Tumgik
#bizim gazete
cagdasyatirim · 2 years
Text
Tumblr media
12 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 10 months
Text
Pençe kilit hareketinde üç şehidin var Türkiye başın sağolsun
taş üstünde taş gövde üstünde baş birakmayin insallah
Tumblr media
Düşünsene;
Köydesin.
Tarlada uğraşıyorsun.
Gazetelerden Yunanlıların Ege' yi işgal ettiklerini okuyorsun.
Yaşadığın köye çok uzaktalar. Sana gelene kadar durdurulacaklarını ve köyüne gelemeyeceklerini düşünüyorsun.
iki gün sonra gazeteye bakıyorsun.
Komşu şehirdeler. Yolu yarılamışlar.
Endişeleniyorsun.
Birkaç gün sonra gazete de çıkmaz oluyor.
Çevre köylerden haber geliyor.
Hepsinin basılıp yakıldığını duyuyorsun.
Bıçak kemiğe dayanmış.
Gidecek yerin de yok.
Bekliyorsun. Sabah oluyor , akşam oluyor sonra tekrar sabah oluyor .
Belki bizim köye gelmezler diyorsun.
Köyden silah sesleri gelmeye başlıyor.
Kaçınılmaz son geliyor.
Artık senin köyündeler.
Düşünüyorsun.
Eşini kızını ve oğlunu kilere saklıyorsun. Silahını alıp evin camından dışarısını gözlüyorsun.
Dakikalar sonra evin önünde 30 kişilik düşman müfrezesi görünüyor.
Basıyorsun tetiğe.
Biri indi.
Bir daha basıyorsun. Bir düşman daha indiriyorsun
Üç dört beş derken mermin bitiyor.
Dalıyorlar evin içine. Dipçik ile suratını dümdüz ediyorlar.
Aman beni vurup gitsinler de ailemi bulmasınlar diye dua ediyorsun.
Buluyorlar.
Askerlerden üçü " Biz bunu bir sorgulayalim " deyip pis pis gülerek eşini sürükleyip ahıra götürüyor.
Diğer üçü de kahkahalar ile " Biz de bunu sorgulayalim" deyip kızını bahçeye çıkarıyor.
Askerlerden biri oğlunu işaret ediyor.
" Öldürün bunu. Büyüdüğünde intikam almak ister"
iki asker vurmak için oğlanı evin arkasına götürüyor.
Çaresizsin.
Beni vurun onlara dokunmayın diyorsun ama nafile.
Ellerin bağlı. Bir şey yapamıyorsun.
"Herşey buraya kadarmış" diyorsun.
Tam bu esnada köyde silah sesleri başlıyor.
Ancak bu sefer çığlıklar köylülerden değil düşman askerlerinden geliyor.
Türk askeri giriyor köye.
5 Mehmetçik evin arkasına koşuyor oğlanı kurtarmak için. Düşman askerini indirip oğlanı kurtarıyorlar.
4 Mehmetçik. Ahıra saldırıyor eşinin ırzına geçmesinler diye. Son anda yetişiyorlar. Orada ki düşman askerini de vurup hatunu kurtarıyorlar.
Diğer Mehmetçikler evin bahçesine dalıyor. Kısa sürede çatışma bitiyor. Kıza da zeval gelmeden kurtarıyorlar.
O asker senin canını, namusunu , serefini kurtarıyor.
Şimdi sen bu askerlere " Oruç tutuyor musun, namaz kılıyor musun , cumaya gidiyor musun, hangi partilisin, mezhebin nedir, dinin nedir " diye soru sorar mısın ?
O noktadan sonra senin için önemi olur mu ?
Bizi birleştiren partimiz , rengimiz, dinimiz ya da mezhebimiz değildir.
Bizi birleştiren maya akrabalıktir, Türklüktür,
Birbirinize sahip çıkın.
Sizin köyünüze sıra gelmeden... Anadoluyu vatan yapan, " Yurtta Barış, Dünyada Barış " diyerek bağımsız ve özgür Türkiye Cumhuriyetini kuran, eşsiz, yüreğinde sadece vatan sevgi ve şuuru olan önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, kahraman ve fedakar komutan ve silah arkadaşları ecdadımızı ve vatan millet yolunda can veren tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.
🔴 Bizde #Yiğitler Tükenmez ❗Rabbim Muhafaza Etsin #Sizleri...🇹🇷🦅😎🧿
#JÖH 🇹🇷🦅
21 notes · View notes
etaali · 1 month
Text
Tumblr media
(Zannediyorlar ki, Şiilere sövünce Filistin'e sırt döndürecekler.)
Gazze burası.
Herkes biliyor artık onların kaderini. Hepimizin gözü önünde bu tufan.
75 yıllık sürgün bir halk...
Ve insanlığın imtihanı; Bütün dinlerin, bütün dinsizliklerin, siyah ırkın, beyaz adamın...
Sığındığı bir mülteci kampından yine kaçıyor insanlar.
Gök ateş, yer ölüm...
Kimsesizlik bu kadar mı kanatır, vatansızlık bu denli mi aşağılar insanı. Öz yurdunda gariplik nedir bilir misin sen?!
Ve etrafımızda rüsvâlık, bîhaya dolu ortalık.
Ne çok içlerinde kin, nefret, tefrika...
Bu video'da görülen insanların tek birine dahi sahiplik edenin elleri öpülmesi gerekirken, emperyalizme akredite televizyonlar, gazete ve minberler, kürsüler, sosyal medya üzerinden ortaya saçılan bunca kötülük, sadece cehaletin eseri olamaz. Başka bir hesap var. Hesap, düşündüğümüzden de öte...
İbn-i Mülcem'in kini güncellensin tamam, Ali(as)'ye düşmanlık, onun günumüz taraftarlığına kılıcı arkadan indirsin bu da tamam. Tarih boyu hep oldu bu zaten. Abbasiler tam 12 bin baş kesti.
Ancak bu gün bunu yaparken Filistin halkının içine düştüğü ateşi niye harlıyorsunuz, hayasızlar? Ya da bîşeref taife. Görmüyor musunuz bir halk yanıyor cayır cayır. Madem beğenmiyorsun el atanı, bari koş sen git. Nedir bu rezil halin?
Diyorum ya sadece cehalet diyemeyiz buna. Siz işbirlikçisiniz, düşmanın içimizdeki unsurlarısınız. Psikolojik savaş dairesinin elemanlarısınız. Ne çığlık duyuyorsunuz, ne de bunca kan ve gözyaşının acısını hissediyorsunuz.
Düşmana akreditesiniz, görüyoruz bunu.
Rachel'in tükürüğünde boğulasınız... Bir gayr-ı müslim, kıt'alar ötesinden geldi. Tankın paletleri altında kalana dek siper oldu. Siz hâlâ yumuşak etlerinizi büyütün. Pamuk elleriniz klavyelerde; anlından ter, göğsünden kan akanlara iftira üretsin.
Nasıl bir vicdan kuruluğudur ki bu, ateş içindeki bir halkı kurtarmaya çalışırken, onun hançeresinden yükselen "Yok mu bize bir yardım eden?!" feryadına karşılık verirken, o arada birileri tutsun sizi. Ayağınıza bağ olsun. Yüzünüzü gözünüzü tırmalasın. O, bunu yaparken düşman yol alsın.
