Tumgik
#iyi ki burada karşılaştık
dususbitti · 2 years
Text
hayatıma renk katan bi arkadaşım erasmus kazandı ve bugün vedalaştık..
2 notes · View notes
Text
Güvenlikçi Hatunu En Olmadık Yerlerde Siktim! (Mehmet 30 Y., Ankara)
Slm 31'ciler, ben Mehmet. Ankara'da bir alışveriş merkezinde mağaza müdürüyüm. 30 yaşındayım, oldukça kaslı bir vücuda sahibim, yıllardır vücut geliştirmeyle uğraşıyorum. Rahat yaşamayı seviyorum, seks benim herşeyim. Sizinle, Güvenlikçi hatunla yaşadığımız sikişmeleri paylaşmak istiyorum.
Saat 22:30 gibi işim bitiyordu mağazada. Aslında saat 22:00'de kapanıyor alışveriş merkezi, o saatten sonra çalışanlar kalıyor mağazalarda, tek tük müşteriler oluyor AVM'de. Saat 23:00 gibi de servisler kalkıyor, ancak ben arabamla gidip geliyorum. Kapıda görevli bir güvenlik görevlisi bayan vardı, ilk gördüğüm günden beri dikkatimi çekmişti. Biraz ağır makyajlı, kestane renkli saçlı, oldukça yapılı bir bayandı, bazı günler sabahları, bazı günler geceleri kalıyordu. Daha 1.5 ay falan olmuştu burda başlayalı. İlk günler, Merhaba ve İyi akşamlar'la sınırlı olan muhabbetimiz, bir süre sonra ayaküstü muhabbete dönüşmüştü. 35 veya 36 yaşında olmalıydı Ebru hanım. Sabahları yoğun olduğundan, akşamları çıkışlarda konuşuyorduk. Alyans yoktu parmağında, dikkat etmiştim. Servisle işe gelip gidiyordu.
Ebru ile muhabbetimiz 'Hanım' ve 'Bey' hitaplıydı. Bir akşam, saat 22.30 gibi çıkarken kapıya yakın karşılaştık Ebru Hanım'la. Ankara'nın ayazı meşhurdur, sarıp sarmalanmıştı. O gün servisler geç kalmıştı, ben de Ebru Hanım'a, "Bu soğukta üşümeyin, gelin ben sizi bırakayım!" diye teklif etmiştim. Ebru Hanım servisi beklemek için ısrar etti, ancak servisin geç kalması ve saat yüzünden, "Tamam!" dedi. Arabama bindik, "Ay size de çok zahmet oldu Mehmet Bey!" deyince, "Hiç olur mu, hem yolumun üstü zaten. Ama artık şu 'Bey, Hanım' hitaplarını kaldırsak?" dedim, "Peki Mehmet!" deyip onaylamıştı.
Evinin önüne kadar geldik, "Ay çok zahmet oldu Mehmet sana da, çok sağol!" dedi. "Önemli değil, görüşürüz!" deyip ordan ayrıldım, sevgilimin evine gittim. Çok hoşlanmıştım ondan, zaten kendimden büyük kadınlardan hep hoşlanmışımdır. Biraz daha yakın olmak istiyordum, enteresan bir sexyliği vardı.
O günden sonra muhabbetlerimiz mümkün olduğunca artmıştı, öğle yemeklerini beraber yiyorduk. Çok güzel muhabbet ediyorduk, birbirimizden açıkça etkilenmiştik. Bazı akşamlar onu evine bırakıyordum, ama arkadaşça bir şekildeydik. Bir akşam evine bıraktığımda, ona, "Sana daha yakın olmak istiyorum!" demiştim, kabul etmişti. Flörtümüz adım adım sevgililiğe doğru ilerliyordu. Dışarıda da buluşmaya başlamıştık, ancak aramızda seks olarak birşey geçmemişti.
Bir akşam çıkışta kapıya doğru ilerliyordum, Ebru yoktu. Güvenlik görevlilerinin giyindiği bir oda vardı, oraya doğru yürümeye başladım. Belki ordadır diye düşünüyordum ki, Ebru arkamdan, "Mehmet!" diye seslendi. Döndüm, "Ben de sana bakmaya geliyordum canım!" dedim. "Giyinme odasına gidiyorum, bekle çıkarız birazdan!" deyip odaya girdi. Ben dışarda kalmıştım. İçerden bir bayan görevli daha çıktı, sanırım yalnızdı içerde. Önceden görmüştüm, dolaplar sıralı, ortada oturacak yerler vardı içerde. Yavaşça kapıyı açtım, Ebru arkası dönük, güvenlik montunu çıkarmış, siyah sütyeninin kopçası görünüyordu. Kapının açıldığını duyunca irkilerek döndü, beni görünce, "Ay! Sen miydin? Kızlardan biri girmiştir diye döndüm!" dedi, elleriyle siyah sütyenini ve iri göğüslerini kapatmaya çalışıyordu. Gülümseyerek yanına gittiğimde, "Ne yapıyorsun, çık! Biri gelecek!" dedi. Ellerini göğüslerinden çektim, oldukça diri ve iri görünüyorlardı. Utanmıştı. Yanaklarını okşamaya başladım. "Yapma, biri gelir, rezil oluruz!" diyordu. "Merak etme, kimse gelmez. Bir sen kaldın!" dedim. "Olmaz, saçmalama!" dedi. "Ne olmaz?" deyince, "Düşündüğün şey!" dedi.
Elimle çenesini tuttum, "Düşündüğüm şey ne peki?" dedim. Yanakları kızarmıştı, birşey demiyordu. Ben, "Burda mı olmaz, yoksa hiç mi olmaz?" deyince, "Ya biri gelecek, rezil olacağız!" diyordu. "Burada mı olmaz?" diye tekrarladım sorumu. "Burda olmaz!" dedi. Dudaklarına masum bir öpücük koydum. "Ne olur yapma, bak basılacağız!" diyordu, ama dinlemiyordum. Öpüşlerim arttı, elimi kalçalarına götürdüm. Oldukça sıkılardı, okşamaya, sıkmaya başladım götünü. "Çok sexysin!" deyip, boynuna indim. Boynunu emiyordum. Göğüsleri vücuduma yapışmıştı. Üstten harika görünüyorlardı. Kısık kısık inliyor, "Burda olmaz, ne olur yapma!" diyordu. Aslında ben de korkuyordum, ama o anda yaşadığım haz bu korkuyu basıtıyor, üstüne daha da heyecanlandırıyordu. Ona hemen orda sahip olmak istiyordum. Saat ilerlemişti, AVM çoktan kapanmıştı ve biz sevişiyorduk. Üstünden o da atmıştı korkuyu, benim elim artık pantolonun içinde, götünü mıncıklamaktaydı.
Kendini bir anda çekti, "Yeter bu kadar!" dedi, korkuyordu basılmaktan. O sırada, içerde tuvaletlerin olduğu kabinleri gördüm. Elinden tuttum, bir kabine girdik. Girer girmez duvara yapıştırdım, öpüşmeye başladık. Halen tutuk bir şekilde öpüşüyordu. Pantolonunun düğmesini çözdüm, indirdim. Siyah külodu ve sütyeniyleydi. Yapılı bir vücudu vardı. Klozetin kapağını indirdim, oturdum, o da kucağıma oturdu. Öpüşmeye başladık tekrar, elimizi çabuk tutmamız gerekiyordu. Fermuarımı açtım, boxerımın deliğinden sikimi çıkardım. Ebru'nun külodunu sıyırdım ve Ebru üstüme oturup yavaşça içine aldı sikimi. Amı sulanmıştı, yavaş hamlelerle oturup kalkmaya başladı...
Sütyeninden memelerini çıkardım, onları emmeye başladım. Ben emdikçe, zaten dik olan göğüs uçları, daha da sertleşmişti. Ebru, "Ne olur yeter!" derken halen sikimde zıplıyordu. Dudaklarını ısırıyordu, iri bedeni zıplıyordu, memeleri de sütyeninin izin verdiği ölçüde yukarı aşağı sallanıyordu, kısık kısık inliyordu. Dudaklarıma yapıştı, ama vaktimiz iyice daralıyordu ve benim boşalmaya hiç mi hiç niyetim yoktu. "Ne olur boşal, biri gelecek!" deyince, "Ağzına al!" dedim. Hemen indi, hızlı hızlı sikimi yalamaya başladı. Ben de başını iyice bastırıyordum. Yalarken gözleri kapalıydı, ben saçlarını okşuyordum. Sadece sikimin başını diliyle yalıyordu, beni inanılmaz zevklentirmişti bu. Kısık kısık inliyordum ki, dışkapı açıldı...
Dona kalmıştık, basılmamız an meselesiydi. Ağzında sikim Ebru sadece bana bakıyordu, açık gözlerle. Bir topuklu ayakkabı sesi geldi, o ses gittikçe uzaklaştı sonra. Halen donuktuk. O ses dışkapıyı kapatınca, Ebru hemen kalktı, "Kahretsin!" deyip çıktı kabinden. Ben de sikimi yerleştirdim yerine. Ebru acele giyiniyordu. Kazağını ve kot pantolonunu giydi, çıktık. Alışveriş merkezinin ışıkları sönmüştü. Montunu giydi, AVM'den çıktık. Servisler de gitmişti...
Benim arabaya biner binmez, bana bağırmaya başladı, "Hayvan herif! Pislik! Yakalanabilirdik, basılsaydık ne yapardım ben? Hayvansın sen!" diye hakaretler ediyordu. Onu sakinleştirmeye çalışıyordum, yol boyunca tartıştık. Evinin önüne geldiğimizde hiçbirşey demeden indi, gitti. Ben de evime gittim. O gece mastürbasyon yaparak 3 kere boşaldım.
Ertesi gün işe gittiğimde gözlerim Ebru'yu arıyordu. Öğlen gördüm onu, yanına gittim, konuşmak istediğimi söyledim. "Şimdi olmaz, akşam konuşuruz!" dedi, ben de çaresiz tamam dedim. Çıkış vakti olduğunda kapıda beni bekliyordu. Hemen özür dilemeye başladım. O ise, "Yapmamalıydık, çok tehlikeliydi!" diyordu sadece. "Peki pişman mısın?" dedim, "Hayır değilim, ama yanlış yerde yaptık!" dedi. "Tekrarı olacak mı?" dedim, "Olacak, ama orda asla değil!" dedi. En azından tekrarı olacaktı...
O günden sonra çok konuşamamıştık. Sadece bir iki kere evine bırakmıştım, bir kez de dışarıda oturmuştuk. Ebru'yla yaşadıklarımız gerçekten beni çok heyecanlandırmıştı, basılmak ihtimali heyecanı daha da arttırmıştı, ama halen dilediğim gibi sahip olamamıştım ona. Ebru annesiyle yaşadığı için evine davet edemiyordu beni. Benim evime davetlerimi ise kabul etmiyordu, anlamadığım bir şekilde.
Bir gece mesaj attım, "Seni özledim!" diye. "Hmm, ben de, ama görüşüyoruz zaten!" dedi. Ben, "Salağa yatma, başka şekilde özledim. Devamını istiyorum ben!" deyince, birkaç dakika mesaj atmadı. Sonra, "Ben de istiyorum!" diye mesaj geldi. O gece mesajla sanal seks yaptık. Ama anlamıyordum, biraz utangaçlığı vardı. "Neden utanıyorsun?" deyince, "Kocamdan boşandığımdan beri böyle bir ilişkim olmadı, bilmiyorum..." demişti.
Azdırıcı azdırıcı mesajlar attım tüm gece. Kocası onu aldatmıştı. Kapalı bir hayat yaşıyordu. Sanki bakire bir kızı sekse zorluyor gibi hissediyordum kendimi. "Söyle bakalım kocan seni nasıl sikiyordu?" diyordum, anlatıyordu. "Hiç götünü sikti mi?" deyince, "Evet, her yerimi sikiyordu!" dedi. Ben de, "Artık senin sikicin ben olacağım, her yerin benim olacak!" dedim. Bu onu azdırmıştı, "Peki nasıl olacak? Bir daha asla soyunma odasında olmaz!" dedi. "Bizim mağazanın deposu var aşkım. Kamera falan da yok, kimse gelmez çıktıktan sonra!" dedim. Biraz çekinmişti.
