Tumgik
#dışta değil içte
mesut-sems · 2 months
Text
Tumblr media
Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
İçinizde ne Besliyorsanız hayrını görün.
92 notes · View notes
dorduncublogbukucu · 2 years
Text
Şeb-i Arûs Semineri Notları
Yola çıkmak insan için en büyük tekâmul vesilesidir.
Bu yol, kulun gayretiyle başlar ve Allah'ın yardımıyla devam eder.
Seyr-u Sülûk: Başlangıç seyrdir, yani seferdir. Sülûk ise bir mertebeden diğer mertebeye yukselmektir. Seyr olmadan sülûk olmaz. İçte ve dışta bir yolculul olmalı. Eskiden rıhle vardı biliyorsunuz. Ilmin içerisinde yol da var.
Yola çıkalım, yolda olalım. Öyle bir ömür geçirelim ki, ölüm bizi otururken yakalamasın. (Hâlid bin Velid Hazretlerinin şehâdeti)
Eskiden derdim ki yollar zaman kaybı, bu kadar saatte ne kadar fazla insana ulaşırdık. Ama Mevlâna hazretlerinin eserinde şu geçer: siper-i kaza.
Ben o yolu ilim için çekiyorum, alışveriş için eğlence için değil. O yol saatlerinin de ilme dahil olduğuna eminim, ve nice belâlardan da koruduğuna eminim. (Nefsani oklara da siper)
Ruhaniyetim için de sadaka vermem lazim. Nefsimin attığı oklara karşı da sadakaya ihtiyacım var.
Hız çağındayız. Bu zamanda oturup on dakika birinin derdini dinlemek, bu zamanın en büyük sadakası.
Mesnevi, bişnev diye başlıyor. Kâinatı dinleyin, tefekkür edin. Kardeşinizi dinleyin. Kendinizi dinleyin.
Pandemide şunu farkettim, normalde her ne kadar Allah için koşturuyor olsak da kendimizi dinlemeyi ihmal etmişiz. İnsanın kendiyle hasbihal etmeye de ihtiyacı var.
İnsanın kendisi dinlemesi için en iyi vakit seher vakitleri.
Zamanın içindeki en kıymetli âna dem denir. Konya, Mevlana hazretleri için bir demlenme mekânı olmuştur. O âna kadar 100den fazla Allah dostundan ilim almış, şimdi ise demlenme yeri Konya..
Çayın demlenmesi için ateşe ihtiyaç var. Kendimiz için de böyle. (Konfor beyni çürütür.) İnsan oturduğu yerde rahatın içerisinde tekâmül edemiyor. Çile lazım. Sadece ibadetle zikrullahla o makâma çıkılmıyor, Allah dostlarından bunu görüyoruz. Diğer taraftan çayın demlenmesi için zamana ihtiyaç var. (Bazı şeyler aceleye gelmez..) Her şeyi tamamlasan da, vakti gelmeyince olmaz.. Tekâmül bir günlük iki günlük bir sefer değil, zamana ihtiyaç var.
Mevlana'nın hamdım dediği dönem, tüm zâhiri ilimleri bitirdiği dönem. Mevlâna kendi çağının Gazalisiydi. (İlahiyatcilarda acaip bi kibir var. Biz ilahiyatci ogrencilerimize acziyetini farkettirtiyoruz önce, sonra bizi dinlemeye başlıyorlar. Cevap veremeceği yerlerden soru soruyoruz)
(Anadolu insanı alim değildir ama âriftir. Kibirlenmemek lazım..)
İlim, had bildirir. Her yere gidebileceğini düşünüyorsan hadsizsin. Gidemeyecegini söylüyorsan yine hadsizsin çünkü kibirlisin. Mesela bi ameliyat var çok riskli, acemi bi doktorsa diyor ki ben yaparım bunu hemen yarin gelin, ama işin ehli olan diyor ki bu ameliyat çok riskli ben bunu yapamam. O zaman ilimdeki nihai gaye, aczini idraktir. Ve marifetullaha ulaşmaktır. Kitap yüklü merkepler olmayalım.. Rabbim ilmi nafi nasip etsin.
Mevlâna Hazretleri selçukluda dersiâm olduğu (dersiam olmak fizikten kimyaya, akaidden astronomiye her dersi okutabilecek en üst hoca) müddete hamdım diyor, kainatın sirlarini çözmeye başladığı döneme piştim diyor, aşkın yakıcılığını hissetmeye başladığı döneme de yandım duyor.
Keşif. (İlkokul öğretmeninden bahsetti.)
Mevlana Hazretlerinin hayatı riyazat ve oruçla geçmiştir. Mevlâna hazretleri çizilenler gibi tombiş değildir, zayıftır.
Büyükler der ki ilimde kemâle ermek amelde kemâle ermekten daha iyidir ama ilimde yapılan bir hata amelde yapılan bir hatadan daha büyüktür.
İnsan almak istediği zaman her şey ona bir kılavuzdur.
4 notes · View notes
planetdiaries · 21 hours
Text
Niyet, gayret, hatalar, başarı ve denge üzerine...
Aralık 2023, San Salvador
Niyet, gayret, hatalar, başarı ve denge üzerine...
Guatemala'da gerçekleştirdiğim toplantılardan sonra önceki hafta  Kosta Rika'da markamızın lansmanını gerçekleştirdik. Bu haftayı ise  El Salvador'da  görüşmeler yaparak geçirdim.
Firmamiz Latin Amerika'da yavaş yavaş büyüyor.
İnsanın ektiği tohumların yeşermesini görmesi kadar anlamlı az şey var yaşamda. Dünyanın bu en uzak köşelerinde  kendimi  ülkemin  kültür elçisi gibi hissediyorum. Birçok insanın haritadaki yerini bile bilmediği bu ülkelere üçüncü dördüncü gelişim.
Yıllar sonra yeniden, hayatın bana  tekrar böyle bir sorumluluğu vermesi ile ilgili ne mi hissediyorum?
Bunun bir tesadüf olmadığının farkındayım.  Aksine tekamül yolumda yarım kalan bir misyonu tamamlamak için bir fırsattan başka ne olabilir?
Saçlarım çok da ağarmadan iş ve özel yaşamım arasında nadide bir denge kurabilmek nasip oldu.  Bunu neye borçlusun diye soracak olsanız iki yanıtım olurdu.  Niyet ve gayret. Niyet çok subtil bir alan. Gayret ise daha ipe sapa gelir. Her ikisi bir aradayken varoluşun mükemmel dengesini görebiliyorum.
Gayret eşittir eylem. Hayatım boyunca fikirden çok eylemin gücüne inandım. Bir tesir olmaksızın bir yaprak bile kıpırdamıyor.
Her zaman elimden gelenin en iyisini ortaya koyma gayreti içinde oldum. Şuna dikkat! Her zaman en doğru şeyleri yapmaktan veya doğru kararlar vermekten bahsetmiyorum. Temiz bir niyetle elimden gelenin en iyisini gerçekleştirmek için samimi bir çabadan bahsediyorum. İş yaşamımda da, özel yaşamımda da tüm ilişkilerimde aynı şey geçerli.
Başkalarının hata  olarak nitelendirilebileceği  birçok şey yaptım. Büyük bir adanmışlık içerisinde gerçekleştirdiğim ulusal çapta projelerin elimden alınmasına engel olamadım. Aşk avuçlarımın i��inde raks ederken  öyle şeyler yaptım ki,  uçup gitmesini izlemekten başka birşey gelmedi elimden. Bu hataların sorumluluğu bana ait. Bilmiyordum, yanıldım, kafam karışıktı, öğreniyordum. Hatalar ki tekamül yolunda en büyük rehberlerimiz.
Hepsi bir yana niyetim her zaman elimden gelenin en iyisini yapmak oldu.
Hatalar yaşam macerasının ayrılmaz  bir parçası. Hatalar varoluş amacımızı anlamaya dair yolumuza yerleştirilen ipuçları. 
Hata yapmaktan korkarsam öğrenemem, bilemem. Olduğun yerde kalırım. Ne kadar hayatın içine sokuyorsun elini? Yüreğimin derinliklerine kadar hayatın içindeyim.. Başka hatalar da yapacağım. Üstelik ilahi nizam bana gösterdi ki yaşam yolunda, anlayana kadar ayni hatalari yeniden yeniden de yapacağım. Yaptim. Tekrar tekrar aynı sınavlara girdikçe yaratılışın arkasındaki ilahi matematik benim için şüphe götürmez kristal bir berraklığa kavuştu. Kimi insanlar bir evin ya da araban yok diye başarısız bulacaklar seni. Kimi evlenip kendi aileni kuramadığın için... Başarı o denli göreceli ki. Huzurlu bir yaşam sürmek bana göre başarılı bir hayat demek. Huzuru bulmak da dışta değil içte yakalanan bir duygu. Yaptığımızdan tamamen bağımsız mı? Bence değil. Dışarıda yaptığımızın içe içeride yaptığımızın da dışarıya bir yansıması var. Elinden gelenin en iyisini (niyet) sonucun sana getireceklerinden bağımsız olarak yaptığın (gayret) sürece sonuçtan bağımsız olarak o ilahi huzur hissiyle kalbini doldurmak mümkün. İşte sana niyet işte sana gayret. İşte sana huzur, işte sana başarı. Aşk ile.
0 notes
seslimeram · 5 months
Text
Demokrasi Yerle Yeksan Edilirken...
Tumblr media
Denkliğini yitirmiş bir ülkenin demokrasi pratiği, heyula içerisinde yerle yeksan edilmeye devam olunandır. Erkanı muktedirin var ettiği dönüştürülmüş ülke bütün bu hengame hali ve isteminin içinde demokrasinin yapı sökümünü var eder. Yirmi bir yıllık iktidar pratiği, tümü yekpare kılınan hamlelerle birlikte demokrasinin varlığını laf kılar. Aleni bir halde, denetim, gözetim ve tahakküm veçheleri arasında bir istikamet cerahatin pratiklerini açık bir biçimde kullana gelen bir iktidar aygıtı var edilir. Demokrasi lafı sözde bırakılır. Açık bir biçimde tümüyle ortalamanın çoktan gerisine düşmüş olagelen bir tahayyülün çevresi, çerçevesi dahilinde şu ülke vahim sahalardan birisi olmayı başarır. Kademeli bir haldeki yıkıcılık, süreğen denetim, ardışık gözetim, sürekli baskının oluşturduğu düzlem belirgin bir çürüten, ezen, yıkan bir devlet anlayışını belirginleştirir. Yeni yüzyılın ülkesi cidden bu mudur?
Bütünüyle yerel seçimler sonrasında aldık mesajı denilip durulurken içte Kürd siyasetinin aktörlerinin, gazetecilerin hedef kılındığı bildiğimiz hamaset dolu, güdümlü yargının açık hedefi kılınan bir şablon çizilirken misal yeni yüzyılın ülkesi cidden bu mudur? Kayyum eliyle işlevselleştirilmiş olagelen bir yağma tiradına sahne kılınan belediyelerin, özellikle Bakur Kürdistan’ında olanların ardından çıkagelen kayyımı yeniden atama çabalarından, özellikle / bilinçle öne sürülen nefret edimine haiz kılınmış hedef gözetme hallerine bir biçimde, haberdar ettikleri için tüm bu olan biteni, Kürdistan coğrafyasındaki bozguncu, tahakkümcü, bir asırdır zerre dönüşmemiş olagelen Türklük imgesini, artık siyasal dinci bir kaplamayla birlikte imal etme mücadelesinin ardından nasıl bir demokratik ülkeden bahis açılabilir ki? İçteki bu daraltılmış, birkaç cümleye sıkıştırılmış olagelen aslında ol ömür boyu sürdürüle duran bir tahakküm veçhesi söz konusuyken demokrasinin varlığını kim nasıl kanıtlayacaktır. Dışta, Irak Kürdistan’ının cendereye alınmasından, PKK öne sürülerek var edilmek istenen yeni kırım operasyonu için icazet almalardan, Irak yönetimi ile var edilen mutabakatlardaki dikkat çekici ayrımcılık hallerine o demokrasicilik lafzını ezmek, yıkmak dışında Mezopotamya halklarının hangi yaralarına merhem olunacaktır ki sahi ama sahiden? Bir dargın bir barışık Yunanistan’dan, ellerinin altındaki bir zorbanın ta kendisi olarak varlığını hem baş efendiye, hem de Rus despotuna bağlayan Aliyev gibi bir temsilin önüne yem olarak atılan Ermenistan’ın kaderine / kederine terk edilmiş halini var eden bir yıkım halini alttan alta destekleyen bir ülkenin varlığı 109 koca yıl sonrası halen aynı travmalarla yol arayan bir ülkenin imgesi düşündürücü değil midir? Yetmedi mi onca eza?
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, tüm hilelere rağmen seçimlerde büyük bir başarı elde ettiklerine işaret ederek, kayyımcı anlayışı geri püskürttüklerini söyledi. Hatimoğulları, Özgür Basın'a dönük saldırılara da tepki gösterdi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin il eşbaşkanları toplantısı öncesinde gündemdeki gelişmelere dair açıklama yaptı. Hatimoğulları, toplantıda önümüzdeki sürecin yol haritasını belirleyeceklerini belirtti. Hatimoğulları, "Toplum huzura kavuşmak, mutlu olmak istiyor, sorunlarına gerçek anlamda çözüm üretecek bir siyasetin ortaya çıkmasını istiyor. Biz DEM Parti olarak bütün Türkiye halklarına buradan ilan ediyoruz ki, sizin verdiğiniz mesajı gayet iyi anladık, bu mesaj çerçevesinde siyasetimizi yürüteceğiz." dedi.
Şırnex ve Wan Direnişleri
Hatimoğulları, iktidarın 32 merkeze asker ve polis kaydırarak seçimleri kazanmayı hedeflediğini kaydetti. Hatimoğulları, "Ama bizler bunu da bertaraf ettik önemli oranda. 10 merkezimizde kazandığını zanneden AKP, bu seçimlerde bir kazanç elde etmemiştir. Şırnak halkının kayyım seçmene karşı göstermiş olduğu direnişi buradan kutluyoruz. Şırnak’ta 10 bine yakın asker ve polisi gelip oy kullandığı bir yerde 2 bin küsur bir oyla bizler bu seçimleri tırnak içinde kaybetmişiz gibi gözüksek de bu seçimin kazananı DEM Parti’dir" diye kaydetti.
Hatimoğulları, Wan'daki irade gaspına karşı ortaya konulan direnişe de değindi. Hatimoğulları, "Bu girişimi boşa çıkaran Van halkına ve il örgütüne teşekkür ediyorum. Sizler bizlere bir kez daha şunu göstermiş oldunuz; halkın örgütlü gücüyle bizler bu anlayışı geri püskürtebileceğimizi bir kez daha hatırlamış ve göstermiş olduk" ifadelerini kullandı. Hatimoğulları, seçmenlerin otoriterleşmeye, özgürlüklerin kısıtlanmasına, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, hayat pahalılığına, kadın katliamlarına "dur" dediğini ifade etti.
Kobanê Davası Çağrısı
16 Mayıs'ta görülecek Kobanê Davası duruşmasına dikkati çeken Hatimoğulları, "Bu dava, düşüncenin ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldıran en önemli örneklerden biri olarak Türkiye tarihinde siyasete kara harflerle yazılmış olacak bir örnektir. Türkiye’de bu iktidara 'dur' diyen, bu iktidara 'artık yeter' diyen her kesimden destek bekliyoruz. Kobanê Kumpas Davası'na biz Türkiye halkları, ezilenleri ve sömürülenleri olarak dur demeyi başarırsak Türkiye’de aydınlık sayfaların açılmasının zamanı yakın demektir. Kobanê Kumpas Davası'nda dayanışalım ve kararın gerçekten demokrasinin lehine, siyaset yapma özgürlüğünün lehine çıkmasını sağlayalım. Orada haksız ve hukuksuz yere tutuklu bulunan başta Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat ve buradan ismini sayamadığım bütün arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasının gerektiğinin altını çiziyoruz" şeklinde konuştu.
'Asıl İşimiz Şimdi Başlıyor'
"Bizler Kürdistan’da kayyımcı zihniyeti göndererek başarıya imza attık" diyen Hatimoğulları, "En büyük başarılarımızdan biri de bu rejime ve otoriterleşmeye dur deme konusunda ortaya koyduğumuz adımdır. Özellikle Kent Uzlaşısı formülasyonu ile ortaya koyduğumuz tutum DEM Parti’nin Türkiye halklarına sorumluluğunu yerine getirdiği tarihsel bir dönemeçtir. Bizler batıda Kent Uzlaşısıyla çok ciddi sonuçlar elde ettik. Türkiye genelinde ortaya çıkan bu haritada DEM Parti seçmenimizin, Kürt halkının katkısı Kürdistan’da olduğu kadar batıda da çok büyük olmuştur. Bu süreçte bizler bu katkıyı sağlayarak aslında 3’üncü Yol’un ve demokratik cumhuriyetin inşasının yollarını açmak istedik bu konuda büyük bir başarıya imza attık. Asıl işimiz şimdi başlıyor. Şu anda Türkiye’de bahsettiğimiz bütün bu toplumsal alanlarda yaşanan sorunlar, bu iktidarın bu toplumsal alanlardaki sorunları derinleştirmesine karşı şayet seçmen ve Türkiye halkları hep birlikte dur dediyse o halde muhalefetin ve DEM Parti’nin önünü açmış demektir. O halde bizler bu açılan yola doğru girmek, bu kanalları doğru örgütlemek gibi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıyayız" ifadelerini kullandı.
'Mesajı Gayet İyi Anladık'
Hatimoğulları, "Toplum huzura kavuşmak, mutlu olmak istiyor, sorunlarına gerçek anlamda çözüm üretecek bir siyasetin ortaya çıkmasını istiyor. Biz DEM Parti olarak bütün Türkiye halklarına buradan ilan ediyoruz ki, sizin verdiğiniz mesajı gayet iyi anladık, bu mesaj çerçevesinde siyasetimizi yürüteceğiz. Bu seçimlerde Kürt halkı ortak yaşam konusunda bir yandan, ‘Ben irademe sahip çıkıyorum’ dedi bir yandan, ‘ortak yaşam konusunda ısrarcıyım’ dedi. Türkiye halkları olarak da Kürt halkının bu mesajını en iyi şekilde almak değerlendirmek ve önümüzdeki dönem siyasetini bu çerçevede şekillendirmek gibi bir görev ve sorumluluğu var siyasetin. DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşen bütün görev ve sorumluluğumuzu yerine getirmeye hazırız. Elimizi taşın altına koyduk bu çalışmaları yapacağız" şeklinde konuştu.
Anayasa Tartışmaları
Yeni anayasa tartışmalarına değinen Hatimoğulları, "Evet yeni ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Şimdi söyleyeceğimizi iktidar muhalefet ve bütün toplumsal dinamikler lütfen can kulağı ile dinlesin; Biz DEM Parti olarak anayasa tartışmalarını toplumla birlikte yapmak üzere hazırlıklarımıza başladık. Anayasa tartışmalarının yeni kapı gibi iktidarın can simidi olmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Toplumun hakiki ihtiyaçları üzerinden anayasa tartışmaları ilerlemelidir. Siyasi partileri aşan en geniş mutabakatı hedefleyen anayasa tartışmaları hedeflemeliyiz" diye kaydetti.
Bayrak İddialarına Yanıt
İktidar medyası tarafından "bayrak indirildi" iddiasıyla belediyelerin hedef alınmasına da tepki gösteren Hatimoğulları, şunları söyledi: "Bu külliyen yalandır. Bizim sembollerle, bayrakla bir sorunumuz yoktur. Türkiye kamuoyunu olası bir kayyım gaspıyla ilgili hazırlamaya çalışıyorlar. Bunun için bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Bu yalan yanlış haberler bu yalan ifadelerin nedeni budur. Bunlar bayrağı kullanarak bir rant alanı yaratmak istiyorlar" dedi.
1 Mayıs Çağrısı
Hatimoğulları, 1 Mayıs kutlamalarına işaret ederek, "8 Mart’ın, Newroz’un ve 31 Mart seçimlerinin ruhunu 1 Mayıs alanlarına taşımak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. ‘1 Mayıs’ta emeğin ve özgürlüğün ülkesini kurmak için geliyoruz’ şiarıyla Taksim’de, Van’da, Batman’da, Amed’te, Çukurova’da, Karadeniz ve İç Anadolu’da Türkiye’nin dört bir yanında emek ve meslek örgütleri ve demokrasi güçleriyle birlikte alanlarda olacağız. Alanlardan bizler şunu bir kez daha haykıracağız; Savaşa değil, barışa, işe, aşa, ekmeğe bütçe istiyoruz. Bu talepte bulunan milyonlarca insanın alanlarda meydanlarda birlikte olmak için 1 Mayıs alanlarında olalım" çağrısı yaptı.
Özgür Basın’a Dönük Saldırılara Tepki
Özgür Basın çalışanlarına dönük saldırı ve gözaltılara da tepki gösteren Hatimoğulları, "Şimdi sarayın tekelini sağlamlaştırmak ve gerçek haber alınmasını engellemek için operasyon gerçekleşti. Bu operasyon sadece özgür basına yönelik değildir. Yurttaşın haber alma hakkını engelleyen bir operasyondur. Bu operasyon, gözaltı ve tutuklamaları kınıyoruz. Demokratik bir anayasadan bahsedeceksek başta basın özgürlüğü olmalıdır. Basın emekçilerinin tamamı cezaevlerinden tahliye edilmelidir" ifadelerini kullandı.”
Tümüyle ülkenin vardığı istikameti bildirmesi açısından Tülay Hatimoğulları’nın beyanı olduğu gibi yalın bir gerçekliği imlemektedir. Demokrasi tahayyülünün kenara terk edilip, üstünün çizilmek istendiği bir zeminde Wan ve Şırnex’te olduğu gibi farklı açmazlar başı sonu belirsiz bir gasp etme tahayyülüne karşı hiçbir şeyin son dakikaya kadar bitmediğini örnekler. Özellikle, kayyım idaresi altında ezilmiş milyarlarca liralık büyük bir meblağın, hangi vatan, millet sevgisine dahil olduğu bir kere daha konuşulması elzem olandır. Belli, başlı başlı bir kriter olarak nefreti / hiddeti ve linci doğrudan Kürd siyaseti hareketi üstüne salan bir akım karşısında mücadelenin elzem hali bir kere daha hatırlatılır. Denkliğini yitirmiş bir ülkenin demokrasi pratiği, heyula içerisinde yerle yeksan edilmeye devam olunandır. Tümden bir itiraz odağını var etmeye çabalayan Türk dışındaki bu sahnede yaşama tutunanların ortak dertlerinin çokluğu zaten başlı başına meseli de özetlemektedir. Kalan her şey Tülay Hatimoğulları’nın demeçlerinde bildirilir. Görmesini bilene.
Demokrasi isteminin / izleğinin / meselinin kazara değil bile isteye saf dışına ötelendiği bir zeminde olmakta olanın yıkıcı / tarumar eden bir kısır döngüden ötesi olmadığı artık, şu raddede muhakkaktır. Her seçim tantanası sonrasında daha iyisini eyleyeceğiz, daha da güzel bir ülkeyi var edeceğiz, herkesin mesajını aldık diye çıkagelirken muktedir, alenen ve tamamen bir yıkıcılık eksenini güncellemeye devam eder. Demokrasicilik oyununu en olmadık suretlerde bir yıkıma yön tayini için var eden bir ülkenin hakikaten de yıldırıyla, onca düş kırımıyla, bariz tahakküm halleri ve bitimsiz boyunduruk ve cenderelerle hali her nice olur, olacaktır ki! Devlet halk içindir tezini çoktan çürütmüş, kepazeliklerle bir yandan, yağmacılıkla diğer yandan, kemer sıkma politikalarından bir tek itiraz sesine dahi tahammül edilemeyecek olduğunu göstere gelen tüm karşılamalardan sonra demokrasinin bir hiçliğe mahkum edilmesi dert değil midir? Bir koca asrı heder etmiş olan yerde daha da tüketilecek / ezilecek bir zaman söz konusu mudur? Bu mudur, bu hallerle midir o nihai güncellenmiş, güçlü ülke?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Full Moon In Broad Daylight. Bridge. Seaside. Promenade – Selma GÜRBÜZ – 2011
0 notes
organikkedikumu · 8 months
Text
Kedi Piresi ile Nasıl Mücadele Edilir? Pireden Korunma Yöntemleri
Evlerde beslenen ya da sokakta yaşamlarını sürdüren kediler için tehlikeli bir durum olabilen pire, tıp dilinde ise Ctenocephalides felis, tedavisi yapılabilen bir parazit çeşididir. Diğer hayvanlarda da görülebilen bu parazit, başka hayvanlardan kedilere bulaşabilir. Kedi piresi, hayvanları rahatsız ettiği gibi ileri düzeyde görülürse tehlike hastalıklara da yol açabilir. Ancak kedi sahipleri, alacakları önlem veya uygulanan tedavi yöntemiyle kedilerini pirelerden koruyabilir.
Kedi Piresi Nedir?
Hayvanlarda görülebilen parazitlerden en yaygını olan pire, evde ya da dışarıda olmaksızın kedilerde de çok sık görülür. Kedi piresi nedir sorusu en net haliyle parazit olarak cevaplansa da bu sorunun cevabını, kedilerin tüyleri arasına yerleşerek burada çoğalabilen ve kedilerin kanıyla beslenebilen küçük bir böcek türüdür. Uzunlukları 1-2 mm olarak bilinir. Hızlı üreyebilen böcekler olduklarından önlem alınmaması halinde kedinin vücudunda artabilir, bulunduğu ortamda da artabilirler. Herkesin merak ettiği “kedi piresi bulaşır mı” sorusu da hem hayvanlar arasında hem de insana bulaşması noktasında ‘evet’ olarak cevaplanabilir. Bu yüzden dikkat edilmesi gereken bir konudur. 
Kedide Pire Olduğu Nasıl Anlaşılır?
Pirelerin en uygun yaşam koşulları sıcak ve nemli ortamlardır. Bu yüzden de kedilerin vücudu onlar için harika bir yerdir. Yaz aylarında da daha fazla görülebilirler. Kedi piresi nasıl anlaşılır, ne gibi yöntemler izlenebilir dersek de aslında çok basit işlemlerle bu anlaşılabilir.
- Kedinizin tüy rengi açık tonlardaysa pireler kendini daha rahat belli eder. Diğer türlü ise kediler pire olan bölgeleri sürekli kaşıma ihtiyacı duyar.
- Pire tarağı ile tüyleri taradığınızda pirelere rastlayabilirsiniz. 
- Kedinin pire alerjisi bulunuyorsa, bulunan bölgeler tahriş olabilir, kabuklanma yapabilir.
- Islak mendille kedinin karnını sildiğinizde küçük kahverengi lekeler geliyorsa bu pirelerin dışkılarını bıraktığı anlamına gelir. kedi piresi belirtileri bu şekilde de anlaşılabilir. 
Pire Kediler İçin Tehlikeli Midir?
Pirelerin uzun süre kedilerin vücudunda olmaları, üremeleri onlar için sadece kaşıntı, kabuklanma, ağrı yaratma gibi rahatsızlıklar oluşturmaz. Hem içte hem de dışta çok farklı olumsuzluklara neden olabilir.
Bu anlamda “ kedi piresinin taşıdığı hastalıklar nelerdir ” diye sıralayacak olursak pirelerinde kediler için aslında ne kadar tehlikeli olabileceğini görebiliriz.
Anemi: Pireler kedileri ısırarak kanlarıyla beslendiğinden bu durum anemiye yol açabilir. Anemi de kedilerde çok daha başka rahatsızlıklara da neden olabilir. Haemobartonellosis: Pire ısırmaları sonucunda birçok hayvanda da görülebilen Mycoplasma Haemofelis parazitine de neden olabilir.
Tenya: Kediler tüylerini yalayarak kendilerini temizler. Bu esnada pire yumurtası yutarsa da sindirim sisteminde tenya enfeksiyonları oluşabilir. Bunun da neden olabileceği ciddi rahatsızlıklar olacaktır.
Kedi Piresi Alerjisi: Özellikle yavru kedilerde rastlanan bu durumda bölgesel olarak kızarıklıklar, kabuklanmalar, ağrılar yaşanır.
Sadece kedilerde değil insanlarda da bazı rahatsızlıklar yaşanabilir. Pireler insan vücudunda konak konumunda olamazlar. Ancak insanlarda da kimi ileri durumlarda tifüs, bartonelloz gibi rahatsızlıklar yaşanabilir. 
Kedi Piresi İnsana Geçer Mi?
Birçok kişinin merak ettiği “ kedi piresi insana geçer mi ” sorusu aslında şöyle cevaplanabilir. Sürekli evde olan kedilerde bile pire olabilir. Çünkü ayakkabılarımızla yaşam alanlarına pireleri bizler de taşıyabiliriz. İnsanlara bulaşması mümkündür. Kedi piresi insandan nasıl temizlenir noktasında da basit işlemlere sahiptir. Bir duş alınmasıyla, elbiselerin yıkanmasıyla kolaylık temizlenilebilir. Peki “ kedi piresi insanda durur mu ” dersek de insan vücudu pirelerin konak halde durabilmeleri için uygun değildir. Kedilerin tüyleri arasında daha rahat yumurta bırakabilir, üreyebilirler. 
Kedileri Pireden Korumanın Yolları 
Her kedi sahibinin en çok çözüm aradığı konu kedi piresi çözümü olmaktadır. Bunun önüne geçebilmek için mutlak ve mutlak belirli aralıklarla kedinize iç ve dış parazit aşısı yaptırmak önemlidir. İç parazit aşısı kediyi 2-3 aylık bir periyotta parazitlerden korur. Dış parazit ise enseden damla usulüyle vücuda aktarılır. Kedinizi pirelere karşı korur. Ancak etki süreleri sonunda tekrarlanması gerekir. Bu şekilde kedinizi pirelerden koruyabilirsiniz. 
Kedi piresi tasması da hayvanseverlerin kedileri için tercih ettiği bir üründür. Etki alanı kısıtlıdır. Kullanılabilir ancak tasmanın kedilerin boynunu tahriş edebilme ihtimali de vardır.
Pire tozları da kullanılabilir. Fakat bu gibi ürünlerin kullanımı veterinere danışılarak gerçekleştirilmelidir. Kimi ürünler kedilerin vücudunda tahribata neden olabilir.
Kedinizin sokakta zaman geçirmesini önlemeniz de gerekir. Diğer kedilerle veya farklı ortamlarla temasında pire bulaşması daha kolay olur. 
Kedi Piresi Nasıl Yok Edilir?
Evinizde veya sokağınızda beslediğiniz bir kedide normalinden fazla pire varsa “ kedi piresi nasıl temizlenir ” aşamasında birden fazla doğal yöntem de vardır. 
- Pire tarağıyla düzenli temizlik yapılabilir. Bu yöntemde uygun bir organik sirkede tarağı sürülerek tarama işlemi yapılabilir. Tarağı kedi vücuduna değdirmemeye özen göstermeniz gerekir. 
- Bitkisel içerikleri sprey veya pire şampuanları kullanılabilir. Öncesinde veterinerinize danışmayı unutmayın.
- Ev temizliği de önemlidir. Haşere ve pirelere karşı koruyucu ilaçlandırmalar yapılabilir. Düzenli aralıklarla yapılan temizliklerle birlikte evin havalandırması da etkilidir. 
- Dışarıdan eve girerken ayakkabıların temizlenmesi, kediyle temas etmeden giyimin değiştirilmesi ve ellerin yıkanması da önemlidir.
Organik kedi kumu
0 notes
saibhaktabrasill · 2 years
Photo
Tumblr media
#Turkish TURKİSH 12- FEBRUARY-2022 12-ŞUBAT-2022 OM SRİ SAİ RAM Meditasyon coşkuyla, tam bir inançla ve özenle ve kesinlikle belirtilen disiplinlere göre yapılmalıdır. Bu yapılırsa, yalnızca tüm mutlulukları ve tüm zaferleri değil, aynı zamanda Rab'bin vizyonunu da bahşeder. Bu, Yüce Maneviyat bilimine ve ayrıca doğa bilimine bağlıdır. Bu ikisi sadece bir açıdan farklıdır. Doğa öğrencileri hayatın nesnelerine daldırılır; Vedanta'nın öğrencileri hayatın temel gerçeğine dalmış durumdalar. Ve bütün insanlar ikisine de bağlıdır! Doğa, duyu nesneleri ile ilişkilidir; Vedanta kişinin Öz-gerçekliğiyle (swa-rupa) ilişkilidir. İnsanlar hayatlarını içte ve dışta bir ihtişama dönüştürmek istiyorlarsa, meditasyon benimseyebilecekleri en iyi ruhsal disiplindir (sadhana)! - Dhyana Vahini, Bölüm 1 Sathya Sai Baba #sathyasai #saibhakta #sathyasaibaba #saibaba https://www.instagram.com/p/CoDxjILsqMy/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
venusunruhu · 3 years
Text
Klitorisin anotomisi ve orgazmdaki işlevi hakkında tartışmalar hala sürmektedir
Klitoris – Aslı Davas (Feminist Bellek)
Sadece insanlarda değil, tüm memeli hayvanlarda mevcut bir organ olan ve kadın cinselliğinin merkezinde yer alan klitoris, içerdiği yoğun sinir dokusu nedeniyle oldukça duyarlıdır. Erkeklerde erektil bir organ olan penis hem idrarı hem de üreme için gerekli meniyi boşaltma işlevi görürken, klitorisin tek işlevi cinsel hazdır. Üremeden çok cinsel haz için mevcut olması, çok yakın zamana kadar klitoris anotomisi ile ilgili bilgilerin dahi tartışmalı olmasına yol açmıştır. Oysa klitorise dair bilgiler Antik Yunan’a uzanır. Klitoris sözcüğünün Yunanca’da anahtar anlamına gelen kleitoris kelimesinden türediği düşünülmektedir. İlk kez Efesli Soranos tarafından üretra önündeki kaslı bir kamış olarak tarif edilmiştir. M.S. 130-200 yıllarında yaşayan Romalı doktor Gallen, erkeklerdeki tüm cinsel organların karşılığının kadınlarda da olduğunu, erkeklerinki dışarıda ve görünür durumda iken kadınlarınkinin içeride olduğunu ifade etmiştir.
Sonrasında ise kadınların cinsel haz almaları ile bedenleri üzerindeki eril / ataerkil kontrolden özgürleşmeleri arasındaki bağlantının yarattığı korkuyla klitorisin varlığının inkar edildiği veya boyutunun yahut işlevlerinin çarpıtıldığı dönemler yaşanmıştır. Aslında orgazmın kadının doğurması için gerekli olduğu düşünüldüğünden klitoris, 16. yüzyıla kadar son iki yüzyıldaki kadar itibarsız olmamıştır. 15. yüzyıl sonlarında cadılığın dünyevi şehvetten geldiği görüşü hakim olmaya başlamış, Malleus Maleficarum’da klitoris şeytan memesi olarak isimlendirilmiş, cadıların şeytanla anlaşmasının kanıtı olarak görülmüştür.
Bugün ise birçok kültürde bekareti korumak, evlilik sonrası aldatmayı önlemek ve libidoyu azaltmak amacıyla klitoris başı, kolları ya da bazı vakalarda dış genital yapının tamamı vajinayı da kapatacak şekilde 15 yaşından önce alınmaktadır. Bu korkunç işlem, hala her yıl üç milyon kız çocuğuna, çoğunlukla geleneksel sünnetçiler, nadiren de sağlık kurumları tarafından uygulanmaktadır. Söz konusu uygulamaya bağlı olarak kadınlar ve doğum sırasında bebekleri yaşamlarını kaybetmekte; kadınlar yaşam boyu cinsel hazdan mahrum bırakılmaktadır. Hiçbir dinde önerilmemesine ragmen klitoris sünneti uygulanan kültürlerde, bunun dini gerekliliğine inanılmaktadır (WHO, 2020).
Klitorise yönelik bu yok sayan “bilimsel” yaklaşımlarla eril şiddet, kadın cinselliğinin denetiminin patriyarka açısından ne kadar önemli olduğunun bir kanıtıdır. Tarih içinde maruz kaldığı yok sayılma ve genital mutilasyon da dahil işkenceler göz önünde bulundurulduğunda, en politik organ unvanına aday olabilir klitoris.
Ancak “modern” kabul ettiğimiz dönemlere yaklaştıkça bilimsel bilginin artışıyla klitorisin daha iyi tanımlandığını söylemek zor. 1948’de dünyanın en saygın anotomi atlaslarından birinden silinen klitorisin, bugün yeniden şeytanın bir organı olarak kabul edilmeyeceğinin bir garantisi yok.
Kinsey’in kadın orgazmındaki merkezi rolünü ortaya koymasından sonra, klitoris tekrar ilgi görmeye başlamıştır. 1998 yılında üroloji uzmanı Helen Connel tarafından anotomik olarak tanımlanmıştır. Connel, feminist bir sağlık merkezinde çalışan bir grup araştırmacının üzerinde çalışacak kadavra ya da görüntüleme cihazları olmadığından, saygın anotomi kitaplarıyla kendi genital organlarını karşılaştırdıkları ve birbirlerinin orgazmlarını izleyip genital organlardaki değişimleri kaydederek ulaştıkları bulguları, 1989 yılında bir kitapta[1] yayınladıklarını görmüş ve bu alanda çalışmaya karar vermiştir.
Penis ve klitoris, anne karnında cinsiyeti olmayan genital tüberkül denilen ortak bir yapının cinsiyet hormanlarının etkisiyle farklılaşması sonucu gelişir. Klitoris iç dudakların üst birleşkesinde yer alır. Hem iç hem de dış bileşenleri olan bir kompleks olarak ele alınmaktadır. Kabaca üç bölümden oluşur: en dışta glans veya baş, ortada korpus veya gövde ve en içte kruralar. Ayrıca vajina ve üretra çevresinde vestibüler veya kavernöz yastıklar (bulbs) vardır. Her kadında büyüklüğü ve görünümü farklıdır (Pfaus ve ark., 2016). Vücudun dış kısmandaki yapısı oldukça küçükken iç kısmında rahim, vajina gibi diğer organlarla komşudur ve penis gibi erekte olabilen kısımları 20 cmyi bulur. Baş kısmı orgazm açısından çok duyarlıdır ve 8000 duysal sinir içerir. Sadece kadını heyecanlandıran fantazi ve hayallerle bile, en ufak uyarıda hem dışarıdaki hem de içerideki bölümler, büyür ve sertleşir (CETAD, n.d.).
Klitorisin anotomisi ve orgazmdaki işlevi hakkında tartışmalar hala sürmektedir. Bazı araştırmacılar vajinal orgazm zannedilenin aslında klitoris başının uyarılması ve penisin vajina içinden iç klitoral komplekse baskısıyla klitorisin erekte olması sonucu gerçekleşen klitoral orgazm olduğunu iddia eder. Puppo ve Puppo ise sadece sinir ağı nedeniyle çok duyarlı olan glansın uyarılmasının orgazm için yeterli olduğunu, vajinal orgazmın fizyolojik olarak mümkün olmadığını iddia etmektedir (Puppo & Puppo, 2015).
Gelişmelere rağmen kadın orgazmı ve klitorisin merkezi rolü hala tam olarak bilinmemektedir. Bilgiye erişimin kolaylaştığı, gençlerin ilk cinsel ilişkilerini giderek daha erken yaşta edindiği bu dönemde, genç kadınların cinsel organlarını isimlendirememeleri, bu alanda hâlâ patriyarkal denetimin yaygın olduğunun bir göstergesidir.
Türkiye’de 2014 y��lında üniversite öğrencileriyle yapılan bir araştırmada kadınların %28,4’ü, erkeklerin %20,2’si klitorisin ne olduğunu bildiğini ifade etmiştir (Aslan ve ark, 2014). Fransa’da 2009 yılında yürütülen bir araştırmada ise 9. ve 10. sınıftaki kız öğrencilerin %23’ünün klitorisinin olduğunu, %65’inin ise bu organın işlevini bilmediği saptanmış (Di Marino, 2014). Yapılan bir araştırmaya göre klitorisi bilmek mastürbasyonla orgazm sıklığını arttırır (Wade, Kremer&Brown, 2005). Dolayısıyla bilgisiz bırakılmak, cinsel haklarla ilgili çok ciddi bir ihlaldir.
Aile, eğitim, sosyal medya gibi bir çok alanda klitorisin ilgilenilmeye ve anlatılmaya değer bulunmamasından kaynaklanan bu bilgisizlik, kadınların kendi bedenlerine yabancılaşmasına yol açıyor. Aileler ve okullar kimi zaman bilgi eksikliği, kimi zamansa muhafazakar eğilimler nedeniyle hâlâ bu konuya değinmiyorlar. Bu nedenle klitorisle ilgili bilginin kadınlar arasında paylaşımı ve yaygınlaştırılması, kadın özgürlük hareketinin önceliklerinden biri olmaya 21. yüzyılda da devam ediyor.
-Aslı Davas-
Tumblr media
21 notes · View notes
Text
Dokuz yaşındaki oğlum okuldan eve geldi ve"Anne squid game izleyebilirmiyiz" diye sordu. Ne bildiğini öğrenmek için "O neymiş ki" dedim. Bir diziymiş, oyunu da varmış, insanları öldürüyormuşsun, arkadaşlarım oynuyor ben bilmediğim için dışarıda kalıyorum, dedi. Benzer bir cümleyi okulun ilk haftalarında papçi oyunu için de duymuştum. "Arkadaşlarım oynuyor, okulda konuşup anlatıyorlar. Ben bilmediğim için oyunların dışında kalıyorum." diye ağlayıp üzülmüştü. Çocuklara kızmıyorum onlar bilmez, kendilerini koruyamazlar. Çocukları korumak ve yönlendirmek ebeveynlerin görevidir. Bırakın tüm uzmanlık sürecimi herşeyden önce bir anne olarak, küçücük çocukların bu oyunları oynamasını, bence yetişkine bile uygun olmayan böylesi dizileri izlenmesini anlayamıyorum.
E ne yapalım? Her çocuk oynuyor, bizim çocuk dışarda mı kalsın diye soranlar oluyor. Çocukken annem arkadaşlarıma uyup yanlış birşey yaptığımda " Herkes köprüden atlasa sende mi atlayacaksın, aklını kullansana" derdi. Şimdi olan bu ne yazık ki, herkes köprüden atlıyor. Oysa akıl bizim en değerli nimetimiz. Çocuğumuz dışlanıyor ise ona bazen dışta olmanın içte olmaktan güzel olduğunu anlatalım, duygusal destek verelim, gerekiyorsa arkadaş ortamını genişletelim, değiştirelim. Peki ya diğer çocuklar? Bu içeriklere maruz kalanlar...:( Ben okulumuzun PDR servisiyle görüştüm, hocam siz anlatın gerekiyorsa ben gelirim anlatırım, ailelere ulaşalım dedim. Çünkü iş çocukta değil aile de düzelecek. Bu paylaşımı okuyan tüm ebeveynlerden ricamdır. Gerçek hayata olsa çocuğunuzu köşe bucak kaçıraçağınız hiçbir görüntüye çocuklarınızı sanal olarak maruz bırakmayın. Kaybetmeyelim yavrularımızı lütfen...
Hatice Kübra Tongar
40 notes · View notes
rauhnachte · 3 years
Text
hayatımın en net, en zor senesiydi 2021. her yıl yeni zorluklarla geliyor tabii ki ama bu seneye dönüp bakınca 'keşke kendi başımı okşayabilsem' diyorum. hastalıklarla uğraştığım, vücudumun bana 'bak bu olay dışta değil içte' diye yalvardığı bir seneydi. kaç gece ağlayarak uyuyakaldım, kaç gece sıçrayarak uyandım hiç bilmiyorum. hep olumsuz şeyler olmadı tabii ki elimi nereye atsam onu en iyi şekilde yaptım, büyük korkularla başladığım işlerin sonunda sürekli fikir danışılan, kendini ispatlamış birisine dönüştüm. hızlı öğrendim çabuk uygulamaya geçtim. kendimi ne olursa olsun küçümsememem gerektiğini öğrendim ve bu sene kendimi daha çok sevdim. 2022'den her şeyin mükemmel olmasını beklemiyorum. tek beklentim kendimin daha iyi versiyonuyla seneyi bitirmek. bu sene öğrenmek istediğim çok fazla şey, kendimle tanışmak istediğim çok fazla alan var.
7 notes · View notes
derdiderun · 4 years
Note
Abi selamun aleykum vesveselerden nasıl korunabiliriz. Namazda olsun abdestte olsun şüphe ve kötü düşüncelerden nasıl korunabilriz Allah'ın izniyle..
Ve Aleykümselam. Bir hocamız paylaşmıştı not almıştık paylaşalım sizinlede inşaAllah.
Vesveseden nasıl uzak kalınabilir?
İslam alimleri hastalık haline gelen vesveseden kurtulmanın yollarını şöyle sıralamışlardır:
a) Samimiyet içinde Allah’ı anmak, vesvese ve şeytandan Allah’a sığınmak,
b) Kişinin kalbinin onaylamadığı düşüncelerin kendi inançları olmadığını bilmek ve kötümserlikten kurtulmak,
c) İsteği dışında içinden geçen düşüncelerin kendi inanç ve düşünceleri olmadığını bilip endişe ve korkudan uzak durmak,
d) Yılanın aynadaki yansımasının insana zarar vermediği gibi iradesi dışında hayaline gelen sahnelerin kalbine zarar vermeyeceğini bilmek,
e) Dinin “kolaylık” olduğunu, Allah’ın kulları için zorluk değil kolaylık dilediğini düşünerek ameli hayatını yürütmek,
f) İçinden geçen olumsuz düşünce yahut sahnelere önem vermemek, önem verdikçe rahatsızlığın artacağını dikkate almak.
....
VESVESEDEN KURTULMANIN PRATİK ON ÇARESİ
1. Vesvese, imanın kuvvetindendir.
Önce hemen şunu belirtelim ki, vesvese çok korkulacak bir şey değildir, çünkü iman var ki, vesvese geliyor.
Sahabe-i Kiram'dan Efendimiz'e gelip, “Ya Rasûlallah, vesveseye mübtelâyım” diyen birine, Efendimiz (sav)'in cevabı, “Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın kuvvetindendir” şeklinde olurdu.
Şeytan, sizde de iman cevheri, ibâdet hazinesi, namaz ve dine hizmet cevheri olduğunu bildiği içindir ki, korsanlık yapmakta ve size karşı taarruza geçmektedir. Korsanlık, belki denizlerde yapılan şekliyle tarihte gömülmüştür ama, şeytana bakan yönüyle Âdem (as) ile başlamış olup, kıyamete kadar da devam edecektir.
Nasıl deniz korsanları, hazine taşıyan zengin gemilerine tecavüz eder ve define bulunan adalara saldırırlar, öyle de şeytan dahi, mü'minin iman cevheri taşıyan kalbine hücum eder. Zaten o, tamtakır, kupkuru ve bomboş kalblerle uğraşmaz; böylelerine vesvese okları göndermez.
Hırsızlar bile zengin evleri kollarlar; Doğu'nun ve Batı'nın kâfir ve zâlimleri de öyle değil mi?..
Vesveseye düşen mü'min, “Şeytan bütün cephelerde mağlûp oldu; bu yüzden, şimdi de iman ve İslâm'a ait vesveselerle, şüphelerle beni meşgûl etmek, hazineme el atmak istiyor; ama, benden bir şey koparamayacak.
Bu, onun son çırpınışlarıdır; bir gün gelecek, benden bir şey koparamayacağını anlayınca çekip gidecektir.. kapıma haydut kılıklı birinin gelip, birkaç gün el açtıktan sonra çekip gitmesi gibi. Hoş, gitmese de kapılar ona sürmeli ve beni koruyan kale de çok sağlam; bana Allah’ın izniyle hiç bir şey yapamaz” diye düşünmelidir.
2. Vesvese, kalbin malı değildir:
Kalb rahatsız olduğuna göre, vesvese kalbe mal edilemez; çünkü eğer o, kalbin malı olsaydı, kalb ondan rahatsız ve tedirgin olmayacaktı ve böyle bir kalble şeytan da uğraşmayacaktı...
Kalbin rahatsız ve tedirgin olması şundandır: Kalb, vesveseye razı değil, sahip de değil; vesvese ile arasında manâ ve mahiyet bakımından bir münasebet olmadığı içindir ki, kalb vesveseden rahatsız olmaktadır.
Kişinin gösterdiği reaksiyondan, ateşinin yükselmesi, kaşlarının çatılması, başının ağrıması, iştiha ve ağız tadının kaçmasından anlıyoruz bunu; tıpkı vücuda giren yabancı mikroplara ve bu mikropların fizyolojik yapıda açtığı rahnelere, meydana getirdiği arızalara karşı vücudun muharipler üretmesi, antikorları devreye sokması ve bu ciddi muharebenin meydana gelmesi neticesinde hararetin yükselmesi gibi. İşte, şeytanın da kalbimize gönderdiği bizim malımız olmayan yabancı hayâl, düşünce ve vesveselere karşı mânevî yapımız, iman potansiyelimiz, âdeta antikor üreterek, bu şer ve şerareler ordusuna karşı kavga vermekte, bunun neticesinde de ateşimiz yükselip, kalbimiz sıkılmaktadır. Eğer, vücudumuz herhangi bir mukavemette bulunmuyor ve boğa yılanı görmüş bir keçi gibi hemen teslim oluyorsa, o zaman, AİDS virüsüne karşı antikorların teslim-i silah ettikleri gibi, bizde de iş bitmiş demektir. Gelen vesvese karşısında kalbimiz, imanımız mukavemet etmezse, o zaman vesvese de olmaz, hararet de yükselmez! Bu, “Gel, ne istersen yap!” demektir ki, şeytanın da istediği budur.
3. Vesveseye maruz kalb, içine kötülerin çer-çöp attığı pınara benzer: meseleyi bir de şöyle düşünebiliriz: Berrak, saf ve tertemiz bir su kaynağı var; bileşikleri, tadı ve takdim ettiği şifasıyla zemzem suyu gibi bir su kaynağı. Herkes tarafından mâlum ve meşhur hale gelmiş, dünyâca da kabûl edilmiş mübarek bir kaynak. Şimdi, hain biri geliyor, sinsice kaynağa yaklaşıp, su üzerine boya, toz, çer-çöp döküp kaçıyor.
Siz bunu görünce, “Eyvah” diyorsunuz; “Pınarım kurudu, mahvoldu, pislendi ve ölüp gitti!” Oysa, hakikat böyle değildir. Akan su, üzerinde atılan o çer çöpü götürecek ve safiyetini muhafaza edecektir. Sizin kalbiniz, imanınız berrak, pırıl pırıl bir pınar ise, o zaman bulandırmak için üzerine atılan tozun, toprağın ona hiç bir zararı olmayacaktır.
O toz, toprak akıp gidecek ve sizin menba'ınız her zaman temiz kalacaktır. Demek oluyor ki, o bulanıklık pınarın kendinden değil... Evet, işte vesveseye maruz kalb de böyledir...
4. Vesvese, iradî olmayıp, fiiliyata da dökülmüyorsa insanı mes'ul etmez:
Bildiğiniz gibi, mükellef ve mes'ul olmada irâde ve şuur şarttır. Hayvanatın yanısıra mecnunlara, aklı, şuuru yerinde olmayanlara teklif yoktur. Bu itibarla, vesvese için irâde devrede değilse ve plân, programı yapıp, “gel” diye kalb ve düşünce kapılarımızı bizzat kendimiz aralamıyorsak, mes'ul sayılmayız. Elverir ki, onu fiiliyata dökmeyelim, işlemeyelim. İrâde, umumiyetle böyle kendi kendine gelen vesveseyi karşısında bulur ve ona mukavemet edemez, çünkü o davetsiz gelir. Ayrıca insan, tedayi-i efkâr ile irâdesi dahilinde olmadan gördüğü, duyduğu ve okuduğu şeylerle de bir takım hatıralara, hayâllere ve düşüncelere maruz kalabilir. Aslında, çok defa bunlardan kurtulmak mümkün de değildir; çünkü insanın bu hali, yaratılışın muktezasıdır.
5. Vesvese, insanın ilerlemesine mani olmayan örümcek ağı gibidir:
Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Kur'ân, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır” diye ferman etmektedir (Nisa, 4/76). Evet var ama, yok gibidir şeytanın hilesi. Meselâ, iki duvar arasından geçmek istiyorsunuz; bakıyorsunuz ki, bir örümcek, ağlarını gerip yolunuzu kapatmış; döner misiniz, devam mı edersiniz? Örümcek ağı sizin ilerlemenize mâni olabilir mi gerçekten? Şüphesiz hayır; onu bir engel olarak görmez ve hiçbir şey yokmuş gibi yolunuza devam edersiniz.
Efendimiz, şeytanın dalâleti, küfrü, küfranı, günahı ve kötülükleri yaptırmadığını ve elinden tutup da kimseye günah işletemeyeceğini beyan buyurur. Şeytanın yaptığı, ancak fenalıkları süsleyip-püslemek, allayıp-pullamak, cazip ve çekici göstermektir. İyiyi de kötüyü de yaratan, dalâlete de hidayete de sevkeden
Allah (cc)'tır. Rengârenk köpüklerle süslenip imar edilmiş bir saray gibidir şeytanın vesveseleri; fakat altında derin çukurlar bulunur, kilometrelere ulaşan derin çukurlar...
Gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin zararı olmaz. Vesvese, üflemekle uçup giden tüy kadar zayıftır.
Bir ara toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer o; ardından ne yağmur gelir, ne de yel!.. O, uçak yolcularının bir anlığına içine düştüğü hava boşluğu gibidir; ne feryat etmeye değer, ne de dövünüp yakınmaya!..
6. Vesvese, üzerinde durulmadığı ve dert haline getirilmediği takdirde hiçbir zarar vermez:
Düşüncenize bulaşıp da onu kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Vesvese, hayâl aynasında sönüp gidecek derecede zayıf ve gelip geçici bir iz; leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü ve çok hafif yansımalardan ibarettir. Akla ve hayâle gelen şeyler, hayır kaynaklı ise akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şer kaynaklı bir vesvese ise, o zaman da akla, düşünceye ve kalbe tesir etmez, kir bırakmaz ve zarar da vermez. Elinizde tuttuğunuz aynaya karşıdaki yılanın görüntüsü aksetse, aynadaki o yılanın elinize zararı olur mu? Ya da, aynaya akseden bir pislik elinizi kirletir mi? Veya, elinizdeki aynaya akseden alevli ateş, elinizi yakar mı? Aynenbunun gibi, nasıl karnınızdaki pisliklerin namaza ve elmasın etrafındaki kömür tozlarının elmasa zararı yoksa, aynı şekilde, şeytanın da dışta ya da içte aslî ve zatî bir varlığı ve hüviyeti olsa bile, attığı okların, gönderdiği görüntülerin aslî hüviyeti ve hiç bir zararı yoktur.
Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert haline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiç bir zararı olmaz. Ona hep tepeden bakacak ve “Allah'ın (cc) izniyle bunun altından vurup, üstünden çıkarım” diyeceksiniz.
7. Vesvese, zararlı tevehhüm edildiği zaman zarar verir:
Şimdiye kadar anlattıklarımızın hilafına hareket edildiği takdirde vesvesenin zararı olabilir. Evet vesvese, zararsız olduğu bilinmeyip, zararlı tevehhüm edildiği zaman zararlıdır. Üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman zararlıdır o; büyük gördükçe, mühimsedikçe büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hale gelir.
Bir arı kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama, siz önemsemeden kovanın önünden geçer gidersiniz.
Vesvese karşısında da yapmamız gereken şey, bundan farklı olmamalıdır.
Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar; biz de cazip bulur ve onu işlettirirsek, o bir karelik manzara, hayâl sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi haline gelir de, farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele bu sûretler, nefsâniliğe bakan, bedeni tesir altına alan suretler olursa.
Evet, insan onu alır ve hayâlinde maceralı bir film haline getirir. Halbuki şeytana ait olan, o ilk sahnedir. Öyleyse, o ilk oltaya sahip çıkmamak, takılmamak ve onu işlettirmemek gerekir ki, şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayâllerimizi gerçeğe dönüştürmesin; dönüştürmesin ki, biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.
8. Hassas ve asabî ruhlar, şeytanın vesvesesine önem verip vehme kapılmamalıdırlar:
Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda daha da zararlı bir hastalık ve meleke haline gelir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde, zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır; sonra da bunu kalben, fikren ve im'an-ı nazarla büyütüp, kendine mal eder. Derken onu huy haline getirir ve onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında ye'se düşüp, tam zarara uğramanın ifâdesidir. Bu hale ma’ruz kalmış biri, ümitsiz bir şekilde “Artık ben mahvoldum” deyip, mağlûbiyeti kabûl eder ve böylece önce merkezi şeytanın salvolarına açık hale getirir, sonra da onu terk eder.
Bir kumandan düşünün; ilerde sağ tarafta bir kaç madenî parlama görerek, düşman o taraftan saldırıya geçecek vehmine kapılır ve ordusunun sağ kanadını boşaltıp o tarafa sürer; sol tarafındaki dağlarda da ağaç yapraklarının kıpırdanmalarından, düşmanın saklandığı ve hücum edeceği düşüncesine kapılarak, ordusunun sol kanadını da oraya sevk eder. Neticede merkez, hasmın taarruz ve imha etmesine açık ve hazır hale gelmiş olur. Esasen bu, taktik bilememenin ve düşmanı tanımamanın ifâdesidir. Görüyorsunuz ki, şeytanın yaptığının vesvese adına bir kibrit çöpü kadar önemi yokken, insan onu azmanlaştırıyor, azgınlaştırıyor ve kendi başına salıyor. Evet, dikkat edelim, onu hayalimizde ve düşüncemizde büyütmeyelim.
9. Vesvesenin manyetik alanından ibâdet ile uzaklaşmalı ve psikolojik te’sirinden çıkılmalıdır!
Vesveseye karşı sizi vesvesenin manyetik alanından kurtaracak davranışlarda bulunun. Hadiste de ifâde edildiği gibi, böyle bir şey arız olduğunda, söz gelimi gadaplandığınızda, ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kılın ve iç dünyânızda değişiklik yapın; ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşrû bir kısım davranışlarda bulunun! İrâdenizi devreye sokarak, psikolojinize te’sir edebilecek, elinizde olmadan içine düştüğünüz hava boşluğundan sizi çıkaracak veya tutulduğunuz elektrik akımından sizi çekip alacak küçük de olsa bir vesile arayın.! Efendimiz (sav), bir sefer dönüşü -bir defaya mahsus olmak üzere-yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca, “Burayı derhal terkedin; şeytan burada hâkimiyet ve saltanat kurmuş” buyurmuşlardı.
Evet, her zaman şeytanın manyetik alanına karşı dikkatli olunmalı ve bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, şeytan ve şeytanî şeylere birer hüsn-ü istikbalse, evrad u ezkâr, Allah’ı ilan ve O’nunla irtibatlanma, bütün şer kuvvetlere karşı bir müdafaa, hattâ bir taarruzdur.
Meselâ, Efendimiz (sav) bir yerde, şeytanın ezan sesinden nasıl kaçtığını anlatır. Demek ki, onun ezana ve ezanın ihtiva ettiği manâlara tahammülü yok. Öyle ise, şeytan vesveselerle taarruza geçtikce, biz de
Allah ve Rasûlü’yle irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve hep lâhûtî hâtıralara dalmalıyız. Efendimiz (sav)'in
Mi’rac yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hattâ esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenebilir. Keza bir yerde sol tarafınıza atacağınız üç tükürük, bir de bakarsınız onun geldiği sisli perdeyi yırtıverir. Şeytanın harama teşvik adına gelen vesveselerine karşı bazan yumruğu sıkıp meydan okuma, bazan da hafife alma manâsına tebessüm edip geçme, onun manyetik alanına karşı gerilimde bulunma ifadesidir.
Bir genç arkadaşımıza şöyle dediğimi hatırlıyorum:
“Şeytan, karşına çıkıp da bir harama bakmanı istediğinde şöyle düşün: Bakmakla elime ne geçecek?
Bakacaksın, o boş. Daha ileri götürsen, yine boş. Kaldı ki, imanının sana vereceği pişmanlık ve ızdırap da var.
Sonu böylesine boş, ızdıraplı ve karanlık olacak bir bakışın ne manâsı olabilir ki!” Esasen, insan kendini böyle ikna ederken, o haram manzara da çoktan kaybolup gitmiş olur.
Akla gelen her vesvese, her süslü manzara, gelecekte elde edilecek daha mükemmellerini düşünmekle izale olabilir.
Kur'ân'ın pek çok yerinde, dünyâ hayatının bir oyun ve eğlenceden ibâret bulunduğu ve gerçek hayatın Ahiret hayatı, yaşanacak gerçek yurdun da ahiret yurdu olduğu ifade edilir (A.İmran, 3/185; Ankebut, 29/64).
Vesvese, sana ıspanak ve tere otunu mu teklif ediyor; ama Allah (cc) diyor ki, orada peş peşe koparılmaya hazır meyveler var. (Hâkka, 69/23) Hem, dünyadaki gibi hazımsızlık, karın ağrısı ve defekasyon lüzumu da duymayacaksın. Buradaki haramlara nazar noktasından gelen vesveseye de aynı şekilde mukabele edilebilir. Ama biz, dünyânın bütün güzelliklerine karşı “İsteyene ver Sen anı, bana Seni gerek Seni” diyeceğiz. Yaz aylarının kavurucu sıcağını bahane ederek, şeytan sizi hizmetten ve irşad gayesiyle etrafa gidip gelmekten alıkoymak ve başkalarına yaptığı gibi sizi de deniz kıyılarına veya gölgesi serin mesire yerlerine çekmek mi istiyor? Ona Cehennem ateşinin çok daha sıcak olduğunu hatırlatıverin. Öyle zannediyorum ki, kalbinize atmak istediği bu vesvese, kendi gırtlağına tıkanıp kalacaktır.
Hem “Allah Rasülü (sav) ve O'nun sâdık yaranı ve arkadan gelen salihler bizi bekleyip dururken, benim şurada burada avare ve bana yakışmayan bir vaziyette dolaşmam hiç doğru olur mu?” diyerek, bu mevzûda şeytanın telkin etmek istediği gaflet ve rehavet vesvesesini izale etmek mümkün olur kanaatindeyim.
10. Abdest ve namazda “eksik mi yaptım?” şeklindeki vesveselere de önem verilmemelidir.
“Abdest ve namazda yanlış ve kusurum oldu mu acaba?” şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir.
Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama mükerreren oluyorsa, sözgelimi bir abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşen birisi, o zaman hiç vesveseye meydan vermeden, o uzvunu yıkadığını kabûl ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtelâ olmuşsa, namazının tamam olduğu kanaatıyla hareket etmelidir.
Vesvesenin ilka ettiği şeyin üzerine üzerine gidilmelidir. Vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette yürümek lâzımdır. Hiç kâle almadan, önem vermeden, yapılan yanlış bile olsa,
“Mezheplerimizden birine uyar” deyip geçmek maslahata binaen daha muvafık olur kanaatindeyim.
Gâye, şeytanın canına okuyup vesveseyi def’etmektir.
19 notes · View notes
cirkinadam · 4 years
Text
Yaşamıma sıkıntı tecrübesinin hükmettiğini söyleyebilirim. Bu duyguyu ta çocukluğumda tanıdım. Eğlence, sohbet ya da zevklerle oyalanabilecek sıkıntı değil burada söz konusu olan; tabir caizse temel bir sıkıntı bu ve şundan ibaret: Kendi evinizde veya başkasının evinde, ya da güzel bir manzaranın karşısında, az ya da çok aniden her şeyin içi ve anlamı boşalıyor. İçte ve dışta boşluk. Tüm evren hiçliğin damgasını yiyor. Ve hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor, hiçbir şey dikkatimizi hak etmiyor. Sıkıntı bir baş dönmesidir, ama sakin ve yeknesak bir baş dönmesidir; evrensel anlamsızlığın ortaya çıkışıdır; bu dünyada da öbür dünyada da bir şey yapılamayacağının, yapılmaması gerektiğinin, hayrete varan, ya da en üst basirete varan kesinliğidir; bize uyabilecek ya da bizi tatmin edebilecek hiçbir şey yoktur dünyada.
Bu tecrübe sebebiyle -sürekli değildir, ama gider gelir, zira sıkıntı nöbet halinde gelir, ama bir ateş nöbetinden çok daha uzun sürer- hayatımda ciddi hiçbir şey yapamadım.
Gerçeği söylemek gerekirse yoğun yaşadım, ama varoluşla bütünleşemedim.
— Emil Michel Cioran, Ezeli Mağlup
17 notes · View notes
mesut-sems · 6 months
Text
Tumblr media
Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
52 notes · View notes
cauteverum · 4 years
Text
Tinin Okuma Hareketi
Okumanın temel nesnesi olan yazı ya da yazınsal dediğimiz şey zihnimizin dışında uzaysal, maddesel bir şeydir. Bu noktada okuma eyleminde zihin kendi içselliğinden çıkıp dışsallaşmalı, dışsal olan yazı ya da imle dolayıma girmelidir. Dışsallaşmış zihin bu dolayımdan ve en önemlisi de belirlenmişlikten yine kendi içine dönerek anlamı, kavramı, tasarımı veya ideayı üretir. Ama bu üretim bir süreçtir ve okuma devam ettikçe dışsallaşma-dışsalıktan kendi içine dönme sarkacı devam eder ve ilk okumada üretilen anlam daha da zenginleşir ve değişir. Buna zihnin okuma hareketi diyoruz; bu okuma sadece yazıyla, kitapla değil bir anlamı olduğu niyetiyle yaklaştığımızda doğa ve insan için de geçerlidir.
Okuma Kavramı ve Felsefesi
Okuma, tinin (der Geist) duyusal olanla, özelde gözle, (gözün nesnesini teşkil eden ve varlığı itibariyle) göz-için-olanla, özelde göz-için-olanın bir türü olarak yazı ile olan dolayımıyla başlar; Tin bu duyusal, (kendinde ve kendi için olan Tinin bu içselliğine) dışsal, görsel, maddesel ve verili olanı, yani İmi/Yazıyı, bizzat kendisi, kendine özgü (okuma) hareketiyle bu duyusal alandan kavramsal alana yükselmekle kavrama dönüştürerek (Hegel’den alacağımız bir ifadeyle) kendinde ve kendi-için yeniden üretir.
Demek ki yukarıda belirtilen dolayımla başlayan bir süreç olarak okumada, Yazıyı, İmi tüketip onlara aşkınsal olan bir alana, yani Kavramın dünyasına yükseliriz. Ancak okuma süreci kesintisiz bir biçimde, tüketilecek yeni yazı ve imlerle beslenip sürdüğü sürece, tinin bir yönü onun içselliğindeki kavram dünyasında olduğu gibi diğer bir yönü de kavram dünyasına intikal ettirmek tarassuduyla peşi sıra akıp gelen imlere, yazıya yönelmiş haldedir. Bu sebeple okumada, Tin, “okuma sürecinin sürekliliği” için sürekli Kavram dünyasından yine sözü edilen dolayımın başlangıç zeminine geri dönmeli, sonra Yazının/İmin dünyasından yine oraya geri dönmelidir.