Tüm bunları kim yapar, niye yapar? Ümmet içine konan bu tefrika bombasıyla neleri yıkmak, dağıtmak ister? Kim kalır altında? Her bir soru saç ağartan cinsten. Neleri konuşuyoruz görüyorsun değil mi?
Yazık değil mi, utanmıyor musunuz? Filistin yanarken ısısında ısınmak ha! Yüzünüz gülmesin.
Allahaşkına mezhepçiliğin yeri mi şimdi?!
O günler mi, bu günler?
Tamam sizinle kardeş değiliz, rahatladınız mı şimdi.
Ancak şunu o kıt aklınıza sokun. İrin dolu kalbinize söyleyin;
Seyyid Hasan'ın kaç yıl önce söyledigi o söz hep sözümüz olacak. Zira bizim öğretimizde mazluma dini sorulmaz ve düşmanımız kadar muhaliflerimiz de öğretmenimiz değil...
"Bize Rafizi deyin, ne derseniz deyin. Andolsun Allaha, Ali(as) Şiileri olarak Filistini yalnız bırakmayacağız. Doğram doğram doğransak da..."
Biliyoruz, İsraili savunamadığınız için en kuvvetli düşmanına saldırıyorsunuz. Elinizi görüyoruz. Zira oyunu biliyoruz, kime oynadığınızı...
Rabbim!
Sen her şeyi bilensin.
Direnişi mazlumlardan ayırma. Üzerine yağan tezvirat yağmurundan koru onları.
Mazlum Filistin halkının duasında olma bahtiyarlığından etme. Şehidlerini, gazilerini, dul ve yetimlerini çerağ eyle.
Münafıklardan sen koru cephelerdeki yiğitlerimizi, küffarla kendileri başeder inşallah...
İsmail, İmad, Mustafa, Ayaş, Fuad olarak kanları birbirine karışan Sunni-Şii vahdetini Filistin'e zafer eyle...
4 notes · View notes
nefretim-kazand · 11 months
Text
TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR
TÜRK, ATATÜRK VE CUMHURİYET DÜŞMANLARI KAYBEDECEKLER..
Değerli Arkadaşlarımızın bazılarının yılgınlık içerisinde olmaları bizi üzüyor. Genel Duruma bakıyorlar haklı olarak ”Geç kalındı” diyorlar..
Hayır geç kalınmadı.. Hiçbir zaman geç değildir. Mücadele bitmez. Gereği şekilde yılmadan mücadele yapmaya devam etmeliyiz.
Kaldı ki şu anda da büyük mücadeleler veriliyor. Dikkatle bakarsanız bir şeylerin adım adım değiştiğini farkedeceksiniz. Ülkemizi sarmalayan ve büyük bir bölümü basına yansımayan tehdit ve tehlikeler azımsanmayacak kadar büyük. Mücadele zor çünkü bir yandan da fesat tohumları ekilmeye devam ediliyor..
Kahramanca mücadele veren tüm kardeşlerimize arkadaşlarımıza okurlarımız adına yürekten teşekkür ediyoruz.
Mücadele bitmez. Gereği şekilde yılmadan mücadele yapmaya devam etmeliyiz.
Geçmişte de bir avuç vatansever varını yoğunu hatta canını ortaya koydu bilhassa son 40 yıldır yoğun bir şekilde mücadele etti.
Bizde 50 yıldır yazıyor anlatıyoruz. Tam 40 yıl önce işin buraya varacağını bizde gördük ve gazetedeki köşemizde ve imkan bulduğumuz her zeminde Türk milletinin maruz kalacağı bu felaketi anlattık.
Bu gün Milliyetçiliğin, Türkçülüğün, Atatürkçülüğün önderi görünmeye çalışan bazı zat-ı muhteremler o günlerde muarızımız olan cemaatlere övgü düzüyorlar bizim yazdıklarımıza "Pranoya" diyorlardı!..
Yine de samimi vatanseverler gazetelerimizi dergilerimizi sosyal ve kültürel faaliyetlerimizi desteklediler.
Ulusal bazda yayın yapan yüksek tirajlı gazeteler ve dergiler çıkardık. Türkiye'nin en kıymetli bilim ve fikir adamları bu gazete ve dergilerde yazdılar anlattılar.
Tüm vatansever kesimleri Atatürk çizgisinde bir araya toplayan bir kucaklaşma ve uyanış oldu.
Hep beraber kitaplar yazdık ücretsiz on binlerce dağıttık.
Vatan yolunda mücadelenin bedeli var. Bizim de 67 yıllık hayatımızın üçte biri mahkemelerde hücrelerde geçti. Onlarca davadan beraat ettik. İki davadan 2-3 aylık bir zaman sıkıntımız kaldı.
Halen gece gündüz mücadele ediyoruz ancak düşman çok güçlü.. 1950'lerden 60'lardan dış destek almaya başladılar. Önce MTTB. ele geçirerek Milliyetçi İslamcı Ancak Komünizme karşıyız görüntüsüyle ABD'nin kucağına oturdular. 12 Eylül ile semirdiler. ABD'nin Yeşil Kuşak projesiyle daha geniş desteğe ve ideolojik çalışma zeminine kavuştular. Milli Selamet Partisi bünyesine sızarak orada palazlandılar.
Daha sonra adım adım buraya kadar getirdiler. Zaten olacaklar görünüyordu bizde olanı biteni veya olacakları dile getirdik ve "tedbir alınmadığı destek olunmaya devam edildiği taktirde Bu sahte dinciler eliyle ülkemizin yıkılmaya çalışılacağını" ayrıntılarıyla anlattık.
Her çıkan ABD projesi bunları destekleme amacını güdüyordu bizde halkımızı aydınlattık.
Bizim gibi 80'lerden 90'lardan yazan anlatan savaşanların çoğu bu gün aramızda değil. Öldürdüler cezaevlerinde çürüttüler. Üzüntüler içerisinde kanser oldular veya kahırdan öldüler..
Eğer bu gün bir Atatürkçü uyanış ve derleniş toparlanış varsa temeli 30-40 yıl önce atılmış ve o günlerden bu günlere getirilmiştir.
Geçmişten bu güne mücadele veren bir avu�� Bilim ve fikir adamı tanımaktan onur duyduğumuz abilerimizin arkadaşlarımızın ve kardeşlerimizin çok büyük hizmetleri olmuştur.
Bu gün hep beraber vatan için el ele yürüttüğümüz bu faaliyetlerin, çabaların temelinde, 30-40 yıl geride kaldığı için arada bir hatırlanan büyük mücadeleler vardır. Bu mücadelelerin asıl kahramanları ise canını ve yüreğini ortaya koyan çok kıymetli arkadaşlarımızdır.
Değerli Arkadaşlarım,
Halen zulüm ve baskı sürüyor.. Bizlerde elimizde kalan son imkanlarımızla izle vatan mücadelesine devam ediyoruz..
Bu şahsi bir kavga değil ki vaz geçelim. Vatan mücadelesi bu yılmak yok son nefesimize kadar mücadeleye devam..
TANER ÜNAL
13 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 11 months
Text
Orhan Veli / Bence Sait Faik ne genç hikayecidir ne de ihtiyar, 40'ını aşmış bir mahalle çocuğudur
Tumblr media
Sait Faik'in 1950'de yayımlanan “Mahalle Kahvesi“ kitabından yola çıkan Orhan Veli Kanık, yazarın anlatım biçimi ve seçtiği kahramanlar konusunda yöneltilen eleştirileri ele alıyor. Faik'in ileri bir dil anlayışına ulaştığını, bununla birlikte zaman zaman çok savruk yazdığını söylüyor.
