Tumgik
#diyalektik materyalizm
yorgunherakles · 4 months
Text
engels bir metninde hegelci diyalektiği şöyle yorumlar, “…bu felsefe her şeyin geçici karakterini ve her şeydeki geçici karakteri ortaya çıkarır.”
frederick beiser - hegel
7 notes · View notes
bazenmahir · 1 month
Text
"Nedensellik, gereklilik, yasallık gibi doğa yasalarının ve gerçek dünyanın insan zihnindeki bir yansımasıdır"
Materyalist diyalektik görüş açısından. Nedensellik, gereklilik, yasallık gibi kavramlar, insan zihnindeki soyutlamalardır ve gerçek dünyadaki doğa yasalarının insan zihnindeki bir yansımasıdır. Yani, bu kavramlar, insanların doğayı anlamak için kullandıkları araçlardır ve gerçek dünyadaki nesnel gerçekliğin insan zihnindeki temsilleridir. Bu, insanların doğayı anlamak için kullandıkları zihinsel araçların, gerçek dünyadaki nesnel gerçekliği yansıttığı ve doğanın işleyişini açıklamak için kullanıldığı anlamına gelir. Dolayısıyla, doğa yasaları ve gerçek dünya ile insan zihnindeki kavramlar arasındaki ilişki, insanların doğa hakkındaki bilgisini şekillendiren bir ilişkidir.
8 notes · View notes
serhatnigiz · 1 year
Text
Kendinde Marksizm, Kendisi İçin Emekoloji’dir
Tumblr media
Tarih boyunca ortaya çıkmış olan pek çok fikir hareketi gibi Marksizm’de bir anda ortaya çıkmamış; kendisinden önceki fikir hareketleri gibi o da çeşitli aşamalardan geçerek belirli bir biçim kazanmıştır. Bu yüzden Marksizm’de tıpkı yeni doğmuş bir bebek misali kendi bebeklik öncesi ve kendi bebeklik sonrası, yetişkinlik dönemiyle birlikte olgunlaşma ve büyüme dönemlerinden geçerek ilerleyişini sürdürmüştür. Başka bir deyişle, Marksizm’in “sürekli hareket ve değişim içinde olan yapısı” doğrudan doğruya onun tarihsel gelişim ve dönüşüm dinamikleri ile yakından bağlantılıdır. Dolayısıyla; Marksizm’in tarihselliği emeğin ve emek türlerinin tarihselliği olup, bu tarihselliğin genel yapısını işleyen de emek türlerinin iş bölümüne bağlı olarak ortaya çıkan farklı toplum ve insan biçimlerinin tarihidir. Gerçekte “Marksizm’e” köleci, feodal, kapitalist vs. her çağda biçimini verende o çağa damgasını vuran ana emek türlerinin ve onun alt türlerinin birleşik diyalektik hareketi olmuştur. [1]
Marx ve Engels’in kendi çağına denk düşen Marksizm’i elbette ki onların yaşadığı çağın Marksizm’i olmak zorundaydı. Zira emek türlerinin birleşik diyalektik hareketini kendi dönemlerinde yöntem haline getiremeyen Marx ve Engels büyük oranda İngiliz Ekonomi Politiği’nin de etkisi ile emek ve emek-gücü kavramları arasında bir ayrım yapmış olsa da, dahası bu ayrımı artık-değer teorisi üzerinden kapitalist sömürü ve mülkiyet ilişkilerini açıklamak için kullanmış olsa da, salt ortaya çıkmış olan somut ürüne/metaya ve bu ürünün/metanın oluşumunda gereksinim duyulan toplumsal kullanıcı emek-zaman payına odaklandıkları içindir ki, Marx ve Engels’in hem emek kavramına hem de farklı emek türlere dair tespitleri de sınırlı kaldığı gibi, hem toplumsal kullanıcı emeğin oluşumunda bireysel icatçı emek payının hem de bireysel kullanıcı emeğin kullanımın da toplumsal icatçı emeğin oynadığı roller eksik değerlendirilmiş olup, artık-değer süreçleri de farklı emek türlerinin artık-emek türleri olarak sınıflandırılmadığından dolayı, tarihsel emeğin icatçı ve kullanıcı miras miktarları da değerin oluşum süreçlerinde göz ardı edilmiştir. Elbette ki bu durum Marx ve Engels’in kendi çağına tekabül eden Marksizm’inin de tarihsel sınırlarından kaynaklanmıştır. Daha doğrusu; Marx ve Engels’in Marksizm’i “bütünsel olarak feodal bir dünyanın içinde bir avuç kapitalist adacığa tekabül eden” bir Marksizm idi.
Yine bu sebepledir ki; Marx ve Engels’in emekle emek-gücü arasına sınır çekmeye dönük yaklaşımı, İngiliz Ekonomi Politiği’nin “soyut emek” ve “somut emek” ayrımına ve dahası “üretken emek” ve “üretken olmayan emek” ayrımına dayalı düalizmine cepheden karşı çıkmadığı için, bu ikilik sanayi emeğinin gelişim dinamiklerine de uygun olarak Marx ve Engels tarafından da emek içinde var olduğu düşünülen bir bölümlenme olarak algılana gelmiştir. Halbuki ne salt soyut emek vardır, ne de salt somut emek vardır; emek soyut emek ve somut emek ayrımı biçiminde değil, emeğin biri biri üzerine geçen farklı türlerinin birleşik diyalektik hareketi ile meydana gelmektedir. Başka bir deyişle, emeğin türlere dayalı birleşik diyalektik hareketi zaten emeğin hem soyut hem de somut hareketidir. Burjuva ekonomistlerinin ortaya koyduğu ve Marx ve Engels’in de sürdürdüğü bu ayrımın felsefi açıdan durduğu yer ise tarihsel düalizmdir. Yine benzer şekilde; üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımı da aynı oranda hatalıdır. Keza emeğin her biçimi üretkendir; gerçekte üretken olmayan emek diye bir şey yoktur! Üretken olmayan emek kavramı düalist ve oksimoron bir kavramdır. Meseleye sadece üretken emeğin ortaya çıkarmış olduğu üründen/metadan (sanayi ürünleri/metaları dünyasından) bakıldığı için toplumsal kullanıcı emeğin yaratmış olduğu artık-değer de üretken emeğin biricik formu olarak görülmek istenmiştir. Bu durum tıpkı toplumsal kullanıcı emek payını görmeyip ortaya çıkmış olan değerin tümünü icatçı emek payının hanesine yazan burjuva ekonomi politiğinin içine düşmüş olduğu yanılsamaya tersinden benzemektedir. Kaldı ki; Ricardo’nun “toplumsal emek zamanının” Marx ve Engels tarafından “toplumsal artık zaman” biçiminde yeniden formüle edilmesi de, tersinden bu “burjuva bakışın” kimi Marksistlerin iddia edildiği gibi pekte aşılamamış olduğunu göstermektedir. Yani ha toplumsal emek zaman miktarları, ha toplumsal emek zaman miktarları içerisinde bulunan toplumsal artık emek zaman miktarları! Her ikisi de emek zaman kavramı içerisinde ele alınabilen konulardır ve bu yüzden de özde farklı değillerdir. Ricardo’nun teorisi doğru idi; ama Marx’ın toplumsal artık emek zaman kavramı ise daha doğru bir bilimsel tanımlama oldu. Asıl olan günümüz dünyasında Ricardo’nun toplumsal emek zamanı değil, Marx’ın toplumsal artık emek zamanı değil, asıl olan “toplumsal” kavramının içinde var olan “tarihsel emek zaman miktarlarıdır”. Bu tarihsel emek zaman miktarı da, tarihsel emek zaman miktarlarından oluşur. Kısacası, toplumsal olana katılan şey tarihsel emek zaman miktarlarının bütünüdür. Bu yapılmadığı sürece emek-zaman teorisi geliştirilemez ve savunulamaz.
İki durumda da meseleye salt icatçı emeğin ya da salt kullanıcı emeğin penceresinden bakıldığı için, toplumsal kullanıcı emeğin aidiyetinin bireysel icatçı emekle olan bağı, toplumsal icatçı emeğin ise bireysel kullanıcılığa dair olan kısmı ve emek türlerinin birleşik hareketi ile ortaya çıkan üretim, dolaşım, tüketim ve miras değerlerinin neden olduğu tarihsel ve toplumsal görüngülerde bütünsel bir şekilde ele alınamamıştır. Haliyle bu görüngünün sınıfsal görüngüleri de; dahası emek türleri ve emek araçları karşısındaki konumlanışlara göre biçimlenen sınıf formları da, icatçı ve kullanıcı sınıf savaşımları da, dahası bunların arasındaki (ideolojik boyutta içeren) kurum mücadeleleri de ne yazık ki görülememiştir. Dahası; bugüne kadar ki tarihin sınıflar arası mücadeleler tarihi olduğu söylenmekle birlikte, bütün bu mücadelelerin farklı sınıfların kurumlar aracılığıyla yürütmüş olduğu mücadeleler olduğu ise göz ardı edilmiştir. Dolayısıyla; “köleci yürütme kurumu”, “feodal yargı kurumu” ve “kapitalist yasama kurumu” arasındaki emek türlerine bağlı geçişlerde, bunların kendi arasındaki bürokratik ve yönetsel mücadelelerde net bir şekilde ortaya konulamamıştır. Bunlarda klasik Marksizm’in gözle görülür açmazlarıdır.
Marksistlerin sıklıkla Lenin’e de gönderme yaparak Marksizm’in “somut durumun somut tahliline” dayandığını söylemesine karşın, gerçekte ister teocu Marksizm olsun ister neocu Marksizm olsun hepsinin ortak noktası mevcut tarihsel ve ansal kesite göre emeğin somut durumunun somut tahlilini yapamamakta oluşlarıdır. Keza somut durumun somut tahlili ancak emeğin somut ve güncel durumunun somut tahlili ile mümkün olabilir. Dolayısıyla; emeğin belirli bir tarihsel ve ansal kesit ile sınırlı kalmış görüngülerinden türetilen her türden sözde “somut tahlil”, somut olmak bir yana somut emek durumunun ucundan kıyısından bile geçememektedir. Misal; sanayi emeğinin değişim dönemine tekabül eden (D4) somut emek ilişkileri ile sanayi emeğinin gelişim dönemine tekabül eden (D5) somut emek ilişkileri belirli kesişim kümelerine sahip olsa da, bunlar özde bir ve aynı somut emek durumunun yansımaları değildir. Örneğin, minoktokratik sanayi tekellerinin somut emek ilişkilerine tekabül eden (D4) proletaryası ile gloktokratik sanayi tekellerinin somut emek ilişkilerine tekabül eden (D5) proletaryası iki farklı somut sınıf durumuna da denk düşmektedir. Birinci durumda proletarya büyük oranda sanayi emek araçlarına bağımlı bir sınıf iken, ikinci durumda ise teknik emek türünün de ilerleyişine bağlı olarak bu dönemdeki proletarya aynı zamanda hızla protekleşmekte olan bir proletaryadır! Keza tümel emek araçları karşısındaki tikel göreli emeğin eski emek biçiminden ayrışarak adım adım kendi bağımsızlığını el etmesi durumu her yeni emek biçiminin de kaçınılmaz bir sonucudur. Bu temel bir emek yasasıdır. Ve bu yasa bugün elektronik emek türünün güncel durumu içinde geçerli olan bir yasadır. [2]
Zira Glokal-tekno-tekellerin ulus-üstü hakimiyetine dayanan Glokal-emperyalizm ile birlikte proletaryanın önemli katmanları da hem sanayiburglar hem de teknoburglar tarafından büyük oranda protekleşmek zorunda bırakılmaktadır. Bu durum tıpkı feodalizmden kapitalizme geçişte köylülüğün proleterleşmek zorunda bırakılmasına da benzetilebilir. Kaldı ki “somut emek durumunun somut tahlili” tıpkı feodalizmden kapitalizme geçişte elektriksel sanayi emeğinin mekanik tarım emeğini kendi içinde soğutmasında olduğu gibi, bu seferde elektronik teknik emek elektriksel sanayi emeğini kendi bünyesinde soğutma ve daha önceki emek türlerini de kendisine eklemleme genel eğilimini sergilemektedir. Tüm dünyada kapitalist ekonomilerin “sanayi ve teknoloji işbirliğine” dayalı olarak yeni baştan düzenlenmesi yönünde yapılan burjuva liberal propagandalar da yine bu süreçle bağlantılıdır. Hatta bu noktada devletler ve şirketler arasında yürütülen iş birliğinin meyveleri olarak çok sayıda ARGE projesinin ve özel araştırma kurumunun kurulması ve bu iş için binlerce bilim emekçisinin istihdam edilmesi de hiçte rastlantı değildir. Dolayısıyla; emekoloji’nin “glokalizm” kavramı ile ileri sürdüğü emperyalizmin yeni biçimi tüm bu süreçlere içkin olan “üst belirlenimsel” bir kavramdır. Kaldı ki; hakikati ortaya koyma manasında bu kavramın altına giren tüm yan başlıklar altında toplanan “alt belirlenimsellikler” ise bu kavramın canlı kıvrımları olma özelliğine de sahiptir. Kuşkusuz bu durum glokalizm kavramının bütünselliğine yapılan bir vurgudur.
Marksizm’in kökenine dair Marksistler arasındaki kısmen fikir birliğinin sağlandığı konulardan biri de Marksizm’in üç temel kaynaktan beslenerek doğduğu, geliştiği ve klasik biçimini bu temeller üzerinden olgunlaştırdığıdır. Bu temeller genel olarak klasik Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız ütopik sosyalizm olarak üç başlık altında incelenmektedir. Kuşkusuz ne Marx ne de Engels bu üç kaynağı olduğu gibi ele alıp ve bunları birbirlerine eklemleyerek kendi görüşlerini ortaya koymamışlardır. Bunun aksini iddia etmek hatalı bir varsayım olacağı gibi, bu yanlış tutum, Marx ve Engels’in yapmaya çalıştığı şeyi, yani kendilerinden önceki fikir akımlarını “kapsayarak aşma” çabalarını, dolayısıyla komünizmi bir bilim haline getirme çabalarını yok saymak anlamına gelecektir.
Kaldı ki Marx ve Engels’in Marksizm’i (bilim olmaya çalışan komünizmi) her ne kadar bu üç kaynaktan beslenerek büyümüş olsa da, onların Marksizm’i bu üç kaynağın basit bir toplamı ya da birbirine eklemlenmiş bir hali de değildir. Aksine; Marx ve Engels’in bilim olma yolunda ilerleyen çabaları bu üç kaynağında (ve diğer kaynaklarında) kıyasıya eleştirisi ve kapsanarak aşılması hedefini içermektedir. Lakin Marx ve Engels’in bu hedefine ne derece ulaştığı ve daha doğrusu komünizmi bir bilim haline getirecek yöntemi bulup bulamadıkları ise başka bir tartışmanın konusudur. Şimdi bu noktada Emekoloji’nin Marx ve Engels’in sanayi emeği üzerinde yükselen “yarı-bilimine” dönük eleştirilerine değinebiliriz. Ki bu eleştiriler aynı zamanda Marksizm’in kapsanarak aşılması, yol ve yöntem sorununda Marx ve Engels’in yapmış olduğu hataları ve eksikleri de ortaya koymayı hedeflemektedir. Ne yazık ki; sürekli olarak “değişim, değişim!” deyip Marksizm’de hiçbir şeyi değiştirmeden, Marksizm’de eksik ve hatalı yönleri ortaya koymadan “değiştiğini” iddia eden sözde Marksistler, Marksizm’in “bilimsel tinine” uygun düşmeyecek bir tarzda bu görevden kaçmayı bir maharet sanmaya devam etmektedirler!
