BİZ BÜTÜN BUNLARI, MAFYA ARTIKLARININ AÇIKLAMALARIYLA, SEKS KASETLERİYLE, ŞANTAJ VE MONTAJLA, MİLLETİN YATAK ODASINA GİRMEYLE VE FETULLAH GÜLEN CEMAATİ İLE DİRSEK TEMASI KURMAYLA SEÇİM KAZANILACAĞINA İNANAN SALAKLAR VE BU SALAKLARI ALKIŞLAYANLAR YÜZÜNDEN YAŞIYORUZ.
Hatırlar mısınız bilmem,
Bir zaman önce, sosyal medyada fenomen olan sıkıntılı bir çocukcağız vardı.
Bu kardeşimiz önceleri ekranın karşısına geçip travmalarını anlatıp ağlıyordu. Sonra beğeniler gelmeye başladıkça, canlı yayınlarda, bu anlatımların yanına, sağını solunu kesmeyi de ekledi. Öyle ki, kan döküldükçe ve çocuk gözyaşları döktükçe, takipçiler daha çoğalmaya başladı. Hatta yüzbinlere dayandı. Takipçilerin tek istekleri vardı. “Bu kadar saçmalama yetmez. Bize daha fazlasını göster.”
En sonunda “reyting” belasına, çıtayı yükseltmek adına ve büyük ihtimalle, sonuçlarını da düşünüp etmeden, parklarda erkek çocuklara “Birbirinizi dudaklarınızdan öperseniz, size para vereceğim.” gibi videolar çekmeye başladı.
Ve en sonunda da sanırım bu videolar başına bela oldu ve hapis cezası aldı.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Bu çocukcağızı destekleyen, ona “Yürü koçum, kim tutar seni.” diye gaz verenler, bu kez de dönüp, “Yahu bu kadar da olmaz ki. Ne kadar rezilsin sen.” falan deyip, hakaret etmeye başladılar.
Sonuç olarak,
“Dün kendi elleriyle yarattıklarını, bugün yerin dibine soktular.”
***
Sabah sabah size bunu neden mi anlattım?
Anlatayım.
Seçim tarihi belli olduktan hemen sonra, halen namusunu, onurunu, kavgasını ve vicdanını kaybetmemiş olan muhalefet kanadını insanları, kolları sıvayıp, nihayet, yıllar sonra, bir seçimden iyi sonuçlar alıp, iktidarı alt etmek için çalışmalara başladı.
Sandıkların nasıl korunacağından tutun da, mahalle mahalle gezip, insanlara nasıl ulaşılması gerektiğine kadar, her şey en ince ayrıntısına kadar düşünüldü ve harekete geçildi.
Ülkenin hor görülenleri, eziyet çekenleri, itilip kakılanları ve ötekileştirilenleri…
Kim varsa, ayağa kalktı.
Bahar…
Umut…
Direniş…
Birlik…
Özgürlük…
Barış…
Eşit bir yaşam…
Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek, köylü kentli, Kürt Türk, Alevi Sünni…
Artık aklınıza kim gelirse…
“Bu kez olacak!”
***
Ama olmadı.
Olamadı.
Çünkü, nasıl olduysa, bir anda, içimize çöreklenen ve kendilerini bizdenmiş gösteren yaratıklar birer ikişer ortaya çıkmaya başladı.
Kanal belliydi.
Suyun akacağı yol belliydi.
Döküleceği deniz belliydi.
İçimizdeki yaratıklar kanalın önünü kapattı, suyun akışını değiştirdi.
Berrak olan suyu bulandırmaya başladı.
İşte “Kaybetmeye mahkumuz” kısmı da tam burada başlıyor.
Çünkü “Devrim ahlaksızlık ve vicdansızlık” kabul etmez.”
Ahlaksızlığın ve vicdansızlığın olduğu yerde devrim olmaz.
Kazara olsa da, kimseye bir hayrı dokunmaz.
***
Biz işimizde gücümüzdeyken,
Biz tam seçime asılmışken,
Biz tam her şeyi yoluna sokmuşken,
İçimizdeki yaratıklar her zaman yaptıkları şeyi yapmaya başladılar.
“Goygoy”!
Önce ne idüğü belirsiz herifleri parlatıp parlatıp önümüze koydular.
