Tumgik
#cidden hepsi manyak bunların ya
Text
Tumblr media Tumblr media
13 notes · View notes
qisasqisasqisas · 6 years
Text
La Fanfic de Sherlock Holmes: C1: ‘Awkward Client’
Sherlock Holmes ve John Watson ile birlikte günün son müşterisinin davasına bakmak üzere sinirlerinin yatışması için son on dakikamı ocak başında çayın kaynamasını bekleyerek harcadım. John odanın içinde yürüyüp yürüyüp Sherlock’un suratına bakıp bir şeyler söylemesini bekliyordu. Normalde bu kadar tepkisiz kalmazdı geç kalan bir müşteriye karşı. Ama müşteri geldiğinde zaten bu sakinliğinin sebebi anlaşılacaktı. Neyse ki daha müşterinin gelmesine on dakika var. Çaydanlıktan fokurdama sesleri gelince çayın altını kısıp mutfak masasının yanındaki sandalyeyi çekip John’un koltuğunun yanına koydum.
“Tea will be ready in ten minutes.” dedim ve John yürümeyi bırakıp koltuğuna oturdu. 
“So it will be as a hare’s blood as you Turkish people say, right?”
“Yep.” Başımı salladım ve Sherlock’a baktım. 
“What’s he thinking doctor Watson?”
“Do I look like a telepath?” Bu adam da yaşlanmanın getirdiği aksikilikten her şeye ters cevap veriyor. Bilmiyorum de, çok mu zor be amcacım? 
“Why’s everyone thinking that I know everything about Sherlock?” John ayağa kalkıp sinirle odada söylenmeye başlar. 
“One day!” der bir anda ve ben de ufak bir,
“Bismillah.” derim. 
“Don’t say that word.” der Sherlock ve John’la ben aynı anda ona bakarız. Mükemmel bir ortam. Şimdi 12 saniyelik bir cümleyi 5 saniyede söylemeyi becerecek şekilde konuşacak kesin. O yüzden hızlı okunursa daha etkili oluyor bu cümleler.
“Don’t say that word cause people might think you are related to terrorists. Maybe you really are a terrorist. Still, I cannot find any clue about this hypothesis.”
“Are you serious Sherlock?” John yine ellerini beline koyup Sherlock’un yaptığı herhangi birşeyden çok irrite olmuş gibi konuşmaya ve teröristlerle Afganistan hatıralarından bahsetmeye başlar. Devam et John, benim götü ben kurtaramadım sen kurtar. Bu adam da bir garip hala net bir kanıya varamadım bunun hakkında. Neyse, daha iki aydır bunlarlayım. Umarım John artık yaşlanır emekli olur da tahtına ben otururum. 
“Tık tıık!” diye bir ses gelir kapının arkasından ve bu ses oldukça tanıdık gelir bana garip bir şekilde. Sherlock birden bire yerinden kalkar ve robe de chambre’ını havalandırıp bağlar (evet havalandırıyor). 
“You already knocked the door there is no need to say ‘tiktik’.” 
“Do I come?” der kapının dışındaki kadın. Aksanı tipik bir Türk aksanı gibiydi. Belli ki İngilizcesi de ayyuvidey kıvamında. John kapıya doğru gider ve kapıyı açar.
“Hi. Please, come in.” der ve başını kaldırıp gelen kadına bakar. Bir anda yüzünde çok garip bir ifade belirir ve Sherlock’a döner.  Sherlock sessizce 
“Yeah, I know” der. Kadın içeri bir adım atar. Başımı eğip kadının kırmızı rugan ayakkabısına ve siyah ince çorabına bakıp üzerindeki kahverengi kadife paltoya bakınca bir anda aklımda bir imaj(image) belirir. Flaş gibi beynimde birinin yüzü çakmaya başlar. Hayır. Bu o olamaz. 
“Helloo! I look for Sherlock Holmes.” der ama benim dışımda kimse anlamaz gibi bakar kadına. Sherlock bana döner ve,
“Explain what she said. From her accent she is indeed living in middle eastern side. The letters are very well pronounced and the way she says my name is-”
“Just shut up Sherlock. You cannot stamp her like a cow!”
“Dr. Watson, he is right. So you don’t have to defend her. I think from now I will be doing that.”
“So?” der Sherlock. Ha bu arada içeri giren kadının kim olduğuna gelecek olursak Sherlock’un ‘deduction’ seansından sonra siz anlayacaksınız zaten. 
“She is looking for you.”
“I am here. Is she blind?”
“Sherlock!” John yine abartı bir şekilde koskoca detektife kızar. Yav bi otur rahatla. Savaş biteli 15 yıl olmuş bi sal be. 
“Ask her why she came here?” Kadına dönüp neden buraya geldiğini sorarım. 
“A- aa! Sen Türk müsün? Ay cennete düştüm valla. Biz senlen gel iki oturup konuşalım sen bunların özetini onlara anlatıverirsin. Olur mu kız?”
“O işler öyle dönse şu ana kadar on iki davayı üç günde çözmüş olurduk ama bu İngilizler’in huyları çok farklı. One at a time gibi bir yöntemleri var. Kafa karışıklığından ve dikkat eksikliğin-”
“Stop chit chatting! Now say what she said.”
“Are you Turkish? I fell into heaven vallahi. Come, we sit two times with you and talk about these and you explain them the summary of it.-”
“Just, stop! Let me do my work and shut her down if she tries to talk to you.” 
“Okay Mr. Holmes.”