Yaşı 40'ı geçti. Geçti ya 15 yıldan fazla bir zamandan beri adı Genç Hikayeci diye anılır. Bizim de hala Genç Şair diye anıldığımız gibi. Geçelim...
Neyi anlatmaya çalışacağım? Sait Faik'i mi? Buna pek lüzum yok sanıyorum. Öyle ya, adı sanı duyulmadık bir yazar değil ki. Onu, Yaprak okuyucularının hepsi tanır. Bu çabam olsa olsa, onun yeni çıkmış bir kitabından haber vermiye yarıyacak. “Eh, işte söyledin söyliyeceğini, bir de kitabın adını ver, yeter” diyeceksiniz. Bir bakıma doğru. Bu kitaptaki hikayelerin özellikleri de eski hikayelerdeki özelliklerden pek farklı değil. Ama ne yapılım ki adet olmuş, bir kitaptan bahsederken birkaç da söz söylemek gerek. Yalnız, bu iş, Sait Faik'den bahsedildiği zaman tehlikeli bir iş olabilir. Güçtür çünkü Sait hakkında konuşmak, hoşlanmıyabilir. Kendisi de bir hikayesinde yazmış ya “Hikayelerimi beğenmezler, üzülürüm, beğenirler kızarım” diye. Öyledir, gerçekten.
Bir cümlesini anlamak için uzun uzun düşündüğüm olur
Ama bırakalım biz onun hırçınlıklarını bir yana da bildiğimizi okuyalım. Gerçi Sait'i sevenler, beğenenler çoktur, bununla beraber sevmiyenler, beğenmiyenler de yok değildir. Mesela derler ki: “Çok savruk. Yazdığını okumuyor. Bir yazar, okuyucunun karışısına çıkarken, kendisine biraz çeki düzen verir. Okuyucuya biraz saygı gösterir. Mecburdur buna.” Sait Faik için söylenen sözlerin, daha doğrusu kütülemek için söylenenlerin galiba en haklısı bu. O savrukluğu Sait'de zaman zaman ben de görüyorum. Bir cümlesini anlıyabilmek için uzun uzun düşündüğüm oluyor. “Şu cümleyi şöyle kursaydı daha iyi ederdi” dediğim oluyor. Oluyor ya, bir yandan da biliyorum onun ileri bir dil anlayışına vardığını. Bir sanatkara, fesli redingotlu Babıali dilinin yakışmıyacağını anlamış bir yazar. Bir sanatkarın halkın dilinden, konuşma dilinden faydalanması gerektiğine inanmış bir yazar olduğunu biliyorum. Dili, tadı, tuzu kalmamış beylik kalıplardan kurtarmıya çalışıyor. Kelimelere değil de halk dilindeki cümle oyunlarıyla, türlü evirip çevirmelerle zenginleşmeye çalışıyor. Ama bunu her zaman beceremiyormuş, ne yapalım? Biz beceriyor muyuz sanki? O da bana kaç defa çıkışmıştır: “Böyle kelime kullanılır mu? Böyle Türkçe yazılır mı?” diye. Çoğu zaman hakkı da vardır.
Sınıfını inkar edeni sevmiyor
Bir de onun avare, başıboş bir hayat sürüşüne, kahramanlarını da hep o hayatın içinden seçişine tutuluyorlar. İyi ama ya aradığı insanı o hayatın içinde buluyorsa? Üstelik en iyi tanıdığı, en iyi anladığı insan onların arasında ise? Hem Sait Faik'i sırf bu bakımdan beğenenler de az mı? Kahramanlarından söz açtım da aklıma bir şey geldi. Bir aralık da bir yazar ona gene bu konuda, büsbütün tersine isnatlarla çatmıştı. Üniversitede edebiyat okutan, ünlü gazetelerimizden birinde de makaleler döktüren, saçı biraz uzun, aklı biraz kısa bir bayandı. Kibar bir bayandı ama! Sait Faik'in, kahramanlarını, aşağı tabaka dedikleri, ayak takımı dedikleri halkın içinden seçmesini hoş görmüyordu. Bayağı buluyordu o işi. O bayan, üşenmese de şu son kitaptaki Baba-Oğul adlı hikayeli bir okusa. Belki Sait Faik'in insanı onlar arasında aramasının sebebini bir parçacık anlar. O hikayenin konusunu okuyucularıma kısaca anlatıyım:
Bir gazete müvezzinin iki çocuğu varmış. Biri mahalle çocuğu imiş, bir türlü okumuyormuş. Öbürü kibar olmak sevdasındaymış, uslu uslu mektebine gidiyormuş, derlerine çalışıyormuş. Müveziin ümidi de o kibar çocuktaymış. Mahalle çocuğu, okuyamadığı için gazete müvezzi olmuş. Kibar çocuk okumuş, tıbbiyiyi bitirmiş, Avrupa'ya gidip gelmiş, yurda da büyük bir doktor olarak dönmüş. Dönmüş ama ne fayda? Külüstür bir gazete müvezzi olan babasını tanımamış bile. Babasına, gene, kendisi gibi gazete müvezzi olan çocuk, o okumıyan mahalle çocuğu bakmış.
Babası, öbür oğlan için “Doktor oldu ama adam olamadı” diyor, hakkı yok mu?
Sait Faik'in anlattığı kibar çocuğu da sevemiyoruz. O da sevmiyor zaten. Sevmiyor sınıfını inkar eden, ona bağlanamayan çocuğu. Bu kolay kolay küçümsenecek bir şey değil. Muhakkak ki, sınıfını inkar eden kişi, babasını inkar edenden daha kötü kişi. Az mı var böyleleri aramızda?
Sevdiği kıza bakın, hayata yaklaşımını anlayın
“Peki” diyeceksiniz, “Sait Faik o doktor çocukları sevmiyor da kimi seviyor?” Açın aynı kitabın 54'üncü sayfasını. O sayfada “Kınalıada'da Bir Ev” adlı hikaye başlıyor. O hikayede, yazar, uzaktan tanıyıp da hoşlanıverdiği bir kızdan bahsediyor. Biliyor kızın neyin nesi olduğunu ama kendi kendine şöyle tahminler yürütüyor. Diyor ki:
“Küçük, kaplamaları simsiyah kesilmiş bir ahşap evde oturduğunu sanıyorum... Evin alt katlarında kendileri oturur, üst katını yazın kiraya verirler... Arkadaşım dediğim kızın kendi başına bir odası yoktur.
Onu vapurda, ikinci mevkiin tahtaları üzerinde Rumca konuşurken dinlerim...”
Demek Sait Faik, sevdiği insanı, ihtiyar müvezzinin doktor olmuş oğluna benziyen kimseler arasından seçmiyor. Fakir fukara arasından, kara ahşap evlerde oturan, geçinebilmek için evlerinin iki odasını kiraya veren, bir saatlik vapur yolculuğunu ikinci mevkiin tahtaları üzerinde geçiren kimseler arasından seçiyor.