Ertesi gün sabah Ebru'yu kapıda gördüm. Yanında başka görevliler vardı, "Kolay gelsin arkadaşlar!" dedim, mağazaya girdim. Çıkış vaktine yakın, "Çıkışta bizim mağazaya gel!" diye mesaj attım. Alışveriş merkezi kapanmıştı. Ben de tezgahtar kızları yolladım, kepenkleri yarım indirdim. Ebru'yu bekliyordum.
Ebru geldi, gizlice girdi. Kepenkleri tam kapattım, ışığı kapattım. Sessizce indik depoya. "Kimse bilmez değil mi?" diyordu. Yavaşça yanına yaklaştım, montunu çıkardım. Gömleğinden fışkırıyordu göğüsleri. Depoda bulunan masaya yatırdım. Ben halen ayaktaydım, Ebru gözlerini kapatmıştı. Gömleğinin düğmelerini açtım, tamamını açınca pantolonuna geçtim. Soyuyordum Ebru'yu. Pantolonunun kemerini çözdüm, açtım düğmesini. İndirince beyaz külodu karşımdaydı. "Harika bir vücudun var!" diyerek iltifatlar ediyordum. Ebru resmen kendini bana bırakmıştı. Bugün adam gibi tadına bakacaktım onun.
Beyaz sütyeninin üzeriden göğüslerini okşamaya başladım. Üzerine çıktım, dudaklarını öpmeye başladım. Ateşli bir şekilde öpüyordu beni. Alt dudağını emiyordum elim vücudunda gezerken. Dillerimiz birbirine dolaşmaya başlamıştı. Yavaşça boynuna indim. Çok sessizdik. Sadece boynunu emerken çıkardığım sesler vardı. Hafif ıslanmış boynuna nefes veriyordum, ellerim memelerindeyken. Kısık kısık inlemeye başlamıştı. Boynunu emdikten sonra göğüslerine indim, sütyeninin üstünden sert memelerini yalamaya başladım. Sonra birini çıkardım, gerçekten büyüktü göğüs halkaları. Ucunu emmeye başladım, ben emdikçe dahada kabarıyordu sanki. Ebru kollarını aşağı sarkıtmış, tadını çıkarıyordu. Sonra diğerini çıkardım, sütyenin Cup bölümü altında kalmıştı. İkisini de kudurmuş gibi yalıyordum, tükürüklerimle ıpıslak olmuştu memeleri.
Kalkıp baktım, çok sexy idi bu halde. Aslında Ebru'nun öyle sexy bir hali yoktu, ama yapılı vücudu beni etkilemişti. Göbeğine indim, heryerini yalıyordum. Karnını yalayarak aşağılara doğru geldim. "Kocam beni hiç böyle yalamazdı!" deyince iyice azdım, bu kadına istediğini vermeliydim.
Külodu ıslanmıştı. "Sulandı mı aşkımın amcığı?" deyip üstünden koklamaya başladım. Hafif ter kokusu geliyordu, ama harikaydı. Külodunu indirince, kıllı amı karşıma geldi. Oldukça kıllıydı. "Kılları alamadım, özür dilerim!" deyince, "Saçmalama, her halinle çok sexysin!" dedim. Kıllarını yalamaya başladım, yavaşça klitorisine geldim. Külodunu tamamen indirdim, ayak bileklerindeydi. Ben ayaktaydım, Ebru yatıyordu. Hafif domalmış bir halde yalamaya başladım klitorisini. Amının dudaklarını ayırıp, o pespembe ve sulu amcığını yalamaya başlayınca, Ebru'nun sesi artmaya başlamıştı. "Ohhh, aaah!" sesleriyle amının deliğini dillemeye başlamıştım. Amının sıvıları ağzıma geliyordu. Kabarık dudaklarının arasında am deliği çok güzeldi.
Ebru, "Dayanamıyorum, sok artık!" deyince, pantolonumu indirdim. Sikimi sıvazlıyordum ona bakarak. Sonra cüzdanımdan kondomu çıkardım, taktım. Ebru nefesini tutmuş, bana bakıyordu. Bacaklarının arasında yerimi aldım, iyice ayırdım ve amını ortaya çıkardım. Sikimin başını koydum amına, Ebru'ya baktım. Sonra ittirmeye başladım. "Ihhh!" diye bir ses geldi. Yavaş yavaş yükleniyordum Ebru'nun amını yara yara. Tamamen girince biraz bekledim. Ebru'nun ağzı hafif açık, gözleri kapalıydı.
Pompalamaya başladım. Ben girdikçe Ebru'nun kafası arkaya gidiyordu. Hızlı hızlı sikmeye başladım. Ebru kafasını sağa sola atıyordu. Eğilip memelerini yalamaya başladım. Kısık kısık, "Ahhh, sik beni!" diyordu. Ben girdikçe Ebru'nun amı daha da sulanıyordu. Ben de gömleğimin düğmelerini çözdüm, kravatım kalmıştı. Ebru kravattan kendine çekti beni, dudaklarıma yapıştı. Hem amına pompalıyor, hem dudaklarını öpüyordum. Sonra doğruldum, ayakkabısını ve çorabını çıkardım. Kalın bacağını ve baldırını okşuyordum. Ayağının birini hafif omzuma yaklaştırdım, ayağını yalayarak sikmeye başladım.
"Ahhh, daha sert, daha sert!" deyince daha hızlı sikmeye başladım. Bir süre bu şekilde siktikten sonra, domalmasını istedim. Dizlerini masaya koydu. Önümde köpek gibi duruyordu. Ben de o halde soktum amcığına. Yine hızlı hızlı sikmeye başladım, saçlarını çekiyordum. Ebru çoktan orgazm olmuştu, kasılıyordu. Saçını çekip, yanağını tuttum, dudağından öpüyordum. Ebru yapılı vücuduna rağmen oldukça esnek bir kadındı. Amını sikerken, göt yanaklarına da şaplak vuruyordum arada sırada. Göt deliği belli oluyordu. Baş parmağımı yalayıp göt deliğine sokunca irkildi. "Ahhh, aşkımmm!" diyordu. Amında yarağım, götünde parmağım, iki deliğini de doldurmuştum. Parmağımı yarak gibi kullanıp, götüne sokuyordum. "Çok güzel, çok güzel, ohhh!" diye inliyordu. Bir kez daha orgazm olmuştu. Yavaş yavaş ben de sona geliyordum, yaklaşık 30 dakikadır sikişiyorduk. İnlemelerim artınca, "Geliyor musun aşkım?" dedi, "Evet bebeğim, ohhhh!" diyerek amına sertçe girdim ve kondomu döllerimle doldurdum.
İçinden çıkınca resmen yığıldı masaya. Çıt çıkmıyordu. Kolları aşağı doğru sarkmış, öylece yatıyordu. Kondomu çıkardım, döl parçaları sikimin üstündeydi. Önüne geçtim, açtı ağzını, sikimi soktum ağzına. Sikimi yalayarak temizledi. Ter içinde kalmıştık. Baygın bir şekilde temizledi sikimi. Ayağa kalkınca gömleğinin sırılsıklam olduğunu gördüm. Aynen benim de öyleydi. Ayak bileğinde duran külodunu giymeye kalkışınca, "Hayır, giymeyeceksin, hatıra olarak kalacak bende!" dedim. "Amım çok ıslak, pantolondan belli olur!" dedi. Külodunu aldım, arkasına geçip, iki deliğini de sildim temizledim küloduyla. Keskin bir am kokusu bulaşmıştı şimdi küloduna. Ben de giyindim. Ebru sütyenine yerleştirdi memelerini, gömleğini giydi. Pantolonunu giyindiğinde büyük götünün arasına kaçmıştı pantolonu.
Depodaki koltuğa oturup bir sigara yaktım. Giyinmesini izliyordum, sigaramı içerken. Ayakkabısını giyerken, "Hiç böyle bir seks yaşamamıştım!" dedi. "Daha neler tattıracağım sana, bu daha birşey değil!" dediğimde heyecanlanmıştı yine. Kalkıp pantolonunun üstünden götünü avuçladım. Ayaktaydık, arkası dönüktü. "Götünü istiyorum!" dedim. Ebru, "Gidelim artık, çok geç oldu!" dedi. Ama takmıştım kafaya, götünü sikecektim mutlaka. Ebru, "Tamam, ama sonra!" dedi, mağazadan çıktık. Tüm ışıklar sönmüştü, her yer kapkaranlıktı. Hızlı adımlarla çıktık AVM'den. Arabamla evine bıraktım. İnerken, "Çok güzeldi!" deyip dudaklarıma bir öpücük kondurdu.
Sonraki günlerde en olmadık yerlerde siktim onu. Arabada, asansörde, parkta, lokantanın tuvaletinde... :)
[Mehmet]
133 notes · View notes
japonyamesken · 7 days
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
..
We did it guyss 🙃
Dün Belçika’ya gittik bisikletle ama farklı bir Belçika’ya.
Bu Belçika, Hollanda’nın içinde yer alıyor.
Dünya üzerinde böyle olan kaç yer var? (Kendi kendime yazdığım “Kim Milyoner Olmak İster?” sorularındanflflf)
Gittiğimiz şehir, Baarle Nassau; Belçika ve Hollanda bölgelerinden oluşuyor, parça parça. Ama şehri Hollanda çevrelemiş.
Üstteki wiki sayfasındaki sarı yerler Belçika, beyaz yerler Hollanda. Mesela iki şeritli yolun 100 metresinde Belçika’dasınız, sonraki 400 metre Hollanda, karşıdaki şerit ise tamamen Hollanda’ya ait.
Bildiğimiz gibi bir sınır yok yani, yapboz gibi.
Alkol satış saatleri Hollanda bölgesinde yer alan dükkanlarda daha erken sona eriyorken, sokağın karşısındaki Belçika dükkanı satışa devam edebiliyormuş.
Bu karışık durum ise çok eski zamanlara burada Lordlar varken sahip oldukları toprak uyuşmazlıklarına dayanıyormuş.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
..
Gidiş yolu hiç yormadı ama dönerken bir ara rüzgar başladı ve bizi korkuttu çünkü buranın rüzgarı bazen bisikleti hareket ettirmemize bile engel oluyor.
Yol manzaraları çok güzel olsa da kaç kere saçlarımın içine koca sinekler girdi, kaç kere üstüme tırtıl düştü bilmiyorum. Arkadaşımın gözünün içine girip ölen sineği çıkarma molası gibi molalar vermek zorunda kaldık. Bir ara önde iki kişi konuşarak gittik uzun bir süre ve arkadaki arkadaşım yanımıza yaklaşıp aramızda örümce ağı olduğunu söyledikglgl. Böyle bi şey mümkün olabilir mi bilmiyorum.
..
Ve herkes bisikletle biniyordu, herkesss... Yapyaşlı bi grupla da karşılaştık, pro kıyafetler giymiş kafilelerle de, tek pro sürücülerle de, çocuklu ailelerle de. Çok güvende ve huzurlu hissettim.
..
Eve girdiğimde öyle bir öfori halindeydim ki anlatamam, vücudum iyi hissetmeye dair bütün hormonları ve nörottansmitterları harekete geçirdi sanırımflflfl. Spor bağımlısı insanları anlayabiliyorum şu an.
...
Tumblr media Tumblr media
Yolda, savaşta Almanların İngilizleri kandırmak için sahte uçak ve sığınakla hazırladıkları bir üssü de ziyaret ettik. Hikayesi uzun ama ilginç..
Velhasıl, buraya da bir zamanlar bombalar düşmüş. Bırakın sınırları aşıp savaşmayı bu insanlar kendi insanlarını öldürmüşler mezhep savaşları yüzünden. O yüzden kim ne derse desin Avrupa Birliğini çok büyük bir barış projesi olarak görüyorum hala. Dalga dalga farklı alanlara yayılan bir entegrasyon, bakalım yükselen sağcılık ve milliyetçilikle nereye evrilecek işler?
