ne dövüş bilirim ne de güçlü kuvvetliyim. ama biliyorsun a canım kendimi korumakla mükellefim. kimim kimsem yok, olmadı da. yılan gibi dilim olmasa, sözlerimle incitemezsem nasıl olacak bu işler? silah doğrultan, tenha köşe kovalayan bir kadın olamam. sen dersin kadın kadındır diye. kadınlığımla iyi bir kombin olmuyor. kendimi korumanın yollarını bulmak zorundaydım. karaktersiz de, sinsi de, şerefsiz de. gönlün olacaksa orospu çocukluğu de.
doğru adamsın biliyorum. ama ben belini doğrultamamış bir çocuğum. ben doğrulturum dersen amenna ama çocuk büyütmek istesen yapardın diye düşünüyorum. kaç yaşında adamsın, eğilip bükülmezsin. ben bunu zaten biliyorum ve korkuyorum.
doğrulmak acı verici olsa gerek. canım yansın istemiyorum. canımı yakmanı istemiyorum. canımı yakarsan diye çok korkuyorum. incinmek dert değil, senin tarafından incitilme fikrine tahammül edemiyorum.
her şey çok güzel ve sanki birden tersine dönecek gibi. mevsimler kışa döner, insanlar sırtını döner, siyah beyaza döner. ama ben biliyorum ki bu adam giderse iki cihan bir olsa geri dönmez. evet korkuyorum.
bir şey olacaksa şimdi olsun. kestirmeden gidelim. yanlış anlama yol bitsin istemem. bitmeyecekse sonsuza. ama madem bitecek, hemen bitsin. vur aşağıdaki tabureye, ince boynum kırılsın. her gün acıyla yaşamaya bu kadın nasıl dayansın?
çok güzelsin, çok gerçek, çok erkek. bunlar benim için çok yeni. yenilik korkutabilir, biliyorsun. korkuyorum. hiçbir zaman yüreklice 'korkuyorum' diyemedim. müsaadenle erkeğimin yüzüne yüzüne korkuyorum diyebileyim. eminim korursun, yatıştırırsın ve incitmezsin. şüphem yok doğrudan sapacağına ama insan hep aklı ile hareket edemez ki.
yiğitlik sende kalsın. affet. ben de aynı çukura düşmemek için elimden geleni yapayım. kalırsan güvencem olur, kendimi korumak için alicengiz oyunları yapmam. kalmazsan can feda, vardır bir bildiğin. gecen güzel olsun.
Not: 21 Ocak Dünya Sarılma Günü.
2 notes
·
View notes
yiğidin borcu kamçısıdır
O kadar uzun zamandır blog tutuyorum ki artık aynı başlığı yazacağım diye tutuşuyorum bazen. Kız arkadaşım pazar günü mesaisini bitirip eve dönecek bir saate falan o gelmeden bi yazı yazayım dedim.
Sanki uzun bir otobüs yolculuğu gibiydi.
Borcum nihayet sonlandı. Bunun müjdesiyle başlıyorum bugünki blog girdime. Yarın bankaya gideceğim ve Temmuz ayından beri dünyamın değişmesine sebep olan bu illeti hayatımdan çıkaracağım.
Bunu kız arkadaşıma borçluyum çok büyük ölçüde. Tam yedi aydır beraber seferber olup bütün yükü paylaştık. Kendisini çok sevdiğimi ve müteşekkir olduğumu belirtmezsem olmaz. Çok sağolasın küçük kıvır yumağım.
Bu sene benim için iyi başladı diyemem aslında. Yine habersiz ortadan kayboldum ve önceki yazılarımı hatırlayamıyorum, heyecanlıyım ondan dönüp de bakamıyorum şimdi. O yüzden yine özet geçerek başlayalım.
Kendimi tutuyorum hala yalan olmasın.
Senenin başında sırtımı yasladığım önemli bir yeri kaybettim. Mis Sokak bataklığındaki güvenli alanım, biricik iş yerimden kovuldum. Kovulmamın ardındaki sebepler beni üzen kısım, yoksa kovulmayı gerçekten umursamayabilirdim.
Oradaki tek dostum, aynı zamanda iş arkadaşım, işletmecim, biricik kankam son ana kadar benden kovulacağım ihtimalini saklamaya çalışmış. O gün gittiğimde dükkana bana dürüstçe olan biteni anlattı. Çoğunlukla maddi, biraz da mental sorunlarımı bahane eden bir açıdan dolayı ortak/patron zırvalarıyla kapışmış. Benim için çok zor arkadaşımı kovuyorum şu an işten, diyor. Anlıyorum onu. Büyük ihtimalle kovulmamı engellemek için elinden geleni yaptı. Söylediğine göre bir ay önceden buna karar verilmiş çoktan, o da bu durumu değiştirebileceğine inanarak benden gizlemiş. Ona kızmıyorum ama işletmenin anarşist yapısına ve iş ahlakına ters düştü olanlar. Sonuçta uzun zamandır barın bütün iş yükü üzerimdeydi ve sorunsuz bir şekilde işleyişi devam ettirmiştim.
