Tumgik
#bizdenparcalar
muhaibb · 2 years
Text
DÖNGÜ
Radyodan bir ses duyuyorum. “…bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir...” Bu sözlerle aniden irkilip irademe kavuşuyorum. Gözlerim açık mı kapalı mı emin değilken farkına varıyorum ki güneş ışıkları odamın perdesini delip geçiyor. Bu ışıklar güneşin batanına mı yoksa doğanına mı ait emin olamıyorum. Ancak bir hışımla girdiklerine şüphe yok penceremden içeri. Güneş, toz parçalarına vura vura hızını kaybederek iniş yapıyor asırlık desenlerine halımın. Evi temizlemeyeli bir hayli zaman geçmiş olmalı ki toz parçalarının yarattığı sürtünme güneş ışıklarının canını epey yakıyor gibi. Halıya inene kadar bitip tükeniyor güneş ışıkları ve adeta sönüyorlar. Bu durum halımın üstünde bir sakinlik yaratıyor.
Odama bu açıdan bakınca huzuru bulabileceğim bir çıkar yol var diye düşünüyorum kendi kendime. Ancak ne yazık ki düşüncelerimden düşen ve odamı kaplayan o ağır havayı da inkar edemiyorum. O hava ki her zaman kasvetli kılar benim odamı. Bulaşıcıdır. Asla odamla yetinmez. Köklerini salar, gövdesini uzatır, yapraklarını olmadık yerlere sokar. Yeri gelir keser atarım düşüncelerimi fakat o ne büyümekten usanır ne de dallanıp budaklanıp tüm mahremlerimi ifşa etmekten. Beynimde filizlenir ancak başka mekanlara seferler düzenlemeye meyillidir ve hatta sever de. Gezgindir. Statiği reddeder. Bazen başka bir şehirde bu dünyanın kahrını da çekmiş sefasını da sürmüş 70 küsür yaşındaki bir kadının yatağına gider. Bazense kıt’alar aşıp çöllerde yer edinir kendine. O benim dünyamdır esasen budansa da budaklansa da.
Ah bu düşüncelerim… güneşin, toz parçacıklarının, halının ve sakinliğin üzerlerini kaplar ve o sakin havayı tamamen kasvete bürür. Daha aradan 3-5 dakika geçmemişken ağır hava yerini tamamen zifiri karanlık bir dünyaya bırakır. Bir şeyler karalamaya yetiştiremeden bedenimi ruhunu düşüncelerime teslim eder bahtsız odam. Geniş zaman kipinde ne kadar yargıya varsam da esasen kesinkes konuşturmaz. Bildiğini de unutursun. Konuşurken artık ya tahminler sıralarsın art arda ya da cümleni yarım bırakırsın ki kesin kanıya ulaşmayasın. O düşünceler sardı mı etrafını asla emin olamazsın hiçbir şeyden. Cümleler soru işaretiyle başlar, sorularsa hiç bitmez. Biten senin aklındır. Aklın bitince düşüncen ölür, gözlerin kapanır, iraden bir süre ayrılır ruhundan. Sonra arafı atlatana kadar bekler, güneşi fark eder, toza ve halıya bakıp umutla uyanırsın ve o sırada yeniden belirir düşünceler…
3 notes · View notes
muhaibb · 4 years
Text
Kelimelere dökemediği muğlak, biçimsiz ve kasvetli fikir kütleleriyle cebelleşiyordu kafasının içinde. Henüz onları bir fıkrada toplama muradına erememişken bu biçimsiz kütleyi nasıl bir başkasına nakledebilirdi ki? Kendini tamamıyla açmak istiyordu bir başkasına. Hayır, hayır! Bir başkasına değil nadide bir bedende var olan biricik bir ruha. Bir sofra bezi gibi sermek beynindeki düşünceleri ve teslim olmak istiyordu. Gardını indirip özüne ait her şeyin kilitli olduğu o kutsal sandığın anahtarını başkasına teslim etmeye çok hazırdı ilk defa. Ancak o ham, dokunulmamış ve belki de altın değerinde olan fikir yığınları buna mani oluyorlardı. O yığınlar ki geceleri onu sarıyordu sonsuza kadar uzayan çirkin elleriyle ve bulanıklaştırıyordu gündüzleri. Pişman değildi gerçi bu kambura sahip olduğu için. Hoş, olsa ne! Bir kere musallat olup onu saran bu kaygı nasıl olur da kendiliğinden terk edebilir ki varlığının yegane sebebini? Artık o biçimsiz kütleyi işlemekten başka çare bulamayacağı ayan beyandı. Ya prangasının zincirini eline alıp özgürlüğe kavuşacak ya da onu mütemmim cüzi bilip ruhuyla beraber teslim edecekti üstündeki bu huzursuzluk dalgasını.
