreign Affairs’de yayımlanan bir yazıda ise Orta Doğu’ya daha fazla asker ve teçhizat yığmanın ucu açık güvenlik yükümlülüklerini artırdığı ve bölgesel savaşı önleme adına yapılan sevkiyatın, kaçınılan şeyi kışkırttığı not edildi. Yazı ‘Orta Doğu’dan çıkıp Çin’le yüzleşmeye bakalım’ mesajını da içeriyor.
***
Amerikan-İran diyalogu ve Suud-İran normalleşmesinin neticesinde İran’ın Suriye’de gerileyeceği öngörüsü Gazze savaşıyla birlikte tersine döndü. Yine beklentilerin aksine Suriye, Arap Birliği’ne dönerken İran’la bağları zayıfladı. Esad yönetimi, İsrail’in saldırganlığı karşısında Rusya’ya bel bağlayamıyor. Çünkü Moskova, Tel Aviv’i kayırıyor. Beri taraftan Suriye, Gazze savaşı sürerken Golan’dan cephe açılabileceği senaryolarına karşın epeyce dizginlendiği izlenimi verdi. Şam’a BAE dahil farklı kanallardan ‘İranlıların cephe açmasına izin verme’ diye telkinlerin gittiği aktarılıyor. Esad’ın Dışişleri Bakan Yardımcısı Eymen Susan’ı Riyad’a büyükelçi ataması da Araplarla normalleşme sürecinin rayından çıkmasını istemediğini teyit ediyor. Yani Esad Rusya, İran ve Arap bloku arasında birini ötekine feda etmeden yol almaya çalışıyor.
***
Öte yandan ABD’nin Gazze savaşına yoğunlaşmasına bağlı olarak Ukrayna’da eli rahatlayan Rusya, Suriye dosyasına biraz daha ağırlık verebilir. Bu da Amerikan güçlerini bunaltacak taktiklere dönüleceği anlamına geliyor. 11 Aralık’ta Suriye Halk Meclisi'nde Suriye-Rusya Dostluk Komitesi'nin toplantısı vardı. Burada Rusya’nın Şam Büyükelçisi Aleksander Yefimov Suriye'ye her türlü desteği sağlamaya hazır olduklarını söyledi. Rusya lideri Vladimir Putin, Türkiye’deki seçimlerden önce Ankara-Şam barışı için ağırlığını koymuştu. Seçimden sonra süreç çakıldı. Şimdi Putin marttaki başkanlık seçimlerine hazırlanıyor. Belki seçimden sonra Rusya, İran ve Türkiye üçlüsü arasındaki mekanizma yeniden canlandırılabilir. Amerikan siyasetindeki belirsizliklere karşın Putin’in tam da seçimlerin ilan edildiği gün Riyad ve Abu Dabi’ye tantanalı bir çıkarma yapması Rusya’nın Orta Doğu gündeminden kolayca çıkmayacağını gösteriyor.
0 notes
gazetelinkmedya · 2 years
Text
Çavuşoğlu 'Esad' dedi, Türkiye denetimindeki Suriyeli cihatçılar Türk bayraklarını yaktı!
Çavuşoğlu ‘Esad’ dedi, Türkiye denetimindeki Suriyeli cihatçılar Türk bayraklarını yaktı!
Çavuşoğlu ‘Esad’ dedi, Türkiye denetimindeki Suriyeli cihatçılar Türk bayraklarını yakıp TSK araçlarını taşladı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Suriye’de Şam ve muhalefetin anlaşması gerektiğini söylemesinin ardından Suriye’nin farklı muhalif gruplar tarafından kontrol edilen Kuzey Batı bölgelerinde Türkiye karşıtı protestolar başladı. Türkiye’nin dolarla maaş ödediği ve silah desteğinde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
idleacquisition · 4 years
Text
Hangi sıfatla? Ve neden engellenmediler diye sormak istiyordum. Zira bu ülkede en zararsız sessiz, sakin 3-5 kişilik eylemler bile tomayla dağıtılır. Hepimiz ezbere biliyoruz bunu.
Madem cihatçı bu Suriyeliler pistlere alalım onları, cihad etsinler yani, öncelikle de kendi ülkelerinden başlayıp. Kim olarak geliyorlar da benim ülkemde gelip eylem yapıyor, kargaşa çıkarıyorlar?
1 note · View note
seslimeram · 5 years
Text
Tuhaf Zamanlardayız
Tumblr media
Tuhaf zamanlardayız. Kesintisiz bir fasit döngünün rehini kılınıp her gün başka açılardan sınandığımız bir garip zamanlardayız. Muktedirin hal ve istenci, takındığı her tavır bize iş bu zamanı eksik, yarım / yıkımın varlığını tescilleyen,sabit bir tecrübe kılıyor, görüyoruz. Tuhaf bir yolculuk, fark edilmemesi imkansız bir cehennemi döngüde biteviye çürümeyle sınanıyoruz. Her günün ilaveten her anın hemen her açıdan yakıcı, yıkıcı ve yok edici ilan olunduğu yerde cürümler hiç konuşulmuyor bunu görüyoruz. Keskin bıçaklar, yalın yıkım ve yağma, ses ve söze kasıtla, hayatı gölgeleme hali, tehdit dili, hınç, kin kusmalar, nicesi ve bir dolusu ile muktedir bugünü şu sahanın şimdisini gasp ediyor. Yaraların kanatıldığı insanlık onurunun artık hiçleştirilip ayaklar altına alındığı ol muktedirin tahayyülünün bir yıkım da olsa tek seçenek kılındığı yerde zaman kesintisiz olarak gerilemenin kılınıyor.
Hayat hiçbir zaman, an, veçhe olmadığı kadar “sıradanın meseli” olmaktan bu topraklarda açıkça alıkonuluyor. Cerahatin basbayağı aleni bir cüretle savunulan bütün, beraberindeki tahakkümün ve kesintisiz olan gasbın öykü / laf değil hakikat hali enikonu belirginleşiyor. Tuhaf zamanlardayız. Neresinden bakarsanız, hangi cepheyi açarsanız yıkım, taarruz ve biteviye linç hali bir memleketi kuşatıyor. Bir alaşağı etme hali, insanların birbirlerini hiç ama hiçbir biçimde duymayacağı bir zemin var ediliyor. Cerahatin ortasında hayat yoktur. Cerahatin kesintisiz kılındığı yerde o barış yoktur. Cerahatin savunulduğu yer ve zeminde demokrasinin abecesi eksiktir, yokluğa mahkumdur. Halin ve tuhaflığın bir kırıma çıktığı bir güncedeyiz. Sessizlik, şimdiki zamanı gasbedip tahakkümün sınırlarına kesintisiz bir biçimde riayet bu sahayı çürütmeye devam ediyor, bunu aktarıyoruz.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Barış İçin Akademisyenler, 6 kentte eş zamanlı olarak yaptıkları açıklamayla, KHK ile ihraç edilen, sözleşmesi yenilenmeyen, sözleşmesi feshedilen, istifa etmek ya da emekliye ayrılmak zorunda kalan tüm imzacıların görevlerine geri dönmesini talep etti.
OHAL döneminde yayımlanan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile üniversitelerdeki görevlerinden ihraç edilen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan Barış Akademisyenleri İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Diyarbakır ve Kocaeli’de işlerine iade edilmeleri talebiyle açıklama yaptı. Yapılan ortak açıklamalarda “Şu sıralar beraat kararları alıyoruz ancak gasbedilmiş haklarımızı geri alabilmiş değiliz. Ne üniversitelerimize geri dönebildik ne de pasaportlarımızı geri alabildik” denildi. Akademisyenler, kendilerine adres olarak OHAL Komisyonunun gösterildiğini ancak bu kurumun sorunları çözmediğini aksine çoğalttığını ifade etti: “Hala değerlendirilmeyi bekleyen 33 bin dosya var, 406 akademisyenin ve KESK üyesi 1500 kamu emekçisinin dosyası da bekleyenler arasında. Buradan çıkan hukuksuz kararların mahkemelerce bozulması uzun yıllar alıyor, sorunlarımız acil demokratik çözümler gerektiriyor.” Akademisyenler açıklamalarda şu talepleri sıraladı:
* ”Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin imzacısı olup KHK ile ihraç edilen. Sözleşmesi yenilenmeyen, sözleşmesi feshedilen, istifa etmek ya da emekliye ayrılmak zorunda kalan tüm imzacılar, talepleri halinde ihraç edildikleri kurumlardaki görevlerine geri dönebilmelidir.
* Araştırma görevlisiyken ihraç edilenlerin güvenceli bir kadroda işe dönüşü sağlanmalıdır. Öğrenimini sürdürenler öğrenim gördükleri kurumlarda görevlendirilmeli, doktorasını bitiren doktor öğretim görevlisi olarak atanmalıdır. Doçentlik ve profesörlük koşullarını yerine getirdiği halde kadro ataması askıya alınan Barış Akademisyenleri hak kazandıkları kadrolarıyla göreve dönmelidir.
