pogosipos-so · 1 year ago
Text
" Kitap nedir sence evlat?
~ Okyanustur, denizdir, göldür, nehirdir efendim
Neden?
~ Çünkü kitaplar da aynı okyanus gibi derindir nereye nasıl dalacağını iyi bilmen gerekir, kitaplar da öyle nerede çok düşünüp düşünmeyeceğini bilmen gerekir. Eğer gerçekten düşündürücü bir paragraf okuyorsan işte o zaman o sulara dalmamalısın çünkü seni içine çeker ve boğar.
Ya da dalmalısın o paragrafın içine..
~ Eğer dalarsanız efendim, boğulursunuz.
Genç adama döner ve gülümser.
O zaman sende bilinçli bir şekilde dal çocuk. Kolluk tak, oksijen tüpü al, gözlük tak. Ya da..
~ Ya da?
Kendine güven, çocuk. Eğer kendine güvenirsen dalgalı bir denizde bile kolluksuz yüzersin.Peki şimdi soruyorum sana evlat, kitap nedir?
~ Kitap, okyanustur efendim. Nerede dalacağını bil nerede dalmayacağını da bil. Eğer dalmışsan kendine güven. Güven, dalgalı denizdeki bir balığı bile ters yüzdürür efendim.
O ne demek ya çocuk?
~ Dalgalı bir denizde kolluksuz yüzmek ne demekse balığın ters yüzmesi de o demektir efendim.
Yani güven bir balığı ters yüzdürür demek öyle mi, evlat?
~ Belki de. Peki sizce kitap nedir efendim?
Kitap... İçini okumaktır çocuk, daha doğrusu kalbini okumaktır. Yazar,kalbinden geçenleri yazar kağıda. Okuyucu ise onun duygularını yani kalbinden geçenleri anlamaktır aslında. Eğer kitabını camdan yaparsan çabuk kırılır, demirden yaparsan hızlı paslanır. Denizden yap ki giren boğulsun , çıkan kaybolsun.
~ Öyleyse efendim, kitap her şeydir öyle değil mi?
Kitap her şeydir evlat, her şeydir. "
5 notes · View notes
cileklipalet · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
81 notes · View notes
yurekbali · 3 months ago
Text
Tumblr media
“demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı geride kalanlara” Bir değerimizi daha kaybettik. Genco Erkal’ı... Hayatını tiyatroya adayan, yeri doldurulamayacak, aydın düşünceli bir insandı Genco Erkal. İleri yaşına ve hastalığına rağmen sahnede müthiş bir enerjiyle oynayarak Türk tiyatrosuna kattıklarıyla ayakta alkışlanmayı fazlasıyla hak eden sanatçılarımızdan bir tanesiydi. Ve Nâzım Hikmet’ten sorumlu şiir bakanı gibiydi aynı zamanda. Çok sevip çok dinledik ondan şiirler ve memnun kaldık pek. Şiirler güller içinde uyusun büyük usta. “Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya “Yaşadım” diyebilmen için...” * * * Genco Erkal (28 Mart 1938, İstanbul - 31 Temmuz 2024, İstanbul) - Görsel: Hakan Eken (Genco Erkal)
22 notes · View notes
aciya-gulmekk · 3 months ago
Text
hayat..
''Dostların arasındayız
Güneşin sofrasındayız''
derken..
günü geldiğinde kalkıp gidilir..
''Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın!
Sizi canımda
canımın içinde,
kavgamı kafamda götürüyorum.
Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne kumsalın,
mendil sallamayın bana.
İstemez...
