Tumgik
#annelerimiz
Text
Teyze Kızının Eltisi! (5) (Murat 45 Y., Aydın)
Dilek ile birşeyler atıştırdık. Birer neskafe yaptım. "Arkadaşın nerede?" dedi. "Almanya'da, 15 günlüğüne gitti!" dedim. Lavaboyu sordu, gösterdim. Döndüğünde, "Arkadaşın bayan herhalde, heryer kozmetik, kadın ayakkabıları, kıyafetleri, birkaç tane erkek kıyafeti var?" dedi. (Onlar da benimdi). "Yok, ama biriyle birlikte yaşıyor, Almanya'daki ailesiyle tanıştırmaya götürdü kız arkadaşını!" dedim. Bir de Meleği anlatıp kadını temelli şok etmek istemedim.
Düğünden itibaren Hale ile Face olayını, sonra ilk buluşmayı anlattım. Önce, "Facede neden yazdın?" dedi. Durumumu anlattım, "Karımla yatak odamız pek iyi değil!" dedim. "Bilmiyordum!" dedi. Sonra, "Buluşmayı nasıl, yani konuşmaya başladığınızın 3. günü mü buluştunuz?" dedi. "Evet!" dedim. "Seviştiniz mi?" dedi yutkunup. "Evet, ama birleşme olmadı!" dedim. Neden bu detaylara giriyorsak diye düşündüm. Ama sanki kaçırdığı herşeyi öğrenip, kendini biraz olsun hafifletmek ister gibi soruyordu. "Ayrıntılı anlat, bu benim tanıdığım Hale değil!" dedi.
Diğer çifte kadar, hatta çobana kadar hepsini ayrıntılı anlattım. Kelime seçimime dikkat ederek. O arada yazışmalar ve telefon konuşmaları da dahil. "Hatta, çok zaman sen karşısında otururken, hatta hep beraber rakı içtiğiniz Cumartesi akşamlarında, ya da Ayhan yatakta uyurken yataktan bile yazardı!" dedim. "Ne gibi şeyler yazardı?" dedi. Hatırladığım bir mesajını anlattım, "Çok üzülüyorum, teyze kızın ikinci kadehte abim aklına geldi yine sanırım, ağlamaya başladı diye yazmıştı!" dedim.
Dilek dişlerini gıcırdattı. "Madem o kadar istedin, neden sikmedin ilk buluşmada?" dedi. İlk ağzını bozan oydu, bana ne! "Bilmiyorum, ama orda arabada iki büklüm sikmek istemedim!" dedim. "Tamam anladım, anlat, sonra?" dedi. Günlük evi anlattım, ordaki sikişmelerimizi, hatta perde meselesini de anlattım. Dilek, "Son yıllarda, giderek artan bir kendini beğendirme çabası vardı. Gittiğimiz yerlerde oturup kalkışına hiç dikkat etmezdi, ben öyle düşünürdüm, kızar söylenirdim. Demek ki dikkat etmemek değil, göstermekten hoşlanıyormuş!" dedi. "Evet, teşhirciliği seviyordu! Ayrıca, birkaç yıl önce götten almayı çok sevdiğini anlatmışsın ballandıra ballandıra, o da Ayhan'a zorlaya zorlaya götten yaptırmış, amından daha çok hötten almayı seviyordu. Bu da bizi bu günlere getirdi!" dedim. Dilek kıpkırmızı olmuştu. "Utanmadan onu da mı anlattı?" dedi.
Sanırım bir öğleden sonra bizim evde TV izlerken, TV'de sirk gibi bir şey vardı ve trapezci kadınlar dansöz kıyafetine benzer giyinmişler, atlıyor, zıplıyorlardı. "Ufff, göğüslere bak!" demiştim. Kamışa yeni yeni su gelmiş, her gün 31 çeker haldeydim. Dilek kıkırdayıp, "Benim göğüslerim daha güzel!" demiş, olay da orada başlamıştı. "Görmedim, dokunsam ya, bakayım?" diye çocukça başlayan süreç, önce kazak üstünden dokunma, sonra fanila üzerinden, en son da çıplak göğüsleri avuçlama ile devam etmiş, sonraki günlerde ya bizde ya onlarda yalnız kalmaya çabalayarak (dersimiz var deyip evde kalır annelerimiz pazara veya gezmeğe gittiğinde sevişmeye başlardık, sevişmek denirse tabii) benim onu parmaklamalarım, onun da bana 31 çektirerek boşaltmasıyla sürer olmuştu. Hatta bir seferinde amına sokmaya çalışmıştım, ama becerememiş, sürtünme ile yetinmiştik. O zamanlar kadının orgazm olmasının ne demek olduğunu bilmiyorduk, ama Dilek her seferinde, "İçim bir hoş oldu!" derdi. Dilek okumadı, ben de okuldan sevgili yaptım, zaten onu da o yıl görücü usulu evlendirdiler. Hatta gerdek gecelerinde ya bozduysam diye çok korkmuştum.
O an götten sikişmeyi sevdiğini bildiğimi söyledikten sonraki suskunlukta bunlar aklıma geldi. Zaten anlattıklarım, bir de üzerine o anları hatırlamak, bir de öğlen okuduğum whatsap yazışmaları yarağımı kaldırmaya yetti. Melek 10 gündür yoktu, anlayacağınız azdım bir anda. Dilek te düşünceliydi, ama yanakları kızarmıştı. Biraz hazmetsin anlattıklarımı diye kalkıp çay demledim. Tuvalette ve mutfakta oyalanıp yarağımın inmesini bekledim, ama tam olarak inmedi. Birer fincan çay götürdüm. Elleri titriyordu. Sinirdendir diye düşündüm.
"Benim götten sevmemin bugünlere getirdiğini söyledin, o ne demekti?" dedi. "Eltin sikişmeyi seviyordu neresinden olursa, ama benle başladıktan sonra ilk gün, sonra evde perde açma olayı,ondan hariç daha bir sürü olay oldu, hepsi giderek birilerinin bizi seyretmesi fikrini, sonra da iki taraflı sikilmesi fikrini doğurdu, konuşmalar fantaziler o yöne kaydı. Birbirimize internetten bulduğumuz amatör grup sikiş videolarını, eş değiştirme ve Swinger hikayelerini yollar, sonra da yorum yapardık, bu çok güzeldi, bu fenaydı, bak aşkım yine suyumu akıttın diye yazardı foto yollayıp, anlayacağın grup sikişi için yanıp tutuşuyordu." dedim.
O an farkettim ki, sikiş vs. diye bastıra bastıra anlatmam teyze kızına fena zevk veriyordu. Dilek çaydan bir yudum daha almak için uzandı, ama elleri çok fena titriyordu, vazgeçti. Sonra yutkunup, "Ben bir su içeyim!" diye mutfağa gitti. Sonra geldi çantasını alıp tuvalete gitti. Anlamadım çantasını niye aldı ki dedim kendimce. Geldiğinde biraz daha sakindi, ama yine de kafayı kaldırmadan bir sigara yakıp, titreyen elleriyle, "Yaptınız mı?" dedi. anlamamazlıktan gelip, "Neyi?" dedim. "Grup sikişmesini be işte!" dedi utangaç bir gülümseme ile. O an teyze kızı değil de, o okulda oynaştığım kız oturuyordu sanki karşımda. Açık mavi bir kot pantolon (hani şu biraz yıpranmışlar var ya onlardan), açık mavi bir tişört, sapsarı omuzlarında saçlar, yemyeşil gözler. Gerçi ben de öyleydim, bu muhacir annanemizden geçen genetik özelliğimizdi, yaşlanmayan bir sülalemiz vardı.
O an kalkıp saldırasım geldi. Dalmışım sanırım, "Eeee?" diyen sesi ile kendime geldim. "Ne eeesi?" dedim. "Şu grup sikişini yaptınız mı?" dedi. Ona ne kadar anlatsam diye düşündüm ve "Gerçek anlamda yapmadık ama!" dedim. "Nasıl yaptınız ya?" dedi. "O dosyada yazan seks oyuncağı var ya, onunla yaptık!" dedim. "Vibratörle mi?" dedi. Vibratör ve az önce Swinger dediğimde o ne dememişti, teyze kızına bak sen! "Yani yazlıktaydın o zaman?" dedi. "Evet, olaydan 3 gün önce ilk ve son kez yazlıktaydım!" dedim.
Bu arada terlediğini farkettim. Sürekli tişörtünün yakasını çekiştiriyor, koltukta kıpırdanıyordu. Saat 18:00 olmuştu. İçeri gittim, Meleğin en sevdiği şortlarından (ben de bayılırım) biraz kalçaları açıkta bırakan, bir de askılı bir tişört çıkardım, yatağa bırakıp, odaya yanına döndüm. Mutfaktan su içip yüzünü yıkamıştı. "Bak, bu saatten sonra Aydın'a dönemezsin, bu gece kal burda, zaten anlatacaklarım da bitmedi!" dedim. "Yanımda bir şey getirmedim, ayrıca Arda (oğlu) var, gerçi Arda ablasında zaten ama!" dedi. "Ben sana birşeyler çıkardım arkadaşımın nişanlısını kıyafetlerinden, git içerde değiş üzerini. Ne yersin, ne söyleyeyim?" dedim. "Ne söylersen söyle!" dedi. "İstersen dışarı da çıkabiliriz?" dedim. "Yok yok, bu halde istemem!" dedi. Dilek üzerini değişmeye gidince karımı aradım, "Yeni aldığım işte sorun çıktı, Aliağaya gidiyorum, eğer biterse gelirim, bitmezse sabah!" diye söyledim.
Dilek de fizik olarak Melek'ten aşağı kalır değildi, odaya geldi, "Bula bula bunları mı buldun, heryerim açıkta!" dedi. Ellerimi yana açıp, "Elimden gelen bu!" dedim. Sonra da, "Sen biraz dinlen, ben geliyorum!" dedim. Melek ile çok kullandığımız mezeciyi aradım. Birkaç birşey söyledim. Balık pişiricisinden de balık ısmarladım. Rakı bira vardı zaten dolapta. Duş alıp, üzerimi değiştirdim, şortumla tişörtümü giydim. Yanına geldiğimde, "İlginç, bu evde oturanlar da tam bizim fiziğimizdeymiş. Sen de kalacaksın değil mi? Elalemin evinde tek başıma kalamam!" dedi. "Kalacağım!" dedim.
O ara ardı ardına siparişler geldi. Masayı kurdum, "Hadi gel!" dedim. Rakıyı aldım, 4 de bardak. "O ne, rakı mı içeceğiz?" dedi. "Balık var, rakısız yiyemem, ama ben içmem dersen..." dedim. "Az ama, bir kadeh!" dedi. Ona tek, kendime duble yaptım. "Peki, bu Mustafa nerden çıktı?" dedi. "O sadece fantazi olarak başladı..." dedim, o tül perde arkasında yazlıktaki ilk sikişme anından Mustafa'nın geçişlerine, olayın başlangıcına, hediye aldığım vibratörle, sikişin detaylarına kadar, hatta biraz daha detaylı, aynı anda yaşar gibi anlatıyordum.
Dilek birinci kadehi bitirip bardağı uzatmıştı bile. Bir tık daha sert koydum ikinci kadehi. "Sonra?" dedi. Ekmek almaktan dönen Mustafa ile cilveleşmelerini, sonra da çamaşır asışını anlattım. "Eltim beklediğimden daha iyi orospu olmuş!" dedi, ama bunu kızmak yerine sanki takdirle söylemişti.