Spoiler alert: 9 Haziran’da AB parlamentosu seçimleri var, katılım hep çok düşük oluyor mlsf.
..
Ve son olarak, golden hour’da şöyle bir an yaşandı. Videoyu izlerken fark ettim kuş sesleri çok güzelmiş ama herkes biraz kendi halinde yol almaya karar verince kulaklıklarımı takmıştım, ve o sırada mor ve ötesinden “sultan-ı yegah” çalıyordu, o da çok güzeldi ❣️
İşte dün de böylece gelip geçti, anısı kaldı 🌸
..
Bunları yazarken bir yandan da Kızıl Goncaları izliyorum, Karamavoz Kardeşlere bi gönderme varmış sanırım, izlemem konusunda iki mesaj aldım. Cüneyd Efendiyle ilgisi yok konunun tamamen Dostoyevskidkddkdk. Şaka bi yana, hastalıklı erkekleri düzeltmeye çekilme konusu kollektif bir bilinçdışı meselesi mi düşünmeye başladım Cüneyd Efendi yüzünden.
Mesela, yeni rota hayalim Vincent Van Gogh’un doğduğu yer. Bu da mı kolektif bilinçdışı yoksa sevgili Jung? Jung efendi?
Mayıs 2024
Kuzey Brabant
37 notes · View notes
leyliminguncesi · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Koskocaman Mayıs ayına veda edelim 🐣
aylarca gelmeyecek olan haziran ayına son bir gün..
Koşar adım yaşıyoruz hayatı hep telaş, hep bir sonraki zamanın planlamasıyla, yaşamasına yaşıyoruz da mutlu mu mutsuz mu orası tartışılır bir muamma..
Rehberlik öğretmenim, canım öğretmenim, Rabia öğretmenim ile bu gün okul yolunda karşılaştık sohbet ederek okula geçerken nasıl hissediyorsun sayılı günlerin diye sorarken tebessüm ile ooo çok mutluyum geri sayım yapıyorum diye şakalaştık. Oysa içim çok buruk sizleri çok özleyeceğim. Gerilim yaşadığım öğretmenleri bile özleyeceğim. Bu okuldan ayrılırken hepsini içimde affederek ayrılacağım. Onca kalp kırıklıklarıma rağmen. Bu okulda geçirmiş olduğum yıllarımı bana katmış oldukları için özleyeceğim. İyi ki bu okulda çalışmışım der miyim diye iç muhasebe yapıyorum. Evet iyi ki burada öğretmenlik yaptım.
Fotoğrafların çoğunluğu okuldan, okul dönüşlerim, ders aralarım, okula gidişlerim bir öğretmenin tüm hayatı okuldan ibaret oluyormuş. Gelecekte bir öğretmen olarak hizmet vermeyeceğim için geriye kalan son on beş günümde çocuklarım ile anılarla dolu geçirmek istiyorum. Sizleri özleyeceğim miniklerim
25 notes · View notes
harfzen · 2 months
Text
3 notes · View notes
uzamsalpatlama · 5 months
Text
Son vapura binişim ne zamandı?
Hatırlamıyorum bile. Galiba Kasım ayıydı. Ya da daha öncesi. Bi Üsküdar-Beykoz, Beykoz-Sarıyer yapmıştım. O zaman mı acaba?
Parasız, istikrarsız, uykusuz, amaçsız günleri geride bırakıp bir öğlen treniyle onun şehrine geldim. Yüreğimde meraklı çarpıntılar, aklımın kalabalığı kompartımanlardan taşıyor, hızlı trenden ilk adımı atıp bir berber dükkanına düştüm...
Geldiğimin üçüncü günü onu uzaktan görmeyi umarak dolaştığım sokaklarda onla karşılaştık. Çok utandım, hava çiseliyordu. Rocky eve dönmüştü. Beni gördüğüne sevinmişti. Ben çok utanmıştım, sanki buluşmaktan mutsuz olmuş gibi bi hal ve tavır takınmıştım. 12 yaşında falandım.
Günler geçti. Bir süre Ankara-İstanbul arasında geçti. Onu sevdiğim evden çıkıp kilometreler aşarak onun sokağına gelip arabamı park ettim. Kaldığım yer de birkaç dakika mesafedeydi zaten. O bunu biliyordu. Birkaç kez yine karşılaştık. Birkaç kez daha Bingo Lotus gibi bir şey kullandım. Aaa buralarda oturuyodun evet, ee naber yeni iş falan. Ben de alıştım işte napalım. Hmm evet hadi yürüyelim az.
Senin şehrindeyim artık ve kalbimden senli kanlar doluşuyor, bu şehirde sana ait çok şey biliyorum burada da bi beceriksiz, utangaç, ürkek liseli halleriyle aşkından yanan bir adam var, biz neyi bekliyoruz.
Alacağın olsun araya kahve mahve lafları da sıkıştırdık, bir yıldır yüzüme bakmıyorsun ve ben sokağından geçerken hala tesadüfen geçer gibi yapıyorum. Alacağın olsun çünkü alacağın var. Beni benden tahsil etmeye ne dersin?
Bir ben kaldım bir ben tenhasında gecenin diye başlayan cümlelerin. Ama ne var ki, su perisi de seni hiç unutmadı, iyi kötü tüm haberleri gelip senle de paylaştı. Ama ne var ki oğlum, sen bu hikayeden galiba veya sanki hala sıyrılamadın.
0 notes
pinkyringg · 6 months
Text
20.11.2023
wow uzun zaman oldu. Her zamanki gibi çok şey oldu elbette. Sana yazmaktan hep kaçtım. Sebebini bilmiyorum. Yüzleşmekten mi korktum neyi bekledim?
En son yazdığımda işe girmiştim ve hayatım o depresyonun dip halinden kurtulmuştum. İşe girmek bana gerçekten ama gerçekten çok iyi geldi. Kendi paranı kazanmak bunun özgürlüğü dileğin şeyleri alıp yapabilmek... Terapi gibi. En çok da küçükken eksik içimde kalan ne varsa yapıyorum. Çocukluğumu mutlu ediyorum. Daha da etmeye devam edeceğim. İş kariyer konusunda ilerisinin bana ne göstereceğini bilemem ama istediğim ve yapacağım tek şey çok başarılı olmak. İş ararken girdiğim yetersizlik hissinden çok çabuk kurtuldum. Zaten yapabileceğimi iyi olduğumu biliyordum. O yüzden daha da fazlasını istemek şaşırtmadı. İşim yaşadığım konumda olabilecek en iyi şartlardaki iş ama sanırım kısa sürede daha da kalitelisini daha da iyisini istemeye başladım. Neden olmasın? Bambaşka konumlarda bambaşka şehirlerde...
Yaz çok keyfiliydi bu yüzden. İşe girer girmez nedendir bilmem sosyalliğimde aynı zamanlarda arttı. Konuştuğum flört ettiğim insanlar oldu. O psikolojideki halime bakınca birileriyle konuşmak mucize geliyor. Yeni insanlar tanımak keyifliydi elbette ama insanların gerçek yüzleri çıkana kadar. En baştaki keyifli kişi aslında öyle biri olmadığını er ya da geç gösteriyor. Ben yeni ilişkiye psikolojik olarak ilişkiyi geç yeni insana hazır değildim. Bunu biliyordum ama denedim kaçmak istemedim bu sefer. Yine de bana rağmen olmadı. Hem karşı taraf güven vermedi ben de kafamdaki hisleri sesleri yine susturamadım. Önemli bir detay değildi anlatmaya dair ama yine de denediğimi bil.
Sonra o yaz... Onunla karşılaştık. Barda arkarkaya bir cm yakınımda... O kadar zor ki durmak. Öpememek sarılamamak. İşte o gece eve geldiğimde yeni insanlarla farklı bir şey olabileceği ihtimaline çok güldüm. Hala tüm hislerim eskisi gibiyken hala kalbim onu görünce yerinden çıkacak gibi olurken...
Günlerce kafamdan çıkmadı o sekans. Düşündüm,düşündüm ve bu ilişkide ilk günden beri hislerimle bir şey yaptım. Yine belki de hata olabilecek ama içimde kalmasın diye yaptığım o eylemlerden birini yaptım. Ona yazdım. Hemde bana bir daha asla yazma diye çıkıştıktan sonra. Napabilirim belki de bir mesajdı pişmanlıkla hayat geçiremezdim.
Aradı ve konuştuk. Sesi... Neredeyse unutuyormuşum. Neyse görüşmek istemiştim onunla ama uygun olamadığı için beni yeniden İstanbul'a çağırdı. Bundan sonra olacaklar benim için mucizeydi.
Evet İstanbul'a gittim. Burada beni yükselten iki şey var onun haricinde. Birincisi tek başıma ilk defa seyahat etmem....ikincisi de bambaşka bir şehir ve yine tek başımayım. O kadar büyülendim ki. Unutamıyorum yolculuğu o özgürlük hissini. Hesap vermeden zamana bakmadan onunla olmak... Ve deniz... uçsuz bucaksız beni de içine aldı. Beni terk ettikten sonra bu şehirde bir saniye bile aklına gelmediğime eminim. Adım atar atmaz benim de burada olmam gerektiğine karar verdim. Günler çok güzel geçti sanki koca bir sene depresyondan gebermemişim onun yüzünden ağlamamışım gibi. Sanki orada sonsuza kadar kalsam sonsuza kadar yanımda olacaktı ve bunu isteyecekti. Bu kadar güzel fazla yüksek hislerden sonra dönmek... O histen nefret ediyorum gerçekten. Zaman durmalıydı. Dönüşlerden nefret ediyorum. Evime dönüyor gibi değil evimden gidiyor gibiydim çünkü... Sonrasında işe kendime hayatıma adapte olmam çok zor oldu yani hala olamadım belki bilmiyorum. Artık tarifi zor bir yerdeyim. Döndüğümde ne olur düşünmedim en kötüsüne hep hazırlıklıyım ama her zaman bir umut tekrar birlikte oluruz diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Belki görüşünce fikirleri değişir diye. Böyle böyle günler günleri kovaladı bazen konuştuk bazen konuşmadık sonra hiç konuşmadık kafasında bir plan varsa benden kurtulmak gibi onu tıkır tıkır işliyordu. Artık daha yazmaz dediğim anda doğum günüm haftasında yeniden yazdı. Belki kendince bir hediye belki bir özlem belki de acıyış... Bilmiyorum düşünmek istemiyorum. Ve ben bir daha yapmam dediğim şeyi yeniden yapıyordum. Aramızda bir şey olmadan yeniden hem de dünden razı bir şekilde İstanbul'a yeniden gidiyordum. Enayi belki de keriz hislerle.
Yine o yolculuğu o özgürlüğü ve yolun sonunun ona çıkmasını o kadar özlemişim ki. En güzel doğum günüydü... Onunla. Galerimde hala ona gittiğim fotoğraflara bakmayı çok seviyorum. Yolda daha kavuşmamışız ve önümüzde iki gün var. Dönüş fotoğraflarına bakmayı da bir o kadar sevmiyorum. Artık ayrılma zamanı çünkü. İşten ilk defa onun için izin almıştım. Değerdi...O kadar zor bilet buldum ki trendeki son bileti ben aldım. Bir işaret olmalıydı bu?
Belki bu sefer farklı olurdu. Kim bilir. Şimdi sadece bir belirsizliğin içinde arada reels attığı biriyim. Yaptığım hiç bir şey için pişman değilim ama sadece kırgınım. Sevilmeyi değer görmeyi hak etmiyor muyum? Sadece arada görüşülen biri miyim. Beni neden hayatının geri kalınında istemiyor. Herkes sevdiğiyle evlenirken ben niye terk ediliyorum. Hayatına giren öylesine insanlar onu takip bile etmezken o takip etmeye devam ederken ya da tekrar tekrar takipleşip takibi bıraktığı o kızda ne farklıydı. Onun resmini yapan rus kızın hediyesini hikayesinde kalpli bir şekilde paylaşırken benim neyim eksikti. Beni neden asla istemiyordu. Bana değer verdiğini ve bunun gerçek olduğunu biliyorum. Saydığım hiç bir insanda olmayan bir yerdeyim. Ama bunu bana neden hissettiremiyor. Küçük ama etkili şeyler istiyorum. Onlara yaptığı bana yapmadığı. Tabi bunlar için en başta beni hayatına alması ve mesajlarıma cevap vermesi gerekir. Aylarca yazmazken neden bir anda attığı aptal bir reels mesajına heyecanlanıp her şeyi unutuyorum? Bilmiyorum. Tüm bunlar olduğundan beri kendimde değilim. Ne istiyorum ne yapmam lazım.