Tek hecesiz elveda.''
youtube
3 notes · View notes
onderkaracay · 5 months ago
Text
🎯 FİLİSTİN'İ DEVLET OLARAK TANIMA TİYATROSU 🎯
2 notes · View notes
tarkankurdu · 2 years ago
Text
Ben küçükken internet yaygın değil akıllı telefon felan yoktu. Hatta 3310 felanlar vardı. Ben walkman' den radyo dinleyerek uyurdum. Geceleri çıkan güzel proğramları takip ederdim. Pil bulabildiğim zamanlar tabi. Hatta pilleri o kadar kullanırdım ki piller akardı artık ses zar zor gelirdi. Duvardaki saatin pilini söküp kullandığım olurdu. Bazen de yorganı komple kafama çekip el feneriyle yorganın altında kitap okurdum..
31 notes · View notes
haberolacom · 2 years ago
Video
youtube
Nurdağı konteyner kentteki çocuklar kukla gösterisi izledi
2 notes · View notes
rayhaber · 4 days ago
Text
Tiyatro ve Sanat Etkinlikleri: İzmir, Ankara, İstanbul ve Antalya'dan Öne Çıkan Yapımlar
Tiyatro İzmir Devlet Tiyatrosu “İkinci Caddenin Mahkûmu” Ankara’da İzmir Devlet Tiyatrosu, ünlü yazar Neil Simon’un klasikleşmiş eseri “İkinci Caddenin Mahkûmu”nu, Cemil Büyükutku’nun çevirisi ve Y. Evren Serter’in yönetmenliğiyle sahneye taşıyor. Bu eser, Amerikan orta sınıfının ekonomik buhran dönemindeki yaşamını trajikomik bir üslupla ele alıyor. Oyun, 29 Ekim – 2 Kasım tarihleri arasında…
0 notes
eszpek · 8 days ago
Text
türkiye tiyatrosunun bellekle imtihanı | B.Güçbilmez'in Zaman Zemin Zuhur'u üzerinden bir inceleme
  Toplumları zaman ve tarih içerisinde konumlandıran; onlara kimliklerini, tasarılarını ve arka planlarını sağlayan; onları güdüleyen, destekleyen ve yeniden biçimlendiren bir anı deposudur bellek. Bu konumlanmada ve toplumun canlılığında başat roldeki belleğe hareketini veren, onu mümkün kılan ise mekandır. Bir mekanı bir zaman için işgal ederek ifadesini o ayrılmış, özel alanda kuran ve muhatabını bulan tiyatro da bu yönüyle bir mekan sanatıdır. Tiyatronun bu ilişkide olmazsa olmaz destekçisi bellektir. Bellek (anımsama), bir yeniden canlandırma, geçmişte olanı şimdide temsil etme niteliğiyle tiyatroya benzemektedir. Temsil nasıl ki görünüre getirdiği şeyin tıpkısını sunmuyorsa, anımsama eylemi de geçmişten çağırdıklarını birebir yansıtmamakta, onları zamanda bulanıklaşmış ve öznelleşmiş bir yansıdan öteye götürmemektedir. Bellek geçmişte yaşananların bir temsilidir. Tiyatronun anımsamayla ilişkisi bu sebeplerle güçlü bir ilişkidir.
  Kabaca söylenecek olursa yüzünü geçmişinden ve “öteki”den ayrı bir yöne döndürmeye mecbur bırakılmış, köksüzleştirme ve belleksizleştirme politikalarıyla yönlendirilmiş ülkemizde; ideal olarak belirlenmiş batıdan alınan ve bellekten ayrı düşünülemeyen tiyatro sanatının nasıl görünümler bulacağı, bu görünümlerin tiyatronun kendi iç dinamiklerine tezatlıklar teşkil eden bu yapıda nasıl varlık bulacağı ya da bu tezatlıktan anlam üretip üretemeyeceği, kendisini bu kültürel alanda nereye konumlandırmak istediği incelenmeye değer bir konu olarak karşımızda durur.