Bir saatin sonunda yemek faslı bitip koltuklara geçmiştik. Ben ikinci kadeh rakıma devam ederken, o bitirmişti. Rakıyı uzattım, istemedi. "Peki Mustafa ile başka bir şey oldu mu?" dedi. "Dur, ben bira ile devam edeceğim, içer misin, Almanya'dan geliyor özel bira!" dedim. "Tadına bakayım bari!" dedi. Hale'nin telefon açık Mustafa'ya yemek götürüşünü, sonra yarım saatten fazla kalışını, telefonda duyduklarımı anlattım. "O akşam kaldın mı?" diye sordu. "Kaldım!" dedim. "Yani o mesajları senin yanından mı attı Mustafa'ya?" dedi. "Evet!" dedim. "Peki ama, sabahtan akşama kadar kaç kez amdan götten sikmişsin, anlattığın kadar sikilsem ben yerimden kalkamam, bu başka erkeğe gel sik yazıyormuş daha!" dediğinde ikimiz de gülüyorduk kahkahayla.
Alkol gözünü seveyim, neler yapıyorsun teyze kızına! "Yok be, eminim sen de dayanırsın o kadar!" dedim. "Ya dayanırım da, bu aç gözlülük ne, millet birini bulamaz, eltim vibratörle beraber aynı gün üç tane bulmuş!" dedi bira şişesinin boşaldığını sallayıp göstererek. Yeni biraları getirdiğimde koltukta ayaklarını toplayıp götünü yan devirmiş oturuyordu. Birayı verirken götü ortada, göğüsleri de çatalına kadar görünüyordu. Az sonra teyze kızını sikecektim onca yıl aradan sonra!
O ana dek Melek kısmını anlatmamıştım. Dilek daha da azsın diye, "Başka birşey daha oldu!" dedim. "Daha ne olacak, eşeğin sikini de aldı deme!" dedi kahkahayla. İlk perde arkası sikiş dahil Melek olayını anlatmaya başladım. Dilek artık yerinde duramıyordu, sürekli kıpırdıyor, bacaklarını sıkıyor, uzatıyor, topluyor koltuğun arka kısmına amını götünü dayıyor, çekiyordu. Benim şortun önü zaten dikilitaş! Dileğin dudaklarından beklediğim sözler döküldü ve "İçim bir hoş oldu!" dedi. "Boşaldın mı kız?" dedim. "Utandırmasan olmaz, o zaman da böyle yapardın!" dedi gülerek.
Yanına gittim, kaldırıp dudaklarına yapıştım. Deli gibi öpüşüyorduk. Yaklaşık 10 saattir seks konuşuyorduk ve ikimiz de kudurmuştuk. "Eltim gibi orospun mu yapacaksın beni de?" dedi. "Evet ama seni vuracak kocan olmadığı için ömür boyu orospum olacaksın!" dedim. "Eskiden yaptığın gibi sikip bırakmazsın değil mi?" dedi. "Bundan sonra hiç!" dedim. Üstümdekileri yırtarak çıkardı. Ben de onunkileri yırtmak istedim, ama Melek.
Dudaklarımdan boynuma ordan göbeğime, ordan da saatlerdir kazık gibi duran yarağıma indi. "Tadını hep merak ettim, o zamanlar sadece elimle boşaltırdım, evlendikten sonra öğrendim, oral seks hep de aklımda kaldı!" dedi. Yalıyor, öpüyor, somuruyor, eliyle çekiştiriyordu. "Dur, boşalacağım, yeter!" deyip, tuttum yatağa götürdüm. Dudaklarını dudaklarıma hapsettim, parmaklarımı amında dolaştırmaya başladım. "O günlerdeki gibi ha?" dedi. "Evet, ama ben de yalamayı bilmezdim, hep merak ettim sularını!" deyip amını dillemeye başladım. Başımı sımsıkı tutmuş amına bastırırken, dilimle sikiyor, onca yıl sonra o muhteşem amcığın tadını zihnime kazıyordum. Halen ilk parmakladığım günkü kadar güzeldi...
Yaladım, yaladım, yaladım, dilimin ucunda defalarca boşalmasını sularını içerek seyrederek, o titremelerini dilimde dudaklarımda hissederek yaladım. "Gel!" dedi, başımdan tutup, "Bana hep beklediğim gerdek gecemizi yaşat!" dedi. Yarağım içine girdiğinde, "Kaç yıllık hasret bu biliyor musun? Ama lütfen... tadını çıkarmama izin ver!" dedi kulağıma. İçine girdiğimde yavaş hareketlerle kalçalarını oynatıyor, amını sıkıp bırakarak yarağımı sağıyordu. En az yirmi dakika bu şekilde yavaş hareketlerle sikişip öpüştükten sonra, ikimiz de nefes nefese boşaldık. Göğsüme dayadığı o güzel saçlarını kokluyordum, elim vücudunda, o da göğüs kıllarımla oynuyordu.
"Bilmediğin şeyler anlatmalıyım sana..." dedi. "Anlat birtanem!" dedim. Birtanem lafım biter bitmez dudaklarımdaydı dudakları. "Ben sana aşıktım ve hep aşık kaldım. O oynaştığımız günlerde sen azgın, bense aşık olduğum için oynaşırdım, anlamadın bile, o sirk kadınlarının göğüslerine bakıp iç geçirdiğinde kıskançlıktan çatladım. Sonra liseye gidip o kızı bulduğunda anladım ki aşkımın farkında bile değilsin. Sırf o yüzden ilk isteyen adamla evlendim, hem de 10 yaş büyük biriyle. Ha kötü değildi kocam, ama hep sen vardın aklımda fikrimde... Seni görür, eve gelir ağlardım gizli gizli... Sonra liseyi bitirip beni bırakıp İzmir'e geldin... Haftalarca ağladım, artık göremeyeceğim diye... Bayramlarda ya da geldiğin zamanlarda, ilk önce teyzemlere gidelim derdim kocama, kendi annemden önce teyzemlere gidelim dememe anlam veremezdi kocam... Amcığıma ilk sen dokunmuştun, o yüzden orası senindi, sırf kocam oraya soktuğunda sen olmalıydın hayalim var diye götümden sikilmeyi çok sevdiğimi söyleyip amıma dokunmamasını sağlıyordum... Sonra 2 yıl önce o ölünce yüzlerce kez telefonu elime alıp aramak istedim seni, bazen aradım da biliyorsun, ama bişey diyemedim... Facede fotolarına bakıp uyudum her gece... Aylardır o dava dosyasında telefon listesinde adını gördüğümden beri ise küstüm sana, neden eltim de ben değil diye... Onlarca kavga verdim kendimle, bugün buraya geldim, ya itiraf edecek ya da senden dinlediklerime göre karar verip onca yıldır sökemediğim kalbimi söküp atacaktım..." dedi.
Duyduklarım inanılmazdı. Evet, onu hep çok beğenmiştim, ama aşk mıydı bilmiyordum. "Ben kimseye aşık olmadım, nasıl bir duygu bilmiyorum, ama sana her zaman ilgim vardı. 2 yıldır ben de aramak istedim binlerce kez, ama dul kadındın ve çevren hep doluydu, eltin, kızın, damadın, görümcen, ne diyeceğimi bilemedim. Hale'ye belki o yüzden yaklaştım, senden haber almak için, bilmiyorum sanırım bilinçaltım öyle hükmetti..." dedim.
Elimi yine amına attım. "İstiyor musun?" dedi gözleri gözlerimde. "Bunca yıllık hasret söner mi sanıyorsun?" dedim. "Seni seviyorum!" dedi ilk kez ve "Bunca yıldır bunu söylemeyi hayal ettim!" diye ekledi. "Ben de bunu duymayı hayal ettim, ben de seni seviyorum!" dedim. O gece ve ertesi gün öğlene dek dinlene dinlene seviştik.
Arabamla Aydın'a götürdüm. Yolda planımızı yaptık. Bu ev bana ölümü hatırlatıyor deyip mirası görümcesine teklif edecekti. Kızı ve damadı zaten İzmir'e yerleşmek istiyorlarmış. "Ben de gelir burdan bir ev alırım hem kendime hem kıza, millete de Arda'nın daha iyi eğitim alması için derim!" dedi.
İki gün önce teklifi yapmış, sonucu bekliyoruz.
104 notes · View notes
aykoza · 7 days
Text
kızlar annelerimiz ne zaman mutlu olacak
36 notes · View notes
laviniapricity · 5 months
Text
Güzel annelerimiz ve anne adaylarımız anneler günümüz kutlu olsuuunnn🥹🧚‍♀️🩷🤱
50 notes · View notes
pandorababa · 20 days
Text
GÖRÜCÜ USULÜ // BXB
21 | Alışveriş
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
Tumblr media
Medya: Melih Şarkı: Tarkan - Başına Bela Olurum
Tumblr media
youtube
"Gitgide alışıyorum sana. Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz..." 
-Ümit Yaşar Oğuzcan. 
* * *
Atakan onu gördüğü ilk gün başına bunların geleceğini hiç tahmin etmemişti. Kalbinin birine tekrar atacağını, yine bir ergen gibi elinin ayağına dolanacağını, yeniden aşık olacağını... Ama olanlar olmuştu işte. Her geçen gün Melih'e biraz daha alışmış, alıştıkça da aşkın büyüsüne daha kolay kapılmıştı. Ve bu, alışkanlıkların en güzeliydi.
Aytaç'la yaptıkları telefon konuşmasından sonra Melih'e takım elbise almak amacıyla yola koyulmuş, tatlı tatlı sohbet ede ede on beş dakika sonra caddede bir AVM'de almışlardı soluğu. Hızlıca -Atakan'ın da ısrarıyla- birer lahmacun gömdükten sonra da sıra sıra dizilmiş erkek giyim mağazalarının olduğu kata çıkmışlardı vakit kaybetmeden. 
"Bitti yani her şey kesin olarak?"
Mağazalardan birine girerken teyit etmek ister gibi bir kez daha sordu Atakan. Melih'in kız kardeşiyle romantik bir ilişkisinin olmadığını zaten biliyordu ama yine de bu güzel haberin gerçek olduğuna inanası gelmiyordu bir türlü. O yüzden tekrar sorma gereği duymuştu.
"Bitti de... Biraz tek taraflı bitti sanki."
Atakan'ın kalbi sıkıştı. 
"Nasıl yani?"
Melih onun yüzünün aldığı şekle anlam veremeyerek güldü. Cana yakın bir gülüştü bu.
"Demek istediğim... Biz yalandan ilişkimizi bitirdik ama annelerimiz yalandan dünürlüğü bitiremedi."
Atakan rahat bir nefes aldıysa da hemen sonra garip bir açıyla kaşlarını kaldırmıştı.
"Bi' dakika bi' dakika! Benim annem ve senin annen... ilişkinizi bitirmenizi istemiyor? Öyle mi?"
Melih de bir mânâ veremiyordu buna:
"İlginç ama evet. Ne kadar 'Biz artık konuşmak istemiyoruz.' dediysek de vazgeçiremedik. 'Az daha tanıyın birbirinizi, hemen kestirip atmayın.' deyip durdular. Bizi çok yakıştırdılar herhalde..."
Yakıştıracağım ben şimdi birini birine... Zorla güzellik mi olur ya? diye geçirdi içinden Atakan. Siniri bozulmuştu bu emrivakiye.
"El mahkum, bir süre daha rol kesip işler ciddiye binmeden 'Denedik olmadı.' diyeceğiz herhalde. Ama bunu benim tek başıma demem de bir şey ifade etmez. Şebnem'le danışıklı dövüş yapıp aynı zamanlarda, iki tarafı da işkillendirmeden söylememiz lazım. Gerçi... kafedeki olaydan sonra Şebnem'le aramız limoni. Anlaşmayı açığa döktüm ya. Sen öğrendin falan... Sinirli bana. Yüz yüze oturup konuşma şansımız olmadı o yüzden. Telefondan da en fazla bu kadar yönetebildik krizi. Annelerimize boyun eğerek..."