* İşe alımda güvenlik ve arşiv soruşturması şartı, Anayasa’nın 20. maddesi’nde güvence altına alınan “özel hayata saygı” hakkına müdahaledir. Buna derhal son verilmelidir.
* KHK’lerle ihraç edilen Barış Akademisyenlerinin ve kamu emekçilerinin yurttaşlık haklarına yapılan tüm saldırılar ortadan kaldırılmalıdır. Pasaportları derhal geri verilmeli, bütün hak kayıpları tazmin edilmelidir.
* Hukuk devleti olmanın gereği yerine getirilmeli, OHAL KHK’leri kaldırılmalı, OHAL Komisyonu lağvedilmelidir. Taraf olunan uluslararası anlaşmalara ve hukuk kurallarına uyularak toplumsal barışın önü açılmalıdır.”
Eşitlik, adalet ve barışma tahayyülüne karşı ortaya çıkartılan şey daha büyük yıkım olur. Kati, kesintisiz bir biçimde bu kadarıyla bir menzil var edilir. Barış İçin Akademisyenler imzasıyla çıkan metnin ortaya koyduğu ivedi çağrının üstünden üç yıl geçtikten, onlarca dava, onlarca yakıcı ve kavurucu yıkım, tehcir ve dahası tükeniş sahnelendikten sonra hala insani olanın her ne olduğunun hiçbir biçimde sorgulanmadığı bir karanlığa uyanırız. Tuhaf zamanlardayız, hayatın bu sahada bir kez daha bir asır öncesinin karanlığına rehin olunduğu bir güne, bir güncelliğe uyanıyoruz. Hayat hiç olmadığı kadar donanımlı bir çürümeye, bir yıkıma, bariz bir karanlığa mahkum kılınıyor. Bir asırda teçhizat güncelliği sağlandı, ya insan? Bir asırda anlatılıp durulan muasır medeniyet halen insana uğramadı her niye? Barış tahayyülünü savaşmak ile değiş tokuş etmeye devam diye kötülüğün, bariz karanlığın her neyi var ettiği afaki değil midir, halen anlaşılmaz mıdır? Yüceltilen ol yıkım, zaruriymiş gibi gösterilenin her ne şekilde bu sahaya zarar verdiği, meselin aslında her ne olduğu Barış İçin Akadamisyenlerin meramındadır.
Halep’in kuzeyinde, Rusya destekli Suriye hükümeti güçleri ile YPG’nin ortak kontrolünde bulunan Tel Rıfat kenti dün (2 Aralık) 14.00 sularında TSK kontrolündeki bölgelerden gelen topçu atışıyla vuruldu. Bir Rus üssünün de bulunduğu bölge Afrin’de TSK ve cihatçılar tarafından düzenlenen askeri müdahaleden kaçan sivilleri de barındırıyor.
Olay anına ilişkin görüntülerde yerleşim yerlerinin de hedef alındığı görülürken, muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) bombardıman sonrası 8’i çocuk en az 9 sivilin öldüğünü, Rojava’dan yayın yapan PYD’ye yakın Hawar Haber Ajansı (ANHA) ise 8’i çocuk 10 sivilin öldüğünü duyurdu. Ayrıca 20’nin üzerinde de yaralı bulunduğu belirtiliyor. Aynı şekilde Rusya ve Suriye ordusunun bombardımanının sürdüğü cihatçıların kontrolündeki İdlip’te de sivil can kayıpları yaşandığı belirtiliyor.
PYD, yayımladığı yazılı açıklama ile Tel Rıfat ilçesinde bir sivil katliamı gerçekleştirildiğini belirtirken, Türkiye’nin müdahalesinin ilk gününde itibaren uluslararası hukuka aykırı olduğu savunuldu. Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik askeri müdahaleleri Suriye hükümeti tarafından da “işgal” olarak niteleniyor. Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik operasyonlarda TSK ile birlikte hareket eden El Kaide kökenli grupların işlediği savaş suçları nedeniyle de Türkiye’ye yönelik uluslararası eleştiriler yoğunlaşıyor.
Tel Rifat’a 2 Aralık’ta Türkiye tarafından yapılan saldırıda sekizi çocuk 10 sivil yaşamını yitirmişti.  Hayatını kaybedenler Çarşamba günü kitlesel törenler eşliğinde toprağa verildi. Nupel'in haberidir: Bölgeden yayın yapan ANHA’da yer alan haberde, uluslararası hukuk örgütleri, saldırıya sessiz kalmakla suçlanıyor. Yakınlarını kaybedenler de uluslararası toplumun sessizliğine tepki gösterdi.
Cizre Bölgesi İnsan Hakları Örgütü Üyesi Mihemed Emin Niyîmî şunları söyledi: “Başta UNICEF’in çocuklara yönelik katliamı daha ilk günden kınaması gerekiyordu. Türk devleti NATO üyesi devletlerinin toplantısının olduğu bir zamanda sivil ve çocuklara yönelik katliam gerçekleştirdi. İnsan Hakları Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi, İnsan Hakları Mahkemesi, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), Uluslararası Adalet Divanı olmak üzere dünyadaki bütün sivil toplum kuruluşları ve örgütler, Kuzey ve Doğu Suriye halklarına yönelik saldırılara karşı sessiz kaldılar. Pazartesi günü Til Rifat’ta sivillere yönelik gerçekleştirilen katliama karşı bir tavır göstermediler. Bu da Türk devletinin terörüne izin verdiklerini gösteriyor.”
Türkiye tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen saldırıda ayağını kaybeden İlyas Hesûn adlı çocuk, “Kardeşim Edhem ve ben evimizin önünde oynuyorduk, birden çok büyük bir ses duyduk. Ben parçalardan dolayı yaralandım, kardeşimin ayağı koptu” diyor. Yaralanan çocukların annesi Fatima Betal, “Öğlen saat 2 civarıydı. Büyük bir ses duydum. Çocuklarımı aramak için koştum, onların bedeninden parçalarla karşılaştım” diye konuştu.”
Tumblr media
Tel Rifat’ta bir devletin var ettiği başarı öyküsü, her yerde zikrettiği o barışma tahayyülü, kentlerin düzenini sağlıyoruz bizler falan yoktur. Bir karanlığın her nasıl insanlık hikayeleri anlatılırken var edilebildiğinin iç çürüten hakikati vardır. Roboski Katliamı gibi bir yıkımı var edenlerin fırsat bulduklarında yarattıklarını görünür kılandır. Tel Rifat içinde bir cinayet işlenir. Bu cinayet çocukların katledildiği bir karanlığın bizatihi tam da kendisidir. Böylesine bariz olanın, bu kadar aleni kılınanın 1915’ten bunca zaman sonraki suretidir. İnkar edilen, binbir türlü hileyle ötelenen, üstü örtülmeye çalışılan şey bir kez daha gün yüzüne kavuşur. Cinayet kameralar kayıttayken, iletişimin en yüksek kılındığı şu zamanda her şey bilinirken, görülürken var edilir. Bu kadar açık düşmanlıkla şu kırım gibi nicesi var edilirken hala Rojava’ya barışın götürüldüğü meseline inanılması beklenir. Kan her yere sıçrarken o masallar, onca şatafatlı cümlenin kof bir yalan olduğu barizken neye nasıl inanırsınız, inanabilirsiniz!
Her yere kan sıçrıyor. Hemen hemen her zemine, bir biçimde devletli aklının çürütme hali izini çıkarıyor. Devletin gölgesinin değdiği yerde yaşam tükeniyor. Devletlinin elini cüret ile arttırdığı her menzilde hayat çalınıyor, düşler kırıma uğruyor. Söz naçar kılınıyor. Ses, cılızlaşırılırken hayatın meramı eksiltiliyor. Bir sahada var edilmiş olan yıkım başka bir yerde daha kalıcı kırılmaları da muhteviyatına ekliyor. Kürd ile Türkün arasındaki bağlar bir asır evvelindeki Ermeni, Süryani, Nasturi, Keldani, Rum, Pontos, Arami ile Türkün arasındaki bağların kopartılması gibi güncel daimi bir gayretle çürütülüyor. Her güne bir dehşet, her yere bir vahşet taşınıyor yeter ki sonuç daha fenası olsun! Tutturulup da gidilen istikamette hayat hakkının bahsini açmak, onun öncelikliğinden dem vurmak tam anlamıyla imkansızlaştırılıyor. İyi de böyle böyle yol nereye!
Van’ın merkez İpekyolu ilçesine bağlı Yalı Melez Mahallesi’nde 12 Temmuz 2018’de yapılan ev baskınında işkence ve kötü muameleye maruz bırakılarak, gözaltına alınan Ayfer, Abdullah, Abdulbaki, Ayhan, Fettullah ve Dilan Şahin ile Şehriban Mamuk hakkında açılan davanın 2'nci duruşması, Van 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. "Örgüt üyesi olmak", "kamu görevlisine hakaret etmek" ve "görevi yaptırmamak için direnmek" iddiasıyla açılan davanın duruşmasına, Şahin ailesinden tutuklu bulunan 6 kişi, tutuksuz yargılanan Dilan Şahin ve avukatlar katıldı. Kimlik tespitinin ardından savunma yapan tutuklu ve avukatlar tahliye talebinde bulundu. Mahkeme, tutuklu 6 kişi hakkında tahliye kararı vererek, Mart 2020’ye erteledi.