Onsuz hayal kuramıyorum. O olsun sadece. İstanbul'da iş bulsam belki yeniden birlikte oluruz? Belki kendi ister benim taşınmama gerek kalmadan?
Yine kendimi kandırdığım düşünceler...
İstediğim tek şey gerçekten onunla birlikte sağlıklı bir şekilde bir ömür boyu birlikte olmak.
Artık düşünse ve emin olsa hislerinden bensiz yapamasa... Beni İstanbul'a kalıcı olarak çağırsa orada iş bulsam. Evlenmek istese benimle... Neden olmasın.
Aylar önce aklıma hayalime gelmeyen şeyler yaşadım. Belki bunlar da olur. Şuan her ne kadar dipsiz bir kuyuda gibi hissetirse de mucizeler hep beni bulur ve ben günün sonunda hep 'oa ben bunu hayal etmiştim ve şuan yaşıyorum' diye şaşırır mutlu olurum.
Uzun zaman sonra aşırı dolduğum için yazma ihtiyacı duydum. Her yazdığımda fapfarklı şeyler olması çok keyifli. Bir sonraki yazışımı şimdiden merak ediyorum. Umarım aşırı heyecanlı ve mutlu istediklerim olmuş bir ruh haliyle yazarım.
Kendine iyi bak.(aynaya)
0 notes
gundemarsivi · 8 months
Text
Tumblr media
Gıybet
✍🏻 Dilek
https://www.gundemarsivi.com/giybet/?amp=1
Şöyle ağzıma bir sakız alıp kenarı oyalı yazmamı ensemden dolandırıp başımın tam tepesinden bağlamak geçiyor içimden. Hatta minik turuncu kahve çiçekli bir de şalvar geçireyim ki üstüme içinde bulunduğum ruh halini görselde de yansıtabileyim. Yine içim şişti, yeni eğitim-öğretim veli savaşları hepimize hayırlı uğurlu olsun.
Ben bu gıybeti şöyle sündüre sündüre uzata uzata yapmazsam içimde patlar.
Konumuz malum, güzel memleketimden veli manzaraları.
Öncelikle kısa bir özet geçeyim: Kızımın öğretmeni ikinci sınıfın sonunda çocuklara ve velilere veda etmeden emekli oldu, üzücü ama kendisine göre geçerli sebepleri var. Önce kızdık sonra hem çocuklarımızın adına hem de giden öğretmenimiz adına kaygılandık… Acabalarla dolu bir yaz geçirdik…
Bu süreci iyi kötü tahmin edersiniz, küçük şehirde ( bu dönemde hangi şehir küçük diye anılabilir ki; Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilirliğinden kaynaklı bir nüfus patlaması yaşıyoruz.) her türlü haber hızla yayılır, bilgi aktarımları sen köşeyi dönmeden bütün şehre yayılır. Yeni öğretmen adayının inciğini cıncığını tabi ki öğrendik.
Ülkenin eğitim sistemini burada tartışmaya açmaya gerek yok.
Hepimizin bildiği üzere bu sistemden sağlam çıkabilmek için ailelerin ve çocukların canla başla çalışmaları gerekiyor. El ense yatarak veli olunmuyor. Çocuğunuz boyacıda olacak olsa kültür seviyesi yüksek aydın bir boyacı olsun istiyor iseniz elini taşın altına koyacaksınız. Çocuklarınızla beraber hayata sıfırdan yeniden başlayacaksınız.
Müfredatta olmayan soru sorma yeteneği, merak, öğrenme aşkı gibi eksikleri siz tamamlayacaksınız.
Neyse sonuç olarak okullar açıldığında çocuğumun eski öğretmeninizi aratmayacak derinlikte, mesleğini hakkı ile yapacağını hissettiren, ilkokul öğretmenliğine yakışacak kalitede bir öğretmenle karşılaştık.
Hemen hemen hepimizin yüreğine su serpildiğini düşünürken bazılarının yüreğine bir ”darlanmaklar” geldiğini gördük. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Tabi ki yeni öğretmenin gelmesi ile etekleri tutuşan sınıfın yaramaz çocuklarının velileri, eskisi gibi ense yaparak çocuk büyütemeyeceklerini fark ettiler. Ödev sorumluluğunu almamış bir çocuğun ebeveyni olarak, bana ne öğretmen uğraşsın, devrinin kapanması onlar için acı bir çöküş olsa gerek.
Bahsettiğim öyle minik masum şirin yaramaz çocuklar değil elbette. Baya şu filmlerde gördüğünüz zorbalığı, acı çektirmeyi, küfür etmeyi, küçücük çocukları korkutmayı seven o kötü çocukların ebeveynleri (sevgili veliler çocuklarınız sizin kopyanız. Siz kötü olduğunuz için onlar da kötü ve dışarıdan bakınca çok belli oluyor).
Kimse bana çocuğun kötüsü olmaz falan demesin bunlar kötü. Dümdüz kötü.
Ne kendi eğitim hayatımda ne de çocuklarımın peşinde koştuğum dönemde, bu veli modellerini ya da bu veli türlerini daha önce hiç görmedim, desem yeridir. Toplumun evrimleştiğini 8 sene ara ile net bir şekilde ben görüyor isem, sosyologlar daha neler görüyordur.
Okulun bahçesinin çeşitli köşelerinde konuşlanıp avını izleyen sinsi bir kobra yılanı gibi köşeye gizlenmiş sessiz sessiz etrafı izleyen veli gördüm de okulun bahçesinde sınıf anneliği için oradan oraya koşuşturup oy toplamaya çalışanı ne duydum ne gördüm.
Neler oluyor(!) biri bana konuyu açıklasın!? Belediye başkanı olup ihale kapmaya çalışanı gördük, meclise kapağı atıp kendini garanti altına almaya çalışan hırsızı da idrak ettik-te! Bu sınıf annesi olmak için oy dileneni çözemedim?
Okul bahçesi olmuş veli siyaset meydanı, esnaf ziyareti yapan politikacı misali tek tek veliler ziyaret edilip konuyu usulüyle (adayın zeka seviyesinin yettiğince) anlatıp kalçalarını kıvıra kıvıra diğer veliye doğru koşan aday ve yandaşları tam da Akp Türkiye’si dedirtiyor insana!
Ben aday olmam adaylık bana teklif edilirse değerlendiririm kalitesi ortadan çoktan kalktı biliyoruz da neden? Sınıf anneliğinin statüsü nedir? Bir insanın kariyer planlamasına alınmasında ki amaç nedir?
Çocuğuna yüksek not aldırabilmek için, desek!? İlkokul notları sınavlarda hükümsüz, öğretmenin özel ilgi ve alakası, kimse sizin gül yüzünüzün hatırına kendi karakterinden vazgeçip eğitimciliğini şekilden şekile sokmaz; anca ”mış” gibi yapar bunu bilemeyecek yaşlarda değilsinizdir.
Eeee başka?
Buradan ulusa sesleniş yapmak istiyorum, sevgili yurdum velileri böyle çocuk yetiştirilmez, yetiştirdiğiniz çocuklar ileride hepimiz başına dert oluyor. Nepotizm böyle böyle yerleşiyor küçücük bünyelere… Siz çocuğunuzu bugün bir yerlerde iyi maaşlı çalıştırıyorsunuz diye yarın ayarlarıyla oynadığınız adaletin terazisi sizin nesillerinize zarar verecek yaşadığınız toplum ne kadar kötüye giderse, adaletsizliğin ne kadar normalleştirilirse önünde sonunda bindiğiniz dallar kesilecek. Siz değilse çocuklarınız torunlarınız bunun acısını yaşayacak. Lütfen görün artık.
Dilek
0 notes
dilperisanimmmm · 9 months
Text
Dört Büyük Şair ve Paylaşılamayan Bir Kadın: Tomris Uyar
Türk edebiyatının güçlü hikâye yazarı ve çevirmeni, özgür ruhlu kadını Tomris Uyar, hem eserleriyle hem de aşklarıyla adından çok söz ettirmiş; İkinci Yeni döneminde hem yazdığı eserlerle hem de adına yazılan şiirlerle edebiyatımızda büyük bir iz bırakmıştır. Tutku dolu yaşamıyla bağımsız bir kadın Tomris Uyar ve peşinde koşan 4 büyük şair. Peki kim bu âşıklar?
Kolej Aşkı: Ülkü Tamer
Kolejden mezun olur olmaz evlendiler. Tomris Uyar ilk çevirisi olan Tagore’den “Şekerden Bebek”i bu yıllarda Tamer soyadı ile tamamladı. Birbirini çok iyi tamamlayamayan bu çiftin evliliği trajik bir şekilde sonlandı. Evlilikten “Ekin” adında dünyaya gelen çocukları birkaç haftalıkken sütten boğularak hayata veda etti, büyük sarsıntı yaşayan çift, kısa bir süre içinde boşandı.
Cemal Süreya
Ankara’daki Sanatseverler Derneği Lokali’nde tesadüfen aynı masada rakı içerken tanıştılar. Tanıştıklarında ikisi de evliydi, bazı rivayetlere göre birlikte olabilmek için eşlerinden boşandılar.
Cemal Süreya onun için bu dizeleri yazdı:
“Ay ışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni”
Şiir Sezen Aksu tarafından yorumlanmıştır.
Her akşam işten çıkar çıkmaz eve dönen Cemal Süreya’ya bir gün Tomris Uyar, “Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla buluş, vakit geçir” dedi. Ertesi gün on dakika geç geldi Cemal Süreya, bir sonraki gün on beş, daha sonra yarım saat. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris’in apartmanın girişinde oturan Cemal’i görmesiyle gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup “gecikiyordu” Süreya. Tomris Uyar bu duruma “Şahsiyet Rötarı” adını koydu.
Bu aşk da tükendi
Üç yılın sonunda tükenen bu tutkulu aşk, dostluğa evrildi.
Ayrılığın ardından Tomris Uyar, “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı” dedi. Cemal Süreya ise Tomris Uyar’a şu sözleri söyledi: “Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim; benim ağzımdan kimse duymayacak” ve o günden sonra hiçbir şey yazmadı.
Uzun soluklu aşk: Turgut Uyar
Tomris Uyar, Turgut Uyar ile tanışmalarını şöyle anlatır:
“1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı.
Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu”
Ankara’da tanışan ikilinin şiir üzerine başlayan ilişkisi aşka doğru sürüklendi. 7 yıldır şiir yazmayan Turgut’a, Tomris esin perisi oldu. 1969’da evlendiler ve bu evlilikten Turgut adında bir çocukları oldu. Turgut Uyar’ın Tomris’i kaygıyla, kaybetme korkusuyla sevmesini Tomris şu sözlerle anlatıyor: “Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.”
Bozuk Saat
Tomris’in en uzun soluklu ilişkisi, 1985’te Turgut Uyar’ın hayatını kaybetmesiyle son buldu. Geriye “Bozuk Saat” adlı şiir kaldı:
Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile..
Seni ben geçerken,
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu “O” geçiyordur.
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Fazla şiirden ölen Edip Cansever
Fazla şiirden öldü, doğru, aynı zamanda platonik aşkından da öldü. “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu…” yazmıştı peçeteye, Tomris ile baş başa oturdukları bir rakı masasında.
“Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” -Cemal Süreya
“Bu ikisi tartışırken ben de gittim Tomris’le evlendim” -Turgut Uyar
Diğer şairler arasında en şanssızıydı, Tomris’i kendine âşık edemedi. Turgut Uyar’ın en samimi arkadaşlarından biriydi. Tomris’e karşı saklayamadığı bir sevgi ve hayranlık besliyordu. Cansever, her 15 Mart’ta, Tomris Uyar’ın doğum gününde, yeni bir şiir yazıp yayımlayarak aşkını tekrar tekrar ilan ediyordu.