Atakan, Melih'in bu durumdan epey rahatsız olduğunu konunun bahsi geçince bile neşesinin kaçmasından, suratının iki karış olmasından anlamıştı. Onun asık yüzünü görünce sanki içinden bir şeyler kopuyormuş gibi hissetmesi de cabası... Bu yüzden tüm kalbiyle onu teselli etmek için aralamıştı biraz sonra dudaklarını:
"Aldırma. Sen doğru olanı yaptın Melih. Sakın bunun için kendini kötü hissetme. Ben o gün kafede sizi basıp olay çıkartmasaydım, kim bilir daha ne kadar onun elinde oyuncak olacaktın? Daha hangi mekânlarda, hangi konulara manken olacaktın?"
Başını yana eğip vakur bir duruşla devam etti konuşmasına.
"Tamam... Bahsi geçen kişi benim kız kardeşim. Ama eğri oturup doğru konuşalım. Burada utanıp mahcup olması gereken biri varsa o sen değilsin, Şebnem. Yüz vermişsin, astarını istemiş Küçük Hanım (!) Bir de güya ailemizin gözünde kendini aklayacakmış. Karga bok yemekten vazgeçer mi? Ne demek ya elin oğluyla evcilik oyunu oynamak? Adım gibi biliyorum ben onun sırf o Caner puştunu kıskandırmak için böyle bir işe kalkıştığını ama... Neyse daha konuşmayayım şimdi senin yanında. Aile meselemiz."
Sen 'aile meselemiz' deyip susarsın ama kız kardeşin senin nişan atma olayını elin oğluna ballandıra ballandıra anlatır. Ah be Atakan... Bazen harbiden üzülüyorum senin için.
Melih iç sesini susturmaya çalışarak onayladı Atakan'ı başını sallayarak. Her ne kadar sonlara doğru biraz atarlanmışsa da güzel bir teselli sayılırdı bu dedikleri. 
"Ya, orası öyle de..."
Reyonlara göz gezdirirken hâlâ içine sinmeyen bir şeyler vardı:
"Ne bileyim? Keşke en başta ben kabul etmeseydim. Şimdi işler buralara gelmezdi."
O zaman seni tanıyamazdım ki? diye geçirdi içinden Atakan. Ama aklından geçeni ona olduğu gibi söyleyemeyeceği için Melih'in mahcup ifadesine karşılık sırtını sıvazlayarak "Boş ver, takma kafana. Olan oldu bir kere." diyebildi sadece.
"...Her şey zamanla hallolur, sen bana güven."
Ama Melih yine de tedirgindi:
"Bilmiyorum Atakan. İki günden aileler tanışıp kaynaşmak ister diye ödüm kopuyor. Ama neyse... şimdi bunu düşünmeyeceğim. Doğru diyorsun, bize biraz zaman lazım. En azından annemlerin hevesinin geçmesi için..."
Birazdan bir görevli gülümseyerek yanlarına geldiğinde konuşmaları yarıda kesilmişti.
"Buyurun efendim, ne aramıştınız?"
Atakan ve Melih bir an birbirlerine baktılarsa da ilk konuşan Atakan olmuştu.
"Abicim bizim yarına bi' düğünümüz var. Şöyle güzel, sofistike bir şeyler arıyoruz. Rahat olsun ama... Anahtar kelimemiz: Rahatlık." 
Son anda tekrar Melih'e bakarak eklemişti bu detayı. Çünkü Melih'in gündelik hayatında da içinde rahat edeceği parçaları seçtiğini çok iyi biliyordu. Takım elbise de giyse tabi ki rahatlığından ödün vermek istemeyecekti.
"Hay hay efendim, beni takip edin lütfen. Size yeni koleksiyonumuzdan parçalar göstereyim."
Takım elbiseli, yakışıklı, janti mağaza görevlisinin peşine takılıp kocaman mağazanın derinliklerine doğru yolculuğa çıktıklarında Melih'in telefonu cebinde titremeye başladı. Delikanlı durup ekranına bakarken, Atakan çoktan görevlinin peşinden arka taraflara ilerlemişti. Melih için bulacağı güzel parçaların heyecanı vardı içinde.
(Şebnem Polat arıyor...)
Melih, arayanın o olduğunu görünce bir an şaşırdıysa da tereddüt etmeden açıp kulağına götürmüştü telefonu. 
"Efendim Şebnem?"
Dünkü tartışmadan sonra (İstemeden de olsa ona sesini yükseltmişti.) baya bir trip yiyeceğinden emindi. Şimdi ilk onun araması garip gelmişti hâliyle. Bir şey mi olmuştu?
"Hah, Melih... Sana bir şey söyleyeceğim ama panik yapma olur mu?"
��nsanlar "Panik yapma." dediklerinde aslında "Panik yap ama belli etme." demek isterlerdi. Melih bunu çok iyi biliyordu.
"Şebnem n'oldu? İyi misin?"
Şebnem'in sesi epey endişeli, hatta korkmuş geliyordu:
"Ya sorma... Sabah annen bizi Gelin Hamamı'na çağırdı. Senin bir arkadaşın mı ne evleniyormuş. Annen çok ısrar edince biz de gittik. Okey, başta her şey güzeldi. Yedik, içtik, eğlendik. Ama sonra şey oldu..."
"Ne oldu?"
"...Hatun teyze bayıldı."
"Ne?!" 
Melih bunu duymayı beklemiyordu. Endişelenmişti ister istemez.
"Nasıl oldu, bir düzgünce anlatır mısın olayı?"
Şebnem koşturmasına bir son vermiş olsa gerek, sakince anlattı olayı:
"Ya işte... Abla beni evire çevire keselerken, kazayla peştemalım kaydı. Annen de belimdeki dövmeyi gördü. 'Kızım o ne belindeki? Kına mı?' falan diye sorunca ben de 'Kalıcı.' dedim. Demez olaydım. Kadıncağız önce bir çığlık attı, sonra da göbek taşına yattı kalkamadı. Tansiyonu düşmüş galiba, bayıldı. Ay hayır yani... Bu ne drama queenlik anlamadım ki. Sanki ilk defa dövmeli kız gördü."
Melih elinde olmadan algıda seçicilik yapıp annesi hariç hiçbir detayı dinlememişti.
"Annem nasıl şimdi? İyi mi?"
"İyi iyi... Apar topar hamamın revirine getirdik. Serum falan bağladılar, kendine geldi. Ciddi bir şeyi yok yani. Gözünü açar açmaz 'Sıcaktan oldu herhalde. Melih'i aramayın, endişelenir çocuk.' falan dedi ama benim içim rahat etmedi. O yüzden aradım seni haberin olsun diye. Ayrıca bir şey diyeceğim... Sıcaktan falan bayılmadı annen. Gayet de keyfi yerindeydi keselenirken. N'olduysa, dövmemi görünce oldu. Hayır anlamadım, dövmeli kızdan gelin olmaz mı yani? Nedir?"
Ani gelen rahatlamayla o ana kadar tutmuş olduğu nefesi bir anda dışarı üfledi Melih. Annesinin iyi olduğu haberi içine su serpmişti. Olayın magazin kısmıyla pek ilgilenemeyecekti. Tam bir vakit kaybı olurdu çünkü.
"İyi yapmışsınız. Sağ ol, annemle ilgilendiğin için."
Şebnem uzun süre sessiz kaldı. Konuşmanın devamında ne diyeceğini bilemiyordu. Dün telefonda -çirkin bir şekilde- tartıştıklarından beri kendini kötü hissediyordu. Annelerinin inadı yüzünden Melih gibi iyi, saf, temiz kalpli birini üzmüş olmak canını sıkıyordu. Bütün plan ve sorumluluk kendine ait olmasına rağmen üste çıkmak ve Melih'i suçlamak bencilce bir hareket olmuştu. Farkındaydı.
"Melih... ben özür dilerim."
Melih afalladı.
"Ne için? Pardon?"
"Ya duydun işte. Uzatmasana. O kelimeleri bir araya getirip söylemek benim için ne kadar zor, sen biliyor musun?"
Şebnem uzun zaman sonra utanma duygusunu yeniden kazanmış gibiydi:
"Dün akşam... Biraz kabalık ettim sana telefonda. Gündüz kafede olanlardan dolayı hâlâ sinirliydim. Bir de sen üstüne 'Oyunu bitirelim artık.' deyince... Patladım birden kusura bakma. Halbuki her şeyi ben planlamıştım. Senin bir suçun yoktu..."
Melih elinde olmadan sırıttı. Şebnem'in hatasını kabul etmesi bir nebze yükünü hafifletmişti. Sonunda ortada buluşabilecekleri bir zemin oluşmuştu hiç değilse.
"Ha dertsiz başıma dert açtığını kabul ediyorsun yani? İyiymiş. Özeleştiri yapabilmene sevindim."
Şebnem o görmese de göz devirdi. Daha fazla ezik duruş sergilemeyecekti. Zira pişmanlık en nefret ettiği duyguydu. Hemen başından savdı bu özür muhabbetini:
"Neyse ne... Annenin durumu iyi. Endişelenecek bir şey yok. Benim annem yanında şimdi, ilgileniyor onunla. Akşama da kına varmış. Gelinin yanından ayrılmayacaklar yani anlayacağın. Ama bana afakanlar bastı Melih. Benim acilen buradan kaçmam lazım. Neredesin sen? Konum at da yanına geleyim, konuşuruz." 
Melih bir an durup uzakta görevlinin tuttuğu takımları inceleyen Atakan'a baktı. Yeniden konuştuğunda sesi biraz tereddütlüydü:
"Yanıma gelmek istediğinden emin misin?"
"Evet, niye?"
Melih dudaklarını dişledi biraz gergin. İki kardeşin yan yana nasıl hareket edeceklerini merak ediyordu. 'Kavga etmeden kaç dakika dayanabilirler acaba?' diye düşünmeden edememişti.
"Şey... Abin de burada. Bir sıkıntı çıkmasın? En son kavga etmiştiniz."
Şebnem'in sesi hiç de endişeli gelmiyordu:
"En son seninle de kavga etmiştik hatırlarsan? Bir şey olmaz. Ayrıca ben doğduğumdan beri o kıroyla aynı evde yaşıyorum. Sen kimin için endişeleniyorsun hayatım? Gönder hadi konumu, yarım saate oradayım."
O da abisi gibi inattı. Bu yüzden hiç vazgeçirmeye uğraşmadı Melih. Bir tanesi yetip artarken, iki Polat'la nasıl uğraşacağını düşünerek telefonu kapatıp konum yolladı Şebnem'e. O gelmeden burayı terk etmiş olmayı umuyordu ama... Atakan'ın kollarına dizdiği takımlara bakılırsa, buradan o kadar da çabuk çıkamayacaklardı anlaşılan. 
"Melih! Neredesin, Melih?! Gelsene buraya!"
Atakan'ın pazar esnafı gibi bağırarak kendisine seslendiğini duyunca adımlarını onun olduğu tarafa yöneltti vakit kaybetmeden.
"N'aptın? Bulabildin mi ✨sofistike✨ bir şeyler?" 
Melih'in takılmak için sorduğu bu soru Atakan'ı gülümsetmişti. 
"Buldum gibi... Bir sabit dur bakayım."
Atakan koluna dizdiği askılıklarda duran gömlek-ceket kombinlerini -ona yakışıp yakışmayacağını gözüyle ölçmek için- sırayla Melih'in üstüne tutup 'Bu değil, bu da değil, bu hiç değil...' dercesine değiştiriyor; dakika başı görevlinin elinden -kumaşı farklı- başka bir siyah takım elbise alıp onun üstüne tutuyordu.
"Merak etme Melih, seni jilet gibi yapacağım." dediğinde, Melih gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı kuvvetle. 