“İşte” dediler “İşte biz bu seçimi bu aslan parçalarının açıklamalarıyla kazanacağız.”
Bir avuç insan hariç, kim çıkıp da sormadı.
Kim bunlar?
Nereden çıktılar?
Neden çıktılar?
Ne anlatıyorlar?
Neden susmuşlar susmuşlar da, şimdi anlatıyorlar?
“Direniş ve mücadeleyle elde edilen zafer.” zor iştir ya,
çoğu insan “Amann, şimdi kim uğraşacak mücadele, sokak, direniş falan. En iyisi biz buradan yürüyelim.” dedi ve yüzlerini bu karanlık heriflere döndü.
Herifler “Hükümetle beraber ihalelerden milyonlar yürüttük.” dedi.
Herifler “Bakanların, politikacıların arasında bir sürü ibne var. dedi.
Herifler “hep birlikte arsalara, evlere çöktük.” dedi.
Herifler “Bilmem hangi politikacı, hangi kadınla sevişmiş.” dedi.
Dediler de dediler…
Normal şartlarda, yolda denk gelsek, yüzlerine bile bakmayacağımız bu herifler, işte bu kendilerini Alevi, Yurtsever ve Sosyalist gösteren yaratıklar tarafından “kurtarıcı” diye sunuldu.
Su bulandı bir kere.
Uyanık davranıp da “Ulan biz halkız halk! Bizim böyle abudik gubidik işlere ihtiyacımız yok. Cukkanızı dolduramadınız diye, burada, gelip bizim sırtımızdan höt höt yapmayın. Kaybedersek de onurumuzla kaybederiz. Gidin ötede oynayın.” denilmediği için, çoğu insan ekranların karşısına geçip, günlerce, bu ağızlardan köpükler saça saça konuşan değişiklerden medet ummaya başladı.
***
Biz burada bir avuçtuk.
Kanallar bizi göstermez.
Gazeteler yüzümüze bakmaz.
Sosyal medya tınlamaz.
Biz burada bir avuçtuk.
“Yapmayın, etmeyin kardeşler, yoldaşlar, dostlar, canlar.” dedik. “Biz bu değiliz ve olmamalıyız. Ne işimiz var lan bizim milletin yatak odasında? Bize ne lan insanların cinsel tercihlerinden? Bizler ne zamandan beri insanların uçkurlarını bekler olduk? Bizler ne zamandan beri, kasetlerden, şantajlardan, montajlardan, linç kampanyalarından medet umar olduk? Bu herifler projeden başka bir şey değiller. Birileri sizi yiyor. Yapmayın, etmeyin. Mücadele bu değil. Devrim böyle gelmez. Biz bu değiliz ve olmamalıyız.” dedik.
Birkaç dost hariç, sesimizi duyan olmadı.
Hatta bunları yazıp çizdiğimiz için “Vayy ne iş olumm, yoksa siz de mi geysiniz, yumuşaklar…” diye ta.ak geçildik.
Sonuç olarak,
Bu karanlık tipler ve bu tipleri “mücadele ve devrim” diye sayfalarına taşıyan ne kadar gereksiz varsa, hepsi bizden çok kabul gördü.
***
Şimdi, yazının başında sizlere anlattığım o çocuğa dönebiliriz.
Yüzyılın en büyük hastalığı olan “Alçalarak Yükselmek” her zaman prim yapar.
Sağ sol, okumuş cahil, din, dil, ırk falan önemli değil.
Ezbere yaşayan ve yaşatan herkes bu hastalığın pençesine düşer ve kendini bir daha sittin sene kurtaramaz.
Üzgünüm dostlar ama çok fena kandırıldınız.
Bu herifler toplumu sizden daha iyi okudular ve göz göre göre sözüm ona “haksızlığa uğrayan” “mazlumlar” ve mağdurlar” yarattılar.
Olay öyle bir hal aldı ki,
sanki, çetesi, metesi, kumpasçısı, şantajcısı, teröristi, kim varsa, birlik olmuş da bunlara saldırıyormuş gibi bir algı yarattılar.
Bunu nasıl becerdiler?
İşte bu içimizdeki yaratıkların ve bu yaratıkların goygoylarına alkış tutanların/sesini çıkarmayanların sayesinde.