9 notes · View notes
muhaibb · 4 years
Text
Ya Değil Yaşamak
İçime düşen yaşama sevinci benim değil
İlüzyonlarımdan koru beni Tanrım
Kayboluyor rahata erdirmeyen sanrılarım
Sanki, sanki köklerini salmış yaşamak,
İçime.
Bağrımdan şaha kalkan mutluluksa da
Değil yaşamak, düşen payıma
Ya Ölüm
Sahih meselelere ben bu taksiratla
Nasıl yordumsa kafa
Öyle vurulucağım günün birinde
Sanıldığı gibi ne beyaza ne siyaha ne kan kırmızısına çekeceğim
Grileri çekiştirecek azrail vücudumdan
Kaygının cesediyle birlikte gömüleceğim
Ya Nihayet
Üzerime rahmet kar tanelerinin
ayıklanmış taşlarına birer birer takıldım,
düştüm
Ardına kadar açılsa da, kapıların
Kolu tuttu beni, yeni içimde kaldı
hikayem yazıldı, game over
can, yakamdan düştü nihayet
Ya Erdir
Paçalarımdan düşen taşlar saplandı
Ağardı saçlar bir araya toplandı
Muğlaktı yolları, ben kör topaldım
Nasılsa olur
Eller açıksa da gözler günahkar
Ya Erdir
Ya Erdir
Ya’sız Yas
Uyanıp dururum tekraren
Sana, yas’a, yasaya ve zindana
İzne tabidir değildir hiçbir şey fikrimde
Yolunu çizer kadere inat ama
Kaderim,
Sana, yas’a, yasaya ve zindana
Emanet.
1 note · View note
muhaibb · 6 years
Text
https://youtu.be/YJ__ja4QpMM
undefined
youtube
~
uçtu, uçtu geldi kondu toprağa
sordu alına kırmızısına, siyahına karasına
"Kalsın toprak olduğu yerde, sükuti bir isyanla el sallayıp kıralım mı rüzgarı
gökyüzünden güneşe dokunalım mı arsız kanatlarımızla
göğü yarıp onu saralım mı aşk ağıyla
kurutsun güneş seni, -dudaklarda bir katre alev ol-
öyle yar diyeyim mi sana"
~
o öyle kırılgan, öyle narin, öyle ender
durdu, durdu, döndü
toprak benim kökümdür dedi
o öyle güzel, öyle hırslı, öyle hürriyet mahkumu
gökyüzü de benimdir, güneşe değmeliyim dedi
o öyle sevdalı, öyle aşık, öyle kör
köklerime su değsin, vücudum, alım, karam senindir dedi
o öyle mutlu, o öyle inançlı, o öyle işte...
söktü kökünden, kopardı
kaldırdı kanadını, uzattı semaya
bir çırptı, iki çırptı, yükseldi, yükseldi vardı kuzaha
güneş battı, gökyüzü karardı, takati kalmadı, bıraktı kendini, düştü toprağa
alını siyahını, kırmızısını karasını toprağa gömdü
ezildi acı bir tat bıraktı dudaklarda
yarıldı toprak, gömüldü dünya
~
4 notes · View notes
muhaibb · 6 years
Text
Ellerime bakıyorum. Yaşlanmışım. Zaman ne de hızlı akıyor. Zamandan öte, yalnız bir an yaşlılık haberini verebiliyor insana. Ellerime baktığım an, yaşlandığımı fark ediyorum. Oysa ölüm öyle değil. Zamansız ve ansızın kapında beliriyor. Şüphesiz bu, bayağı bir tespit. Bu tespiti yapanların ilki değilim ve sonuncusu da olmayacağım. Ama bu tespiti yapmak da boynumun borcu. Kendileri farz-ı kifaye gibidir. Her gün en az birimiz yapmazsa, Allah korusun, ansızın ölebiliriz.