“Ay kız bu ne diyor böyle? Kızınca da bi farklı oluyor ama, çok sevdim.” diyip ufak ufak Sherlock’a yürür.
“What I told you assistant?”
“Şey, mümkünse susar mısınız? Bir üzerine üzerine yürümeyin çünkü insanlara karşı alerjisi var beyefendinin.”
“A-aa, o ne saçma şey öyle! Ben bunun alerjisini bitiririm, ruhundaki alevi canlandırırım.”
“Ruhunda alev olduğunu sanmıyorum.”
“Stop it you two! Your words are distracting me!” Ömrümde ilk defa bu adamı böyle görüyorum. Sherlock abi biraz sakinleşir misin? Belki de cidden libidosunu bastırmaktan böyle manyak birine dönüştü. 
“Lütfen bir dakika boyunca sessiz ve yerinizde kalın. Öbür türlü yardım edeceğini sanmıyorum.” dedim kadına. Kadın da gözlerini devirip eliyle saçıyla oynamaya başladı. Odayı incelemeye başladı ve en sonunda John’u gördü ve gözleri biraz pörtledi. 
“A-aa! Bu adam burada mıydı?”
“Size kapıyı açan o hanımefendi.”
“Yok artık. Bu bildiğin emekli. İngiliz emeklisi dimi kız bu? Ay seninle oturup bi çay içelim bu olay bittikten sonra. İstanbul’umun çayını özledim kız ya. Keşke olsa da içsem.”
“Aslında şu anda ocakta çay demleniyor. Eğer sessiz olursanız Sherlock Bey sizinle hemen ilgilenir ben de size çay ve kurabiye veririm.”
“Yani ben çay ile susturacağını sandın ha?”
“Ben değil ama eğer susmazsanız Sherlock Bey size gerçekten yardım etmez.”
Sherlock sinirli bir şekilde bana döner ve mutfağa doğru gidip beni de çağırır. -Haluk Meltem moment-
“What are you talking with her? Is it that urgent to talk about tea and biscuits? And yes I will never ever take her case if she keeps on talking like a whale. So try to shut her up or she will leave. Therefore you will not get paid.” 
“Mr. Holmes, I do wonder what to you think about her.” 
“What?”
“What’s the deduction?”
Sherlock kapıyı aralar ve kadına bakar. John ile içeriden konuşmaları gelir ama konuşmaların hepsi kesik kesiktir. Kadının eksik İngilizcesi ve John’un kadının her kelimesini anlamaya çalışması yüzünden sıfır iletişimle yine de birbirleriyle konuşmaya devam ederler. 
“So as you can see, she likes to connect with people (ürün yerleştirmesi) but also not open about herself. When she is open you think that she is not but actually all the time she is open. Like a 24/7 kebab station.”
(internal “Whaat?”)
“Her appearance gives a lot. She was poor, then with fame she became richer than she imagined. She couldn’t handle the fame and has no control of her life. I assume she is the youngest child in her family. She wanted attention but no, appreciation. That is why she keeps on doing what she is doing. This is why she could not handle the fame. She is not professional even after years of experience. Silly. But still promising.” 
“Is it done?”
“No. This just my first three seconds.”
“Stop exaggerating. We both know that it is first half minute Mr. Holmes. Even I can deduct.”
“Oh really? You already know who she is. So tell me is she a singer or a comedian?”
“She is neither of them.”
“So what?”
“You can find out Mr. Holmes. You are very good at it.”
“So going back to deduction. She has changed her hair colour (1) several times and lots of wrinkles around her face (2). Her heart has been broken and she walks strange (3). I think she is horribly harassed by someone who is very very and very stupid. In fact he is also famous like her.”
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
“Wa-wa-wait! You already knew she was famous right? And you know Turkish?”
Sherlock derin bir nefes alır ve çaydanlığa bakar.
“Give me the damn tea!” Çay bardaklarını çıkartıp tezgaha koydum ve süzgeci de çekmeceden alıp çayları koymaya başladım.
“So Mr. Holmes, how did you learn Turkish?”
“I didn’t.” 
“No you did. So how?”
“I did not learn Turkish. You cannot just learn a language. I decoded it. And of course I would learn your language. At the end I hired you and you can be a spy or a terrorist. Am I right?”
“A-”
“Yes I am. Hand me my tea.”
“Okay Mr. Holmes but I thought being an assistant in England would be different than in my country. You know. Actually I made mostly coffee when I was an intern and assistant. But-”
“Shame!” Çayını ona verdim ve diğerlerini de tepsiye koyup salona doğru gidecektim ki Sherlock önüme ayağını koydu.
“Where you going?” 
“Mr. Holmes I need to give Dr. Watson his tea and our client Ms.-”
“Hush! Why don’t you go there and just give John’s tea and I will watch how she reacts.” 
“Oh Mr. Holmes this is not a zoo.”
“Do as I say or I’ll-”
“Yes you will fire me and then you decide you need an assistant and you will hire me. I know Mr. Holmes. Okay I’ll do it.” dedim ve sadece John’un çayını alıp içeri girdim. 
2 notes · View notes
Text
Gerçekten beni deli zannettiler ya 😆🤦🏻‍♂️ arkadaşlar deli olsam insanlarla muhatap olur muyum hiç, zaten bu insanlardan ya da bu çağdan başka olduğu için delirir ki insan, yoksa b*ktan sebepler yüzünden delirilmez kolay kolay deneyimle sabit ;)
23 notes · View notes