“HDP Elbistan İlçe Örgütü Kongresi öncesi gözaltına alınan ve gözaltındayken HDP'den ayrılmaları konusunda tehdit edilen 70 yaşındaki Ali ve Elif Kısa çifti, kongrenin ardından Ali Kısa'nın yönetime seçilmesiyle birlikte yeniden gözaltına alınarak tutuklandı. Anne ve babanın bakmakla yükümlü olduğu, yaşamlarını idame ettirebilme gücü ve iradesinden yoksun, duyma ve konuşma engelli 2 çocuklarıysa yalnız başlarına kaldı.
Ali ve Elif Kısa çifti 2017'den bu yana 3 defa gözaltına alındı. Ailesini emekli aylığıyla geçindiren Ali Kısa, uzun yıllardır siyasi çalışmalarda yer alıyor. DEHAP Elbistan İlçe Başkanlığı da yapan ve HDP kurulduğundan beri ilçe yöneticiliği yapan Ali Kısa, 4 Ocak 2017'de eşi Elif Kısa ile birlikte gözaltına alındı. Eşi adli kontrol ile serbest bırakılırken, Ali Kısa "örgüte yardım etmek" suçlamasıyla tutuklandı. Kısa, Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi'nde 7 ay tutulduktan sonra yargılandığı dosyadan beraat etti. Cezaevinde tutulduğu sırada ağır koşullar nedeniyle prostat ameliyatı olan ve yüksek kolestrolü bulunan Ali Kısa, 7 aylık sürede 116 kilodan 79 kiloya indi. Ayrıca cezaevinden sonra kendisinde unutkanlık başgöstermeye başladı.
13 Kasım 2019'da yeniden eşi Elif ile birlikte gözaltına alınan Ali Kısa, 17 Kasım'da yapılan HDP Elbistan İlçe Kongresi'nde yeniden yönetime girmemesi yönünde tehditlere maruz kaldı. Ayrıca önceden hazırlanmış "örgüt üyesi olduğu ve örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğine dair" zorla imzalatılmak istenen ifadeyi imzalamadığı için psikolojik şiddete maruz kaldı.
"Eğer HDP'ye gidersen ve yönetime yine katılırsan seni yine alırız" tehditlerinden sonra eşiyle birlikte adli kontrol şartıyla serbest bırakılan Ali Kısa, 17 Kasım'da HDP İlçe Kongresi'nde yeniden yönetime seçildi. Seçim sonrası sosyal medya hesabından "Partimiz HDP 3'üncü Olağan Kongresi'ni 17 Kasım'da yaptık. Beklentinin çok çok üstünde katılım oldu. Başarı bizim hedefimizdir. Ben Ali Kısa olarak bir yıldır hasta olduğum halde arkadaşlarımın ısrarı üzerine listede yer aldım ve yönetime seçildim. Bu parti halkındır, herkesindir. Herkes partisine sahip çıksın" paylaşımında bulunan Ali Kısa, 3 Aralık'ta evine yapılan baskınla yeniden eşi Elif ile birlikte gözaltına alındı. Haklarında "Gizli tanık" ifadesi bulunduğu iddiasıyla Ali ve Elif Kısa çifti, "örgüt üyesi oldukları" gerekçesiyle tutuklanarak Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi'ne gönderildi.
Önceki dönem Elbistan HDP Kadın Kolları yönetiminde yer alan; kronik baş ağrısı, depresyon, kan dolaşımı zayıflığı, doğumdan kaynaklı sağlık sorunları ve idrar yolları iltihabı gibi birçok sağlık sorunuyla boğuşan Elif Kısa da, böylece bakmakla yükümlüğü olduğu iki engelli çocuğundan koparıldı.
Ali ve Elif Kısa çifti 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde tutuklandıkları için 2 engelli çocukları da yalnız başlarına kaldı. Zihinsel, duyma ve konuşma engelli, tamamen annenin bakımına muhtaç "Ağır Özürlü" raporu bulunan 44 yaşındaki İsmail ile duyma ve konuşma engelli yüzde 64 engelli raporu bulunan 42 yaşındaki Ahmet de bakımına muhtaç oldukları anne ve babasız bırakıldı.
Bunun üzerine Elbistan'ın tek resim atölyesinin sahibi olan ilçedeki engellilere de yaşamıyla örnek teşkil eden, duyma ve konuşma engelli Ressam Ahmet, ağabeyi İsmail'e bakabilmek için resim atölyesini kapatmak zorunda kaldı.
Her iki kardeş de duyma ve konuşma engelli olduğu için ne kapı zilini duyabiliyor, ne de ne çevrelerinde gelişecek olası bir durumdan haberdar olabiliyor. Yakınları; İsmail'de temizlik takıntısı olduğu için her gün annesi tarafından banyo yaptırıldığı, onlarca kez elini yüzünü yıkadığı, birilerinin yardımı olmadan yemek yiyemediği ve tırnaklarını sık sık kestiği için parmaklarını kanattığı ve ilaçlarını zamanında ve düzenli alamadığında aşırı asibeliştiğini belirtti.
HDP Milletvekili Mahmut Toğrul da TBMM oturumunda, Ali ve Elif Kısa çiftinin durumuna dikkat çekerek, "Partimize yönelik siyasi soykırım operasyonları devam ediyor. Elbistan'da Ali Kısa, Elif Kısa ve Bekir Kara 3 Aralık'ta gece gözaltına alındılar, tutuklandılar. Aynı kişiler 13 Kasım'da gözaltına alınmıştı ve 2 gün sonra serbest bırakılmıştı. Ancak tekrar gözaltına alınan bu 3 arkadaşımız tutuklandı. Ali Kısa ve Bekir Kara, şu anki ilçe yöneticilerimiz, Elif Kısa ise önceki ilçe yöneticimiz. Ali ve Elif Kısa 70 yaşındalar ve 2 çocukları var. Biri yüzde 80 zihinsel engelli, diğeri de duyma ve konuşma engelli. Evde başka kimseleri yok. 2 çocuk evde tek başına kendilerine bakma ve yaşamlarını sürdürebilme gücü ve becerisinde değil. Aile bunu gözaltında dile getirmiş, ancak buna rağmen tutuklanmışlar" sözleriyle serbest bırakılmalarını istedi.”
Tuhaf zamanlardayız, yıkımın, yok etmenin, derdest edip, tüketmenin, birbirine yabancı, yaban kılma hallerinin ortasında bir deney sahasındayız. Ne dünümüz gün gibiydi. Ne iş bu şimdi bir yarın umudunu muhafaza ediyor. Ne şimdi bir hesaplaşama hali ne şu anda var edilmiş olanın farkındalılığı birbirini buluyor. Bir umut anlaşılır diye yazılanların kahır eksen unutulduğu, sakız gibi uzatılan bir gıdım sözün üzerinde, havanda su dövülüp günün geçirildiği yerde, yıkım az biraz şu yukarıdakilerle başlıyor. Başkalaşmış, bir yurt, bir yer, bir vatan imini yavaştan kaybetmeye yüz tutmuş, kokuşmuş, kir bağlamış, içindeki yurttaşını ezerek, biçerek bir ülkeye varılacağı zikrediliyor. Tuhaf zamanlardan geçiyoruz, içimiz dışımızda, aklımız başımızdayken yazalım; gidişat kestirilemeyen değil tam da yüzüncü yıl şatafatı dillendirilirken o memleketin demokrasi, eşitlik, hayat istencini yerle bir etmektir. Böyleyken, böyle, sessizliğin surları yükseltilirken bir hayat bahsi geriye konulmayacaktır, sorgular mısınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Istanbul Travel – Ekaterina SHEVI – Behancé
2 notes · View notes
haberin-varmi · 5 years
Photo
Tumblr media
Suriye ordusu İdlib’e ilerlerken cihatçılar ‘silahlanma’ çağrısı yaptı http://bit.ly/2E7IdBN
0 notes
haberihbarhatti · 6 years
Text
Suriye: Cihatçılar İdlib’de kimyasal saldırı hazırlığı yapıyor
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/suriye-cihatcilar-idlibde-kimyasal-saldiri-hazirligi-yapiyor/4352/
Suriye: Cihatçılar İdlib’de kimyasal saldırı hazırlığı yapıyor
Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, yeni kimyasal silahlı provokasyonun, bazı Batı ülkelerinin teşvikiyle cihatçıların hareket ettiği İdlib’de yaşanabileceğini belirtti.BM Güvenlik Konseyi oturumunda konuşan Caferi, “Teröre sponsorluk yapan ülkeler teröristlere bir kez daha kimyasal silah kullanma talimatını verdi” dedi. Caferi, konuyla ilgili bilgiyi BMGK başkanına sunduklarını bildirdi. ‘PROVOKASYONU BATI MEDYASI AKTARACAK’ “Bu tezgah, birçok ülke ve Beyaz Miğferler’in katılımıyla gerçekleştirilecek ve Batı medyası tarafından aktarılacak” diyen Caferi, saldırı üzerinde çalışan yabancı uzmanların, kadın ve çocukları kullanmak istediğini kaydetti. ‘YARALILAR İSRAİL’E GÖTÜRÜLECEK’ Cihatçıların sivil halka karşı zehirli gaz kullanacağını söyleyen Caferi sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaralılar İsrail’deki hastanelere kaldırılacak. İsrailli doktorlardan duyacağımız ifadeleri hayal edebiliyor musunuz? Bu, İdlib’de yeni bir tiyatro oyunu olacak.” Caferi, “Tüm bunlar Suriye-Türkiye sınırında yaşanacak” diye ekledi.