Özellikle de Marx ve Engels’in yazdıklarından hareketle klasik Marksistler Hegel’in kendi diyalektik düşünce yöntemini idealist bir görüş üzerine oturttuğunu iddia ederler. Bu görüş kısmen doğru olmakla birlikte, eksik ve yanılsamalı bir görüştür. Zira Hegel felsefesi bir yanıyla hem idealist felsefeye hem de materyalist felsefeye kapı aralayan bir yönteme sahiptir. Dolayısıyla; bir ayağı materyalizm de bir ayağı idealizm de olan bir felsefe olarak Hegel felsefesi, daha doğru bir ifade ile Hegel’in mantık bilimi, insanın felsefe yapmasını sağlayan düşünce formlarının hem “idealist görünümlü olanlarını” hem de “materyalist görünümlü olanlarını” eş zamanlı ve görece karmaşık bir yapıda tasvir ettiği içindir ki; Hegel felsefesi hem kendi çağında hem de günümüzde “mistik eğilimleri olan”, “gizemli”, “anlaşılmaz zor” bir felsefe olarak algılana gelmiştir. Halbuki Hegel felsefesinin üzerindeki bu büyülü hava dağıldığında ve Hegel belirli mantık formları aracılığıyla sistemli olarak okunduğunda, Hegel’in felsefesinin diyalektik açıdan da hem materyalizme hem de idealizme kapı aralayan bir felsefe (mantık ve düşünme biçimi) olduğu anlaşılabilir. Zira Hegel; idealizmin “üçlü form yapısı” ile materyalizmin “üçlü form yapısını” bir araya getirerek kendi özgün diyalektik yöntemini, kavramlarını, kategorilerini, ayraçlarını vs. geliştirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla; bu 6’lı form yapısı Hegel nezlinde tarihsel düalizminde doruk noktası olma özelliğine sahip ola gelmiştir. [3]
Kaldı ki Marx’ın ve Engels’in Hegel felsefesinden salt “mutlak idealizmi” soyutlayarak “diyalektiği çekip çıkardığı” ve bunu da “materyalizm ile birleştirerek” yeni bir yöntem yarattığı tezi gerçekçi değildir. Marx ve Engels’in Hegel’den aldığı ve “ayakları üzerine oturttuğunu” iddia ettiği diyalektik yine Hegel’in “baş aşağı duran” diyalektiğidir. Başka bir deyişle, baş aşağı duran maymun ile ayakları üzerinde duran “maymun” yine aynı maymundur. Bunun önüne ya da arkasına “diyalektik” kavramı koyulduğu zaman ortaya “diyalektik materyalizm” diye bir bilimin çıkması da mümkün değildir. Gerçekte Marx ve Engels’in de böyle bir iddiası olmamakla birlikte; kökeni idealist felsefeye ve metafiziğe kadar uzanan diyalektik kavramının Marx ve Engels tarafından sahiplenilmesinin asıl nedeni ise diyalektik düşünme ve sorgulama yöntemlerinin Antik Yunan’dan bu yana her zaman “kullanışlı ve devrimci bir içkinliğe” sahip olması ve diyalektik tanımının sürekli değişip yenilenerek ilerlemesidir. Marx ve Engels’in bu kavramı seçmesinin asıl nedeni de buydu. Bu anlamda Marx ve Engels’in diyalektiği ne idealist ne de materyalist bir diyalektik olup, Marx ve Engels’in diyalektiği özü itibariyle yeri geldiği zaman kendi kendisini yadsıyan, kendi kendisini kapsayarak aşabilme potansiyeline ve praksisine sahip olan bir değişim ve hareket diyalektiğidir. Aynı zamanda Marx ve Engels’in diyalektiği kendi düşünsel kalıplarını da eleştirip mahkum edebilen bir diyalektik anlayış idi. Aslında Marx ve Engels hem materyalizme hem de idealizme karşı mücadele etmiş olsa da, yol ve yöntem sorununu çözememiş olmalarından dolayı ve Feuerbach’ın “doğacı materyalizminin” kısmen Hegel’in mistik kabuğunu da parçalamış olması hasebiyle, bir miktarda olsa çubuğu maddeciliğe kırmış olmaları da, onları asla köküne kadar materyalist yapmaya yetmez! [4]
Başka bir deyişle, Marx ve Engels bir taraftan materyalizmi bir taraftan diyalektiği birbirine eklemleyerek, tamamlanmış ve bitmiş bir yöntem geliştirmediler. Dolayısıyla, Marx ve Engels Hegel’in felsefi sisteminin sadece idealist görüşler açısından değil, materyalist görüşler açısından da eleştiriye tabi tutmuştur. En çokta görülmeyen yanlardan biride budur. Marx ve Engels’in Hegel felsefesini sadece idealistler görüşler açısından eleştiriye tuttuğu iddiası safsatadan ibarettir. Lakin bu safsatalar yıllarca dünya Marksist hareketi tarafından da kabul görmüştür. Ancak aynı Marksist hareket tarafından Marx ve Engels’in hem materyalizme hem de idealizme karşı çift yönlü olarak sürdürdüğü mücadele ise görülmek istenmemiştir. Yine benzer bir şekilde Marx ve Engels Feuerbach’ın salt doğa materyalizmine karşı mücadele etmemiş, ahlaki ve etik konularda olduğu gibi Feurbach’daki idealist ve burjuva yanılsamalara karşıda mücadele etmiştir. Başka bir deyişle, Marx ve Engels bir bütün olarak bakıldığı zaman ne Hegel’in idealist-materyalizmi ile ne de Feuerbach’ın materyalist-idealizmi ile uzlaşmamıştır. Lakin yol ve yöntem sorununun çözümü noktasında hem materyalizmi hem de idealizmi kapsayarak aşacak yeni bir bakış açısı geliştiremedikleri için, kendi yöntemlerini diyalektiğin kısmen maddeci bir yorumu üzerine inşa etme yoluna gitseler de, hiçbir zaman yol ve yöntem sorununu tamamlanmış ve bitmiş bir mesele olarak ele almamış ve ileride sürmemişlerdir. Marx ve Engels arasındaki yazışmalar (mektuplaşmalar) dikkatli bir şekilde incelendiğinde yol ve yöntem sorununun çözümü noktasında yaşadıkları sorunlar ve sıkıntılar rahatlıkla görülebilir. Ne yazık ki Marx ve Engels’in ömrü bu paradoksu çözemeden son bulmuştur.
Ancak Marx ve Engels sonrası ardılcı-marksizm “hazıra konmacı” bir mantıkla onların eserlerinde yer alan kimi bölümlerden de hareketle tümüyle tamamlanmış ve bitmiş bir “diyalektik materyalizm” tezini işlemeye devam etmiştir. Kuşaklar boyunca devam eden bu sürecin Marksist hareket üzerindeki etkilerini artık siz düşünün! Tıpkı bir din gibi, emme basma tulumba misali, Marx ve Engels’den yapılan alıntılar kanıt gösterilerek bilim hüviyetine sokulmak istenen diyalektik materyalizm söylemi; gelinen noktada sayısı dört beşi geçmeyen (karşıtların birliği, zıtların savaşımı, yadsınmanın yadsınması, olumsuzlamanın olumlaması vs. gibi) diyalektik ilkelerin karikatürize edilmiş bir haline dönüştürülmüş ve tarihin/toplumun hareket yasaları da bu temelde dar bir çerçeve içerisinde açıklanmaya çalışılmıştır. Örneğin, Fransız Komünist Partisi üyesi George Politzer’in fazlasıyla pozitivist/doğa bilimsel bir Marksizm tasavvuruna denk düşen meşhur “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabı bu karikatürize edilmiş sözde Marksizm’in “başyapıtlarından” biri olma özelliğine sahiptir. Bu kitabın tedrisatından geçmemiş Marksist kuşak neredeyse yok gibidir. Halbuki bu kitap bırakın Marksizm’i; gerçekte Feuerbach’ın “içkin materyalizminin” ters yüz edilmiş eklektik bir biçiminden başka da bir şey değildir.
Daha da ileriye girmek gerekirse; günümüz marksistleri kendilerine dürüstçe şu soruyu sormalıdırlar: ister doğanın doğası olsun ister emeğin doğası olsun her ikisinde de madde (materyalizm) ve düşünce (idealizm) biçiminde bir ayrım bulunmakta mıdır? Gerçek şu ki; ne doğanın doğasında ne de insan doğasında idealistlerin ya da materyalistlerin iddia ettiği gibi bir düşünce ve madde ikiliği ve düalizmi bulunmamaktadır. Dahası; düşünce derken ve madde derken ne kastedilmektedir? Şayet maddenin düşüncelerinden bahsedemeyeceksek, sadece insanın düşüncelerinden, insandan bahsediyoruz demektir. Maddenin, doğanın düşüncesi ve ruhu olmadığına göre, düşünceler sadece insana, emeğe, emeğin doğasına ait olabilir. Ki insanda sanılanın aksine doğaya ait değil, emeğe ait’dir. İnsanın dair-iyeti (tözü) doğa olsa da, o emeğe aittir, (özü) emeğe içkindir. İnsanın hakikati emeğin hakikatidir. İnsan hakikatini anlamanın yolu emeğin dünyasını, işleyişini, yapısını ve kurumlarını anlamaktan geçmektedir.
Hem materyalist düşünürler hem de idealist düşünürler doğa ile doğa, insan ile doğa arasına bir sınır çekmedikleri için ve büyük oranda doğa ile insanı yaklaşık eşit değil, özdeş gördükleri için; hem idealist düşünürlerin hem de materyalist düşünürlerin doğa ve insan tasavvuru da bu oranda gerçekçi değildir. Ne doğada ne de insanda düşünce/toplumsal düşünce ve madde/toplumsal varlık şeklinde bir bölünme söz konusu değildir. Dahası; materyalistlerin ve idealistlerin düşündüğünün tersine doğadaki madde ve insandaki düşünce ikili değil, dörtlü yapı içinde çalışmaktadır. Başka bir deyişle, doğadaki doğalojik maddeler ile doğanın bir nesne olarak emek tarafından başkalaşıma maruz bırakılması neticesinde ortaya çıkan emekolojik maddeler (misal, sanayi-ürünleri, teknik-ürünler vs.) ise birbirinden farklı şeylerdir. Örneğin, doğadaki doğalojik kendinde vahşi tavuk ile emeğin (teknolojinin) yetiştirdiği ve büyüttüğü emekolojik ve bilimsel tavuk bir ve aynı şey değildir. Dolayısıyla; doğalojik varlıklar ve emekolojik varlıklar doğalojikleşmiş-emekolojik varlıklar ve emekolojikleşmiş-doğalojik varlıklar olarak ikili değil, dörtlü form yapısı içinde ele alınmalıdır. Bu durumda düşünce-madde ya da madde-düşünce biçimindeki tarihsel düalizmin idealizm ve materyalizm biçimindeki görüngüleri de (düşünce kalıpları ve formları da) ancak bu dört formun bir araya gelmesi ve birlikte var olması ile ontolojik ve epistemolojik bir gerçekliğe dönüşebilmektedir. Başka bir deyişle, bu sayede arzı endam eden epistemoloji ve ontoloji insan bilimlerine ait olan emeğin ontolojisi ve epistemolojisidir. Kaldı ki; tüm bilme ve bilgi üretme süreçleri de emekle kristalize olan ontolojik ve epistemolojik süreçlerin bir neticesidir. İnsan dışında hiçbir hayvanın bugüne kadar kendine ve çevresine dair bilgi arayışında olduğu da görülmemiştir. İnsan dışında, emek kullanmayan hiçbir hayvanın kendine ve kendi varlığına dair soru sorduğu da görülmemiştir. İnsan dışında düşünebilen ve düşünce üretebilen tek bir hayvan bugüne kadar görülmemiştir. İnsan dışında düşüncenin ortaya çıkışı ve gelişimiyle ilgili maymunlar, yunuslar vs. gibi hayvanlar üzerinde yapılan çalışmaların hemen hepsi “koşullanma yoluyla hayvanlara endekslenen davranışlar” olarak kalmaktan öteye geçememiştir.
Kısacası; idealizm biçimindeki her türden soyutlama esasında soyutun somut ile tersinden yadsınarak soyutun kanıtlanması iken, materyalizm biçimindeki her türden somutlama esasında somutun tersinden soyut ile yadsınarak somutun kanıtlanmasını iken, bu durumda ancak “idealizm ve materyalizm biçimindeki görüngülerin” tümü (dört form) bir arada hareket ettiği vakit bir düşünceden bir maddeden ve bunların bir arada var olma halinden bahsedilebilir. Kaldı ki; düşünceleşmiş-madde (Y1) olmadan bir maddeden (Y), maddeleşmiş-düşünce (X1) olmadan düşünceden (X) bahsedilemeyeceği gibi, emeğin doğasında da soyut düşünce ve somut madde ayrımına dayanan bir düalizmin olduğunu söylemekte asla mümkün değildir. [5]
Bir başka konuda İngiliz ekonomi politiğinin Marx ve Engels’in iktisadi görüşlerinin şekillenmesine olan etkisidir. Tıpkı klasik Alman felsefesi ve Fransız ütopik sosyalizminde olduğu gibi, Marx ve Engels İngiliz ekonomi politiğini de olduğu gibi Marksizm’in içine katmamışlardır. Marksizm üzerine çalışan herkesin de bildiği gibi ekonomi politik tarım emeği ve sanayi emeği ilişkilerini inceleyen bir burjuva “bilimi” olarak gelişmiştir. Dahası; Marx ve Engels’in üzerinde durduğu ekonomi politik esas olarak Marksist terminoloji ile konuşmak gerekir ise “kapitalist üretim tarzını ve kapitalist üretim ilişkilerini” araştırmaktaydı. Marx’ın felsefe ve hukuk alanından kısmen uzaklaşarak iktisadi alana yönelmesi de yine onların kapitalist ekonominin temel hareket (emek) yasalarını bulma arzusundan kaynaklanmıştır. Öte yandan, Marx 1840’lı yıllarda “Adalet Birliği” içerisindeyken Hegel ve Feuerbach üzerinden üst yapı kurumuna ilişkin çalışmalar yapmakta idi. Marx’ın erken dönem eserleri de bu şekilde oluşmuştu. Alman felsefesi üzerinden bilimsel açılım bulamadığı için Engels’le tanıştıktan sonra Marx İngiliz Ekonomi Politiği’ne, yani “alt yapıya” yöneldi. Lakin bu çalışmaların hiçbiri bilimsel bir metoda oturmadı. Marx ve Engels’in kapitalizmin alt yapısı ile ilgili planladıkları çalışma ise üçüncü cilt ile sınırlı kaldı. Dolayısıyla; Marksizm çalışması yarım kaldı. Her kim Marksizm tamamlanmış bir bilimdir diyorsa; Marx ve Engels’in yarım kalmış çalışmalarını da tamamlamakla, tıpkı Emekoloji’nin yaptığı gibi Marksizm’i bilim haline getirmekle mükelleftir.