8 notes · View notes
muhaibb · 6 years
Text
İnsanlar ağır imtihanlardan geçiyorlar. Tökezliyorlar. Sen diyorsun ki benim başıma gelse bu, ben dik dururdum. Gerçekten de öyle. Senin başına gelse sen dimdik dururdun. Gel gör ki senin başına basit bir şey geliveriyor. Küçük bir imtihan. Ama sen burada tökezliyorsun. Hatta düşüyorsun. Sen hiç beklenmedik bir yerden alıyorsun darbeyi. Bir nevi iddiandan vuruluyorsun aslında. Görmezden geldiğin şey iddian oluyor senin.
8 notes · View notes
muhaibb · 6 years
Text
BİLDİNİZ Mİ?
Olmayacak ve bilmeyecektik. O, bilinmek istedi ve bizim hikayemiz böylece başladı. Biz, olduk ve bildik.(?) Ancak insan elbette ki bu kadarıyla yetinmeyecekti, yetinmedi de. Adem bilmekten ziyade bilinmek istedi. Hikayesi nasıl başladıysa öylece devam ettirme kararı aldı. En mütevazisi dahi bilinmek iştiyakıyla yandı durdu. Peki ne ile bilinmek?
İşte aslında tam da burada başlıyor yazımız. Her bir Adem ayrı bir hikayenin başrolü. Gelen geldi, geçen geçti, gitti. Gün oldu, bilinmek her Adem'e nasip oldu. Ancak mesele bilinmek arzusu değildi. Bilinmekti her şey ama ne ile bilinmekti. Ne ile bilinecekti Adem? Adem'in arzusu bu raddede olduğu sürece ona bilinecek yol çoktu elbet. Fakat onun bilinmesi ana hatlarıyla ikiye bölündü: fikren ve şeklen.
Şimdi baştan alalım. Önceki bir yazımıza gidelim. Ne dedik? Instagram Allahımız. 2019 yılı itibariyle şeklen bilinmenin en sağlam sponsoru şüphesiz ki Instagram. ( Konudan bağımsız onu Allah yapan daha nice şey var. Ve kendileri sadece ikonum yoksa bizzat Instagramla bir derdim yok) Şeklen bilinmekten öteye gidemeyen kalabalıklar sürüsünün bizatihi yuvası. Şeklin esas alındığı, hatta bilinmek ve beğenilmek arzusu ile şekle yeniden form verilip yokluğun olağanmış gibi servis edildiği pazar yeri. İnternet aleminin en masum pazarı. Yanlış anlaşılmasın, ben de bir Instagram kullanıcısıyım. Yanlış anlaşılmasın bu yazının yazılmış olmasının dahi pek gizli ama bir o kadar da gerçek sebebi bilinmek arzusu. Belki fikren ama şeklenine de kurban olduğum doğrudur, her Adem gibi. Öte yandan bu yazıyı yazmamın çok aleni ama bir o kadar da rahatsız edici sebebi ise korku. İnsanoğlunun varabileceği nokta beni gerçekten kokutuyor. Şeklen bilinme arzusunun getirdiği aleniyetten korkuyorum, mahremiyetimizi dalga dalga silişinden korkuyorum, her Instagram hesabıyla çalınan fikren bilinme isteğinin ve fikirlerin kayboluşundan korkuyorum. Herkes gibi eleştirip herkes gibi tüm alışkınlıklarımızı devam ettirişimizden korkuyorum. Hiçbir sosyal medya aracı cahilliğimizden alıkoymayacak bizi. Hiçbir sosyal medya aracı üyeliğinden kaçınmak bizi bir adım öne götürmeyecek. Hayır, hayır meseleyi siz yanlış anladınız, mesele bu değil. Hiçbirinize bir şey söyleyecek gücüm yok. Söz bana ait, söz bana gidecek. Ben iki kişiyim. Bir yarım şeklen bilinmek, bir yanım fikren bilinmek istemekte. Birine izin vermeyim diyorum elimde değil, birine yol vereyim diyorum gidilecek yol belli değil.