kaynak: Suriye: Cihatçılar İdlib’de kimyasal saldırı hazırlığı yapıyor
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/suriye-cihatcilar-idlibde-kimyasal-saldiri-hazirligi-yapiyor/4352/
0 notes
Photo
Tumblr media
2016’ya asılı kalmak ve laiklerin sahipsizliği  28 Aralık akşamı, İstanbul’da yüzü aşkın gazeteci, cezaevlerindeki meslektaşlarımıza yılbaşı selamı vermek üzere toplandık. Çektirdiğimiz toplu fotoğrafın 31 Aralık günü bazı gazetelere basılmasıyla selamımız hapishanelere iletildi. Toplu fotoğraftaki gazeteciler arasında ideolojik ihtilafları olanlar, geçmişte bu yüzden birbirine kırılmış ve hatta kırgınlığı sürdürenler de bulunuyordu. O fotoğrafta gazeteci arkadaşımız Ahmet Şık da vardı ve o da hapishanelerdeki gazetecilere selamını toplu fotoğrafta yer alarak verdi. Ahmet’in önceki tutuklanışına çalıştıkları veya yönettikleri gazetelerde tepki göstermeyen veya iktidar lehine tutum alan bazı gazeteciler de oradaydı. Ama tüm bunlara rağmen gazetecilerin tutuklanmasına itiraz, bizi aynı karede topladı. Ahmet, 28 Aralık’ta çektirdiği fotoğrafı 31 Aralık’ta cezaevinde gördü. Ve hapiste olsa bile o dayanışma karesinin onun direncini artıracağına kuşku yok. Bunca baskı altında tutulan, meslekleri fiilen yasaklanan, hapis ve ölüm tehditleriyle baş başa bırakılan gazetecilerin o fotoğraf karesinin, baskı altında çil yavrusu gibi dağılmış olan herkese bir mesajı vardı. Reina katliamından önce Ahmet Şık’ın tutuklanışını devletin biz gazetecilere yönelik yeni yıl mesajı olarak algıladık. Ancak benzer bir biçimde yeni yıla girmeye hazırlanan milyonlarca insan cihatçı güçlerin baskı, tehdit ve şantajlarına maruz kalmaya devam ediyordu. 2017’ye saatler kala İstanbul cadde ve sokaklarında gözle görülür bir tenhalık vardı. Reina saldırısı öncesindeki sistematik baskı büyük ölçüde hedefine ulaşmış ve insanlar evlerine çekilmişti. Hatırladığım kadarıyla şimdiye kadar hiçbir yeni yıla böylesi sistematik bir psikolojik baskı altında girilmemiş, laik kesimlere bu kadar topyekün gözdağı verilememişti. Yeni yılı dışarıda, bilhassa içkili mekânlarda kutlayacak olanlara günler öncesinden ölüm tehditleri yapıldı. İslâmcı gazete ve internet siteleri, sosyal medya hesapları psikolojik baskıyı o kadar artırdılar ki, Noel Baba kılığına sokulanların başına silah dayandı, sünnet-bıçaklama gösterileri yapıldı, fetvalar verildi. Bu tehditler sembolik değil, doğrudan seküler toplumsal kesimlere yönelik gözdağıydı. 2016’nın son günlerinde, Noel üzerinden yürütülen kara propaganda aslında 2017’de yaşanacak olan yeni çatışma zemininin ilk aşamasıydı. Reina saldırısı örgütsüz, tepkisiz Türkiyeli laiklere yönelik ilk savaş ilanı olarak tarihe not edilebilir. Zira bu katliamla sadece cihatçı zihniyete tepki gösteren veya demokrasi-özgürlük talep eden kesimlere değil, sessiz laiklere de yaşam hakkı tanımayacağı ilan edildi. Zaten bu laik kesimin yapıp-ettikleri değil (ki cihadist basınca karşı önleyici bir itiraz yok) bizatihi varlıkları cihadistlerin nazarında düşmanlık olarak algılanıyor. Reina katliamının anlattığı Geçen hafta “Türkiye zor günlerden geçmiyor, zor günlere giriyor. Şu ana kadar gördüklerimiz gelecekteki büyük felaketin idmanından ibaret” demiştik. Önümüzdeki zor günlerin yaratıcıları 2017’ye mührünü basmak isteyen cihatçı anlayışın yücelticileri olacak. Reina katliamı 2016’daki karanlığı daimileştirmenin son girişimi olarak da değerlendirilebilir. Nitekim, bu katliamla birlikte Türkiye’nin 2017’ye geçişi takvim yaprağından ibaret kaldı. Hal ve gidiş itibariyle 2016’da asılı kaldı. Cihadistlerin hedefinde  zannedildiği gibi sadece muhalif Kürtler, Aleviler, solcular ve diğer muhalif kesimler değil, laiklik anlayışının bizatihi kendisi de var. Zira söz konusu mekâna yönelik saldırının hedefinde siyasi değil sosyal bir grup vardı. O grup da, saldırganların nazarında “içimizdeki Batı”yı temsil ediyor. 2017’de “içimizdeki cihadist anlayış”, “içimizdeki Batı”yı söküp atmaya odaklanacağa benziyor. Reina katliamı cihatçıların şimdiye kadar Türkiye’de gerçekleştirdiği saldırılara değil, esas olarak Avrupa’da, örneğin Paris’teki Bataclan konser salonundaki saldırıya benzetilebilir. Yani cihatçılar Türkiyeli “Batılıları” hedefine koymuş durumda. O “Batılılar” da kabaca Avrupai yaşam tarzını benimsemiş laik-orta sınıf Türkler olarak tarif edilebilir. Laiklerin sahipsizliği Türkiye’deki cihadistlerin yaşadığı özgüven patlaması, 2016’nın hesabını soran, yeni bir gelecek projeksiyonu kuran ve bunun için mücadele eden demokrat siyasetçileri, gazetecileri hapse tıkayan zihniyetten de besleniyor. Ama sadece bu değil: Şu anda Türkiye’de demokrat laikler kadar sahipsiz, örgütsüz, savunmasız başka hiçbir kesim yok. Bu kesime yönelik saldırıların önüne barikat kuracak siyasi bir iradenin esamesi okunmuyor. Militarist, Kemalist, milliyetçi veya ulusalcı laikler ise şimdilik sisteme eklemlenerek varlıklarını sürdürebileceklerini zannetseler de, bir sonraki halkada onlar da var. Şu sıralar Türkçü-İslamcı hegemonya CHP’yi kendi tabanının talep ve beklentilerini bile sahiplenmeyecek kadar teslim almış durumda. Günlerdir yılbaşını kutlayacak olanlara yönelik tehditlere karşı CHP’nin parti olarak gerçekleştirdiği hiçbir etkinlik olmadı. Bu açıdan CHP’nin laik-demokrat tabanının epeydir partisiz, örgütsüz ve dolayısıyla sahipsiz olduğu söylenebilir. 20 Kasım’da İstanbul-Kartal’da Haziran hareketi tarafından tertiplenen “Teslim Olmayacağız” mitingini yarı yolda terk eden CHP, teslimiyetinin ilanını tekrar yapmıştı aslında. En azından o tarihten itibaren CHP’nin itiraz eden tabanının kendisine sahip çıkacak bir partisi yok. Fakat CHP’nin cihatçı söylem etrafında örülen agresif siyasete karşı doğru dürüst hiçbir argüman geliştirmemesi Kılıçdaroğlu’nun “kabiliyetsizliğinden” değil, partinin sözümona “tercihinden” kaynaklanıyor. Peki bu teslimiyet hangi tercihin eseri? CHP’nin laikliği terki CHP, İslamcı söylemin baskı ve taktikleri altında hareket kabiliyetini yitirirken Türkçü söylemin ise “cazibesine” kapıldı ve bu uğurda bırakın demokratlığı, kendisini var eden laiklik savunusunu bile bir kenara bıraktı. Kılıçdaroğlu, 10 Ekim katliamının yıldönümünde, kendi partisinin üyelerinin de öldürüldüğü Ankara Garı’na gitmek yerine “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” sempozyumuna katılmayı seçti. TSK’nın Suriye topraklarına girişinde, tezkereyi destekleyen CHP’nin tartışılmaz bir payı olduğunu hatırlanmasa bile, Kılıçdaroğlu’nun 10 gün önce (23 Aralık) Fırat Kalkanı Harekatı’na ilişkin şu sözleri kendi tabanına verdiği bir mesajdı: “Keşke hiç şehidimiz olmasa, ama eğer Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa, belli acılara katlanmak gerekiyor.” 2016’da gerçekleşen katliamlar, darbe girişimi ve kitlesel tutuklamalarla sarsılmış, örgütlenme özgürlüğü tamamen ortadan kaldırılmış, ifade, gösteri ve yürüyüş hakkı yasaklanmış olan demokrat-laik kesimler, 2017’nin sihirli bir tılsımla 2016’yı unutturmasını ummamalı. 2016’yı “unutturacak” olan 2017’deki demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. 28 Aralık akşamı gazetecilerin gösterdiği dayanışmanın baskı altındaki tüm kesimlerde uyanması 2017’ye şeklini verecek. Aksi halde 2017, 2016’nın devamından ibaret kalacak ve elbette çok daha derinleşmiş bir baskı, yalnızlık ve yılgınlık yılı olacak. İrfan Aktan (GazeteDuvar)
15 notes · View notes
gazetelinkmedya · 5 years
Text
Davutoğlu 'Gelecek' umudunu cihatçılarda gördü: ÖSO liderinden parti kurucusu!