Dolayısıyla okuma faaliyeti, tinin, “doğrusal” olduğu kadar “dairesel” hareketidir.Doğrusaldır çünkü anlam çoğalır ve birikir, ileriye doğru zenginleşir.Ama tin, “okuma sürecinin” “sürekliliği ve yaşamı” için zorunlu olarak duyusal (görülen olarak yazının varlık zemini) olanın zeminiyle kavramsal olanın (okumada dışta olan yazının aşılmak suretiyle “silinip” ulaşılan ve salt tinde yani içte olan anlam, idea) zemini arasında gidip gelmelidir.Burada Tin besinini yazı, im olarak alıp kendi varlığına içkin yapısını, yani Kavramı ve yine kendi iç devinim ve işleyişini yani psişik süreçlerini üreten tinsel bir canlı gibi davranır. İşte bu dışsaldan içsele, içselden dışsal olan üretici ve gelişimsel gidiş gelişe diğer bir ifadeyle İmin/Yazının dünyasıyla Kavramın dünyası arasındaki mekik dokumaya “Tinin okuma hareketi” diyoruz. Okuma ister dışsal ister içsel olsun İmin ve Yazı(sal)in olduğu her yerde geçerlidir, ve İm, Yazı tükeninceye dek okuma mutlak surette bitmez. Peki İmin, Yazının mutlak surette tükenişi mümkün müdür, İm ya da Yazı tükenmez ve sonsuz ise, bu haliyle kendisini sürekli üretmek durumunda olan bir doğaya sahipse, tek tek İmlerin ve Yazının bir üretim yasası var mıdır? Yani bu yasanın kavramı olacak olan bir İmsellik ve Yazısallık varsa bunun kendisi bir İm ya da Yazı mıdır? Tüm bu soru(n)lar “özünde” sadece “Text (metin) dünyasının” değil ama “Kainat kitabının” yani Doğanın, Tinin “dışındaki” dünyanın sorularıdır. Bu sebeple cevaplaması hayli zor olan bu soruları bu yazı dizimde ilerleyen haftalarda birlikte yanıtlamaya çalışacağız.
1 note · View note
multecibekes · 5 years
Text
Tumblr media
Faşist palyaço zor durumda
Erdoğan faşizminin ulusalcı palyaçosu Perinçek, İdlib savaşında zor duruma düştü. Erdoğan faşizminin borazanı gazetesi Aydınlık’ta, İdlib’deki savaş haberlerini yayınlatmıyor. Sanki İdlib’de bombardımanla, top, tank, füzeyle savaş olmuyormuş havası yaratıyor.
Perinçek, üçüncü dünya devletlerine barış, halklara savaş çizgisinde. Ama halklara ve aynı zamanda rakip devletlere de savaş açan Erdoğan faşizminin hararetli destekçisi.
Erdoğan, Perinçek’i Ergenekoncuların desteğini almakta kullanıyor. Ayrıca ulusalcı tabanı etkilemede demagoji ve taktik üreticisi olarak değerlendiriyor. Fakat Erdoğan, faşizmin şefi olarak gerisini takmadan bildiğini okuyor. Rojava işgaline ek olarak, Suriye rejimini zayıf düşürmek amacıyla İdlib’deki işgali de sürdürmek istiyor. Başta Efrîn gelmek üzere, işgalindeki alanın bir bölümünü ilhak etmeyi hedefliyor.
Perinçek, bu duruma rağmen, ısrarla Suriye rejimiyle işgalci Erdoğan’ı barıştırmak istedi, istiyor. Bu, üçüncü dünya burjuva devletleri milliyetçiliğine uygun bir tavır. Fakat Perinçek bunu çizgisinin gereği olarak yaptığı gibi, bundan da daha çok,
Kürt Özgürlük Hareketi’ni(KÖH) ezebilmek için Suriye ile (İran ve Irak’la da) işbirliğini amaçlıyor:
“Hedef, PKK’nın imha edilmesi olmalıdır. …Suriye ile işbirliği, PKK terör örgütüne karşı mücadeleyi kesin zafere ulaştırmak için biricik çözümdür”(Cumhurbaşkanı’na açık mektup, aydınlık.com.tr, 10.10.19)
“Başta PKK/YPG/YPD olmak üzere, Suriye’deki terör örgütleri, Suriye + Türkiye işbirliğiyle temizlenecek”(Suriye’de çözüm planı…27.08.19)
Doğrusu, Perinçek, Esad rejimiyle, bu amaç doğrultusunda ve Erdoğan’la Esad’ı barıştırmak için, arabuluculuk da yaptı.
Tabanına, ulusalcılara, Ergenekonculara, Erdoğan’ı Suriye ile barıştıran, ABD ve NATO’dan koparan ve Rusya-Çin blokuna yaklaştıran usta politikacı imajı da verebildi.
Bu görüntüyü vermesi şarttı. Çünkü, içte ve dışta KÖH’ni, devrimci ve demokratik hareketi, Rojava devrimi güçlerini ezmek için Erdoğan faşizminin kirli işgalci savaşını, ABD’ye karşı ulusalcı/anti-emperyalist gösterme numarasını yapması gerekiyordu. Bir yere kadar ulusalcı tabana bu numarasını yutturabildi. Ulusalcı taban Kürt düşmanı şovenizm zehiri nedeniyle bunu bir yere kadar yutmaya da elverişliydi.
Ama Perinçek’in Erdoğan faşizmine kuyrukçuluktaki pervasızlığı, lafla güçlü görünme kofluğu, ulusalcıları bile Perinçek’in çizdiği raydan çıkarıyor,
Perinçek, üçüncü dünya devletleri milliyetçiliğinde tutarsızlığını Libya konusunda da sergiliyor. Erdoğan’ın Sarraj kliğiyle himayeci savaş birliğini de sözümona ABD ve Batı’ya karşı mücadele olarak övüyor.
Bu yayılmacı şoven falsosuyla ve sadık Erdoğancılığıyla, açık veren Perinçek, ulusalcı taban ve kadrolardan gelen görüş ve eleştiriyi göğüslemeyi keyfi bir saldırganlıkla karşılıyor. Bazı Atatürkçüleri, Erdoğan faşizmini hedef almakla kendi kendileriyle mücadele etmekle suçluyor. Erdoğan faşizminin artık BOP’cu, NATO’cu olmadığı halde bazı ulusalcıların bunu anlamadığını vurguluyor!
Perinçek ne kadar demagoji yaparsa yapsın. Üçüncü dünyanın burjuva devletlerini birleştirmek için ne kadar çaba harcarsa harcasın. Burjuva devletler, ABD ve rakipleri arasında pragmatik sarkaç politikası izlerler. Kendi şoven çıkarlarını gütmek için biribirleriyle dalaşmaktan da, fırsat bulduklarında rakiplerinin toprağına işgalci savaşla konmaktan geri durmazlar. Bu onların sınısal karekterlerinin kaçınılmaz sonucudur.
Erdoğan’ın İdlib’deki savaşı da, Rojava’daki işgali de, bu sınıfsal karekterinin sonucudur. Dün Rusya’ya kırdığı dümeni, şimdi ABD ve NATO’ya kırması da aynı sınıfsal karekterini yansıtıyor. Suriye Baas iktidarı, Perinçek’in “ikna” kabiliyetini yutmayacak kadar kendi sınıfsal ve milliyetçi çıkarlarının gereği olarak Erdoğan’ın işgaline karşı savaşıyor. Gücü elverdiği ölçüde savaşır da. Çünkü Erdoğan’ı işgalcilikten laf değil güç kullanmak vazgeçirebilir.
Peirinçek, üçüncü dünya devletleri milliyetçiliğinden daha çok Türk milliyetçiliği nedeniyle, Kürt ve devrimin yurdunu işgalde (ve ilhakta), “Mavi vatan” savunusuyla deniz sahası korsanlığında, Libya’ya himayeci sömürgeci savaşta Erdoğan faşizmini desteklemeye devam edecek. Fakat faşizmin ulusalcı palyaçoluğuyla, ulusalcı tabanın bir bölümünü bile eskisi gibi aldatamayacak. Çünkü İdlib savaşı yalnızca Erdoğan faşizminin işgalci-ilhakçı aynası olmakla kalmıyor, Perinçek gibi Erdoğan faşizminin palyaçoluğunu da etkisizleştiren rol oynuyor.
22/02/2020
4 notes · View notes
ilkantagonist · 4 years
Text
HDP - Otzovizm- CHP 
Siyaset, doğası gereği hegomonya savaşı'nın bir aracı, birinin diğeri üzerinde tahakküm kurma aygıtı olarak savaş dışı bir mücadele yöntemi olarak tarih sahnesine çıktı. Burjuvazi'nin feodalizmi yıkıntıya uğratıp, bir üst aşamaya geçmesi ile burjuva demokrasinin ilk adımları atılmış oldu. Siyaset o günden sonra,  burjuvazinin kendi biçimlendirdiği yasalar yoluyla kendi elinde tuttuğu, tekelci sermaye iktidarından başka birşey olmadı. Onu yıkıma uğratan ilk olarak; halk demokrasinin, halkın kısa süreliğine yönetime el koyma biçimi olarak ilk elden Paris komünü oldu diyebiliriz. Ardından 1917 Ekim (Kasım) Bolşevik devrimi ile burjuva siyasetine, yani halktan kopuk, bir grup ayrıcalıklının, otokrasinin, iktidarına son verme yolu ile  dengeler değişti. Kapitalistlerin içinde bulunduğu kriz aynı zamanda burjuva siyasetin siyasi bir krizi olarak Devrimleri açığa çıkardı.  Sovyetler Birliğinin reformist çizgiye geçmesiyle ve daha sonra ise sosyalist kalmakta direnen ardından yıkılan ülkelerin çöküşüyle, burjuva siyaseti; ezen ile ezilen arasındaki savaşımda en gerici faşizan yol ve yöntemleri izleyerek varoluşsal krizini bir şekilde sürdürüp iktidarını devam ettirdi.
 Ezen ile ezilen arasındaki amansız  savaş bugün de hala yürürlükte, araç ve yöntemleri farklılık göstersede savaşım sınıfsal ve ulusal boyutları ile bir çok ülkede sürüyor.  Bunun bir ayağında da bulunduğumuz coğrafya Türkiye yer alıyor.  Ülkemizdeki siyasi hegomonya savaşı'nın siyasi boyutu ve dengeleri hem askeri bölgesel yayılmacı hevesler ile dışta, hem de siyasi olarak içte her geçen gün büyük krizler yaratarak değişip ve derinleşmekte.  HDP'li ve CHP'li vekillerin vekilliğinin düşürülmeside bu siyasi krizin bir devamı. Kriz ilk olarak 7 Haziran'da HDP'nin ''iktidarı ortadan'' kaldırması ile derinleşti.  Devlet, bu hegomonya savaşında ezilenlerin halk iktidarına; demokratik yoldan yürüyüşünü engellemek için büyük bir savaş konseptini devreye koydu. Herkesin bildiği 4 Kasım siyasi darbesi tüm yaşananların başlangıcıydı. Bu süreçte katkıları hiç unutulmayacak olan anamuhalefet partisi CHP, sürecin önünü tıkamak yerine sürecin önünü açan bir misyon üstlenmişti; Çünkü ilerici demokrat kitlesi HDP'ye kanalize oluyordu. Özellikle başta Aleviler. CHP bu tehlikeyi görünce; Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz düsturu ile hareket edip, çöken politik İslamcı rejime bir can simidi oldu. Hem iktidarın koltuğunu sağlamlaştırdı hem de  HDP'li vekilleri tutuklatıp, iktidar ile kol kola HDP'yi kriminalize ederek kendi kitlesini tekrar konsolide etmeye calıştı. Peki sonuç? Kazdığı kuyuya kendi düştü; kendi vekilinin dokunulmazlığı kendi eliyle düşürülmüş oldu. Ve  bugün ise kendisi bunun ''ceremesini çekiyor.''