“…
bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı
adını yenile bu yıl, ama bak Tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.”
Tomris Uyar, Edip Cansever için şunları söylemişti: “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.”
Ölmeme Günü
Bir 26 Mart günü aralarında Edip Cansever, Cemal Süreya, Can Yücel, Turgut Uyar ve Tomris Uyar’ın da bulunduğu bir grupta söz ölüme gelince, Turgut Uyar meyhaneciden bir şişe rakı söyledi ve “Bu şişeyi gelecek sene bugüne kadar saklıyoruz, 26 Mart’ta burada yine buluşup birlikte içeceğiz bu rakıyı” dedi ve 26 Mart’ı “Ölmeme Günü” ilan ettiler.
1985’te Turgut Uyar’ın ölümüne kadar her gün bir araya geldiler.
“Yaşam öykümün yazılmasını istemem. Kendi üzerime düşünmeyi bu kadar önemli saymıyorum”
Türk edebiyatında hem eserleriyle hem de ulaşılmazlığıyla kendinden söz ettiren Tomris Uyar, 2003 yılında aramızdan ayrıldı.
0 notes
birsuskunyazar · 10 months
Text
BEYAZLARIN İÇİNDEKİ SİYAHLAR-3
O arabaya hiç binmeyecektim. Azra'yı o şekilde, yapayalnız bir şekilde bırakmamalıydım. Annemin hala susmayan çenesine nazaran "ben bu kızı seviyorum, onun için her şeyi yaparım." diyememiştim.
-Oğlum sen aptal mısın? Geleceğini nasıl tehlikeye attığının farkında mısın? Bir daha o kızla görüşmeyeceksin.
-Anne yeter! O kız dediğin  benim kuzenim hatırlatırım.
-Zaten başka neyin olabilir Ozan? O kız ailemize girdiğinden beri mutsuzuz.
-Esra tamam. Ben oğlumla gerekli şekilde konuşacağım.
Babamın üstüne laf söylemek bana yakışmazdı. Daha konuyu uzatmasam da içim içimi yiyordu. Annem hala içten içe söyleniyor babamda bakışlarıyla onu susturuyordu. Yol sanki hiç geçmiyor gibiydi. Eve varır varmaz odama geçtim ve Azra'yı aradım. Açmıyordu. Kaç kere aradım bilmiyorum biraz daha burada kalırsam kafayı yiyecektim. Eve gidip onunla konuşmaya karar verdim. Artık kimseyi dinlemeyecektim. Tam kapıdan çıkarken babamla karşılaştık.
-Ozan nereye?
-Biraz hava alacağım baba.
-Otur önce konuşalım.
-Baba
-İtiraz kabul etmediğimi tekrarlamalı mıyım?
Mecbur oturup dinlemek zorunda kaldım. Kesin aynı cümleleri tekrarlayıp benim moralimi daha da aşağı çekecekti. Annemin duymayacağı bir yere, balkona, geçtik.
-Baba lütfen sen de bana aynı şeyleri söyleme ne yaptığımı biliyorum ve pişman değilim. Yine olsa yine yaparım sonuçta orada her kim olursa olsun bir kadın zor durumdaydı-
-Benim aslan oğlum... diyerek babam bana sarıldı. Hayatımın en büyük şokunu yaşamıştım. Babamın bana kızmasını beklerken verdiği tepki akıl alır gibi değildi.
-Kim olursa olsun kadın erkek fark etmeden birine yardım ettiğin için seni asla suçlamam. Ama söz konusu başka şeyler araya girerse o zaman bende dahil olmak zorunda kalırım. Sen bu kariyer için çok emek verdin ve onun böyle bir kavga ile elinden gitmesini ne sen ne de biz  yediremeyiz. Her sorunun kavga olmadan da çözüleceğini sen gayet iyi biliyorsun. Anlaşılan o ki araya başka bir şeyler de dahil olmuş. Konu Azra'ya gelecek olursa, o benim kardeşimin bana emaneti. Hele ki koruduğun kişi o olunca bu konuda ayrı bir hassaslaştım. Ama anlıyorum ki hassaslaşan tek ben değilmişim. Yalan mı?
-Değil baba.
-Hisler ne denli büyük bir çukurdur ki düşmemek için çabalarsın. Ama öyle bir zaman gelir ki hislerin çukuruna düşmemek için verdiğin çaba kalpteki o büyük bataklığa daha çok saplar seni. O bataklık öyle özeldir ki adına aşk demişler oğlum. İnsanı düştüğü için yargılamayacakları tek bataklık oluvermiş zamanla. Ben de seni düştüğün bu bataklık yüzünden yargılayamam. Ama buna tek sen düştüysen de seni bir daha düşmemen şartıyla oradan çeker alırım.  Eğer seni burada tutarsam o  bataklıktaki arayışına engel olmuş  olurum. Gidip ya bataklığındaki diğerini bul ya da bir daha düştüğün için yanıma gelme.
Babamın şiir gibi sözlerinden sonra bataklıktaki diğerimi bulmaya gittim. Evden çıkarken içimde hala bir his vardı. Kapının önüne geldiğimde güvenlik beni içeri almadı.
-Azra hanımın özel talimatı var eve kimseyi alamıyoruz beyefendi.
-Bakın ona söyleyin, Ozan geldi sizinle konuşmak istiyor içeri alacaktır zaten.
-Üzgünüm beyefendi ama böyle bir şey mümkün değil. Kendisi özellikle dinleneceğini, o söyleyene kadar kimseyi kapıdan içeri almayacağımızı  belirtti. Lütfen zorluk çıkarmayın.
Ne demek kimseyi eve almamak! Önce telefonumu açmadı şimdi de eve almıyor şaka gibi resmen! Sakin kalmalıydım bu yüzden derin derin nefes almaya başladım. 4 5 7 kuralıyla nefes alıp vermek beni sakinleştiriyordu. Utanmasam oturup hüngür hüngür ağlayacaktım. Sinirim aşkımdan mı nefretimden miydi çözemiyordum. Eve dönersem bir daha onun adını ağzıma alamayacaktım. Onu bu kadar çok severken adını ağzıma almadan yaşayamazdım.  Onu gördüğüm ilk andan beri seviyorum. Avukatın bir kızı var dediğinde içeri giren melek beni tekrar hayata bağlamıştı. Hem halamın acısını hem kaybettiğim maçları hem de annemin üzerimde yaptığı tüm baskıları unutmuştum. Güzelliği dışında beni ona bağlayan bir şey vardı sanki. O andan beri ona sarılmanın hayaliyle yanıp tutuşuyordum.  Onda da bir şeyler vardı hissediyordum. Ama bunları hiç dile getirememişti. Beni öptüğünde sanki hayat durmuştu. Ne o herifin yardım çığlıklarını ne de polisin siren seslerini duymuştum. O an sadece ona "seni seviyorum Azra" demek içimden geçmişti. Oysaki her şey yalanmış. Ben o bataklıkta tek başıma boğulmuşum. Tek başıma olmasaydım bu kapı bana hep açık olurdu...
Bazen tek bir kelimeye muhtaç duyar insan ya bende o haldeyim. Azra'ya, hayata olan öfkemi de alıp yakın arkadaşım Faruk'un yanına gittim. Giderken düşüncelerim karman çormandı. Faruk stüdyo tarzı bir evde yaşıyordu. Çok iyi derece piyano çalıyordu. İşinden vakit kaldıkça bir orkestra da piyanistlik yapıyordu. Kapısını ne zaman çalsam bana mutlaka zaman ayırırdı. Evin önüne geldiğimde o da camdan dışarıyı izliyordu:
-Ozan beyler sizi burada görmek ne büyük şeref! Bu halin nedir bozguna mı uğradın?
-Sorma ya, yukarı geliyorum.
Yukarıya, eve, çıktım.  Faruk bize soğuk sert bir kahve hazırlayıp getirdi. Yüzüme "artık konuşacak mısın?" dercesine baktı. Bende başladım anlatmaya:
-Faruk biliyorsun benim halam vefat etti yakın zamanda sen de gelmiştin cenazeye.
- Evet gelmiştim de sonra?
-Halamın Amerika'da yaşayan bir kızı varmış.  Yani benim de kuzenim oluyor. İşte ben o kıza...
-Anladım brom da senin bu hale gelmene ne sebep oldu?
-Onun da bir kızı var. Eski eşi olacak herif o gün evine gelmiş kıza bir şeyler söylerken ben de eve gittim. Sonra işte kavga ettim adamla polislik olduk. Beni de biliyorsun bu işlere bulaşmamam gerek. Şikayetini geri çekmiş nedenini bilmiyorum. Bizimkilerle eve gittim ama duramadım içime bir fenalık bastı. Ben de onunla konuşmaya karar verdim. Ama eve gittiğimde güvenlik beni içeri almadı neymiş efendim Azra hanımın talimatıymış bak sen! Ben onu görmek için neler yapıyorum o is neler yapıyor ya. Aklım  almıyor ne yapsam bilmiyorum. Onda da bir şeyler var biliyorum ama neden böyle davranıyor o zaman?
- Peki onda olduğuna emin misin yoksa sadece hislerin mi bunu söylüyor?
-Eminim çünkü o gün...
-Tamam anladım gerisini duymasam da olur. Bence ona da biraz zaman vermelisin. Belki de sana daha fazla zarar vermek istemiyordur. Sen onun için lisansını kaybetmeyi göze almışsın kız sence bunun olmasını ister miydi?
-İstemezdi...
-O zaman kapıyı açmadı diye ona kızman sence mantıklı mı? Ona biraz zaman ver. Elbette ki bir araya geleceğiniz zamanlar olacak. Sen de o da biraz düşünün taşının. Bu ilişki ikinize de zarar vermeyecek bir noktaya varınca ancak temellenebilir.
Faruk gerçekten de mantıklı konuşuyordu. İçim biraz daha rahat etmişti. Faruk'la konuşana kadar mantıklı düşünemiyordum. Şimdi ise biraz daha iyiydim.
-Hadi sana bir parça çalayım da kendine gel.
Elleri piyanonun tuşlarına dokundukça daha da rahatlamaya başladım. Piyano gerçekten de huzur veriyordu. Zaman böyle geçerken bir anda telefonum çalmaya başladı. "Babam" arıyordu. Telefonu açmaktan korksam da içimdeki bir ses açmamı söylüyordu.
-Alo?
-Ozan hemen eve gelmen gerek.
-Baba ne oldu iyi misiniz?
-OZAN EVE GEL.
Evden nasıl çıktım, nasıl arabaya binip kullandığım kısmı hafızamdan silinmişti sanki.  Birine mi bir şey olmuştu? içimdeki geçmeyen korkuyla eve gelmiştim. Arabayı park ettim hızlı adımlarla merdivenleri çıktım. Kapıyı Elif açtı.
-Elif ne oldu birine mi bir şey oldu?
-İçeri geç ağabey.
Kalbim ağzımda ata ata salona geçtim. Gördüğüm manzara anlık olarak kalbimin durmasına yol açmıştı. Salonda Azra yanında tanımadığım bir adamla oturuyorlardı. Babam benim anlık şaşkınlığımı atlatmamı beklercesine biraz sustuktan sonra:
-Ozan, Azra'nın yanında oturan adam onun babası. Sen Azra'ya gittiğin vakit geldiler.
-Ama eve gittiğimde Azra hanım kızıyla dinleniyor dediler.
-Eve kimseyi almasınlar diye söyledim. Asya evde bakıcısıylaydı.
Azra'nın yüzü hiç iyi görünmüyordu. Elinde sıkıca tuttuğu bir defter vardı. Ben salona girdiğimde sadece onu görmüştüm ama aslında herkes buradaymış. Bütün aile salonda oturmuş beni beklemişlerdi.
Ozan eminim ki senin de benim hayatım hakkında bilmen gereken şeyler var. Seni o yüzden bekledik. Bu defterde annem bize bir şeyler bırakmış. Kendi anlatmaya fırsat bulamazsa bunu geçmişini merak eden ailesinin yanında okumamızı tembihlemiş. Normalde ben  ve babama hitaben yazılmış. Şimdi hepinizin yanında bu defteri okumak istiyorum.