Davutoğlu ‘Gelecek’ umudunu cihatçılarda gördü: ÖSO liderinden parti kurucusu!
Davutoğlu ‘Gelecek’ umudunu cihatçılarda gördü: ÖSO liderinden parti kurucusu!
Davutoğlu’nun partisinin kurucusu cihatçı ÖSO’nun lideri çıktı!
AKP’den ayrılarak kendi partisini kuran eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun partisinin kurucuları arasında dikkat çeken bir isim bulunuyor. Gelecek Partisi’nin kurucular kurulu listesinde yer alan Halid Hoca adlı ‘iş insanının’ Suriyeli cihatçıların çatı…
View On WordPress
0 notes
turknews · 5 years
Text
Ateşkes bölgesinde neler oluyor? Suriye ordusu ile cihatçılar arasındaki çatışmalar sürüyor! Çatışmalar ateşkesi nasıl etkiler?
Ateşkes bölgesinde neler oluyor? Suriye ordusu ile cihatçılar arasındaki çatışmalar sürüyor! Çatışmalar ateşkesi nasıl etkiler?
07/03/2020 14:11Güncelleme: 07/03/2020 14:12
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen kritik zirvede masadan ateşkes kararı çıkması sonucu gece (6 mart) 00.01’de İdlib’te ateşkes yürürlüğe girdi. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Esad güçlerini karşı karşıya getiren gerginlik azaltıldı. Sahadan gelen bilgiler,…
View On WordPress
0 notes
haberoldu-blog · 6 years
Text
Evanjelistler ile İsrail lobisi işbaşında!
https://haberoldu.com/dunya/evanjelistler-ile-israil-lobisi-isbasinda-44584.html
Evanjelistler ile İsrail lobisi işbaşında!
Evanjelik liderler ABD Başkanı Trump’ı Suriye kararından vazgeçirmek ve Amerikan kamuoyunu etkilemek amacıyla Türkiye’yi de hedef alan kara propagandaya başvuruyor. Trump’ın Kudüs hamlesinde de etkili olan Evanjelikler, Suriye’den çekilme kararını etkilemek amacıyla her türlü yalanı, iftirayı ve karalamayı kullanıyor. Evanjelikler terör örgütü PKK için de “müttefik” diyor.
Amerikan dış politikasına yön veren Evanjelikler, Suriye’den çekilme kararı alan ABD Başkanı Donald Trump üzerinde baskı kurmaya başladı. Beyaz Saray üzerinde büyük etkisi bulunan ve ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının da mimarı olan Evanjelik liderlerin terör örgütü PKK’nın hamiliğine de soyundukları ortaya çıtı.
Evanjelik liderler Suriye’den çekilme kararının ardından Beyaz Saray’ı adeta kuşatmaya aldı. Evanjelik lider William Franklin Graham, Beyaz Saray’ı kuşatan bu lobinin bayraktarlığını yürütüyor. Franklin Graham, Trump’ın kararını açıklamasının ardından “Suriye’den çok hızlı çekilmemiz birçok insanı tehlikeye atar. Başkan Trump’ın yurt içi ve dışındaki birçok kişiyi etkileyecek zor kararlar almak zorunda olduğunu biliyorum. Ona(Trump) ve yönetimine dua etmeye devam etmemiz çok önemli” ifadeleriyle çekilme kararına karşı çıkmıştı.
SKANDAL MEKTUBU YAYINLADI
Graham çekilme kararına tepkisini kara propaganda boyutuna da tırmandırdı. Türkiye’nin olası harekatı durumunda Suriye’deki Hristiyanların hayatlarının tehlikeye gireceğine ilişkin PKK/PYD yandaşları tarafından gönderilen bir mektubu basınla paylaşan Graham, konuyu ABD gündemine taşıdı.
Graham’ın paylaştığı, terör örgütü PKK/PYD kontrolündeki Kamışlı bölgesinden gönderilen mektupta Türkiye’yi hedef alan, “Yılın başlarında Türk ordusu ve cihatçılar Afrin’e girdiğinde binlerce Hristiyan hayatlarını kurtarmak için kaçtılar. Türkler hepimizi yok etmek istiyor. Türk cihatçılar Afrin’de Yezidi ve Hristiyanların peşine düşmüştü ve 100 bin kişi öldürüldü ya da topraklarından sürüldü. Bunun yeniden olmasına izin vermeyin” skandal ifadeler yer aldı.
O PAPAZ DA KORODA
İsrail İçin Hristiyanlar Birliği Başkanı Evanjelik lider John Hagee de Türkiye’yi açık açık düşman ilan etti. Amerika’nın İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma töreninde açılış duasını yapan isim olarak bilinen Hagee, PKK/PYD’yi müttefik ilan etti. Hagee, “Bölgede gerçek müttefiklerimiz var. Sadece çıkarlarımızı paylaşan müttefiklerimiz değil, daha da önemlisi değerlerimizi. Ortadoğu Hristiyanlarını ancak bölgedeki gerçek müttefiklerimiz olan İsrailliler ve Kürtlere yardım ederek destekleyebiliriz” sözleriyle bir skandala imza attı.
TÜRKİYE’YE SALDIRDI
Evanjelik lider Hagee’nin provokatif açıklamasında terör örgütünü korumaya alması ve Türkiye’yi hedefe koyması dikkat çekti. Hagee’nin, Türkiye’ye ilişkin, “Suriye’deki Kürt güçleri ile birlikte çalışan Amerikan askerlerini geri çekme kararı beni çok rahatsız ediyor. Amerikan varlığı, bölgedeki tüm kötü güçlere karşı bir caydırıcıdır ki bunlar DEAŞ, İran ve Türkiye’dir. Amerikan varlığı olmadan, düşmanlarımız (İsrail’e saldırmak ve Ortadoğu Hristiyanlarına zulmetmek isteyen aynı gruplar ve ülkeler) bölgede varlıklarını güçlendirebilir. Bu durum Ortadoğu Hristiyanları ve Kürtler için bir felaket olabilir” skandal cümlelerini kullanması dikkat çekti.
Yeni Şafak
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
oguzhanahmetkara · 6 years
Text
GÜNÜN ÖZETİ/15.10.2018
==>Dini eğitim için tüm kamuyu seferber eden AKP, “meteoroloji”nin imkânlarını da bu “hedefi” için kullanmaya başladı. Gökyüzündeki hava olaylarını incelemek, bilimsel hesaplamaları yapmak ve gelecek dönemin hava olaylarına ilişkin tahminlerde bulunmakla sorumlu Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün elindeki arsalar, “din öğretimi” için alınıyor.Sayıştay denetçileri, hazırladıkları raporla, kurumun birçok arsasının, gerekli izinler alınmadan “devredildiğini” gözler önüne serdi.(Odatv)
==>Bursa'nın Mudanya ilçesinde 2 bin 700 yıllık 'Myrleia Antik Kenti' üzerine, tüm tepkilere ve protestolara rağmen inşa edilen alışveriş merkezi (AVM), 'İmar Barışı' başvurusu yapılarak Yapı Kayıt Belgesi alınmasının ardından hizmete açıldı.(Yeniçağ)
==>Türk ve Suudi çalışma heyeti, incelemelerde bulunmak amacıyla Suudi Başkonsolosluğuna girdi. Suudi heyetin başkonsolosluğa gelmelerinin ardından Türk heyet de binaya giriş yaptı.(Sözcü)
==>HDP Van'ın merkez İpekyolu ilçesi olağan kongresinde konuşan Eş Genel Başkan Sezai Temelli skandal ifadeler kullandı. "Bizi güçlü kılan mücadelemizdir. Fikirler tecrit edilemez. Bu fikriyata da bu mücadeleye de İmralı'ya da sayın Öcalan'a da selam olsun' dedi.(Aydınlık)
==>Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün büstüne saldırıp, hakaret ederken çektirdiği videoyu sosyal paylaşım sitesindeki hesabından paylaşan Yusuf Saba ile görüntüyü çeken H.Ç., sevk edildikleri Gebze Adliyesi'nde çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.