Dönün bir paylaşımlara bir bakın.
Bizim uyarılarımıza dönüp bakılmadı ama bu yaratıkların paylaşımları beğenilerden “patladı”.
Kim alkışladı bu rezilliği?
Sizler! (İstisnalar hariç)
Sizler bu herifleri alkışladıkça, bunlar daha da coştu.
Ve olay "Hilal'in kocaları varmış"tan “Muharrem sevişmiş” e kadar geldi.
Eee?
Bunlar kaç oy kazandırdı?
Hiç!
Neden?
Çünkü bu içimizdelki yaratıklar durup dururken başımıza "mağdurlar" yarattı.
Düşünün lütfen.
Bu kaset, şantaj, montaj işlerini kimler hayatımıza soktu?
Fetullah Gülen Cemaati.
Yıllarca milletin anasını ağlatan, çocuklarımızın hakkını yiyen, devletin en uç noktalarına yerleşip hepimizi fişleyen, paranın gücüyle devletin içinde devlet oluşturan Fethullah Gülen Cemaati!
Özellikle de “Kürt” ve “Sosyalist” olduğunu iddia eden ama zerre alakası bulunmayanların Fethullah Gülen Cemaati ile dirsek temasına ne demeli?!
“Kim ne desin? Ben bunlara FETÖ demem. Onlar bizim canımızdır.” diyerek kol kanat gerenleri hiç mi görmüyorsunuz?
Neden “Bizim ne işimiz olur kasetle masetle arkadaş? Devrimciyiz biz ulan.” Demiyorsunuz?
Deniz yaşasaydı,
Yaşasaydı İbo, Mahir, Ulaş.
Yaşasaydı Ape Musa,
Yılmaz, Mazlum, Hüseyin, Ahmet,
Hangisi bu yoldan giderdi?
Delirdiniz mi siz?
***
Sabah şöyle bir seçim yorumlarına bakayım dedim.
Bakmaz olaydım.
“Bu halk aptal.”
“Sürünsünler.”
“Ne halleri varsa görsünler.”
"Türk solu Allah belanı versin."
"HDP yönetimi istifa"
"CHP yanlış yaptı."
Daha neler neler…
Halk aptalmış.
Peh!
Halk aptal değil dostlar.
Halk hiç aptal değil.
Bu halk bizim halkımız.
Bu çocuklar bizim çocuklarımız.
Kendi hatalarımızı, kendi suçlarımızı halka yükleyip aradan sıyrılmaya kalkmak ayıptır, günahtır, zulümdür.
Birleşemeyen biz.
Ortaklaşa mücadele edemeyen biz.
"Türk solu" "Kürt milliyetçiliği" diye birbirimizi dövmeye başlamışız ama asıl ağzımıza sıçanlar içimizdeki yaratıklar oldu.
Bütün mesele bu.
***
Geçenlerde bir genç beni aradı ve “Tamer abi, ben de senin mesleğini yapmak istiyorum.” dedi.
Ben de gence, bunu duyduğuma sevindiğimi ve gerçekten bu alanda çok ihtiyaç olduğunu söyledim.
“Peki nasıl çalışabilirim?” diye sordu.
“Önce bir yıl eğitim. Ardından da üç yıl okul. Ondan sonra kendine çok rahat bir yer bulabilirsin.” dedim.
Telefonun diğer ucundaki genç bir süre sustu ve sonra şaşkın
“Haa, yani okula gitmeden olmuyor, öyle mi?” deyiverdi.
Şaşkındı.
Çünkü emek vermeden, okula gitmeden ve eziyet çekmeden benim işin yapılabileceğini düşünmüştü.
O işler öyle olmuyor!
Emek, mücadele, inanç ve direniş.
Sanırım bu “işin kolayını seçme” bizde huy olmuş!
***
Neyse,
siz yine de bizi yok sayın.
Nasıl olsa bu devran bizim değil, "Ayol, tabi ki, bize ahlak dersi verenlerin yatak odalarına girme hakkımız var. Onların özeli mözeli yok. Neleri varsa genel.." diye dudaklarını büze büze ayar veren "ağır" abi ve ablaların devranıdır!
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun
67 notes
·
View notes