Ne hissedeceğimi bilmiyorum ama tek bildiğim şey artık gizli saklı hiçbir şeyin kalmayacağıydı. Azra titreyen sesiyle ilk sayfayı okumaya başladı:
"Bana umut olan, hayatı güzel olsun diye her zaman çabaladığım  kızım Azra'ya ve hayatımı hayatına adadığım, canımdan çok sevdiğim onu sevmekten asla vazgeçmediğim sevgili eşim Arsen'e..."
0 notes
Text
Alki Zei / Geçmişe sarılan arkadaşlarımı anlamıyorum
Tumblr media
Türkçede “Mor Şemsiye”, “Petros’un Savaşı” ve “Aşil’in Nişanlısı” romanları yayımlanan Yunan yazar, siyasi eylemci Alki Zei, 2. Dünya Savaşı sırasında direniş hareketinde aktif rol almış, bu süreçte ülkesinden ayrılıp 10 yıl Moskova’da yaşamak zorunda kalmıştı. 52 yıl sonra kitap fuarına katılmak üzere tekrar şehre döndüğünde kendisiyle karşılaşan genç yazar hayranına o günleri anlatmıştı.
Kendi kuşağımın Alki Zei’yi okumamış birkaç çocuğundan biri olmalıyım, daha sonra yazmaya başlayan birkaç çocuktan biri… Kitabını ilk kez 35 yaşında, onunla Moskova gezisinde tanıştıktan sonra okudum. Hayatımın en hoş sürprizlerinden biriydi: kendi yaşının iki buçuk katında biriyle tanışıp aynı yaştaymış gibi hissettiğin pek fazla kişiyle karşılaşmıyorsun.
Yunanistan 2016’da Moskova’da düzenlenen Uluslararası Kitap Fuarı’nın onur ülkesiydi. Ülkeyi temsil eden yazarlar Alki Zei, V. Vasilikos, E. Trivizas, I. Burozopulu, Xr. Xrizopulos, Kr. Gliniadaki ve bendim. Vasilikos ve Zei ile birlikte Rusya’ya gidip döndüm. Havaalanına  uçağın kalkışından iki saat önce vardım ve ikisi çoktan oradaydı. Yan yana oturmuş iki sınıf arkadaşı gibi sohbet ediyorlardı. Moskova’da bizi alan minibüste Zei’nin yanına oturdum. Pencereden dışarıyı dikkatlice izledi. Neredeyse 60 yıl önce burada yaşadığını biliyordum. ‘’Şehir hakkında şimdi ne düşünüyorsunuz?’’ diye sordum. ‘’Bilmiyorum’’ diye omuz silkti, ‘’Yarın evimi görmeye gideceğim.’’ Daha sonra da ekledi ‘’Sana oğluma kimin bakıcılık yaptığını söyleyeyim mi? Tarkovski.. Harika biri olacağı belliydi.’’
Sovyet yapımı dev otelimize yerleştik – lobi eskort kızlarla doluydu- ve ertesi gün bir sergide zaman geçirdikten sonra akşam yemeğinde onunla karşılaştık. Makyajı, elinde bir kadeh viskisiyle keyifli görünüyordu. ‘’Evinizi ziyaret ettiniz mi?’’ diye sordum, ‘’Evet, onu tanıyamadım. Neden biliyor musun? Moskova’yı bu haliyle sevmedim. Bir daha gelmem.’’
O anda şöyle düşündüm: 93 yaşında bir kadın, yaşından dolayı değil, hoşlanmadığı için Avrupa’nın diğer ucundaki Moskova’ya gelmeyeceğini söylüyor.
Onunla biraz daha yakınlaştıktan sonra neden böyle söylediğini daha iyi anladım. Ruhu buraya ve şimdiye odaklanmıştı, algıları ileriye dönüktü, nostaljiden, onun yaşı ve kuşağındaki birçok kişide rastlanılan kibir ya da yaşayıp, çektiklerinden dolayı hissettikleri acıdan uzaktı. Dünyevi ve göksel bilgeliğe, şakacılığa, sevimli ve becerikli alaycılığa sahipti, çünkü artık kimseye kanıtlayacak bir şeyi yoktu. Bu kadar uzun yaşamış, bu kadar çok eser vermiş biri, kime neyi kanıtlamak zorundaydı ki?
Sonraki iki gün birlikte çok zaman geçirdik. Mesafeler o kadar uzundu ki yorulmamak için tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı. Grubun en genç üyesi olarak da onu ben taşıdım.
Son gün programımız serbestti ve şehri dolaşmak için dışarıya çıktım. Onunla otelde buluşmak için biraz geciktim. Beni arayıp ‘’Neredesin?’’ diye sordu. ‘’10 dakika sonra geliyorum’’ dedim. ‘’Yoksa bir tavşana mı yakalandın?’’ diye lobideki kızları ima etti. ‘’Hayır hayır’’ diye itiraz ettim. ‘’Sana inanmak istiyorum’’ derken gülüyordu.
Daha sonra kahve içerken sohbet siyasete geldi. ‘’Geçmişe sarılan arkadaşlarımı anlamıyorum. Eve geldiklerinde siyaset konuşmaktan kaçıyorum dayanamıyorum.’’ dedi.
Atina’ya döndüğümüzde ona oğluna kadar eşlik ettim ve tekrar görüşmek üzere sözleştik.
İki hafta sonra ‘Petros’un Uzun Yürüyüşü’nü –ç.n Türkçeye ‘Petros’un Savaşı’ adıyla çevrildi- okuyup onu evinde ziyaret ettim. Harika zaman geçirdik ve daha sonra da birkaç kez telefonda sohbet ettik.
Evine gittiğim o öğleden sonra benim için ‘Petros’un Uzun Yürüyüşü’nü imzaladı. Kitap benim değildi ve epeyce de yıpranmış bir baskı olduğu için ona daha yeni okuduğumu söylemeye utandım. Bana o kitabı bir arkadaşım vermişti ama çocukluğumda iki tane vardı. Eminim bu satırları okuyabilseydi beni affederdi.
(Yannis Palavos / Nisan 2023 / Katimerini gazetesi Pazar Sanat ve Edebiyat ilavesi / Tercüme: Figen Yanık)
Sürgünde geçen hayat
1923‘te Atina’da doğdu. Çocuk romanları yazarı. Eşi oyun yazarı Giorgos Zevastikoglu ile birlikte 1954-64 arasında SSCB’de siyasi mülteci olarak yaşadı. 1964’te ailesiyle birlikte Yunanistan’a döndü. 1967’deki Albaylar Darbesi nedeniyle bu kez de Paris’e yerleşti. Yunanistan 1974’te tekrar demokratik yönetime geçtikten sonra döndü ve Atina’da yaşadı. 2010’da Atina Akademisi’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görüldü. 2014’te Selanik Üniversitesi tarafından onursal doktora verildi. Türkçeye Petros’un Savaşı – Mor Şemsiye ve Vitrindeki Kaplan adlı çocuk kitaplarıyla Aşil’in Nişanlısı adlı yetişkinler için yazdığı tek romanı çevrildi. Şubat 2020’de Atina’da öldü. (Yazarın web sitesine ulaşmak için tıklayın)  
……………….
Yannis Palavos: 1980 Kozani doğumlu. Öykü yazarı ve çevirmen.
1 note · View note
mevsimsizcicek · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Hadi ben kaçtım ! 
Üniversite anılarının biriktirildiği anı defterinin şimdilik sonuna geldik. Buradan başka hesabım olmadığı için bir anda kapatsam boşluğa düşer miyim düşüncesiyle yaklaşık bir buçuk ay boyunca kendimi denedim. Boşluğa düşmedim. Ferahladım, tam manasıyla başaramasam bile yenilenmeye çalıştım. Ne yapacağımı bilmediğim ve önümü göremediğim bölümümden mezun oldum. Geçen ay elim titreyerek kaydımı sildim, geçtiğimiz Cuma’da diploma almaya gittim.
Altı yıl evvel açtığım blog sayesinde altı yıldır bir adım yol almadığımı fark ettim. Belki almışımdır ama görmüyorumdur. Tam olarak başladığım noktadayım gibi geliyor. Ne bir ileri, ne de bir geri. Tam olarak aynı nokta. Kendimle savaşıma kaldığım yerden devam ediyorum. Neyse bu konuyu uzatmıyorum. Buradan ve aynı zamanda tüm ülke gündeminden uzak kaldığım günler boyunca doğru nefes almayı öğrenmeye çalıştım. Nefes sen ne güzel bir şeysin. 
Bunun “ben gidiyorum” yazısı olması gerekirken yine iç dökmeye başladım. Neyse, ne diyordum. Şu sıralar hiç iyi hissetmiyorum ama yaşamakta galiba tam olarak bu: Sürekli düşüp yeniden kalkmaya çalışmak. Ben bu sefer biraz kötü düştüm. İçimdeki acı yıllar evvel 6. sınıfta beden eğitimi dersinin ödevini yapmak için dağda fotoğraf çekimi yaparken 1,5 metrelik bir çukura kafamın üzerine düştüğüm ve  burnuma kalıcı bir hasar veren gün yaşadığım acıyla aynı. Çözdüğümü sandığım tüm problemlerim yeniden karşıma çıktı hem de en güçsüz ve kendime inançsız olduğum günlerde. Ben meğersem tüm problemleri çözdüm sanıp derinliklere saklamışım. Temizlenmeyecek gibi değil ama zaman alacak. Kolay değil 24 yılın tozunu silip süpürmek. 
Blog boyunca hep ama hep söylediğim gibi: öğrencilik hayatımı ve öğrenmeyi bitirmek istemiyorum. Lisans hayatım bitmişken, kim bilir belki yüksek lisans için anı biriktirmeye gelirim. Güzel enerjilerimizi ve dileklerimizi gönderelim bakalım. 
Gittim, geldim, uzak kaldım derken blog sürecini şöyle bir canlandırdım da: Başlarda hep olumlu olmaya odaklanan halim zaman içerisinde bayır aşağı koşarak inmiş. Burada bir şeyler paylaşırken de sorumluluk altında hissettim hep kendimi. Nasıl başkalarının paylaşımlarından olumlu/olumsuz etkileniyorsam ben de aynı şeyi yapıyor olabilirdim. Bu durum zaten içimde hiç susmayan kaygı çığlıkları varken daha da yük oldu. 
Buraya yeniden döner miyim bilmiyorum. Yepyeni sayfalar açmak istiyorum. En azından deneyim. Onlarca anı kutusu olan birisi için 6 yıllık anı bloğunu silmesi imkansız gibi bir şey olduğu için, burayı elimde basılmış şekilde saklamanın bir yolunu bulana kadar korumaya devam edeceğim. Şimdilik bir dönemin sonuna geldim. 
Burada olduğum süre boyunca çok güzel insanlarla karşılaştım. Hepinize teşekkür ederim. İyi ki karşılaştık. En korktuğum şeylerden biri farkında olmadan hak yemek. Umarım böyle bir şey olmamıştır. Lütfen haklarınızı helal edin. Ben helal ediyorum. Hayatın çiçek bahçesi olmadığının farkındayım ama dilerim bu karmaşadaki çiçekleri görebilecek farkındalıkta oluruz. 
Burası güzel bir yoldu ama ben biraz yoruldum.
Şimdilik hoşça kalın.
59 notes · View notes
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
UEFA Şampiyonlar Ligi 2. Ön Eleme ikinci maçında 5-1'in rövanşında PSV Eindhoven ile karşılaşacak olan Galatasaray'da Teknik Direktör Fatih Terim basın toplantısında konuştu.