Şimdi meseleyi daha bir kendimize göre kapatayım. Daha doğrusu Sait Faik için kendime göre bir hüküm vereyim. Hali bir fil hikayesi vardı, körlere filin türlü yerlerini tutturmuşlar da sonra “Anlatın bakalım, nasıl hayvanmış şu fil?” demişler. Bacağını tutan “fil bir kumaştır” demiş, dişini tutan “fil bir kemiktir” demiş. Benimki de biraz ona benzeyecek. Yazıma başlarken Sait Faik'in gençliğinden, ihtiyarlığından bahsettim. Sonra da muhabbetle anlattığı kahramanlarından birinin bir mahalle çocuğu olduğunu söyledim. Mahalle çocuğu, Sait'in hikayelerinde bir – iki tane değildir. Birçoktur. Bunu onun bu yaşa kadar değişmemiş mizacına veriyorum. Bence Sait Faik ne genç hikayecidir ne de ihtiyar. Bence o, 40'ını aşmış bir mahalle çocuğudur.
Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor.
(Orhan Veli Kanık / 15 Şubat 1950 / Yaprak dergisi, sayı: 19)
3 notes · View notes
aynodndr · 11 months
Text
Tumblr media
ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alınt)ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alınt)
2 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year
Text
Fildişi Kulemden merhabalar
Zafer mi? Haklı olmak mı?
Sevgili defter, sana yine fildişi kulemin burçlarından sesleniyorum. Ben bu ülkede hor görülmüş, dışlanmış, damgalanmış, kolundaki yahudi kolluğuyla gezen bir adamım.
Bu adam için ülkenin diğerlerinin yaşadığı saçma sıkıntıların beni bağlamaması çok normal değil mi? Evet normal. Seçimlere bakışım da buydu.
Ülkemiz 2017deki Türk tipi başkanlığı 15 temmuzun gazıyla evet dediği gün biz ülke olarak ne kaybettiğimizin farkına varamadık. Yapılan değişiklik ülke zaten ayrışmış yanarken ocağı tamamen dağıtmak ve tüm köyü yakmaya benziyordu. Saçmaydı. Siyasetsiz hali bile saçmaydı. Ve o gün biz ülke olarak mağlup olmuştuk. Bu mağlubiyetten sonra ülke olarak tek temennim demokrasiye yakınlaşmak olacaktı. Sonraki iki seçim de gösterdi ki konu demokrasiyi kazanamamak bile değildi, toplum olarak net şekilde ikiye ayrılmış olmaktı. Hem de her kesim kendi ifrat ve tefritinde boğulurken.
Kamplaşma mı diyorlar. Heh işte o.
Bir tarafın diğer tarafa koyduğu. Evet. Seçim zamanları böyle değil mi? En sakin insanlar bir anda seçim sonunda koyduk mu diye bağırmaya başlamadılar mı?
Ülkemiz her kesimden cahillik içinde savrulmakta. İşlerinin uzmanı olanlar işlerini bilmiyorlar. Genel olarak halk yoğun propaganda altında ne düşüneceğini bilemez halde, düşünmeden milliyetçilik oyunu oynuyor. Benim açımdan milliyetçilik sonu her türlü kavgayla biten bir evcilik oyunu. Tarih boyunca öyle de oldu daima.
Fildişi kulemden konuşmak kolay. Hele bir de samsunda konuş bunları. Ahahah. Ben yaklaşık olarak 10 yıldır cahille sohbeti kestim. Şaka değil, normal bir vatandaş hukuk bilmiyor malum, ben o adama anayasa, evrensel hukuk ilkesi falan anlatmam, sen haklısın der geçerim. Susarım. Varsın o beni salak sansın. Yendim sansın. Yalan değil. Bu tavrımı bir defa aştım onda da ofiste müvekkilin yanında gelen adamın üzerine yürüyordum dövmek için. Ahahahah. Kimse gelip ofiste siz hukuk bilmiyorsunuz diyemez, hele hele bir sanayi ustası hiç diyemez. Burası samsun ve şiddet doğaldır. Ahahahah. Şaka şaka. Ama adamı kovdum o başka.
Ne anlatıyordum? Fildişi kulemde hava da esiyor biliyor musun sayın defter.
Dur bak. Ben bu tumblrı on yıldır kullanıyorum. Ben tumblr vesilesiyle evlendim sayın defter. Ahahah. Şaka değil bu arada. O sebeple burası benim defterim ve not düşmek isterim. Sonra gelip okurum beş yıl sonra. Yaş 38 olduğunda.
Bir kaç tespit daha yapmam lazım. Beş yıl ya da daha erken gelip haklılığımı ölçmek için.
Demokrasiyi kazananların yönettiği bir sistem sanmamız aslında en büyük yanılgımız. Zira demokrasi bu tezin aksine kaybeden olarak geçen diğer herkesin yönetime bir şekilde katıldığı bir yönetim şekli. Öyle değil mi sayın defter.
Bunu sağlamanın çeşitli yolları var, yani dünyada yaşanan deneyimlerin bize gösterdiği yollar. En bilindiği bağımsız yargı, bağımsız anayasa ve anayasa mahkemeleri. Sonra 4.güç basının özgürleşmesi, reklamların düzenlenmesi, iş adamlarının gazete yönetiminden uzak tutulması vb. Onlarca yol ve yöntem.
Ülkeme dair yapılacak ilk tespit bu olmalı: biz demokratik bir ülke değiliz. Bu şimdinin sorunu değil yanlış anlaşılmasın. Biz cumhuriyet kurulduğundan beri demokratik olmadık. Sistemlerin bir önemi olmadığını, başkanlık yarı başkanlık ya da parlamenter sistem olmasının hiç önemi olmadığını da belirlemek gerekir.
Getirilen sistem bizim neyi, hangi programı seçmemiz üzerine kurulu değil. Evet, buna negatif siyaset diyorlar sanırım. Bir şeytan belirle ve o şeytanın yanında olan ya da olmasa da yanında görünen herkesi şeytanlaştır. Bu sistem boşuna bizim ölüm fermanımız diye demiyorum. Biz kimin yönetmesini seçmiyoruz, kim yönetmemeli diye oylama yapıyoruz, böyle olmadı mı? Oysa bizi kim, nasıl yönetmeli diye seçim yapmalıydık. Olmadı, olmayacak da. Bunu en ileri dediğimiz demokratik toplumlar bile sağlayamıyor. Oyun düşünce kalitesinin yükselmesi gerekiyor. Bu da demokratik olmayan devlet düzenlerinde mümkün olmuyor. Sonuç ne: şeytan diye gösterilen bizi yönetmemeli. Yönetenin bir önemi yok.
Bu arada bu tespitin hükümete yönelik olarak yapılmadığı da belli değil mi? Muhalefet için şeytan kimdi? Ve o şeytan yönetmesin diye oy verilmedi mi? Partilerin programını kimler okudu. Muharrem ince gibi elinde dosyadan başka ne vardı partilerin. Hükümet partisinin hiç yoktu o başka. Ama muhalefette oyu yüzde ikinin üzerinde olmayan deva partisinin bir kaç ışık veren programı dışında kimin programı vardı elle tutulur. Yok. Sıfır. (bu arada altılı masanın parlamenter sistem ve geçiş süreci programı genel hatlarıyla güzeldi. Ama misal ekonomi de kişi adlarından başka program var mıydı? Halledeceğiz, bakacağız, getireceğiz. Hükümet zaten allahlık, onlar ekonominin yumuşak karnı olduğunu bildiğinden konusunu bile geçirmediler.)
