Text
İKTİSAT DERKİ,
Bir mala gereğinden fazla değer verirsen kazıklanırsın.
Bu malın yürüyor ve konuşabiliyor olması sonucu değiştirmez.
23 notes
·
View notes
Text
Hayvan Çiftliği kitabında George Orwell şöyle diyor;
"Her şey göründüğü gibi olsaydı, eline aldığın deniz suyu mavi olurdu.."
23 notes
·
View notes
Text
İnsan olmak kolay değildir.
Hele ki "insanca" yaşanabilecek
Bir toplum düzeni yoksa..••
John_Steinbeck
34 notes
·
View notes
Text
Çok doğru bir fiil çekimi!
BEN ....... Uyuyorum
SEN ....... Uyuyorsun
O .......... UYUMUYOR
BiZ ....... Uyuyoruz
SiZ ....... Uyuyorsunuz
ONLA.R.... UYUMUYORLAR!
UYANDIĞIMIZ DA ;
BEN ....... Silivri’de
SEN ....... Metris’te
O ............ KÖŞK’TE
BiZ ......... Yoğun bakımda
SiZ ......... Mezarda
ONLAR ....... HALA iKTiDARDA!
41 notes
·
View notes
Text

Milli Mücadele döneminde Ankara'da görev yapan Sovyet Diplomatı ARALOV anlatıyor:
"Tıp fakültesi son sınıf öğrencileri cepheye gidip, şehit oldu diye mezun verememişken medreselerdekilerin askerden muaf tutulması Ata'yı nasıl da kızdırıyor!...
Bir de medreseler için ayrılan alanların köylülerin elinden zorla alınmış yerler olması onu harekete geçiriyor.
O gece iki medreseyi ziyaret ettik.
Kanlı canlı, hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi.
Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı.
Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı.
Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu.
Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:
- Ne o, dedi, yoksa sizin için medrese, Yunanlılar'ı mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür; yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!
Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!
Hocalar sindiler ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi;yabancıların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:
- Haydi gidelim, dedi. Artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.
Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:
- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim.
Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır.
Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır.
Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz.
Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi.
Bu tam bir kolordu demekti.
Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi.
Bu inkılapçı adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti."
SEMIYON IVANOVIC ARALOV,
BİR SOVYET DİPLOMATININ TÜRKİYE HATIRALARI...
Rusya büyükelçisi S. Aralov, askeri ataşe K. Zvonarev ve Azerbaycan Büyükelçisi I. Abilov,
23 Mart 1922.
44 notes
·
View notes
Text

"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir."
– Mustafa Kemal ATATÜRK –
"Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür."
– T.C. Anayasası Madde 66 –
59 notes
·
View notes
Text

"Bütün mazlum milletler zalimleri birgün yok edeceklerdir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir içtimai duruma gelecektir. Türk Milleti, o zaman önde gidişi ile gerçekten iftihar edilecektir ... Hakikatte unutulmamalıdır ki, gerçek hakim olan ve her şeyi idare eden makam 'Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir !.." Mustafa Kemal ATATÜRK, 1922.
55 notes
·
View notes
Text
Selamün Aleyküm Raif Abi İşi Bıraktım Ebemle Üniversite Açıyoruz Sahte D...
youtube
31 notes
·
View notes
Text