==>TÜİK tarafından açıklanan işsizlik rakamlarına göre işsiz sayısı 88 bin kişi artarak 3 milyon 531 bin kişi oldu. Merkezi yönetim bütçesi eylül ayında 6 milyar lira, ocak-eylül döneminde ise 56.7 milyar lira açık verdi.
==>Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Soçi mutabakatının cihatçılar tarafından reddedilmesi halinde İdlib'de savaşmaya hazır olduklarını, sonraki hedeflerinin Fırat'ın doğusu olduğunu, zira Suriye'nin tüm topraklarının Suriye'nin egemenliğine geri dönmesi gerektiğini söyledi.(Sputnik Türkiye)
==>2015’ten bu yana kapalı olan Suriye-Ürdün arasındaki Nasip Sınır Kapısı bugün tekrar açıldı. Golan Tepeleri’nde yer alan Kuneytra Sınır Kapısı’nın da açıldığı bildirildi. Ürdün resmi haber ajansı Petra, üç yıldır kapalı olan sınır kapısının sivillere ve ticari trafiğe açıldığını duyurdu. Ürdünlü bir yetkili Reuters'a yaptığı açıklamada, "Yolcuları ve ticari malları kabul etmeye hazır olduklarını" söyledi.(DW T��rkçe)
==>Andrew Brunson'ın Türkiye'de yaklaşık 2 yıl hapis yattıktan sonra cuma günü serbest bırakılması ve ABD'ye dönmesi sonrası değerlendirmelerini sürdüren ABD Başkanı Donald Trump, ı, "Bugün Türkiye için iki gün önce olduğundan çok farklı hissediyorum, Türkiye'ye karşı çok iyi hislerim var, iki gün önce ise yoktu" dedi.Trump’ın “Mahkumlar ve rehineler için herhangi bir anlaşma yapmayız” şeklindeki sözleri ise dikkat çekti. Trump, Brunson serbest bırakıldıktan sonra sosyal medya hesabından yaptığı ilk açıklamada da, Brunson için “rehine” ifadesi kullanmıştı.(Odatv)
==>Yeni hükümet kurulana kadar görevine devam eden Başbakan Haydar İbadi’nin ofisinden yapılan açıklamada, Bakanlar Kurulunda, Irak ve Türkiye İçişleri bakanlıkları arasındaki güvenlik iş birliği protokolünün onaylandığı belirtildi.Açıklamada, söz konusu iş birliği protokolünün detaylarına ilişkin ise bilgi verilmedi.(Sözcü)
#gününözeti
#15ekim2018
#üçüncüyol
Tumblr media
0 notes
yedi24haber · 7 years
Text
Eski IŞİD'çilere din dersi
Eski IŞİD’çilere din dersi
Ekim ayında kurulan rehabilitasyon merkezi, Suriye ve Irak’ın büyük bölümünde ortaya çıkan bir sorunu; IŞİD’in zalim yönetiminde yaşarken, örgüte katılan binlerce kişiyle nasıl başa çıkılacağını çözmeyi amaçlıyor. Saçları traşlı cihatçılar Suriye’nin kuzeyindeki bir sınıfta otururken, bir Müslüman din adamı onlara İslam’ın IŞİD’in dayattığından daha ılımlı bir versiyonunu öğretiyor. Sınıf,…
View On WordPress
0 notes
newshaber · 7 years
Photo
Tumblr media
Sondakikahttp://www.news.gen.tr/suudi-krizinin-ekonomik-politigi.html
Suudi krizinin ekonomik politiği
Suudi Arabistan’da son haftalarda yaşananlar, 32 kısım tekmili birden macera filmlerine parmak ısırtacak cinsten; düşen helikopterlerde ölen prensler; uçuşan füzeler; tutuklanıp şilte üzerinde yatmaya mecbur bırakılan şeyhler, komutanlar, prensler (gerçi mekân 5 yıldızlı Ritz Carlton Oteli !); rehin tutulduğu iddia edilen başbakanlar… Ülkedeki gelişmelerin politik, stratejik, kültürel bir çok boyutu var. BirGün okurları Mustafa Kemal Erdemol, İbrahim Varlı ve tabii ki Doğan Tılıç’ın kaleminden gelişmeleri ince ayrıntılarına kadar izlemek şansı buldukları için ayrıcalıklılar. Ben de bu yazıda, Suudi Arabistan’da tanık olduğumuz olayların ekonomik boyutları üzerinde yoğunlaşacağım. Yalnız şimdiden “tarafsız” bir yazı olduğu güvencesini verebilirim; çünkü karmaşık entrikalar dehlizinde, bildiğimiz anlamda “taraf” olunacak, “sendikacı, solcu,laik aydın” benzeri karakterler yok… 1938’de Amerikalılar tarafından Dhahran’da ilk petrol üretiminin başlamasıyla birlikte Suudi Arabistan ciddi bir zenginliğe kavuştu. O tarihten itibaren Suudiler denince aklımıza petrol şeyhleri; Adnan Kaşıkçı, RTE hayranı ve Bodrum âşığı Velid bin Tellal gibi milyarder playboylar; Usama bin Laden, Çeçen Kasabı İbni el Hattap benzeri cihatçılar geliyor. Ne yazık ki, bırakın fizikçi, filozof, heykeltıraşı; tek bir yazar, mimar, tenisçi, akademisyen ismi bile hatırlayamıyoruz. Suudi Arabistan’da son dönem yaşananların merkezinde, ismi MBS olarak kısaltılan, veliaht prens, Muhammed bin Selman bulunuyor. MBS’nin telaffuz ettiği, “ılımlı İslam’ın” ekonomi cephesinde ne anlam ifade ettiğini, gelin madde madde tartışalım:1 Yıllardır Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP), ABD’nin Irak’ı işgaliyle simgelenen jeopolitik ve askeri boyutuyla sınırlı tartıştık. Halbuki BOP, önemli ekonomik potansiyeli bulunmasına karşın, henüz kapitalist küreselleşme sürecine entegre olamayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da “modernleşme” adımlarının hızlandırılmasını da içeriyordu. Çin ve Hindistan başta gelmek üzere Asya’nın diğer bölümlerinde, nüfusun %10-20 arası sınırlı bir kısmını kapsasa da, bir “yeni orta sınıf” ortaya çıkmıştı. Bu kesimlerin harcama kapasiteleri yanında, Batı’nın yaşam tarzına ve tüketim kalıplarına özentileri, “küresel talebe” canlılık kazandırmış, küresel ekonomik büyümeye hız katmıştı. Ortadoğu’da ise, servetin sınırlı sayıda egemenin elinde yoğunlaşması, nüfusun kalan kısmının mutlak yoksulluğu piyasa mekânizmalarının harekete geçmesini engelliyor. Kadınların ekonomik yaşama dahil edilmesi, eğitimin modernizasyonu BOP’un hem küresel ucuz emek havuzunu genişletmek, hem de tüketimi tetiklemek amaçlarına hizmet eder. MBS’nin “ılımlı İslam” açılımının kadınlara araba kullanma, iş kurma fırsatı gibi hamlelerini işte bu kapsamda değerlendirmekte yarar var.2 “Arap Baharı” rüzgârlarının estiği dönemde, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in, Tunus’ta Zeynet Abidin bin Ali’nin devrilmesi, Bahreyn’de Şii çoğunluğun Halife sülalesine karşı ayaklanması Suudiler üzerinde travmatik bir etki yaptı. Can havliyle kamu çalışanlarının maaşlarına zam yapıldı, eğitim-sağlık başta gelmek üzere sosyal programlara ayrılan bütçe artırıldı, başta enerji olmak üzere sübvansiyonlar korundu. Bu dönemde petrol fiyatlarının yüksek seyri söz konusu paketin uygulanmasına izin verdi. Bir taraftan başta Suriye ve Libya’da Cihatçı hareketlere verilen destek, öte yandan İslami referanslarına karşın, bir şekilde seçim yoluyla iktidara gelmeyi amaçladıkları için Müslüman Kardeşler familyasına duyulan alerji nedeniyle, aktif mücadele bütçenin olanaklarını zorladı, hele bir de petrol fiyatları inişe geçince, ekonomik performansı iyice aşağı çekti.3 Bilindiği gibi Suudi Arabistan’ın ekonomisi büyük ölçüde petrole dayanıyor. Suudi Arabistan OPEC üyesi ve hâlâ dünyanın en büyük petrol ihracatçısı. Bazı tezler, ekonomileri benzer biçimde petrole dayalı Rusya, İran, Venezuela gibi hasımlarını yıpratmak gayesiyle, ABD’nin Suudlar’a petrol arzını artırmak yolunda telkin yaptığını, bu nedenlerle fiyatların düşük seyrettiğini savunuyor. Diğer bir tez ise, tam aksine, Riyad’ın petrol piyasasına yeni arzı endam eden Amerikan kaya petrolü üreticilerine darbe vurmak amaçlı bir strateji izlediğini öne sürüyor. Çünkü Suudiler’in varil başına maliyeti 7-10 dolarken, kaya petrolcülerinin 50-60 dolar arasında değişiyor. Aralık 2016’da OPEC üyesi olmayan Rusya gibi ülkelerle mutabakat sonucu Suudi Arabistan’ın günlük petrol