  Geçip gitmiş, unutulması emredilmiş geçmiş ve henüz tam olarak oluşmamış ya da erginleşememiş, güçlü bir imge haline gelememiş gelecek arasında kalmak "şimdi"yi de farklı bir boyuta sokmaktadır. Çünkü Ahmet Oktay'ın dediği gibi "şimdiye egemen olabilmek, onu gerçekten değiştirebilmek, onun edilgenleştirici öğelerine karşı koyabilmek ancak bir geçmişe ve geleceğe sahip olabilmekle mümkündür." Bu tarz bir zamansal algıya sahip olmayan Türkiye tıpkı tragedyalarda insanın tanrının güçlü bilgisinin yanındaki aciz durumunun yarattığı gibi bir müdahalesizlik ve iktidarsızlık durumunda kalarak bir nevi oedipus yazgısı yaşamaktadır. Bu yazgının bize sunduğu, bizi asılı bıraktığı zaman "genişlemiş bir şimdi"dir.
  Genişletilmiş şimdi, ilginç bir şekilde minyatür'le örtüşmektedir. Minyatür sanatı,
perspektifsiz, karşıdan bakılamayan, mekan içinde sivrilen bir derinliğe sahip olmayan yapıdadır. Geçmişle bağı kopmuş, gelecek tasarısı kuramayan ya da bunu içselleştiremeyen, dününe küsmüş, yarınına kayıtsız kalmış toplumumuzun, Beliz Güçbilmez'in kitabında kurguladığı "bir gün bir şey olur formülü"ne sırtını dayayan bir tiyatro üretmesi, bu açıdan bakıldığında tesadüfi değildir. Böyle bir iklimde şekillenen tiyatro algısında, yazarlarımızın sıklıkla başvurduğu gerçekçiliğin de, belleğe ve kültürel tarihsel arkaplana oturan batılı gerçekçilikten farklılaştığı bir nokta vardır.
  Beliz Güçbilmez, İbsen gerçekçiliğini baz alarak bir perspektif dramaturjisinden bahseder. Bu tür oyunlar perspektifle çizilmiş resimlerdekine benzer bir şekilde, adım adım ilerleyen ve art arda dizilen olaylarla bir tür derinlik ve zamansallık kazanarak ve geçmişi arkalarına alıp çizgisel bir yürüme yolu izleyerek söylemlerini belirlerler. Bu oyunlarda belllek, perfpektifi oluşturacak bir şekilde metne yerleştirilmiştir ve gerçekçilik için elzemdir. Ancak yerli gerçekçi oyunlarımızda oyunun hikayesi neredeyse sahne üzerinde sergilenen olayın hikayesi kadardır, bir nevi "minyatürleştirilmiştir". Ancak batılı gerçekçi tiyatroda, oyunda anlatılmayanlar kasıtlı bir şekilde dışarıda bırakılmaktadır. Dolayısıyla gerçekçi batı tiyatrosu perspektifle gözü sabitlemesine rağmen, bunun dışında başka dünyalar ve bakış açıları olduğunu da imlemekte, yokluğuyla varlığına dikkat çekilen bir alanı da belirtmektedir. Yerli oyunlarda ise bunu yapmaya çalışırken minyatürün hayaleti basar eteğimize. Kendi içinde ve o an için anlamlı olan ancak dramatik akışı beslemeyen öğeler göze çarpar. Sahnede bir an bir anlatı yükselir ancak bu anlatı bütünü doldurmak için değildir, kendisini parlatır ve söner.
  Benzer şekilde melodramlarda da bu tür kültürel bir arkaplan bulunur. İhtilalin devrimci tavrını yansıtacak şekilde, söylediğini hızlı ve kısa mesajlar yoluyla ileten bir form olarak var olmuştur melodram. Yine bu sebeplerden kısa ve net bir neden sonuç ilişkisine gereksinim duyar. Bu hızlı eğitim fikri tanzimat aydınlarının hedefleriyle örtüşmüştür. Namık Kemal geçmişten kopmak bir yana geçmişi bir ideal olarak kavramlaştıran biri olması yönüyle, bu neden sonuç ilişkisini bir ölçüde kurabilmiştir de.