Rövanş maçına dönük açıklamalarda bulunan Terim, gündemdeki transferler hakkında da net ifadeler kullandı. İlk maçta bir strateji yaptıklarını söyleyen Terim, “Oyunu tutan bir oyun ortaya koyup, başta da pres yapacaklarını bildiğimiz için oradan gol yemeden çıkan bir Galatasaray düşünmüştük. Bunu 15-20 dakika gibi bir süre için düşünmüştük. 17. dakikada normal düzenimize döndük. Biz de şöyle bir huy vardır, o gün yeni neyse ona atıf yapılır, o gün de değişik olan üçlüydü. Kazansanız deha olarak çıkarsınız ama öyle bir niyetim yok. Biraz da bu soru beni geriye götürdü, çok sık konuşmadığımız için bazı şeyleri yanlış anlıyoruz, sosyal medyada, gazetede ne söyleniyorsa ona inanıyoruz. Esasında baktığımızda bir sezon önceye, mayıstan sonraki duruma iyi bakmak gerek. Lig biter bitmez aşağı yukarı 11 oyuncu kaybettik. Etebo, Henry, Saracchi, Halil ve Gedson otomatik olarak kulüplerine döndüler. Mali sıkıntılarımız artı, UEFA'nın bizi 3 yıl cezalandırmasından kaynaklanan ve bizim de mecburen kiralamak zorunda olduğumuz dönemdi. Bu hep bana denk gelir ama ben ağzımı açmam. Kötü şeyler Fatih Terim'e denk gelir. Bunun yanında Belhanda, Martin Linnes, Donk, Şener ve Okan da gitti. Etti 11. Birden bire ceza yemesine rağmen son iki hazırlık maçımızın en formda oyuncusu Oğulcan'ı da kaybettik. Lisans vermediler, en formda oyuncumuz. Özelikle atakta faydalanacağımız oyuncu. Bunlar yetmiyormuş gibi Yedlin ve Emre Akbaba da korona oldu” ifadelerini kullandı.
“Ben 3 yıl dedim ama bu 3 yıldan da vazgeçmedim”
Takımdan ayrılan ve eksik olan isimlerle ilgili sözlerini sürdüren Terim, “Sağ bekimiz yok, orta sahamız sıfır, bir tane var o da 6 değil 8 numara. Denedim deniyorum. Savunmanın üçlü veya dörtlü olmasıyla alakası yok. Bir sezon önceden böyle çıktığınız zaman, çok kısa sürede 14 Haziran'da açtığınız sezonda, bir ay içinde, 15 gün içinde hala seçim yapılmamıştı. Açıkçası ben ve başkanımız aynı fikirde. Kısa vadede kalite eklemek için bu finansal yükün altına girecek durumda değil Galatasaray. Zaman zaman okuyorum, şu oyuncular gelmiş ‘hayır' demişim. Alioski 3 sene için 7.5 milyon artı bonus olursa o zaman olmaz. Normal sol bek de değil, bu sene oynadı, orta saha oyuncusu. Tabii ki kabul etmem. Maçtan sonra boşuna üç yıl demedim, Galatasaraylılar beni anlayacaktır, bu söz, 3 yıldan vazgeçtik demek değildir. Ben Galatasaraylılara 1 gün bile biz bir şeyden vazgeçeceğiz demedim. PSV karşısına çıkıyoruz, hiç de şikayet etmeden kendi elimizdeki kadronun en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bir maç içinde kimsenin başına gelmeyecek işler bizim başımıza geldi. Buna rağmen oyunu dengeledik. 3-1'e kadar rakibin pozisyonu yoktu. Ama biz de pozisyon bulmakta zorlandık. Esas söylemem gereken, görevde olduğumuz sürede iki defa üst üste şampiyon olduk. Bu arada Türkiye Kupası'nı ve Süper Kupa'yı aldık. Unutmayalım ve hatırlatalım. Üçüncü sezonda üst üste 8 galibiyetle gelen bir Galatasaray varken pandemi denk geldi. O günden bugüne Galatasaray'da bir türlü istikrarı oturtamadık. Nedenini söyleyelim, bazı mevkilerde iki oyuncumuz varken onları kaybettik, üçüncüyü monte etmek zorunda kaldık. Bunlar istikrardan uzak işlerdir. Buna rağmen iki golle şampiyonluğu kaybettik. Geçen sene başladığı anda hepinizin ortak kararıyla zevk veren bir Galatasaray var idi. Dolayısıyla pandemi nedeniyle bir türlü istikrarı temin edemedik. Bundan sonraki kadro planlamamız için üç transfer yapıldı dediniz. Başkan, yönetim ve ben, ekibimle beraber kalan sürede kadro planlamamıza aynı mantaliteyle devam edeceğiz. Bu üç transfer bir tanesi Sacha Boey, sağ bek. Bir tanesi Alexandru Rumen orta saha oyuncumuz. Bugün de van Aanholt bugün geldi, o da sol bekimiz. Göreceksiniz ki tecrübeli oyuncular olacak ama esas ana tema 20-25 yaş arası yetenekli olan, ben ekibim ve scout grubumuzun ortaklaşa çok uzun zamandır seyrettiğimiz oyuncuları almaya devam edeceğiz. Burada genç oyuncularımızın alacağı rakamları da dikkatlice izlemenizi rica ederim” açıklamasını yaptı.
“10 oyuncu da alsak elenebilirdik”
Yapılan transferlerin PSV ile oynanan ilk maçta forma giymesi halinde durumun farklı olup olmayacağı sorusunu yanıtlayan Terim, “10 oyuncu da alsak elenebilirdik. Bu takımla da 5-1 olur muydu ama sonunda elenebilirdik. Manchester elenmese şu an hazırlık dönemindeydik. Olabilecek ne varsa bizim aleyhimize oldu. Galatasaraylıların bilmesini isterim ki 3 yılı işaret ederken ben bunu işaret ettim. Üç yıl bana müsaade edin demedim, hiçbir şeyden vazgeçmeyiz, genel anlayışımız Galatasaray'ın geleceğini inşa etmek üzerine. Yarın kendi ismimi taşıyan statta olacağız. Ne kendi ismimi taşıyan statta ne de yıllarımı verdiğim Ali Sami Yen'de de hiç yenilmek istemem. Ümit ediyorum yarın takımımız iyi bir mücadele edecek ve tutkulu bir oyun oynayıp ‘Olsun elendik ama çıkıp harika bir mücadele örneği gösterdiler, modern futbol örneği verdiler' denilmesi için oynayacak. Tabii ki hiçbir şeyi bırakacak halimiz yok, her şeyi deneyeceğiz. Rakibimizin aldığı sonuç, neredeyse bize çok az bir şans bırakıyor ama bunu da deneyeceğiz” ifadelerini kullandı.
“Gedson'un Türkiye'de başka takımda oynayacağını düşünmüyorum”
Gedson Fernandes transferiyle ilgili konuşan Fatih Terim, “Gedson, Galatasaray'da çok mutlu oldu, biz de onu seviyoruz ancak bu sene Gedson'u vermek istemediklerini söylediler. Buna rağmen ayın 1 Eylül'e kadar bazı şeylerin değişmesini bekliyoruz. Her an her şey olabilir ama son cümle buydu. Hatta Türkiye'den başka kulüplerin de talip olma durumu vardı ama onun Galatasaray'dan başka yerde oynayacağını açıkçası düşünmüyorum. Biz her şeye hazırlıklıyız, cezamız da bitti. Öyle 3-4 transferle kalmayacağımızı da söylemek isterim. Çünkü aşağı yukarı 20'ye yakın oyuncu boşalttık. Daha da olacak, ben çok net olarak tabii ki başarı istiyorum. Galatasaray ile her sene şampiyon olsam yetmez, hatta bunun da esprisini yaparız, her sene şampiyonluklar önemlidir ama en önemlisi bu senedir deriz. Tabii ki başarı çok önemli ama bizim anlayışımız Galatasaray'ın geleceğini inşa etmek. Yol üzerindeki kilometre taşlarından ciddi bir miras bırakmak istiyorum. Ciddi bir jenerasyon bırakmak istiyorum” diye konuştu.
“Ghezzal'ı çok istedim, başkan da istedi”
Geçtiğimiz sezon Beşiktaş'ta kiralık olarak forma giyen Rachid Ghezzal'ı istemediği yönünde çıkan haberlerle ilgili de konuşan Fatih Terim, “Hayır tam tersi çok istedim, hatta başkan da istedi. Şahsi oyunculara girmek istemiyorum ama bu tip şeylerin spekülasyonu çok oluyor. Geçen sene her gittiğimiz deplasmanda yasak olmasına karşın olağanüstü seyirciyle karşılaştık. Hatta Beşiktaş maçı öncesinde ‘Bizim seyircimizi niye almıyoruz' dedim, rica ettim, ne olursunuz dedim, ama ben istememişim dediler. Benden teyit ettirmeden bu tip dolaşan şeylere ne siz ne de Galatasaraylılar itibar etmesin. Sonunda böyle söylediğiniz zaman doğrusu meydana çıkıyor. Çünkü ben kamuoyu önünde konuşuyorum” dedi. Transferlerle ilgili konuşmayı sürdüren Terim, “İsimlere girersek sonu olmaz. Galatasaray'ın 1 Eylül'e kadar neler yapacağın göreceksiniz, nasıl bir anlayışla devam edeceğini göreceksiniz. Hangi teknik adam Ghezzal'ı istemez de istemedi diye bir şey çıkar. Söylemem gereken bazı şeyler var ama şu an söyleyemiyorum. Futbol dinamiktir, transfer de böyledir. Bugün istediğiniz bir oyuncuyu yarın istemezsiniz ama dün vazgeçtiğiniz oyuncuyu bir gün sonra alırsınız. Listenizde olmayan ama sizin için fırsat transfer haline gelmiş oyuncuyu da alabilirsiniz. Ben size ana hatlarını söylüyorum, kulübümüzün bazı tasarruflarını söylemem yanlış olur. Morutan, çok iyi bir futbolcu, çok da beğeniyorum. O nasıl bize haber yollamış, bizim az paramız olduğunu biliyor herhalde, ‘Zayıf oynuyorum ki az paraya beni alsınlar' demiş. Makul bir paraya herhalde Galatasaray yok demez. Hakikaten zevk verecek oyunculardan bir tanesi. O zevki de daha önce abileri burada verdi. Hagi, Popescu, Ilie hala buradalar. Top ayağındayken herkesin mutlaka oynamasını isteyeceği bir oyuncu, gelişeceğini de düşünüyorum, ben de onu beğeniyorum” diyerek transferlerle ilgili düşüncelerini aktardı.
“Taraftarı çok özledik”
Galatasaray taraftarına mesaj gönderen Fatih Terim, “En az onlar kadar biz de onları çok özledik. Taraftarlı oynasaydık belki de şampiyonluğu kaçırmazdık. Biz taraftarlarımızla bütünleştiğimizde çok daha etkili, yenilmez oluyoruz. Bir de heyecanlıyız. Teknik heyetimle maç sonrası analiz yaparken ‘Acaba Eindhoven'daki seyirci, 1,5 sene sonra bu kadar sessiz oynayan bir grubu rahatsız mı etti' diye düşündük. Bu iş taraftarla güzel, galibiyetler de taraftarla daha güzel kutlanıyor. Kötü sonuçlar da taraftarın desteğiyle daha rahat atlatılıyor. Biz de onları özledik, inşallah yarın kavuşacağız. Elbette başarılı olmak için uğraşıyoruz, başarılı olmak için çalışıyoruz. Ben burada bir mantalite, burada bir sistem ve burada benim aklımdakileri sahaya yansıtabilen bir takım ve bir jenerasyon bırakmak istiyorum. Giderken böyle bir şey bırakmak istiyorum. Bana göre alınacak kupalar, kazanılacak şampiyonluklardan daha büyük olan budur. Eğer bunu başarabilirsem bana göre benim en büyük başarım bu olacak. 2000 yılında giderken böyle bir takım bırakmıştım, yine böyle bir takım bırakmayı kendime en büyük başarı olarak addediyorum. Onun için de bizim taraftarımıza ihtiyacımız var” dedi.
“Avrupa'ya yetişme imkanımız yok”
Avrupa'yla aradaki makasın açıldığını sözlerine ekleyen Terim, “Özellikle ekonomik olarak çok açıldı. Dolayısıyla idare ve teknik olarak da tesirlerini görüyoruz. Oyunun 75. saniyesine bakarsan bir sonuç ama geneline bakarsan sonuç değil, bu bir düşüncenin karşılığı olarak karşımıza çıkıyor. Şu gerçeği kabul edelim, ekonomik olarak yetişme imkanımız yok. Sizin 2'ye alamadığınızı 20'ye alıyorlar. Bu oyuncuyu onlar buluyorlar da biz niye bulmuyoruz diyoruz ama biz de buluyoruz. Ancak 15-16 yaşındaki bir oyuncuya 20 milyon Euro verebilir miyiz, veremeyiz. 8 yaşındaki oyuncuya 4 milyon Euro versek kıyamet kopar. Bugünlere geldiğimiz zaman üste çıkabiliriz. Onlar da biz de buluyoruz. Belki tarihte ilk defa altyapımıza bütçe koyacağız. Tarihte yok. Herkesin bütçesi yok. 8-10 milyon vermek hiçbir şey onlar için, sonuçta 100-150 kazanma ihtimalleri var. Bunların yarısından çoğunu da kaybediyorlar” diyerek devam etti.
Terim ilk 11'i açıkladı
3 sene sonrası için kendisinin de planları olduğunu ifade eden Terim, “Galatasaray planım var. Yönetimimizin de süresi üç sene, benim de üç sene. Giderken, yapacağım en büyük iyiliğin bu olduğunu söylüyorum. Yoksa bir şey için değil. Galatasaray'da gitsek nereye gideceğiz. Galatasaray bizim, Galatasaray bizim evimiz, yuvamız. Ayrılsak da kalbimiz onlarla. Gerçek kontrat bu. İleriki yıllara bakacağız” diyerek sözlerini tamamladı. Terim son olarak yarın oynanacak olan karşılaşmada sahaya süreceği 11'i açıklarken, Emre Akbaba'nın Covid-19 nedeniyle hastanede olduğunu ve hastalığı kötü geçirdiğini ifade etti.
Galatasaray'ın PSV Eindhoven karşısında yarın sahaya çıkacağı 11 şu şekilde:
“Muslera-Yedlin, Luyindama, Marcao, Ömer - Emre Kılınç, Aytaç, Sekidika, Kerem - Muhammed, Barış"
Bozhan Memiş  
1 note · View note
zbostan · 4 years
Text
münevver'in, istanbul'dan nâzım'a yazdığı mektup.
canım,
uzandığım yerde yazıyorum.
yorgunum pek.
aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil.
havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
haftada otuz liralık odun lazım,
başa çıkılır gibi değil.
sofada demin iş görürken,
battaniyemi aldım sırtıma.
camlar çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor,
burada barınmamız imkansız artık,
taşınmalı!
ev yıkılacak üstümüze.
kiralar da pahalı mı pahalı.
sana bunları ne diye anlatırım?
üzüleceksin.
derdimi kime dökeyim?
kusura bakma.
ısınsa, iyice ısınsa ortalık ama
hele geceler.
bıktım usandım üşümekten.
rüyalarımda afrika'ya gidiyorum.
cezayir'deydim bir sefer.
sıcaktı.
alnımı bir kurşun deldi,
bütün kanım aktı,
ama ölmedim.
bana bir hâl geldi.
çok ihtiyarladığımı hissediyorum.
halbuki biliyorsun,
henüz kırkıma basmadım.
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorum da,
söyleyince kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesten.
her neyse bu bahsi kapat.
paraguay halk türkülerini çaldı radyo.
bunlar dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış.
acı da, umutlu da...
bayıldım paraguay türkülerine.
adviye‘den mektup aldım.
beni çok göresi gelmiş,
hiç unutamıyormuş
şaştım da kaldım.
yıllardır,
sen memleketten gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
ne bir haber yolladı hatta.
hatta sokakta karşılaştık.
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
en yakın arkadaştık!
ama arkadaşlık ağaca benzer,
kurudu mu,
yeşermez artık.
ben cevap yazmadım.
neye yarar?
evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
düşmanlığım da yok elbet.
otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş
hastalıklı bir şeymiş adam
manyağın biri.
halbuki adviye ne canlı kadındır.
gidip baktım oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
yorganı açılmış, örttüm.
bir kara haber de verdi bu akşam radyo;
irène joliot-curie ölmüş.
daha gençti, yılları var
bir kitap okudumdu
ölenin anası üstüne yazılmış.
bir yerinde, iki kız çocuğundan bahseder.
satırlar gözümün önüne geldi-
sarışın iki yunan heykeli gibi der.
işte bu çocuklardan biri öldü.
bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
o sarışın kız çocuğu da
bu ölüm bana çok dokundu.
irène joliot-curie için
ağladım bu akşam.
ne tuhaf,
irène deselerdi, irène
öldüğün zaman
deselerdi,
istanbullu bir kadın
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan, deselerdi
şaşardı.
kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
baş sağlığı dilesem
diye düşündüm.
adresini bilmiyorum ama
paris, frederik jolio-curie desem
gider miydi?
bir de fransız yazarı öldü.
gazetede okudum.
adını bile duymamışsındır.
çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
sinik,
cenabet herifin biri.
her şeyle alay etmiş ömrü boyunca.
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce.
ölümü alaya alıyor aklınca.
ama belli dehşeti de korkuyor.
resmi de var.
büyükannemizi erkek yap,
tepesine bir takke köy,
işte herif.
korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
ona da acıdım
belki büyükannemize benzediğinden,
belki de yalnızlığına.
acıdım.
ama aynı acıma değil elbet.
açıyorsun irène curie'ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını,
ama daha çok dünyaya acıyorsun,
büyük bir insan öldü diye.
sana bir müjdem var;
okumayı öğreniyor tembel oğlun.
epeyi söktü kerata.
tut, koş, kitap, kalem, çanta....
mükemmel değil mi?
her harfi bir şeye benzetiyor;
a bir evmiş,
b göbekli bir adam,
t bir keser.
ödüm kopuyor tembel olacak diye.
hep ona iş yaptırmak istiyorum.
kız olsaydı kolaydı.
kadınların her yaşta
her iş gelir elinden.
ama beş yasında bir oğlan,
ne becerebilir?
ah bir ısınsa havalar..
ısınacak.
uzadıkça uzadı mektubum.
kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver.
beni unutma.
bana hemen cevap ver,
akıllıdır münevver,
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
sensiz perişanım,
beni unutma.
kendine iyi bak.
gözlerinden öperim canım.
güzel geceler.
kendine iyi bak.
bana hemen cevap ver,
dertlerimi aklında tutma,
unut.
beni unutma..
youtube
3 notes · View notes
myblogumut · 3 years
Text
Bay Jack ile Dünya Gezimiz
 Sabah vaktiydi. Jack, kapımı çaldı ve beni uyandırdı. Jack, heyecanlı görünüyordu. Masaya oturduk ve başladık konuşmaya;
Jack:
- Dostum bir fikrim var. Seninle şöyle dünyayı dolaşmaya ne dersin.
Bunun harika fikir olduğunu, bir gemi ve gemiye kaptan bulmamız gerek olduğunu söyledim.
Jack:
-Bu konuyu halledeceğim Umut. Sen  yeter ki bana istekli olduğunu söyle.
Bende istekli, heyecanlı ve hazır olduğumu söyledim. İki gün sonra Jack geldi. Bana gemiyi bulduğunu ama gemiye kaptan bulamadığını söyledi. Bende gemiye kaptan bulmayı bana bırakmasını istedim. Ona eski bir kaptan arkadaşım olduğunu ve ona güvenebileceğimizi söyledim. Bu arkadaşımın adı Kaptan Ricardo idi. Kaptan Ricardo; kaba sakallı,kel,uzun burunlu, oval yüzlü,siyah gözlü ve yanağında beni olan;sert bakışlı, zeki ve biraz kaba birisidir. Jack'e bunları anlattıktan sonra kaptanı çağırmayı onayladı. Ben Kaptanla haberleşip, durumu anlattım. Kaptan önce şartının yerine getirilmesini, sonra teklifi kabul edeceğini söyledi. Kaptanın teklifi; iki külçe altın, 1 yıllık erzak ve birazda altın tozu istiyordu. Ben Jack ile konuyu konuşup kabul ettik ve kaptana istediklerini verdik. Yaklaşık 6 gün sonra kasabadan yelken açtık. Yanımıza erzak, av tüfekleri ve mermileri vb. Şeyler aldık.
 İlk uğrayacağımız ada; Tilu Adası idi. Yaklaşık bir günlük yolculuktan sonra adaya vardık. Bu ada sanki biraz ürkütücüydü. Yani ben kendimi iyi hissetmedim. Adada daha önce ateş yakılmıştı. Ayak izleride gördük. Ben hemen buradan gitmemizi söylesem de Jack, adayı keşfetmemizi söyledi. Bu düşünceye Kaptan Ricardo katıldı. Ben tırsmıştım. Av tüfeklerimiz sırtımıza aldık ve yola koyulduk. Adanın ağaçlık kısımlarına doğru ilerliyorduk. Müzik sesleri duyduk. Burada bir grup insan vardı.  adımlarımızı titizlikle yavaşlattık. Üçümüz bir çalının arkasına saklandık. Bu insanlar; değişik kıyafet giymişler ve garip bir şekilde dans ediyorlardı. Birden Jack hapşırdı. Bizi farkettiler. Hızlı bir şekilde koşarak gemiye doğru yol aldık, dümen çektik ve başladık kürek çekmeye. Arkamızdan bir grup kızıderili  geliyordu. Garip garip şeyler söylüyordu. Hemen dümen çekerek oradan uzaklaştık. size demiştim diye sayıkladım.
Jack:
-Haklıydın Umut. Bu adayı keşfetmekte hata ettik.
"Önemli değil Jack. Her insan hata yapar. Ama bazıları vardır ki; hatayı yapıp pişman olmazlar. Neyse yolculuğumuza devam edelim."
Karnımız acıkmıştı. Bir şeyler atıştırdık ve yolumuza devam ettik. sıradaki gideceğimiz yer; Hint Okyanusu'nda  bulunan Mauritius Adasıydı. Yaklaşık 9 saat sonra adaya vardık. Adanın yerlileri, bizi dostça ve misafirce ağırladı. Oysaki bazı insanlar, birbirlerinin yüzüne dahi bakmıyordu. Hemen bize bir şeyler ikram ettiler. Nereden geldiğimizi sordu adanın şefi. Bende Tilu Adası'ndan geldiğimizi ufak bir dünya gezisine çıktığımızı söyledim. Bu lafımı hoş karşıladılar. 1.5 saat kaldıktan sonra adadan ayrıldık ve üçümüz daha 72 adayı gezdik. bazen iyi insanlarla karşılaştık. Bazende kötü...
1 note · View note
gavurungizi · 4 years
Text
Bu zamana kadar hayatıma kimler girip bana zorbalık yaptıysa ya da yapmadıysa sonunda bir şekilde bir yerde karşılaştık ve hepsinden “Özge sen ne kadar iyi bir insansın ya” cümlesini duydum.  10. sınıfta bir sınıfta denk geldiğimiz ve bir dönem geçirdiğim iki arkadaşımla yıllardır ortak arkadaşlara sahip olmamıza rağmen yeni denk gelebildik. 10sınıfımın 2. döneminde aşırı iyi anlaşmamıza rağmen “şaka” adı altında ya da   takılıyoruz biz sana yaaa diyerek zorbalık yapan bu tatlış arkadaşlarımla tekrar denk geldiğimde sonsuz özür duymak ve benimle tekrar iyi anlaşmak için çabalarını izlemek gerçekten gurur verici bir şey. Evet bütün şakaları kaldırabilen bir insandım ve kendiyle dalga geçebilen her zaman kendisiyle barışık bir insandım. Hiçbir zaman bana laf sokmaya çalışan insanla kavga etmedim. Çok istesem de kimsenin saçını başını yolmadım. Uzun yıllar boyunca ben de  orada şunu deseydim, burada şunu yapsaydım dedim. Yakın zamanda da iyi ki yapmadım iyi ki kendimi hiçbir zaman o seviyeye düşürmedim, iyi ki şu an özür dileyen onlar diye düşünüyorum. Teşekkürler canım kendim. Bazen beni çok mutlu ediyorsun
3 notes · View notes