arzını 1.8 milyon varil kısmasıyla, fiyatlar istikrar kazandı, ülkenin stratejik “oyun kurucu” konumu kanıtlandı. Öte yandan, ihracatının %75’i, kamu bütçesinin ise %72’si petrol gelirine bağlı olan bir ekonominin petrol fiyatlarının oynaklığı karşısında ne denli kırılgan olduğu çok açık görülüyor.4 Suudi Arabistan, ekonomisine bir yol haritası çizdirmek üzere Amerikalı Mc Kinsey danışmanlık firmasına Vizyon 2030 raporunu hazırlattı. Bilindiği üzere Mc Kinsey, “Sınırsız Dünya” (Borderless World) kitabının yazarı Japon Kenichi Ohmae gibi uzmanları, “bestseller” kitabı Doğan Kitap’tan, “Sınırlarını Zorla” ismiyle yayımlanmış Facebook CEO’su Sherlyl Sandberg türü ünlüleri portföyünde bulundurmuş, küreselleşme ideolojisinin bayraktarlığını yapmış bir “marka”. Vizyon 2030 özetle, Suudi Arabistan’ın neo-liberalizme yelken açmasını, kamu mülkiyetinin daraltılarak özel sektörün ağırlığının artmasını, kamu açığının daraltılmasını, ekonominin petrole bağımlılıktan kurtuluşu için sektörel çeşitlendirme yapılmasını salık veriyor. IMF’nin Ekim 2017 Suudi Arabistan değerlendirme raporu, Batı’nın finansal basınındaki olumlu yorumlar, uluslararası sermayenin bu tasarımının arkasında durduğunu gösteriyor. MBS’nin “amiral gemisi” Neom projesi, Kızıl Deniz kıyısında, alkol ve giyim kısıtlaması bulunmayan bir ortamda, plaj ve kumar merkezi yapma inşa etme tahayyülü de bu kapsamda.5 Gelgelelim Suudi Arabistan ekonomisi, bunca büyük gelir ve servet uçurumlarına karşın, adı konmamış bir “sosyal sözleşme” temelinde ayakta duruyor. Ülkenin nüfusunun yaklaşık üçte birini, doğu ve güneydoğu Asyalı, hiçbir sosyal hakkı ve iş güvencesi bulunmayan göçmen işçiler oluşturuyor. Ülke ekonomisi bu disiplinli ve çalışkan işgücüne dayanıyor. Yağlı ihaleler, karmaşık bir yönteme göre Kraliyet ailesi mensubu binlerce prens arasında dağıtılırken, sade yurttaş ise, toplam istihdamın %70’ini oluşturan kamudaki işlerden, parasız eğitim, sağlık, sosyal güvenlik güvencelerinden yararlanıyor; baskıcı, şeriat temelli bir rejim belki de bu sayede, Şii azınlığı iyice ezerek ayakta kalıyor. Yerlilerin beceri gerektiren işlerde daha aktif olması planı ise, dini eğitim görmüş, analitik becerileri eksik bir insan malzemesi engeline takılıyor (bkz. Türkiye’nin geleceği). İşsizlik oranı vatandaşlar arasında %12.7, gençler için durum daha da vahim. Hatırlanırsa, MBS’nin Eylül 2016’daki maaşları düşürme kararı, özellikle ordu ve devlet mensuplarının tepkileri sonunda Mayıs 2017’de geri alınmıştı. Bu kısıtlar göz önüne alınınca, Vizyon 2030’un “sosyal sözleşmeyi” bozmaya yeltenmesi MBS’nin işini daha da zorlaştıracak.6 Vizyon 2030’un önemli bir hedefi de “yabancı sermaye yatırımlarını” cezbetmek. Tutuklanan çoğu eski Kral Abdullah’a yakın prenslerin ve işadamlarının ayrıca banka hesaplarına ve mal varlıklarına el konulduğu bildiriliyor. Wall Street Journal’a göre, bu kapsamdaki toplam servet 800 milyar dolara ulaşabilir. Trump’ın tweetleriyle de desteklenen bu “yolsuzlukla mücadele” hamlesinin (bu arada Trump’ın sağ kolu Twitter’ın ortağı, Velid bin Tellal de Ritz Carlton’un misafirleri arasında!), ekonomik atılımın cansuyu olması hedefleniyor. Burjuva hukukuna göre “hukuken üstünlüğü”, “yatırım güvencesi” gibi teminatlar arayan küresel sermayenin bu “zorbalık” sonrasında, Kasım’daki 8. Riyad Ekonomi Forumu gibi atraksiyonlarla nasıl ikna edileceği bilinmiyor. Anlaşılan, MBS’nin geçen yıl Fransa seyahatinde “canım çekti” gerekçesiyle kendine 550 milyon dolara yat satın alması, “itibarda tasarruf olmaz” derin felsefesi kapsamında doğal kabul ediliyor.7 Suudi Arabistan’ın ulusal petrol ve doğal gaz şirketi Aramco’nun satışı da MBS’nin gündeminde bulunuyor. Şirkete 2 trilyon dolar değer biçildiği, %5’inin “halka arzıyla” 100 milyar dolar gelir elde edileceği hesaplanıyor. Petrol fiyatları düşük seyrederken, böyle bir girişimin ne ölçüde isabetli olduğu bir tartışma konusu. Ülkenin en önemli varlığı, “saray mücevherini” özelleştirme yetkisinin neye dayandırıldığı, diğer pürüzlü bir nokta. Ayrıca Aramco’nun kârları %85 vergiye tabi. Bu oran korunursa, yatırımcıların halka arza sıcak bakmayacağı; vergi oranı aşağı çekilirse, bütçeye yaratacağı kaybın, “astarı yüzünden pahalı” bir sonuç yaratacağı akla geliyor. Trump, halka arzın New York borsasında yapılmasının güvencesini aldığını düşünüyor. Londra ise, 11 Eylül sonrası çıkarılan “Terörizme Karşı Yasa” nedeniyle, saldırı mağdurlarının hasılata el koyabileceği uyarısıyla, devreye girmeye çalışıyor. Kısaca, Aramco özelleştirilmesi nereden bakılırsa bakılsın netameli bir mevzu gibi görünüyor.8 Donald Trump, Mayıs 2017 Riyad gezisinin ardından, 110 milyar dolarlık silah alım anlaşması yapıldığını duyurmuştu. Sonradan bu rakam doğrulanmadıysa da, Suudi-ABD “dostluğunun” en önemli dayanağının, İslami monarşiye yüklü silah satışları olduğu bilinen bir gerçek. MBS ile Trump’ın Yahudi kökenli damadı Jared Kushner arasındaki muhabbetin kaynağının da, sırf iki Milenyum kuşağı mensubunun “kimyalarının uyuşmasına” değil, “savunma ihalelerinin” baştan çıkarıcılığına da dayandığı tahmin ediliyor. İsveç merkezli SIPRI isimli kuruluşa göre, 2015’te başka Suudi Arabistan gelmek üzere, dünya silah ithalatının %20’si Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerince yapıldı. Daha ekim başında, Kral Salman’ın bizzat Moskova’yı ziyaret ederek Rusya’yla 3 milyar dolarlık S-400 füze savunma sistemi alım anlaşması imzalaması, Riyad’ın sırf Washington’a bağımlı kalmak istemediğinin, aynı zamanda silahlanmanın ülkenin kaynaklarını nasıl emdiğinin açık bir kanıtı.9 Vahhabi ideolojisi doğrultusunda, Yemen’de, Suriye’de ve en son Katar’a yönelik saldırgan politikaların Suudi ekonomisine büyük maddi yük bindirdiğini söylemeye bile gerek yok. Türkiye ve İran’ın devreye girmesiyle Katar’a yönelik ambargo da geri tepti. Körfez İşbirliği Ülkeleri arasında, sermaye birikiminin kaynağını, “emlak, finans, ticaret, lojistik, iletişim, petrokimya” gibi birçok sektörde egemenlik kuran Suudi ve BAE firmaları oluşturuyor. Katar’la kriz, özellikle re-eksport işleri, lojistik faaliyetleri ile iştigal eden şirketlere büyük zarar verdi, MBS’ye karşı iş çevrelerinde ciddi bir hınç biriktirdi. 10 Fransız Başkanı Emmanuel Macron programında olmadığı halde soluğu apar topar Riyad’da aldı. Görünürdeki neden, Suudilerin Yemen’den atılan füzelerden İran’ı sorumlu tutarak “savaş hali” ilan etmesi. Fransa, BM Güvenlik Konseyi üyesi sıfatıyla, İran’da 2015’te imzalanan “nükleer anlaşmanın” taraflarından birisi. Ne var ki, Macron’u yerinden fırlatan, anlaşma sonrası yumuşama ortamında, özellikle İran’la geleneksel ticari bağları bulunan Fransa ve İtalya’nın petrol karşılığı yüklü ihaleler alması olmalı. Nitekim 2016 yılında Fransa’nın İran’a ihracatı 3 kat artarak 2 milyar dolara ulaştı. Trump’ın nükleer anlaşmayı geçersiz saydığını söylemesi, Suudi Arabistan’ın ortalığı germesi, ABD ile AB arasındaki başlıca gerginlik konularından birisi. Özellikle ekonomik büyüme sıkıntısı yaşayan Fransa ve İtalya için İran’a yönelik husumet büyük endişe kaynağı.