  Tanzimat sonrası tiyatromuza göz attığımızda da, batılı anlamda gerçekçi dramatik tiyatroyu en iyi temsil eden kurguların Necip Fazıl ve Ozansoy'da belirdiğini görürüz. İlginç olan Necip Fazıl'ın ideolojisine ve söylemine ters olan bu kaynaktan beslenmesi ve
onu en iyi uygulayan yazar olmasıdır. Ancak bu ilginçlik tesadüfi değildir. Çünkü geçmişle hesabı olan, zaman içerisinde bir yere oturmakta olan derdiyle söylemini kuran Necip Fazıl bu formu kendiliğinden gereksinmiştir.
   Ancak bu yıllara kadar değişik şekillerde de olsa yakalanabilen batı gerçekçiliğiyle bağlantı gitgide kesilmiş ve böyle derinlikler kurabilen oyunlar yazılmaz olmuştur. Orhan Koçak'ın otuzlu yıllarda yoğunlaşan kültürel gerilimlerin, 1940larda Hasan Ali Yücel'in maarif vekilliğine atanmasıyla birlikte yön değiştiren kültür politikalarının sağladığı gerilim boşalmasıyla tariflendirdiği bu dönemde, Türk tiyatrosunda önce ortadan kaldırılan türlerin yarattığı boşluk ve bu boşluğu batılı formlarla doldurma çabası egemen olmuş ve sonra buradan yeterince güç çıkmaması üzerine kültüre sızmaya başlayan bellek kalıntıları belirleyici olmuştur.
  Beliz Güçbilmez'in tespitine göre "Türk tiyatrosu teknik olarak en batılılaştığı noktada batılılaşmaya direnç göstererek geçmişi, yok sayılması isteneni konu edinmiş,
ideolojik olarak en Batılılaştığı noktada ise öyküsünü kurarken yok saydığı geçmişi, Şark-ı İslamı bu kez teknik anlamda hortlatmıştır." Sözgelimi "Ocak" gibi geçmişsiz gerçekçi oyunlarda: ortaoyununun, sözsüz tiyatro geleneğinin hayaleti dolaşmaktadır. Tiyatromuzun bu dönemde yapmaya başladığı şey bir minyatürü koparıp çerçeve içinde duvara asmaya benzemektedir.
  Benzer şekilde Orhan Koçak'ın dediği gibi, yerli yazarlarımız bu dönemde aynı kulvardaki başka yazarlarla ilişki kurma dürtüsünü de geliştirememiştir. Dolayısıyla hem bir kanon oluşumu zorlaşmış, hem kanona bağlanma isteğinin yokluğu ile Türk tiyatrosu yeniden yazımlara kapısını kapatmıştır.Yeniden yazımlarda batı metinleri tercih edilmiştir. Minyatürün imzasızlığı, yazarın metin içinde hissedilecek somut gücüne ve kişiselliğe ihtiyaç duyan yenidenyazımı zorlaştırmıştır. Ayrıca belleklerimizde güçlü bir şekilde yer edinen klasik bir Türk metni olmayınca, yeniden yazımın doldurabileceği ve üstüne binip söz ekleyebileceği bir altyapı da oluşamamıştır.
  Bu noktada tiyatronun misyonunu destekleme dürtüsüyle eleştirinin kısır kaldığı ve tiyatroyu devindirmekten uzak yapıda olduğu görülür. Bu tavırda önemli ipuçları vardır. Nurdan Gürbilek'in bahsettiği şekliyle eleştiri, sanki romanla aynı köklerden muzdarip değilmiş gibi, "bizde x yok" söyleminden güç almış, romanın tepesine dikilip hesap tutmuş, aslında gerçek bir değişimi arzu etmemiş, buna yönelik sorular sormamıştır.