İşte ülkenin bu duruma gelmesinin onlarca sebebi varken en temel sebebi bu Türk tipi başkanlık sisteminin bu şeytanlaştırma siyasetinden doğması ve yürütülmesidir. Öncelik bu sistemden kurtulmak olmalıydı. Çözüm parlamenter sistem değil belki ama demokratik kurumların daha etkinleştirildiği her türlü sistem bu sistemden iyidir. Yüzde üç alan partinin amacının hükümet kurmak olmadığı kendi azınlığını savunacağı konuşacağı bir sistemin inşası gerekiyor. Bu olur mu peki? Mümkünü kalmadı artık.
Neye layıksak öyle yönetiliriz. Layık olduğumuz durum bu.
İnşallah olmaz ama durum gösteriyor ki ekonomik olarak sonumuz pek hayırlı değil. Zaten çok kötü durumdayız, ve daha kötüsü kapıda. Üzülür müyüm?
Bu çok önemli soru. Beni taşlayanlara hiç üzülmem demiştim içerdeyken, adımı bilmeden, yandaş basında yayınlanan listelerde bu da vatan haini diyen babam olsa affetmeyeceğim diye söz vermiştim. Bu hesap ahiret gününe bırakılmış bir hesaptı. ancak allah nasip ederse bir kaç cenaze namazına iştirak edip açıktan söylemeyi hayal ediyorum: hakkımı haram ediyorum, haram zıkkım olsun, allah bildiği gibi yapsın. İçerden çıktıktan sonra bu toplumdan nefret ediyordum. Üç yıl kadar sürdü bu. Yumuşadık. Ben eskiden ölümlü trafik kazası haberinde ağlayan adamdım. Şimdi ağlayamıyorum ama üzülüyorum. Samsundaki topluluğun da etkisiyle halkı pek sevdiğim söylenemez. Üzülür müyüm? Ekonomi daha kötü olduğunda mecbur üzüleceğim. Kendim de yanıyorum zira. Ama bir nebze -oh çekme vaziyeti de olabilir. ahahah. Mevcut düzene oy verenlerin ekonomi hakkında eleştirme haklarının sonuna gelmiş durumdayız. Sülaleden birisi ekonomi hakkında ya da başka bir kötülük hakkında konuşursa açıkça da söyleyeceğim: sen artık konuşamazsın bu konuda konuşma hakkını sandıkta nihayete erdirdin. Kabullendin ve bize kabul ettirdin artık yaşama zamanı.
Kaç ay ya da yıl sonra bakacağız bakalım bu yazıya tekrar?
Mevzu sadece ekonomik değildi. Hatta ekonomi onca sorunun belki en kolay halledilecek yanıydı. Asıl önemli olanın hukuk olduğunu düşünmekteyim. Anayasal ilkelerden demokratik devlet düzeninin sağlanmasının en temel yöntemi hukuk devleti olmak zira. Hukukla ilgili bu hükümet öyle sınıfta kaldı ki. Hükümet yanlıları dahil bu sistemden memnun olan kimse görmedim. Öyle halkla ilgili de değil sadece, hakimler savcılar avukatlar katipler herkes mutsuz bu sistemde. Nasıl bir şeydir bu?
Gelelim yazının sonuna: zafer kazanmak umurumda değil, haklı olmak güzel. Cezaevinde de tüm duygum buydu, ben suçsuz şekilde buradayım, haklıyım, ister beş yıl ister on yıl ne fark ederdi. Yusuf değiliz ama haklıyız.
Bu yazı burada dursun.
Cemil Meriç'in fildişi kulesine çekilmesi gibi ben de çekilmiştim, şöyle bir pencereden baktıydım o kadar. Yoksa kulemden seyrediyorum her şeyi. Ekmeğimdeyim. Ruhsatım da geldi. Oh mis. Bu hafta içi tören falan olursa takdim edilir. Az buçuk para da kazanırsam tamamdır. Umurumda mı dünya?
vesselam.
5 notes · View notes
ramazanserdar · 3 months
Text
YILLAR ÖNCESİNDEN BİR BAYRAM YAZISI…
“Ne kadar büyümüş olsak da yine en mes’ut günlerimiz oluyor bayramlar.
Bu bakımdan hiç bitmesin, her gün bayram olsun istiyor insan.
Çocuk iken de böyle idik muhakkak.
Ama o zaman mes’ut olmamızın sebepleri başka idi.
Sair günlerden daha serbest olduğumuz için severdik bayramı.
Oyunumuza, gezmemize pek karışan olmazdı.
Sonra okulca yapılan bayramlarda sınıfları süslemek, marşlar ve şiirler söylemek sonsuz bir zevkti bizim için…
Hele törenlerde büyüklerin önlerinden geçerken bir başka olurduk.
Her şey bizim için çocuklar için sanırdık.
Sanki dünyalar bizimdi o zaman…
Ya Ramazan ve Kurban bayramları?
Onlar da başka alemdi. Para bol, eğlence boldu.
Yeni ayakkabılarımız, yeni elbiselerimiz olurdu.
Güzel ve çeşitli yemekler yapılırdı evlerde.
Sonra bizi en çok sevindiren tarafı bayram günlerce devam ederdi.
Şimdi bunlar yok.
Hepsi maziye karıştı.
Ama bugün de mes’ut olmak için başka sebepler mevcut.
Bayramlarda bir an olsun hayatın yükünden kurtuluyor insan.
Ekmek parasıymış, su parasıymış düşünmüyor.
Ayakkabının pençesinden, gömleğin yamasından, ceketin yırtığından rahatsız olmuyor…
Bunlardan daha hoşa gideni, içinde yaşadığımız toplumun bütün insanlarında birbirine yaklaşma, bütün insanlarda samimiyet ve neş’e…
Çirkinlikler, dargınlıklar, kinler, kalkmış ortadan.
Hülasa her yerde bir kardeşlik havası.
Ne güzel…
Belki bizim arzumuz bu.
Fakat böyle de olsa gene güzel.
Zira milletçe böyle hayat istiyoruz.
İşte onun için bayramlar mes’ut ediyor insanı.”
Okuduğunuz bu satırlar 63 yıl önce “Susurluk Postası” isimli gazetenin birinci sayfasında yine bir Kurban Bayramı öncesi yazılmış bayram yazısıydı.
Susurluk Postası, yayın hayatına 5 Nisan 1960 tarihinde başlamıştı.
Kurucusu Avukat Ahmet Kınay, sorumlu müdürü de eşi Nebahat Kınay’dı.
Daha sonra bu gazete H. Şadi Kural’a devredilmiş, “Susurluk” adını almıştı.