4 notes · View notes
muhaibb · 5 years
Text
Tumblr media
iç yakan bir pazartesi
bu sıcağın ve ayazın değil
yağmurun ve senin yakışındır
-ve belki bizim Allah'a yakarışımızdır.-
1 note · View note
muhaibb · 6 years
Text
hesaplayamıyorum hayatın bana yazdığı keşmekeşi. yaşlanıyorum. her seferinde yeni tecrübeler ediniyorum ve şaşmamalıyım diyorum artık gelene. yine de şaşıp kalıyorum. çünkü hesaplayamıyorum hayatı. yazgıdan bihaberim. yalnız bu sefer hayat beni senle vuruyor gibi. senle göklere çıkarmıştı beni. seni hesap edememiştim. senliliği hiç ama hiç hesap edemedim. ya eksik ya fazla çıktın. ama uydurdun kendini bana her defasında. sen öyle güzeldin. sen öyle güzelsin. bense hesaplayamamaya devam ediyorum. bir şeyler fazla geliyor. ben eksilemiyorum. sadece eriyorum. beni yakacak olan sensin fakat eritme beni. ben intihara kalkışabilecek bir şair kadar cesur değilim, olamadım hiç. yola baş koyamadım, koyamıyorum. sen benim geleceğe dair tek umudumsun. beni yakacaksın. cayır cayır yanacağım, kül olacağım. orada yeniden başlayacağım bir hayata, seni içremde bambaşka biri yapacağım, bense artık ben olmayacağım. birlikte bire koşturacağız hayatı. hesaplamayacağız artık. sonsuza uyacağız. ama ne olur şimdi, tam da şu anda eritme beni, beni yok etme, beni hiç etme. henüz yok olacak bir yerim dahi yok bu evrende.
2 notes · View notes
muhaibb · 7 years
Text
içimde ölen biri var.
Evine girip yatağına uzanmış olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Ankara ayazında kavrulmuş ayakları ana evinden getirdiği yorganın altında ısınınca tekrar düşünebilmeye başladı. Bu sefer kararlıydı hiçbir düşüncesini hasır altı etmeyecek, üstüne gidecekti. Kaybedebileceği hiçbir şey kalmamıştı. Yalnız yaşamanın vermiş olduğu cesareti ilk defa hissedebiliyordu. Sevdiklerinden, aradıklarından, umduklarından ve nihayet kendinden uzakta olmanın cesareti. Ürkekliğin cesareti...  Vücudu ısındıkça beyni soğuyordu, buz tutuyordu damarlarındaki kan. Hızlıca bir ürperti duyuyor, her ürpertinin peşine sayıklamalar takılıyor, her sayıklamanın bir konusu oluyor her konu bir soruyla bitiyor fakat bu konulardan çıkarsamalar yapamıyordu. Sorular, sorular, sorular. Cevaplarını bildiğine inandığı soruları soruyordu kendine. Belli soru kalıplarından oluşan bir boşluğa düşmüştü. Ancak bu gece, tam şu anda, her şeyin olup bittiği ve hiçbir şeyin öneminin olmadığı şu anda her zaman yaşadığı boşluk hissiyatını daha da fazlaca hissediyordu içinde.
Kararını vermişti bu sefer beynindeki buz tutan düşüncelerden kurtulmak için uyumayacaktı. Uyuyup geçiştirmeyecekti beynindekileri... Birden insanların nasıl dayanabildiklerini düşündü ve gözünden bir damla yaş aktı. Ağlama konusunda şimdiye kadar hiç sıkıntı çekmemişti. Yanında kimsecikler yoksa gözyaşları en yakın arkadaşı oluveriyordu birden.  Bu tam olarak onun hayat kurtarıcı rutiniydi. Düşünceler, gözyaşları, uyku ve yeni bir gün. Peki gerçekten hayatının kurtarılmasına ihtiyacı var mıydı?
Hemen toparlandı yatağından kalktı. Saat gece yarısına yaklaşmaktaydı. Telefonu alıp onu aradı. Konuşmak istediğini söyledi. Yarım saat içinde evine gelmesini isteyip telefonu kapattı. Hemen hızlıca bir duş aldı. Saçlarını güzelce tarayıp kuruttu. En sevdiği elbisesini giydi. Mutfağa girdi. Ortalığı toparladı. İki insanın girip yemek yapmakta zorlanacağı mutfağından ikeadan aldığı küçük masayı ve yine ana evinden getirdiği yıllanmış iki sandalyeyi kapıp salonun ortasına koydu. Eve gelmeden önce misafiri için aldığı rakıyı salondaki masanın üstüne koydu. Kendisi için de bir bardak su ayırdı. Oturup misafirini beklemeye karar verdi.  Pek fazla eşya bulunmayan bu odanın ortasındaki masa ve üstündeki ip odayı doldurmuştu adeta. Çok geçmeden zil çaldı. Misafirini salondaki masaya oturtturdu. Eliyle buyur işareti yaptıktan sonra mutfağa gidip çerez getirdi. Misafiri çoktan başlamıştı. Onun bu özelliğini gerçekten seviyordu. Rahat oluşunu, kafasına hiçbir şey takmadan istediği gibi yaşayışını seviyordu. Aynı zamanda nefret de ediyordu bu özelliklerinden. Misafirinin bu özellikleri aslında onu uyutmayan düşüncelerin asıl sebebiydi.