"Kötü Çocuk Türk"te belirtildiği gibi, yetmişlere kadar güdülen kültür politikaları yetmişlerde Orhan Gencebay'ın müziğinde dillenen, aşkın ve ulaşılamayacak bir arzunun kıskacında boynu bükük mazlum bir topluma, seksenlerde ise "ben de isterem"ci olmuş, dünyevi zevklere yüzünü dönmüş çarpık bir topluma zemin hazırlamıştır. Bu yalancı ve bağlamsız bireyselleşme günümüzün oyunlarını da tesiri altına almıştır. Çoğu sahnelemede birey biricik varlığıyla ve içsel dertleriyle ele alınmakta, ancak hala hayaletlerin tesirindeki yapılar günümüzde içi boş ve tüketimci toplum yapısına eklenerek karakterlerin tüm dayanaklarını zayıflatmaktadır. Orhan Koçak'ın bahsettiği kanonsuzluktan doğan kavga ortamı, Nurdan Gürbilek'in bahsettiği sırtını kaba bir doğu-batı ayrımına dayamış, özünde değişimi amaçlamayan eleştiri yapısı, toplumun özgün bir şey üreteceği varsa da önüne engel olarak dikilmekte ve genel iklimi belirlemektedir. Türkiye bu arada kalmışlığı içten içe yaşatmaya ve arzulamaya itilmiş, bu durum da 2000li yıllarda süregelen dünyevi zevklere dönmüş ve tüketicileşmiş tavrımıza uygun düşmüştür. Beliz Güçbilmez'in bahsettiği gibi batı tiyatrosunun geç kalma edebiyatı yaptığı bir zamanda dahi, onu kendine rota belleyen ve sürekli geç kalmışlıktan bahseden Türk tiyatrosu onunla örtüşme noktasına gelememiş, derdine uyacak formları bulamamış veya kasten görmezden gelmiştir.
  Çetin Altan'ın 1958 yılında yazdığı ve orta sınıfın, sınıf atlama özlemlerini apartman katları metaforuyla dile getirdiği "Tahterevalli" oyunununda bu bahsedilenlerle örtüşen bir görünüm vardır. Bu oyunda da bir görmemişlik, özentilik anlatısı yapılır. Ocak'takine benzer bir aile kurulumu, gözde geçmiş temsili bir babaanne vardır. Ancak karakterler derinliklere, bütüne eklenen kasıtlı temsillere sahip olmaktan ziyade genişletilmiş şimdiyi büyüten anlık aksiyonlara sahiptirler. Oyunun tam da anlatısını yaptığı züppeliğe ve sonradan görmüşlüğe kendi biçiminde de sahip gözükmesi ironiyi doğurur.
  Kumbaracı 50'de sahnelenen 444 adlı oyun da bu konuda ilginç bir örnektir. Oyunda belleksizlikten ve unutturma politikalarından bahsedilir. Tam da buraya odaklanan oyun içeriğinde ve söyleminde bahsettiği şeyi yakalasa da; biçiminde ve akışında, birbiriyle iç içe geçmiş ve dramatik akışa hizmet eden bir düzen kuramamıştır. Bu anlamda farklı bir bağlamda Tahterevalli'nin kaderini yaşamaktadır.
  2000lerin oyunlarında bu hayaletler, bezgin ve umursamaz bir yeni muhafazakarlığın içinde beslenir, büyür. Kısır tartışmalara alet olarak tüketici ve bitirici konuma uygun
düşen bir algı palazlanır ve pazarlanır. Kanonsuz, güvensiz, ve bu durumudan da içten içe hoşnut gözüken, mazlum bir söylemde varlığını şekillendiren, içinde bulduğu karmaşadan çıkarabileceği enerjiyi ve formu kendi kendisine baltalayan ve bastıran, ortaya çıkarmış olduğu bütüncül enerjileri de bir şekilde görmezden gelen ve üzerine sağlıklı bir düşünce kuramayan Türk tiyatrosu, Beliz Güçbilmez'in sözünü ettiği gibi Bihruz'un ruhunu sürekli olarak yad etmektedir.