Harfleri tek tek elle dizilip basılan, kısıtlı imkânlarla, bin bir güçlüklerle, nice zorluklarla hazırlanan bu gazetelerimiz yayın hayatlarına devam edemeyip bir süre sonra kapansa da…
Bu güzel nostaljik bayram yazısıyla sizlere;
O dönemin gazetelerine bir selam vermek…
O yılların kelimelerini,
O günlerin mürekkep kokusunu,
O zamanın yazarlarının duygularını,
Günümüze taşımak, geçmişi bir nebze de olsa yaşatmak istedim…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
0 notes
aykutiltertr · 5 months
Video
youtube
Salla Gitsin - Metin Arolat ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop)  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/7pBzklfNWVI Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Salla Gitsin - Metin Arolat ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop) Metin Arolat - Salla Gitsin Şarkı Sözleri: Para, pul hepsi yalan Bel bağlama üzülürsün... Aşkta pazarlık olmaz, Yandın mı sende görürsün... Boş sevdalara kanıp Koşma yorulursun... Dikkat et, Önce yalancı gözlere vurulursun... Dertle dönmez bu dünya, Vur dibine gitsin... Kader gam hepsi rüya, Çek bir yudum bitsin... Bu gece bizim olsun, Yarınlar silinsin... Salla gitsin,koyver gitsin... Metin Arolat Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Metin Arolat Doğum adı Mehmet Metin Arolat[1] Doğum 28 Mayıs 1972 (51 yaşında) İzmir, Türkiye Başladığı yer Türk Meslekler Şarkıcı Etkin yıllar Günümüz Mehmet Metin Arolat[1] (d. 28 Mayıs 1972, İzmir), Türk şarkıcı. Annesi Çerkes, babası banka memuru ve İstanbulludur. Babası THY'nun logosunu tasarlayan kişidir. Babasının büyük dedesi Hasan İzzet Paşa, dedesi ise ünlü Türk şairi Ali Mümtaz Arolat'tır. Amcası gazeteci Osman Saffet Arolat, kuzeni ise mimar Emre Arolat'tır.[2] İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünden mezun oldu. Abisi Demir Arolat trafik kazasında hayatını kaybedince[3] mezuniyetinin ardından yönetmen olmak ve müzik yapmak amacıyla İstanbul’a taşındı. İstanbul’da ilk olarak Osman Üstündağ’ın reklam ajansında yönetmen yardımcısı olarak iş hayatına başladı. Çalıştığı bir kısa film Cannes Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü aldı. Bir süreliğine Amerika’ya gidip Chicago’da Illinois Üniversitesinde reklamcılık eğitimi aldı.[4] Daha sonra Türkiye'ye dönünce Tarkan'ın klip çekimlerini yapan ekipte çalışmaya başladı. Albümleri 1995: Ayrılık Olmaz 1998: Yine Bir Başıma 2005: Kabul Et 2010: Lütfen Yaz Gelsin (Single) 2010: Çok Daha Ötesi 2014: Karavan Kaynakça ^ a b "MÜYORBİR Asil Üye Listesi" (PDF). muyorbir.org. 19 Nisan 2017 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Nisan 2017. ^ Duvar, Gazete (11 Şubat 2023). "Osman Saffet Arolat'ın ardından kardeşi Neşet Arolat vefat etti". www.gazeteduvar.com.tr/osman-saffet-arolatin-ardindan-kardesi-neset-arolat-vefat-etti-haber-1645337. Erişim tarihi: 20 Ocak 2024. ^ "Metin Arolat hayatının dramını anlattı! Gözyaşlarını zor tuttu". www.hurriyet.com.tr. 5 Mayıs 2021. 30 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Ocak 2024. ^ "Metin Arolat Bİyografisi". biyografi.info. 19 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Aralık 2014. Dış bağlantılar Resmî site Discogs'ta Metin Arolat diskografisi Twitter'da Metin Arolat Facebook'ta Metin Arolat Instagram'da Metin Arolat Spotify'da Metin Arolat 23 Kasım 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Kategori: İzmir doğumlu erkek şarkıcılar1972 doğumlularYaşayan insanlarTürk erkek pop şarkıcılarıDokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde öğrenim görenlerTürk video klip yönetmenleri1990'ların şarkıcıları2000'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcılarıRaks Müzik sanatçılarıDokuz Sekiz Müzik sanatçılarıPoll Production sanatçıları2020'lerin şarkıcıları Metin Arolat Şarkıcı Genel Bakış Şarkılar Dinle Albümler Videolar Dert Değil Ayrılık Olmaz · 1995 Psikoloji Kabul Et · 2005 Elveda Yine Bir Başıma · 1998 Hata Bende Yine Bir Başıma · 1998 Karavan Karavan · 2014 Sarı Saçların Çok Daha Ötesi · 2010 Salla Gitsin Yine Bir Başıma · 1998 İzmir Çok Daha Ötesi · 2010 Ruhum Seninle Kabul Et · 2005 Yandım Yar Diye Yine Bir Başıma · 1998 Kabul Et Kabul Et · 2005 Yine Bir Başıma Yine Bir Başıma · 1998 Cilveli Yarim Ayrılık Olmaz · 1995 Sensizliğimin Şarkısı Kabul Et · 2005 Vay Vay Vayyy Karavan · 2014 Kalpten Gidenin Çok Daha Ötesi · 2010 Deli Bu Deli Çok Daha Ötesi · 2010 Lütfen Yaz Gelsin Çok Daha Ötesi · 2010 Belki Biryerlerde Kabul Et · 2005 Gidenlere Yandım Kabul Et · 2005 Ah Ne Yalan Yine Bir Başıma · 1998 Kör Kurşun Kabul Et · 2005 Gel de Anlam Kat Kabul Et · 2005 Ayrı Masalar Kabul Et · 2005 Hani Aşkın Tertemizdi Kabul Et · 2005 Şeytana Uyma Yine Bir Başıma · 1998 Yatsam Yanına Ayrılık Olmaz · 1995 Ayrılık Olmaz Ayrılık Olmaz · 1995 Yanıyorum Ayrılık Olmaz · 1995 Ben Sana Böyle Hasretken Yine Bir Başıma · 1998 Aşk Yakar Ayrılık Olmaz · 1995 Yetmiyor Valla Kabul Et · 2005
0 notes
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media Tumblr media
ANMA:
12 MART (1997) BUGÜN
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN BÜYÜK İSİMLERİNDEN, DAVASI İÇİN
KENDİNİ UNUTAN ADAM
GALİP ERDEM'İN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. ESERLERİNİ, YAZILARINI ZEVKLE OKUDUĞUM GALİP AĞABEYİME ALLAH'TAN RAHMET DİLİYOR, SAYGIYLA ANIYORUM.
HAYATINI ANLATAN YAZI AŞAĞIDA
GALİP ERDEM
(d.10 Mart 1930, Fındıklı, Rize) – (ö.12 Mart 1997),
TÜRK MİLLİYETÇİSİ-YAZAR
Galip Erdem, Fındıklı ilçesinde "Ofluoğlu", adı ile tanınan bir aileye mensuptur. Babası, Rasim Bey, annesi ise Zekiye Hanımdır. Ailenin tek çocuğu olan Galip Erdem, İlkokulu Fındıklı 11 Mart ilkokulunda bitirdi. Babasının memuriyeti dolayısıyla, ortaokulu Bitlis ve Siirt gibi farklı illerde tamamladı. Babası Rasim Erdem Narman nahiye müdürlüğüne tâyin edilince, Galip Erdem de Erzurum da lise tahsiline başladı ve 1949 yılında bu liseden mezun oldu.
8 Kasım 1951'de yedeksubay olarak askerlik görevine başlayan Galip Erdem, 31 Ekim 1952'de teğmen rütbesiyle bu görevini tamamladı. 27 Nisan 1953 tarihinde PTT Genel Müdürlüğü Ankara Yenişehir Merkezi'nde ilk memuriyetine adımını atan Erdem, 7 Temmuz 1954 tarihinde memuriyetten istifa etti ve Maliye Bakanlığı Milli Emlâk Genel Müdürlüğünde tekrar memuriyete başladı. 6 Ocak 1955 tarihinde bu görevinden de ayrıldı ve daha sonra da İETT idaresinde takip memuru olarak işe başladı. Ertesi yıl bu görevinden de ayrılarak GlMA TAŞ'ne girdi. Buradaki çalışması da 16 ay kadar sürdü. Bu arada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
Galip Erdem, Demokrat Parti'nin son dönemlerinde, 23 Kasım 1959'da Bayındırlık Bakanlığı'nda kısa süre Tevfik İleri'nin müşavirliğini yaptı.