İngiliz ekonomi politiği deyince akla gelen iki isim Adam Smith ve David Ricardo’dur. Bu iki isim kendi dönemlerinin sadece önde gelen ekonomistleri değil, aynı zamanda feodalizme ve tarım emeğine galebe çalan kapitalizmin ve sanayi emeğinin de (D2 ve D3) ideologları/burjuvazisinin de sözcüleridir. Doğal olarak her iki isimde feodalizm karşısında hızla güçlenmekte olan kapitalizmi burjuva-icatçı-emek güçleri açısından yorumluyor ve değerlendiriyordu. Bu noktada özellikle Ricardo’nun “toplumsal emek zaman” kavramı ile geliştirdiği görüşler üzerinde durmak gerekir. Zira Marx ve Engels’in asıl yapmaya çalıştığı şey salt kapitalizmin genel üretim biçiminin özelliklerini sıralamak olmayıp, zira bu noktada Smith ve Ricardo gibi pek çok burjuva ekonomisttin ortaya koymuş olduğu çalışmalar bulunmakla birlikte, onların asıl derdi kapitalist sömürü ve mülkiyet ilişkilerinin üzerini örten sis perdesini (Marx ve Engels’in ifadesiyle mistifikasyona ve yabancılaşmaya neden olan etkenleri) açığa çıkarabilmekti. Çünkü burjuva ve proleter arasındaki çelişkinin her defasında burjuvazi lehine sonuçlanmasının asıl nedeni Marx ve Engels’e göre toplumsal emek zamanın toplumsal artık-emek-zaman tarafından emiliyor olmasıydı. Bu sayede kapitalist tıpkı bir vampir gibi proleterin kanını/emeğini dilim dilim kopararak, ona sadece yaşaması kadar yetecek bir ücret miktarı vermekte, toplumsal olarak üretilmiş olan artık-emek-zamanı ise cebe indirmekte ve böylece proleterin artık-değerini kendi kişisel sermayesi haline getirebilmekteydi. Kuşkusuz bu Marx ve Engels açısından önemli bir teorik devrimdi. Zira o güne kadar değerin oluşumu noktasında toplumsal kullanıcı emek güçlerinin payları daima icatçı emek güçlerinin hanesine yazılırken, ilk defa tarihte Marx ve Engels tarafından kapitalizmin burjuva ekonomistleri tarafından ortaya konulmayan bir yanı, proletaryanın kullanıcı emeğinin artık-değer biçiminde gasp edilmesi yoluyla elde edilen sanayi-sermayesinin sömürü ve mülksüzleştirmeye dayalı karakteri de ortaya konulabilmişti. Bu durum öte yandan Marx ve Engels’in proletaryanın şahsında tarihte ilk defa “ezilen sınıflar” adına bir tarih yazımı inşa etme çabasının da ilk dışavurumuydu. Aynı zamanda bu durum Marx ve Engels’in erken dönem çalışmalarından itibaren sürdürdüğü hak ve hukuk bilincine dayalı adalet arayışının da bir izdüşümüne tekabül ediyordu. Bu açıdan bakıldığında Marx ve Engels’in birer “ahlak filozofu” ve “etik filozofu” olduğunu söylemek hiçte abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.
Ricardo’da da olduğu haliyle “toplumsal emek zaman” kavramına gönderme yapa dursun, Marx ve Engels’in burada yaptığı ise, bu toplumsal emek zamana “artık-emek-zamanı” eklemek olmuştur. Başka bir deyişle, Marx ve Engels’in yaptığı şey bulmacanın bir eksik parçasını daha bulmaktı. Aynı şekilde bu durum Marx ve Engels’in gözünde proleterin kendi emeğine ve kendi emek ürününe yabancılaşması sonucunu doğururken (ki bu yabancılaşma olmasaydı sanayi-sermayesi de, burjuvazi de oluşamazdı), Marx ve Engels’in bu tek yönlü yabancılaşma teorisi, toplumsal kullanıcı emeğe ait bir yabancılaşma hali olup, bu yabancılaşmanın gerçekte kullanıcı emek dolayımı ile icatçı emeğinde kendisine yabancılaşması sonucunu doğurduğu da yeterince anlaşılamadığı ortaya çıkmıştır. Bu yüzden de yine İngiliz ekonomi politiğinden alınan “değişmeyen sermaye” ve “değişken sermaye” kavramları da, sermayenin emeğin bir formu olduğu gerçeğini alt üst etmesi nedeniyle, sözde değişmeyen sermaye karşısında sözde değişken sermayenin göreli özerkliğini ve kurtuluşunu hedefleyen proletaryalist bir eğilimin gelişmesine de sebebiyet vermiştir. Dahası; proletaryadan da bağımsız olarak proletaryanizmin değişken sermayeye (emeğin kullanıcı formuna) dönük temel iddiası, yani yabancılaşmış emek formunun son bulması ile emeğin özgür bir komünist formunun ortaya çıkacağına dair iddialar, kökü din ve ahlak felsefesine kadar uzanan yabancılaşma kavramı eliyle de, “proletaryanın kurtuluşu tüm insanlığın kurtuluşudur” mitinin doğmasına neden olmuştur. Bu yüzden de burjuva düşünce yapısından tam manası ile kopamamış olan proletaryanizm, en başından beri nesnel volantarizm tarafından belirlenen öznel bir determizm üzerinde yükselirken, temel devrimci dokusunu da bu “metafizik zemin” üzerinden mayalayarak oluşturmuştur. Kuşkusuz bu metafizik zemin Marx ve Engels’in metafizik zemini olup onların temel sorunlara dair ana felsefi yaklaşımları ile bağlantılıdır. İşte bu Marx ve Engels’in tarihsel düalizmi aşamamasının neden olduğu bir metafizik zemindir! Kimse kusura bakmasın ama emekolojistler ne metafiziğin ne de materyalizmin koridorlarında yürümedikleri gibi, metafizik ve materyalist kavramları bile kabul etmemektedirler.
Kuşkusuz Marx ve Engels İngiliz ekonomi politiğini Ricardo üzerinden toplumsal kullanıcı emek lehine bükerek kapitalizm sorununu proletarya açısından ele almayı başarmış olsa da, onların bir burjuva bilimi olan ekonomi politiği kapsayarak aşmayı başardıkları ve kapitalizmin, daha doğrusu sanayi emeğinin tüm ana ve alt türlerinin arasındaki iş bölümü diyalektiğine bağlı olarak ortaya çıkan üretim, dolaşım, tüketim ve miras miktarı değerlerini tam bir netlik içinde ortaya koymuş olduklarını söylemek doğru olmadığı gibi, dürüstçe de olmayacaktır. Dolayısıyla; Marx ve Engels’in gözetiminde hazırlanmış olan Kapital serisi de genel olarak sanayi emeğinin feodalizme galebe çaldığı bir dönemde minoktokratik-emperyalist döneme geçme hazırlıkları içinde olan kapitalizmin öncü bir eleştirisi ve analizi olarak kalmıştır. Lakin bu durum hiç kuşku yok ki bir başyapıt olarak Kapital’in değerini azaltmamakta aksine gelecek kuşaklar açısından da Kapital, kapitalizm üzerine bundan sonra yapılacak çalışmalarda temel bir başvuru kaynağı olma özelliğini de sürdürecektir.
Marksizm’in tarihsel ve toplumsal bir sistem olarak sosyalizm ve komünizm hedefi, Marksizm’den öncede var olan bir görüştür. Dolayısıyla; sosyalist ve komünist görüşleri bir bilim haline getirmeye çalışan Marx ve Engels’in kendilerinden önceki sosyalistleri ve komünistleri ütopik sosyalistler ve ütopik komünistler olarak sınıflandırması ve tarif etmesi de elbette ki anlaşılabilir bir durumdur. Kaldı ki; Marx ve Engels tüm hayatları boyunca ütopik sosyalizm ve ütopik komünizm ile aralarına teorik ve pratik sınırlar çizmek için bilimsel bir savaşım yürütmüştür. Bu noktada Marx ve Engels’in ütopistlere yönelik eleştirileri çok yönlü olup, bu eleştirilerin bir ucu Saint Simon’dan Charles Fouriere’e, Robert Owen’dan Pierre Joseph Proudhon’a kadar uzanmaktadır. Bu da göstermektedir ki; Marx ve Engels’in Marksizm’i başında beri polemikler yoluyla gelişmiş olan bir Marksizm’dir. Dahası Marx ve Engels’in yazdıklarının neredeyse 3/2’si polemik eserlerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla Marx ve Engels’in hem kendisinden önceki ütopistlere hem de kendi çağdaşlarına yönetmiş oldukları eleştirilerin nihai amacı sosyalizm ve komünizm kavramlarını ütopik kavramlar olmaktan çıkarıp pratik bir bilim olarak ayakları üzerine oturtma isteği ve çabasıdır.
İyi niyetli ama bilimsel gerçeklerden uzak görüşlere sahip olan ütopistlere dönük eleştirileri sayesinde Marx ve Engels, sosyalizm ve komünizm hedefi noktasında o dönem için çok daha gerçekçi bir teorik tablo ortaya koymayı da başarabilmiştir. Fakat bu olgular tek başına Marx ve Engels’in Fransız ütopik sosyalizminden/komünizminden tam manasıyla keskin bir kopuş sağlayabilmiş olduğunu da kanıtlamaz. Zira Marx ve Engels sosyalist ve komünist toplumların neye benzeyeceğine dair çok net ve açık tarifler yapmaktan bilerek kaçınmış olsalar da (keza ütopistlerin durumuna düşmek istenmiyorlardı), yine de sosyalizmin ve komünizmin tanımı noktasında Fransız ütopizminin kimi öğelerini de sürdürmekten geri durmamışlardır. Örneğin, (Gotha ve Erfurt programı’nın eleştirisinde de görüldüğü gibi) sosyalizme dair “herkese emeğine göre” ve komünizme dair “herkese ihtiyacına göre” ilkeleri bu tutumun bir göstergesidir. Marx ve Engels’in muğlak bir biçimde tanımlamış olduğu bu ilkeler zaman içinde Marksistler arasında sosyalist ve komünist toplumun niteliğine dair “değişmez mitsel doğrular” olarak kabul edilmiştir.
Halbuki Marx ve Engels’in bu noktada ki hatası sosyalist ve komünist toplum biçimlerinin emeğin hangi biçimi üzerinde yükselecek olduğunu net ve açık bir biçimde ortaya koymamış olmamalarında aranmalıdır. Zira bu muğlaklığın kaynağı, gelecekteki sosyalist ve komünist toplum biçimlerini, kapitalizmin kendisinden önce gelen köleci, feodal toplum biçimlerinden ne şekilde ayrıştırmak gerektiği sorusuna da yöntemsel bir cevap verememek kaynaklanmıştır. Keza gelecek toplum tasvirinin kendisi şu an içinde bulunduğumuz toplumun önceki biçimlerinin yöntemlerinde yatmakta idi. Dolayısıyla; her biri belirli bir ana emek türü üzerinde yükselmiş olan bütün bu toplum biçimlerinin niteliği, o toplumu var eden emek biçimleri ile açıklanmadığı için, sosyalist ve komünist toplum biçimlerinin niteliği ve karakteri de Marx ve Engels tarafından belli belirsiz bir şekilde bırakılmıştır. Dahası; Marx ve Engels hangi emek türünün hangi toplum türünü belirlediğini ortaya koymadığı için ve bunu da sistematik bir teorik çerçeve içinde yapmadığı için, “emeğe göre” ve “ihtiyaca göre” belirlenen toplum tipleri ve formasyonları da müphem bir biçimde kalmıştır. Kaldı ki; bugüne kadar ortaya çıkan toplum biçimlerinin hiçbirinde salt emeğe ve ihtiyaca göre şekillenmemiş tek bir toplumsal formasyon da yoktur. İnsanın var olduğu her toplumda ihtiyaçlar ve emek zaruridir. Yoksa zaten toplumsal formasyon toplum olmazdı.
Her toplum biçimi emekle kristalize olması nedeniyle; nasıl ki ilkel toplum toplayıcılık ile, nasıl ki köleci toplum avcılık ile, nasıl ki feodal toplum tarım ile, nasıl ki kapitalizm sanayi ile, kristalize olan ve ete kemiğe bürünen toplumlar ise, benzer şekilde sosyalizmde teknik emek türü ile, komünizmde bilim emek türü ile kristalize olan toplum tipleri ve formasyonlarıdır. Dolayısıyla, sosyalizmdeki “herkese emeğine göre” ilkesi ancak teknik emek ölçüsünde ele alınabilirken, komünizmde ise “herkese ihtiyacına göre” ilkesi ise ancak bilim emeğinin ölçüsü oranında ele alınabilir. Kaldı ki; ister köleci, ister feodal, ister kapitalist olsun tüm sınıflı toplum biçimlerinde emek araçları karşısındaki toplumsal kullanıcı, bireysel kullanıcı, bireysel icatçı ve toplumsal icatçı bölümlenmesi var olduğu müddetçe de, emek içi bölünmeler verili emek türleri arasındaki ihtiyaç ve gereksinimlere göre şekil almaya da devam etmiştir, edecektir, etmeye de mahkumdur.
İşte bu emek içi bölünmüşlük hali var olduğu için bütün bir iktisat tarihi soyut emekten somut emeğe, kafa emeğinden kol emeğine, kır emeğinden kent emeğine, üretken olan emekten üretken olmayan emeğe kadar uzanan “parçalanmış emek fenomenlerinin” bir bileşimi olarak ele alına gelmiştir. Halbuki ele alına bu parçalanmışlık “kategorik bir emek formasyonu”dur. Kategorik emek formasyonu ise kavramsal emek formasyonu içerisinde bulunan alt bir belirlenimdir; tali bir belirlenimdir. Bu bölünmüşlüğün ortadan kaldırılabilmesi bu bölünmüşlüğü sönümlendirecek yeni bir emek türünün ve bu emek türüne bağlı olarak ortaya çıkacak yeni bir tarihsel ve toplumsal sistemin ve yeni emek araçları sisteminin varlığını da zorunlu kılar. Nasıl ki toplayıcı emeğin ihtiyaçları ve gereksinimleri toplayıcı emeğin karakterini yansıtmış ise, daha sonrasında gelen av, tarım ve sanayi emek türleri de kendi ihtiyaçlarını ve gereksinimlerini ortaya çıkartmıştır. Başka bir deyişle, hiçbir emek türü ya da hiçbir toplum türü durduk yere ortaya çıkmadığı gibi, kendine özgü ihtiyaçları ve gereksinimleri de durduk yere gündeme gelmemiştir. Şayet sosyalizm ya da komünizm şansa veya hayale bırakılamayacağına göre, gerçek olan budur! Gerçek olan da zorunluluktan kaynaklanan ihtiyaçlar ve gereksinimlerdir.