Bu ayrılığın ardında sosyal nedenler de var, taksim bombası var, ocaktaki asgari ücret zammı var, var da var.
Zaten ortaklar kadar pay alıyordum dükkanın gelirinden ve asgari zammı herhalde zaten hesaplarındaydı ki bu bir ay önceden verilmiş kararı açıklıyor gibi.
Bu durum üzerine komplo teorilerini kenara bırakalım uzatmadan.
Dostum bana iş bulma garantisi verdi ve o gün eve içim rahat döndüm. Sadece borcumun taksitleri sağolsun, böyle plansız bir işsizlik hali doğal olarak ufaktan canımı sıkmıştı. Yine de sevgilim de çalışıyor olduğundan ve kenarda bi miktar para tuttuğumdan bi süre idare edecek güvencem vardı.
Çok sürmedi, araya küçük bir günlük bir iş ve sonrasında dostumdan aldığım bir telefon numarası, yeni iş yerimi buldum.
Dinlemeyi öğrendim gibi duruyor ama.
Yeni iş yerimde iyi bir maaşla işe başladım, güzel vaadler vardı. Ayrıca ilk defa “resmi” bir şekilde üç bardan sorumluydum. Bana ilk kez bu işleri yaptığım halimi hatırlatan ergen bir barboy bile sağladılar.
Ergen barboyum arkası boş egosuyla, ne konuştuğunu bilmez, kendini akıllı sanan bir tipti. Yine de onu adam yerine koydum, çünkü bilirsiniz, insanlara size nasıl davranılmasını istiyorsanız öyle davranmalısınız.
Beraber çalıştığım dönem boyunca hiçbir işe elim değmedi sağolsun. İki ay yattığım yerden para kazandım ve vaktimi kitap okuyarak, internette gezinerek geçirdim. Arada canım sıkılınca barboyuma sarıyor, iki üç tartaklayıp geri kaytarmaya dönüyordum.
Güya, eleman sayımız artacak, işler çoğalacak ve ben de bar şefi olarak çalışacaktım. Bir tane kokteyl menüsü bile hazırladım orda geçirdiğim vakitte. Bu işte yetenekli olduğumu farkettim hatta, meğer başından böyle bir şey yapsaymışım daha çok kazanırmışım.
Tabii, bomba bahanesi, deprem falan derken işler iyice durdu. Zaten tecrübesiz müdürümüz altından kalkamayacağını anlamış ki, işletmeyi devretme planları yapıyormuş bir süredir. Şubat ayının yirmisi gibi dükkan devredildi, yine işsiz kaldım.
Senenin daha ilk çeyreğinde iki kere işsiz kalınca insanın morali bozuluyor. Bu sefer de bu dükkanın işletmecisiyle bir dostluk kurmuştuk, bana Büyük Ada’da bir iş ayarlamaya kalktılar. Ben de biraz dürtükleyip sonra vazgeçtim, çünkü oturup hesap kitap yaptığımda farkettim ki çoktan borcumu bitirecek parayı kazanmışım.
Kıp.
Günlerden pazar. Hiç yaratıcı hissetmiyorum.
Dün gece yarısı bir kedinin doğumuna yardım ederek vakit geçiriyordum, küçük pıttığından yavrusunu ittirirken ıkınmasına yardım etmek için arka patilerine destek oldum ellerimle. Vıcık vıcık poşetli bir yavru fırlattı dışarıya. Paketini açtım, onu özgür bıraktım.
Dürtükledim biraz, hareket etti, ağzını açıp nefes aldı, burnunu okşadım, göbek bağı hala küçük kedinin pıttığından içeriye bağlıydı. Kedi yorulmuş, yavrularını suratına bastırıp purrluyor, bana gözlerini kısıp kısıp öpücükler atıyordu. Charlie - Sevgilimin şişko, obez, şımarık kedisi - yatak masasının üstünden canlı canlı doğum anlarını izliyor, arada hisleyip kendi kendine geriliyordu.
Normalde Charlie bu odada bulunma hakkına sahip olan tek kedidir. Sevgilim ev arkadaşıyla onun yüzünden problem yaşadığından ötürü, getirdik burda odacığımda dört duvar arasına hapsettik. Bütün gün etrafı dağıtıp pahalı elektronik aletlerimin arasında geziniyor.