Atatürk, 11 Haziran 1937 tarihinde Başbakanlık’a çektiği bir telgrafla, tasarrufunda bulunan çiftlikleri Hazine’ye bağışladığını bildirdi. Atatürk’ün gönderdiği mesaj şu şekildeydi: Malum olunduğu üzere, ziraat ve zirai iktisat sahasında fenni ve pratik tecrübeler yapmak maksadıyla, muhtelif zamanlarda, memleketin muhtelif mıntıkalarında birçok çiftlikler tesis etmiştim. 13 sene devam eden çetin çalışmaları esnasında faaliyetlerini (…) genişleten bu müesseseler (…) bugün her bakımdan verimli, olgun ve çok kıymetli birer varlık haline gelmişlerdir… Bu müesseselerin, tarım yöntemlerini geliştirme, üretimi artırma ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak olan tedbirlerin iyi bir şekilde seçilmesi ve gelişmesine çok uygun birer örnek ve dayanak olacağına inanıyorum. Ve bu kanaatle, tasarrufum altındaki bu çiftlikleri bütün tesisleri, hayvanları ve demirbaşlarıyla beraber Hazine’ye hediye ediyorum. Atatürk’ün bağışladığı toplam 154.729 dönümlük bir alanı kapsayan çiftlikler şunlardı: Ankara’da Gazi Orman Çiftliği, Yalova’da Millet ve Baltacı Çiftlikleri, Silifke’de Tekir ve Şövalye Çiftlikleri, Dörtyol’da portakal bahçesi ile Karabasamak Çiftliği, Tarsus’ta Pıloğlu Çiftliği. Başbakan İsmet İnönü, Atatürk’ün bu örnek davranışı nedeniyle kendisine bir teşekkür telgrafı çekti. Atatürk, İnönü’nün mesajını şöyle yanıtladı: Söz konusu olan hediye, yüksek Türk milletine benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymete sahip değildir. Ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim. Atatürk, aynı şekilde, TBMM’nin samimi hislerini ve teşekkürlerini ileten telgrafına da şu karşılığı verdi: Yapılan, bir vazifedir!
Kaynak: 365gunataturk
36 notes
·
View notes
Text
Adamın biri hiç aksatmadan sürekli olarak bir arkadaş grubunun toplantılarına katılırdı; ansızın kimseye haber vermeden toplantılara katılmaz oldu. Bir kaç hafta sonra gruptan bir arkadaşı bir gece onu ziyarete gitti ve arkadaşını tek başına yanmakta olan parlak ateşli şöminenin karşısında buldu. Adam arkadaşını kabul etti, huzurlu ve sessiz bir atmosfer ortama hakimdi. Her ikisi de şöminede kırılmış, yanmakta olan odunların etrafında adeta dans eden alevleri seyrediyorlardı. Birkaç dakika sonra misafir, şömine içinde yanmakta olan odunları inceleyerek, en güzel parlak ışığı saçan odunu seçti, maşa ile onu şöminenin kenarına koydu ve yerine oturdu. Ev sahibi olan biteni izliyordu, arkadaşının hareketlerinin etkisinde kalmıştı. Az sonra yanmakta olan o güzel alevli kısım odundan ayrıldı, bir an için parladı ve çabucak tamamen söndü. Kısa bir süre önce ısı ve ışık saçan nesne siyah ve ölü bir ağaç parçasına dönmüştü. Misafirin gelişinden itibaren aralarında çok az bir konuşma geçmişti. Gitmeye hazırlanmadan önce misafir olan adam o faydasız ağaç parçasını maşa yardımı ile yanmakta olan ateşin ortasına koydu. Sönmüş odun parçası hemen canlandı ve etrafındaki kor ateşlerin yardımı ile tutuşarak yandı.
Misafir gitmek için ayağa kalktı. Ev sahibi, ziyaretinizden ve bana verdiğiniz güzel dersten dolayı minnettarım, yakında grubumuza döneceğim, dedi.
Neden bir grup hayatımızda önemlidir?
Çok basit, gruba her yeni katılan üye, hikayedeki gibi diğerlerinden ısı ve ateş alır, grubun üyeleri ateşin bir bölümünü oluştururlar. Ayrıca hatırlamalıyız ki, biz birbirimizin alevini yakmakla sorumluyuz. Birliği, öncelikle kendi aramızda sağlamalıyız ki ateş gerçekten kuvvetli, etkili ve sürekli olsun.
Ateşi ateş içinde saklayın. Aykırı düşünceler ve yanlış anlaşımalar bazen bizi üzebilir; bu önemli değil, önemli olan bizim buradaki birbirimize olan bağlılığımız ve aramızdaki karşılıklı sevgimizdir. Biz buradayız, birbirimize mesaj gönderelim, öğrenelim, fikir alışverişi yapalım, birbirimizin sevinç ve üzüntülerine ortak olalım ve bilelim ki yalnız değiliz. Biz ancak birlikte, yan yana olursak birbirimizi tamamlarız, tıpkı bir zincirin halkaları gibi.
Farsça bir alıntının çevrisidir.
Çeviren : Humayun Yüksel
46 notes
·
View notes