Dolayısıyla; sosyalist ya da komünist bir toplumun ortaya çıkabilmesi de, bu toplum tiplerinin ortaya çıkış koşullarını sağlayacak olan emek türlerinin ihtiyaçları ve gereksinimleri ile mümkündür. Yeni bir tarihsel ve toplumsal sistem durduk yere ortaya çıkmaz. Ancak yeni bir sistem zorunluluktan dolayı ortaya çıkar. Kaldı ki; teknik emek türünün ihtiyaçları ve gereksinimlerinden bağımsız olarak sosyalist bir toplum biçimi ortaya çıkamayacağı gibi, bilim emek araçlarına dayanan ve bilim emeğinin üzerinde yükselen ihtiyaçlar ve gereksinimler var olmaksızın da komünist bir toplumda ortaya çıkamaz. Tarihin ve toplumun insan iradesi ile ortaya çıkan “hümanist bir yapı” olduğu yanılsaması; insan iradesini aşan bir emek diyalektiğinin var olduğunu görmemekten kaynaklanan bir yanılsamadır. Bu yüzden bu yanılsama toplumsal kullanıcılık, bireysel kullanıcılık, bireysel icatçılık, toplumsal icatçılık arasındaki bölünmüşlüğü de, sınıfsal farklılıklarında bu nedenle ortaya çıktığını görememekten, anlayamamaktan kaynaklandığı gibi, bu durum sınıf gerçeğinin “tümel tarihsel olgusunu” da kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Sınıflı toplumların tamamında sınıf var ama sınıfsız bir toplum modeli yok. Dahası bir sınıfın ilelebet var olacağına dair bir sınıf tanımı da yoktur. Gerçekte sınıf tanımı emeğin ana formlarına göre oturan tanımdır.
Her şeyden önce komünist bir toplumun var olabilmesi için; öncelikli olarak sınıfların birbirinde iç içe geçerek sönümlenmesi gerekmektedir. Bu da ancak bilim emeği ile mümkündür. Daha doğrusu; toplumsal kullanıcılık bireysel icatçılık içinde sönümlenmedikçe, toplumsal icatçılık bireysel kullanıcılık içinde sönümlenmedikçe; her türden “soyut” ve “somut” emek formu bilim emeğinin içinde kristalize olarak toplumsal icatçılık sistemine dayalı yeni bir toplum tipi ve formasyonu ortaya çıkarmadığı sürece komünizm ham bir hayalcilikten ve ütopizmden başka da bir şey değildir. Fakat bunu gerçekleştirmek yine insan türünün elindedir. Sınıfların varlığını devam ettirende insan olduğuna göre; insan insana yaraşır bir biçimde emeğin emek üzerinde tahakküm kurmadığı bir dünyayı da pekala kurabilir. Lakin bunun yolu da insanın tümel emek araçları karşısındaki tikel “yabancılaşma” halinin yaratılabilmesinden geçmektedir. Daha basit bir şekilde anlatmak gerekir ise; tüm toplumun bilim emeği ürettiği ve bilim emeği tükettiği bir toplumda tüm toplum “icatçılara” dönüşeceği için toplumsal sınıfların varlığı da artık gereksiz bir hale gelecektir. Komünizm ancak zorunluluklar sonucunda ortaya çıkabilir. İnsanın öznel iradesi bu mesafeye ulaşmakta ancak yol gösterici olabilir. Bu yüzden bilimsel komünistlerin asıl vazifesi kitlelere devrimci bir perspektif sunmaktır. Dolayısıyla; bilimin ve aklın yolu emeğin yolu ve emeğin diyalektiğinden geçmektedir. Komünizme giden başkaca bir yol icat edilmemiştir.
Bugün asıl sorun Marksizm’i Marx ve Engels’in bile hayal edemeyeceği bir noktaya getirmektir. Kuşkusuz Marx ve Engels’te en çok bunu isterdi. İşte yaşayan ve nefes alan Marksizm budur! Marksist ve Leninist teoriyi Marx’ın, Engels’in Lenin’in hayal bile edemeyeceği boyutlara getirmek elzem ve ivedi bir durumdur. Marksizm’in koşullarla birlikte değiştiğini söyleyenler, değişen Marksizm’in değişen yönlerini gösterip ispatlamakla mükelleftir. Bugün bunu yapan tek akım Emekoloji’dir. Lakin bugün dahi “Marksizm değişimin pratik teorisidir” diyenler, emme basma tulumba gibi eski metinlere biat edip, yalnızca kafa sallayıp yan gelip yatmaya devam ediyorlar. Ve bunu yaparken de hiç utanmıyorlar. Bırakın Marksizm’in üç kaynağını, değil üç, üzerine sorgulamadıktan, düşünmedikten sonra Marksizm’in üç yüz otuz üç kaynağı olsa ne yazar! Emekoloji yalnızca bu üç kaynağı değil, Marksizm’in tüm kaynaklarını enine boyuna sorgulamakta, Marksizm’in koşullarla birlikte değişen yönlerini tespit etmekte, bütün bunları ise yeni bir kalıp ve yeni bir yöntem temelinde herkesin gözü önünde ulu orta yapmaya devam etmektedir.
Asıl yapılması gereken Marksizm bu üç kaynağını (ve diğer kaynakları) alıp değiştirip, yenileyip, yanlışlardan arındırıp yepyeni bir yapı oluşturmaktır. Marx ve Engels’in de asıl yapmaya çalıştığı şey buydu. Ne yazık ki onların tarihsel koşulları yeni bir yapının inşasına girişmeye yetmedi. Lakin onlar asla bu iş bitti, buraya kadar da demediler. Ölüm döşeklerine kadar bu savaşımın, bu değişimin motoru olmaya çalıştılar. Ölümlerini bile bu azimle karşıladılar. Onların başlattığı ve Lenin ve diğerlerinin devam ettirdiği bu yol emeğin bilimsel yoludur. Onların emekleri ve azimleri sayesinde Emekoloji bilimsel bir yönteme ve çalışan disipline dönüşebildi. Ve hala da dönüşüm süreci devam ediyor.
Arkaya dönüp bakıldığında hiç kuşkusuz emekolojstlerin devasa bir külliyatı, dağlar kadar hazineyi süze süze yeni bir yapının inşasına girişmeleri sanıldığı gibi hiçte kolay olmadı. Küsenlerin, darılanların, olmaz böyle şey diyenlerin eksik olmadığı bu süreçte, eski yapı bozula bozula tümden yok olup, yeni yapı bugün ki yeni biçimini aldı. Ve hala da biçim almaya devam ediyor. Başka türlü olması da mümkün değildi. Lakin bilimsel değişimin rüzgarları politik ve örgütsel kıyılara anca yeni yeni vurmaya başladı. Deniz bitti, kara gözüktü! Emekoloji gemisi kıyıya yanaşma rotasında yolundan sapmadan ilerleyişini sürdürmeye devam ediyor. Artık kendisine yeni bir liman inşa ediyor; öyle eski limanlara yanaşıp da demir atacak gibide hiç gözükmüyor.
Dipnotlar
[1] Buradan hareketle her çağın içkinliğine yönelik “ayrı bir Marksizm’in de” olduğunu iddia edebiliriz. Şöyle ki; Marksizm öncesi “köleci dönem Marksizm’i” ve “feodal dönem Marksizm’i” olarak iki tarihsel döneme ayrıştırabiliriz. Marx buna “ilkel sosyalizm” ve “ilkel komünizm” ile ilgili olarak Marksizm öncesi sosyalizme ve komünizme atıfta bulunarak işaret etmiştir. Marx sınıflı toplumlar oluştuğundan itibaren “sınıfsız toplum özlemini ve onun hareketini” ütopik sosyalizm ve ütopik komünizm olarak Marksizm’e dahil etmiştir. Marx “bizden öncede komünizm fikri vardı. Komünizm fikrini biz icat etmedik” derken tam da bunu kastediyordu. Marksizm öncesi ütopik Marksizm olmasaydı; Marksizm’de olmazdı.
[2] Tümel emek araçları (tümel emek zaman miktarları) karşısındaki tikel göreli emeğin (tikel artık emek zaman miktarlarının) eski emek biçiminden (tarihsel emek zaman miras miktarlarından) ayrışarak adım adım kendi bağımsızlığını ilan etmesi durumu, her yeni emek biçiminin de (tikel toplumsal yeni emek zaman miktarlarının) kaçınılmaz bir sonucudur. Buyurun size emekolojik “artık-emek-değer” teorisinin çok kısa bir özeti.
[3] Lenin Hegel felsefesi üzerine yaptığı kişisel çalışmalarda bu gerçeği kısmen de olsa teşhis etmiş olsa da, yol ve yöntem sorununda bu konuyu bir sonuca bağlayacak sistematik ölçekte bir metodoloji de ortaya koyamamıştır. Lenin “Felsefe Defterleri”nde şunları söylemektedir: "Eğer yanılmıyorsam, burada Hegel'in ulaştığı sonuçlarda çok miktarda mistisizm ve boş bilgiçlik var. Ama temel fikir dahice: evrensel, çok yanlı, her şeyin her şeyle yaşayan ilişkisi ve bu bağlantının insan kavramında yansıması -materyalist bir biçimde başının üzerinde duran Hegel. Bu kavram, öylesine parlatılmış, parçalanmış, esnek, hareketli, göreli, karşılıklı olarak bağlantılı, karşıtlığı içinde birleşmiş olmalı ki dünyayı kucaklayabilsin. Hegel ve Marx'ın eserinin devamı, insan düşüncesinin tarihinin, bilimin ve teknolojinin diyalektik işlenmesini içermeli." Kısacası, Lenin’in bu yorumları yapmasının temel nedeni metodolojik açıdan Marksizm’in henüz bir bilim olmadığına ilişkin ön kabulünden kaynaklanmaktadır. Lenin’in bu ön kabulü Marx ve Engels’in Marksizm’inin tarihsel sınırlarından kaynaklanmaktaydı.
[4] Karl Marx Kapital’in Almanca İkinci Baskısına yazdığı ön sözde şöyle der: “Diyalektiğin Hegel'in elinde maruz kaldığı gizemlileştirme, onun genel hareket biçimlerini kapsamlı ve bilinçli bir şekilde ilk önce Hegel'in ortaya koymuş olduğu gerçeğini hiçbir şekilde gölgeleyemez. Hegel'de diyalektik baş aşağı durur. Gizemsel kabuğun içindeki rasyonel özü bulmak için tersine çevrilmesi gerekir. Gizemleştirilmiş biçimi ile diyalektik var olanı yüceltir göründüğü için Alman modası olmuştu. Oysa rasyonel biçimi ile diyalektik, burjuvazi ve onun doktriner sözcüleri için rezil ve iğrenç bir şeydir çünkü; diyalektikle var olanı olumlu bir şey olarak kavradığımız anda, onun olumsuzlanmasını, zorunlu olarak yok olacağını da kavrarız; çünkü diyalektik her oluşmuş biçimi, akan bir hareket içinde ve dolayısıyla bunun yok olup gidici yanını da gözden ayırmadan kavratır; çünkü diyalektik hiçbir şeyin altında kalmaz, özünde eleştirici ve devrimcidir.” Marx Hegel’deki diyalektiği bu şekilde yorumlar. Lakin Hegel’deki diyalektik böyle midir? Yoksa Marx’ta ki diyalektik gerçekte gerçek midir? Gerçekte; “Hegel diyalektiği” ile “Marx diyalektiğinin” Marx yorumu iki farklı “diyalektik düzlemin” iki farklı kümenin ortak öğeleri ile ortak olmayan öğelerinin birlikte yorumlanmasıdır. Dolayısıyla; iki farklı diyalektik düzlemin varlığının ön kabulü iki farklı diyalektik kavramının değişik tarzda yorumlanmasıdır. Yani Marx burada Hegel diyalektiğini kabul ederken onu kendi diyalektiği içerisinde yorumlamaktadır. Gerçekte Hegel diyalektiği ise ondan önceki filozofların diyalektik anlayışlarının tümelinin özümsenerek kendi diyalektik anlayışının içinde mistik olarak gizlenmesi anlayışıdır. Aslında Hegel’e “usta bir hırsız” dersek abartmışta olmayız! Keza antik Yunan’dan beri diyalektik ve onun içeriği, ister materyalizm içinde, isterse idealizm içinde, yorumlanırsa yorumlansın özünde hiç değişmemiştir.
[5] Nasıl ki öznesiz bir nesne ve nesnellik tarifi olamayacağı gibi, nesnesiz bir özne ve öznellik tarifi de yapılamaz. Soyut emek ve somut emek, kafa emeği ve kol emeği, kır emeği ve kent emeği, üretken olan emek ve üretken olmayan emek vs. biçiminde yapılan düalist ayrımlar sanayi emeğinin türdeş ayrımları olup, sanayi emeğinin ve mantığının izlerini taşıyan bu ayrımlar, kabaca 17. Yüzyıl’dan itibaren önde gelen İngiliz ekonomi politikçileri tarafından geliştirilmiş kavramlar olup, burjuvazinin icatçı emeği ile proletaryanın kullanıcı emeği arasında da görüldüğü gibi, özellikle de icatçı emeğin, yani soyut sofistike emeğin kol gücüne dayalı “somut emek” karşısındaki üstünlüğünü meşru kılmaya dönük ideolojik bir işleve de sahip olmuştur. Sonuçta; kapitalizm altında her şey gibi bilimde ideolojiktir. Dolayısıyla; soyut emek ve somut emek gibi kavramsallaştırmaları ideolojiden tamamen bağımsızlaşmış salt ekonomik ilişkileri yansıtan iktisadi-kavramlar olarak görme yanılsaması büyük bir hatadır. Aslında bir yanıyla da bu kavramlar; feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde sanayi emeğinin icatçı-emek güçlerinin hem eski feodal güçler hem de yeni proleter güçler karşısındaki ideolojik üstünlüğünün İngiliz ekonomi politiği eliyle taçlandırılması işlevini de görmüştür. Halbuki emeğin “doğasında” böyle bir ayrım bulunmadığı gibi; somut, soyutlaşmış-somut, soyut, somutlaşmış-somut biçimindeki çevrimsel emek diyalektiği var olmadığı sürece “nesnesiz” ya da “öznesiz” bir emekten bahsetmekte söz konusu bile olamaz. Gerçekte ise insanın hem öznesi hem de nesnesi emektir; insanın hem tarihsel hem de toplumsal ilerleyişi ancak emek türlerinin diyalektik değişim, gelişim ve dönüşüm biçimlerinin incelenmesi ile anlaşılabilir.