0 notes
haberin-varmi · 5 years
Photo
Tumblr media
Suriye ordusu İdlib’e ilerliyor, cihatçılar ‘silahlanma’ çağrısı yaptı http://bit.ly/2Vx4FPK
0 notes
haberihbarhatti · 7 years
Text
Suriye Afrin'de YPG'ye ne kadar destek veriyor?
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/suriye-afrinde-ypgye-ne-kadar-destek-veriyor/3677/
Suriye Afrin'de YPG'ye ne kadar destek veriyor?
Telif hakkı Getty Images
Image caption
Kürt bir savaşçı, Türkiye’nin Afrin’deki operasyonlarına karşı yapılan protestoya elinde tüfeği ve zeytin dalıyla katılırken
Suriye hükümeti, Kürtlerin liderliğinde Türkiye’nin Afrin’e yönelik akınına karşı savaşan güçlere bugüne kadar “sınırlı bir destek” verdi.Kürt yetkililer Devlet Başkanı Beşar Esad’ın yalnızca Afrin’in güneyinde bir “insani koridora” izin verdiğini ve buradan Afrin’deki siviller ve savaşçılara gıda ve ilaç gönderildiğini söylüyor.Fakat hükümetin kontrolündeki bu koridor bir “insani koridorun” ötesinde. Afrin’e ulaşmanın tek yolu olan bu koridor, ilerleyen Türk askerlerine karşı durmak isteyen Kürt savaşçıları dış dünyaya bağlayan hayat kurtarıcı bir işlev görüyor.Gönüllü Kürt savaşçılar, doktorlar, diplomatlar, Iraklı Kürt milletvekilleri ve yabancı gazeteciler geçtiğimiz haftalarda bu rotayı kullanarak bölgeye geldi.Suriyeli Kürtlerin liderliğindeki Afrin yönetimi, Suriye ordusunu Türkiye’nin harekatına karşı sınırları korumak için resmen davet etti.Fakat Şam şimdiye kadar bu yönde bir askeri adım atmaktan kaçındı.Bunun arkasında muhtemelen Ankara’yla cephede karşı karşıya gelmeme isteği yatıyor.Suriyeli yetkililer söylemlerinde bu fikri destekleseler de sahada buna yönelik bir adım atılmadı.Kuşatma altındaAfrin uzun zamandır üç taraftan Türkiye, Suriyeli isyancılar ve cihatçılar tarafından kuşatılmış durumda.Bu cihatçıların arasında eski adıyla El Nusra’nın liderlik ettiği Heyet Tahrir Şam örgütü de bulunuyor.Afrin’in güneyinde hükümetin elinde bulunan bölge Kürtler ve müttefiklerinin Afrin’e girip çıkabilmesi için tek yol.Eğer Şam bu hattı kapatırsa Afrin dört yandan kuşatılmış olur ve Afrin’de Türkiye’ye karşı verilen savaşı zayıflatır.Bunun yerine hem Türkiye’yi hem Kürtleri zayıflatmak taktiksel olarak Suriye hükümetinin kısa vadede çıkarına.Fakat Şam elbet bir noktada Afrin hakkında stratejik bir karar vermek zorunda kalacak: Ya buradaki Kürtlerle ortak bir yönetim kuracak (ülkenin diğer yerlerindeki örneklerde olduğu gibi) ya da burayı Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği isyancılara bırakacak.Afrin’de savaş nasıl ilerlerse ilerlesin savaşı bitirmek için Suriye hükümeti kritik bir role sahip.
MüdahaleSuriyeli Kürt yetkililer Afrin’e yönelik saldırıların ülkedeki Kürt otonomisini zayıflatmak isteyen Şam, Ankara, Tahran ve Moskova’nın kapalı kapılar ardında uzlaşmasıyla gerçekleştiğini savunuyor.Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt yönetimi ABD’ye daha yakın duruyor.Fakat Kürtler buna rağmen Suriye ordusunu Afrin’in sınırlarını korumak için davet etti.YPG Genel Komutanı Sipan Hemo “Suriye ordusu Afrin’i Türk saldırılarından kurtarmalı” dedi ve ekledi:”Suriye rejimi her zaman buranın Suriye’nin bir parçası olduğunu savunuyordu. Biz de ‘Eğer burası Suriye’nin bir parçasıyla görevinizi yapın’ diyoruz.”‘Suriye Arap toprağı’Suriye hükümeti ülkedeki Kürtlerin bağımsızlığına uzun süredir karşı çıkıyor.Fakat son dönemde Şam yönetimi Kürtlerin liderliğindeki güçlerin kontrolünde olan bölgelerde bir öz yönetim kurulmasını tartışmaya hazır olduklarını açıkladı.Türkiye’nin Afrin’e yönelik operasyonunun başlamasından bir gün önce Şam, Suriye hava sahasına girecek her uçağı düşürmekle tehdit etti. Fakat bu henüz gerçekleşmedi.Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim da Türkiye’nin operasyonunu bir işgal olarak tanımladı.Operasyonun başlamasıyla birlikte Suriye devlet televizyonu Afrin’den canlı yayınlar yaptı.Fakat Suriye devlet medyasının söylemlerinde Afrin’in Arap kimliği vurgulanırken “egemen Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bir parçası” olduğu aktarılıyor.Hükümetten yapılan açıklamalarda ise Afrin’in “Suriye Arap topraklarının ‘özel bir parçası’ olduğu” söyleniyor.
Telif hakkı Getty Images
Image caption
Afrin’de 6 Şubat’ta Kamışlı ve Haseke’den otobüslerle gelen çok sayıda kişinin de katıldığı gösteride Türkiye’nin bölgeye yönelik operasyonu protesto edildi
JeopolitikSuriye’deki iç savaşı jeopolitiği Suriyeli Kürtleri, savaşa dahil olan süper güçlerle ve Suriye hükümetiyle ilişkiler konusunda ikiye bölgü.Ülkenin kuzeydoğusunu kontrol eden Kürtlerin liderliğindeki ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri açıkça ABD yanlısı.SDG’nin medyadaki söylemi Esad karşıtı. Suriye hükümetiyle karşılıklı olarak birbirlerini ihanetle suçlayan açıklamalar yapıyorlar.Fakat Afrin’deki Kürtler Suriye hükümeti ve Rusya’yla daha yakın bağlara sahip.Kürt yetkililere göre bunun nedeni Rusya’nın Afrin’de daha etkin olması ve ABD’nin burada Kürtleri Türkiye’nin tehdidinden koruyacak bir varlığının bulunmaması.Fakat Rus güçleri Türkiye’nin operasyonundan kısa süre önce Afrin’den çekildi ve Moskova, Ankara’nın Suriye hava sahasını kullanmasına izin verdi. Bu durum Kürtlerin Moskova’yı ihanetle suçlamasına yol açtı.Ama Kürtler son dönemde Rusya’ya yönelik eleştirilerinin tonunu düşürmüş durumda.Bunun nedeni de muhtemelen Rusya’nın Suriye ordusunun bölgeye asker göndermesine engel olmamasını sağlamak. Zira böyle bir hamle yalnızca Moskova’nın yeşil ışık yakmasıyla mümkün olabilir.
kaynak: Suriye Afrin’de YPG’ye ne kadar destek veriyor?
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/suriye-afrinde-ypgye-ne-kadar-destek-veriyor/3677/
0 notes
syriaalyom · 7 years
Link
Suriye ordusu, cihatçıların savunma hattının dağılmasıyla beraber Kabun ve Barzeh bölgesindeki ilerleyişlerini sürdürüyor.   Son 24 saat içerisinde bölgedeki 50’den fazla binayı
التدوينة Şam: Suriye ordusu, Kabun’da sona yaklaşırken cihatçılar tahliye anlaşması istiyor ظهرت أولاً على سوريا اليوم | رؤية أشمل.
0 notes