Daha düne kadar 'Bacımla ilgili hayaller kuramazsın. Zeytin dalını bir tarafına sokarım. Bıdı bıdı...' diyen adamın şimdi ona karşı bu ilgili hallerini komik bulmuştu. Ama yine de sesini çıkartmadan bir süre kurbanlık koyun gibi hareketsiz kalmaya razı oldu. Bir yandan da karşıdaki kocaman aynada kendini, üzerine tutulan hilkat garibesi kara kara takım elbiseleri ve adeta kendinden Junior bir Atakan çıkartma hevesiyle yanıp tutuşan Atakan'ı inceliyordu. Fakat bu manzaraya en fazla beş dakika dayanabilmişti.
"Ohooo! Oğlum bunlar ne ya? Bırak, bırak..."
Üzerine tuttulan takımları itekleyerek kendinden uzaklaştırdı Melih. 
"Hayret bi' şeysin ya! N'apacağız? Buradan çıkınca Karadenizli mafyaların dizisine figüran mı olacağız? Ulan bir insan ne diye gömleğine kadar siyah giyer? Onu da anlamıyorum ya, neyse..."
Bu hafif sitemli, hafif alaylı eleştiri karşısında görevli bıyık altından gülerken, Atakan'ın ciddiyet saçan gözleri onunkilerle buluştuysa da Melih sululuğundan asla taviz vermedi. Aksine, Atakan'ın gücenmiş suratıyla daha bi' keyiflendi.
"Ne bakıyorsun lan öyle kötü kötü? Bir de 'Az buçuk tanıdım artık seni.' falan diyordun arabada gelirken. Bu mu lan beni tanımış hâlin? Dolabımı da gördün üstelik. Ben bu kadar siyah giymiyorum ki oğlum. Kendine mi seçtin bu takımları? Kaldır hepsini kaldır, gözüm görmesin."
Melih yarım ağız gülerek konuşmuştu ama Atakan buna epey bozulmuş gibiydi. O kadar uzun zamandır siyah giyiyordu ki, farkında olmadan eli önce siyah takımlara gitmişti. Ne yapsın? 
Ama yine de her zaman olduğu gibi kuyruğu dik tutacaktı.
"Allah Allah! Aslanlar gibi siyah takım işte, nesi var? Akarı yok kokarı yok. İstediğin beyaz gömlek olsun, içine gene giyerdin. Ama yoook... Beyefendi ille bizi mafya dizisine figüran yapacak. Nankörsün lan sen! Pis nankör!"
"Nankör mü? Ben?"
Melih sinirleri bozularak başını eğip burun kemerini sıktı kısa bir anlığına. Atakan'la makul bir zeminde buluşacaklarına olan inancı giderek azalıyordu. Her an alışverişi siktir edip düğüne eşofman takımıyla gitmeye karar verebilirdi. Ama neden pes eden o olsundu ki?
Derin bir nefes alarak zihninin içinden çıktığı gibi ortama geri döndü Melih. Birlikte geçirdikleri bu kadar zamandan sonra elbette şirret bir Atakan Polat ile nasıl baş edileceğini öğrenmişti. Sonuna kadar sakinliğini koruyacak ve makaraya devam edecekti.
"Dün akıllıydım, sanayide tulum giyiyordum. Bugün ise bilgeyim, siyah takımı reddediyorum."
"Ne?"
Atakan'ın yüzünde beliren alık ifadeye 'Zınk Erenköy!' diyemeyeceği için kahkaha atmakla yetindi Melih. Deminden beri gülmemek için kendini sıktığı için yanakları kızarmıştı şimdi.
Tumblr media
Atakan onun kahkaha atarkenki doğallığını ve yer çekimine yenilerek alnına düşen sarı tutamları seyretti bir süre hayranlıkla. Neredeyse hiç çaba harcamadan almıştı bütün gerginliğini yine. Bu çocukta farklı bir şeyler vardı.
"N-Ne? Neye güldün bu kadar?"
Dilini yanaklarının içinde gezdirerek bundan rahatsız olmuş gibi görünmeye çalıştı ama bıraksalar dikildiği yerde saatlerce onu izleyebilir, hatta biraz cesareti olsa tutup öpebilirdi de.
"Ulan Atakan..."
Melih ufak kıkırtılarla kendini toparlarken 'Acaba derdimi anlatabildim mi?' diye düşünüyordu. Aytaç'ın düğününe Atakan'ın ucuz bir kopyası olarak değil, kendi gibi gitmek istiyordu. Mümkünse renkli...
"Hiç güleceğim yoktu var ya. Allah da seni güldürsün."
Amin, dedi Atakan içinden. 
Duam belli, duyan belli.
Melih gülmekten yaşaran gözlerini elinin tersiyle sildikten sonra muzip bir tonda "Tartışmaya nokta koymak için 'Zevkler ve renkler.' diyeceğim ama sen şimdi onun için de kavga edersin benle." dediğinde görevli de güldü onunla beraber. Atakan anında kurulmuştu:
"Şşş... N'oluyor birader? Sen niye gülüyo'n bizim aramızdaki mevzuya? Komik mi?" 
"P-Pardon, kusura bakmayın."
Atakan'ın atarlı çıkışına ve sert bakışlarına maruz kalınca bir tatsızlık çıkmasın diye elindeki askılıklarla beraber ufak ufak uzaklaştı görevli ama ilgili bakışları hâlâ Melih'in üzerindeydi. Her ne kadar Melih fark etmemiş olsa da Atakan bunun gayet farkındaydı. Ve Melih bunu gay olmadığı için (ya da gay radarı olmadığı için) değil, tamamen saf olduğu ve herkesi kendi gibi iyi niyetli sandığı için göremiyordu. 
Her güzelin bir kusuru vardır, diye iç geçirdi delikanlı. Melih'in süt gibi temiz olması ona aşık olma nedenlerinden biriydi zaten. Kaldı ki, küfür ederken bile (sinkaflı küfürleri bir kenara bırakırsak) "lan" ve "anasını satayım" dan ileri gidemeyen biri için çok da elzem bir özellik değildi bu gay radarı. Pekâlâ Atakan onun yerine yapabilirdi bunu. Ve diğer tüm pis işleri...
Yeter ki Melih yanında ve güvende olsun.
"Ulan Atakan ne kasıntısın ya... Niye tersliyorsun adamı? Gülemez mi?"
Sırıttı elinde olmadan: 
"Komikti ayrıca. Sen de güldün, gördüm."
Atakan onu duymamış gibi yüzünü buruşturup bakışlarını etrafındaki diğer raflara ve askılıklarda gezdirmeye başladığında "İlle herkes tek tip mi olacak?" diye sordu Melih düz bir sesle.
"...Bırak kim neye gülerse gülsün. Kim ne renk giyerse giysin. Düğüne gidiyoruz, mahkemeye değil. Sal kendini biraz. Neşelen ya!" diye isyan etti sonunda delikanlı. Atakan'la ikinci boktan kavgalarını ettiklerine inanamıyordu.
"Hee... Bırakayım da Cizreli Aziz Amca gibi git düğüne. Çorabına kadar turuncu, kırmızı falan..? Kafana da sim dökeriz?"
"Ulan..."
Melih alt dudağının içini dişleyerek sert sert baktı bir süre. Hem ona 'Neyin var lan senin?! İstediğimi giyerim. Sana ne?!' diye çıkışmak istiyor; hem de bu kadar küçük, siktiri boktan meseleden olay çıkartmak istemiyordu. Bu yüzden derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Öte yandan, Atakan onu kızdırdığının gayet farkında fakat geri adım atmayan bir pozisyonda durmaya devam ediyordu. Giyim kuşam, hassas olduğu birkaç noktadan biriydi. Karşısında kim olursa olsun, moda anlayışını sorgulanmasını asla olgun karşılayamıyordu. Bu yüzden Melih'in ısrarla onun tarzını eleştirmesi hoşuna gitmemişti. O da çareyi onun "renk" muhabbetine takılmakta bulmuştu. Ama bu çocukça bir kayıkçı kavgasından başka bir şey değildi tabi. Melih de zaten ciddiye almamış, gülüp geçmişti. Sinirlenince de susmuştu. Ciddiye alsa kavga çıkardı. Ne gerek vardı? 
"Tamam ulan, tamam... Ağlama."
Elini uzattı ona doğru.
"Hadi ver hangisini beğendiysen de giyeyim, üstümde gör. Gönlün olsun."
Atakan'ın gözleri parladı birden. Mağazaya girdiklerinden beri istemsizce Melih'in onun gibi göründüğü bir senaryo çiziyordu kafasında. Çocuksu bir heyecanla 'Baştan aşağı siyah giymiş bir Melih nasıl görünür?' diyordu içinden. Ve birazdan görecekti. Ayrıca... Melih'in hiç istememesine rağmen sırf onun gönlü olsun diye siyah giymeyi kabul etmesi de onu gözünde bir üst konuma yükseltmişti farkında olmadan. Atakan bu fedakârlığı en son tabağındaki karnıyarığı kendi tabağına koyup yediğinde görmüştü. Bir de şimdi görüyordu. Ve Melih'in gözlerindeki merhamet timsali yumuşak ifadeye bakılırsa... Daha da görecekti. 
Melih gerçekten merhametli bir insandı. Ve Atakan'ın onu sevme sebeplerinden biri de kesinlikle buydu.
Emin olmak için sordu:
"Harbi mi?!"
Atakan'ın ona uzattığı takımı alırken güldü Melih pes ettiğini belli eder biçimde, muzip.
"Harbi." 
'Ne takımmış arkadaş, giyeyim de bitsin şu tantana.' diyordu içinden de. Asla bir mağazada bu kadar oyalandığını hatırlamıyordu. Takımı aldığı gibi kabinlere doğru ilerledi. Yaklaşık on dakika sonra daracık kabinde cebelleşe cebelleşe eteklerini siyah kumaş pantolonun içine soktuğu, jilet gibi ütülü siyah gömleğin yakalarını düzelterek kabinden çıktığında Atakan da görevli de bakakalmıştı ona.
"Al sana siyah takım!"
Melih bir eliyle saçlarını geriye atarken diğer elinin parmak uçlarına astığı siyah ceketi omzuna atıp özgüven dolu bir edayla karşısındaki dev aynaya doğru birkaç adım yürüdü. Bu takım onu olduğundan daha geniş omuzlu, daha uzun boylu göstermişti sanki. Ve... Tam da olmaktan korktuğu kişilere, o bayat mafya dizilerindeki façalı elemanlara benzemişti. Üstelik, bu kadar sarı bir mafya da görmemişti hiç. Kendisi ilk oluyordu. Gülesi geldi.
"Nasıl olmuş?"
Atakan gözünü kırpmadan onu seyrediyor; sanki ayaklarına beton dökülmüş gibi olduğu yerden bir milim oynamıyordu. Tahmininden daha çok yakışmıştı siyah Melih'e. Belki beyaz giyse bu kadar dikkat çekmezdi, diye düşündü Atakan.
Melih bu takımın içinde muhteşem görünüyordu. Hafif güneşten kızarmış buğday teni, ara ara altın ışıltılarla parıldayan sarı saçları, aralık pembe dudaklarının altında köşeli çenesi ve boynunun iki yanında uzanan siyah yakalar... Ölüm gibi bir şeydi onu seyretmek ama ölmüyordu.
"G-Güzel... Çok güzel olmuş. Tam oturmuş üstüne. Potluk falan da yok..." diye geveledi Atakan, gözlerini bir an olsun ondan ayırmadan.
"Hakkaten hee... Tam bedenimi bulmuşsun, aferin."