22.02.2023
Serhat Nigiz
6 notes · View notes
doriangray1789 · 2 months
Text
“Çelişki yenileştiricidir.”
Georges Politzer (Kızıl Kafalı Filozof)
Felsefenin Temel İlkeleri
Bilmek anlamak içindir.Bilgi ise bir süreçtir, sonsuz bir süreç.Değişmenin kendisi dışında mutlak olan hiçbirşey yoktur. Bütün varoluş, yokoluş süreçleri biçimsel,fiziksel, kütleseldir ve zamana bağlıdır.Maddesel olarak yok olamaz. Yalnızca fenomenler(görüngü) maddesel olmadıkları için beyne yansıyan bir gerçekliktir o kadar. Diyalektik felsefe bize yalnız bilgi değil, bilginin bilgisini verir.Seni, bir sürü boş bilginin peşine koşturmaz, şeyler hakkında şaşmaz, en doğru bilgiye ulaşmanın ip uçlarını verir.Zaten diyalektik felsefe materyalist bilginin bir yöntemidir. Diyalektik yöntem,materyalizm, üretici güçler ve üretim ilişkileri emek sermaye çelişkisi ,Marksist ve materyalizm, kapitalizm, sosyalizm, sosyalizmden komünizme geçiş, devlet, ulus gibi kavramları inceleyerek bunları bir ders gibi en yalın hale getiren sağlam bir eser.
Bir kaç alıntı: “Gül, bahçıvanın sonsuzluğuna niçin inanır? Çünkü gül, bahçede, hiçbir zaman başka bir bahçıvan görmemiştir.” “Eğer koşullar insanı biçimlendiriyorsa, bu koşulları insanca biçimlendirmek gerekir.” “İnsanlık dışı bir rejime karşı savaşım verdikleri ölçüde insanlaşırlar.”
Öyleyse mutlak bilim yoktur. Her zaman daha öğrenilecek bir şey kalır. Şu halde, her bilim bir yandan bilgisizliği de içinde taşır. Ama, aynı şekilde, mutlak bilgisizlik de yoktur.
2 notes · View notes
korayaker · 2 years
Text
SİYASET-FELSEFE
Lenin Sol komünizm Lenin Nisan tezleri Lenin Proleter devrim dönek  kautsky Lenin devlet ve devrim Lenin Emperyalizm Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü Lenin Ne yapmalı Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri Lenin Din Üzerine Lenin Sosyalizm ve Savaş Marx Engels Komünist manifesto Yahudi Sorunu Alman İdeolojisi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Ücretli Emek ve Sermaye Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Mao Zedong Çelişki Üzerine Uzatmalı Savaş Üzerine Seçme Eserler -ı-ıı-ııı Kızıl Kitap Josef Stalin Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Marksizm, Ulusal Sorun Leninizmin İlkeleri Anarşizmi mi Sosyalizm mi Bolşevik parti Tarihi Muhalefet Üzerine Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe Leo huberman Sosyalizmin alfabesi Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri Politzer Felsefenin Temel İlkeleri Nikitin Ekonomi politik Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak Paul lafargue Tembellik hakkı A.Şnurov Türkiye proleteryası John Reed Dünyayı Sarsan On Gün Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış İbrahim kaypakkaya Seçme eserler Mahir çayan Bütün Yazıları Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi Kropotkin- Ekmeğin Fethi Ivan Illich'in Okulsuz Toplum Hüseyin Can Sovyetler ve Kürtler A.Kollontai Komünizm ve Aile N. kruspkaya Halk eğitimi Platon Socratesin Savunması
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine – Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki Ricardo Coler Kadın Krallığı Elisabeth Badinter Biri Ötekidir Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği Diana Gittins Aile Sorgulanıyor Simon de beauvoir ikinci cins Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti Judith Butler- Cinsiyet Belası İnsan Sonrası - Rosi Braidotti | Aşk paradoksu pascal bruckner camila pagtlia-Cinsel Kimlikler
PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu Sigmund Freud Düşlerin Yorumu Joel Kovel Tarih ve Tin Michel Foucault Deliliğin Tarihi Jean Twenge Ben nesli Rollo May Kendini Arayan İnsan Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon Erich Fromm Sevme Sanatı Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış Sahip Olmak ya da Olmak, Erich Fromm Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği Ben ve Biz - Postmodern İnsanın Psikanalizi, Rainer Funk ..
  POSTMODERN FELSEFE
john zerzan- Gelecekteki ilkel Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon Jean Baudrillard Tüketim Toplumu Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi - Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair Zygmunt Bauman  Akışkan Modernite Yaşam Sanatı, Zygmunt Bauman Jean François Lyotard Postmodern Durum Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar Michel Foucault Cinselliğin Tarihi Karakter Aşınması - Richard Sennett Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet Guy Debort- Gösteri toplumu Byung-Chul Han-Psikopolitika
VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı Terry Eagleton Hayatın anlamı Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk Jean Paul Sartre Bunaltı Cesare Pavese Yaşama Uğraşı Franz Kafka Dönüşüm Samuel Beckett Godot'yu Beklerken Hermann Hesse Siddhartha Dostoyevski Yeraltından Notlar Dostoyevski Suç Ve ceza Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche Ecce homo Nietzsche Decal Candide - Voltaire Albert CamusYabancı Jhon fante toza zor Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana Maksim Gorki Benim üniversitelerim Dimitrov  Dimov Tütün Kropotkin Ekmeğin Fethi Jack London’ Demir ökçe John Steinbeck Fareler ve İnsanlar Harper Lee Bülbülü Öldürmek Victor Hugo Sefiller Goethe Genç Werther'in Acıları Balzac vadideki zambak Dostoyevski Suç ve Ceza Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski Budala Dostoyevski Ev sahibem Dostoyevski Yeraltından notlar Stefan Zweig Satranç Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında Lev Tolstoy Anna Karenina Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut Amin Maalouf Doğunun Limanları Harper Lee Bülbülü Öldürmek George Orwel Hayvan Çiftliği Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar Bir Çöküşün Öyküsü, Stefan Zweig
TÜRK EDEBİYATI
Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü Yaşar kemal İnce memed Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Mehmet Rauf Eylül Peyami Safa Yanlızız Peyami Safa Fatih-Harbiye Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu Peyami Safa Bir teredüdün Romanı Namık Kemal İntibah Orhan Pamuk kırmızı saçlı kadın Yusuf atılgan Aylak adam Ahmet Ümit İstanbul Hatırası Sodom ve Gomore, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak Kadri Karaosmanoğlu Alemdağda var bir yılan, Sait Faik Abasıyanık Kemal Tahir- Körduman Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya 1984 - George Orwell Hayvan çitfliği  George Orwell Ursula K. Le Guin Mülksüzler Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood
Din Tarih ve Antropoloji-Siyaset
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Lewis Henry Morgan-Eski toplum Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi Freud totem ve tabu Claude Levi – Strauss  Yapısal Antropoloji Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu Darwin Türlerin kökeni Turan Dursun Din bu Dine Karşı Din - Ali Şerati Ataların Hikayesi Richard Dawkins Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar Lenin Din Üzerine Karl -Marx Yahudilik Üzerine Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari Deccal - Friedrich Nietzsche Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış İsa'nın Çarmıhtaki Yedi Sözü, İhsan Özbek Martin Van Bruinessen Kürtlük Türklük Alevilik
Nuri Dersimi Kürdistan Tarihinde Dersim
Erdoğan Çınar Kayıp Bir Alevi efsanesi
Erdoğan Çınar Aleviliğin Kayıp Bin yılı
Ahmet Taşağıgil Gök Tengrinin Çocukları
Jena Paul Roux. Türklerin Tarihi
Tori Bir Kürt Düşüncesi Yezidilik
İrene Melikoff Uyur idik uyardılar
Hamza Aksüt Aleviler
Jenet Hamilton Aanadoluda Heretik Hareketler
Faik Bulut Dersim Raporları
Mehmet Bayrak Dersim Koçgiri
Mehmet Bayrak Alevilik Kürdoloji Türkoloji Belge.
Sean Martin Katharlar
Yalçın Küçük-Tekelistan
26 notes · View notes
mantikutayr · 2 years
Photo
Tumblr media
marksist felsefeler 
sovyet marksizmi I merkezi avrupa marksizmi I italyan marksizmi I fransız marksizmi I almanya’da eleştirel teori 
marksizm, karl marx ile friedrich engels’in, 19. yüzyılda ifade edilen görüşlerin, esas itibariyle engels tarafından geliştirilmiş olan sentezini ifade eder.. 19. yüzyılın sonlarından itibaren kendisine zaman zaman idealizme zaman zaman da kapitalizme karşı verilen mücadelede entelektüel ya da politik bir görüş ya da araç olarak başvurulan marksizm, 20. yüzyılda dünyanın ama özellikle de avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yeni kılıklar altında ortaya çıkmıştır. 
klasik marksizmin kötü ideoloji-iyi bilim ayrımına dört elle sarıldığını, oysa bunun bilimi efsaneleştirip mutlaklaştırdığını öne süren yeni marksizm,  ekonomizm ve bilimle ilgili ütopyacılıktan vazgeçmiş, bilimi diğer inanç sistemleriyle aynı düzeye getirmeye çalışmıştır. bilimcilik ve tarihselcilikten olduğu kadar, tarihsel derterminizm, evrimcilik ve ekonomizmden de uzak duran yeni marksizm’in kaynakları arasında, temeli ya da özü itibariyle klasik marksizm ve hegelcilikle, bu arada fenomenoloji, süreç felsefesi, mantıkçı ampirisizm, spinozacı anlamda akılcılık ve psikanaliz gibi öğretiler bulunur. 
felsefe tarihi I marksist felsefeler I a. cevizci 
marx, döneminin en önemli siyasetçilerinden, ekonomistlerinden ve filozoflarındadır; dolayısıyla marksizmin, siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlüğü vardır. 
"şimdiye kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.’‘ marx - komünist manifesto. kapitalist üretim ilişkilerini üzerine yapılan araştırmalar tarihsel materyalizmin temellerini atmıştır. diyalektik ve tarihsel materyalizm, diyalektiği hegel’den alan marx bu kavramı öğretinin merkezine koyarak  kendi deyimiyle ‘’hegel'in başaşağı duran yöntemini ayakları üzerine doğrultmuştur.’’ 
.. 
3 notes · View notes
intiharı denemediğimi düşünüyorsan, yanılıyorsun. yaşamayı denediğimi düşünürken yanıldığın gibi. koğuş soğukluğunda bir odanın küflü tavanları altında kavrulurken, intihar etmenin hayali aslında sanıldığı kadar kolay da olmuyor. hep şöyle düşlemişimdir, bir büyük votka, bir paket siyah lucky strike sigara. ancak ilk denememde lucky strike sigara henüz piyasada yoktu ve o ruh haliyle sadece bir şişe su alabilmeye yetmişti gücüm bakkaldan. bakkalla hatta son çıkan bir testament albümünü konuşmuştum yüreğimin ağzımda göz yaşları ile attığı anda.
sonra tekrar denedim elbette, bu sefer votka vardı ama lucky strike sigarası yoktu, hele siyahı. olsa da zaten pahalıydı, evde çığlıklar duvarları yıkmaya niyetlenmiş, kiremitler öylesine turuncu halde boya badanayı ırza geçer şekilde yok etmişti ki. kusmuştum dakikalarca, bir hamalın sırtındaki yük ve bir atın kırıldığı anda ağzından köpüklerin etrafa saçılması gibi.
masumiyet kapı kirişinden izlemişti beni ve ben hala avazım çıktığı kadar çığlık atarak şarkı söyleyemiyor, ezanlar ve asfaltları yakan, köpeklerin üzerine süren arabaların frenlerinin çığlıkları öksürüğümden bile daha jilet keskinliğindeyken... benim  sesim evet, gece daha çok çıkıyordu.
gece ve gündüzün arasındaki geçiş döngüsünde bir işkence sehpasında omurgam doğu ve batı yönde çekiştirilirken, ben hala bir büyük votkayla bir paket siyah lucky strike sigarasını bir araya getiremiyordum. en büyük aşıklar bile bu kadar zorlanmamıştı şu dünyanın dümdüz tarihinde buluşma konusunda.
bir gecenin yarısında çakmağımı duvara fırlatmıştım, parçalanmanın sesi sanki bütün bir şehri uyandırmışcasına gürültü çıkarırken, bütün öfkemi, arzumu, hayallerimi gökyüzündeki zavallı bir yıldıza bağırmaya çalışırken komşular öylesine korkuyla uyanmıştı ki, hiçbiri burunlarının dibinde yüzlerce insanın ,bombalarla patladığında ve kemikleri bir başka kemiği öldürmek için saçıldığında böyle korkmamıştı.
toplum topluca delirirken korkmayanlar, bireysel delirmeler karşısında korkuyor, rahatsız oluyor ve terörize oluyordu.
intiharı denemediğimi düşünüyorsan, gerçekten yanılıyorsun. sadece bir büyük votka ve bir paket siyah lucky strike. öylesine kocaman bir hayal oluveriyor ki... bahçende bir meyve ağacı büyütüp, gölgesinde uyumak, o ağaca kedilerin tırmanmasına izin vermek, izin verilmiş tüm şeylerin arasında senin yasaklı olman kadar imkansız hale geliyor.
öyle de bir hale geliyor ki tüm bu delilik, ham bir meyvenin toprağa düşmesi, kuruması, çürümesi ve çekirdek oluşuna kadar ulaşıyor. ama sorun ne biliyor musun? toprak öylesine kimyasal ki, çekirdeğimi bile kabul etmiyor bir adet ağaç olabilmek için, diyalektik materyalizme anti tez olarak.
anti tez olarak ve ses telleri çürüyerek, bir kaldırımın dibinde, betonun üstünde çöp olarak kalıyorum. sokağın üstünde daha fazla yük olmamak isteyerek, kuvvetli bir rüzgarın beni oradan alıp götürmesi için.
1 note · View note
Text
Tumblr media
Mao Zedung
14 notes · View notes
yorgunherakles · 9 days
Text
madde, tinin bir ürünü değildir, ama tinin kendisi maddenin en üstün ürününden başka bir şey değildir.
engels - feuerbach ve klasik alman felsefesinin sonu
3 notes · View notes
bazenmahir · 1 month
Text
"Materyalizm ve Ampiryokritisizm" kitabı, Sovyet filozof ve devrimci Vladimir ilviç Lenin tarafından yazılmıştır. Bu kitap, pozitivist felsefe ile marksist materyalist felsefenin çatışmasını ele alır ve Lenin'in filozofik görüşlerini açıklar. Kitaptan öğrenmeniz gereken bazı önemli noktalar şunlar olabilir.
Marksizm ve Bilim: Lenin, materyalizm ve ampiryokritisizm arasındaki felsefi tartışmayı, bilim ve düşünce arasındaki ilişkide marksist bir bakış açısından ele alıyor.Bilimin nesnel ve sınıflandırılmış doğasını vurgulamaktadır.
Kitap, pozitivist felsefenin eleştirisiyle başlar ve ardından ampiryokritisizmin eleştirisiyle devam eder. Lenin, bu felsefi akımları eleştirirken, marksist materyalizmin bilimsel temellerini savunur.
Bilimsel Gerçeklik ve Diyalektik: Lenin, marksist materyalist görüşü desteklemek için bilimsel gerçeklik ve diyalektik materyalizmi vurgular. Bu, doğa ve toplumun gelişimi üzerine etkileyici bir teori sunar.
Kitap, felsefi tartışmaları analiz ederken eleştirel bir yaklaşım benimser. Lenin, doğa bilimleri ve felsefe arasındaki ilişkiyi incelerken, marksist materyalist yaklaşımın önemini vurgular.
7 notes · View notes
serhatnigiz · 2 years
Text
Bir Kopuş Felsefesi olarak Marksist Felsefeden Denetimist Felsefeye Geçiş Üzerine
Tumblr media
Tarihi ve toplumu tanımlamak için sınıf ve sınıf mücadeleleri kavramları tek başına yeterli olabilir mi? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikli olarak başka bir soruyu sormak gerekir: Sınıflar ve sınıf mücadelesi mi devleti belirlemektedir? Yoksa emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiğine göre belirlenen temsiliyetizm mi sınıfları, sınıf mücadelesini ve devleti belirlemektedir? İşte bu noktada Marksist felsefeyi çıkışı itibariyle salt bir kopuş felsefesi olarak ele aldığımızda Marksizm’den de hiçbir şey anlamamış oluruz. Hâlbuki Marksizm bir kısmıyla da eskiden kopma anlamında bir kopuş felsefesi iken, diğer yanıyla da kopuşun içinde bir sapma olarak ortaya çıkmış, aynı oranda sabit kalmamış, gelişmiş ve büyümüştür. Bu açıdan salt Marksizm değil, Engelsizm, Leninizm vs. hepsi sapmaları da içine alarak değişmiş, gelişmiş ve dönüşmüş olan kopuş felsefeleridir. Dolayısıyla bir kopuş felsefesi ve yine felsefi bağlamda bir sapma olan Marksizm’e ilişkin “sınıf, sınıf mücadelesi ve devlet” gibi temel kavramların anlaşılabilmesi de ancak tikel ve tümel belirlenimlere ait emekolojik sorulara cevap vermeden önce, eskinin sınıf, sınıf mücadelesi ve devlet algılarından da kopuşu, yani sapmayı ifade ettiği ve içerdiği haliyle anlaşılabilir. Aksi takdirde; soyut felsefenin bilimselleşmesi, bilimin felsefe ile birlikte somut ve anlaşılabilir bir bilgiye dönüşebilmesi de asla mümkün değildir. Ve yine emek türleri arasındaki özneleşmiş-nesne ve nesneleşmiş-özne diyalektiğine bağlı nesne ve özne diyalektiği de ancak bu bağlamda kurulabilir.
Örneğin, Marksizm İngiliz Ekonomi-Politiği’ndeki Ricardo’nun “emek-değer” teorisinden koparak ve saparak “artık-emek-değer” teorisi ile birlikte hareket etmiştir. Marksizm’in bir yanı bu iken, bir diğer saç ayağı olarak da Fransız ütopik sosyalizminin “toplumsal özneden yoksun” bir şekilde komünizme geçiş düşüncesinden koparak ve saparak “toplumsal özneli bir şekilde” komünizme geçiş düşüncesiyle birlikte hareket etmiştir. Marksizm’in ikinci bir yanı bu iken, bir diğer saç ayağı olarak da Alman modern felsefesinin doruğu olan Hegel’in “statik-mutlak-tin”inden koparak ve saparak “praksis-kendinde-tin” düşüncesiyle birlikte hareket etmiştir. Kapitalizmin kendisi için sınıfı, yani burjuva sınıfı, Hegel’de kendi için sınıfa tekabül ederken, Hegel sanayi emeğinin icatçı sınıfına “mutlak tin” diyordu. Yani Hegel kapitalizmi ve burjuvaziyi kutsarken, Marx ise kapitalizmin kendinde sınıfı olan kullanıcı sınıfı, yani proletaryayı kutsuyordu. Hem de Marx bunu yaparken praksis açısından proletaryayı kutsuyordu. Dahası; Marksizm’den bir kopma ve sapma bağlamında Leninizm ise, Marx ve Engels’in praksis-kendinde-tin’ine, yani proletaryaya praksis-kendisi-için-sınıf bilinci taşıma teorisi ve pratiği idi. Bu yönüyle Leninizm bir kopuş ve sapma felsefesi olarak Marksist felsefenin bir devam idi. Şayet bu kopuş ve sapma felsefesi olmasaydı Lenin’in “ne yapmalı?” sorusuna verdiği cevap olarak, onun “nasıl bir örgüt ve nasıl bir parti?” sorusuna verdiği teorik-politik katkı da var olamazdı. Kautsky ve Bernstein bu kopuşu ve sapmayı göremediği için, yani Marksizm’in özündeki kopuş ve sapma felsefesini kavrayamadığı için, gericileşmekten de kurtulamamıştır.
Marx hem hasımları hem de takipçileri tarafından bir materyalist olarak görülse de; o klasik bir materyalist değildi. Marx’ın materyalizmi tarihle buluşturup “tarihsel materyalizm” demesindeki kasıtta buydu. Hatta Marx’ın idealist felsefeden gelen diyalektik kavramını materyalizm kavramı ile buluşturup “diyalektik materyalizm” kavramını kullanmış olmasındaki kasıt ise klasik bir idealizm karşıtlığı idi. Ancak bu durum klasik bir materyalizm karşıtlığını da içeriyordu. Marx sonrası Marksistler açısından onun geliştirmek istediği sisteme bir yandan “tarihsel materyalizm” ve diğer yandan “diyalektik materyalizm” adı verilmek istenmiş olması da, Marx’ın hem idealizme hem de materyalizme karşı duruşundan kaynaklanmıştı. Onun çalışmalarının titiz ve dikkatli bir incelenmesinden sonra görülecektir ki; Marx nesnel epistemolojinin öznel determinizmine nasıl karşı ise, aynı şekilde öznel epistemolojinin nesnel determinizmine de karşı çıkmıştır. Bu durum Marx’ın erken ve olgun dönem çalışmalarında yer yer dağınık bir biçimde kendisini göstermiş olsa da, Marx’ın bir nüve biçiminde de olsa idealizm ve materyalizm biçimindeki düalizmi aşmak istediğini söylemesi ve bu yönlü betimlemelerde bulunması hiçte abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Lakin Marx ve Engels’in yaşadığı çağda hala global feodalizmin baskın, sanayi emeğinin de zayıf ve çekimser bir konumlanışta olmasından da dolayı, yine sanayi emeğinin “üst ve alt yapısal” karakterini yansıtan tarihsel düalizmi aşabilecek bir yol ve yöntem oluşturamamış olsalar da, gösterdikleri çaba Emekoloji’ye (emek türlerinin iş bölümü diyalektiğine) kadar uzanan sürecinde zeminini oluşturmaktan da geri kalmamıştır.
Emekolojik yöntem açısından toplumsal varlığın ve toplumsal bilincin belirlenimleri emek türlerin iş bölümü mekaniği ile bağlantılı olarak emeğin devinimi ile oluşan toplumsal öznelerin devinimine endekslidir. Dolayısıyla; emek türlerine göre şekillenen emek araçları karşısındaki icatçı ve kullanıcı temsiliyetizmi ile oluşan sınıfsal yapılar, tarihsel ve toplumsal bilincin var etmiş olduğu temsiliyetizm ile girdiği ilişki içerisinde belirlenmektedir. Bu açıdan temsiliyetist tarih, sınıfların sınıflarla, dinlerin dinlerle, devletlerin devletlerle girdiği savaşımların da tarihidir. Keza; din ve din biçimleri de, sınıf ve sınıf biçimleri de, devlet ve devlet biçimleri de, temsiliyetizmin gölgesi altında ortaya çıkmışlardır. Bu açıdan Marx’ın eksik bıraktığı “üst yapı teorisinin” yetersizliklerinin çözümü noktasında Emekoloji’nin geliştirmiş olduğu temsiliyetizm kavramının, sınıf, din ve devlet gibi belirlenim alanları arasındaki ilişkileri açıklamada oynadığı kilit rol daha da net bir şekilde anlaşılabilir.
Proletarya üzerinden, yani kullanıcı sınıf temsiliyetizmi üzerinden tarihsel ve toplumsal bilincin var etmiş olduğu proletaryan temsiliyetizmin tarih ve komünizm ufku okuması da bu çerçeve de görülmek zorundadır. Marx ve Engels’in proletarya üzerinden yapmış olduğu tarih ve toplum okuması mutlak değil, geçici ve dönemsel bir okuma biçimiydi. Zira Fransız ütopik sosyalizmden kopuş ve sapma süreci içinde olan Marx ve Engels, komünizme ilişkin geçişin sınıflı-özneli olması gerektiğini tespit etti ve o dönem için en ileri sınıf olan proletaryayı da örnek olarak gösterdi. Lakin komünizmin ileri aşamalarına geçişi ise “üretici güçlerin gelişimine” dayandırdı. Marx ve Engels hiçbir çalışmasında salt proletaryan-üretici-güçlere dayalı bir komünist geçiş teorisi ve felsefesi savunmadı. Keza üretici güçlerin gelecekte alabileceği halleri Marx ve Engels döneminde ön görmek (emekolojik diyalektiğin ve yöntemin ortaya çıkmadığı koşullarda) falcılığa girerdi. Tam da bu nedenle Marx ve Engels proletaryada da tam manasıyla karar kılmadı ve bu konunun çözümünü geçici ve dönemsel bir ilke olarak gelecek komünist kuşaklara bırakmayı tercih etti.
Marksizm’in neden bir kopuş felsefesi olarak yorumlanabileceğini anlayabilmek için öncelikli olarak Hegel sistemi içinden Hegel sistemine cevap vermeye çalışan Marx felsefesini yeniden gözden geçirmek gerekir. Hegel kendinde olanın kendisi için olana önceliğini ve kendisi için olanın kendinde olanı belirlediğini söylerken kısmen haklı olsa da, o ve onun kurmak istediği bu dolayım mutlak-olanı “Geist” kavramı ile gizemli ve mistik bir şekilde sunma yanılsamasına düşüyordu. Dolayısıyla; Hegel’in bir nevi öznel-tin ve nesnel-tin arasındaki kurmak istediği diyalektik dolayım, gizemli ve mistik bir mutlak-tin halini alıyordu. Bu yanılsamayı gören Marx, Hegel’de olan mutlak tinsel gizemi ve mistikliği mutlak-somuta indirgeyerek çözmeye çalışmıştır. Başka bir deyişle, Hegel’de ki mutlak-tin’in icatçı özgürlük felsefesi, Marx’ta kullanıcı-tin’in özgürlük felsefesine dönüşmüştür. Lakin ne Marx’ın ne de Engels’in ömrü ve çalışmaları bu mutlak-somutun eleştirisini yapmaya da yetmemiştir. Marx ve Engels’in eleştiri ise, daha çok gelişmekte olan ön-minimal sanayi (D-3 ve kısmen D-4) kapitalizminin göreli-somut yapısının analiz edilmesinden ibaret kalmıştır. Ki her ikisinin de yaşadığı dönemin baskın emek türünün feodal ve mekanik tarım emeği olduğu da düşünülürse, onların çalışmalarının sınırlarının da yine aynı tarihsel-emek-koşulları ile belirlendiğini söylemekte hiçbir sakınca yoktur. Bu açıdan onlar mutlak-somut olanın (özellikle de “tarihsel materyalizm” ve “diyalektik materyalizm” bağlamında) eleştirisini yapmayı programlarına almış olsalar da, bu hedeflerine tam olarak ulaşamamışlardır. Tam da bu nedenden dolayı; Marksizm bir kopuş felsefesi olarak kalmaktan da kurtulamamış, Marksizm’in ardılları ise bu kopuş felsefesini derinleştirme noktasında da yeterince çaba sarf etmemişlerdir. Dahası; bu ardılların iddia ettiğin aksine, ne Marx ne de Marksizm açısından proletaryanın kurucu özne rolünün savunulması mutlak değil, göreceli bir konu (geçici ve dönemsel bir ilke) olarak kalmıştır. Başka bir deyişle, proletaryadan bağımsız olarak proletaryanizm zaman içinde Marksizm’in de ötesinde kendi başına “değişmez bir ilke” ve hatta doğma haline dönüşmüştür. Bu da zorunlu olarak bilimsel bir teori olma yolunda ilerleyen bir kopuş felsefesi olarak Marksizm’in proletaryanizm felsefesi ile özdeş kılınmasına ve Marksizm’in hem kendi içine doğru hem de kendi dışına doğru çift yönlü olarak “ideolojik savaşım” yoluyla geliştirmesi önünde de bir engel haline dönüşmüştür. Kaldı ki bu durumun; yani proletaryanist felsefenin kutsanması Marksizm’den de ayrık olarak zaman içinde proletaryanizmin kendi başında bir tür teomarksoloji’ye dönüşmesi sonucunu doğurmuştur.
Emekoloji komünizme geçişi toplumsal bir özneye oturtmaktadır. Marx’ta Fransız ütopizminin eleştirisini “özneli kopuş” temeline dayandırıyordu. Lakin bu özneli kopuş Emekoloji’de proletaryaya değil, günümüzün “üretici güçlerinin gelişkinliğine” dayandırılarak, en gelişkin üretici güç olan protekyaya dayandırılıyor. Bu ölçüde protekya üzerinden bir sosyalizm okuması, tarih ve toplum okuması yapıyor. Ve hatta komünizm ve sosyalizminde birbirinden farklı toplumsal sistemler olabileceğini öngörebiliyor ve ayrı ayrı değerlendirilebileceğini de öngörüyor. Keza bu öngörmenin temelinde yatan temel neden ise, sosyalizme geçişin üretici güçlerinin ve komünizme geçişin üretici güçlerinin birbirinden ayrı olabileceğini öngörmesinde yatıyor. Bu öngörmeyi emekoloji üretici güçlerin gelişkinliklerin değişebileceğinden dolayı yapıyor. Zira nasıl ki toplayıcı emeğin üretici güçlerinin gelişkinlik seviyesi ile av emeğinin üretici güçlerinin gelişkinlik seviyesi aynı olamazsa; tarım emeğinin, sanayi emeğinin, teknik emeğin ve bilim emeğinin üretici güçlerinin gelişkinlik seviyeleri de aynı olamayacağından dolayı, tarihi ve toplumu kuran emek güçlerinin gelişkinlik seviyeleri de asla eşit olamaz.
Bilindiği üzere Marx ve Engels’de sosyalizm ve komünizm iki farklı sistem olarak değil, tek bir sistemin alt ve üst evreleri olarak görülmektedir. Marx ve Engels komünist sistemin alt ve üst evresini; “herkesin emeğine göre” alt evre, “herkesin yeteneğine göre” üst evre olarak öngörmekte idi. Bu açıdan Fransız ütopizmi ile aralarında çokta belirgin bir fark yoktu. Lakin emekoloji “herkesin yeteneğine göre” tanımlamasını, hangi “emeğin türünün hangi yeteneğine göre” sorusu ile derinleştirip, komünizm kurgusunu açarak genişletmektedir. Ve hatta daha da ileri giderek “her yeteneğin ya da hangi emek türünün yeteneğinin” zorunlu emek olmaktan çıkışı belirlediğini tespit etmeyi de öngörüyor. Dolayısıyla; emekoloji hem tür hem de yetenek açısından sosyalizmi teknik emeğe oturturken, komünizmi ise her yeteneğin zorunlu bir emek olmadığı bilim emek olarak öngörmektedir. Keza komünizmde çalışma zorunlu çalışma olmaktan çıkacak ise, toplumsal sistemin bilim emek disiplini haline gelmesi de gerekmektedir. Herkesin bilim insanına dönüşmediği bir toplumda, ne sınıflar, ne üst yapı ve alt yapı bölünmesi, ne de icatçı ve kullanıcı bölümlenmesi ortadan kalkabilir. Proletaryanizmin komünizm algısı ve ufku işte bu olguyu, yani emek türleri ve bu türlerle dolayım ilişkisi içinde olan ihtiyaç ve yetenek türlerini göremediği içindir ki; proletaryanizmin komünizm ülküsü de kaçınılmaz olarak ütopist kalmaktan da kurtulamamıştır.
Bu açıdan Marx’ın “…sınıflar, sınırlar, devletler ortadan kalkana kadar Marksizm bir özgürlük felsefesi olarak kalacaktır” öngörüsü ise, o gün ki tarihsel koşullarda ve toplumsal öznelere bakılarak yapmış olduğu “ideolojist falcılık”tır. Bu ideolojist bakış açısındaki temel neden üretici güçlerin değişebileceğini hesaplayabilecek olmasına rağmen, üretici güçlerin hangi emek momentine oturduğunu hesaplayamamasından kaynaklanmıştır. İdeolojist falcılık noktasına düşmesinin temel nedeni de; emekolojik determinal yöntemin o dönem için belirlenememiş oluşudur. Başka bir deyişle, o dönem için Marksizm bilim olma yolunda ilerleyen bilimsel bir çalışma praksisi iken, sanki bir bilimmiş gibi, sanki bir yönteme sahipmiş gibi, gelecekle ilgili “bilimsel öngörüleri belirleme” iddiasında da bulunmuştur. Bu iddia o gün ki tarihsel koşullarda, yani emekoloji gibi bilimsel bir yöntemin, yani emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiğinin var olmadığı koşullarda soyut bir iddia olarak kalmıştır.
Marx’ın Marksizm’in bir “özgürlük felsefesi” olduğu ile ilgili iddiası; soyut bir iddia olarak kalmış, Marksizm en başından beri bir kopuş felsefesi olarak kalmış, dahası kopuş felsefesinin kendi iç tutarlılığına aykırı bir şekilde yanılsamalı ve yanlış bir görüş açıklamaktan da kurtulamamıştır. Keza modern Hegel felsefesi zaten sanayi emeği açısından “özgürlük felsefesi”nin doruğu idi. Tarihteki her özgürlük felsefesi yeni bir özgürlük felsefesine dönüşebilmesi için zorunlu olarak ayrı bir kopuş felsefesi yaşadığı gibi, Marx’ta Marksizm ile birlikte sanayi emeğinin icatçı özgürlük felsefesinden sanayi emeğinin kullanıcı kopuş felsefesini yaratarak, emekoloji ve protekyanın denetimist özgürlük felsefesine geçişi de olanaklı hale getirmiştir.
Kısacası; ilkel komünal toplumdan ön kopuş felsefesi ile birlikte, av emeğinin özgürlük felsefesi nasıl ki köleci sistemleri oluşturmuş ise, köleci özgürlük felsefesinden kopuş felsefesi ile birlikte, nasıl ki tarım emeğinin özgürlük felsefesi feodal sistemi yaratmış ise, feodal özgürlük felsefesinden kopuş felsefesi ile birlikte sanayi emeğinin özgürlük felsefesi nasıl ki kapitalist toplumsal sistemler oluşturmuş ise, Hegelci kapitalist özgürlük felsefesinden Marksist kopuş felsefesi ile birlikte teknik emeğin/protekyanın denetimist özgürlük felsefesi de adım adım sosyalizmi oluşturmaya devam etmektedir.
Toplumsal tarih; zincirleme olarak biri birine bağlı emek türlerinin zincirleme diyalektiğinden bağımsız olmayan özgürlük ve kopuş felsefelerinin biri biri üzerine geçerek geliştiği tarihsel bir yapıyı meydana getirmektedir. Dolayısıyla; özgürlük ve kopuş felsefeleri arasındaki diyalektikte ancak emek türlerinin birbirleriyle olan diyalektiği ile ölçülebilir. Örneğin, av emeğinin antik özgürlük felsefesinden ayrı bir kopuşu olmadan, nitel av emeği nicel tarım emeğine doğru kopmadan ve bu kopuş felsefesini sağlayan kopuş felsefesi olmadan, tarım emeğinin nicel biçiminden nitel özgürlük felsefesine geçiş gerçekleşemezdi. Dolayısıyla; bugün teknik emeğin denetimist özgürlük felsefesi ile burjuva-kapitalist özgürlük felsefesi arasında bir köprü görevi gören Marksizm bir kopuş felsefesi olma özelliğine de sahiptir.
Her toplumsal sistem eski toplumun içinden çıkarken yeni bir özgürlük felsefesi yaratabilmek için eski toplumun ve eski felsefenin içinden yeni bir kopuş felsefesi ile birlikte gelişmek zorundadır. Bu noktada; denetimist felsefenin var olabilmesinde bir kopuş felsefesi olarak Marksizm’in oynadığı rol göz ardı edilemeyecek kadar da önemlidir. Dolayısıyla; Marksizm’in tarihteki yeri sanayi emeğinin özgürlük felsefesi ile teknik emeğin özgürlük felsefesi arasında yer alan bir kopuş felsefesi olma özelliğidir. Başka bir açıdan da ele alacak olursak; tarihsel temsiliyetizmden tarihsel denetimizme geçiş arasında köprü görevi gören bir geçiş felsefesidir Marksizm. Bu gerçeği idrak edememiş olanlar aslında hiçbir zaman “Marksist” olmayı da başaramamış olanlardır.
16.01.2022
Serhat Nigiz
13 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
MATERYALİZM
Pratik nedir? Pratik; gerçekleştirme işidir. Örneğin, sanayi, tarım, bazı teorileri (kimyasal, fiziksel ya da biyolojik teorileri), gerçekleştirirler (yani gerçeğe geçirirler). Teori nedir? Teori, gerçekleştirmeyi istediğimiz şeylerin bilgisidir. Yalnızca pratik olabilir – ama o zaman yalnızca göreneğe dayanarak gerçekleştirilir. Yalnızca teori olabilir – ama o zaman da tasarlanan, kafada tasarlanan şey çoğu kez gerçekleşemez. Demek ki, teori ile pratik arasında bağlantı olması gerekir. Bugün sorun, bu teorinin ne olması gerektiğini ve pratik ile bağlantısının nasıl olması gerektiğini bilmektir. Doğru bir devrimci eylemi gerçekleştirebilmek için, doğru bir tahlil yöntemi ve doğru bir düşünme yönteminin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bütün olguların çözümünü verecek bir dogma değil ama hiçbir zaman aynı olmayan koşulları ve olguları hesaba katan bir yöntem, teoriyi pratikten, düşünceyi yaşamdan hiçbir zaman ayırmayan bir yöntem gerektiğini düşünüyorum. İşte açıklamaya, anlatmaya niyetlendiğim bu yöntem, Marksizm’in temeli olan diyalektik materyalizm felsefesinin içerdiği yöntemdir. halk dilinde materyalist denince, maddi zevkleri tatmaktan başka bir şey düşünmeyen kimse anlaşılıyor. Madde (mattiere) sözünü içeren materyalizm sözcüğü üzerinde sözcük oyunu yapılarak, ona baştan aşağı yanlış bir anlam verme yoluna gidiliyor. Ben, materyalizmi öğrenip incelerken, ona, -sözcüğün bilimsel anlamında- gerçek anlamını geri vermek gerektiğini gördüm; göreceksiniz ki, materyalist olmak, bir ülküye sahip olmaya ve bu ülküyü zafere ulaştırmak için savaşım vermeye engel değildir. felsefe, dünyanın en genel sorunlarına bir açıklama bulmak ister ama, insanlığın tarihi boyunca, bu açıklama, her zaman aynı olmadı. İlk insanlar da doğayı, dünyayı açıklamak istediler ama bunu başaramadılar başaramadıkları her açıklamada MİSTİSİZME yönelindi dünyayı ve bizi çevreleyen olayları açıklama olanağını bize veren olgu bilimlerdir; oysa bilimlerin ilerlemelerine olanak sağlayan buluşlar ise çok yenidir.( insanlık tarihine göre) Demek ki, ilk insanların bilgisizliği, onların araştırmalarına bir engeldi. Bunun içindir ki tarih boyunca, bu bilgisizlik nedeniyle, dünyayı olağanüstü güçlerle açıklamak isteyen dinlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, bilime aykırı bir açıklamadır. Sonra yavaş yavaş, yüzyıllar boyunca, bilim gelişecek, insanlar, bilimsel deneyimlerden yola çıkarak maddi olgularla dünyayı açıklamayı deneyecektir – buradan, ''şeyleri'' bilimlerle açıklama iradesinden, materyalist felsefe doğdu. materyalizm, evrenin bilimsel açıklamasından başka bir şey değildir. Materyalist felsefenin tarihini incelerken, bilgisizliğe karşı savaşımın ne kadar çetin ve güç olduğunu görürsünüz. materyalizm ve bilgisizlik yan yana, bir arada varlıklarını sürdürdüklerine göre zamanımızda da bu savaşım, henüz son bulmamıştır. Marks ve Engels, işte bu savaşımın ortasında işe KARIŞMIŞLARDIR...diyalektik materyalizm doğdu,
Tumblr media
dünyayı yöneten yasaların, toplumların gelişmesini açıklamaya yaradığını anladılar; böylece ünlü tarihsel materyalizm teorisini dile getirdiler. Dünyanın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek isteyen bu materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, Marksizm de bilimlerden çıkmıştır, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evrim gösterir. 19. yüzyılda bilimler ileriye doğru büyük bir adım attıklarından, Marks ve Engels, çağdaş bilimlerden yola çıkarak, bu eski materyalizmi yenilediler ve bize, diyalektik materyalizm denilen ve Marksizm’in temelini oluşturan çağdaş materyalizmi sundular. BU MATERYALİZMİN TARİHİDİR Bu tarih, bilimlerin tarihine sıkı sıkıya bağlıdır. Materyalizm üzerine kurulmuş olan Marksizm, tek bir adamın kafasından çıkmamıştır. O, daha Diderot’da çok ilerlemiş bulunan eski materyalizmin uzantısı ve sonucudur. Marksizm, 18. yüzyıl ansiklopedicilerinin geliştirdiği ve 19. yüzyılın büyük buluşlarının zenginleştirdiği materyalizmin açılıp gelişmesidir. Marksizm, canlı yaşayan bir teoridir BU CANLI TEORİS sanayi devrimiyle birlikte sınıf savaşımı sorununu da ele almıştır..İnsanlar bu sorun üzerinde ne düşünürler? Bazıları, ekmeği savunmanın, siyasal savaşımdan ayrı bir şey olduğunu düşünür. Diğer bazıları, örgütlenme zorunluluğunu yadsıyarak, sokakta yumruklaşmanın yeterli olduğu görüşündedirler. Daha başkaları ise yalnızca siyasal savaşımın bu soruna çözüm getireceğini önü sürerler. Marksist için, sınıf savaşımı, şunları içerir: a. Bir ekonomik savaşımı, b. Bir siyasal savaşımı, c. Bir ideolojik savaşımı, sorun, bu üç alana birlikte yerleştirilmelidir. a. Barış uğruna savaşım verilmeksizin, özgürlüğü savunmaksızın ve bu amaçlar için savaşıma yarayan bütün fikirleri savunmaksızın, ekmek için savaşım verilemez. b. Marks’tan beri gerçek bir bilim haline gelmiş olan siyasal savaşım için de durum aynıdır: Böyle bir savaşım yürütmek için, hem ekonomik durumu, hem de ideolojik akımları, aynı zamanda hesaba katmak zorunludur. c. Propaganda ile kendini gösteren ideolojik savaşıma gelince, bu savaşımın etkili olması için, ekonomik ve siyasal durumu hesaba katmak gerekir. Demek ki, bütün bu sorunlar, birbirlerine sımsıkı bağlıdır ve bu bakımdan, sınıf savaşımı denilen bu büyük sorunun herhangi bir görünümü -örneğin bir grev- karşısında sorunun bütün verilerini ve bütünüyle sorunun kendisini dikkate almadan bir karar alınamaz. Şu halde bütün bu alanlarda savaşım verme yeteneğinde olan, harekete en iyi yönü verecektir. bu sınıf savaşımı sorununu işte böyle anlar. Oysa, her gün sürdürmek zorunda olduğumuz ideolojik savaşımda ruhun ölümsüzlüğü, Tanrının varlığı, evrenin başlangıcı gibi çözümlenmesi güç sorunlarla karşı karşıya bulunuruz. İşte diyalektik materyalizm, bize, bir uslamlama yöntemi verecek, bütün bu sorunları çözümlememize yardımcı olacaktır
Tumblr media
10 notes · View notes
korayaker · 1 year
Text
SİYASET Lenin Sol komünizm Lenin Nisan tezleri Lenin Proleter devrim dönek kuattscki Lenin devlet ve devrim Lenin Emperyalizm Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü Lenin Ne yapmalı Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri Lenin Din Üzerine Lenin Ssosyalizm ve Savaş Marx Engels Komünist manifesto Yahudi Sorunu Alman İdeolojisi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Ücretli Emek ve Sermaye Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Konut Sorunu Mao Zedong Çelişki Üzerine Uzatmalı Savaş Üzerine Seçme Eserler -ı-ıı-ııı Kızıl Kitap Josef Stalin Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Marksizm, Ulusal Sorun Leninizmin İlkeleri Anarşizmi mi Sosyalizm mi Bolşevik parti Tarihi Muhalefet Üzerine Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe Leo huberman Sosyalizmin alfabesi Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri Politzer Felsefenin Temel İlkeleri Nikitin Ekonomi politik Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak Paul lafargue Tembellik hakkı A.Şnurov Türkiye proleteryası John Reed Dünyayı Sarsan On Gün Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış İbrahim kaypakkaya Seçme eserler Mahir çayan Bütün Yazıları Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi Kropotkin- Ekmeğin Fethi Ivan Illich'in Okulsuz Toplum Hüseyin Can Sosvyetler ve Kürtler A.Kollontai Komünizm ve Aile N. kruspkaya Halk eğitimi Platon Socratesin Savunması Arthur Schopenhauer- Eristik Diyalektik
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine – Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki Ricardo Coler Kadın Krallığı Elisabeth Badinter Biri Ötekidir Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği Diana Gittins Aile Sorgulanıyor Simon de beauvoir ikinci cins Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti Judith Butler- Cinsiyet Belası
PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu Sigmund Freud Düşlerin Yorumu Joel Kovel Tarih ve Tin Michel Foucault Deliliğin Tarihi Jean Twenge Ben nesli Rollo May Kendini Arayan İnsan Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon Erich Fromm Sevme Sanatı Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği  POSTMODERN FELSEFE john zerzan- Gelecekteki ilkel Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon Jean Baudrillard Tüketim Toplumu Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine Jean Baudrillard Neden herşey hala yok olup gitmedi Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi - Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair Zygmunt Bauman  Akışkan Modernite Jean François Lyotard Postmodern Durum Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar Michel Foucault Cinselliğin Tarihi Karakter Aşınması - Richard Sennett Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet Guy Debort- Gösteri toplumu
VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı Terry Eagleton Hayatın anlamı Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk Jean Paul Sartre Bunaltı Cesare Pavese Yaşama Uğraşı Franz Kafka Dönüşüm Samuel Beckett Godot'yu Beklerken Hermann Hesse Siddhartha Dostoyevski Yeraltından Notlar Dostoyevski Suç Ve ceza Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche Ecce homo Nietzsche Decal Candide - Voltaire Albert CamusYabancı Jhon fante toza zor Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana Maksim Gorki Benim üniversitelerim Dimitır Dimov Tütün Kropotkin Ekmeğin Fethi Jack London’ Demir ökçe John Steinbeck Fareler ve İnsanlar Harper Lee Bülbülü Öldürmek Victor Hugo Sefiller Goethe Genç Werther'in Acıları Balzac vadideki zambak Dostoyevski Suç ve Ceza Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski Budala Dostoyevski Ev sahibem Dostoyevski Yeraltından notlar Stefan Zweig Satranç Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında Lev Tolstoy Anna Karenina Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut Amin Maalouf Doğunun Limanları Harper Lee Bülbülü Öldürmek George Orwel Hayvan Çiftliği Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar
Türk Edebiyatı
Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü Yaşar kemal İnce memed Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Mehmet Rauf Eylül Peyami Safa Yanlızız Peyami Safa Fatih-Harbiye Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu Peyami Safa Bir teredüdün Romanı Namık Kemal İntibah Orhan Pamuk Orhan pamuk kırmızı saçlı kadın Yusuf atılgan Aylak adam Ahmet Ümit İstanbul Hatırası Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya 1984 - George Orwell Ursula K. Le Guin Mülksüzler Damızlık Kızın Öyküsü
Din Tarih ve Antropoloji
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong
Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Lewis Henry Morgan-Eski toplum Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi Freud totem ve tabu Claude Levi – Strauss  Yapısal Antropoloji Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu Darwin Türlerin kökeni Turan Dursun Din bu Dine Karşı Din - Ali Şerati Ataların Hikayesi Richard Dawkins Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar Lenin Din Üzerine Karl -Marx Yahudilik Üzerine Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari Deccal - Friedrich Nietzsche Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış
Martin Van Bruinessen Kürtlük Türklük Alevilik
Nuri Dersimi Kürdistan Tarihinde Dersim
Erdoğan Çınar Kayıp Bir Alevi efsanesi
Erdoğan Çınar Aleviliğin Kayıp Bin yılı
Ahmet Taşağıgil Gök Tengrinin Çocukları
Jena Paul Roux. Türklerin Tarihi
Tori Bir Kürt Düşüncesi Yezidilik
İrene Melikoff Uyur idik uyardılar
Hamza Aksüt Aleviler
Jean Hamilton Aanadoluda Heretik Hareketler
Faik Bulut Dersim Raporları
Mehmet Bayrak Dersim Koçgiri
Mehmet Bayrak Alevilik Kürdoloji Türkoloji Belge.
Hakkı Naşit Uluğ Dersim Medeniyete Açılıyor
4 notes · View notes
kolhis · 7 years
Photo
Tumblr media
Murray Bookchin; Varlığımızın oluş halinde olduğunu durağan olmadığını söylemiştir. Yüzyıllardır cevaplanmaya çalışılan  “Varlık nedir?” sorusu yine yüzyıllardır değişik cevaplar bulmuştur kendisine. 
Varlığı, oluş olarak kabul edenler varlığın statik bir açıdan ele alınamayacağını, onun bir değişme ve oluş süreci olarak görülmesi gerektiğini savunur. O halde evren mekanik bir varlık değil, canlı bir oluştur.Her şeyin oluş (değişme) halinde olduğunu savunan Herakleitos,bu düşüncesini “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” sözüyle dile getirmiştir. Oluşun başlangıcı ve sonu yoktur. Hayat da, bu sürekli varoluş ve yok oluşun art arda gelişinden ibarettir.
Doğa gibi insan da ruhu ve bedeni ile birlikte sürekli bir değişim içindedir. Herakleitos bu değişimi "iki kez yıkanamazsınız aynı ırmakta, üzerinde akan sular şimdi yeni sulardır." sözüyle ifade etmiştir. Gerçekten de akıp giden sular her seferinde onu başka bir ırmak yapmaktadır.
Varlığı ide olarak kabul edenler, var olan her şeyin düşünceden geldiğini , insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin olmasını yadırgarlar. 
İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak var olduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır. Felsefede idealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri önce platon'un "idealar dünyası kuramı" ile atılmıştır. 
Yalnızca nesnesel varlıkların değil aynı zamanda ''sevinç, öfke, hüzün, güzellik'' gibi soyut kavramlarında ideaları vardır. Tüm bunlar platon'un tanrı ile özdeşleştirdiği '' iyi idealar''ın sıra düzeni içinde ilerlerler. İdealar kuramını soyut ve somut olarak iki kavram halinde düşünürsek, bu kuramı hem sanal hem de fiziki olarak düşünmemiz gerekir. Yani dokunsal olarak algıladığımız hiç bir şeyin mutlak karşılığının düşündüğümüz şey olduğunu asla bilemeyiz, kısacası fiziki evren zannettiğimiz şey aslında mağarada yalnızca ışık olduğunda bize gösterilen gölgelerdir. Gözümüzü kapattığımızda dünya yok, açtığımızda vardır.
İdealistler, maddenin gerçek olmadığını, gerçeğin zihnimizde yer alan ideler’den oluştuğunu savunurlar. Örneğin güzellik idesi, güzel diye algılanan bütün varlıklardan daha gerçektir. Bunun gibi, ağaç idesi de şu ağaçtan daha fazla bir şey ifade eder. Çünkü ikinciler varlıklarını birincilerden almışlardır. Güzel diye algılanan bir çiçek yok olur, unutulur ama çiçek fikrinin kendisi yok olmaz. Fikir öz olandır. Aristotales bu öze “form” demiştir.  Örnek vermek gerekirse Gürgen tohumu, gürgen ağacının maddesi; gürgen ağacı, tohumun formudur.Kum camın maddesi; cam, kumun formudur.
Varlığı madde olarak ele alanlar ,maddenin düşünceden bağımsız olarak var olduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri sürer.Bilinç, ruh gibi tinsel varlık da dahil, bütün varlığı madde olarak anlar ve maddenin dışında başka bir varlık olduğunu kabul etmez. Düşünme, hayal gibi olayları da maddenin kuvvet ve hareketleriyle açıklar.
Demokritos atom parçalarından ve bu atom parçalarının birbirlerine çarpması sonucunda, mekanik bir zorunlulukla her şeyin var olduğunu söylemiştir.
Marks’a  göre madde biçim değiştirir. Tüm değişmelerin temelinde karşıtlık ve çatışma vardır. Düşünce, maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır.
Maddenin değişmez töz olduğunu ileri süren Marx, Feurbach‘ın materyalizmi ve Hegel‘in diyalektik anlayışından etkilenmiş, bu ikisini birleştirerek "Diyalektik Materyalizm" adı verilen yeni bir kuram oluşturmuştur. Marx‘a göre evrenin yapısı maddeseldir. Yani evrendeki varlıklar Tanrı, Geist v.b. türden idea (düşünsel) bir temele dayanmazlar. Ona göre madde baştan beri vardır, öncesiz ve sonrasızdır. Maddi nitelikli olan evren olmuş bitmiş bir şey değil diyalektik (tez-antitez=sentez) biçiminde ilerleyen bir süreçtir. Bu süreçte madde; atomdan moleküle, molekülden canlı hücreye, bitkiye, insana doğru bir gelişme gösterir. Yani maddeden diyalektik bir süreçle evrendeki tüm varlıklar türer. Diyalektiğe göre zıt varlıklar (tez) karşıtını (antitez) yaratarak bunlarla çatışmaya girer ve bu çatışmadan yeni varlıklar (sentez) oluşur. Maddenin bu diyalektik açılımı olmuş bitmiş değil şu anda sürmektedir ve sonrada sürecektir.
Ancak Marks diyalektik materyalizmden çok tarihsel materyalizm üzerine düşünmüştür.Tarihteki toplumsal, ekonomik, siyasal olayları da bu maddeci diyalektik bir anlayışla açıklamıştır. Bu nedenle bu görüşüne "Tarihsel Materyalizm" denmektedir. Tarihsel materyalizm tarihte maddi nitelikli olaylara öncelik ve ağırlık tanıyan yorumdur. Marx‘a göre tarihi toplum, toplumu ekonomi, ekonomiyi ise üretim biçimi belirler. Ona göre tarihte, toplumda diyalektik bir şekilde değişir, diyalektik bir oluştur. Ona göre üretim araçları, üretim biçimi (altyapı) bir toplumda hukuk, felsefe, ahlak, siyaset v.b. (üstyapı)nın belirleyicisidir. Altyapıda meydana gelen değişmeler üstyapıyı da değiştirir. Tarihin diyalektik bir gelişme izlediğini savunan Marx‘a göre toplumlar ilkel, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum aşamalarından geçer. Kapitalist toplumda değişme ve gelişmeyi sağlayan temel çelişme işçi (proletarya)- işveren (burjuva) sınıflaşmasıdır. Aynı zamanda karşıtlığı içeren bu durum, tez ve antitezi, yani çatışma güçlerini temsil eder. Marx bu karşıtlıktan sınıfsız toplum (sosyalizm) biçiminde yeni bir senteze ulaşılacağını savunur. 
Varlığı hem düşünce hem madde olarak olarak ele alan dualistler varlıkta daima iki prensibin varlığını kabul ederler.
Descartes’e göre varlık hem düşünce hem de madde özelliklidir. Varlığı bu şekilde birbirine indirgenemeyen iki cevherden oluşmuş olarak kabul eden anlayışa düalizm denir. Descartes ‘ın bu düalist anlayışında asıl sorun, birbirinden farklı iki cevher olan madde ile ruh bir arada birbiriyle etkileşim içinde bulunabiliyor. (Bu durum insan için söz konusu edilmiştir.)
Descartes bu görüşünü “ ‘düşünen cevher ‘ile ‘madde cevheri’ var oluşları bakımından başka herhangi bir temele ihtiyaç duymayan iki cevherdir. Madde ya da bedeni bilmek için ruh ya da zihne, Ruh ya da zihni bilmek için de bedene (madde) ihtiyaç yoktur. “ biçiminde savunmuştur.
Descartes’ın bu görüşlerinde hem idealizm hem de materyalizm bir aradadır. Onun, varlığı bilince göre açıklaması (Düşünüyorum, o halde varım.) idealist akımların gelişmesine, hayvanların ruha sahip olması, birer makine gibi varlıklar olduğunu açıklaması ( ‘makine Hayvan’ adlı eserinde) materyalist akımların gelişmesine yol açmıştır.
Varlığı fenomen olarak kabul edenlere  göre, insan zihninden tam anlamıyla bağım­sız olmayan bir varlık alanı vardır ve insan bu varlık ala­nını bilebilir, insanın, bilen öznenin, bilinci tarafından belir­lenen bu varlığa “fenomen” denilmektedir.
Husserl'e göre fenomen, dolaysız kavranan "öz", insanın bilme yeteneğinin temelinde bulunan “bilincin belirlediği varlık”tır. Tek tek olgulardan, nesnelerden hareketle (bilin­cin yönelmesiyle) bu özlere ulaşılır. Varlıkları, duyu organla­rımızla algıladığımız özelliklerinden soyutlayarak düşündü­ğümüzde (zaman, uzay, renk, ses, koku vb.) onların özlerini bilebiliriz. Bu özler, günlük deneyimlerimizin görünümleri, yani fenomenlerdir. Örneğin; çevremizde gördüğümüz gül­leri duyularımızla kavrıyoruz. Gülü renginden, kokusundan, biçiminden bağımsız olarak düşündüğümüzde geriye gül kavramı, ideası, yani özü kalır, işte bu öz, Husserl'e göre, başka varlığa indirgenemeyen gerçeklik, yani fenomendir.
4 notes · View notes
ozgurhayalim · 4 years
Photo
Tumblr media
-" İsterdim ki ben, bir kitap bekçisi olayım camları güneşli bir kitap evinde. Duyduğum zevklerin en doyulmazıdır - yıldızlı cenup denizlerinin alevinde sabahlar gibi sevilen bir kitap başında sabahlamak...."
Kitaplar, kitaplar, Puşkinden Mayakofskiye kadar şiir kitapları. Felsefe - Diyalektik Materyalizm. İktisat - Dört cilt Kapital. Gözler. Kocaman, berrak, iri, iki mavi damla gibi gözleri. ... 3 Haziran
162 notes · View notes
tolgaulusoy · 4 years
Text
İngiliz Marksist filozof Maurice Cornfort’un diyalektik yöntemin kökenlerini ve temel ilkelerini anlattığı kitabı. Ayrıca Diyalektik Materyalizm olarak isimlendirdiği dizinin de ilk kitabı. Ben çok bir orijinallik göremedim kitapta. Engels, Lenin, Stalin, Mao gibi sosyalist teori ve pratiğin önde isimlerinin eserlerinden derlenmiş adeta, daha çok toparlayıcı bir eser denilebilir. Cornforth okumaya başladığımda nedense daha orijinal şeylerle karşılaşacağımı düşünmüştüm. Biraz hayal kırıklığı oldu bu kitap.
3 notes · View notes