“Hiç uzatmayacağım hemen konuya gireceğim” dedi. Sonra oturduğu yerden masaya biraz daha eğildi ve misafirinin gözlerinin içine bakarak “Neden yaşıyoruz?” dedi. Misafirden herhangi bir cevap alamadı. “Senden bir cevap beklemiyorum. Bu soruları sana sorduğumu bilmeni istiyorum. Sadece bu soruları sana sorduğumu bilmeni istiyorum o kadar. Sorularıma ne ben cevap bulabildim ne de sen bulabileceksin. Sorularımın cevaplarını hem ben biliyorum hem sen biliyorsun. Peki o zaman söyle bana. Bu kadar acıya rağmen neden yaşıyoruz? Hadi ben Müslümanım ve kendimi şu ipe bağlamaktan korkuyorum, ya sen? Sen hiçbir şeyi düşünmeyip bu hayatı yaşamak istiyorsun. Çektiğin en küçük acı bile yaşamamak için bir sebep değil mi? Şu ipe boynunu geçirdikten sonra hiçbir acı hiçbir sıkıntı kalmayacak. Üstelik her şey yok olacak sana göre. Eninde sonunda yok olacağın şu dünyadan ne zaman göç edeceğini bilmenin büyük hazzını nasıl görmezsin? Hiçbir mutluluk en küçük acıyı dahi yok edemez. Dahası insanlar acı içinde yaşayıp göçüyorlar bu dünyadan. Sen de o insanlardan biri değil misin?  Üstelik okumuş bir insansın ne kadar aciz ve cahil olduğunu bilebilecek kadar. Neden yaşıyorsun hala?”
Misafir bu sözler üzerine ev sahibinin yarısı su ile dolu bardağına rakısından damlattı. Eliyle buyur işareti yaptı. Ev sahibi elini bardağa götürdüğü anda konuşmaya başladı. “Neden yaşıyorsun? Belli ki intihar etmenin büyük günah oluşundan korkuyorsun. Cehenneme gitmek değil mi seni korkutan? Cennete gidebileceğine inanıyor musun? Gerçekten cennete gidebileceğine inanıyor musun?  Senden herhangi bir cevap beklemiyorum. Bu soruların cevabını hem sen biliyıorsun hem de ben. Bu kadar bataklığa saplanmışken subjektif değerlendirmeyle iyi bir insan olduğunu iddia eden birisin. Diyelim ki sen ahlaki değerleri olan ve buna göre hareket eden bir insansın. Ancak Kitap bu yeterli değil diyor. Bunlarsız cennete giremeyeceğin belli. Görevlerini yerine getirmeyerek bataklığın içine düşüyorsun kendi inancına göre. Bu seni cehenneme götürecek. İntihar etmek de öyle. Tüm bu acılara rağmen nasıl yaşıyorsun? Benim müslüman olmadığımı iddia ediyorsun. Ben sen ne kadar müslümansan o kadar müslümanım. Ben, sen ne kadar şu ipte yok olmak istiyorsan o kadar istiyorum o ipi. Sen Kitabı okuduğunda ordaki ipe ne kadar tutunup çıkmak istiyorsan bu bataklıktan ben de o kadar çok istiyorum. Sen Kitaptaki iple masanın üstündeki ip arasında ne kadar git gel yaşıyorsan o kadar git gel yaşıyorum ben de. Senle ben aynıyız. Senle ben biriz, birlikteyiz. Sen nasıl bu masadan kalkınca dumanını çekip, dünyanın en ağır başıyla uzanıp yatacaksan yatağına ben de aynısını yapacağım. Biz aynı bataklıktayız, aynı yolun yolcusuyuz. Ne cehennemi hak edecek bir şey yaptık, ne de cenneti. Biz senle bu dünyada nasıl araftaysak öbüründe de arafı hak ediyoruz. Hiçbir ipe sarılmaya gücümüz yok. İnsanoğlu dünyanın aciziyse biz de insanoğlunun aciz olanıyız. Beynimizde fırtınalar kopar ama kılımızı kıpırdatmaya dahi gücümüz yok bizim.”
Misafir cebinden marlborosunu ve kibritini çıkarttı. Önce ev sahibine uzattı. Sonra kibritini ateşe verip sigarasını yaktı. İyi geceler deyip bir hışımla kalktı masadan ve çıkıp gitti. Ev sahibi ise yavaşça kalktı masadan. Sandalyesini alıp balkona çıktı. Ocağını yakan çakmağı ile bu sefer sigarasını yaktı, çekti dumanını içine. Sigarası yanıyordu, ateş olup yanıyordu adeta, kıvıl kıvıl yanıyordu sigara, cayır cayır yanıyordu, balkonu duman kaplayamıyordu ama ateş kaplıyordu. Her yeri kapladı ateş yanıyordu her şey, hiçbir şey kül olmadı. Sapasağlam duruyordu ev sahibi, sapasağlamdı eti, sapasağlamdı balkondaki asırlık hasır, sapasağlamdı komşunun bin bir türlü çiçeği, sapasağlamdı misafir,  sapasağlamdı dünya ama yanıyordu her yer....
3 notes · View notes
muhaibb · 8 years
Text
              Sahi neden pekiştiriyorduk kelimeleri? Bu soru öylesine yer edinmedi beynimde. Birkaç yıl önce yabancı bir arkadaşım sormuştu bu soruyu bana. “Siz Türkler neden pekiştiriyorsunuz kelimeleri?” Taze yeterli değil miydi mesela bizim için? Neden taptaze, neden sımsıcak, neden yemyeşil, neden dimdik?
              Bir bahar akşamı, henüz gelmiş ziyaretimize bahar havası, cemreler düşmüş düşebilecekleri kadar, balkondan uzanmışım duman diye çektiğim içime devadır ve bir yandan sımsıcak çayımı yudumluyorum. İnanır mısın içimdeki ateşi bastırıyor bu sıcaklık. Kenarındayız şehrin, uzatıyorum kafamı, karşımda bir kaç bina ama daha çok doğayla iç içeyim. Şehir batıya doğru büyürken, güney henüz işgale maruz kalmamış. Dimdik uzanan kavak ağaçlarına bakıyorum. Bir de çınarımız var, o da dimdik. Doğa gökyüzüne doğru havayı yırta yırta büyüyor. İnsan eliyle dikilen binalar bile dimdik her ne kadar yarışsa da asırlık çınarımızla. Ağaçlar yaşken eğilmiyor. Köküne vurulmadıkça darbe hiçbiri ödün vermiyor kendinden. Benim derdim doğa değil diyorum kendime.
              Zor dönemlerden geçiyoruz. Allah herkese bir imtihan hediye ediyor, etmiş, edecek. Bugün hoca cuma hutbesinde iyilik ve kötülükten bahsetti. Ben müslüman bir ailede doğdum. Bilemiyorum iyi midir, kötü müdür bu. Dik durmanın, doğruluğun, adaletin erdemlerinden bahsedildiği bir çevrede doğdum ve büyüdüm aynı zamanda. Şükür ki imtihan diye yüklenen omzuma ağır değildi bir çok insanınki kadar.
              Bilemiyorum Eva. Biz Türkler neden pekiştiriyoruz kelimeleri. Neden dimdik durmak diyoruz? Dik durmakla dimdik durmanın arasındaki fark nedir tam olarak? Bilemiyorum Eva. Hepimiz hayranıyız masmavinin, dimdik durmanın. Peki hangimiz gördü masmaviyi, hangimiz dimdik durabildik? Yirmili yaşlarıma basıyorum. Daha bir farkındayım her şeyin. Dik durmuyor kimse Eva. Göğsüme bir ağırlık çöküyor her gün. Onlar dik durmadıkça ben kamburlaşıyorum. Ne olurdu sadece dik durabilselerdi Eva? Ben giderek hiçleşiyorum, batıyorum. Beceremiyorum anlayacağın. Onlar dik durmadıkça ben kaybediyorum Eva. Sıyrılamıyorum öyle halkımdan. Kolay değil, biz ayrı düşsek de onlara gelen neyse bana da o geliyor. Birey değilim, olamadım ve olamıyorum. Halkım kaybedince ben de kaybediyorum.