Olduğu yerde sağa sola dönüp poz vererek aynada kendini inceledi Melih. Uzun zaman sonra ilk defa üstüne bu kadar oturan bir şey giyiyordu. Genelde kıyafetleri ya bol ya uzun ya da dar olurdu. Bolsa salaş giyer, uzunsa paçasını kıvırır, darsa kışın içine giyer ya da en kötü ihtimalle temizlik bezi yapsın diye annesine verirdi. O da babası gibi 'Ne gerek var kıyafete çok para harcamaya?' derdi. Hatta okula giderken babasının gençliğinde giydiği hırkaları, gömlekleri, ceketleri kombinler; soran olursa "Vintage bunlar." deyip devam ederdi. Sevmezdi alışverişe çıkmayı. Hem buna ayıracak bütçesi yoktu hem de AVM'ler başını döndürüyordu. Ayrıca günlük kıyafetlerin marka ya da çok şık olması gerekmediğini biliyordu. Melih'e göre eski de olsa temiz giyinmek yeterliydi. Tabi bu da Melih'i başkalarının karşısında ✨pespaye✨ gösteren birkaç nedenden biriydi. Hele ki her giydiği marka olan bir ağır abinin karşısında...
"Dur bir dakika, ceketi de giyeyim."
İki parmağıyla omzuna astığı ceketi düzgünce kollarından geçirip sırtına giyerken "...Bir de böyle bak." dediğinde, Atakan heyecanını gizleyemeyerek gülümsedi kocaman. Bu da laf mıydı? Zaten kabinden çıktığından beri gözlerini ondan alamıyordu ki.
"Nasılım?"
Melih cilveli bir edayla kendi etrafında dönüp -kendince- havalı bir bakış attı ona. Farkında olmadan kalbini tam 12'den vurmuştu yine.
"Eee tabi..."
Atakan onu baştan aşağı süzerken kalp atışlarını dizginlemeye çalışarak  "...Bütüne baktığımızda çok klas göründüğünü söyleyebilirim." diye devam etti futbol yorumcusu gibi. Sakinliğini korumakta zorlanıyordu. 
"Şaptın şeker oldun!" diye ekledi gergince gülerek. Saçmalamıştı ama elinde değildi. Bakmalara doyamadığı Melih, onun için seçtiği takımın içinde parıl parıl parlarken dilinin tutulmadığına şükrediyordu.
"Ne diyorsun oğlum? Olmuş mu olmamış mı?"
"Ehe, eee... Olmuş olmuş! Çok güzel olmuş."
"Ay inanmıyoruuum!" 
Tam Melih başını çevirmişken ve eline onu doya doya izleme fırsatı geçmişken, arkalarından gelen cırtlak sesle yerinden sıçradı Atakan birden. Panikten eli ayağına dolanmıştı.
"...Melih!! Bu sen misiiin?"
Melih ve Atakan aynı anda birbirlerine bakıp gözlerini mağazanın kapısına çevirdiler hemen. Bu tiz sesi nerede duysalar tanırlardı.
"Ş-Şebnem?"
Şebnem abisinin -sanki iş üstüne yakalanmış gibi- şaşkın bakışlarına ve bocalayan hareketlerine aldırmadan yanlarına gelirken, bir yandan da tepelerine eleştiri yağdırıyordu:
"Hayatım kim giydirdi ya seni böyle kara böcek gibi?"
Melih bir an istemsizce dudaklarının arasından bir kıkırtı kaçırdıysa da Atakan'ın demir gibi sert bakışlarıyla karşılaşınca tuttu kendini.
"Eee... Şey..."
İki kardeş arasındaki negatif elektrikten o da nasibini alacak gibiydi. Bu yüzden her ikisinin de ne lehine ne aleyhine bir şey söyleyip de okları kendine çekme riskini göze alamamıştı.
Tumblr media
Sonunda dilinin bağı çözüldüğünde "H-Hoş geldin Şebnem." diyebilmişti sadece. 
"Pek hoş bulmadım! Ama neyse..."
Şebnem hafif iğneli bir sitemle elleri belinde ikisine tepeden bakarken, yutkunup en iyisi susmak, diye geçirdi içinden Melih. 
En iyisi susmak ve olacakları izlemek...
"...Altın gibi çocuğun ışığını söndürmüşler ya resmen! Kim yaptı bu kötülüğü sana Melih? Ay dilim varmıyor ama... Abime benzemişsin. Tövbe tövbe..."
Atakan yüzünü buruşturdu kardeşine dönerken:
"Senin ne işin var burada lan?! Nereden öğrendin burada olduğumuzu? Ayrıca ne olmuş Melih bana benzediyse? Bununla bir sorunun mu var?"
Onunla göz teması bile kurmadan direkt laf sokmaya girişti Şebnem. Abisiyle uğraşmak için her zaman formundaydı:
"Yooo benim ne sorunum olacak? Ama görünüşe bakılırsa senin bizimle epey bir sorunun var. İlk buluşmada çocuğa 'Bacımla yanınızda ben olmadan buluşamazsınız. Bensiz bir yere gidemezsiniz car curt.' diye esip gürledikten sonra, ilk fırsatta beni ekip gizli gizli buluşmak ne oluyor abicim? Bir de bana 'Ne işin var burada?' diye soruyorsun. Asıl senin ne işin var burada pardon? Hani hiç haz etmiyordun sen Melih'ten?'İtici ana kuzusu.' diyordun.'Bir tokatlık canı var diyordun.' N'olduu? Başına saksı falan düştü herhalde? Pek bi' kaynaşmış gördüm sizi."
Şebnem'in taramalı tüfek gibi ardı ardına soluksuz konuşmaları Atakan'ın içini şişirmişti. Derin nefes alarak, bıkkınlıkla cevapladı bütün soruları delikanlı:
"Ya bi kes kızım ya! Amma tatava yaptın. Erkek erkeğe buluşmada ne var? Sen yalnız buluşamazsın dedim, o kadar. Adamı kontak ediyorsun iki dakkada ya, Allah Allah... Hem biz Melih'le ✨kanka✨ olduk. Kankamla da buluşamayacaksam kimle buluşacağım anasını satayım? Sen de bi' alemsin."
Kanka mı? 
"Ne?"
Melih garip bir açıyla büktüğü kaşlarıyla gülmeye başladı içine içine. Atakan'la samimiyeti bu kadar ilerlettiklerini kendi de bilmiyordu. Komiğine gitmişti. Sonuçta esip gürleyip azarlama faslından bağırmadan konuşma, insanca muamele etme faslına yeni geçmişlerdi. Kanka olduklarını pek sanmıyordu Melih. 
Öte yandan Atakan da bu söylediği lafa gülmek istemişti ama yüzünü ifadesiz tutmaya o kadar alışmıştı ki artık, mimik oynatmamıştı.
Şebnem ise sadece kıskançlıkla karışık bir şoka girmiş gibiydi. 
"Hah! Kankasınız demek? Ne yani sevap olsun diye müstakbel kankana (pardon eniştene) damatlık bakmaya geldin buraya?"
Müstakbel enişte derken? 
"Ne damatlığı salak? Melih'in arkadaşı ev-"
"Benim yerime sen mi evleneceksin yoksa Melih'le?" Şebnem nefes almadan konuşuyordu. 
"...Eğer öyle bir niyetin varsa abicim baştan söyle, aradan çekileyim."
Hassiktir...
Melih duydukları karşısında kahkahalarla gülmemek için dudaklarını dişleyerek -herhangi bir şiddet içerikli eyleme karşılık- Şebnem'i korumak için aralarına girmiş beklerken; Atakan nutku tutulmuş vaziyette, öylece kalakalmıştı. 
"...Bilirsin, aşka saygım vardır benim." 
Şebnem hiçbir şey bilmeden her şeyi bilmesiyle soğuk duş etkisi yapmıştı abisine. 
"N-ne diyorsun kızım sen?..."
Delikanlı bir an diyecek kelime bulamayıp bocaladıysa da, ilk şaşkınlığı attıktan sonra gözlerinden ateşler saçarak "NE ALAKASI VAR LAN?!" diye çıkışmıştı öfkeyle. Sesinin bu kadar gür çıkması genç kızı olduğu yerde titretirken, Melih'e yüzünü dirseğine gömdürerek güldürmüştü. 
"Ahahhaha!"
"Off! Kulak zarımı patlattın be! Ne böğürüyorsun ayı gibi?"
Atakan hızını alamayıp Şebnem'in üzerine yürüdü bir an. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.
"Aradan çekilecekmişmiş... Ayarsıza bak!" 
Melih'in arkasından uzanıp Şebnem'in kafasını itti işaret parmağıyla sertçe. Kızın kafası araba konsolundaki oyuncak köpeğin kafası gibi bir ileri bir geri sallandı iki saniyeliğine. Melih bu görüntüye kahkahayla gülmek istese de insanlık vazifesini yapmalıydı.
"Hey hey! Sakin. Atakan..."
Melih anında gülmeyi kesip kollarını açarak iki kardeşin arasında etten bir duvar oluşturduysa da Atakan şu an onu görmüyordu.
"Kızım sen kuaförde fön çektire çektire yaktırdın galiba en sonunda o fındık beynini! Kafada kurup kurup sarıyorsun millete. Hatırlat da bi' ara doktora götüreyim seni, kalıcı hasar var mıymış bi' baksınlar kafanın içine. Saçma sapan konuşuyorsun!"
Şebnem alnını ovalayarak göz devirdi abisine:
"Off... Şaka yaptık herhalde! Abartmaz mısın?"
Kız kardeşi elbette onun yönelimini bilmiyordu ama az önceki ima Atakan'ın tüylerini diken diken etmeye yetmişti. Çünkü Şebnem bu durumunu "EN" bilmemesi gereken kişiydi. 
Çünkü Şebnem bilirse, herkes bilirdi.
"Neyse... Güleyim de boşa gitmesin bari bu acınası laf sokma çaban. Hayır, nereden bulursun bu lafları da bilmem ki? Hakkını yemeyeyim ama son kalan iki beyin hücrenle iyi iş çıkarıyorsun. Tebrik ederim."
"Kes lan!"
Şebnem abisini tiye alarak, sanki onu hiç duymamış gibi yargılayıcı bakışlarını Melih'e çevirdi bu sefer:
"Sana da teessüf ederim Melih. Gerçekten... Ben bu oyunu iki kişilik sanıyordum. Üçe çıkartmışsın, şoktayım."
Melih ne diyeceğini bilemedi. Ama az çok tahmin edebiliyordu şimdi maruz kaldıkları bu tavrın asıl sebebini. Şebnem şımarık yetişmiş (bir evin bir kızı) bir çocuktu. Ayrıca da eski sevgilisini hâlâ unutabilmiş değildi. Tabi ki Melih'i çok sevdiği için (!) abisinden kıskanmıyordu. Melih onun için bir oyuncaktı ve her çocuk oyuncağı elinden alındığında yaygara koparırdı. 
"Biliyorsun ki, annelerimiz bizim konuşmaya devam etmemizi istiyor. Bir süre daha oyunumuza devam edeceğiz. Yani, teknik olarak benimle buluşman lazımdı şekerim, abimle değil. Hem ayrıca... Sen n'apıyorsun burada pardon?"
Sonlara doğru çatılan sarı kaşlarının altına gizlenen kısık, yargılayıcı bakışları yeniden abisine mıhlandığında, havalanan topu göğsünde yumuşatmak maksadıyla öne atıldı hemen Melih.
"Ee şimdi Şebnemciğim... Biliyorsun ki yarın benim çok yakın bir arkadaşımın düğünü var. Aysu'yla tanışmışsındır?"
Şebnem başını salladı. 
"Hah işte... Aysu ve Aytaç'ın düğününe giyecek takım elbisem yoktu benim. Çok da anlamıyorum bu işlerden. O yüzden abine ricada bulundum. Sağ olsun o da kırmadı beni. Birlikte takım elbise bakıyorduk bana." 
Melih araya girince ortam biraz yumuşadıysa da iki kardeş hâlâ çatık kaşlarla bakıyordu birbirine. Şebnem buraya güdümlü bomba gibi abisinin üzerine patlamaya gelmişti belli ki ama konu moda olunca dikkati biraz dağılmışa benziyordu.
"Hah! Abim mi giydirecek seni? Benim abim?"
Duyduklarına inanamamış gibi gözlerini ardına kadar açıp bir süre öyle kaldıktan sonra bir kahkaha patlattı Şebnem. Öyle içten öyle dalga geçerek gülüyordu ki, kasada duran görevli ve mağazada gezinen birkaç müşteri hususi dönüp onlara bakmıştı.
"Ağzının üstüne bi' tane patlatacağım şimdi. Ne gülüyorsun kızım? Komik mi? Bak hâlâ..."
Atakan ya sabır çekerek gözlerini mağazanın tavanına mıhlarken, Melih ikinci bir saldırıya karşı gayet temkinli, iki kardeşin arasında etten duvar örmeye devam ediyordu.
"K-Kusra bakma Melihciğim... Sinirlerim bozuldu da bir an."
Melihciğim lafını duyan Atakan'ın öldürücü bakışları anında Şebnem'i bulmuştu.
"Şebnemciğim, bozulan sinirlerini de al terk et burayı canım! Hadi... Saçını başını yoldurtma bana."
Atakan böyle diyordu demesine ama hayatında kardeşlerine bir fiske vurmuş adam değildi. Şiddet söylemleri sadece dilindeydi. Ama bu sefer hakikaten biraz ileri gitmişti Şebnem. Sevdiği çocuğun yanında onu küçümsemesi Atakan'ın canını çok sıkmıştı. 
"Ayh sen olmayan moda zevkinle Melih'e takım elbise mi bakıyorsun? Bir de kapkara giydirmişsin çocuğu veba doktoru gibi. Bu mu moda? Tek renk, tek tip mi giyinmek moda? Bırak Allah aşkına..."
Atakan tabi ki altta kalacak değildi:
"Haspama bak... Ekoseli etek üstüne fiyonklu bluz giyince Ivana Sert mi oldun başımıza? Sen ne anlarsın lan modadan? Bi' kere bu işin doğayeni benim. Bak seçtiğim takıma..."
Tuzluk şekline getirdiği parmaklarının ucunu öptü abartıyla. "...Kutu gibi oturdu çocuğun üstüne şerefsizim."
Üzerinde malını öven esnaf özgüveni vardı. 
"Şu duruşa, şu kaliteye bakar mısın? Dön bakayım Melih, endamını görsün bu Şebnem şıllığı."
Atakan biraz sonra aynı Recep İvedik'in terzisi gibi ayıla bayıla (onu ve takımı överek) onu kendi etrafında döndürmeye başladığında Melih gülmemek için tutmadı kendini daha fazla. Gözlerine yaşlar dolmuştu artık. İki kardeşin bu -Hacivat&Karagöz misali- atışmaları ilginç (ve aşırı komik) bir hâl almaya başlamıştı. Çekirdeği olsa kenara oturur çitleyerek izlerdi. O derece. Ayrıca... Atakan'ı hiç bu kadar heyecanla bir şeyleri savunurken görmediği içindi herhalde, bu tartışma her açıdan ilgisini çekmişti Melih'in.
"Sen de iyice saçmaladın hee! Burada yılların moda bloggerı Şebnem Queen dururken, sana mı kaldı bu işler ya? Hadi kes şovunu, çekil kenara off!!"
Şebnem abisini gram iplemeden uzun, protez tırnaklı elleriyle "kış kış" hareketi yapıp Melih'i kolundan tutup kendinden tarafa çekmeye kalkınca... Atakan adeta önünden kemiği alınan pitbull misali gerildi. Dişlerini sıkarken kirli sakallı çenesinin ucundaki kesik izi bile gerilmişti. Hatta iki dakika öncesine kadar teninin altında usulca akıp yolunu bulan kanı bile daha deli atmaya, içten içe fokur fokur kaynamaya başlamıştı. 
"Hoop hoop!! Orada dur küçük hanım..."
Hissettiği bu şey, bu kıskançlık... Ona her şeyi yaptıracak cinsten bir kuvvet doğurmuştu içinde.
Kendi kendine 'Hayır, kardeş katili falan olmayacaksın. Sakin ol lan!' dese de bakışları hâlâ öldürücülüğünü koruyordu.
"Bana kaldı bu işler var mı? Bana kaldı!"
"Eyvah..."
İki kardeş arasında 'paylaşılamayan' olmak başta komik olsa da gittikçe tehlike arz etmeye başlamıştı. Adım adım tırmanan gerilimin sıcak nefesini yüzünde hissediyordu artık Melih.
"Mis gibi siyah takım işte lan! Nesi var? Gayet de güzel yakıştı Melih'ime. Ayrıca benim zevkim iyidir."
Melih'ime mi?
Hitap şeklindeki ✨sahiplenici tutuş✨ Melih'in kaşlarını değişik bir açıyla kaldırmasına sebep olurken, Şebnem konuşmanın (savunmanın) geneline kusacakmış gibi bir hareket yapıp göz devirmişti.
"Zevkine tükürsünler senin! Bulgur pilavına yoğurt katıp yiyen bi' adamsın sen. Neyi tartışıyorsun benle ya?"
"Şebneeem!"
"Hey hey! Gençler bi' sakin olun ya... Tamam. Alt tarafı bir takım elbise alıp çıkacağız. Sizce de çok abartmadınız mı?"
Zavallı Melih'i takan yoktu tabi. Ortamdaki konumu sivri sinekten halliceydi.
"Ne Şebnem? Ne?! Hanımefendi çizgimden kaydırttın beni en sonunda. Sana inat ben giydireceğim Melih'i. Var mı?!"
Atakan göz açıp kapamalık bir anda Melih'i kolundan tutuğu gibi kendine çekerken aşırı korumacı davrandığının farkında değildi. Bir anda sırtı onun göğsüne çarpınca neye uğradığını şaşırmıştı Melih:
"Yavaşş..."
"Hadi bi' dene! Hadi... Pabucumun hanımefendisi seni!"
Şebnem geri adım atacak gibi değildi.
"Yaa... Demek öyle? Tamam, ben de küçükken nasıl giyindiğini anlatırım o zaman Melih'e."
"Ne?"
Şebnem'in neden bahsettiğini çakozlayınca anında iri iri açılmıştı gözleri.
"Sakın!" 
"N'oldu? Korktun mu? O çok önemsediğin karizman boydan boya çizilsin istemiyorsun herhalde?" 
Melih hiçbir şey anlamadan güldü bu tehdide. Atakan'ın küçükken de (patron bebek gibi) simsiyah, mafya tarzında giyindiğini hayal edemiyordu. Ya da o masum çocuk yüzüyle, sümüklerini çeke çeke, elinde horoz şekeri, bakkal önünde arkadaşlarıyla top koşturduğunu... Atakan'ı genel olarak "çocuk" formunda hayal edemiyordu ya neyse.
Şebnem konudan gayet zevk alarak "Bu var ya bu... Bir keresinde annemin odasına girip dol-" diye başladığı sırada Atakan şimşek gibi fırlayıp yaba misali kocaman eliyle ağzını kapattığında cümlenin devamı boğuk bir serzenişten ibaret kalmıştı.
"Şebnem!.. Sen Melih'e takım bakmayacak mıydın kardeşim? Çok çene çaldın, çok eleştirdin beni. Hadi git bi' de senin bulduğuna bakalım? Hadi abicim, hadi abisinin gülü... Git bak oradaymış yeni gelenler. Koş, koş..."
Şebnem'i beyaz ağırlıklı (kır düğünü konseptli) takımların olduğu tarafa iteklerken kan ter içinde kalmıştı Atakan. Kız resmen abisini rezil etmeye şerefi üzerine yemin etmiş de gelmişti buraya. Ve (kısmen) başarmıştı da. Cümlesini tamamlamasa da Melih az çok tahmin edebiliyordu yaşanan hadiseyi.
"İyi peki, madem bu kadar ısrar ediyorsun... Bi' bakayım o zaman. Ben gidince sakın arkamdan dedikodumu yapmayın ha! Kulağımı burada bıraktım ona göre..."
Şebnem ikisine de tembihleyen bakışlar atıp yüzüne yerleştirdiği zafer gülüşüyle çeşit çeşit kumaşların arasında kaybolurken, Atakan 'moda' ile ilgili katı tutumundan ciddi taviz vermek zorunda kalmış olsa da onu son anda susturduğuna memnundu. Melih'in yanına döndü biraz mahcup. Az kalsın kestaneyi çizdiriyordu. Çocukluğunda en hatırlamak istemediği anıyı ulu orta hoşlandığı çocuğun önünde anlatmak gibi bir acımasızlığı ancak Şebnem gibi empati yoksunu bir şımarık yapabilirdi zaten.
"Sen Şebnem'i boş ver. İstediği olsun diye her yolu mübah sayar o kendine. Ben alışkınım. Sen de alış."
Atakan eli ayağına dolaşmış vaziyette sakallarını kaşıyor, faydasız bir çabayla kızarık yanaklarını gizlemeye çalışıyordu fakat Melih her şeyin fakındaydı. Atakan çok utanmıştı. Konunun bahsinden bile... Bu yüzden -her ne kadar merak etse de- üstüne gidip soru sormaktan vazgeçti. Onun yerine "Başka çarem yok zaten." dedi gülümseyerek. "...Bir süre daha böyle sürecek durumumuz."
Atakan onun konuyu değiştirmedeki isteğini ve yüzündeki anlayışlı ifadeyi görünce biraz olsun rahatlamıştı. Hem zaten (tahmin ettiği gibi) Melih insanların zaaflarıyla oynayacak, onların çekindikleri şeyleri dalga konusu yapacak tıyniyette biri değildi. Ve... Atakan böyle anlayışlı birini sevmekle ne kadar doğru bir iş yaptığını şimdi fark ediyordu.
Melih onun sevgisini sonun kadar hak ediyordu.
"Ee... Ne diyorsun? Üstündekini alalım mı?"
✩ ✩ ✩ 
Bölümü iki parta böldüm (daha doğrusu bir gün içinde geçecek olan olayları) diğerini tamamlar tamamlamaz atacağım. Aklınızda bulunsun baya sıcak 🔥bir bölüm olacak 😉 terleteceğim sizii eheheh güneş kremlerinizi sürün öyle gelin 😆🤭
Bundan sonra hız kesmeden devam edelim. Yeteri kadar durakladık.
Bölüm hakkında size soracağım birkaç soru var:
✯ Şebnem kötü karakter olmak için çok müsait ama iyi olmasını ister misiniz? 
✯ Şebnem'in bu bölümde Melih ve Atakan'la şaka yollu atışmasını sevdiniz mi? Melih'i (oyuncak gibi) sahiplenip kıskanması falan... Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
✯ Atakan Melih'e açıldığında Melih'in tepkisi nasıl olur sizce?
Sorularım bu kadar :)
Yeni bölümde görüşmek üzere... 
Kendinize iyi bakın, hoşça kalın efenim. <3
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
10 notes · View notes
ata-1966 · 6 months
Text
Tumblr media
Pirinç ayıklanırdı evlerde yemeğin yanına pilav, yada dolma içi için.
Kese kağıdıyla gelirdi eve her şey poşet moşet bilmezdik...
Bakkaldan manavdan yada pazardan fileyle dönerdi Annelerimiz Babalarımız.
Sadece Sana yağını bilirdik birde.
Vita yağının boş kutularına çiçek ekerdi annelerimiz ablalarımız...
Radyoda dinlediğimiz arkası yarınların ve maçların hala tadı damağımda,
Halit KIVANÇ
Orhan AYHAN
Necati KARAKAYA onlardı spikerlerimiz.
Servis nedir onu da bilmezdik okula giderken, bizden büyük ablaların eteğine yapışır öyle giderdik okula..
Şimdi kocaman servis aracında çocuk unutuyorlar ama bizim ablalarımız bizi hiç unutmadı ne okula giderken nede okul çıkışında...
Lapa lapa kar yağsa da kapanmazdı okullar...
Sadece pazardan pazara yıkansakta ne kepeklenirdi saçımız, ne de erkenden kirlenirdi bedenimiz..
Ruhumuz, saygımız onlar hiç kirlenmezdi..
Çoğumuz ingilizceyi,
MR ve MRS BROWN’dan öğrendik işte çat pat..
At the pıcnıc, at the sea si de böyle çizgi filmleri de bilmezdik.
Zaten çizgi filim izleyecek televizyonumuzda yoktu..
Çizgi romanlarda yaşardık aşkı,
Teksas, Tommiks, Zagor, Mandreke hergün okuduğumuz kitaplar arasında birinci sıradaydı. Okuyan okumayanla değiştirir maceradan maceraya koşardık onlarla..
Şarkılar dinlediğimiz plaklar 45’likti.
Öyle büyük stüdyolar değil küçük plakçı dükkanları vardı. Hoparlörleri dışarı konur akşama kadar kayıt yaparlardı..
Saklambaç gazetesi, Hey, Ses dergileri okurdu mahalledeki ablalar. Yazlık sinamalar yaz akşamlarının vazgeçilmeziydi. Her mahallede duvarda yada direkte afişleri asılırdı yeni gelen filimlerin, birde gelecek hafta oynayacak filimin..
Kötü adam
Erol TAŞ, Ekrem BORA.
Kızların hayalindekiler;
Kadir İNANIR, Cüneyt ARKIN, Ediz HUN, Göksel ARSOY,
Erkeklerin hayalindekiler;
Türkan ŞORAY, Filiz AKIN, Fatma GİRİK ve ismini sayamadığım ne çok sanatçılar vardı sanki aileden biriydi hepsi.
Yazlık tatil köyleri falan bilmezdik koca bir yaz mahallede sokakta geçerdi.
Bizim için yazlık da, kışlık da, tatil köyü de mahallemizdi.
Sıcaktan kavrulsak da yazı,
soğuktan donsak da kışı da aynı derecede severdik.
Anne Baba abla abi kardeş arkadaş konu komşu güzel güzel geçinip giderdik işte.
Bizler güzel çocuklardık..
Alıntıdır
19 notes · View notes
birkackisiyim · 3 days
Text
günlerdir sabah namazından sonra uyuduğum için bugün uyanmaya hiç niyetim yoktu ama sabah kardeşimin okulundan aradılar kavga etmiş revirdeymiş duyduğum zaman çocukken annelerimiz bizim başımıza bir şey geldiğinde hüzün ve öfkeyle koşarak yanımıza gelip dikkatli olmamız için kızardı ya tam olarak öyle hissettim kardeş olmak tuhaf bazen en çok biz üzüyoruz birbirimizi ama her şeye rağmen birbirimizin en yakınıyız da
9 notes · View notes
mnsrykt · 24 days
Text
"Annelerimiz ilk öğretmenlerimizdir. Hatice anamız radıyallahu anhanın Efendimiz aleyhissalatu vesselama, "korkma arkandayım" demesini 'ne güzel bir hatıra' ayarında anlar ve bırakırsak, o zaman kendi yavrularımızın Hatice'si olma talihimizi tepmiş oluruz. Ümmetimiz okulların görkemli binalarına, medreselerinin kubbelerine güvenmeden önce çocuklarını doğuran analara güvenerek yola çıkmıştır."
11 notes · View notes
yaralanma · 3 months
Text
size bir insana duyabileceğim en saf en masum sevgiden bahsetmek istiyorum yine yıl ikibinonüç hatta daha öncesinden başlayayım ikibinaltı yılındayız anasınıfına gidiyorum o zamanlar yeni bir siteye taşınmışız babam işe gidecek yolda askerdeyken uzman çavuşuyla karşılaşıyor yıllar sonra daha sonra ailelerini tanıştırıyorlar iki oğlu bir kızı var küçük oğlu kardeşimle yaşıt kızı da benden beş yaş büyük annelerimiz yakın arkadaş oluyor baya aile dostu oluyoruz hayatım boyunca en sevdiğim arkadaşım en sevdiğim ablam da onun kızı oluyor sürekli birbirimize gidip geliyoruz
ben dördüncü sınıftayım ablam sekizinci sınıftı o zamanlar çok net hatırlıyorum normalde tesettürlüydü ama o zamanlar okulda yasaktı girerken mecbur açıyor çıktığı gibi kapatıyordu başını o zamanlar her ay ayın öğrencisi seçiliyordu istiklal marşı okumadan önce isimleri okunuyor çağırılıyor belge veriyorlardı hep ablam da çıkıyordu hatırlıyorum böyle benim önümdeki en güzel örnek en tatlı insandı ailecek birbirimizin her sıkıntısında her sevincinde hep yanımızda olduk
ablam liseyi beypazarında kazanmıştı ilk zamanlar çok zorluk yaşıyordu ilk defa ailesinden uzaktaydı biz o zamanlar sincanda yaşıyorduk çok net hatırlıyorum hep annesiyle telefonda ağlaşıyorlardı sonra zamanla alışmıştı tabii haftasonları eve geldiğinde dünyalar benim oluyordu hemen birlikte dışarı çıkıyorduk pikniğe gidiyorduk
her şeyimi en rahatça paylaşabildiğim yanında en rahat ve en huzurlu olduğum kişiydi böyle küçükken resmen aşıktım hayranıydım her haline dışarıda tesettürlü görüyorum evde açık halini görüyorum diyorum allahım ne güzel yaratmışsın tam net hatırlamıyorum mezun olduğu yıldı galiba hep birlikte onun yurttan eşyalarını toplayalım hem de orada piknik yapalım dedik hep birlikte beypazarına gittik aslında küçük ve ankaranın belki de gelişmemiş semtlerinden ama benim oraya yüklediğim anlamdan dolayı bir kere gitmiş olmama rağmen bende yeri çok farklıydı yurdunu gezmiştik ilk defa yurt ortamı görmüştüm çok garip gelmişti daha sonra gezmiştik oraları bir yer vardı adını hatırlamıyorum ama nerede görsem burası orası derim yemmyeşil bir yer dere akıyor hamak kurmuşuz deli gibi sallanıyorum sonra çat diye kopmuştu gtümün üstüne düşmüştüm hdsbfbwnd o anı çok net hatırlıyorum kardeşi arkadaşı hep birlikte doğaya keşfe çıkıyoruz ilk defa orada kurbağa yumurtası görmüştüm kırmıştık hatta kxjwnfenf ilk defa kartal ilk defa sincabı orada görmüştüm sonra bir yere çıkmıştık oradan Beypazarı evleri gözüküyordu hatta iki tane dinozor sırtına benzeyen dağ vardı biri büyük biri küçük hikayesini şey diye anlatmışlardı annesine küsmüş taş olmuş diye jdsjfke bu kadar hatırlıyorum evdeki pc olsa o zamanlardan fotoğraf da eklemek isterdim çok tatlı anı olurdu
böyle işte kısaca çok tatlı zamanlardı daha sonrasın gelelim ikibinonüç yılınaaa babamın işi yüzünden ankaradan taşınıyoruz maalesef ki Kütahyaya annemler evde eşyaları topluyor komşularla birlikte beni de ablamlara bırakıyorlar o zamanlar akıllı telefon yoktu galiba tabletimiz vardı ablamla birlikte böyle değişik değişik şeyler giyiyoruz komik videolar çekiyoruz mesela biri modelin bir şarkısıydı net hatırlamıyorum içinde kek geçen bir şarkıydı diğeri murat dalkılıçın bir hayli şarkısının klibiydi diğeri de şeydi hani iki kız video çekiyor hemen linkliyim https://youtu.be/1SjfTWFfH0w?feature=shared mis gibi mis kızartma kokuyor jfnsfndn videolardan biri için saçımı iki tanesi yandan bağlamıştı daha sonrasında öğrendik ki annemler eşyaları toplamış artık taşınıyoruz herkesle vedalaşıyoruz herkes çok ağlıyor orada kurduğumuz samimiyet o kadar farklıydı ki kendi memleketimizde kendi akrabalarımızla o kadar yakın hissedemiyoruz şu an o zamanlar çok tatlı aile ortamı vardı
neeyse geldik Kütahyaya ben naptım biliyor musun sırf ablam saçımı öyle yandan iki tane bağladı diye 1 hafta boyunca asla duş almadım ve saçımı bozmadım djsnfmsfn kimseye de dokundurtmadım benim ablam saçımı yaptı diye o kadar seviyordum ki onu hâlâ da o kadar çok seviyorum ki o evde 3 ay kaldık ama o kadar yalnız hissettik ki bir kişi bile kapımızı çalmadı eski şehrimizde o samimiyete aile ortamına o kadar alışmıştım ki kendi memleketimizde yabancılık çektik
şimdiii o ablam birkaç yıl önce sınıf öğretmeni olarak atandı iki yıl önce de okulundan beden eğitimi öğretmeniyle evlendi ve o kadar yakışıyorlar ki anlatamam maşallah maşallah maşallah veee en güzeli de şu an bir bebekleri oldu o kadar duygusalım ki onun düğününe gidememiştik çok üzülmüştüm kardeşinin düğününde görüştük benimle bak kocam diye bizi tanıştırdı böyle şaka gibi geldi çocukluğumds herr şeyim olan en sevdiğim insan olan ablamın evlenmesi ve beni kocasıyla tanıştırması hissi.. ben de şimdi öğretmen olacağım önümdeki en güzel en tatlı örnek insan o gerçekten çok seviyorum onu
11 notes · View notes
yurekbali · 4 months
Text
Tumblr media
Biz çocukken bir bilmecenin yanıtıydı o: “Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane!” Suyunu sıkar içirirdi annelerimiz. Kıpkırmızıydı, çoktu, ama adı kısacıktı: Nar. Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı Side, adını nardan almıştı. Antik Çağ’da basılan sikkelerin üzerinde nar kabartması vardı. Eski Mısırlılar, Ölüler Ülkesi’ne giderken yanlarında götürsünler diye firavunların mezarlarının içine nar koymuştu. Efsanevi kahraman İsfendiyâr’ın nar yedikten sonra yenilmez bir güce kavuştuğuna inanılırdı Pers diyarında. Bugünkü İran’da. Antik Yunan uygarlığı için kutsal bir meyveydi. Bütün çağlarda kral ve kraliçelerin taçları için o, model alınmıştı sanki. Söylencelerdeki bereket tanrıçaları narı bağırlarına basmıştı. Sonra bildik ki yeryüzündeki nar cenneti Hindistan’mış. Dünya nar üretiminin yaklaşık yarısı bu ülkede yapılıyormuş. Japonlar “zakuro” derlermiş nara, severlermiş çok, bahçelerine dikerlermiş. Çinliler ise, yeni evlilere ikiye bölünmüş bir nar resmi armağan etmeyi ihmal etmezmiş. Büyük usta Yaşar Kemal, İnce Memed’in öncülü olan Hüyükteki Nar Ağacı romanını 1951’de yazmış yazmasına ama kaybetmiş onu. Ne yaptıysa da bulamamış. Yıllar sonra annesinin sandığından çıkmış yazdıkları, amca oğlu almış getirmiş ona. Yırtık son beş sayfasını yeniden yazmış Yaşar Kemal, sonra yayımlanmış. Biliriz, Anadolu’da bazı yöre düğünlerinde yere atılır nar, parçalanır. Evlenenlerin çok çocukları olsun diye. Bir de diyelim ki narınız, narımız bol olsun. Bol olsun ki aşuremize katalım. Shakespeare’in kahramanı Juliet nar ağacında öten kuşun tarlakuşu değil, bülbül olduğunu söyler. Haksız değildir hani, ama Romeo ve Juliet oyununda “sabah da yakın değildir.” Ama biz sabah yakın olsun isteriz, geliversin çarçabuk, nar gibi parçalansın, hepimize dağılsın, paylaşılsın ışığı ve nar taneleri gibi çoğalalım hep beraber.
9 notes · View notes
artikfarketmez · 5 months
Text
annesi hayatta olmayan ve hayattayken annesine tapacak kadar cok seven arkadaslarım icin her anneler gününde bu anlamlı günü sosyal medyadan kutlayamıyorum. o kadar buruk bi his ki bunu bugün cok iyi anlıyorum hepsinde bi burukluk hissi var. keske annelerimiz ölümsüz olsa hepsini cok seviyorum🌸
17 notes · View notes
yitirmedenn · 8 months
Text
Yeni nesil anneler olarak annelerimiz kadar fedakar olamıyoruz gibi geliyor gözlemlerime göre :(
10 notes · View notes
kanlikontez · 9 days
Text
garip bir memleketteydik onunla. iki uca savrulmuştuk. aynı yerden sızıyordu suyumuz, aynı nehirin suyuyduk, ben belki biraz daha uzaklardan geliyordum, rodoptan dökülüvermiştim aşağılara, o aşağılar ki buraların en yüksek dağıydı tabii, o bu dağın çocuğuydu, bir rezil büyük şehre sürmüştü onu günahı olmayan davaları, o meydanlara denk gelmişti ben tenhalarını tutuyordum bu sokağın, yine de aynı memleketteydik işte. o memleket ki izin vermiyordu biz aynı hem dünkü çocuk olalım. birkaç saat içinde değişiyorduk, değişmek zorunda kalıyorduk. bir gün önüne geçtiklerimiz, biri bir taş atsa uğurlarına kanımızı dökeceklerimiz tekmeliyordu karnımızı, kafamızı eziyor, çatılara konuşlanıyor, gözümüze bakamayan dürbünlerden izliyordu bizi. bir siktir çekti o bu işlere. ben yetişemedim ona. aynı rengi bağırıyor ve eğer küme düşerse tuttuğumuz takım, kaldırımlardan bile izleyeceğimizi söylüyorduk. bir gün siktir etti o. ben yetişemedim ona. buraları kurtaracaktık. savaşacaktık. yapardık, yapacaktık. ben bir de aşık olacaktım tüm bunların içinde. âşıktım da bilmiyordum o zamanlar. bildiğimi söyleyemiyordum. izin vermiyordu şark buna. sevda diyordum, kavga diyordum, kolumu yukarı kaldırıyor, elimi nasıl yapacağıma bir türlü karar veremiyordum. yumruk sıkmaya yetmiyordu gücüm, kurtlar içimde uluyordu ve ama o kurtlar diğerlerininkine pek benzemiyordu. ben bir sisin ortasında kolumu yukarı, çok yukarı kaldırıp ona el sallamak istiyordum. göğsümde bir kız heyecanı. göğsümde bir utanç. göğsüm buz gibi. göğsümde bir ateş. göğsüm sütü kesilmiş bir gelinin kara gözleri kadar soluk. kollarım düştü iki yana. başım düştü. düştü sevdam. sustu kavga. dondu zaman. öyle bir memleketteydik onunla biz. iki saat içinde değişiyorduk, değişiyordu havası suyu buraların. bir yaygara kopuyordu. bir anda oluyordu her şey. elektriklerimiz gidiyordu. annelerimiz susmazsak ölüsünü öpeceğimizi anlatıyordu. babamız seksenlerde yüreğine bir yumruk yediği için sevmiyordu bizi ve yüreğimizi söküp almak istiyorlardı bu yüzden. her şey birkaç saniye içinde olup bitiyor ve tekrar başlıyordu. ben böyle bir memlekette senden dört sene uzakta, çok uzakta esir düştüm. şimdi bana beni unuttun mu diyorsun. sevgilim, sen dört sene önceki o ateşten çocuk değilsin.
3 notes · View notes
musfika-hanim · 15 days
Text
bugün kırtasiye dağıtımı vardı, canım yetim annelerimizle kucaklaştık, sarıldık. yeni kayıt olan ailelerimiz vardı eşlerini yeni kaybeden annelerimiz onlarla ağlaştık 🥹 sesim kısılmış çünkü çok konuştum, onlar mutlu olsun, soruları yanıt bulsun, kendilerini bize yakın hissetsinler diye. erkek biriminin yerini gasp ettim, çay içtik muhabbet ettik derken (toplamda yetmiş kadar anne) ses tellerimi zorlamışım biraz. olsun geçer. sonra küçük kızçenin lise formasını alayım diye çarşıya yürüdüm, ordan evin ihtiyaçları vardı gelmişken onları da halledeyim ev mağazası var oraya uğradım, e çarşıya gelmişken balıkçımıza uğramadan olmaz balık da alayım diyince pert oldum. şükür kendimi eve attım yirmi dk oturdum şimdi mutfağa geçip şu balığı pişireyim burada uyuyakalacağım yoksa.
5 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 9 months
Text
Tumblr media
Bizler başımıza gelenlerde dâim bir başkasını sorumlu Tutarız
Oysa !
Dünyâ Aleminin, İmtihan Alemi Olduğunu bildiğimiz hâlde İmtihan olduğumuzu değilde
Birilerinin bize kötülük
Yaptığını düşünür ama
Onun bizim imtihanımız
Olduğunu düşünmeyiz
Her birimiz başka bir şekilde İmtihan ediliriz
Kimimiz dost bildiği ile
Kimimiz eşi çocukları
Ana babası ile
Kimimiz komşusu
Kimimiz maddiyat ile İmtihanlarda kayıp olur isek Kendine zarar verenlerden
Oluruz.. MazAllah
Rabbim Allah verdiği imtihanda dahi kuluna yardım edendir
ELhâmdûlillah☝🏽✍️🏽
Allah’ım bizleri Hz Ebukekir gibi dosdoğru olanlardan,
Hz. Ömer gibi adalete bağlı kalanlardan,
Hz. Osman gibi iffet ve hayâ ile yaşayanlardan,
Hz Ali gibi ilim ve cesaret sahibi olanlardan eyle Allahım.
Hz. Hatice, Hz. Sümeyye, Hz. Aişe, Hz. Fatıma ve diğer bütün annelerimiz gibi, asaleti, iffeti, sadakati ve fedakârlığı kuşananlardan eyle Allahım.
Rabbimiz!
Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al” Allahım
Gün doğmadan, affeyle günahlarımızı Allah’ım!
Gün doğmadan, setreyle ayıp ve kusurlarımızı Allah’ım!
Gün doğmadan, defeyle keder ve sıkıntılarımızı Allah’ım!
Bizlere rahmetinle muamele eyle, ümitlerimizi boşa çıkarma !
Bizleri ebediyyen hidayet yolundan ayırma Allah’ım!
Ya rabbi.
Âlemlere rahmet, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdiğin, güzel ahlakıyla bütün insanlığa önder ve rehber kıldığın, Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed Mustafa Efendimize sonsuz salât ve selam ediyoruz.
Muazzez ruhlarını ona olan muhabbetimizden haberdar eyle Allah’ım! AMİN
Esselamu Aleyküm
Hayırlı sabahlar
Tumblr media
Yüce Allah’ım günümüzü hayırlı eyle.
İçimizi dışımızı güzel eyle.
Kendini hayır işlerden alıkoyanlardan eyleme.
Başkalarını yararlı işlerden alıkoyanlardan da eyleme.
Allah’ım.
Hakka yüzünü çevirenlerle birlikte eyle bizi.
Haddini aşanlardan uzak eyle bizi.
Bizi de haddi aşmaktan muhafaza eyle.
Allah’ım.
İyiliği emreden kötülükten sakındıran dostlar lütfeyle bizi.
İyiliği sakındıran münafıklardan uzak eyle.
Allah’ım.
Yoldan çıkanlardan eyleme.
Hak yolun hakikatli yolcularından eyle bizleri.
Seni bırakıp başkalarına secde edenlerden eyleme.
Şeytanın süslemelerine kananlardan eyleme.
Bizi insan şeytanlarından da koru.
Onların dostları olmaktan muhafaza eyle.
Bizi sağlam bilgi sahiplerinden eyle.
Bizi bildiğini ve bilmediğini ayırt edebilenlerden eyle.
Senden başkasına eğilmeyen ve eğrilikten hoşlanmayanlardan eyle.
Mazlumlara zafer nasip eyle.
Zalimlere fırsat verme.
Planlarını kendi başlarına çevir.
Şerlerini kendilerine döndür.
Amin!
8 notes · View notes
mnsrykt · 1 year
Text
"Fatiha suresini -başka türlü namazımız olmaz diye sahiplen diğimiz gibi- Hud suresini de Nas suresini de -başka türlü mü'min olarak yaşayamayız diye- sahiplenmek zorundayız. Peki kadın değilsek ve bizi annemiz adamamışsa ve Zekeriya aleyhisselamın yeğeni değilsek Meryem suresinden ne ders çıkarabiliriz? Şöyle: Bizi annelerimiz adamadıysa biz kendimizi adadık Allah'a. Bu hayatın hiçbir bölümünü nefes alırken Meryemden farklı yaşamıyoruz. Meryem suresi de her hikmetini anlamadık diye bizden uzak değildir. Meryem suresinde Allah'ın bizi anlattığını bilmeliyiz."
25 notes · View notes
fikret-i · 1 year
Text
Tumblr media
Bayramlar ah bayramlar!
Mutluluk getiriyorsa da hüzün de derhatır ettiren bayramlar.
Ailede ne anne tarafından ne de baba tarafından kimsenin daha ölmediği, yokluk yılları olsa da tebessümlerin bolca sergilendiği bayramlar.
Rahmetli dedem, Kore Gazisiydi. Biraz şakacı birazcık da palavracı bir karaktere sahipti. Bayram günleri tüm teyzeler ve dayılar kuzenlerle doluşurduk dedemlere. Dağ başında, ahşap ve topraktan yapılmış evleri vardı. Kucaklık dediğimiz modern ismiyle şömineli mutfakları vardı. Ben kucaklık ismini daha çok seviyorum. Bir nevi tüm aileyi o mekan, bir araya getirip kucaklıyordu çünkü. Tüm torunlar, ateşin etrafında toplanır anneannemin, ateşte hazırlamış olduğu etli, nohutlu, patates sulusu ve dövme pilavı bakır tabaklarla önümüze bırakılırdı. Bir taraftan iştahla yemeğimizi yer, bir taraftan da heyecanla dedemin Kore hikayelerini dinlerdik. (Ah ah ateşte pişen o lezzet harikası yemek yazarken bile kokusu burnuma geldi.) Dedeme sorardık, en meraklı torun olarak genelde de ben sorardım tabi.
- Dede ne yerdiniz oralarda?
- Çekirge
Herkesin yüzünde bir tiskinme belirtisi.
- Dede küçücük çekirgeyle nasıl doyardınız?
- Orada çekirgeler çok büyük, bu dağdan diğer dağa kadar zıplarlar.
- E dede nasıl yakalardınız?
- Kamalak ağacının çalılarıyla.(Kamalak, bizim buralara has bir ağaç ne gezsin oralarda)
Arkada annelerimiz bize bakıp tebessüm ediyor. Büyük torunlar atma dede ya diyorlar. Anneannem de arada uyarıyor dedemi:
- Yalan söyleme çocuklara.
Biz her ne kadar yalan olsa da tabiki de dedeme inanacağız o bir kahraman çünkü. Diğerleri sanki oralara mı gidip görmüşler.
Yemeğin de lezzetiyle dedemin palavraları pek bir hoş gelirdi bizlere. (Sonradan öğrendik dedem Kore'ye indiğinde savaş bitmiş imiş.)
Vesaire anılar işte. Her bayramda bir parça geçmişe götüren bazen hüzünle, bazen özlemle, bazen de tebessümle yadettiğimiz anılar.
Fikret İ
42 notes · View notes