CHP kitlesinin, Vekilliği düşürülen HDP'li vekillerin ismini dahi anmaktan korkan, demokrasi dışı tutum takınmakta ısrar eden partisinin içinde bulunduğu bu durumun bilincine varıp, ona göre hareket etmesi, hesap sorması beklenir, bugün itibariyle artık CHP' de saf tutması değil. 
HDP cephesinde ise, yoğun saldırılar, faşizan baskı siyaseti, onu geri çekilmeye itsede bir şekilde ''yetersiz'' direnme gücü ile politikasını yapmayı sürdürdü ve sürdürmeye çalışıyor. Tabi bunu yaparken son AKP -MHP darbesi ardından kitlesinden ve kimi içindeki çevrelerden HDP'nin sine-i millet'e dönmesi tekrar  talep edilir oldu. Ve bir gecede bu sosyal medyaya çok net yansıdı. Yani kitlesi ve onunla yol yürüyen yapıların bir kısmı onu geri çağırıyor. Buna Rusya'da bolşeviklere, Bolşevikler içinden yapılan cağrı ile  otzovizm denir yani; tüm legal yapıları terk edin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hiç bir kurum ve kuruluşunda bulunmayın manasına gelir. Bu duygusal bir kopuştan öte kitlelerde başka bir siyasi bilincin açığa çıktığını da göstermektedir: İllegalizm. Lakin bunu söyleyenlerin kaçırdığı birşey var ki; HDP Bolşevikler gibi  Marksist-Leninist bir örgüt olmadığı için, salt demokratik siyaseti benimsediği için bunun olması mümkün değildir, ki Lenin önderliğindeki bolşevikler geri çağırma durumuna, meclisi terk etmeye kökten karşıdır, hem legal, hem illegal çalışmayı yürütme  Komünist Parti'nin  yöntemidir. HDP'den bunu isteyenler, geri cağıranlar tam olarak ne istediğini de ortaya koymakla yükümlüdür. Çünkü, demokratik siyasetin demokrasi cephesini oluşturan HDP'nin bunu yapma koşulu yoktur. Onun daha fazla bulunduğu kazanılmış mevziyi koruması gerekmektedir.
Neden? Eğer siyaset bir hegomonya savaşı ise, Burjuvazinin ahırı olan parlamento; ezilenlerin sesini yükseltiği, ezenleri teşhir ettiği, onu ezilen halk kitleleri için bir muhalefet kürsüsüne çevirdiği, devletin yozlaşmış tüm kirli çalışmalarını ortaya döktüğü bir siyasi arenaya çevirme görev ve sorumlulukları vardır. Saldırılar 90'lardan bugüne, ilk olmadığı gibi demokratik halk iktidarı kuruluncaya dek sonda olmayacaktır. Bugün HDP'nin sine-i millet'e değil, burjuva parlamentosunu içeride vekilleri, dışarıda halk kitlesi ile çalıştırılamaz -ki zaten çalışmıyor- hale getirmelidir. Parlamento'nun  işlevsizliğini, bize geri dönün diyen kitleler  - ki bu kitleler demokratik direnişe hazır olduğunu beyan ediyorlar, sosyal şovenler dahil-  ile birlikte, direniş mevzisine çevirip ezilen halk  kitlelerinin talebine cevap vermelidir. İşte burası çok önemli: Ezen-ezilen karşıtlığının mücadele yöntem ve aracı siyaset, takrar edersek; hegomonya savaşı, halkların birleşik demokratik cephesi HDP'nin bu hegomonya savaşıyla halk kitlelerinin önüne düşüp, demokratik halk iktidarını kurmaya yönelik fiili meşru mücadele yöntemlerini en hızlı bir şekilde devreye koyması gerektirnektedir. Bugün kitlelerinin özlemini duyduğu politik özgürlük sorunlarının ortadan kalkması, ancak HDP'nin yüzünü en geniş demokratik direniş cephesini oluşturarak, meclis-sokak diyalektiğini iyi hesaplayarak geçmişin kazanımlarına  yaslanarak, geleceğin zaferlerine doğru dönmelidir. Buna erken seçim dahil, hükümet istifa kampanya ve yürüyüşleri ile birleşik bir demokrasi cephesinin ilk adımlarını atmalıdır. Çünkü bugün yaşananlar AKP-MHP iktidarının iktidar kaybı korkusu sonucundan dolayı yapılıyor,  başka başka türlü okunamaz. Bu yönetememe krizi içerisinde iktidarda kalmalarının tek yolu saldırı siyasetidir, iktidarda sadece saldırı siyaseti ile kalabilirler. HDP dışında,  buna alternatif  başka siyasi mecra bulunmamaktadır, yaşanan darbeye karşı açıklama yapmaktan korkan yeni kurulmuş bulunan AKP artığı partiler dahi.  HDP, artık meşruiyetleri dahi tartışılmayan bu zihniyetin, iktidar dışına atılması için siyasetin öncüsü konumunda olması gerekir; yaşananlar faşizmdir ve buna karşı HDP'nin siyasetini sokakta anti-faşist hareketle buluşturması ezilen halk kitlelerinin özlemidir. 
1 note · View note
hariomyogamerkezi · 6 years
Text
CHAKRASANA / Merve Ay
Beyaz bir zemin üzerine, siyah bir fırça darbesi ile işlenmiş çember, Enso.  Çember olmanın ötesinde, hayatı yaşayış şeklimiz, ardımızda bıraktığımız geçmişimiz, olacak olan geleceğimiz ama aynı zamanda her ikisinin, şimdinin içinde saklı olduğunun ifadesi. Zıtlıkların oluşturduğu sentezi keşfetmeye giden bir yolculuk. Görünenin içinden görünmeyene dair akan sezgiler.
Tumblr media
Enso çemberi, sade ve basit görünmesine rağmen oldukça derin, zihni sakinleştiren ve içe döndüren; hem özgür, hem sınırlı, hem siyah, hem beyaz, hem var, hem yok, hem çok, hem az, hem en içte derinde, hem de çok dışta yüzeyde, zıtlıkların dansını izler gibi ona bakmak.
Çemberin iki boyutun içinde kendine özgü hali, üç boyutun içine nasıl sızabilir? Nasıl hissedilebilir? sorusunun cevabını bedenim veriyor ve  “Chakrasana”diyor.
Chakrasana pozunun Sanskrit, İngilizce ve Türkçe isimleri; Urdhva Dhanurasana,  Wheel Pose, Yukarı Yay, Yukarı Çark, Tekerlek Pozu  diye geçiyor.
Bakıldığında kolay gibi görünse de uygulamak için biraz sabır isteyen bir poz.  İlk denememi hatırlıyor zihnim. Hocamız yere sırt üstü uzanıp, ayak tabanları yerde olacak şekilde dizlerini bükmüştü. Kollar bedenin iki yanında uzun, topuklar parmak uçlarına ve oturma kemiklerine yakın. Dirseklerini bükerek, ellerini kulak hizasında, başının yanına yerleştirirken, avuçları ile sıkıca yeri kavramıştı. Parmak uçları omuzlarına doğruydu. Bu pozisyondayken, “Bacakların açıklığını koruyarak, kalçayı yavaşça yukarıya kaldırıyor ve başımızın tepesini yere yerleştiriyoruz” demişti. Sıra son hamleye geldiğinde, ellerden aldığı destek ve nefesin gücü ile tam bir yay halini alıvermişti. Poza hazırlık, tanımlama ve poza giriş su gibi akıyordu her şey ve ilk tepkim “çok kolay ve rahat” demek olmuştu. Deneyimleme sırası bizdeydi.  
Oldukça rahat başlamıştım. İlk hazırlıklar, bacaklar, diz, kollar, eller tarif edildiği gibi yapıyordum. Sıra son hamleye, yani bedeni yukarıya doğru kaldırmaya gelmişti, tıpkı enso çemberindeki o basit bilek hareketinin estetiği ile ortaya çıkacak çember, ama yapamadım. Bedenim yerde ağır bir kütük gibiydi. Sanki tüm fonksiyonlarını kaybetmiş de öylece kalakalmıştım. O kadar zordu ki bu poza girmek “imkansız” diye içimde tekrar ediyordum. “Gövde ve kalçayı tek başıma yerden kaldıramam ki, mümkün değil” diyordum. Başka zamanlarda yeniden deneme teşebbüsüm oldu, ama sonuç aynıydı: Olmuyordu, yapamıyordum. Hazır olmadığımı hissederek denemeleri bıraktım ama bu pozun anlamını, ifade etmek istediğini anlamaya yöneldim.
Sabrı ve vazgeçmemeyi anlatan özel pozlardan biri olduğunu düşünüyorum.
İmkansız kelimesinin ardına sığınmak kolaydır. Kestirip atar bu kelimenin ardından gelenler, bir sonraya izin vermez. Alanı daraltır, algıyı küçültür. Bahaneler üretmeye meyilli zihnin oyunları bizi birçok şeyden geri tutabilir. Kıymetli olan ise, vazgeçmemektir, çabayı sürekli kılmak, kendimize inanmak, güvenmek ve ihtiyacımız olanı sadece içinde bulunduğumuz anda canlı tutabileceğimizi bilmek. Doğal olanın peşinde olmak, doğadan olmak, kendimiz gibi olmak. Hırsın, egonun, oldurmaya çalışmanın ötesinde kendi bedenimizin sesi ile kurduğumuz bağdan gelenleri izleyebilmek. Bedenin istemediği, hazır olmadığı bir forma kendimizi zorlamak değil, kendi iç sesimizin izinde bedenle kurduğumuz bağın etkilerini hissetmek. Yumuşak, duyarlı ve çok derinden sadece kalbe dokunabilmek.
Anlayış, beden ile kurabildiğim bağ, içsel dilin farkındalığı, sabır ve çabanın getirdiği noktada, kalçamı yerden kaldırabildiğim ilk an da hissettiklerim zıtlıkların sentezi ile açığa çıkan içsel bir güç idi. Kendi özüme duyduğum güven ile yapabilme hali. Geriye bükülmenin derinliği ile odaklandığım göğüs kafesim ve içinden çıkıp fırlayacak kadar baskın olan kalbim. Her nefeste derinleşen kıvrımların sarmal hale gelmesi ile oluşan bütünlük. Hem yukarıda, hem yerde, hem düz, hem eğri, hem yükselme, hem alçalma, hem gerilme, hem gevşeme, hem uzayan, hem bükülen, hem başlangıcı olan, hem de sonsuz, hem geçmiş, hem de gelecek. Ne olmuştu? Çember olmuştum, imkansız dediğim şey an içinde benimle iç içeydi. Tüm zıtlıkların arasında yaşananlar ya da yaşanacaklar şimdinin içinde gizliydi. Zihnin şartlandığı birkaç seçeneğin dışında sayısı sonsuz olasılık görünür olmuştu. Kesin yargılar, kalıplar, düşünceler, olmazsa olmazlar, oldurmalar hepsinden başka bir şeydi hissettiğim.
Şimdinin dikkatinde olduğumuzda, geçmiş de,  gelecek de değişiyor. Çünkü anda olmak başka bir algının etkilerini taşıyor.  Özümüze bağlıyor ve bilgi, sabırla an içinde emercesine içimize işliyor.
Tam da bu yüzden, Chakrasana bana göre basitliğin içindeki bilgeliği keşfetmek, sabır denen kavramı içselleştirebilmek ve şimdinin gücünü hissedebilmektir.
6 notes · View notes