1 note · View note
muhaibb · 6 years
Text
Instagram Allahımız
On sekizli yaşlara basarken eskaza(!) edindiğimiz o enerji daha yirmili yaşların ortasına gelmeden böyle yitiyorsa o köprünün altından çok sular akmış demektir.
Eylemsizlikle geçen değil yine eskaza oluşan onca eyleme rağmen bir yere varamamanın sonucudur :“İnstagram Allahımız”
Gördüm ki her şeye rağmen sabırla beklemek en doğru olanı. Hiçe doğru hatta daha da kötüsüne doğru sürüklenirken, sabırla aynı şeyi tekrar edeceğiz. İnstagram Allahımız demeyelim diye her gün olması gerekeni söyleyeceğiz. Ama İnstagram hepimizin Allahı olmaya devam edecek.
Köprünün altından çok sular akarken, o vurucu şiddettiyle, neyin doğru neyin yanlış olduğunu tayin edebilip ama doğru ya da yanlış karşısında tavır alma kararlılığını gösteremediğim bir dünyadan doğru ve yanlışı da sildi ne yazık ki! Rehbere uyacağımız rehberler seçerken rehberle aramızdaki bağlantı da koptu.  
Kierkegaard’a göre estetikte miyim etikte miyim? “ İnsan gerçekten sıçramadıysa, ‘neredeyse sıçramış’ olmak bir işe yaramaz.” Estetik ya da etiğin hiç önemi yok. 3. Aşamayı görmediğimiz sürece tüm huzursuzluklarımızla burada debelenmeye devam edeceğiz.
Matrix filminde Cypher belli bir bilgi birikimine ulaşan herkes gibi cehaletin erdem olduğunun farkına varıyor. Aynı şartlar altında yaşasaydım Matrix’e dönmek için onun yolunu tercih ederdim. Gerçek dünyada bunun sadece iki yolu var. Birincisi delilik. Ki bu bir tercih değildir ancak bu mertebeye ulaşılsa bile başlangıç noktasına değil gizemli olan başka bir boyuta geçiyorsun. İkincisi ise intihar. İntihar en başından beri bir seçenek olsaydı bu girdaba zaten hiç düşmezdik.  Yani kısacası Cypher’in yolu gerçek hayatta hiç var olmadı.
Sonuç itibariyle küçük adımlarımızın bizi götüreceği yeri bekleyedururken yine ve yeniden oluşacak eskazalar sonucu meydana gelen eylemlerin bıraktığı yerde soluk almaya devam edeceğiz. Son soluğa kadar bu kısır döngü devam edecek. Sadece aramızdan bazılarımız bu kısır döngüden, bu girdaptan, estetik ve etik aşamasından ve en önemlisi instagramdan kurtulup yerini bulabilecek.
 not: iç dökmelerim öncesi parlama noktam burada
0 notes
muhaibb · 8 years
Text
22 yıllık kısa yaşamım boyunca tecrübe ettiğim bir şey var ki insan kendi yaşamını idame ettirebilmek için en iyi, en mükemmel şartlarda dahi hayatı kendisine dar edebilme yetisinin yanında en zelil, en kötü şartlarda umudunu canlı tutabilme, kendisini yenileyip yaşama sevincini tazeleyebilme yetisine sahip bir varlıktır.
2 notes · View notes
muhaibb · 8 years
Text
Bakınca kanayacak yaralarımız var diye gözümüz kapalı yaşıyoruz hayatı.
1 note · View note
muhaibb · 8 years
Text
Herkes büyük oyunu oynadığını zannediyor. Sözde herkes kapalı kapılar ardında kaderimizi tayin ediyor. Şöyle bir baksan gücü elinde bulunduranlar kendince bizim geleceğimize yön veriyor, kafasına göre rızkımızı bize hediye ediyor, isteyince onu elimizden alıyor. Yaşamlarımız onlara bağlı. İşin kötü tarafı dilimizle ikrar etmesek de içten içe inanıyoruz bu yalanlara yada tam idrak edemesek de tarafı oluyoruz. Oysa hiçbirinin büyük oyundan haberi yok. Onlar boğulacak, bizler utanacağız. Bu dünyanın hesabı ötekini tutmayacak.
4 notes · View notes
muhaibb · 8 years
Text
Dert kaleme ruh üfler, onu güçlendirir.
3 notes · View notes