Küçük hamile kedimiz de aslında ev arkadaşımın kedilerinden biri. Üç tane kedileri var ve ikisi dişi. Senaryo hiç hoş değil, ikisi de hamile çünkü ve diğerinin de doğurmasına az kaldı. Dört tane bundan dört tane ondan olsa, evde on iki kediyle nasıl yaşayacağız hiçbir fikrim yok. Üstelik bizim odanın dışında kalan o üç kedi de birbirinden ayrı vahşi. Vahşi derken, sevgiye ve yemeğe o kadar açlar ki bazen zarar görme pahasına kendilerini aşırı tehlikeli pozisyonlara sokabiliyorlar.
Hiçbirinin ismi yok. Bu da ayrı bi durum tabii. Sevgilimle beraber üçüne de aynı isimle sesleniyoruz. Cümle içinde kullanımlarımızdan zaten kimin kim olduğu anlaşılıyor. Turuncu olanı genelde kıtlıktan çıkmış gibi yemeklere saldırıyor, beyaz olan, yani doğum yapan, sadece sevgi ve şefkat istiyor, bir de böyle kırçıllı mırçıllı koyu bir tane var, o da sadece koltuğun bi köşesinde oturuyor. Hepsine foosa diyoruz.
Neyse bizim foosa, gitmiş diğer iki foosanın arasında doğurmuş yavruları. Sesi bile çıkmamış yavrucağın. İlk doğumu bi de. Koltuğun üstündeki örtüye çıkmış üç tanesini oracıkta çıkarmış. Yavruların cıyaklamasından anladım doğum yaptığını. Gittiğimde foosalar oturmuş iki yanında sakin sakin izliyorlardı bizimkini. Yavruların göbek bağları kopmuş, plasentalar yenmiş, kurumuşlardı bile. Foosa nasıl da yavrulara salça olmamış, plasentaları yemeye kalkmamış bilemiyorum biraz hayret içindeyim.
İlk defa bir doğumu canlı canlı izledim böylece. Özel bir his yaşadım diyemem, büyülü de gelmedi öyle. Zaten izlerken ne kadar da dünya görüşüme etki etmediğini, hiçbir aydınlanma yaşayamadığımı düşündüm sadece. Yavrulara dokundum, onları düzenledim, foosaya plasentasını yesin diye baskı yaptım, kordon çiğnettim. Sanırım sadece evde yavru kediler gezecek diye biraz sevindim o kadar. Görseniz gerçekten çok tatlılar.
İnternet beni öldürüyor.
Bugün biraz sakinledim gibi hissediyorum. Hala bu son dönemin -Eğer blogdaki eski gönderilerimden hatırlıyorsanız rollercoaster gibi geçti- etkilerini üzerimden atamadım. Bir aydan fazladır hiçbir şey yapmadan yatıyorum. Biraz animasyon çalıştım, onu sonraki postuma saklıyorum şimdilik. Sevgilim eve dönmek üzere. Sadece sıkıcı şeyleri bir boşaltmak istedim, artık işten güçten, barlardan bahsetmek istemiyorum. Paradan bahsetmek istemiyorum. Yine kafamın içine dönebilmek, sadece hayatta kalmak için debelenmeyen, düşünen, fikirler üreten biri olmak istiyorum yeniden. Bunalmak istiyorum. Bunalmayı haketmek istiyorum.
Hadi görüşürüz.
PS: Yazılarınızı okuyorum şimdi, her ne deliğe saklandıysanız çıkın özledim sizi.
8 notes
·
View notes
Şu du'â her hastalık için çokça okunursa
Allâh-u Teâlâ'ın izniyle şifâyâb olunur.
و سبحانك ما أعظمك ، وبحالي ما أعلمك ، و على فرجي ما
أقدرك ، كنت ثقتي و رجائی فاجعل حسن ظني فيك دوائي *
"Seni (noksan sifatlardan) tenzih ederim!
Ne kadar da büyüksün, durumumu ne kadar da iyi bilmektesin, sıkıntımı açmaya ne kadar da güçlüsün.
Sen dâima benim güvencem ve umudum
oldun, öyleyse Senin hakkındaki bu güzel inancımı beni tedavi edecek ilacım yap."
Şunu bil ki; bu şifa âyetlerinin faydalı olabilmesi için en mühim şey, okuyanın ve hastanın hüsnü zan (iyileşeceğine dâir güzel inanç)
içerisinde olmasıdır.
3 notes
·
View notes
Hrant Dink, katledilmesinden bir kaç gün önce Agos Gazetesinde 10 Ocak 2007 günü ‘’Ruh halimin güvercin tedirginliği’’ başlıklı bir yazı kaleme almıştı.
Şöyle diyordu Hrant yazısında: “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin taa içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
Yazısından dokuz gün sonra katledildi. Katiller tanıdıktır aslında. Sözde katil yakalansa da azmettiriciler asla bulunamadı daha doğrusu bulunmadı. Tıpkı Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Tahir Elçi, Turan Dursun, Muhsin Yazıcıoğu suikastlerinde olduğu gibi...
6 notes
·
View notes