0 notes
pogosipos-so · 1 year ago
Text
Acılar tiyatrosuna hoş geldiniz,
burada kiracı değil ev sahibisiniz
Burada mutlu anılar, atılan kahkahalar, geçirilen güzel vakitler, sunulan gülümsemeler, gülünce kısılan gözler.. Bunların hiç birisi yok.
Bu tiyatro; gündüz vakti ağlamak için geceyi bekleyenlerin, ağlamaktan şişen gözlerin, dudaktan çıkan hıçkırıkların, üzülmekten düşünemeyenlerin ya da düşünmekten kafayı yiyenlerin yeri.
Acılar tiyatrosunda bir sürü hikaye dinleyeceksiniz. Birbirinden farklı sınırsız hikaye.
Acılar tiyatrosunda;
Kırık kalpler,
Kaybolmuş ruhlar,
Durgunlaşan gülümsemeler,
Aynı acıya ağlayan gözler,
Kimseye güvenemeyen gönüller bulunmakta.
Burada yabancılık çekmenize gerek yok, zaten adınız kadar iyi biliyorsunuz burayı.
Acılar tiyatrosuna hoş geldiniz,
burada kiracı değil ev sahibisiniz.
6 notes · View notes
bulancakajans-blog · 22 days ago
Text
Ekim Ayı Tiyatro Etkinliği Başladı
Giresun Belediyesi Şehir Tiyatrosu, bu sezon da seyircilerine etkileyici oyunlar sunmaya devam ediyor. Tiyatro oyuncularının performanslarıyla zenginleşen oyunlar her yaştan izleyiciye hitap eden farklı temalarla tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor. Giresun’da sanatı ve kültürü yaşatmaya yönelik bu etkinlikler şehrin sosyal hayatına da canlılık katıyor. Bu kapsamda, Ekim ayı tiyatro etkinliği…
0 notes
yurekbali · 9 months ago
Text
Bir kez daha "Yoldan Çıkan Oyun". Antalya Devlet Tiyatrosu'nun çok güldüreceği, çok eğlendireceği, oyuncularının ciddi efor sarf edeceği ve temponun düşmeyeceği bir oyun. Tam bir komedi. Gülmeye ihtiyacı olanlar için... Ki hepimizin buna ihtiyacı var.
15 notes · View notes
darkyayincilik · 1 month ago
Text
Bursa Şehir Tiyatrosu, Sezona ‘Merhaba’ Diyor
Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, yeni sanat sezonuna ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ adlı oyunla ‘merhaba’ demeye hazırlanıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi, düzenlediği kültürel ve sanatsal etkinliklerle Bursa’nın kültür sanat hayatına değer katarken, Şehir Tiyatrosu da 2024-2025 sezonunda Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İtalyan yazar Dario Fo’nun başyapıtlarından biri olan ‘Bir…
0 notes
grassharpblog · 3 months ago
Text
TRT Dinle
TRT Dinle'den Yağmur Gülleri. Dinlemek ister misin?
Bugün, tüm öğleden sonramı radyo tiyatrosu dinleyerek geçirmeye karar verdim. Pencerenin önüne oturdum, rüzgarın terastaki şemsiyenin eteklerinden çıkardığı gürültü eşliğinde 1930'larda buldum kendimi. Yanımda bir bardak çayım, kurabiyelerim ve Nesime'nin evindeyim, tüm olan biteni dinleyerek.
0 notes
diyariedebiyat · 7 months ago
Text
0 notes
dengeliyorum · 1 year ago
Text
Ankara Sanat Tiyatrosu Çanakkale'de
Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncuları , 60. Troia Festivali kapsamında Çanakkale’de bir oyun sergileyecekler. Tiyatro ile çok yakın ilişkide olmasa da, çeşitli etkinlikleri takip eden kişilerin kulağı bir şekilde Ankara Sanat Tiyatrosu’na aşinadır. Oyuncularını tanımazsın belki ama, adını bir şekilde duymuşsundur. Açıkçası benim için de farklı değildi durum ama festival kapsamında oynayacakları…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes