Ey Güneş!Lütfen bat artık Yıldızım gelsin.Onu çok özledim.Yıldızımla vakit geçirmek istiyorum Ey Güneş!" dedi şövalye ama güneş onun dediğini umursamadı..Artık şövalye sabahları yorgun,üzgün ve kötüydü ama geceleri enerjik,mutlu ve iyiydi.Çünkü yıldızını görüyordu...
Gerçeklik algımı kaybettim. Saat kaç bazen farkına bile varmıyorum. Deliler mi gerçek dünyada yaşıyor yoksa siz akıllılar mı anlayamıyorum. Geçmişimin kanı bir gün bu günüme damlayacak hiç şüphem yok. O günün felaketi birinin kurtuluşu olacak. Tıpkı titanigin batışı geminin mutfagında ki ıstakozların kurtuluşu olması gibi. Kaptan her zaman yalan söyler. Ben her zaman yalan söyledim. Kaptanlar derin sularda bogar sizi. Her kaptan cinayet işler. Okyanusun derinligi renklidir tıpkı everest dagı gibi. Bu arada bende isterdim güneşin batışını izlemeyi. Uzun zamandır güneşi hissetmemek okyanusun dibine çekiyor beni.
"Güneşin doğuşu batışı farksız nasıl yaşanırsa yaşadım ben aşksız. Demir attım yalnızlığa bir hasret denizinde ve şimdi hayallerim günlerin izinde yüreğimde duygular ümitlerim nerede."
Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır...
Belki denizi görselerdi beklemezlerdi.
Denizi su sanırlar.
Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz.
Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara’nın göllerinde.
Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi...
O vaatkâr ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir.
Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi.
İnsanlar Ankara’da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır...“
📌“İstanbul’da ise durum daha vahimdir.
Hayat sanki bir adım ötede duruyor gibidir. Doğruya doğru, dünyanın en güzel şehridir İstanbul.
Ama hayat eli çabuk davranır.
Daha siz elinizi uzatmadan işveli bir kadın gibi kaçar gider...
Bu yüzden hırsla kovalarlar hayatı İstanbullular.
Beklediği şeyin belki de hiç gelmeyeceğini söyleyen şeytani fısıltıya rağmen Ankara'lının dingin tevekküllü bekleyişinde bir huzur vardır ama İstanbullunun hırslı kovalamacasında ne huzur vardır, ne de tatmin...
Dünyanın en güzel şehri hemen kol mesafesindeyken kendilerini yiyip yutan bir kovalamacanın içinde kaybolur giderler...
Hayat kaçar, onlar kovalar...”
📌“Ama İzmir...
İzmir’de hayat beklenmez, kovalanmaz da.
O zaten sizinle beraberdir.
Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır.
Mutlulukla dolu, sakin bir sevişmenin tadındadır körfez.
Körfez vapurlarının sakin gidişinde hırslarınız yok olur, kovalamayı bırakırsınız, hatta martılara gevrek atacak kadar iyilikle dolarsınız...
Ne varsa bu şehirde, bayatlamış vapur çayı bile nektar olur...
Hafta sonları denize doğru bir göç başlar...
‘Ey hayat, biz Çeşme’ye gidiyoruz sen de arkadan gel...’ der, İzmirliler muzipçe...
Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi onların peşinden gider...
Uçak biletinin üzerinde adımın hemen yanında yazan İZM harflerine sevgiyle bakıyorum... Sabırsızım, sevgilisine kavuşacak aşıklar kadar...”
📍Yukarıda ki gönderiye katkı:
Antalya'da bir tıp kongresi programı akşamüstü biterken;
Ankaralı doktorlar, televizyona koşarlar, hükûmet ne olmuş , kim bakan olmuş diye...
İstanbullu doktorlar bilgisayar başına koşarlar borsa verilerine bakmak için...
İzmir'li doktorlar yerel görevlilere sorar; Güneşin batışı en güzel nereden izlenir..?
Eğer Sakarya'dan başka bir şehire atanırsam , en çok manzaralarımdan ayrılacağım için üzülürüm. Hele akşam paraşütle atlayanları seyretmek .... Güneşin doğuşu , batışı bu şehirde ayrı bir güzel ...
İnsanın kendi kendine verdiği savaş bitince, keskin bir kabulleniş kaplıyordu içindeki tüm boşluğu…
Keskin ve kesin bir kabulleniş.
Herşeyin yavaş yavaş ama çaresizce bir sükun bulma hali.
Son kılıcın da yere düştüğü andaki yerden havalanan tozun, küçük bir esintiyle güneşin batışı ile dans edercesine gözünüzün önünden uçuşması gibi.
İşte bu garip bir huzur ve hüzün karışımı duygu, galibiyet ve yenilgi karşımı bir hisle tüm deliklerden içeriye hafifçe sızarak tüm boşluğu dolduruyordu işte.
Kabulleniş, teslimiyet…
Yüzümde hafif bir tebessümle onu izliyordum, bakmaya kıyamamanın verdiği hafif göz kaçırışlarıyla…
O kadar narin ve güzeldi ki, sessizce battaniyenin altına süzülüp yastığına başımı koymak kadar güzeldi onu izleyişim.
Şimdi sessiz bir iç çekişle “olsun..!” dedim kendi kendime.