1 Ağustos 1961'de Tercüman Gazetesi 'inde "Tercüman" imzasıyla ilk fıkrasını yazdı. 1 Ocak.1962'de Yeni İstanbul Gazetesinde fıkra yazarlığına devam etti.
10 Mart 1965'te günlük siyasi Zafer Gazetesinde fıkra yazarlığını devam ettiren Galip Erdem, daha sonra Sabah Gazetesi 'nde yazmaya başladı.
1 Temmuz 1966 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Müdürlüğü'ne müşavir oldu, 2 Nisan 1969 tarihinde tekrar fıkra yazarlığına başladı ve "Bizim Anadolu" Gazetesindeki bu çalışması, 31 Aralık 1969'a kadar devam etti.
Şubat 1971'de MHP fikriyatını savunacak yeni bir gazetenin finansmanına destek temini çalışmalarında bulunmak üzere Almanya'ya gitti. Bu vesile ile Almanya'nın birçok kentinde yapılan toplantılarda konferanslar verdi. 12 Mart 1971 muhtırası ile birlikte çalışmalarını yarıda bırakan ekiple Türkiye'ye dönen Galip Erdem, Devlet (Dergi) 'sinde bu seyahate ait notlarını "Biz Evropadayken" başlığı altında dizi halinde yayınladı.
Galip Erdem, 31 Aralık 1969'da Başbakanlık Plân ve Prensipler Dairesinde danışman olarak başladığı görevini istifaen ayrıldığı 30 Haziran 1973 tarihine kadar sürdürdü.
Galip Erdem, 1 Şubat 1974 te Ortadoğu Gazetesi 'nde tekrar fıkra yazarlığına başladı. 10 Eylül 1975'te Başbakanlık Müşaviri oldu ve 22 Temmuz 1981 tarihinde Turizm ve Tanıtma Bakanlığı nda Genel Müdürlük Müşavirliği görevi sırasında emekli oldu ve serbest avukatlığa başladı. Mamak'ta görülmekte olan ünlü MHP ve TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ Kuruluşlar Dâvasının avukatlığını üstlendi.
1987'de Meray'da (Merzifon Yağlı Tohumlar A.Ş) yönetim kurulu üyeliği, Konya Şeker Fabrikasında denetçilik görevinde bulundu. 1987 yılında Sosyal Güvenlik Eğitim Vakfı Başkanlığı görevinde bulundu.
15 Ağustos 1989'da Namık Kemal Zeybek 'in bakanlığı döneminde Kültür Bakanlığı APK Başkanlığı'nda uzman olarak görev yaptı. 12 Mart 1997'de Çarşamba gecesi saat 22.10 da Ankara Gazi Hastahanesi'nde vefat etti. Cenazesi Cebeci Asri Mezarlığına defnedildi.
• Galip Erdem 1966'da evlendi ve 1974'te boşandı. Galip Erdem'in bu evlilikten 1969 doğumlu Bilge Erdem adında bir kızı vardır.
• Galip Erdem, Karakedi (1950). Tercüman (1960). Ölçü (1960) Son Havadis (1961), Yeni İstanbul (1962-1963). Düşünen Adam (1962) Sabah (1965), Zafer (1966), Devlet (Dergi) (1969), Töre (1971), Bozkurt (1974), Ortadoğu/(1974), Her gün (1978), Ocak (1978), Yeni Sözcü (1981), Bakış (1981), gazete ve dergilerinde köşe yazıları, fıkra ve makaleler kaleme aldı.
• Milliyetçi Hareket Partisi doğrultusunda yayın yapacak bir gazeteye finansman sağlamak için; Hasan Sami Bolak, İbrahim Metin ve Nihat Yazar'dan oluşan ekibin başında, Şubat 1971'de Batı Almanya'ya gitti. 12 Mart muhtırası üzerine,4 aylık bu programı tamamlayamadan dönen ekip, yeterli finansmanı sağlayamadığından MHP adına müstakil bir gazetenin yayınlanması fikri de suya düşmüş oldu.
• 1958-1960 yıllarındaki Türk Ocakları Merkez Heyetinin yayın organı Türk Yurdu Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü görevinde bulundu.
• 6 - 7 Eylül olayları (1955) sırasında, Topkapı - Çapa dolmuşunda iken sebepsiz yere içindekilerle birlikte Emniyet Müdürlüğü'ne getirilen Galip Erdem, 45 gün Selimiye Kışlası 'nda gözaltında tutuldu ve daha, sonra suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakıldı. Bu süre içerisinde 54 kilodan 39 kiloya düştü..
Galip Erdem'in ilk yazısı "Beşsanat" adlı bir dergide yayınlandı. 1948 de yayınlanan şiirinin adı ise "Bayrak" tır.
• TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ nün Çilesi (1975)
• Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar (1975)
• Suçlamalar (iki cilt) (1975-1976) Mektuplar (1984)
• Galip Erdem'in kitap haline gelmemiş yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanmamış elliye yakın şiiri vardır.
• Galip Erdem'in yazılarında kullandığı takma adların bazıları: Bilge Erdem, İlteriş Metin, Elif Bilge, Murat Bilge, Mehmet Rasim, Aptali.
0 notes
baybaykus · 9 months
Text
"12 yaşına gelince, gazete okuyan babamın karşısına geçtim; en kararlı ses tonuyla,
"Baba ben artist olmak istiyorum" dedim.
Babam biraz daha okumaya devam ettikten sonra gazeteyi katlayıp yanına koydu ve sadece "Ne olursan ol ama adam gibi ol" dedi.
Komşumuz Sezai abi Yeni Sabah Gazetesi'nde işçiydi ama vakit buldukça filmlerde figüranlık yapıyordu.
Annemle bana, "Gelin sizi sete götüreyim" dedi, ve anne-kız birlikte setlere gidip figüranlık yapmaya başladık. 13 yaşındaydım, büyük hayaller kurmuyordum.
Levent'te bir villada oturur muyum, evde yardımcılarım olur mu, adıma ödüller konulur mu gibi şeyler aklimin ucundan bile geçmezdi.
Tek derdim eve ekmek götürmekti."
İnsanların sert eleştirileri ve tepkileri ile karşılaşan Fatma Girik, devam eden süreci şöyle anlatıyor:
"Elime 2.5 lira tutuşturdular.
Bir sene sonra, 1957'de 1000 TL karşılığında oyunculuğa başladım.
Bu parayı eve getirip anneme verdiğimde mavi bir bluz ve muz istedim.
Muz o kadar ulaşılmazdı ki bizim için o zamanlar; ilk kez 14 yaşında yedim."
Anısına Saygıyla
Alıntıdır
Tumblr media
0 notes
nnnebula · 9 months
Text
Hemşire hastane nöbetinden çıkınca eve döndü. Kocasını uyandırmamak için yavaşça yatak odasına girdi. Battaniyenin ucundan 2 yerine dört ayak çıktığını görünce beyzbol sopasını aldı ve olanca gücüyle vurdu, ardından kırarcasına bir kez daha vurdu.
Ciyaklayan bağırışlar arasında tıkanacak gibi oldu ve derhal mutfağa geçip bir bardak su içmek istedi; baktı ki kocası mutfakta gazete okuyor.
Başını kaldırarak,
"Canım annenler bizde, babanla bizim odaya aldım, uyumamışlarsa bir hoşgeldin desen iyi olur..."
0 notes
drakifakca · 10 months
Text
Türk fikir hayatının ve basın hayatının müstesna isimlerinden, Umumi Neşriyat Müdürlerinden, Türk Gençlik Teşkilatı, Edebiyat Cemiyeti’nin kurucularından, Bizim Anadolu ve Orta Doğu Gazetesi, Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası’nın kurucu ve yöneticilerinden, 1980’li yılların başında ise Türkiye Gazetesi’nde danışmanlık ve yazarlık yapan, “Tarihten Bir Yaprak”, “Osmanlı Padişahları” ve “Gönül Sultanları” kitaplarının sahibi, ömrünü bu millete adamış, rahmetli babamın da kadim dostu, değerli büyüğümüz  gazeteci yazar merhum S. İrfan Atagün bey amcamızın oğlu Ali Oruç’un genç yaşta  Hakk'ın rahmetine kavuştuğunu derin bir teessürle öğrenmiş bulunuyorum.
Ebediyete irtihal eden Ali kardeşimize, Yüce Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Ruhu şâd, kabri nur, mekânı cennet olsun. Kederli annesi Sevil abla, ağabeyi Kürşat ve ablası Almula başta olmak üzere Atagün ailesine, dost, akraba ile sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum.
Cenazesi bugün Eyüpsultan Camii'nde ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Eyüpsultan Mezarlığında defnedilecektir.
0 notes
aynodndr · 1 year
Text
ÇOK KÖTÜ DURUMDAYİZ COCUKLARİNİZA DİKKAT EDİN !
Uzun zamandır yazmak için derin araştırmalar yaptığım bir konu vardı.
"Metavörs!"
Dostlarımla beraber yerli ve yabancı kaynakları araştırıyor ve tam 7 dilden çeviriler yaparak bu meselenin aslını astarını kavramaya çalışıyorduk ki bayram ziyaretlerinde tevafuk olduğum 7 yaşındaki bir kız çocuğu bütün okuduklarımı unutturdu bana.
Öyle bir cümle kurdu ki çocuğa cevap veremeden dondum kaldım, onca yabancı makaleyi boşuna okumuşum dedim.
Bu yavruyu öptüm ve bayramdır diye harçlık vereyim dedim.
Baktım uzattığım bayram harçlığını elinde evirdi, çevirdi, buruşturdu, katladı.
Anladım ki bir şey söyleyecek.
Nihayetinde bana yaklaştı ve fısıldayarak;
-Bu parayı benim oyunuma yükleyip "Robux" yaparmısın? Dedi.
Robux bu oyunda alışveriş yapmak için kullanılan para birimiymiş.
Belli ki annesinden tepki görmüş ama içindeki o isteğide bastıramıyor gizlice yapmaya benide ortak etmeye çalışıyordu.
Sesli sesli okuyun bunu.
"Ona toka, oyuncak, çikolata vs alsın diye verdiğim parayı bana geri uzatarak bunu "robux" yap dedi!"
7 yaşındaydı..
Bedeni yanımdaydı ama aklı, fikri, kalbi, sanal alemdeydi..
Resmen çırpınıyordu ruhu telefon ekranının içinde kurduğu dünyaya girebilmek için.
Kahroldum ve uzun uzun düşündüm.
Bizler sanıyoruz ki bu tuzaklar hep bizim için..
Asıl yanıldığımız yer tam olarak burası işte.
Sen, ben ne yapıyoruz ki telefonda?
2 yemek tarifi, 3 trendyol linki, o onu demiş, bu bunu giymiş en fazla bu yani.
Ama çocuklarımız böyle değil kardeşler, inanın böyle değil.
Bu tarz uyarılar yaptığımızda ekserimiz;
"Amaaaan canım kim inanır buna? Ne'me lazım!" Diye burun kıvırıyor ama şu tuzaklar hep gelecek nesiller için.
Evet sen, ben bir yere kadar kanarız belki.
Çünkü bizim nenelerimiz elektriksizliği görmüş, annelerimiz televizyonsuzluğu, bizler telefonsuzluğu..
İstisnalar olmadıkça bizi zaten çekemezler bu hayatın içine.
Fıtratında doğan ve yaşayan son nesildik çünkü.
Biz ağaçlara çıktık, misket oynadık, yırtık çorabımızı yamadık, leblebi tozuna sevindik, gazete kağıdı külah yapılıp içine çay bardağıyla koyulan çekirdek bizi mutlu etti!
Biz böyle saf ve temiz yaşadık.
Biz bir orman havası alsak, iki çekirdek çıtlasak yine mutlu oluruz.
Ama eline para verdiğimiz çocuklarımız mutlu olmuyor, önüne dağları sersek hevesi 3-4 dakika sürmüyor.
Sadece ekrana bağımlı hareket etmeden "izliyorlar" ve ne yazık ki böyle giderse biraz büyüyünce de varını yoğunu o ekranın içine taşımaya çalışacaklar.
Bu küresel güçler sana bana değil, çocuklarımıza yapıyor bu alt yapıyı.
Hasılı kelam;
Bu kız çocuğuna dedim ki;
-Ama bak çok güzel bi boyama takımı var bu para ona yeter boşver sen robuxu mobuxu..
-Hayır, orda da bir tane "ben" varım, kendime çok güzel pet (hayvan) alacağım orada param yok, bunu napayım burda! Diyerek kızdı gitti.
Hayır, hayır abartmıyorum.
2016 yılında çipler geliyor derken,
2017 yılında yapay et hazırlıyorlar derken,
2018 yılında sahte salgınlarla vuracaklar derken linçlendim.
Hakaretlere uğradım, ajan dendim, moralimizi bozuyor bu kadın dendi..
Ama ne oldu?
Belki söylenenlere kulak verilseydi birlikte bir şeyler yapabilirdik.
Ama geç değil.
Şuan biz bu gidişatı engelleyemeyiz.
Çünkü bu kıyamet kopacak, bunlar alametleri.
Dünya iyiye gitmeyecek, bizler kötüye giden bu dünyada "insan kalmaya" çalışacağız.
Evlerimiz sığınağımız olacak.
Çocuklarımızı daha çok ilgi ile, şefkat ile, alaka ile koruyacağız.
Unutmayın;
İzledikleri ekran onlara hiç kızmıyor(!)
Oynadıkları karakter onlardan hiç bıkmıyor(!)
Son iki cümlemi çok iyi düşünün.
Alıntı.
2 notes · View notes
forumsinifkitabicom · 11 months
Link
0 notes
zemherins-blog · 1 year
Text
Ben çocukluğumda ailemden hiç Sevgi görmedim. İzmir'e taşınmıştık. 7 yada 8 yaslardayım öğretmenler günü olmuştu ve ben hediye götüremedim.Bizim bahçede yaza soğan vardı onu gazete kağıdına sarıp öyle vermiştim.Çünkü o zamanlar hiç bizim paramız yoktu. Babam istanbullarda çalışıyor sonra birazını bize gönderiyordu. Biz 3 erkek 2 kızkardeş olarak yaşıyorduk.
0 notes